my hair is green
Suyun altından yeni çıkmış, aldığı duşun sıcak suyu ile buğulanmış aynanın karşısına geçmişti. Avuç içleri ile kendini görebilmek için küçük bir kısmını temizlemişti. Havlusunu omuzlarına almış, daha yeni kesmiş olduğu saçlarına dikilmişti gözleri. Yavaş yavaş dolaşmıştı göz bebekleri her telinde. Saç uçlarına yetişmeden bakışları, iki elinin arasına aldığı havlunun ucu ile kurutmaya başlamıştı saçını. Bembeyaz omuzlarına artık değmeyen saçları, uzun zamandır olduğu gibi bu durumda da bozmamıştı o donuk yüzünü, hatta inanması kendisine bile güç olsa da dudak uçları kıvrılmıştı neredeyse. Kırık kalbini, yeşil rengi solmuş tellerine bağlamış, keserken hafiflemişti bulanık aklı. Kaybettiği tek şey aklı da kalbi de duyguları da değildi. Tamamen yitirmişti insanlığını. Delirmiş, her gün kana bulamaya başlamıştı aslında hayatını. Şimdi biraz nemli kalmış saçlarını arkaya doğru taramış, ruhu gibi çıplak bedeni ile odasına yönelmişti. Adımları bir tüy kadar hafifti. Odasındaki koca dolabına ulaştığında çok düşünmeden üstüne bir şort bir tişört geçirmiş, mevsimin kış olmasını umursamadan yanan bedenine kulak kabartmıştı. Odasının her yerine dökülmüş kitaplar, kopartılmış sayfalar, rastgele karalanmış tüm o resimler artık onun için bir anlam ifade etmiyordu. Aklı geçmişte tüm o şeylere ağır anlamlar yüklemiş, artık hatırlayamadığı eski benliğine bir kaç dakikalığına kaymıştı.
Mutfakta çalan telefonunun sesi koparıp çekmişti onu düşlerinden ya da kabuslarından, bu bilinmezdi kendisi için bile. Omuzlarını düşürüp daha fazla beklemeden belki de bekletmemek için mutfağa geçmişti. Çalan telefonunun ekranında gördüğü isimle düşmüş omuzlarına bir de iç çekişi eklenmişti ortama. Her gün aynı şeyleri, birde aynı kişiden duymak içini günbegün kurutuyordu, aslında zaten canlı kalan çok ta dalı kalmamıştı içinde ki ağaçta. Her günkü gibi açmış, karşı tarafın ona klasik konuşmasını yapmasını beklerken tişörtünün eteğini dolamıştı parmaklarına. Konuştuğu insan her nefes almak için durakladığında o da onu onaylarcasına sesler çıkarıyordu. Arada karşı taraftaki hiç susmadan cümlelerini ardı ardına diziyordu. Kendinden daha iyi bildiği, ezberine kazımış tüm cümlelerin sonunda tek bir kelime etmeden kapatmıştı telefonu. Bu gün yine göğüs kafesine sığmadığı bir gündü. Acele bir karar ile, üstünden tüm bunları atmak için paltosunu üstüne geçirmiş, botlarını giymesi ile kendini dışarı atmıştı bit çırpıda. Sokağa çıktığında saati fark edişi ile geceyi uyumadan geçirdiğini hatırlamıştı. Elleri ceplerinde, tam kurumamış saçlarının rüzgarla serinlettiği ensesi ile ağzında bir şeyler mırıldanmaya başlamıştı.
"Kırdım. Hayır, hayır kırıldım. Kırıldım evet bir çöp gibi atıldım şu kaldırım köşesine, belki de kedilerin ağızlarına. Ah ne kadar kanadı dirseklerim bir bilsen kendim. Tabi sen o sırada derin bir uykudaydın, nereden bileceksin çiçeklerimin ezildiğini. Kesin her sabah içime kan kustuğumdan da haberin yoktur, kesin, kesin yoktur. Tabi ki de yoktur, tabi ki de körsündür sen, bir dakika şey doğru unuttum uyuduğunu. Aslında bilir misin seni uyuttu bileklerin, evet evet bileklerin, çepeçevre sarmış kanının çıktığı bileklerin, onlar uyuttu seni."
İçine fısıldarken bunları kimse duymamış, kimse şahit olmamıştı dizlerinin titreyişine. Fark etmeden akan gözyaşları yanaklarını ıslatmış dışarıdan bakınca daha da çaresiz göstermişti onu. Yavaş yavaş adımları hızlanmış, sahile doğru koşmaya başlamıştı bir süre sonra. Adımlarının hızı arttıkça çığlıklarını duymak daha da kolay olmuştu kendisi için. Nefesi daralınca bir süreden sonra ayaklarını zemine sürte sürte kendini durdurmuş, etrafına kan toplamış gözleri ile bakınmıştı. Etrafı hâlâ bomboştu, sessizdi. Yalnız başına kaldığını düşünmüştü bu dünya üzerinde. Sahil kenarına bu sefer yavaş adımlarla yaklaşmıştı, sakin sakin ilerlemiş, nefesinin düzenli hâle gelmesini beklemişti. Bu bekleyiş hiç son bulamamıştı, adımları sahilin kıyısında dolaşırken, göğüs kafesine hiç sığmamıştı yine. Sürekli tekrar tekrar yankılanmıştı çığlıkları kulaklarında. Başı dönemeye başlamış, zaman yavaşlamıştı gözlerinde. Dengesi, aklı o serin sulara düşerken bedeni de onları takip etmişti. Suya düşüşüyle ilk önce zaten dinmemiş nefesi kulaklarına çıkmıştı. Deniz alabildiğine karaydı ve alabildiğine derin. Sonu yoktu, bir anda başı da yok olmuştu, uçsuz bucaksız mavide kanat çırpışlarının hareketinden başka bir şey kalmamıştı. Yavaş yavaş bedeni uyuşmaya, su üstüne çıkmaya başlamıştı. Uykusuzluğunun yorgunluğu vurmuştu gözlerine, o da direnme derdinde değildi gerçi. Gözlerini kapatmış kendini bırakmıştı şimdi. Denizin durgun suyu onu taşımış, bilinmezliklere sürüklüyordu.
Kendini bırakmıştı ta ki bir kaç damla su yutana kadar. Boğazına inen ıslaklık ile gözlerini açmıştı. Ama gözlerini açtığında gördüğü şey güneşin doğuşu yerine banyosundaki avizesiz, tavana asılı tek ampulü olmuştu. Boynuna ulaşmış kızıllaşmış suyun kokusunu tadarken, karışmış aklını umursamadan gözlerini son kez kapatmış, bütün bedenini o kızıllığa gömmüştü. Kendinden geriye sadece o gün kestiği saç tellerini ve delirmiş anılarını bırakmıştı. Ya da belki de anılarında ki delirmiş kendisini.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top