kendime bir mektup
Yıllandım, çok yaşlandım. Ay doğmamış daha, ışığım yok. Karanlık, yolum bozuk, kaybolmuşum bu ormanda ya da dur, ormanda değil bir kitabın sayfalarının arasında, bir tablonun renklerinde, bir melodinin her notasında.
Yalnız kaldım şu çelimsiz, çirkin koltukta. Aklımdaki kırışıklıklar, doldu taştı şimdiki zamanla, sonra dayanamadı kustu. En iyi çareyi ellerim yollarıma karanfil dökmekte buldu. Ama o da işe yaramadı, arafta kalmış ben bir çay koydu üstüne bekledi o incecik ipte, araf çizgisinde dengesini kaybetmeyi. O beklerken çayın demlenmesini neler olmadaki bende. Uzay boşluğunda sürdüm bisikletimi. Ayda ışıkları açtım, dünyaya karşı uzanmış şekilde düşledim. Bir plak taktım daha önceden hiç kayıt alınmamış bir şarkıyı çalsın diye. Çok yaşlandım yine. İroniktir o şarkı da bile yıllandım, çok yaşlandım. Ben hala beklerken dengemi kaybetmeyi, dünya kendi işine gelen şekli ile aynalar çevirdi bana. Halbuki en son, daha ben değilken kırıklar yaratmıştım. Şimdi ise aynalar kırdı beni, kan toplamış gözlerimi, gamzelerini kaybetmiş yüzüm ile vurdu bana. Ellerim yine kana bulandı bu yaşımda, bu kez kirletmedi etrafı, izini de bırakmadı ortalıkta. Kırışıklıklarıma doldu ben sonunda demlenmiş çayımı yudumlarken, bir kedinin sıcaklığı ile yanarken. Yalnız kaldım büyük yalan söyleyen gözlerinde. Çünkü beni zincirlemiş, hapsetmiş olduğun gözlerinin yalnızlığı, içinde yer kalmamış gönlünü saklamak için. O yalanların yıllandırdı beni, sıkıldım ama yine yaşlandım, çıkamadım bir türlü mezarın içinden, çözümün bunların hepsinin düş olduğunu hayal ederek. Yol üstünde birkaç vazo kırdım. Toprak yerine kan kokusu aldım hepsinden. Dikkatli olmaya, kaldırım kenarından yürümeye çalıştım ama olmadı. Meğer kaybetmiş dengemi, düşmüşüm yerini kömürlere bırakmış karanfiller üzerine. Meğer tahminimden daha çok yaşlanmışım.
Şimdi susmaz ağzım, anlatır nasıl yüzdüğünü bulutlarda, neler tattığını o ağaç dallarında. Bir ara, çok kısa sen de gelirsin aklıma, senden çok yalan söyleyen gözlerin belki. Nasıl ki senin benimle konuşmadığın gibi ben de açmaz ağzımı asla, hatta sıkar kendimi nefessiz kalırım, boğulurum. Kana doymuş bedenime, herkese bir susma payı için atlarım gül bahçesine. Orada çığlıklarımı, fısıldaşmalarınızı duymaz kulaklarım. Keyfini çıkarsınlar, heveslerini alsınlar diye gözlerime de izin veririm her bir göz kapağımın koynunda soluklansınlar diye. Tüm bunlar yetmez ise yıldızlara birer birer sıkarım, siz de ben de korkayım diye kendimden.
Ama işte yıllandım, çok yaşlandım. Bilirim gücüm yetmez güneşe tırmanmaya, orada kalıp yanmaya. Gücüm yetmez kollarıma son bir dikiş atmaya, sana, ona, kendime, tüm bu yaralarıma. Ben de susar, kaybolurum yolun başında bir ormanda. Hikayem de biter, çayım da. Ama en çok ben biterim o yolda. Sizler ise izlerimi tadarsınız ağaçlarda. Yıllandım mı ben, çok yaşlanmış isem eğer, kederlenir, boğazına bir düğüm atarım. Ne görürsün o sıra yok olmuş gözlerimi, ne de duyarsın soluk soluğa kalmış nefesimi.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top