☬ KUZGUNUN KALBİ | 3
-3-
O günü hiç unutmayacaktı Demokan. Hiç. Kast ettiği operasyon günü değildi, hayır. O omurgasız, pislik piç kurularıyla çatıştığı günü değil. Başında bir kurşun parçasıyla yaşamak zorunda olduğunu öğrendiği günü de değil.
Taburcu olduğunda, ailesini, işini, onu o yapan asker kimliğini, geleceğini, her şeyi kaybetmiş biçimde bir başına bırakıldığında evine adım attığı o ilk günü hiç unutmayacaktı. Bir kurşun her şeyi bitirmişti. Bir ölüm haberi ve bir kurşun hayatını bitirmişti. Artık yarım bir insandı. Evet, herkes ona şanslı olduğunu söylüyordu. Başında bir kurşun olmasına rağmen normal hayatına eskisi gibi devam edebileceğini, uyuyup uyanabileceğini, yemek yiyip istediği gibi hareket edebileceğini söylemişlerdi ama bir şeyi unutuyordu. Demokan bir asker olarak doğmuştu. Onun tek yapabildiği buydu. Aslında bu olan bitenle birlikte hayatta kalmış olmak ona en büyük cezaydı belki de.
O kapıdan içeri girdiğinde sanki yıllardır yaşadığı evinde değildi. Yabancı bir yere girmiş gibiydi. Karısı ve çocuğuyla neşeli yemekler yediği, vakit buldukça oyalanıp eğlendiği, keyifli vakit geçirdiği bu ev buz kesmişti sanki. İlk anda bir sessizlik karşılamıştı onu. Ölüm sessizliği. Biliyordu, farkındaydı. Karısı ve çocuğu bir daha dönmeyecekti. Kahpece bir saldırı yüzünden toprağın altına girmişlerdi, çıkmayacaklardı.
Muntazam bir düzenle öylece duran masaya baktı. Üzerinde fiskos örtüsü vardı. Ona sorsalar dantel mantel bir şey der geçerdi, bilmezdi ama Rengin severdi öyle şeyleri. Aynı anası gibi televizyonun üstüne de koyardı bu dantellerin küçüğünden. Bakışları masanın üstünden duvara kaydı. Masaya oturup daha yakından tembelce izledi o resimleri. Oğlunun çizdiği resimlere baktı. Neşeyle çizdiği o aile resimlerine. Yaz günü bile duman tutan bacalı ev resimlerine. Artık yoktu. Başını masaya yaslayıp gözlerini kapadığında anlamıştı olmadığını ve olmayacağını.
O sevdiği, uğruna hayatta kaldığı, her operasyondan sağ çıktığına minnettar olduğu o aile yoktu. Olmayacaktı da. Bir daha hayatı hiç o kadar güzel olmayacaktı. Bir daha kimseyi öyle sevmeyecekti, çocukları olmayacaktı, ailesi olmayacaktı. Uğruna canını verebileceği, ay yıldızlı bayrağı için ne kadar gerekirse kanını dökeceği o kutsal işi de kalmamıştı avucunda. Elinde hiçbir şey olmayan bitik bir adamdı.
Artık bu hayatta tek başınaydı Kuzgun.
O gece o evde sabahladığında anladı, buralarda duramazdı. Yaşayamazdı. Zaten kalmasının da bir anlamı yoktu. Uğruna savaşabileceği hiçbir şey yoktu, bırakmamışlardı. Ellerinden alınmıştı hepsi. Buralardan gidecekti. Nereye gideceğini kendisi de bilmiyordu ama bildiği tek şey, hayatını kaplayan ve bir anda yok olan ailesinin anılarıyla dolu bu yerde yapamayacağıydı.
Kapının önündeki konuşma gürültüleriyle aralamıştı gözlerini. Sağ eli burun direğinde gezinirken ayılmaya çalışıyordu. Gözlerini ovaladığında dışarıdan gelen sesler tanıdık geliyordu. Hele aralarında hayvan gibi gür çıkan o sesin Hamza'ya ait olduğuna yemin edebilirdi.
"Yapılır mı bu benim komutanıma be?" diye söyleniyordu Hamza. "Yapılır mı? Hâlbuki o operasyonda tam bir kahramanlık gösterdi canım komutanım."
Zili çalmadan önce uyardı Affan. "Bak Demokan Üsteğmen'in de yanında böyle langır lungur konuşma, zaten acısı taze adamın."
"Tamam, tamam söylemeyiz, merak etme. Biz nerede nasıl konuşacağımızı iyi biliriz."
Abidin direkt "Orası şüpheli ya neyse." deyiverdi.
Zil çaldı, çaldı. Demokan hâlâ koltukta oturuyordu, kalkmamıştı. Kalkacak gücü bulamamıştı. Kimi cezalandırıyordu, kendisini mi? Yalnızlaştırmaya mı çalışıyordu kendisini? Kimseyle konuşcak hâli olmayabilirdi ama arkadaşlarının bir suçu yoktu ki. Onlar kendisini teselli etmeye, acısını paylaşmaya gelmişlerdi. Onları kapıdan çevirmemek içi zor da olsa ayaklandı.
Kapıyı açtığında görev arkadaşları karşısındaydı. Hepsi de sanki az önce kendisi hakkında üzgün üzgün konuşmuyormuş gibi tebessüm ediyorlardı. Yüzlerinde ona hayata dair umut vermeye çalışan bir ifade vardı. Onun için artık olmayacak bir umut.
Sessizce içeri davet etti onları. Küçük salona geçtiklerinde ne ikram edeceğini de bilemedi. Yorgun gözlerini koltuklara oturan arkadaşlarına dikti. "Ne içersiniz?"
Göktan tam "Ben bir çay-" diyecekken Affan tarafından dirsek yedi. "İçemeyeceğim çünkü çarpıntı yapıyor."
Hamza "Hiçbirimiz bir şey içmeyiz komutanım, biz sizi görmeye geldik." diyerek ellerini birbirine kenetledi.
Komutanım. Onun için ne anlamlı bir kelimeydi. Çok yaşlı biri değildi ama bütün ömrü boyunca bunun için savaşmıştı. Şehitlerinin kanıyla boyanmış bayrağı olan bu milletin yoluna canını serebilmek için. Seve seve. Ama bir hata. Tek bir hata onu ayırmıştı tüm hayallerinden, ideallerinden. Kendisinin yaptığı bir hatayla olmuştu her şey.
Hamza'nın sözünü düzeltmek istese de engel oldu kendine. "Bir şey içmeden olmaz." dedi yalnızca. Mutfağa girdi. Çay yapmak istedi ama dolaplara baktı, yerini bulamadı. Rengin olsa bilirdi. Ama yoktu.
Buzdolabına döndü. Henüz açılmamış gazoz vardı. Onları ikram etti arkadaşlarına. Oturduklarında bir süre sessizlik hâkimdi. İlk söze giren Hamza olmuştu. "Ne gerek vardı komutanım? Sizi görmeye gelmiştik biz."
Bu kez onu düzeltme gereği hissetti Kuzgun. "Komutan yok artık Hamza, biliyorsun." Komutan değildi artık. Her şeyini verebileceği rütbe elinden sökülürcesine alınmıştı. Belki de yaşadığı psikolojik yıkımın asıl sebebi de buydu. Karısı, çocuğunun kaybı yüreğini yeterince ateşe vermişken bir de üstüne canından çok sevdiği rütbesini kaybetmek yıkmıştı onu. Ailes ya da işi. Birinden biri elinden kayıp gitmeseydi yeniden hayata tutunmanın bir yolunu bulurdu belki ama yoktu işte. Her şeyi alınmıştı elinden.
Onun mahzun hatırlatmasına karşılık itiraz etti Hamza. "Siz her zaman bizim komutanımızsınız, komutanım. Detayların benim için bir önemi yok."
Yorgun bir tebessüm baş gösterdi dudaklarında. Başını öne eğdi güçlü durma savaşına evam ederken.
Göktan "Nasıl oldunuz komutanım?" diye sorduğunda komutanının acısını en samimi şekilde paylaşıyordu. Hamza gibi ateşli bir biçimde haksızlığa uğradığını düşünmüyordu, bir hatayla bu duruma geldiğinin farkındaydı ama çok üzgündü. Çünkü bu odadaki herkes çok iyi biliyordu ki Demokan gibi tecrübeli, gözü kara bir asker olmak her yiğidin harcı değildi. Ve onun gibi bir komutana sahip oldukları için çok şanslılardı. Bu şanslı milletin her askerinde mangal gibi yürek vardı. Hepsi de dosta güven, düşmana korku salan onurlu savaşçılardı. Ama Demokan her zaman onlar için bir abi, bir kardeş, bir yol göstericiydi. Pusulaydı. Onu kaybettikleri için üzgündü Göktan. Keşke bu olanlar hiç yaşanmasaydı.
Hamza için de durum pek farklı değildi. Ona sorulsaydı Kuzgun komutanı rütbesini kaybetmemişti, onlar, Kurşun Timi yiğit bir komutanı kaybetmişti.
Demokan dostunun sorusunu yanıtlamaya hazırlanıken hissizdi. Neden bahsedecekti, hangi birinden? İÇinde yanan ateşi hangi kelimeler tariflemeye yeterdi? SIradan ve yorgun bir ses tonuyla kısaca yanıt verdi. "Başım ağrıyor arada. Onun dışında iyiyim." Doktor bunun olabileceğini söylemişti. Eğer askerlikten emekli edilmeseydi de o işe devam etmesi pek mümkün görünmüyordu çünkü doktor artık hareketli yaşam tarzını düzene sokması gerektiğini söylemişti. Yani Kuzgun'a yaşarken ölmeyi tavsiye etmişti, haberi yoktu.
Onun işiydi bu dağları arşınlamak. Hayatıydı. Düşmanla çatışmak, omuz omuza mücadele vermek onun doğasıydı. Şimdiyse birileri karşısına çıkıp doğasından vazgeçmesi gerektiğini söylüyordu. Mümkün müydü böyle bir şey?
Demokan bu korkunç olaylar başına gelmeden önce bile emekli olduğu, yaşlandığı günleri hayal dahi edemiyordu. Karısı Rengin onun sağ salim emekli olacağı günlerin hayalini kurarken Kuzgun'un hayali bir gün bir cephede kahramanca savaşırken şehit düşmekti. Gönül isterdi ki bu kutsal bayrağının, bu şanlı milletinin üzerinde gezinen bulutlar dağılsın. Ama Yin Yang öğretisi gibiydi bu düzen. Dünyada iyilik olduğu sürece kötülük de olacaktı. Ancak iyilikle kötülük birbirine karışıp yok olduğunda yok olacaktı dünya. O zamana kadar Kuzgun, milleti için savaşmaya devam edecekti. Yani en azından o öyle olmasını ummuştu.
Fettah başını öne eğmiş mahzunca bakarken burnunu çekiyordu. Kuzgun onun sessizce ağladığının farkındaydı. Onun mert bir asker olduğu kadar duygusal ve duyarlı bir çocuk olduğunun da farkındaydı. Bu yüzden görmezden geldi onun ağladığını. Tüm arkadaşlarına tek tek bakarken "Üzülmeyin, kardeşlerim. Ben iyiyim." dedi. Sonra söylediği yalana kendi de inanmadığından yutkundu ve düzeltti. "İyi olacağım. Benim için üzülmenize, gözyaşı dökmenize gerek yok. Hayat devam ediyor. Devam etmek zorunda. Ne kadar zor oldyuğunu size anlatamam. Keşke şu kalbimi yerinden söküp alsalardı da rütbemi, askerliğimi almasalardı." İç geçirdi yorgunlukla. "Olan oldu artık. Yapacak bir şey yok. Benim umudum sizsiniz artık. Bir Demokan gider, başka biri gelir. Bu ülkenin sizin gibi yiğit askerlere ihtiyacı var her zaman."
Oturduklarından beri sessizliğini korusa da üzüntüsünü gizlemeyen Yiğit bakışlarını abisi gibi sevdiği Demokan'a çevirdi. "Peki, şimdi ne yapacaksınız komutanım? Biliyorum, her şey çok taze. Bunu sormak için de erken ama-"
Yine de Yiğit tanımıştı komutanını. Onun her daim bir planı, bir düşüncesi olduğunu bilmişti sanki. Bu yüzden az önceki soruya yabancılık çekmeden cevap verdi Demokan. "Bilmiyorum. Ama bildiğim tek şey burada daha fazla kalamayacağım." Omuz silkti adam. "Zaten kalmamın da bir anlamı yok."
Hamza "Bizi bırakıp nereye gideceksiniz komutanım?" diye itiraz etse de diğer asker arkadaşlarının üzgünce ona hak verdiklerini görebiliyordu Demokan. Onu çok özleyeceklerdi ama burada kalmanın ona ne denli acı vereceğinin de farkındalardı.
"Ankara'ya gitmeyi düşünüyorum. Kuzenim yaşıyor orada. Beni karşılayacak, orada kendime bir ev tutar hayatıma devam ederim. Yapılacak başka bir şey yok." Askerlikten sonra hangi işle hayatta kalabileceğini sanıyordu bilmiyordu ama en azından Ankara'da yalnızlık çekmezdi. Kuzeni Baki polis olarak çalışıyordu orada. En azından ihtiyacı olduğunda bir dostu vardı orada. Artık hiçbir işin onu mutlu etmeyeceğini bilse de orada hayatını sürdürmesi gerektiği kanaatine vardı. Düşünceli bir biçimde iç geçirdi. "Sizi eğittiğim gibi başarılı askerler olarak devam edeceksiniz, Hamza. Ülkemizi, bayrağımızı korumaya devam edeceksiniz. Sizi eğitirken ben de öğrendim, birlikte öğrendik. En başta da hayatta kalmayı öğrendik. Şimdi benim için hayatta kalmak demek buradan gitmek demek. Beni anlayacağınızı düşünüyorum."
Uzun zaman boyunca birlikte omuz omuza yaşadıkları maceralarla, savaşlar ve mücadelelerle birlikte bir sürü anı biriktirdiği arkadaşları o gün yas tutuyordu Kuzgun komutanları için. Ancak bu ayrılığın sonsuza dek sürmeyeceğini umuyorlardı.
...
*
YAZAR NOTU: Hi guyss! 💞 Bu bölümü SeldaErtun , rabiaolgun1 okurlarıma armağan ediyorum. 🩷 Bölümü düzenleme fırsatı bulamadım, sizlerle buluşturma heyecanından. Umarım çok hata yoktur içinde. Bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Sizce yeni bölümde neler olacak, bu hikâye nereye gidecek ve karakterlerimizin yolları nasıl kesişecek? Duygu, düşüncelerinizi, tahminlerinizi buraya yazabilirsiniz. Bol yorumlarınızı bekliyorum. Şimdilik benden bu kadar. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘
•••
SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: buzlarkralicesiofficial
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top