☬ KUZGUNUN KALBİ | 2

-2-

Daha gözlerini aralayamadan başında geçen konuşmaları duymaya başlamıştı Demokan. Ne kadar uzun süredir burada yattığını bile bilmiyordu. Vücudu ağrılar içindeydi. Uzun süredir bu yatakta olduğu aşikârdı. Bildiği tek şey, başında konuştuğu seslerden birinin Fettah'a ait olduğuydu.

Sesi oldukça üzgün geliyordu Fettah'ın. "Tüm bunlar nasıl oldu anlamıyorum." diyordu. Normalde de duygusal bir çocuk olan Fettah'ın sesi ağlamaklıydı.

Göktan "Oğlum orada değil miydin? Her şeyi anbean gördük, yaşadık." Sıkıntılı bir ses tonuyla ekledi. "Asıl mesele, ona gerçeği nasıl söyleyeceğimiz."

Başını önüne eğen Hamza çok üzgün ve mahzun görünüyordu. "Komutanım için vatan sevgisi başka bir şey. O asker olmadan yaşayamaz. Bu haber onu çok yıkar. Yerle bir eder."

En az diğer arkadaşları kadar üzgün olsa da "En azından hayatta. Önemli olan da bu." demekle yetindi Yiğit. Her zaman mantık insanı olduğu gibi bugün de öyle davrandı. Onu tamamen kaybetmelerindense böylesi daha iyiydi elbet.

Abidin "Acaba kalıcı bir hasarı var mı?" diye sordu kendi kendine.

Onun sorusunu "Doktor uyanınca belli olur dedi." diye yanıtladı Affan. Diğerlerine göre daha olgun olan adam tevekkül ettiğini gizlemiyordu. Üzüntüsünü gizlemiyordu ama komutanını ona bağışladığı için Allah'a şükrediyordu.

Demokan tüm konuşmaları duymasa da belli belirsiz duyduğu birkaç cümlenin ardından ağır ağır gözlerini aralamaya çalıştı. O kıpırdanırken heyecanla "Kendine geliyor." dedi Göktan. Onun heyecanıyla başucundaki silah arkadaşları toplaşıvermişti aniden.

Hamza "Komutanım! Uyandınız, Allah'ıma şükürler olsun." derken Fettah da başını göğe kaldırmış şükrediyordu. Yerinde duramadan "Ben yarbayıma haber vereyim!" diyerek hızlı adımlarla odadan çıktı.

Kıpırdandıkça başı zelzeleler gibi sallanıyordu. Hareket etmekte zorlanırken yüzünü ekşitti. İnlercesine "Neymiş, öğrenmem gereken?" diyebildi zorlukla.

Odadaki herkes birbirine bakıyordu. Bir ölüm sessizliği hâkimdi. Sarılı başına dokunmaya çalıştığında canı daha da yandı Demokan'ın. Hatırladığı tek şey, operasyonda vurulmuş olduğuydu. Her şey öyle bulanıktı ki neresinden vurulduğunu, nasıl olduğunu, hiçbir şeyi net hatırlayamıyordu. Her şey çok ani gelişmişti. Askerlerinin suratına baktığında hissettikleriyse hiç iç açıcı değildi. Anlaşılan, kendisine açıklanması gereken gerçeği bu odada kimsenin ona söylemeye cesareti yoktu.

Birkaç dakika sonra yanında Fettah'la dönen İrfan Yarbay, endişeli babacan ifadesinin yanında öfkesini gizlemiyordu. Usulca omzuna dokundu Demokan'ın. "İyi olmana sevindim, evlat." Bakışları hâlâ sözünü dinlememiş olmasının verdiği kinayeyle alevlenirken onu azarlamak için sabırsızlıkla beklediğini gizlemiyordu.

"İyiyim, komutanım." Saygıdan yerinden kımıldanıp doğrulmaya çalışırken yarbayın engeliyle yerine uzandı yeniden.

Herkesin yüzü sirke satıyordu. Uyandığına sevinmeleri bir yana, başka bir şey varmış gibi üzgündü silah arkadaşları. Yiğit'in sarsılmış bakışları ve bir köşede kendini soyutlamış şekilde duvara yaslanarak kendisini seyretmesi daha da endişe vericiydi. Gerçekten bu kadar ciddi bir durum olmasaydı Yiğit'in yüzünde güller açılırdı. O diğerlerine göre daha metanetliydi.

Ona neler olduğuna dair bir fikri yoktu ama bir şeylerin ters gittiğini görebiliyordu Demokan. Sabırsızca "Neler oluyor komutanım?" sorusunu yöneltti.

Omzuna dokunan şefkatli el "Bunları konuşmanın yeri değil. Önce iyice dinlen, kendine gel." demekle yetindi. "Sonra konuşacağız bunları."

Bunun hayra alamet olmadığını bilecek kadar tecrübeli Demokan, gözlerini komutanına dikti. "Söyleyin, lütfen."

Gergin ve sıkıntılı bir biçimde sinekkaydı çenesini kaşıyan Yarbay İrfan "Emrimi çiğnedin, gittin Demokan. Sözümün senin yanında hiç mi değeri yoktu?" diye söylenirken içi sıkılmış durumdaydı. Daha sonra yapması gereken konuşmayı erken yapacağı için gergindi. Söyleyeceği şeyden son derece rahatsızdı.

"Öyle değil komutanım, size saygımı çok iyi biliyorsunuz."

"Bunu yaparken aklından ne geçiyordu, asker? Emrimi çiğnerken... Aklından ne geçiyordu?"

Sessiz kaldı Demokan. İrfan Yarbay haklıydı. Ailesini ondan alanlarla çatışmaya gitmişti. Duygularını karıştırmıştı bu işe. Oysa en iyi onun bilmesi lazımdı, vatan söz konusu olduğunda kişisel intikamlara yer yoktur.

Sorduğu soruların önemini kaybettiğinin farkındaydı yarbay. Bunları konuşmanın bir anlamı olmadığını da biliyordu. Geçiştirir gibi başını salladı. "Hem kendini yaktın hem beni." Kendisi de oldukça başarılı bir askerini kaybetmenin yasını tutuyordu. Hâlâ hasta yatağında olan askerinin üstüne daha fazla gitmek istemedi. "Ben ister miydim böyle olsun?"

"Olan nedir?" İçine doğan şeyin söylenmemesi için her şeyini verirdi ama görüneni engelleyemezdi.

İçeri doktor girdiğinde gergin atmosfer kısa bir an da olsa dağılmıştı. Elleri ceplerinde kalabalığı aşıp kendisine yaklaşan adam "Geçmiş olsun, nasılsınız?" diye sordu. Henüz yeni uyanan hastasının yanında bu kadar kalabalık olmasından memnun görünmüyordu.

"İyiyim, ne zaman kalkabilirim?" Aceleci bir biçimde yerinden kımıldanmaya çalışırken doktorun ciddi yüzü onun için bir tehditti.

"Maalesef bu o kadar basit bir şey değil." Bazı fiziksel muayenelerden sonra meraklı bakışları doktoru süzen Demokan, sözlerinin devamını sabırsızlıkla bekliyordu. Doktor ne söylediyse yapmıştı. Vücudunun belli uzuvlarını hareket ettirmiş, gözüyle doktorun elindeki kalemi takip etmiş, ne istendiyse eksiksiz yapmıştı işte. Sorun neydi?

Tüm kontrol bittikten sonra yine aynı merakla doktora bakıyordu Demokan. Doktorun yüzü ise umutsuzdu. "Başınızda bir kurşun parçası var, Demokan Üsteğmen. Çok riskli bir yerde olduğu için müdahale edemedik. Sizi felç etme gibi bir ihtimali bile vardı ama neyse ki iyisiniz."

Herkes üzüntüyle kendisine bakarken o her zamanki gibi metin olmaya ve soğukkanlı durmaya çalışıyordu. Sakinlikle sordu. "Peki, kurşun hep orada mı kalacak?"

"Müdahale etmemiz son derece riskli. Şu durumda iyisiniz, hareket edebiliyorsunuz, hayatınıza devam edebiliyorsunuz ama ameliyatla almaya çalışırsak felç kalabilir ya da..." Gerginlikle nefesini bıraktı adam. "Hayatınızı kaybedebilirsiniz."

Bu çok kötü olmuştu, farkındaydı. Bununla birlikte farkında olduğu birçok şey vardı ama hiçbirini kabul etmek istemiyordu. Beyni reddediyordu tüm bunları. "Ne zaman işime dönebileceğim?"

Doktor yarbaya dönerken kısa bir bakışma gerçekleşmişti. Sanki bu soruyu hiç duymamış gibi yarım bir tebessümle "Geçmiş olsun." diyen doktor sessizlikle odadan çıktı.

Gerilim her saniye artarken İrfan Yarbay'a döndü Demokan'ın bakışları. "Komutanım?" Bir cevap bekliyor gibiydi. Bir umut ışığı.

Bakışları diğer askerlerine döndü İrfan'ın. "Odayı boşaltın." dedi sakinlikle. "Bizi yalnız bırakın."

Saniyeler içinde söyleneni yerine getirdiklerinde askeriyle baş başaydı İrfan Yarbay. En gözüpek askeriyle. Eski askeriyle. Şimdiyse söylemek zorunda olduğu şeyler sırtında da dilinde de yük oluyoru adamın. "Normal şartlarda emre itaatsizlikten hakkında soruşturma açılabilirdi, subaylıktan atılabilirdin ama Demokan... Bu başka. Tek sorun bu olsaydı bir hatanla senin gibi başarılı bir askeri ateşe atacak değildim bunu sen de biliyorsun."

Yerinden zorlukla kımıldadı Demokan. En ufak bir hareketinde bile başı inanılmaz ağrıyordu ama dayandı. Gözlerini acıyla kısarak komutanına baktı. "Ne demek istiyorsunuz komutanım?" Bir şeylerin ters gittiğini anlaması için bu konuşmaya gerek bile yoktu. Parçalar zihninde birleşiyordu ama Demokan bunu kabul etmiyordu. Kabul etmek istemiyordu.

Sıkıntıyla iç geçiren adam söyleyeceklerinden son derece rahatsız olduğunu gizlemiyordu. "O operasyona giderken... Bunun hayatına mâl olacak bir hata olduğunu biliyordun. Bir bedeli olduğunu da." Sonunu bildiği bir şeyden bahsederken kaşları mahzunca aşağı indi adamın. "Şu durumda ne olacağını biliyorsun."

Bilmek istemiyordu. "Ne yani, bu kadar basit mi?" diyebildi. Dudakları kurumuş, hayal kırıklığıyla solmuştu. "Beni bu kadar kolay mı gözden çıkarıyorsunuz?"

"Sağlık sorunu dolayısıyla subaylıktan çıkarılacaksın."

"Hayır." Başını iki yana salladı şiddetle. "Hayır, hayır." diye sayıkladı kabullenemeyen yaralı bakışlarla. "Bunu yapamazsınız."

"Ben yapmıyorum oğlum, kurallar neyse o. Yoksa benim sana kastım mı var?"

"Ben askerim, komutanım! Askerim! Ömrümü verdim bu vatan uğruna!" Başını iki yana sallarken belki de hayatında en nadir anlardan biriydi o an. Gözleri dolu dolu oldu. "Beni yaşarken öldürüyorsunuz. Ben bunu hak etmedim! Hak etmedim!"

"Biliyorum, oğlum. Ama elden ne gelir? Başında kurşun olan yarım bir adamı nasıl tutarlar?" Dudaklarını birbirine bastırdı. Kurduğu cümleler ona da acı veriyordu ama gerçek buydu. Gerçekler çoğu zaman kırıcıydı. Şuan olduğu gibi. "Ah be oğlum, ah be oğlum!" diye inlerken sağ eli ensesine gitmişti çaresizce. Odada bir o yana bir bu yana dolandı durdu. Sanki kendi hayatı sonlanmış gibi oğlu yerine koyduğu çocuğun derdiyle hemhâl olan adam nefes aldı. "Bir hatanın bedeli ne kadar ağır oldu, görüyor musun? Sana dedim, gitme o operasyona dedim! Dinlemedin."

"Yapmayın. Bunu bana yapmayın." Gözyaşları kıpkırmızı olmuş gözlerinden yanaklarına süzülürken sert yüz ifadesi ilk defa yalvarırcasınaydı. "Böyle yaşayamam, biliyorsunuz. Bir şey yapın!"

"Ben ne yapabilirim Demokan? Elimden ne gelir, söyle!" Üzüntüyle burnunu çeken İrfan Yarbay konuşmakta zorlandı. "Seni korumaya çalıştım. Ama seni senden nasıl koruyabilirdim Demokan? İçindeki o kızgın öfkeden, intikam ateşinden nasıl koruyabilirdim?" Ellerini iki yana açtı adam. "Bak, koruyamadım işte. Denedim ama olmadı. Çiğnedin gittin beni."

Söylenenleri duyuyordu, anlıyordu ama onu ilgilendiren tek bir şey vardı. Artık askerlik yapamayacağıydı. Hayatına anlam veren tek şeyden anlık bir hatası yüzünden sonsuza dek mahrum kalacağıydı. Kutlu vatanına hizmet edemeyecek olmasıydı. Onun hayatı bitmişti artık. Bitmişti.

"Ben bittim, komutanım. Bittim." Kalbinin külleri arasında yanarken babacan bir sarılmayla hıçkırıklara boğuldu. Aynı gün içinde dünyası başına yıkılmıştı. Subaylıktan çıkarılmıştı ve hayatının geri kalanında başında bir kurşun parçasıyla yaşamak zorunda olduğunu öğrenmişti. Hangisi daha korkunçtu? Normal bir insana göre cevap kurşunla yaşamak olurdu herhâlde ama Demokan için askerlikten mahrum kalmak hepsinden kötüydü. Hayatı boyunca savaşmayı, çatışmayı öğrenmiş biri için hem nasıl kötüydü. Hayatının bitişiydi onun için. Bu yüzden hıçkırıkları arasında "Bittim." diye mırıldanıyordu. Son sözü yeniden söylediği "Bittim." kelimesi olmuştu.

●●●

Burnundan soluyordu. İçin için yanan bir intikam aleviyle çevrelenmişti her yanı. O çatışmada düşmanları arasında en büyük düşmanı olarak kabul ettiği askeri düşünüyordu nefretle. Kuzgun'u. Lakabı ne anlama geliyordu acaba? Kriz anlarında veya çok üzgünken aklına böyle saçma sapan şeylerin gelmesine izin verirdi Moskof. Bu onu içinde bulunduğu duruma karşı ve acısına karşı oyalardı.

Kendi lakabı Moskof'du. Hatta öyle ki birlikte çatıştığı adamları bile gerçek adını bilmezdi. Babası bile bu hitapla seslenirdi ona uzun yıllardır. Neredeyse o bile kendi adını unutmuştu. Acımasız, zalim anlamına gelen bu lakap tam da onu anlatıyordu. O kimseye acımazdı. İdealleri karşısında öz ailesi bile dursa acımazdı. Şimdiyse birlikte omuz omuza çatıştığı öz babası bir Türk askeri tarafından öldürülmüştü. Acaba onun lakabının da benimki gibi bir hikâyesi var mı diye düşündü Moskof. Düşmanını yakın tutmanın ve onu yakından tanımanın önemini çok iyi biliyordu. Bu dağları avucunun içinde tutmuş, ona hükmediyordu.

Dağın kuytusunda metruk, terk edilmiş bir yerde oturmuş babasının yasını tutarken adamının getireceği haberi bekliyordu. Kuzgun öldü demesini. Babasının katiliydi Kuzgun. O çatışmada gözlerinin önünde babasını öldürmüştü. Ve ölmeyi hak ediyordu. Ancak nasıl dokuz canlıysa, uzun süredir hastanede can çekişiyordu.

Bir yanı onun ölmesini beklerken diğer yanı ölmemesi için dua ediyordu. Çünkü eğer yaşarsa onu kendi elleriyle öldürecekti Moskof. Hem de büyük işkencelerle. Adamlarından biri gelince yerinden kalkmadı fakat heyecanla kıpırdandı. "Ne oldu? Gebermiş mi?"

"Ölmemiş. Kendine gelmiş."

Bir kez daha öfkeyle yoğruldu burnundan solunan nefes. Babası aşağılık bir biçimde ölürken o adam hâlâ hayattaydı. Ama buna sevindi. Evet, sevindi çünkü onu kendi elleriyle gebertmenin vereceği keyifle ayakta tuttu kendini.

Önündeki eski püskü masaya yumruğunu vururken gözlerinden acımasızca alevler çıkıyordu. Adamına baktı zalimce. "Onu bana getireceksiniz." dedi tane tane. "Onun kalbini istiyorum. Söküp çıkaracaksınız yerinden." Sanki kendine hatırlatır gibi tekrarladı durdu. "Kuzgunun kalbini istiyorum."

...

*

YAZAR NOTU: Hi guyss! 💞 Öncelikle bu bölümü rabiaolgun1 , hananheyder07 , LeylaAda887 , MelehatTa , korecihayran2 , HuriyeGrglAydn , chatoyantebelle , gizemyeniklerr , mirdurmaz , KimJunMyeonunKalbi okurlarıma armağan ediyorum. 💝 Bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Sizce baş karakterlerimizin yolları nasıl kesişecek? Tahminlerinizi de buraya alabilirim. Bol yorumlarınızı bekliyorum arkadaşlar, yazarken buna ihtiyacım var. ❤️ Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: buzlarkralicesiofficial

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top