31

Murat Bey ile Karamusallı sütnine arasındaki dostluk, esrarengiz bir şekil almaya başlamıştı. Onlar âdeta birbirlerine gizli randevular veriyorlar, tenha köşelerde ağız ağıza konuşurlarken yanlarına biri gelecek olursa hemen susuyorlardı.

Karamusallı sütninede kadına benzer bir taraf kalmış olsaydı, aralarında gizli bir münasebet bulunmasından şüphe edilebilirdi.

Büyük hanım, bu sıkı dostluğun sebebini merak ediyor, sütninenin ağzını aramak için münasip fırsat arıyordu. Fakat, o, daha evvel söyledi.

Bir akşam, ortalık kararırken Nadide Hanım ile Karamusallı sütnine, Murat Beyin köşkünden çıkıyorlardı. Caddede otuz yaşlarında eflâtun yeldirmeli, orta boylu, tıknaz bir kadına tesadüf ettiler. Elindeki şemsiye ile yol kenarındaki otlara vurarak salına salına yürüyor, yavaş sesle bir şarkı mırıldanıyordu.

Karamusallı sütnine bu kadına aksi aksi baktı; sonra kendi kendine söyler gibi:

— Gördün mü açıkgöz şıllığı, dedi, sen o lokmayı zor kaparsın...

Büyük hanım, hayretle:

— Ne oluyor sütnine? Sen neler söylüyorsun Allah aşkına? diye sordu.

— Ne olacak; karı, aklı sıra adamcağızı avlamaya çıkmış...

— Adamcağız kim?

— Kim olacak? Bizim Murat Bey... Kuzum hanımcığım, belli etmeden dön de bak... Karı yine döndü... Çıkasıca gözleri köşkün penceresinde... Dünya da bir tuhaf oldu canım... Bizim zamanımızda erkekler kadının peşinde koşardı.

Büyük hanım, hâlâ bir şey anlayamıyordu.

— Bu kadını Pendik'te herkes tanır... Üç kocadan boşanmış bir şıllıktır... Bizim Murat Beye göz koymuş... Adamcağıza hiç rahat vermiyor... Çarşıda karşısına çıkar... İstasyonda yolunu bekler... Akşamları böyle kapı önünde piyasa eder...

— Peki amma, sen bunları nereden biliyorsun?

— Murat Bey kendi söyledi canım... Paralı pullu, dünya güzeli gibi adam, kaldı kaldı da bu kokmuşa mı kaldı? Hem sade o değil, birçok kadınlar, kızlar da adamcağızın peşinde dolaşıyor... Hani karısı ölecek ya... Belki birimizden birini alır gibilerde...

— Kadın daha sağken böyle şey düşünülür mü a sütnine? Bu, ne vicdansızlık!..

Karamusallı sütnine, muammalı bir gülümseme ile başını yana aldı:

— Ey herkes biz değil. Dünyada gözü açıklar çok... Murat Bey neler anlatıyor... Adamcağıza mektuplar mı göndermiyorlarmış? Araya adamlar mı koymuyorlarmış?

— Ayıp şey doğrusu!..

— Ayıp amma, böyle. Hem doğrusunu istersen hakları da var. İyi şeyi kim istemez. Kadıncağızın üç günlük ömrü kaldı... öldükten sonra çocuklara kim bakacak?.. Hoş sağlığında da onun bir hayrı dokunmuyordu ya, neyse... Kadınsız ev olur mu hanım efendiciğim?.. Murat Bey de elbette er geç eve bir kadın getirecek...

— Aman sütnine... İğreniyorum... Kadın daha sağ canım..

— Onlar da hemen bugün bizi alsın demiyorlar ya... Üç ay sonra... beş ay sonra... Şeriatta erkekler için müddet yoktur amma...

— Peki, Murat ne diyor?

— Allah için Murat Bey, elmas gibi bir adam...

Sütnine, sinsi sinsi gülüyordu.

— Gözü başka yerlerde mi? Ne demek istiyorsun?

— Hiç... neme lâzım?..

Büyük hanım, bir şeyler sezer gibi olmuştu. Fakat sütninenin üstüne düşmeyi kibirine yediremediği için, merak etmiyormuş gibi:

— Ne nazlanıyorsun? Söylemezsen söyleme, dedi.

***

Büyük hanımla Karamusallı sütnine o gece çoluk çocuğu yatırdıktan sonra, uzun bir müzakereye giriştiler: Murat Bey, Allah'ın emriyle, Seniye'yi istiyordu; sütnineyi teyzesinin ağzını aramaya ve kendisine bir cevap getirmeye memur etmişti. Büyük hanım, evvelâ fena halde meraklandı, Murat'a beddualar etmeye hanımı alt etmeye karar vermiş görünüyor, demir gibi lâkırdılar söylüyordu;

— Bunca yıldır ekmeğinizi yedim. Benden size fenalık gelir mi? Seniye Hanımın bir anası da ben sayılırım. Hem sen benim ne kadar müslüman bir kadın olduğumu bilmez misin? Bu işin zerre kadar ayıbı, günahı olsa, ben araya girer miyim? Murat Bey koskoca bir mutasarrıf... Yakında inşallah vali olacakmış... Zenginliğine zengin, güzelliğine güzel... İnsan Allahtan belâsını mı ister? Amma, belki yaşı biraz geçkin dersin... Bizim kızınız da bebek mi ya? Kız, nerede ise, otuzuna girecek...

Söz aramızda senelerden beri kapımızı çalıp: «Burada da kız var mı?» diye soran olmuyor... Olsa da ipsiz, sapsız birtakım herifler... Hem erkekler tam Murat Bey yaşına geldikleri zaman erkek olurlar... Öyle sıp sıska, incecik oğlanlara ben erkek mi derim? Bak, sana söyleyeyim hanım efendiciğim, kızcağızın kısmetine mani olursan vebal altında kalırsın...

Büyük hanım, bir genç kız kadar utanarak ellerini yüzüne kapıyor:

«Sus kadın sus... Senden de, kendimden de iğreniyorum!» dan başka söz bulamıyordu. İhtiyar kadının kendinden iğrenmesi demek, bu işe içinden razı olmaya başlaması demektir. Sütnine, bunu gayet iyi anlıyor ve şiddetle hücumlarına devam ediyordu:

— Kendi ciğerparene acımıyorsan, o Allah'ına kavuşmak üzere olan hastaya, onun masum yavrucaklarına acı... Bu akşam o şıllık karının nasıl sokakta piyasa ettiğini gördün... Maazallah, Murat Bey, bu kanlardan birinin tuzağına düşerse, o yavrucakların hali ne olur? Seniye Hanımı Murat Beye verirsek, çocukları biz alıp bağrımıza basarız. Onlar da kendi evlâtlarımız sayılır. O merhumenin ruhu da şâd olur. Velhasıl, öksüze bakmanın sevabı hac sevabından da büyüktür, zekât sevabından da...

Karamusallı sütnine, saatlerce uğraştıktan sonra, büyük hanımın ağzından şöyle bir söz aldı:

— A sütnine... neye bu kadar üstüme düşüyorsun. Murat Pekâlâ adam... Bekâr olsaydı belki «peki» derdim. Lâkin adamın karısı sağ iken bu ahlâksızlığı nasıl yaparım?..

Sütnine için bu gecelik bu kadarı kâfi idi; ihtiyar kadın memnuniyetle ellerini ovuşturarak:

— Demek kadıncağıza bir Allah emri olursa Murat'ı damatlığa kabul edeceksin... Biz de şimdilik senden, başka bir şey istemiyoruz. Bakalım Allah ne gösterir, dedi ve kesti.

***

Nadide Hanım için yine bir kararsızlık ve vicdan azabı devri başlamıştı. Geceleri bir türlü gözüne uyku girmiyor, yatağında bir yandan bir yana dönüyordu. Bazen ihtiyarı hilâfına, Seniye ile Murat'a ait garip hayallere dalıyordu. Meselâ Seniye'yi mutasarrıf karısı olup dışarı gitmiş görüyor, yüreği için için hasret ateşiyle yanmaya başlıyor: «Ne yapayım, daha, olmazsa birkaç aylığına misafir giderim» diye düşünürken, birdenbire kendine geliyor: «Ben ne vicdansız insanmışım yarabbi! Bu, olacak şey mi? Bende âr, hayâ kalmadı mı?» diye kendi kendine lânet ediyor. Artık katî kararını vermiştir. Sütnine, bir daha bu sözü ağzına alacak olursa evinden kovacaktır. Fakat iki dakika sonra yine farkında olmadan bir başka hayal başlıyor: Çocukları Seniye'nin başına göndermek doğru değildir. Kendi de artık ihtiyardır, öksüzlere istediği gibi bakamazsa günah olur. En doğrusu onları leylî mekteplere vermektir. Babaları Allah versin zengin adam. Mekteplerin seneliği her kaç lira ise... artık iki yüz mü, beş yüz mü... fakat, heyecanlar, sarsıntılar içinde yine bir uyanış... Yine kendi kendine lânetler, yeni yeni kararlar. Fakat, ne yapsa nafile! Kuruyasıca kafa, kadıncağızın bir gaflet dakikasını yakaladı mı, sokağa kaçan bir yaramaz çocuk gibi, yine hayallere sapıyor.

Nadide Hanım, Karamusallı sütnineye fena halde kızgındı. Bu iş, onun başının altından çıkmıştı. Fakat, nedense ona açıktan açığa çıkışmaya cesaret edemiyor, hıncını çıkarmak için başka vesileler arıyordu.

İhtiyar kadın, şimdi başka şeyler de fark etmeye başlamıştı. Seniye, ablaları, hatta damatları; Murat'ın tasavvurunu,, kendisinin bu işe «hayır» demediğini biliyorlardı. Ortada geçen sözler, yine sık sık köşke geldikçe Murat'a edilen muamele bunu gayet iyi gösteriyordu. Ona daha şimdiden damat, enişte gözü ile bakılmaya başlanmıştı.

İlk zamanlarda karılarını Murat'a çıkarmaya taraftar olmayan damatları, şimdi politikayı değiştirmişlerdi. Dürdane ile Naciye bazen başörtüsü ile mutasarrıfın yanına geliyorlar, ona «ağabey» diye hitap ediyorlardı. Kız oğlan kız olduğu için evvelce Murat'a çıkmasında bir mahzur görülmeyen Seniye ise, bilâkis şimdi, ondan kaçıyor, bazen pek sıkı bir mecburiyet üzerine yanına gelecek olursa renkten renge giriyordu.

Doğrusu aranırsa, Murat yüzsüzlükte Karamusallı sütnineyi de geçmişti. Büyük hanım, bu adamın hiçbir şey olmamış gibi, eve gelip gittiğini, «teyzeciğim» diye yaltaklandığını gördükçe tarif edilmez bir soğukluk duyuyor; fakat onu terslemeye, kovmaya bir türlü dili varmıyordu.

Mamafih büyük hanım, şunu inkâr edemezdi ki, ev halkının, bilhassa damatlarının bu işten memnun görünmesi, onun azap ve sıkıntısını yarı yarıya hafifletiyordu.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top