Bölüm 1.1: Doğum Günü

19 Temmuz 2018

"
Gözlerimi denize dikmiş bir şekilde, sarıldığım bacaklarıma yaslı olan kafamın bana ne kadar ağır geldiğini düşünüyordum. Saatlerdir buradaydım, henüz hava hafif aydınlıkkenden şu ana kadar nefes almak dışında herhangi bir canlılık belirtisi bile göstermemiştim. Saat gece yarısını biraz geçmişti. Hava olması gerekenden de daha karanlıktı. Bense akrebin de yelkovanın da biri vurmasını ve yeni yaşıma girmeyi bekliyordum. Kimse görmeyecek olmasına rağmen yaptığım doğum günü makyajımla yaşımdan daha büyük durduğuma emindim. Neden bu özeni gösterdiğimi ya da neden bunca şeye rağmen doğum günümü bu kadar önemsediğimi kendim de anlayamıyordum.

Günün sonunda gideceğim yer belliydi, orada neyle karşılaşacağımı biliyordum. Ama bunları bilmiyormuş gibi kendimi kandırmak daha iyi hissetmeme yardım ediyordu. Daha doğrusu bu çabam yalnızca kısa bir süre için etkili olsa da bununla bile elimden geldiğince yetinmem gerekiyordu.

Düşünmekle geçen dakikaların ardından telefonumdan gelen bildirim sesiyle kendime geldim. Daldığımı, dünyadan soyutlandığımı fark edemeyecek kadar bu duruma alışmıştım artık. Bütün bunların sebebi yalnızca basit bir dikkat sorunu muydu yoksa daha fazlası mı vardı, emin olamıyordum. Ama daha önce denediğim dikkat ilaçlarının pek bir işe yaramamış olmaları ilk ihtimalden uzaklaşmama sebep oluyordu. İkinci ihtimali değerlendirdiğimdeyse kafam daha fazla soruyla meşgul oluyordu. Şimdiki hayatımı mı kaldıramıyordum yoksa hatırlamadığım geçmişimde saklı olanlar mı beynimi bu denli uyuşturuyordu? Orada nelerin saklı olduğunu ve onlara nasıl ulaşabileceğimi bilmiyordum, kendimi düşünmekten alıkoyamıyordum da.

Telefonu elime aldığımda dudaklarıma hafif bir tebessüm oturttum. Uzakta ya da değil, en azından doğum günümü kutlayan ve beni önemsediğini her an hissedebildiğim biri vardı hayatımda. Bir an bunu ilk yaşayışım değilmiş, daha önce farklı kişilerle farklı zamanlarda deneyimlemişim ve sonunda çok üzülmüşüm gibi bir his içime çökünce yüzümü buruşturdum. Böyle bir şey yaşasam bilirdim, diyemeyeceğim için kendimi daha da kötü hissetmeye başladım. Ama bir önemi yoktu, bütün varsayımlarımı ve bütün kuruntularımı sanki hiç hissetmemişim gibi kaldırıp aklımın tozlu raflarına koyardım. Bu yolu seçmesem kafamda çakan şimşeklerle savaşacak gücüm yoktu. Geçmişimi aramaya başlarsam, gerçekliği tamamen kaybedeceğimin farkındaydım. O yüzden sadece anda yaşıyordum. Seçtiğim şey doğru olan mıydı yoksa yapmam gerekenin tam tersini mi yapıyordum..? Bu sorulara da hiçbir cevabım yoktu.

Barkın: Sare
Barkın: İyi ki doğdun bir tanem

Gülümsedim. Saat tam 01.01'di. Barkın her zamanki gibi benimleydi ve kendimi bildiğimden beri benimle olan tek kişiydi. İşin en komik yanı da, kendimi bildiğim ilk zamanların bile çok eskiye dayanmamasıydı.

Sare: Emin değilim

Şaka yapmıyordum, emin değildim. Bazı anlar gerçekten de hiçbir zaman var olmamam gerekmiş gibi hissettiğim de olmuştu, ama artık o kadar da kötü düşünmüyordum. Sadece bilmiyordum çünkü kendi hayatımın benden aldıklarını ya da bana verdiklerini bile tam anlamıyla bilmeyecek kadar uzağındaydım. Bir annem yoktu, babamın var olduğunu da söyleyemezdim. Barkın hariç arkadaşım yoktu.

Uzun bir süre hastanede kalmıştım, çıktıktan sonra da çoğu şey yasaktı. Okula bile gitmemiştim bu süreçte. Sosyal medya olmasa şu an Barkın dâhi hayatımda olmayacaktı belki de.. Kısacası bugün doğum günümü sadece tek bir kişinin kutlama sebebi, bugüne kadar sosyalleşmek için şansımın olmaması da olsa şu an yalnızdım işte.

Ama hayatın bana verdiği iyi yanları düşününce kimsenin görmesini umursamayacak olsam da güzeldim. Geceleri kendime engel olamadığım düşünceler beni kemirdiğinden saatlerce uyuyamasam da içinde kıvrılabileceğim bir yatağım da vardı. Mental ve fiziksel olarak hiçbir zaman tamamen iyi olamasam da sağlıklı sayıldığımı da söyleyebilirdim. Saydıkça daha da kolay fark ediyordum ki hayatımın artı ve eksilerini tartmaya başlamazsam her şey daha iyiydi. Çünkü her güzel şeyden sonra illa bir "ama" geliyordu ve neyse ki masaya yatırılmayan her dert daha kolay atlatılabilirdi; ya da ben böyle sanmıştım her zaman.

Sare: Teşekkür ederim Barkın
Sare: Hayatımda olduğun için çok şanslıyım

Hayatımda şanslıyım diyebileceğim çok az nokta vardı ve Barkın kesinlikle onlardan biriydi. Telefonu kucağıma bırakıp denizi izlemeye devam ettim. Karşı adada yanan ışıklar denize yakamoz düşürüyordu ve hem denizi bu haldeyken hem de kapkaranlık adayı evlerin birkaç ışığı hala açıkken izlemek çok güzeldi. Gözlerim dolmuştu. Dolmamışlar gibi hissetmeye çalıştım, en azından farkına varmamışım gibi.. Ama çok kısa bir süre sonra gözyaşlarım yanaklarıma süzülünce dudaklarımı birbirine bastırdım. Saklayamayacaktım. Görmezden gelemeyecektim. Hiçbir şeyden kaçamayacaktım belki de. Çünkü her ne kadar kendimi başarabildiğime inandırsam da sonrasında tekrar ve tekrar böyle bir şansa sahip olmadığımı anlayacaktım.

Gözyaşlarım arttıkça arttı. Kendime izin verdiğimde başımı dizlerime göndüm ve kollarımı da kendime sardım. Hıçkıra hıçkıra ağlarken ne kadar dolduğumu hissettim. Basit bir dolmaktan bahsetmiyordum. Yapayalnızdım. Henüz hayatımın fragmanı böyleyse geleceğim nasıl olur acaba diye düşündüm. Oysa bir geleceğim olacak mıydı bunu bile bilmiyordum.

Ağlama sebebim doğum günümü bu adada, bu kayanın üzerinde bir başıma geçirmem değildi sadece. Bütün her şey kalbimi ezdi, göğüs kafesim içerisine o kadar baskı uyguladı ki nefes bile alamadım. Sanki hayatım bir enkazdı ve ben tamamen altında kalmıştım. Bu, bugün olmamıştı. Ama bugüne kadar bunu kendimden saklayabilmiştim, görmezden gelmeyi başarabilmiştim. Şimdiyse aslında gözümün önündeyken zihnimin odalarından birine kapattığım, kilitlediğimi sandığım ama belli ki başaramadığım bu gerçek kapılarını kırmıştı. Ve belli ki zihnimin kapıları benim kemiklerimdi de, çünkü onlar da lime lime kalmıştı.

Hıçkırık seslerim kulağımda son ses çalan bir şarkı yokmuşçasına rahat duyuruyordu kendini bana. Ne kadar süre ağladığımı da bilmiyordum, ama bütün makyajımın yok olduğuna emindim. Derin nefesler almaya çalıştım, boğulma hissimin geçmediğini fark ettiğimde kafamı kaldırdım. Gözlerimi kapatarak birkaç saniye hareketsiz kaldım ve derin nefesler almayı tekrardan denedim. Başta, kesikleşse de bitmeyen hıçkırıklarım buna engel oldu. Ardından almayı başarabildiğim nefeslerle göğsümün rahatladığını hissettim. Gözlerimi açtım ve geriye doğru uzandım. Gözlerim gökyüzündeki yıldızları tam karşıdan görür gibi olduğunda rahatladım. Sadece onlar vardı. Deniz, yıldızlar, kayalar, çalılar ve karşı adadaki evlerin ışıkları... Neyse ki ağlarken kimse tarafından görülmemiştim.

Ağlarken birinin beni görme ihtimalinden neden bu kadar korktuğumu bilmiyordum. Şimdiye kadar hiçkimsenin yanında ağlamamıştım. Ağlamak istemediğim için değildi, öyle bir şansım olmamıştı. Ama artık öyle bir şansım olsa da ağlayamazdım, ağlamazdım. O kadar güçsüz görüneceğimi hissediyordum ki, sanki biri beni ağlarken görse bir daha o kişinin karşısına çıkmamak için her an kaçardım. Büyük ihtimalle doğru bir şey değildi. Ama travma etkisi buydu işte. Travmalarımız bize faydalı özellikler katacak olsaydı onlara sahip olmak en azından daha kabul edilebilir olabilirdi, ama tam tersi olduğu açıkça ortadaydı.

Barkın: Ben de öyleyim
Barkın: Ama bir daha böyle şeyler söylersen şımarırım

Sonunda kendimi daha iyi hissedip Barkın'ın mesajlarına girdiğimde, gülerek başımı iki yana salladım. Komik biri olmaktansa oturaklı biri olmaya daha yakındı mizacı. Ama beni güldürmek için kendinden ödün verdiği çok oluyordu ve her seferinde ona sahip olduğum için kendimi daha da şanslı hissediyordum.

Sare: Şımarmanı kaldıramayacak olsam söylemezdim
Sare: Gerçi şimdi bir daha düşündüm de sen yine de çok şımarma
Sare: Bir bakmışsın kaldıramamışım

Telefonu karnıma bıraktığımda ellerimi de karnıma koydum. Yıldızları izlemeye başladım, bir sürüydüler ve hepsi çok güzel gözüküyordu. Yüzümde yumuşak bir gülümseme yerini almaya başladığında kolumu havaya kaldırdım, sanki değebilecekmiş gibi bir yıldızdan ötekine sürükledim parmaklarımı. Bir süre sonra hava iyice soğuyup, soğuk derime işlemeye başlayınca ürperdim. Telefonumu elime alarak Barkın'ın mesajına girdim.

Barkın: Hadi kalk evine git artık, saat geç oldu
Barkın: Hava da soğumuştur
Barkın: Ve eminim ki üzerindeki şeyler de inceciktir

Güldüm. Düşünülmeye o kadar alışık değildim ki, her defasında garipsiyordum. Birinin benim hassas yanlarımı bilmesi ve onlara göre davranması, başıma bir şey gelmesinden korkması, benim için çabalaması.. Hepsi çok güzel hissettiriyordu. Ben bu duygulara çok yabancıydım. Ve bu yabancılığımı hala üzerimden atamıyordum. Benden başka biri için belki de dünya üzerindeki en sıradan, en alışılmış hisleri yaratacak kelimeler; benim dünyamı her seferinde güzelleştiriyordu. Ama bunu belli etmemek için de çok çabalıyordum, çünkü insanların eksik yanlarımı görmesinden çok korkuyordum. Ve karşımdakinin kim olduğu önemsizdi, ne kadar istesem de bu duyguları herhangi birine karşı tamamen açabileceğimi hayal bile edemiyordum.

Sare: Tamammmmm babacım
Sare: Koşa koşa gidiyorum eve

Çok uykum vardı. Belki bu kadar uykum olmasaydı Barkın'ı dinlemeyebilirdim ama yine burada uyuyakalmak istemiyordum. Üzerimdeki şeylerle şimdi bile üşüyorken sabaha kadar burada kalırsam hasta uyanacağımı biliyordum.

Barkın: Geçen seferki gibi kayalıkta sabahlayıp eve gittim diyerek beni kandıramazsın
Barkın: Unutma ki yanında olmasam da seni görüyorum ben

Kalbim burkulduğunda derin bir nefesi içime çektim.

"Yanında olmasam da seni görüyorum ben."

"Annen yanında olmasa da her zaman izliyor seni."

Sözler aynıydı. Vaatler aynıydı. Düştüğüm durum hep aynıydı. Hayatımda çok az insan vardı ve onlar da cümlelerine "yanında olmasam da/yanında olmasa da" diye başlamak zorundalardı.

Telefonumu kucağıma bıraktım. Alışmam gerektiğini bildiğim halde alışamadığım şeylerle doluydu hayatım ve ruhum; tüm bu şeylerin enkazlarında sıkışıp kayboluyordu. Hayatım yeni başlamıştı, o yüzden her şey silikti. Ben iki kez doğmuştum. Birincisinden ikincisine kadar geçen zamanda neler yaşamıştım bilmiyordum; ama ikincisinden sonrası bile o kadar kötü hissettiriyordu ki... Eğer silinen tüm o şeyler de hatırladığım takdirde beni yıkacaklarsa unutmuş olduğuma seviniyordum.

Ayağa kalktım. Eve yürümeye başladığımda bir yandan da adayı izliyordum. Her yanına, her anında aşıktım. Güneş tam tepedeyken de, tamamen batmışken de ve hava aydınlanmaya başlarken de. Eğer bir cennet umudum olsaydı, cennetimi buradan başka bir yer olarak hayal edemezdim. Şu halimle benim bir cennetim yoktu, olur muydu onu da bilmiyordum.

Üşüyen kollarımla bedenime sarıldım ve evi görmeye başladım. İki üç dakika içerisinde evde olacaktım. Ama kötü hissettiren şey olmak istemediğimi biliyor olmamdı. Ben bir ev istemiyordum, bir yuva istiyordum. Yuva nedir, nasıl bir şeydir öğrenmek istiyordum. Sıcak bir çorba, haftasonu gezileri, pazar kahvaltıları, gülüşmeler, öpüşmeler... Belki de basit gözüken şeylerdi ama benim açımdan çok imkansızlardı. Hiç utanmadan çok fazla şey istiyordum.

Kapıya geldiğimde birkaç derin nefes aldım ve biraz daha rahatlamış hissettiğimde saksının içine koyduğum anahtarı çıkararak deliğe yerleştirdim. İçeriye girip hırkamı, anahtarımı ve çantamı vestiyere bıraktım. Babamın iç çekiş sesi kulaklarıma dolduğunda gözlerimi sımsıkı kapattım. Baş etmem gereken şeyin kendi acım olması gerekirdi, yitip giden bir aileden arda kalan koskoca adamın yaşama tutunmasındaki tek etken olmak gibi bir sorumluluğum olmamalıydı. Hatta daha da hayalperest olursam şunu diyebilirdim ki: benim destek aldığım kişi babam olmalıydı.

Salonun açık kapısına yanaşarak içeriye kaçamak bir bakış attım. Babamın elinde yine lanet olasıca içki şişesinden ve saçma sapan bir fotoğraftan başka hiçbir şey yoktu. Fotoğraf saçma sapandı, çünkü fotoğraftaki kişi bendim. Bebekliğimdi. Şu an doğum günümdü, ben onsuzluktan ağlıyordum; oysa bensizlikten ağlıyordu. Ama yanıma gelmiyordu ve ben yanına gidecek olsam da beni görmüyordu. Dersimi almıştım ve büyümüştüm. Babamın değer verdiği, sevdiği, özlediği, uğruna gözyaşları döktüğü tek şey o fotoğraftı. O fotoğraftaki her ne kadar ben olsam da ben değildim de aynı zamanda. Büyümüştüm. Babamı o fotoğrafa bakarken gördüğüm ilk gün demek ki aslında beni seviyor diye ağlayan bana göre çok büyümüştüm.

Arkamı döndüm ve merdivenlerden yukarı çıkıp odama geldim. Yatağımın üzerinde katlı duran pijamalarımı üzerime geçirip çıkardığım giysilerimi de sandalyemin üzerine attım. Banyoya gidip makyajımı çıkardım ve elimi yüzümü yıkayarak odama döndüm. Kendimi yatağıma bıraktığımda gözlerimi yumarak içimden şarkı mırıldanmaya başladım. Elbette ki sakinleşmeye çalışıyordum ve elbette ki kalbim sıkışmıştı. Ama bunlar artık çok alışık olduğum şeyler olduğu için neden böyle hissettiğimi düşünüp endişelenmek yerine direkt kurtulmaya çalışıyordum.

Odama dolan soğukla ürperince kalkıp camımı kapattım ve yatağıma geri dönmek yerine masama geçip günlüğümü açtım.
"

Anılarımdan çıkabildiğimde bir sigara daha yaktım. Derin bir nefesi içime doldururken her zamanki gibi çok zorlandım ve ufak bir tebessümü serbest bıraktı dudaklarım bana sormadan. Her şey karanlıktı. Ama iş kıyaslamaya gelince şu an mı daha zifiriydi yoksa düşünmeden duramadığım şu dönemler mi, bilemiyordum.

Önümdeki günlük sayfasına bakarak derin bir nefes çektim içime. O gün uyumadan önce yazdığım sayfa karşımdaydı. Canımın acısını hissederek üzüldüm, o zamanki acımın şimdikilerin yanından geçemeyeceğini fark etmekse kalbimin durmasına sebep olabilecek kadar dondurdu kanımı.

"Bugün de diğer günler gibi. Yine sevgili günlük demeyeceğim sana bugün. Ama sormadan da edemiyorum.. On altı yaş bana neler getirecek sence? Yeni bir yaş ve büyüdüm iyice.

Barkın ümit dolu olmamı söyledi. Ki biliyorsun, zihnimin ne kadar karanlık olduğunu ondan bile saklıyorum aslında. Buna rağmen bu kadar ümitsiz olduğumu nasıl anlayabildi ki?

Her neyse.

Ben korkunç bir insan değilim günlük, sadece korkuyorum. Sadece belirsizlikteyim ve hiçbir şey bilmiyorum. Ve bu beni gerçekten de öldürüyor.

Ömrüm senden koparılan sayfaları aramakla geçecekmiş gibi hissediyorum. Barkın aramamamı söylüyor ama sence böyle bir ihtimal var mı? Kendim aramasam bile karşıma çıkacaklarmış gibi hissediyorum. En azından hazırlıklı olmak istiyorum çünkü böyle bir korkunun boşu boşuna içime yerleşmiş olamayacağını biliyorum.

Belki de bilmiyorum.. Bu kadar kaybolmuş olmaktan, kendime bile inanamamaktan nefret ediyorum günlük.

Ama bil ki olabildiğince soyut olmaya çalışıyorum, özellikle de sana."

Dürüst müydüm günlüğüme? İyi biri miydim ben? İnandığım şey bu muydu gerçekten de yoksa başından beri yalan mı söylemiştim?

On altı yaş bana çok şey getirmişti. Getirdikleriyle de beni benden götürmüştü. Kötünün de kötüsü olduğunu sandığım yeni yeni çok şey yaşamıştım. Her sonraki adımımdaysa daha da kötüsünün içinde bulmuştum kendimi. Her defasında, çıkışı olmayacak karanlık yollarda bulmuştum kendimi. En kötüsü budur, dediğim şeylerin canımı daha az acıtışına şükrederken bu yüzden de en azından o günlere geri dönmeyi isterken bulmuştum kendimi.

Ve şu an durduğum nokta belliydi. Karanlıklardan zifiri karanlıklara geçmiştim. Şimdiyse derdim güneşe ulaşmaktı.

Öyle ya da böyle, aydınlık hakkımdı.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top