15
İsmail'in sağlığı, Gülsüm'ü lalaya yaklaştırmıştı; ölümü, onu Nevnihal Kalfanın kucağına attı. Nevnihal Kalfa, konakla yaşıt bir ihtiyar Çerkezdi. Merhum Şekip Paşadan ferah ferah on yaş büyüktü. Paşayı o büyütmüş, o evlendirmişti.
Kalfa, büyük hanımla hiç geçinemezdi. Kırk sene evvel Nadide Hanım konağa geldiği zaman, Nevnihal Kalfa ona karşı bir kaynana tavrı takınmak istemiş, bu yüzden araları fena halde açılmıştı. O gün bugündür, iki kadın mütemadiyen birbirlerinin kuyularını kazıyorlar ve bu ihtilâf eskimiş hastalıklar gibi, ölümden başka bir şeyle geçmeyeceğe benziyordu.
Nadide Hanım, Nevnihal Kalfayı, kendisini mütemadiyen paşasına çekiştirir ve evini, barkını yıkmak istemiş olmakla itham ederdi.
Bu da pek yanlış değildi. Bilhassa Nadide Hanımın uzun hastalığı zamanında Kalfa, meydanı boş bularak paşayı avucu içine almış, hatta bir rivayete göre, karısının üstüne evlenmeye, yahut odalık almaya teşvik etmişti. Nadide Hanım, genç yaşında yatağa düşmesine bu kadının çok tesiri olduğunu söyler: «Ah, paşacığım, senin entarin kirlenmiş pantolonun buruşmuş... vah, vah, sen pek sefil oldun!» diye güya beni kötülemeye çalışırken, hırsımdan kendi kendimi yedim... Ne yaparsınız cahillik... Yoksa şimdiki aklım olsa, o fitne nogayı kolundan tuttuğum gibi sokağa atmak işten bile değildi...» derdi.
Mamafih, Nevnihal Kalfanın rivayetine göre, o da dadının ettiğini pek yanına bırakmış sayılamazdı. İhtiyar Çerkez, senelerce top ağzında gibi bir vaziyette oturmuş. «Ha bugün sokağa atılıyorum, ha yarın!» diye yürek çarpıntısı geçirmişti.
Kalfayı bu tehlikeden ancak paşanın ölümü kurtarmıştı. Paşanın cenazesiyle beraber, onun emektar dadısını da, bohçası kolunda, sokağa selametlemek ele güne karşı pek ayıp düşerdi. Sonra aile kavgalarında ölüm —ortada paylaşılamayacak bir miras olmadığı zaman— daima kısa veya uzun bir mütareke faslı açtığı için, zevce ile dadı, ömürlerinde bir defa ağlaşarak öpüşmüşler, velev ki üstünkörü, barış görüş olmuşlardı.
Nevnihal Kalfanın konakta artık topla yıkılmaz bir mevkii vardı, ölünceye kadar kimse ona ilişemezdi. Fakat, ihtiyar dadı, her şeyin bir haddi, hududu olduğunu bildiği için pek azıtmıyor, konağın bir köşesinde, namazıyla, niyazıyla meşgul olup gidiyordu. Ondan artık belli başlı bir iş bekleyen de kalmamıştı.
Sade, şimdiye kadar bu konakta doğup büyüyen çocukların bezini hep o yıkamış ve bunu bir nevi imtiyaz addetmiş olduğu, için Bülent'in bezlerini de teberrüken o üstüne almıştı.
Paşa öldükten sonra Nadide Hanımla Nevnihal Kalfa arasında hiç bir çarpışma vesilesi kalmamış oluyordu. Fakat, ibadetle, çocuk bezi yıkama —harabe haline de gelmiş olsa— bir insanı meşgul etmeye kâfi gelemeyeceği için, Nevnihal Kalfa, bir vehim icat etmişti. Konakta herkesin kendisiyle uğraştığını, aleyhinde lâkırdı söylendiğini zanneder ve bunu haber almak ateşiyle yanar, tutuşurdu.
Şimşek nasıl mutlaka uzak bir yerde bir fırtına olduğuna alâmetse, onun fikrince, kulak kızarması da konakta birinin kendini çekiştirdiğine alâmetti. Onu bilhassa belirli yemekler ve balık yediği akşamlar çekiştirirlerdi. Kocaman kulakları, tavaya atılmış yumurtalı hamur parçaları gibi yanmaya, kabarıp kızarmaya başladığı zaman:
— Yine beni söylüyorlar... Ne isterler bu garip Çerkezden Allah'ım? der ve ellerini açarak bedduaya başlardı.
Bereket versin ki, Allah'ın dünyada en titiz bir dikkatle takip ettiği yolsuzluk: çekiştirme, aleyhte bulunmadır. Hiç bir şey onu dedikoduculuk kadar kızdırmaz. Kulağı mütemadiyen anahtar deliklerine, duvarlara, tavan tahtalarına yapışıktır. Bütün gün, bütün gece, işini, gücünü bırakır, Nevnihal Kalfanın aleyhinde bulunanları dinler, ona dair söz yakaladı mı, «Gel bakalım!» hemen cezasını yapıştırır. Ne hikmet, artık ahreti beklemeye de sabrı kalmamıştır. «Sen Nevnihal Kalfanın bez yıkarken şarkı söylediğine mi güldün, aşçıbaşı! Ben de senin memleketine öyle bir kar yağdırayım ki, birçok insanlar ve hayvanlar telef olsun. O arada senin de öküzünün teki ölsün, zarara gir», «Sen ne diye bu garip Çerkezin turşuya döndüğünü söylersin, Karamusallı sütnine. Senin faizle borç verdiğin ihtiyar tekaüdü otomobile çiğneteyim de paran yansın.» Hâsılı, iki gözüm Allah, Nevnihal Kalfaya bir fenalık edene hemencecik sillesini indirir. Amma, bu sillenin asıl şiddetli tarafı başkalarına iniyormuş, o Allah'ın, sorulması değil, akla bile getirilmesi caiz olmayan bir hikmetidir. Nevnihal Kalfa, bu cezalara razı değil amma, iki gözüm Allah, kimsenin onu çekiştirmesine razı olmuyor.
Hâsılı, feleğin çarkı durmadan Nevnihal Kalfa hesabına işler, açık, yahut kapalı havalar, kıtlıklar, bolluklar, yangınlar, zelzeleler, muharebeler onun öçlerini almak için birer vesileden, bahaneden başka bir şey değildir.
Dünyanın kendi şerefine mütemadiyen altüst olmasını anlatmak için bir teşbihi vardı:
— İki gözüm Allah'ım, o tencereden bu tencereye, bu tencereden o tencereye döküyor, derdi.
Bu sözün Nadide Hanıma karşı manası: «Allah bana ettiklerini yanına koymuyor, başına gelenler hep benim yüzümdendir. Nitekim bundan sonra da, neler gelecektir.»
Büyük hanım, lâkırdının ucu nereye değdiğini gayet iyi anlar, ellerini göğe kaldırarak:
— Bu şom ağızlı kakavanı başımdan kaldırmadın, diye Allah'la kavga ederdi.
Bu kadar kötü bir insanın Allah gözünde bir itibarı olmayacağı muhakkaktı. Fakat, çocuklar nasıl bazen kendisini tâciz ederek en olmayacak bir şeyi yaptırıyorlarsa, bu Nevnihal Kalfa gibi insanlarda mütemadiyen Allah'ı pis beddualarla rahatsız ede ede ona dediklerini yaptırırlardı. Nitekim evinde bet bereketin kaçmasına, başının türlü türlü belâlara uğramasına sebep onun şom ağzı idi.
Nevnihal Kalfanın Gülsüm'e yüz vermesindeki başlıca sebep ona hafiyelik ettirmek, konakta kimlerin onun için neler söylediklerini öğrenmekti. Gülsüm, bu iş için biçilmiş kaftandı. Evin içinde girmediği delik yoktu. Fazla olarak «kafasız» diye onun yanında kimse sözünü sakınmaya lüzum görmezdi. Ancak bu sıkı fıkı ahbaplığının daha başka sebepleri de vardı.
Nevnihal Kalfaya göre, ölüm bir imtiyaz, paşalık, vezirlik kabilinden bir rütbe idi. En ehemmiyetsiz bir insan öldü mü, ahrete gider, Allaha yaklaşır, peygamberlerle görüşür, meleklerle kapı yoldaşlığı eder, dünyada kalanlara ne isterse yaptırmak kudretini kazanırdı.
Sonra, ihtiyar kadının bütün sevdiği, hürmet ettiği insanlar ahrete göçmüş, dünyada manasız bir çoluk çocuk alayı kalmıştır. Konağın bir ucunda —büyük hanımın baykuş yuvası dediği— küçük bir odada ölenlerin hatıraları içine gömülmüş yarı yaşar, yarı rüya görürken, gözü önünde dolaşan hayaller ona ihtiyarlıktan çehrelerini pek seçemediği sahici insanlardan daha hakikî gelirdi.
Bunun içindir ki, ayak altında sürünürken, köpek yavrusundan farkı olmayan cılız, pis, sümüklü bir İsmail, öldükten sonra, birdenbire ehemmiyetli bir insan mertebesine çıkmış, bu şereften Gülsüm de az çok hisse almıştı.
Konakta kimsenin farkında bile olmadığı bu ölüm. Nevnihal Kalfa için âdeta günün meselesi oldu. Geceleri kıza abdest aldırıp yanında namaza durduruyor; günlükler, ödağaçları yakarak okuyordu.
Gülsüm'ü kardeşinin hangi tarihte öldüğünü anlamaya teşvik etti. Kız, bu işin üstüne o kadar düştü ki, Karamusallı sütnine rastgele bir gün söylemeden onu başından defedemedi. Nevnihal Kalfa bu uydurma tarih üzerine, parmaklarıyla uzun uzun hesaplar yaparak bir «kırk gecesi» tertip etti.
Kız, tez elden biriktirdiği otuz, kırk kuruşla lalaya Saraçhanebaşı'ndan lokma aldırdı. Maksadı konaktakilere İsmail'in kırk lokmasını yedirmekti. Lala, evvelâ buna şiddetle itiraz etti. Hanımefendi haber alırsa kızı da, kalfayı da, belki hatta lokmayı aldı diye kendisini de sokağa atardı.
Nadide Hanım, devir hatimi, kırk lokması gibi şeylerden fevkalâde korkar, bu merasim ona mezarlığın, ahretin bütün ruhlarını eve dolduruyormuş gibi gelirdi.
Hatta rahmetli paşanın devir hatimini bile Lâleli camiinde okutmuştu.
Onun için İsmail'in kırk gecesi merasimi gizli yapıldı ve lala, Saraçhanebaşı'ndan aldığı lokmaların çoğunu sokakta fukaralara dağıttığını söyleyerek, eve beş, on tane bir şey getirdi. Mamafih, Gülsüm, bunlardan birer tanesini de —hanımefendinin akşam üstü misafirliğe gitmiş olmasından istifade ederek— küçük hanımlarla çocuklara yedirmek istedi.
Bu ikramın hikmetini bir türlü anlamayan küçük hanımlar tereddüt ediyorlardı.
Gülsüm, onların en ziyade çekindiklerini bildiği için:
—Kuzum hanım... Vallahi temiz... Kâseyi sabunla yıkadım. Bir tanecik, diye yalvarıyordu. Bu lokmadan hiç olmazsa bir taneciği, mutlaka yemeleri lâzımdı. Çünkü bu gece İsmail'in burnu düşecek, lokma ile ağzını tatlayanlar ne kadar çok olursa İsmail, bu burun düşme acısını o kadar az duyacaktı!
O gece, el, ayak çekildikten sonra Nevnihal Kalfanın odasında bir gizli ayin oldu. İhtiyar dadının odasında bir sandık vardı, ölümünün, konağın kargaşalıklı bir gününe rastlamasından korkan Nevnihal Kalfa, ne lâzımsa birer birer tedarik edip bu sandığa saklamıştı: Kefen, sabunlanmak için lif, kurunmak için havlu...
Kalfa, Gülsüm'e abdest aldırttıktan sonra sandığı açtı, içinden iki yeşil başörtüsü çıkararak birini kıza, birini kendisine örttü. Sonra biraz da zemzem, gülsuyu ve ödağacı çıkardı.
İhtiyar kadın, bu akşam üşenmiyor, yorulmuyor, bebek oynayan bir kız çocuğu gibi şevk ve ciddiyetle çalışıyordu.
Ah, bu büyük hanım! Nevnihal Kalfa onu tevekkeli mi affetmiyordu? İhtiyar Çerkezin iftihar ederek zevkle yaptığı bu vazifeyi elinden almıştı. Eskiden konağın çocukları, hizmetçileri, dinlerini, diyanetlerini ondan öğrenirlerdi.
Büyük hanımın aklı olsa, bunun için ona teşekkür ve dua etmesi lâzım gelirdi. Fakat, o, bilâkis çocukları ve hizmetçileri kalfadan uzaklaştırıyor, ihtiyar kadın onlara Allahtan, peygamberden bahsettiğini işittikçe kıyametleri koparıyordu.
Nadide Hanım, bu titizliği şöyle izah ediyordu :
— İnsan gibi bir mahlûk olsa neye izin vermeyeyim? Lâkin onun maksadı başka... Hizmetçileri kendisine benzetip dedikoduya alıştırmak, ağızlarından lâf almak... Hem de ben ibadet etsinler diye mi hizmetçi aylığı veriyorum, eve hizmet etsinler diye mi? Evin en sıkı zamanında bakarım, dizi dizi namaza durmuşlar... Sofra kurulacak, lambalar hazırlanacak, lâ havle ve lâ kuvvete... Söylesen bir türlü... Öyle ya, Allah divanına durmuş bir insanı nasıl ensesinden çekip işe sürersin?.. Çocuklara gelince, o daha beter... Cenaze yıkayıcı suratlı Nogay'ın her lâkırdısı ölüm üstüne. Yok insan, öldüğü zaman mezarda kafasını tak diye tabut kapağına vurup: «Eyvah, ben ölmüşüm!» diye bağırırmış... Yok imam talkın verirken, mezar zangır zangır titrermiş. Yok münkir, Nekir ateşten kerpetenle adamın dilini koparırmış... Kuzum Allah aşkına, din, diyanet denilen şey, hep bu mu? İnşallah hepsi yalandır ya, başımıza böyle şey geleceği varsa geldiği zaman görürüz... şimdiden neye yüreğimizi oynatıyor? Hem gece yavrucaklar uykularında boylarınca sıçramaya başladılar... Ürkecekler, Allah esirgesin illet sahibi olacaklar.
Nevnihal Kalfa, büyük hanımın bu hücumları karşısında sade ona değil, konaktaki büyük, küçük bütün insanlara küsmüş :
— Pekâlâ... Pekâlâ... Evde, ölmüşlere bir Fâtihacık okuyan, Allah ismini anan bir ben vardım... Artık ölünüze, dirinize karışmam. Tevekkeli bet bereket gitti, diye odasına kapanmıştı. O, artık görünüşte hiç bir şeye karışmıyordu.
Fakat konakta bir ağır hastalık, yahut ölüm havası esti mi muharebe haberi almış bir tekaüt zabit gibi meraklar ve heyecanlarla kalkınıyordu.
Gülsüm, o gece kalfanın odasında o kadar dua etti ve ağladı ki, ferahlığı belki bir hafta sürdü.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top