⚜️Kısım I Final | Bölüm 35 - "Karar Günü"⚜️
"Mors omnia vincit."
⚜️⚜️⚜️
Cenaze Töreninden Önceki Akşam
Vakit gece yarısını çoktan geçmişti, gök kubbenin tepesine tırmanan ay gümüş ışığı ile dairesini aydınlatırken Victor tek başına mermer kemerli geniş şöminenin karşısında oturuyordu. Ellerini göğsünde bağlayarak kadife kaplanmış sandalyesinde arkasına yaslanmıştı, açık balkon kapısından gelen gece kuşlarının sesleri artık sönmeye yüz tutmuş ateşin çıtırtıları ile iç içe girmişti. Calabar'da yaz sıcak geçtiği için mevsim boyunca şömineler pek yakılmazdı fakat Victor ateşin sesini dinlemeyi seviyordu. O gün henüz çalışma odasından çıkmamışken dairesindeki şöminenin hazırlanmasını istemişti. Akşam yemeğinden sonra yıkanmış, yanında getirip masanın üzerine bıraktığı deri dosyaları okuduktan sonra doldurduğu şarabıyla şöminenin karşısına oturmuştu.
Koyu renk gözleri adeta ateşin içinde kaybolmuşken düşünceler zihninden gelip geçiyordu. Bir gün önce Igor Waldorf'un başkente geldiğini işitmişti. Adam sarayda kalmak yerine geceyi kuzeni olan karısı Ruyka'nın yanında geçirmişti. Onu huzursuz eden kapılabileceği sıradan bir kıskançlık dürtüsünden daha fazlasıydı. Evlilikleri geri dönülmez bir noktaya gelmiş olsa dahi karısını en az mensup olduğu aileyi tanıdığı kadar iyi tanıyordu. Onun gözünde Ruyka ve Alita'nın tek benzer noktaları yüzleriydi, ruhları birbirinden oldukça farklıydı.
Fakat aldıkları karar sonrasında, Victor makamını korusa dahi aileden usulca dışlandığı hissediyordu. Böyle bir zamanda Igor Waldorf'un başkente gelmesi altında güçlü imalar bulundururken kimse onu muhatap alıp tek kelime etmemişti. İçinde bulundukları durum için Ruyka'nın öfke ile karar verdiğini, kafasını dinleyip kendine geldiğinde ona karşı aldığı gardı indireceğini söyleyen Gustav dahi oğlu hakkında konuşmamıştı. O akşam sarayda verilen, tüm aile üyelerinin katıldığı akşam yemeğine davet dahi edilmemişti. İçten içe bunun sebebini biliyordu, her şey gün yüzüne çıkmışken Gustav hem Alois hem de Ruyka ile aynı anda karşılaşmasını istememişti. Fakat bunu onunla açıkça konuşmaması asabını bozmuştu.
Bu yüzden, akşam yemeğinden epey sonra Helma'nın durumunun ağırlaştığını ileterek onu huzuruna çağırdığında gitmeyi reddetmişti. Konuşulabilecekleri az çok tahmin ediyordu, Helma'nın uzun zamandır süregelen hastalığı onu oldukça hırpalamıştı. Eğer yaşarsa onu nasıl kullanacaklarını tartışacaklardı, ölürse de bu haberi saklamanın mı yoksa paylaşmanın mı daha avantajlı olacağına karar vereceklerdi. Hâlihazırda asabı bozukken bunu bensiz de yapabilirler diye düşünmüştü, ulağa daha önemli bir meşguliyeti olduğunu iletip gelemeyeceğini söylemişti. Yıllardır maruz kaldığı bu muamele artık onun tarafında sınırı aşmıştı. İçinde bulunduğu ailenin ikiyüzlülüğüne zaman geçtikçe alışması gerekirken artık tahammül edemiyordu. İşlerine yaradığı, kirli altınlarını temize çıkardığı müddetçe ailenin bir ferdi olarak görülen Victor aralarından birine zarar verdiği an kapının dışarısında bırakılmıştı. İşin kötü tarafı, dışında bırakıldığı bu kapıdan uzaklaşmasına izin verileceğini sanmıyordu. Tekrar istenmediği müddetçe içeri girmesi ne kadar yasaksa, beklediği kapının önünden ayrılması da o kadar yasaktı. Sahip olduğu sırlarla makamını bırakıp başka bir hayata başlaması imkânsızken bunu istemesinin dahi sonu olacağını biliyordu.
Hala düşünceli gözlerle ateşi izliyorken şarabından büyük bir yudum almıştı. Kadehinin boşaldığını fark ettiğinde omzunun üzerinden arkasında kalan masaya göz gezdirmişti. Yıkandıktan sonra tüm hizmetlilerini dairesinden çıkarmıştı, seslenebileceği kimse yoktu. İçini çekerek ayağa kalkacakken kapının çaldığını işitmişti. Gecenin bu vaktinde gelecek bir haberin iyilik getirmeyeceğini biliyordu. Kısa bir an, Helma'nın ölmüş olabileceğini düşünmüştü. İçinden bu ihtimalin kadın için kurtuluş olacağını geçirirken girilmesini söylemişti. Bununla birlikte dairenin çift kanatlı kapısı aralanarak açılmıştı.
"Lord Mascarián, bağışlayın efendim. Keia isimli bir kadın sizi onu dairenize çağırdığınızı söylüyor. Birçok kez bu vakitte rahatsız edilmek istemeyeceğinizi ilettim fakat sizi görmekte ısrarcı."
Keia ismini işittiğinde Victor önünü alamadığı bir şaşkınlığa kapılmıştı. İsmi yanlış duyduğunu dahi düşünmüştü. Muhafızına Keia mı diye tekrar sorduktan sonra aynı teyidini alınca elinde olmadan bu kadar ileri gidebilir mi diye düşünmüştü. Alita'nın gün geçtikçe köşeye sıkıştığını biliyordu fakat bu kadar cüretkâr davranabilmesi onu şaşkına çevirmişti.
Kafasını toplayabildiği ilk an ne olduğunu anlamak istercesine etrafta dönen iri gözlerini muhafızına çevirmişti, şaşkınlığının ona da geçtiğini hissediyordu. Güçlükle de olsa zarif gülümsemesini gösterip elindeki kadehi önünde duran masaya bırakmıştı. Yaşanılanlar ne olursa olsun, bulundukları durumun ortaya çıkması istemiyordu.
"Kendisini içeri al lütfen."
Emredersiniz efendim diyen adam eğilerek selam verip dışarı çıkmış, onun arkasından üzerinde başlığı geçirilmiş, lacivert pelerini olan kadın içeri girmişti. Çift kanatlı kapı örtüldüğünde gözüken sarı saçlarına rağmen yüzünü kısmen kapatan başlığı yavaşça aşağı indirmişti. Sakin kalmak adına içini çeken Victor, Keia'nın iri, kahverengi gözlerine bakma şansını pek bulamamıştı. Üzerindeki pelerinin başlığını indirdiğinde kadının gözleri beyaza dönmüş, görüntüsü perde gibi titremiş ve Alita yavaşça can bulmuştu. Victor, karşısında eski sevgilisini gördüğünde vücudunun nasıl gerildiğini daha iyi anlamıştı. Bu duruma yıllar önce de şahit olmuştu ve alıştığı söylenemezdi.
"Nedimene seni ağırlamaktan memnuniyet duyacağımı söylediğimde kastettiğim bu değildi."
Alita karşılık vermeden ağır ve temkinli adımlarla ilerleyip öne çıkmıştı. Yorgun duran gözleri acele etmeden dairenin içinde gezmişti. İkisinin birbirlerine bakmaları dahi yasaklanmadan önce Victor onu defalarca kez dairesinde ağırlamıştı. Geçmişte kalanlar artık ona asırlar öncesinde yaşanmışçasına uzak geliyordu. Anılarla boğuşmayı yıllar içinde ustalıkla öğrenmişti. Alita için durumun ne olduğunu bilmese dahi o an dairesine göz gezdirirken geçmişi hatırladığı anlaşılıyordu.
"Kâtibinden resmi bir görüşme mi talep etmem gerekirdi?"
"Bu kadar zahmete girmeni istemezdim, gün içinde hazine katına uğraman yeterli olurdu. Görünen o ki sevgili Alois'ten çekiniyorsun."
Sözleriyle birlikte Alita'nın soğuk gözleri yavaşça üzerine dönmüştü. O ana kadar aralarındaki mesafeyi korurken ilerleyerek karşısında duran sandalyeye oturmuştu. Pelerininin içerisindeki altın işlemeli krem rengi elbise arkasına yaslanıp bacaklarını üst üste attığında gözükmüştü. Parlak kumaş pek de hizmetçi işi durmuyordu, üzerindeki gösterişsiz pelerin olmasa kimliği kolaylıkla ortaya çıkabilirdi.
"Ben pek çekingen değilimdir, sanırım karınla karıştırdın."
Victor karşısında oturan Alita'yı izlerken kendini tutamayıp gülmüştü. Ruyka'nın çekingen olduğunu sanmıyordu fakat Alita kadar cüretkâr olduğunu söyleyemezdi. Birbirine oldukça benzeyen bu iki kadını yıllarca mukayese etmiş, hem benzerliklerini hem de farklılıklarını ayrımsamıştı. Çıkarımı
onu defalarca kez Ruyka'nın evlilik için yapılabilecek en mantıklı tercih olduğuna götürmüştü. Karısı her erkeğin hayatında olmasını istediği güvenli limanı andırıyordu. Ne kadar uzağa giderse gitsin, Victor geri döndüğünde onu bıraktığı gibi bulacağından emindi. Ruyka'nın ihtirasları ya da şahsi hırsları yoktu, önceliği daima ailesiydi. En önemlisi, hissettirdiği güven duygusuydu. Karısı hiçbir zaman onu arada bırakmamış, endişelendirmemişti. Victor evlilikleri boyunca davranışlarından bir kez bile şüphe duymamıştı.
Tüm bu sıfatları düşündüğünde, Ruyka'yı sevmemek için hiçbir sebebi yoktu. Bilakis onun konumunda olan her erkek hayatında böyle bir kadına ihtiyaç duyardı. Alita asla evinde sessizce oturup kocasını bekleyecek bir kadın olmamıştı. Ruyka ne kadar sakin ve yapıcıysa o o kadar sarsıcı ve ateşliydi. Ruyka sabırlıydı, kolay öfkelenmezdi. Alita ise ne zaman patlayacağı belli olmayan bir yanardağı andırıyordu. Ruyka en az kuzeni kadar güzeldi fakat gösterişten hoşlanmazdı. O kendini sadeliğin içine saklamayı severken Alita parlak elbiseleri ve gösterişli taçlarıyla ilgi odağı olmaktan zevk alıyordu.
Seçim yapması gerektiğinde Ruyka mantıklı olan taraftı fakat geçen onca yılın ardından kendine kızsa dahi hala Alita'yı arzuluyordu.
"Ruyka gecenin bir vakti kimsenin dairesine gizlice girmez. Onu seninle ne kıyaslarım ne de karıştırırım."
Duydukları Alita'nın soğuk gülüşünü ortaya çıkarmıştı. Dirseğini oturduğu sandalyenin ahşap kulpuna yaslamışken elini ağzına götürmüştü, parmakları iri dudaklarıyla oynuyordu.
"O kadar inanarak yalan söylüyorsun ki kendimden şüphe ediyorum. Ruyka'yı bunca zaman kandırmış olmana şaşmamak gerek."
"Tecrübe insana tahmin edebileceğinden fazlasını katıyor. Ben yıllar önce ustasından ders aldım, biliyorsun."
Alita soğuk gülümsemesini bozmadan usulca başını sallamıştı, sözleri onu pek de etkilemiş gibi gözükmüyordu. Etkilese bile mermer bir duvar kadar hissiz duran yüzüne bakarak içinden geçirdiklerini çözmek oldukça güçtü. Geçen zaman onu daha iyi bir yalancıya dönüştürmüş, Alita'yı ise soğuk, hissiz bir kadın haline getirmişti.
"Buraya geçmişi konuşmak için gelmedim. Haberin var mı bilmiyorum, bu akşam küçük bir aile yemeği düzenlendi. Ruyka da katıldı, doğumundan sonra ilk kez bir araya gelme fırsatımız oldu. Onu daha sakin ve mantıklı gördüm, baş başa konuştuk ve öyle sanıyorum ki bu kez kendimi daha iyi anlatabildim. Bana evliliğiniz adına aldığı karardan bahsetti. Ona her koşulda destek olacağımı söyledim ki olacağım da. Ruyka tüm bu karmaşanın ortasında en masum olanımız, onun daha fazla acı çekmesini istemiyorum. Fakat bu içimdeki suçluluk duygusunun önüne geçmiyor. Ruyka'ya onu aldattığını ben söyledim, bu kararı almasına ben sebep oldum."
Victor, yüzündeki gülümseme genişlemesine rağmen dudaklarını sıkmıştı. Ruyka ile konuştukları günden beri aklından birçok ihtimal gelip geçmişti fakat Alita bunlardan biri olmamıştı. Yaşananlardan sonra, kadının ona bu şekilde zarar vereceğini düşünmek istememişti. O Alois'e olması gerekenden fazla yaklaşmış, hatta kendi gözünde pek değeri olmasa bile filizlenen bir dostluk kurmuştu. Fakat adamı Amadeus'a karşı doldurmaya çalışsa dahi hiçbir zaman geçmiş ilişkilerinden bahsetmemişti, imada dahi bulunmamıştı. Aldatılan, arkada bırakılan, aşağılanan o iken Alita'nın bunu neden yapmış olabileceğini aklı almıyordu.
İçini çekerek oturduğu sandalyeden kalkıp arkasında kalan masaya yönelmişti. Alita'nın soğuk gözlerinin üzerinde olduğunu hissediyordu. Kendine şarap dolduracakken, arkasını dönmeden elindeki kadehi kaldırarak ona da isteyip istemediğini sormuştu.
"Sana da doldurmamı ister misin?"
"Hayır, teşekkür ederim."
Nasıl istersen diye mırıldanan Victor kadehini doldurduktan sonra sandalyesine geri dönmüştü. Oturup arkasına yaslandığında, bakışları Alita'nın üzerinde özgürce gezmişti. Siyah saçlarını ne örmüş ne de toplamıştı, bir kısmı göğsüne dökülürken bir kısmı omzunun arkasında kalıyordu. Onu ölüme götüren hastalığını atlattıktan sonra kilo almıştı, belirginleşen yanakları olduğundan sıcak duruyordu. Victor onu izlerken elinde olmadan eskisinden daha güzel olduğunu düşünmüştü. Bir zamanlar sahip olduklarını hatırladıkça hala canı yanıyordu.
"Hala elma brendisi mi içiyorsun?"
"Artık pek içki içmiyorum, mümkün olursa temelli bırakacağım."
"Bana pek inandırıcı bir temenni gibi gelmedi. Neden heves ettiğini de anlayabilmiş değilim. Bu sarayda akıl sağlığını koruyabilmek için şarap büyük gereklilik. Bak, bu sözü sevgili kocan Alois'ten alıntıladım, belki kulağına tanıdık gelmiştir."
Sıkıntıyla içini çeken Alita'nın dudaklarının üzerinde gezen parmakları duraklamıştı. Gözleri bir an için gözlerine dokunmuş, sonrasında ise zemine dönmüştü. Victor, tepki vermekten kaçınan kadının kocasından bahsedilmesinden hoşlanmadığını hissetmişti fakat bunu önemsemeyi düşünmüyordu.
"Kendisi yakın zamana kadar beni dost olarak kabul ediyordu, biliyorsun. Eğer isteseydim sıcakkanlı bir konuşmayla evliliğini alt üst edebilirdim. Düşünmedim diyemem, düşündüm fakat yapmadım. Bunun için her türlü sebebim varken yapmadım. O yüzden, seni ne buna itti gerçekten merak ediyorum."
"Yaşadıklarımı, işitmek zorunda kaldıklarımı hayal bile edemezsin. Ruyka üzerime geldi, asabımı bozdu. O sözler öfkeyle bir anda ağzımdan çıktı, arkasından olacakları düşünemedim. İnanmak ya da inanmamak sana kalmış fakat ben bu durumu isteyerek yaratmadım."
Alita yaşadıklarımı hayal bile edemezsin dediğinde Victor kendini tutamayıp kıkırdamıştı. Ruyka'nın meydana çıkardığı mendilin ona ne kadar zarar verdiğini tahmin edebiliyordu, can bulacak dedikodunun bir kadın olarak onu daha çok hırpalayacağı aşikârdı. Fakat âşık olduğu kadın her gün gözünün önündeyken onun bir benzeriyle evlenmek zorunda bırakıldığını düşündüğünde Victor bu şikâyetin kendine yapılmasını saçma buluyordu.
"Seni o kadar iyi anlıyorum ki. Kral Hagen öldükten on beş-yirmi gün sonra Alois'le birlikte kuzenin Ivar'ı karşılamak zorunda kaldım. Yalan söylemeyeceğim, o an üçümüz bir aradayken asabım gerçekten bozuldu. Ve garip bir şekilde Alois de bunu fark etti. Bana iyilik yapıp Ivar'ı uzaklaştırmak için ona dairesine kadar eşlik edebileceğini söylediğinde kuzenin bunu pek umursamadı, o meşhur kibirli ifadesiyle teşekkür edip ilk önce seni görmek istediğini söyledi. Yemin ederim, o an öfkeden kanımın kaynadığını hissettim. Yıllar sonra, hala aynı sapkın dürtüyü takip ettiğinizi düşünüp her şeyi Alois'e anlatmamak için kendimi zor tuttum."
Olanları hatırlamak, tekrar dile getirmek Victor'u öfkelendirmişti. Konuşmasına sakin başlamışken oturduğu yerde tek eliyle sandalyesini kavrayarak Alita'ya doğru eğilmişti, hissettiği kızgınlığı yansıtan sesi boğuklaşmıştı. Söyledikleri Alita'nın yutkunmasına sebep olmuştu, suçluluk mu yoksa rahatsızlık mı olduğunu kestiremediği bir his bakışlarına yerleşmişti. Fakat o an bunu pek de önemsemiyordu, gözlerinin içine bakarken dişlerini sıkarak mırıldanmıştı.
"Şimdi tekrar düşün bakalım, Ruyka gerçekten asabını bozdu mu?"
Alita, ellerini sandalyesinin kulpundan çekerek kucağında birleştirmişti. Gözlerini ondan kaçırmasa dahi sıkıntıyla işaret parmağında taşıdığı Hagen'a ait yüzükle oynuyordu. Bakışları üzerinde gezerken herhangi bir karşılık vermesi için onun sakinleşmesini beklemişti. İçini çeken Victor sandalyesinde arkasına yaslandığında doldurduğu şarabı dudaklarına götürüp bir kerede içmiş, boş kadehi hırsla aralarında duran sehpaya bırakmıştı.
"Özür dilerim, oldu mu? Hata ettim ve özür dilerim. Hiçbir şeyi geri alamam, yapmamam gerekti, konuşmamam gerekti ama kendimi tutamadım, konuştum. Düzeltmek için elimden geleni yapacağım. Ruyka mantıklıdır, anlayışlıdır. Bir müddet bu şekilde devam etse dahi sonunda seni affedecektir. Ben, durum gereği kendim bizzat herhangi bir hamlede bulunamam. Fakat amcam Gustav gerekeni yapacaktır. Sen bu aile için kıymetlisin, lekelenmeni kimse kabul etmez."
Victor söylediklerine ilk anda sadece homurdanarak karşılık vermişti. Aralarında ateşin çıkardığı çıtırtıların doldurduğu huzursuz bir sessizlik oluşmuştu. Alita, öfkelenmesinden çekinircesine temkinli bir tavırla onu izliyordu. Victor, şöminede birbirine karışan yorgun alevleri takip ederken sakinleşmek adına çabalasa da düşünceler peşini bırakmamıştı. Her biri zihninin içinde art arda dizilirken, gözlerini kapatarak içine derin bir nefes çekmiş ve başını kaldırarak karşısında oturan Alita'ya dönmüştü. Düşüncelerine hâkim olamasa dahi sesi artık kontrolü altındaydı.
"Ziyaretinin sebebi nedir? Yorgunum, dinlenmek istiyorum."
Alita usulca başını sallamıştı. Soğuk gözleri üzerinde gezerken yüzünü buluyor, gözleri birbirine değdiğinde ise acele etmeden, yavaşça başka yöne çeviriyordu. Geçen onca zamanın ardından, birbirlerine özgürce bakabiliyor olmaları ikisi için de unutmak üzere oldukları bir deneyimdi. Victor onu izliyorken son görüşmelerinde yaşadıklarını hatırlamıştı. Olanları gözünün önünde tekrar canlandırmak bile içinde kaybolan heyecanı körüklemişti, Alita'nın dudaklarına bakmamak için kendisiyle savaşıyordu.
"Şu an burada olmak benim için kolay değil, mantıklı da değil biliyorum. Bu akşam Ruyka ile konuştuğumuzda..yalan söylemeyeceğim rahatladığımı hissettim. Bu rahatlamanın onun evliliğimi tehdit eden bir tehlike haline gelmesiyle alakası yok. Ben nefret edilmeye alışığım, hoşuma gitmese bile bununla baş edebilirim. Fakat bu akşam, yıllar sonra Ruyka ile birbirimizi anlamayı başarabildik."
Victor kendini tutamayıp kinaye yaparak ne hoş diye mırıldanmıştı. Tıpkı Alita gibi bacaklarını üst üste atarak oturduğu yerde yönünü belli belirsiz şömineye çevirmişti. Sözlerinin yanlış anlaşıldığını düşünen Alita ise bir an öne doğru eğilip kendini açıklamaya çalışmıştı.
"Victor biz düşman değiliz. Ben bilerek, isteyerek sana asla zarar vermem. Yaşanılanlar geçmişte kaldı, olan biten için kimseye kin gütmüyorum. Yaptığı için Ruyka'ya çok kızgındım, bu akşam onu da affettim. Bu..talihsizliğin ardından kendimi düze çıkarabilmişken senin akıbetini umursamamak benim için en kolayı olurdu. Fakat ben seni tanıyorum, seni anlıyorum. Dile getirmediğin yüklerin farkındayım, hapsolduğun gerçeği biliyorum. Seni anlıyorum, anlamamayı dilerdim ve bu çok daha..kolay olurdu fakat anlıyorum."
Alita konuşurken sıklıkla sözlerinde tereddüt etmiş, duraklamıştı. Victor otururken onu kâle almadığını göstermek için yönünü belli belirsiz şömineye doğru çevirse dahi konuştukları sadece kulaklarına değil, göğsüne de işlemişti. Bakışlarını Alita'ya çevirdiğinde gözleri tekrar birbirini bulmuştu. Konuşmak için dudaklarını araladığında tekrar tereddüde düşmüştü, söyleyeceği her neyse onu zorladığı rahatlıkla anlaşılıyordu.
"Senin de beni anladığını biliyorum."
Dudaklarını sıkan Victor kabul etmediğini göstermek istercesine başını iki yana doğru sallamıştı. Alita'nın sözleri kendini yoklamasına sebep olmuştu. Onu anlıyor muydu? Daha önemlisi, onu anladığını kabullenmek istiyor muydu? Kendi içinde dahi bu soruların cevabını vermek pek kolay olmamıştı. Alita'nın gözlerine bakıyorken tanıdığı o samimiyeti görmüştü, yalan söylediğini sanmıyordu. Fakat onu anladığını kabullenmek, tıpkı Ruyka'nın yaptığı gibi vicdan azabından kurtarmasını sağlayacaktı. Victor sebebi ne olursa olsun karısına karşı birçok suç işlemişti, Alita'ya karşı ise yaptığı hiçbir kötülük yoktu. Fırsatı varken dahi ona zarar vermemişken, bu kadar iyi niyetli davranmak isteyip istemediğinden emin olamıyordu.
"Seni anlamak için çok uğraştım, mümkün olmadı. Artık tanıdığımı bile sanmıyorum, bir gelecek hayal ettiğim genç kız karşımda oturan soğuk prensesten çok daha fazlasıydı. Zavallı Alois'e acıyorum, beni kendine düşman olarak görüyor fakat uğradığı asıl ihanetin farkında bile değil."
"Bunlar tehlikeli sözler Victor, kullanmamanı tercih ederim."
"Anlamadığım ne biliyor musun, birbirinizden bir türlü vazgeçemiyorsanız sizi tutan ne? Arada başka insanlar olmadan birlikteliğinizden keyif mi alamıyorsunuz? Yeterince yasak ve gizli olmadıkça bu sapkınlık size haz vermiyor mu?"
Dişlerini sıkan Alita'nın çenesi kasılmıştı. Gözlerini acele etmeden ondan kaçırıp, soluğunu usulca dışarı vermişti. Gümüş aile yüzüğü ile oynamaktan sağ elinin işaret parmağı kıpkırmızı olmuştu.
"Ivar benim kuzenim, aramızdaki tek ilişki bu."
"İnsanlar kuzenleriyle yatmaz prenses hazretleri, bu hikâye inandırıcılığını kaybedeli epey oldu."
"Victor seni uyarıyorum; benimle bu şekilde konuşamazsın."
"Gerçek bu değil mi? Şimdi yeniden işitmek mi zorunda gidiyor? Yıllar önce benimle evlenecekken kardeşim gibi dediğin kuzeninle yatmadın mı?"
İçinde her zaman koca bir yara olan bu konuyu tekrar açmak onu da Alita'yı da oldukça rahatsız etmişti. Victor kendini tutamayıp hınçla konuşurken Alita'nın öfkeyle alev alan gözleri üzerine dönmüştü. Sahip olduğu o hissiz, soğuk ifadeyi kaybetmişti. Elleri kucağındayken kendine hâkim olmak istercesine parmakları birbirine kapanmıştı. Sözlerine tek karşılığı parlayan gözlerini üzerine dikmek olmuştu, aralarındaki gerginlik yoğunlaşırken Victor inkâr bile edemiyorsun diye mırıldanmıştı. Bunu o an neden söylediğini bilmiyordu, yıllar sonra hala inandırılmak istediğini kabullenmek onun için kolay olmamıştı. Sözleri kendi kulağına değdiğinde bundan pişman olmuştu, Alita'nın canını yakmak istercesine gözlerini tıpkı onun gibi üzerine dikip dudaklarının arasından belli belirsiz çünkü sen böyle bir kadınsın diye tekrar mırıldanmıştı. O ana kadar öfkelense, kırılsa dahi sakinliğini koruyan Alita oturduğu sandalyenin aslan başı işlenmiş kulplarını kavrayarak hırsla öne doğru eğilmişti. Hissettiği öfke gözlerinde damlalar biriktirmeye başlamıştı, ağlamasa dahi parlaklığı harlı ateşi andırıyordu.
"Yaptıklarımın cezasını misliyle çektim, sakın bir daha bana dil uzatmaya kalkma."
"Doğru, tacın başını gerçekten ağrıtmış olmalı. Herkesin gıpta ettiği kusursuz prensesi oynamak katlanılmaz bir ceza olsa gerek."
"Bunu sen mi söylüyorsun? Ne kadar acı çektin? Sana ihanet eden kadını unutmak ne kadar zamanını aldı? Hiç var olmamışım gibi kuzenimle evlenip kendine bir aile kurdun! Ben yıllarca lanetlenmişim gibi tek başımayken sen karın ve çocuğunla birlikteydin! Benim tek sahip olduğum şey tacımdı! Utanmadan onu da bana çok göremezsin!"
"Seni ben mi yalnız bıraktım? Alita yalvardım! Yıllar sonra bile gördüğüm ilk umut ışığında sana yalvardım! Beni aldatmışken, bir hiçmişim gibi arkanda bırakmışken bunları nasıl söyleyebiliyorsun?"
Hissettiği öfkeyle nefes nefese kalan Alita arkasına yaslanırken parlak gözleri hala üzerinde geziyordu. Dolgunlaşan yanakları parlayan gözleri gibi kızgınlığın verdiği hararetle renk almaya başlamıştı. Ellerinden birini boynuna götürerek pelerinin tenine değen kalın ipini canını yakıyormuşçasına alelacele çözmüştü. Bununla birlikte üzerini örten kumaş gevşeyip kaymış, içindeki işlemeli krem renk elbise kendini göstermişti.
"Lanet olsun, neden geldim ki? Burada olmamam gerekirdi. İnandığınız gibi kalpsizin teki olsam başım belaya bulaşmazdı."
Victor Alita'nın ne yapmaya çalıştığını görmüştü ve buna izin vermeye niyeti yoktu. Tıpkı aylar önce, kardeşi öldüğü gün olduğu gibi o an da kendini tutamamış ve söylememesi gerekenleri dile getirmişti. O an üzerini kapatmaya çalışsa dahi Victor pes etmek istemiyordu.
"Neden Ivar'la evlenmedin? Aradan yıllar geçti, bana onunla evlenmenin ailenizin kararı olduğunu, senin de istediğini söylemiştin. Neden evlenmediniz?"
Sözleriyle birlikte Alita gözlerini ondan kaçırmıştı. Yanakları kızarmış, nefesi hala düzene girmemişken sahip olduğu özgüven üzerinde alışılageldiği kadar güçlü durmuyordu.
"Seni ilgilendirmez."
"Buraya yeni bir sayfa açmak için gelmedin mi? Bana seni anlamam için fırsat vermen gerek. Bir şeyler döndüğünü biliyorum, Ivar'la ilişkin var mı yok mu emin değilim. Yıllardır önünüzde hiçbir engel olmamasına rağmen evlenmediniz aksine birbirinizden uzaklaştınız. Sebebini bilmek istiyorum."
Victor kararlıydı ve bunu Alita'ya hissettirmişti. Aralarındaki yoğun gerginlik sessizliğin ortasında bir ip gibi asılı duruyordu. Bakışlarını bir an olsun üzerinden ayırmazken Alita içine derin bir nefes çekerek öne eğdiği başını kaldırmıştı. Arkasına yaslanmış, onu izlerken kendini biraz olsun toplamış gözüküyordu. Yanakları hala öfkenin sıcaklığını taşısa dahi nefesi düzene girmişti.
"Diyelim ki Ivar'la evlenmeyi hiçbir zaman istemedim. Seni hiç aldatmadım, tüm bunlar ikimizin ayrılması için kurulan bir oyundu. Bu artık neyi değiştirir? Birliğiniz sarsılmış olabilir fakat sen hala Ruyka ile evlisin, iki güzel çocuğunuz var. Geçmişi kurcalamak artık ikimize de hiçbir şey kazandırmaz. Ben yıllar önce söylediklerimi inkâr etmiyorum. Seninle yaşadıklarımdan pişman değilim, her zaman güzel hatırlayacağım. Sen..sen benim için herhangi biri değilsin, kıymetlisin. Bu vakitten sonra geçmişi konuşmamız yaşananları değiştirmez."
Alita sözlerini bitirdiğinde Victor oturduğu yerde hareketlenmişti. Ayağa kalkmış, aralarındaki sehpayı geçerek tek dizini yere dayayıp bacağının tekini kırarak Alita'nın önünde diz çökmüştü. Yüzleri aynı hizaya gelmişken gözlerinin içine bakarak kucağında duran eline uzanmıştı. Sıkı sıkıya kavramış, konuşurken adeta yalvarıyordu.
"Eğer ortada bir yalan varsa, gerçek her şeyi değiştirir. Seni o gün ağlarken duydum, adımı haykırırken çektiğin acıyı hissettim. Alita yalvarırım, senden nefret etmeye çalışmanın ne kadar yorucu olduğunu tahmin bile edemezsin. Artık korkacağın hiç kimse yok, gerçek her ne ise bunu bana söylemek zorundasın. Sana zarar vermem, bunu biliyorsun. Yapabilecek gücüm olsa çoktan yapardım."
Alita'nın rengi çeliği andıran gözleri onu dinlerken usulca buğulanmıştı. Onu bu halde görmek Victor'un aklına ayrıldıkları günü getirmişti, hayal ettiğinde hıçkırıklarını hala işitebiliyordu. O içinde kaybolduğu gözlerine bakarken Alita başını usulca sallayıp sessizce biliyorum diye fısıldamıştı.
"Eğer duymayı bu kadar istiyorsan ortada tek bir gerçek var, ben Alois ile evliyim ve karnımda onun çocuğunu taşıyorum, yakında da anne olacağım. Bugüne ulaşmayı çok bekledim, umudumu kaybettiğim dahi oldu. Fakat Alois'i seviyorum, kalbini kırmamak için hissettiklerimi inkâr edersem asıl bu yalan olur. İsteyerek ya da zorla, bir şekilde seni kaybettim ve arkadan yıllarca yas tuttum. Canım yandı, acı çektim, seni kaybettiğimde içimden bir parça öldü. Benim için çok kıymetliydin, hala öylesin. Ama şimdi geleceğe dair umudum var, isteğim her şeye bu kadar yaklaşmışken tekrar kaybeden olmak istemiyorum. Artık isimlerimizin yan yana gelmesi sadece evliliğimi yok etmez çocuğumun geleceğini de mahveder. Alois açıkça dile getirmese bile onu seninle aldattığımdan şüphe etti, belki de hala ediyor bilmiyorum. Victor, eğer gözünde küçük bir kıymetim varsa artık geçmişi kapatmak zorundayız."
Hamile, çocuğunun gayrimeşru damgası yemesinden korkuyor.
Düşünceler zihninde birbirini kovalarken Victor parmaklarını gevşeterek Alita'nın sıkı sıkıya kavradığı elini serbest bırakmıştı. Yıllardır olduğu gibi neye inanması gerektiğini bilmese dahi Alita'yı o akşam Alois'le yüzleşmeyi dahi göze alarak yanına getiren dürtüyü çözmüştü. O an, karşısında oturan kadını tüm çıplaklığı ile görebiliyordu. Tanıyıp âşık olduğu Alita ile hırslarının peşinde koşan prenses arasındaki fark içini acıtmıştı. Dizlerinden güç alarak ayağa kalktığında kalbinin yavaşça soğuduğunu hissetmişti.
"Tüm bunları konuşmak için Igor'un başkente gelmesini mi bekledin?"
"Victor, beni yanlış anladın."
"Merak etme, sonunda seni gayet iyi anladım. Yazık, sahip olduğum tek şey derken mübalağa ettiği düşünmüştüm ama haklıymışsın. Seni yalnız bırakmayan o güzel tacına öylesine alışmışsın ki seni bu hale getirmiş, ona âşık olmuşsun. Bağlılığın o taca değil zavallı Alois'e olsaydı gecenin bir vakti yanımda gelmezdin. Sen evliliğini değil, tahttaki iddianı düşünüyorsun."
Sözleri Alita'yı öfkelendirmemişti. Başını kaldırmış gözlerinin içine bakarken bir an on sekiz yaşında, saraydaki davette karşılaştığı o kızı gördüğünü düşünmüştü. Bakışlarına çöken hissin ne olduğunu çıkarması imkânsızdı, mahcubiyeti ve suçluluğu andırsa dahi gururu başını eğmesine engel oluyordu. Oturduğu yerde usulca kalktığında üzerindeki pelerinin önünü düzeltmişti. Victor onu izlerken kendi kendine kullanıldığını, Alita'nın makamının getirdiği gücü tahta ulaşmak için manipüle etmek istediğini söylese dahi içindeki hissin önüne geçemiyordu. Karşı karşıya duruyorlarken yaklaşıp pelerinin iplerine uzanmıştı. Düzeltip usulca bağladıktan sonra parmakları öne dökülen saçlarına dokunmuştu. Alita ne yaptığını sorgulamak istercesine başını kaldırıp ona bakmıştı. İşini bitiren Victor isteksizce geri çekildiğinde gözleri tekrar birbirini bulmuştu.
"İçin rahat olsun, ben ne evliliğin, ne çocuğun ne de tahtın için tehlike oluşturmuyorum. Düşmanın değilim, dostun olduğumu da söyleyemem. Keşke başka türlü bir adam olsaydım, o zaman seni arkamda bırakmak çok daha kolay olurdu. Fakat artık önüne çıkmayacağım, bunu bil. Seni görmezden gelmeye alışığım, tekrar denerim."
Onu dinlerken yutkunan Alita dudaklarını sıkarak teşekkür etmişti. Pelerinin başlığını örttüğünde gözlerine kısa bir an bakmış, sonrasında ise usulca arkasını dönmüştü. O geri çekilmişken görüntüsü mum ışığı gibi şeffaflaşarak titremişti. Kısa bir an sonra Alita'ya oranla daha kısa olan Keia ortaya çıkmıştı. Omzunun üzerinden arkasına bakmış, iri kahverengi gözleriyle onu süzdükten sonra önüne dönerek kapıya ilerlemişti. O dışarı çıkarken, Victor uykusuz geçecek koca bir gece için kendini yatağına bırakmıştı.
Cenaze Günü – Güncel Zaman
"Burada öylece bekleyemeyiz! Victor dışarıda! Igor, Alita dışarıda! Amca, bir şey yapmamız gerek!"
Brenna, bir anda kopan kan dolu felaketin ardından ne olduğunu çözemeden Gustav ve Ruyka ile birlikte tek katlı binanın içerisine getirilmişti. Ortalığın can pazarına döndüğü tapınak sarayın batı yakasında kalıyordu. Ruyka ve Igor'a hizmet eden sadık adamlar tarafından savunulması cephesi geniş alanlara oranla kolay olan, tapınak görevlilerine ait bu küçük taş binaya getirilmişlerdi. İçeride onları iki rahip ve tek bir rahibe karşılamıştı. Kılıçlarını kuşanmış askerleri gördüklerinde şaşkınlıkla irkilerek geri çekilmişlerdi. Muhafızlar önce onların üzerlerini, sonrasında ise binanın içini aramışlardı. Güvenli olduğuna karar verdiklerinde ise aralarından ikisini yanlarında bırakarak etrafı çevrelemişlerdi.
Sığındıkları taştan örme bu yapı oldukça küçüktü. Yer olmadığı için giriş kısmına beş kişinin ancak oturabileceği eski, ahşap bir masa ve sandalyeler yerleştirilmişti. Oymalarla süslenmiş çift kanatlı giriş kapısının karşısında kalan duvarda yüksek bir şömine bulunuyordu. Sağda ve solda iki küçük oda vardı, biri yatakhane olarak kullanılıyordu. Diğeri ise duvara yaslanan sedir koltuklarla ve yere serilen hayvan postlarıyla taşra evlerindeki salonlara benzetilmişti.
O an, Ruyka ile birlikte girişteki masanın etrafında duruyorlarken o korkudan adeta kim olduğunu unutmuştu. Dimağı silinmişçesine, elini tutan rahibenin yardımıyla ahşap sandalyelerden birine yığılıp kalmıştı. Gustav, yanlarında duran muhafızlardan birini alarak salondaki rengi solmuş perdenin arkasından dışarıyı izliyordu. Dışarıda bekleyen muhafızlara bir emir verdiyse dahi Brenna bunu işitmemişti. Masanın başında bekleyen Ruyka ise ağlamasına rağmen olduğu yerden rahatça gördüğü amcası Gustav'a öfkeyle bağırıyordu.
"Oğlum dışarıdayken burada kalmak hoşuma mı gidiyor sanıyorsun Ruyka? Kime güveneceğimizi bilmiyorum, kapıdan çıktığımız an üçümüz de öldürülebiliriz."
Ruyka ıslanan yüzünü silerek başını iki yana doğru sallamıştı. Ellerini masanın üzerine yaslamışken amcasına avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Brenna, onu daha önce bu kadar kontrolden çıkmış bir halde görmemişti.
"Bu krallığı sen yönetmiyor musun?! Ailemiz katledilmeye çalışırken elinden tek gelen beklemek mi?!"
"Bize sadık olanlara emir verdim, Lord Kirk Ronan görüldüğü ilk yerde yakalanıp kilide vurulacak. Bu katliamın arkasında saray muhafızları var. Bu adamlar bize bu kadar yakınken kime güvenip hareket edebilirim?"
Brenna kendi kendine Kirk Ronan diye fısıldamıştı. Adamı tanıyordu, kocası Adon tahtı aldığında kraliyet ordusu ve saray muhafızlarının başına getirilmişti. Aynı zamanda uzun yıllardır Kraliyet Konseyi'nde görev alıyordu. Adamın eski ordu kumandanlarından olduğunu hatırlasa dahi nereli olduğunu hatırlayamıyordu. Adını tekrar fısıldayarak alnını ovarken yanı başındaki rahibe üzerine doğru eğilmişti.
"Majesteleri, sizin için su getirmemi ister misiniz?"
Brenna başını usulca iki yana sallarken dışarıda hareketlenme olmuştu. Zırh sesleri gür erkek bağrışmalarına karışmıştı. Başlarında bekleyen muhafız ileri çıkarak kapıya doğru yönelmişti. Onlar ne olduğunu anlamadan Gustav pencerenin önünden çıkıp aralarına karışmıştı.
"Şükürler olsun, Igor geri döndü."
Üçü girişteki masanın başında bekliyorken kapının tek kanadı gürültüyle açılmıştı. Önce Waldorf arması taşıyan zırhlı muhafızlar gözükmüştü. Kenara çekildiklerinde üzeri kan içinde olan Alita'nın belini kavrayarak ayakta kalmasını sağlayan Igor ortaya çıkmıştı. Brenna, ikisini o halde gördüğünde dişlerinin arasından önünü alamadığı bir inleme yükselmişti. Oturduğu yerden titreyen bacaklarıyla nasıl kalktığını dahi bilmiyordu. Kendini ileri atmışken dengesini kaybetmişti, düşecekken rahiplerden biri öne çıkarak kolunu tutup ayakta kalmasını sağlamıştı.
"Alita yaralanmış olabilir. Ruyka rahibeyi de yanına al, kontrol edin."
Igor konuşurken nefes nefeseydi, belini kavradığı Alita'yı kendisiyle birlikte yürümeye zorlarken Ruyka masanın arkasından çıkarak onları karşılamıştı. Brenna, önlerinde kalan muhafızları geçerek kızını görmeye çalışıyorken onun öfke dolu sesini bir kez daha işitmişti.
"Victor nerede?"
"Ruyka, şimdi sırası değil."
"Sana değil Alita'ya soruyorum Igor!"
Yüzü kan içinde olan Alita etrafına korku ile bakıyordu. Brenna, onu uzaktan izlerken bir zamanlar yardım edemediği küçük kızını görmüştü. Tekrar ileri çıktığında Igor elini kaldırarak durmasını işaret etmişti. Onun muhafızları geçmek istemesiyle oluşan hareketlilik Alita'yı ürkütmüşken Ruyka ileri çıkıp kolunu kavrayarak tüm gücüyle Alita'nın suratına bağırmıştı.
"Victor nerede?!"
Ruyka kolunu sıktığında Alita acı çekiyormuşçasına dişlerini sıkarak inlemişti. Geri çekilip elinden kurtulmaya çalıştıysa dahi bunu başaramamıştı. O neye uğradığını şaşırmış halde, korkuyla bakıyorken Ruyka vücudunu güçsüz bir yaprakmış gibi silkeleyerek adeta kükremişti.
"Sana Victor nerede dedim!"
Vücudu sarsıldığında Alita'nın dudaklarından daha güçlü bir inleme yükselmişti. Karnını tutarak iki büklüm olduğunda Igor onu kendine çekip kolunu siper ederek Ruyka'yı uzaklaştırmıştı.
"Ruyka!"
"Bana Alita'yı alıp geleceğini söyledi! Alita burada seninle ama o yok!"
"Çünkü Victor öldü! Victor öldü!"
Igor gür sesiyle bağırarak Victor'un öldüğünü söylediğinde aralarında bir anda can bulan kargaşa koca bir sessizliğe dönüşmüştü. Her biri duyduğunun gerçek olup olmadığını anlamak için birbirinin yüzüne bakıyordu. Hala Igor'un kolunun altında duran Alita kekeleyerek benden nefret ediyordu diye fısıldamıştı. Karnını tutuyorken başını öne eğmişti, gözlerini yerden kaldırmıyordu. Igor içini çekerek onu kendisiyle birlikte ileri çıkmaya zorladığında tekrar inleyerek uzaklaşmaya çalışmıştı.
"Brenna, Alita'nın üzerindekileri çıkarıp yarası var mı bakmanız gerek."
Brenna ağladığını yutkunduğunda dudaklarının üzerinde hissettiği ıslaklıkla fark etmişti. Başını sallayarak arkasında bekleyen rahibeye dönmüştü. Kadın dile getirmediği isteğini anlayarak öne çıkıp ona katılmıştı. Birlikte Alita'ya yaklaştıklarında Igor bir çocuk gibi belini sıkıca kavradığı kuzenini onlara çevirmişti. Dişlerini sıkarak silkelenip ondan uzaklaşan Alita tekrar karnını tutarak öne eğildiğinde Brenna kolunu kavrayıp ona destek olmuştu. Rahibe kızına yaklaşmakta ilk anda çekingen davransa dahi yaklaşarak diğer kolunu kavramıştı. Alita Igor'a karşı saldırgan olsa dahi onlarla savaşmamış, olduğu yerde öylece durmuştu. Başını öne eğmişken canı yanıyormuşçasına tekrar inlemişti.
Ruyka ise dehşete kapılan gözleriyle hala kuzeninin karşısında dikiliyordu. Igor Alita'yı Brenna'ya teslim ettiğinde ileri çıkarak açtığı kollarını ona doğru uzatmıştı. Muhafızların sadece ikisi içeride kalırken Gustav diğerlerine dışarı çıkıp binayı çevrelemelerini emretmişti. Kapı tekrar örtüldüğünde çıkan sesle Ruyka'nın öfkeli ve korkmuş gözlerinde biriken damlalar yüzüne dökülmüştü. Igor ona sarılmak istediğinde kollarını tutup kendini geri çekerek boğuklaşan sesiyle fısıldamıştı.
"Bu doğru mu? Victor..."
Igor gözlerine bakıyorken başını yavaşça sallayarak Victor'un öldüğünü bir kez daha tasdiklemişti. Ruyka, o an göğsünden kopan çığlığı hırsla iki elini ağzına kapatarak susturmuştu. Önce geriye birkaç adım atmış, sonrasında ise ona arkasını dönüp sendeleyen adımlarla Gustav'ın dışarıyı izlediği küçük salona geçmişti. Ortada serili duran koyun postunun üzerine geldiğinde bacakları artık onu taşımıyormuşçasına yere yığılmıştı. Dizlerinin üzerine çökmüşken ağzını hala sıkı sıkıya kapatıyordu. Yerde iki büklüm olmuş ağlarken bastırmaya çalıştığı hıçkırıkları küçük taş binanın içerisinde herkesin canını yakmıştı.
"Mutlu musun anne? Emeline ulaşmak seni tatmin etti mi?"
Konuşurken Alita'nın sesi oldukça kısık çıkmıştı, çektiği acıyla dişlerini hala sıkıyordu. Brenna sözlerine aldırış etmeden buraya gel diye mırıldanıp onu doğrultmaya çalışmıştı. Üzeri kan içindeydi, bir yarası varsa dahi açıkça gözükmüyordu. Onu iki yatağın olduğu küçük odaya götürecekken Alita karnını tutan elini koluna yerleştirip üzerinden ittirmişti.
"Yoksa hala ölmediğim için kızgın mısın? Bunu isterdin, öyle değil mi? Ölmemi isterdin."
"Alita, kes şu saçmalığı. İçeri geç, rahibe yaran var mı kontrol etsin. Darbe aldın, düşük yapabilirsin."
Gustav azarlayarak çıkıştığında Alita'nın bakışları ona doğru çevirmişti. Brenna, kızının bu halinin iyiye işaret etmediğini biliyordu. Alita'nın çeliği andıran gözlerinde ilk olarak korkuyu, sonrasında ise öfke ve acıyı görmüştü. O an ise canı yanıyormuşçasına dişlerini sıkarak doğrulmuş, ileri çıkıp kolunu tutan rahibeden uzaklaşmıştı. Brenna, konuştuğunda sesinin onu ürperttiğini hissetmişti.
"Daha çok beklemen gerekecek, akbaba."
"Alita."
Igor'un tek bir kelimesi Alita'yı çileden çıkarmaya yetmişti. O ana kadar ettiği kelimeler tehlikeli olsa dahi sakin davranan Alita bir anda kuzenine dönüp kontrolünü kaybetmişçesine bağırmaya başlamıştı.
"Ne?! Hatalı mı konuşuyorum?! Baban karnımdaki bebeği öğrendiği ilk an yok etmemi istedi!"
"Bunu şimdi mi tartışmak istiyorsun? Dışarıda düzinelerce adam bizi öldürmeye çalışırken mi?"
"Yeter! Artık sizin görmek istediğiniz Alita olmaktan bıktım usandım! O adamlar sizi değil beni öldüreceklerdi!"
Alita isyan ederek bağırırken Gustav masanın etrafındaki sandalyelerden birini çekip oturmuştu. Soğuk gözleri yeğeninin üzerinde gezerken istediğimiz gibi olsan kimse öldürmeye çalışmazdı diye mırıldanmıştı. Hâlihazırda Alita'yı yatıştırmak için uğraşan Igor omzunun üzerinden ona bakarak baba diye çıkışsa dahi Alita adamın söylediği sözleri işitmişti. Hagen'ın yüzüğünü taşıdığı parmağını ona doğru uzatırken nefretle konuşuyordu.
"Gustav Waldorf! Bu aile koca bir savaşın içindeyken dahi bu kadar aşağılanmadı! Şu halimize bak! Bir avuç rahibin merhametine sığındık! Naibi olduğun tahta böyle mi sahip çıkıyorsun? Sen bu ailenin yüz karasısın!"
Igor Alita lütfen diyerek kuzenini durdurmak istercesine önüne geçmişti. Brenna, Alita'yı bu hale neyin getirdiğini biliyordu. Yıllar önce, Duviel'deyken kızının geçirdiği nöbetlere sayısız kez şahitlik etmişti. İlk ortaya çıktığı zamanlarda sebebini bulamamışlardı, Adon etrafa zarar vermemesi için onu sürekli olarak şatonun karanlık mahzenine kilitlemişti. Çocuk eğitiminde methini duyup Tabassa'dan getirdikleri Amadeus ise kızlarına bu şekilde daha çok zarar verdiklerini anlatmış, Alita'nın bir tehdit algıladığında ya da kendini güvende hissetmediğinde saldırganlaştığını söylemişti. Temelde nöbet geçirmesini sağlayan dürtü korkuydu. Olduğu yerde hareketlenip ileri çıkarak masanın başında oturan Gustav'ın yanına geçmişti. Adamı karşılık vermemesi için uyaracakken Alita onu tutan Igor'u aşmaya çalışarak bir kez daha patlamıştı.
"Yüzüme bak, üzerimdeki kanı görüyor musun? Bana tahtımızın da ailemizin de senin sorumluluğunda olduğunu söyledin! Seni uyardım, hamle yapmadığımız her an aptal gibi gözüktüğümüzü söyledim! Ben tahtta olsam ve bugün yaşadığım birinizin başına gelse suçluluktan başımı kaldıramazdım! Victor'un kanı sadece benim değil senin de üzerinde!"
"Alita, suçlu arama taraftarı değilim fakat eğer bunu çok istiyorsan ortaya rahatlıkla bir suçlu çıkartırım. Bizzat kendin bu saldırının ailemize değil, sana yapıldığını kabul ettin. Seni defalarca kez Helma'dan uzak durman için uyardım, ona karşı ılımlı olmanı söyledim. Dökülen kanın hesabını elbette soracağım fakat üzerine biriken bu nefretin sorumlusu sensin, kimse beni bir prensi öldürmekle suçlamıyor. Bu nefreti sen bizzat kazandın."
Brenna yanı başında durduğu Gustav'ın omzunu sıkmasına rağmen konuşmasına engel olamamıştı. Söylenenlerle ile birlikte etraflarını saran gerilim hiç olmadığı kadar yoğunlaştığını hissediyordu. Seslerin yükseldiği binaya tekinsiz bir sessizlik doldurmuşken Alita aralarında duran Igor'a rağmen gözlerini amcası Gustav'ın üzerine dikmişti. Bakışları öyle ürkütücüydü ki Brenna kendini kaybedip saldırmasından korkarak bir adım ötede duran muhafızı yanlarına çağırmıştı. O an, kanının pek de ısınmadığı Amadeus'un yanlarında olmasını yürekten istemişti.
"Eğer bir kişi daha aynı iftirayı ima ederse yemin ederim dilini kopartırım. Kendi kanımdan biri olsa dahi bunu yaparım."
Alita sıktığı dişlerinin arasından mırıldanırken sadece Gustav'ı değil, onu da tehdit etmişti. Saraya döndüğünde yaşadıkları tartışmayı gayet iyi hatırlayan Brenna sözlerin tek bir hedefi olmadığını biliyordu. Ürperten bakışları Gustav ile onun üzerinde gezerken Igor sakinleşmesi için kuzenine doğru yaklaşmıştı. Aralarındaki mesafeyi kapatmış, elini ona doğru uzatırken Alita dişlerini sıkıp öfkeyle göğsüne vurarak bana dokunma diye inlemişti. Neye uğradığını şaşıran Igor geriye sendelemişken o da karnını tutarak yüzünü buruşturmuştu. Brenna, yara aldığının farkındaydı. Korksa dahi şansını denemek için öne çıktığında Alita acıyla soluk soluğa doğrulup onlara arkasını dönmüştü. Sıktığı dişlerinin arasından nefesini verip kapıyı tutan muhafızlara seslenmişti.
"Kapıyı açın! Lord Gustav'a eğer istersem nasıl adam öldürebileceğimi göstereceğim!"
O an küçük taş binanın içinde sonradan katılanlarla birlikte dört muhafız vardı, çoğunluk gelebilecek saldırıyı önlemek için etrafı çevrelemişti. Bunlardan ikisi kapının önünde bekliyorken, Alita'dan aldıkları emin karşısında tereddüt duymuşlardı. Bakışları çekinerek Gustav ve Igor'a döndüğünde çileden çıkmış olan Alita'nın öfkeli gür sesi bir kez daha ortalığı inletmişti.
"Kapıyı açın dedim!"
"Yeter! Kes artık şu saçmalığı!"
Alita, Igor kendini tutamayıp bağırdığında yönünü yavaşça ona doğru çevirmişti. Hareketleri tıpkı yara almış vahşi bir hayvanı andırıyordu, tedirgin, öfkeli ve korku doluydu. Brenna yutkunarak Igor'u geçip ileri çıkmış, Alita'nın karşısına geçmişti. Onu yatıştırabileceğini ummasa dahi şansını denemek istiyordu.
"Yaralısın, kendini değilse bile bebeğini düşünmen gerek. Bu şekilde devam edersen düşük yapacaksın."
Brenna, konuşurken Alita'nın ellerinin titrediğini fark etmişti ve bu onu daha fazla korkutmuştu. Titremesinin neye işaret ettiğini biliyordu. İçine hapsolan Keia isimli sapkın ruhun kontrolü ele alması artık an meselesiydi. Alita yıllar içinde gücünü toplasa dahi hala onun karşısında çaresiz kalıyordu. O an öfkeyle dolmuş, parlayan gözlerinde korkuyu görse dahi sözlerinden kantarın ağır basan tarafının zihnini bulandıran Keia'ya işlediğini fark etmişti.
"Umurumda değil!"
"Alita!"
"Umurumda değil! Benim zehirli bir yılan olduğumu düşünmüyor musun ?! Karşımda duran herkesi yok etmeye gücüm var! Bence kullanmanın tam vakti!"
Alita'nın bir büyücü olduğunun ortaya çıkması hâlihazırda zor durumda olan ailelerinin itibarını feci şekilde zedeleyebilirdi. Waldorf soyunda büyünün olduğu her zaman konuşulsa dahi bunun somut örneği hiçbir zaman insanlara yansıtılmamıştı. Cãstelion'da hüküm süren üç tanrı inancı büyüyü sapkınlık olarak görüp yasaklıyordu. Büyü yaptığı ispatlananlar ceza olarak idama kadar gidebiliyorken taht varisi olan prensesin büyü yaptığının halk tarafından görülmesi önüne geçilemeyecek bir felakete yol açabilirdi.
Bu durumun en az Brenna kadar farkında olan Gustav oturduğu yerden kalkarak oğlunun yanına geçmişti. Tüm yaşanılanlar onun da asabını bozsa dahi soğukkanlılığını koruyabiliyordu. Alita'yla konuşurken gözlerinin içine bakmıştı, sesi oldukça ılımlı ve sakindi.
"Sen ailemizin bir parçasısın, dışarı gitmene müsaade etmem. İkimiz de öfkeyle maksadını aşan sözler ettik. Kimse seni hiçbir iftira ile suçlayamaz, bunun karşısında ilk ben dururum."
Eliyle karnını tutan Alita'nın hareketli gözleri üçünün arasında gidip gelmiş, en son amcası Gustav'ın üzerinde takılıp kalmıştı. Adamın ettiği yapıcı sözlere rağmen hala sakinleşmiş gibi durmuyordu. Bilakis, ya çektiği acıdan ya da kapıldığı hislerden ötürü soluğu sıklaşıp ağırlaşmaya başlamıştı.
"Öyle mi? Ben kendimi senin yanında dışarıda olduğundan daha güvende hissetmiyorum."
"Alita, yeter artık. Ya kendi istediğinde şu lanet odaya girersin ya da muhafızlar sana eşlik eder."
"Muhafızlar demek, hangileri? Kapıda bekleyenler mi yoksa sizi benden koruyanlar mı?"
Gustav huzursuzca söylenirken Alita onlara arkasını dönmüştü. Kan içindeki yüzünde soğuk iki lekeyi andıran gözleri kapının önünde duran muhafızların üzerinde gezerken titreyen elini yavaşça yukarı kaldırmıştı. Onun bu hareketiyle muhafızlardan biri yüzünü buruşturmuş, pek zaman geçmeden nefes almakta zorlanmaya başlamıştı. Öne doğru eğilen adam boğuluyormuşçasına soluk soluğayken miğferini çıkarıp yere savurmuştu. Onunla birlikte kapıdan duran arkadaşı irkilerek geri çekilmişti. Hali bu kadarıyla bile etraftaki herkesi korkutmaya yetmişken boynuna geçirilmiş görünmez bir ip onu yukarı çekiyormuş gibi yukarı yükselmeye başlamıştı. Rahiplerden biri adamın ayağının yerden kesildiğini fark ettiği an korkuyla haykırarak olduğu yerde diz çökmüştü. O korkudan kendini kaybetmişçesine bağıra bağıra inandığı üç tanrıya da canlarını bağışlaması için yalvarırken, soğukkanlılığını o ana kadar koruyan Gustav öfkeyle Alita diye haykırmıştı. Yukarı yükselen muhafızın kızaran yüzünde damarları adeta patlayacak hale gelmişti, canını kurtarmak için adeta çırpınıyordu. Babasının aksine gördüğü manzarayla donup kalan Igor Hyvä Skurk diye mırıldanmıştı. Kızının bu halinin azametini hepsinden daha iyi bilen Brenna, korkuyla Gustav'ın arkasına geçmişken onu da kolundan tutup geriye çekmişti. Ona karşı koyamayan Igor hala şaşkınlık içinde havada asılı duran muhafızı izliyordu. Adamın ter biriken yüzü kıpkırmızıydı, gözleri adeta yuvalarından fırlamak üzereydi. Dudakları morararak kararmaya başlamışken Alita elini yavaşça sağa doğru kaydırmıştı, havadaki muhafız da eliyle birlikte hareket etmişti. Bu haldeyken büyü yapmak onu oldukça zorluyordu, dişlerini sıkmış yukarı bakarken en az işkence ettiği adam kadar terlemişti. Adeta eli boğazındaymış gibi kıvırdığı parmaklarını serbest bıraktığında ailelerine hizmet eden muhafız bir çuval gibi düşerek zırhının çıkardığı gürültüyle yere yığılmıştı.
Ahşap zemine çarpan çeliğin sesi hepsini kapıldıkları kâbustan çıkarıp ana geri döndürmüştü. Düşen muhafız olduğu yerde öksürüğe tutulmuşken o an binada olan üç silah arkadaşı onu dehşetle izliyordu. Soluk soluğa kalan Alita gücünü topladığında omzunun üstünden arkasına bakıp kendine en yakın duran muhafıza eliyle kapıyı işaret etmişti.
"Artık kime itaat etmeniz gerektiğini biliyorsunuz."
Alita'nın ince parmakları üzerine döndüğünde irkilen adam titreyerek ileri atılıp kapının üzerindeki iri ahşap sürgüyü çekmişti. İki kanadını ardına kadar araladığında parlak gün ışığı bir anda içeri dolmuştu. Brenna artık Alita'yı durduramayacaklarının farkındaydı, bu yüzden şansını denemekten vazgeçmişti. Arkasında durduğu Gustav sıktığı yumruklarıyla adeta burnundan soluyorken Igor tereddüt ederek kuzeninin arkasından bağırmıştı.
"Alita, bu sen değilsin! Hata yapıyorsun!"
Binanın çevresini saran muhafız grubu aralanan kapının önünde prensesi gördüklerinde onu korumak adına aralarındaki boşlukları doldurmuşlardı. Gün ışığına doğru ilk adımını atan Alita hala karnını tutuyordu. Ne kadar baş etmeye çalışsa da çektiği acı vücudunda iyiden iyiye baş göstermişti. Kapının önündeki taş basamakta kısmen öne eğilip öylece kalmışken bir anda Bergnan'ın gür sesi duyulmuştu. O açılın diye bağırırken Brenna Gustav'ın arkasından çıktı, ne olduğunu görmeye çalışıyordu. Etraf aniden hareketlenmişken kapının önündeki muhafız sırası muhafız sırası aralanmıştı. Binaya çıkan taş basamakların önünde ilk Bergnan gözükmüştü. Brenna, onu bir adım arkasından takip eden Amadeus'u seçtiğinde elini göğsüne götürerek içine derin bir nefes çekmişti.
"Lord Amadeus, burada silahınızı teslim almam gerek."
Bergnan taş basamağa çıkmış, korumak için yemin ettiği prensesin önünde duruyordu. Amadeus gözleri Alita'nın üzerindeyken elinde tuttuğu kanlı kamayı ona doğru uzatmıştı. Brenna, olduğu yerden yüzünü göremediği kızının inleyerek adamın adını sayıkladığını işitiyordu. Bergnan silahını alıp kenara çekildiğinde Amadeus pek yüksek olmayan taş basamağı hızla tırmanmıştı. Karşı karşıya geldikleri an ne itiraz etmesine ne de karşı koymasına izin vermeden kolunu omzuna sararak Alita'yı da kendiyle birlikte içeri sokmuştu.
Onları arkalarından takip eden Bergnan içeri girdiklerinde kenarda duran muhafıza kapıyı tekrar sürgülemelerini söylemişti. Bakışları yerde hala öksürmekte olan silah arkadaşını bulduysa dahi oralı olmamıştı. Kanlı kamayı zırhının üzerindeki silah kemerine yerleştirip Gustav'a doğru ilerlemiş, adama dışarıda olanları anlatmaya koyulmuştu.
"Ben Ruyka'nın yanında olacağım, sen gözünü Alita'dan ayırma."
Brenna Igor'un mırıltısına başını sallayarak karşılık vermişti. O, yanındaki rahibe ile birlikte hala küçük salonda olan Ruyka'nın yanına giderken tıpkı söylediği gibi Alita'yı izliyordu. Aynı kanı paylaştığı insanlara dahi kendine dokundurmamak için direnen kızı Amadeus'a karşı koymamıştı. Adam onu içeri soktuğunda kapının önünden daha öteye götürmemişti. Alita dudaklarının arasından bir şeyler mırıldansa dahi işitemiyordu. Amadeus bir adım geri çekilip iyi olup olmadığını kontrol etmek istercesine bakmış, sonrasında ise onu kollarına alarak göğsüne çekmişti.
"Şükürler olsun buradasın. Dışarıda herkes öldüğünü konuşuyor, seni biraz daha bulamasam aklımı kaybedecektim."
"Benim bir şeyim yok, iyiyim ama..."
Alita Amadeus'un kolları arasındayken başını geriye çekerek yüz yüze gelmelerini sağlamış, kimsenin duymasını istemiyormuşçasına Victor'un öldüğü fısıldayarak söylemişti. Dudaklarını sıkarken babasından aldığı çekik gözleri buğulanmıştı. İlk damla yuvarlanarak düştüğünde Amadeus yanağını kavrayarak üzerine doğru eğilmişti. Brenna olduğu yerden adamın kızının kulağına ne fısıldadığını işitemiyordu. Fakat söyledikleri üzerinde etkisini oldukça çabuk göstermişti. Artık Alita'nın yüzüne değen gözyaşları acıyı değil, içindeki öfkeyi ve intikamı yansıtıyordu. Bakışları sahip olduğu o tehditkâr havaya bürünmüşken usulca başını sallamıştı.
"Alois hala dışarıda. Lauron, onu bulmam gerek."
Soluğu sıklaşan Alita cümlesini bitirdiğinde yüzünü buruşturarak dişlerinin arasından inlemişti. Alnına biriken ter şakağından dökülüyordu. Bu hali Brenna'yı telaşlandırmışken hala onu kendine yakın tutan Amadeus sakinliğini korumuştu.
"Boldmin dışarıda bekliyor, onu gördüm. Burası yeterince kalabalık, o Lord Hallstein'ı aramaya gidebilir. Eğer istersen Bergnan da ona eşlik eder. Sen bu halinle onlardan daha güçlü değilsin, Lord Hallstein'a yardım edememekle kalmaz varisini tehlikeye atmış olursun."
Adam Alita'nın karnında taşıdığı bebeğe varis dediğinde Brenna elinde olmadan öfkelenmişti. Bu Amadeus'un hakkında yıllardır biriktirdiği şüpheyi doğruluyordu. Belki de Alita'nın hiçbir suçu yok diye düşündü, Hagen'ın oğlunu gerçekten öldürdüyse bile belki onu buna Amadeus ikna etti.
Gerçeği bilmiyordu, öğrenmesinin hiçbir zaman mümkün olmayacağının da farkındaydı. Fakat kızını yatıştırabildiği için minnettar olduğu Amadeus'tan aynı zamanda bu kadar fazla nefret etmesi kendini dahi şaşırtıyordu. Muhafızlar arkadaşlarını yerden kaldırıp köşeye çekmişken o da elbisenin eteğini kavrayarak olduğu yerde hareketlenmişti. Gözleri ışığını gittikçe kaybeden Alita'yı yatakların olduğu odaya götürmelerini söyleyecekken kızı itiraz etmek istercesine dudaklarını aralamış fakat hiçbir şey söyleyememişti. Kötüleştiğini fark eden Brenna adını seslenerek yanına yaklaştığında ona çevirdiği gözlerini yavaşça açıp kapatmıştı. Kısa bir an sonrasında ise Amadeus'un kollarının arasına yığılarak çektiği acıyla bayılıp kendinden geçmişti.
* * *
Lauron kollarını göğsüne bağlamış, çektiği sandalyede arkasına yaslanarak yatağında uzanan Alita'nın başucunda oturuyordu. Bayılmasının üzerinden bir hayli zaman geçmişti, kalın perdelerde örtülmüş pencerenin ardında gün neredeyse batacaktı. Lauron, iyi olduğunu bilmesine rağmen nefesini kaç kez kontrol ettiğini unutmuştu. Tecrübe ettiği korku adeta ruhuna işlemişti, kendini yatıştırmaya çalışsa dahi ihtimaller zihnine zehir gibi yayılarak onu huzursuz ediyordu. Alita bayıldığında onu kucağına alarak o an uzandığı yatağa götürmüştü. Tapınağa ait taş binada bulunan rahibe ve Brenna, üzerindekileri çıkarıp yaralarını kontrol ederken Gustav ve Igor gibi kapının arkasında beklemişti. Şanslarına, rahibenin ebelikten anladığı ortaya çıkmıştı. Aldıkları ilk müjde ne kadar korksalar da Alita'nın düşük yapmadığı olmuştu. Prensese, kendilerine ait beyaz elbiselerinden birini giydiren rahibe, Brenna ve onu yalnız bırakıp dışarı çıktığında elinde eğilmiş, çelik çubukları olan sert bir korse tutuyordu. Karnının üst kısmı aldığı darbeyle çürüyerek moraran Alita'nın hayatını bu korseye borçlu olduğunu anlatmış, buna rağmen düşük yapmamış olmasının bir mucize olduğunu söylemişti. Vücudunda birkaç kötü morluk ve derin çizik taşımasına rağmen hiçbir kesiğin olmaması Lauron'u şaşırtmıştı. O kadar kan nereden bulaştı o halde diye düşünürken aklına Victor gelmişti ve bu elinde olmadan onu üzmüştü.
Aradan pek fazla zaman geçmeden, ağlamaktan yüzü şişmiş olan Ruyka perişan halde aralarına katılmıştı. Etrafı saran muhafızlarını çekerek sahip olduğu köşke dönmek istediğini söylediğinde buna ilk Igor itiraz etmişti. Fakat acılı kadını ikna etmek mümkün olmamıştı, Kuzenini ve amcasını konuşma fırsatı tanımadan sertçe başından savuşturmuştu. Lauron uysal olarak görülen Ruyka'nın bir anda soğuk ve tehditkâr Alita'ya dönüştüğünü hissetmişti. An itibariyle dul ve bağımsız olan Leydi Mascarián ailesine kendi başlarının çaresine bakmalarını söyleyerek muhafızlarını çekip taş binadan ayrılmıştı.
Ruyka'nın gidişinin ardından, Donanma Muhafızı olarak görev yapan Lord Ramon Wagner yüze yakın güvenilir adam ve bir hekimle birlikte taş binaya gelmişti. Hekim Alita'yı muayene ederken dışarıda kalan Lauron Gustav'ın önünde diz çöken adamın ona ve oğluna kapalı salon kapısı arkasında neler anlattığını işitmişti. Tapınakta baş gösteren ayaklanma saray muhafızlarının arasında başlamıştı. Lauron, sayıları neredeyse bini bulan askerlerin hepsi tek bir amaca hizmet etse karşılarında pek bir şanslarının olacağını sanmıyordu. Yüksek rütbelilerin de dâhil olduğu kalabalık bir grup Waldorf ailesine sırtını dönse dahi plan bütün halinde işlememişti. İsyancıların başlarında Ordu Muhafızı olarak görev yapan Kirk Ronan'ın olduğu söyleniyordu, Lord Wagner de bunu desteklemişti. Tapınaktan kendi ailelerine hizmet eden muhafızlarla içinde bulundukları taş binaya geçen Lord Gustav'ın yolladığı emirle Kirk Ronan'ın peşine düştüğünü anlatmıştı. Girdikleri mücadelede bizzat kendisinin adamı öldürmesi isyanın yönünü çevirmişti. Başlarındaki ismi kaybetmek ayaklananları korkutmuştu, bir kısmı saraydan kaçmış, bir kısmı yakalanarak zindana götürülmüş, bir kısmı ise kılıç altında can vermişti. Sarayda Lord Wagner'ın öncülüğünde kontrol yavaşça tekrar ele alınırken muhafızlarının arasında cadı avı başlamıştı.
O an, Alita'nın başucunda otururken dahi Lauron karanlıkta kalan hususları düşünmeden edemiyordu. Lord Ramon Wagner, Waldorf ailesine oldukça yakındı. Bizzat onlar tarafından yetiştirildiği dahi söylenebilirdi, otuzlarının ortasında olan adam Duviel'deki ünlü Bazilika'da eğitim görmüştü. Bazilika sadece varoluşları gelecek vaat eden zeki çocukların kabul edildiği, finansı Waldorf ailesi tarafından karşılanan yatılı bir okuldu. Kurum kendi içinden sadece devlet adamları çıkarmamış, krallığa nüfus eden sanatkârlar ve düşünürler de yetiştirmişti. Bu sebepten ötürü Bazilika'ya kabul edilmenin şartları oldukça zor ve sıkıydı. Güç sahibi birçok soylu, çocuklarını bu yatılı okula yerleştirmek için adeta servet harcasa da seçilen öğrencilerin çoğu ücra köşelerden çıkarılan, yaşları altı yediyi geçmeyen kimsesizlerden oluşurdu. Herhangi bir aile bağına sahip olmayan bu çocuklar disiplinli ve titiz bir şekilde eğitilerek yetiştirilirdi. Yaşları gelip gördükleri eğitimleri tamamlandığında ise hamileri olan Waldorf ailesine bağlılık yemini ederek Bazilika'dan ayrılırlardı.
Kraliyet Konseyi'ne üye olan, Donanma Muhafızı Lord Wagner, bulundukları zaman içinde Bazilika'nın Waldorflar için yetiştirdiği en güçlü isimlerin başında geliyordu. Uzun zamandır onlara hizmet eden adamın sadakati aile içinde kabul görmüştü, o kadar ki ölen Kral Hagen'ın naaşına annesi Kraliçe Brenna ile birlikte Duviel'e kadar o eşlik etmişti. Bu yüzden Ramon Wagner, başkent Calabar'da Victor Mascarián'dan sonra Waldorflara en yakın ikinci isim olarak kabul ediliyordu.
Lauron, bir kısmına kulak misafiri olduğu konuşmalarında Lord Gustav'ın Wagner'a hain olarak kabul edilen Kirk Ronan'ı öldürdüğü için azarladığını işitmişti. Özür dileyen Wagner amacı bu olmasa dahi kendini savunmak zorunda kaldığını anlatmıştı. Waldorfları öldürerek tahtı boşa çıkarmak isteyen Kirk Ronan'ın aileye en sadık olan isimlerden birine saldırması makul olsa dahi Lauron adamı bu ayaklanmaya iten motivasyonda eksikler olduğuna inanıyordu. Başkentteki aile mensupları öldüğünde Ivar Waldorf Duviel'de tek başına kalacaktı, o harekete geçene kadar taht iddiası olan herhangi biri gücü ele geçirebilirdi. Plan bu açıdan bakıldığında kabul edilebilir olsa da ayrıntıları hala muammaydı. Ortalığı can pazarına çeviren karanlık kaosun aydınlatılması, arkasında kimlerin durduğunun öğrenilmesi zaman alacak gibi gözüküyordu.
Oturduğu yerde sonu gelmeyen kuşku ve düşüncelere dalmışken, Alita'nın kendine geldiğini içini çektiğini işitene kadar fark etmemişti. Başını eğdiğinde uykudan kalkmışçasına şiş olan yorgun gözleri ile karşılaşmıştı. Onu ne kadar zamandır izlediğini bilmiyordu fakat dalgın bakışlarından kapıldığı paranoyayı arkasında bıraktığını hissetmişti. Bu onu rahatlatsa dahi yaşanılanların ruhunda derin bir iz bıraktığını düşünüyordu. Ölümle burun buruna yüzleşip ilk aşkını gözlerinin önünde can verirken izlemek kimse için kolay sayılmazdı.
"Nasılsın? Canın yanıyor mu ?"
Alita başını usulca iki yana doğru sallamıştı. Kalın perdelerden içeri pek ışık girmiyordu, buna rağmen yüzünün solgunluğu oldukça belirgindi. Uzandığı yatakta doğrulurken yastığını arkasına ittirip sırtını ahşap başlığa yaslamıştı. Oturduğunda belli etmek istemse dahi canı yanmıştı, yüzünü buruşturarak elini birden karnına götürmüştü. Lauron yavaş olmasını söyleyerek ona doğru yaklaştığında uyarısına pek oralı olmamıştı.
"Alois geldi mi?"
"Hayır, henüz bir haber yok. Fakat Bergnan, Boldmin ve birkaç adamla birlikte onu aramaya çıktı, birazdan burada olur."
"Lauron, onu bulmamız gerek. Amcama güvenmiyorum, bu kargaşayı lehine çevirip Alois'i ortadan kaldırabilir."
Lauron sandalyesinden kalkarak Alita'nın uzandığı yatağın kenarına oturmuştu. Endişeli gözlerinin içine bakarken kucağındaki elini çekip avucuna almıştı. Alois'in nerede olduğunu bilmiyordu, ortada koca bir belirsizlik vardı ve en önemlisi Alita korkularından haklı olabilirdi. Fakat buna rağmen, onun karşısında endişelerini değil gerçek olmasını umduğu düşüncelerini dile getirmişti.
"Lord Hallstein'ı hafife alıyorsun. Kendisinin amcan dışında hatırı sayılır bir düşmanı yok, oldukça da kuvvetli dostlara sahip. Hem dışarıda kontrol ele alındı sayılır, endişe edecek pek bir şey kalmadı."
"Sözlerinin içimdeki korkuyu hafifletmesini çok isterdim. Fakat Alois'i karşımda görünceye kadar rahat nefes alabileceğimi sanmıyorum."
Alita bitkin gözlerini devirmişken tuttuğu elini sıkmıştı. Parmakları öyle soğuktu ki Lauron elinde olmadan ürpermişti. Konuşurken sesi bayılmadan önce sahip olduğu öfkeden uzaktı fakat hala içine yerleşen korkunun izlerini taşıyordu.
"İlk kez ölümden uyandığımda yanımda yoktun, şimdi buradasın. Kendime geldiğimde seni görmesem öyle korkardım ki. Sessizce yanımda oturman bile bana güç veriyor, güvende olduğumu biliyorum. Lauron, şükürler olsun ki bugün o tapınakta değildin. Victor... Victor benim yüzümden öldü, yere düştüm, beni kaldırmak istedi. Canım acıyordu yapamadım, o de beni bırakmadı. Düştüğüm yerden kalkamadan kubbeden üzerimize oklar yağdı. Hala gerçek olduğuna inanamıyorum, hiç düşünmeden kendini bana siper etti. Gözlerime bakıyordu, ölebileceğini hiç düşünmedim."
Alita konuşurken gözleri dolmuştu, damlalar usulca yanağına dökülmeye başlamıştı. Islanan dudaklarının arasından ama öldü diye fısıldadığında eğdiği başını kaldırıp onunla yüz yüze gelmişti. Lauron, tüm bu yaşananlar kendi başına gelse aklını kaybedebileceğini düşünmüştü. O an sessizce ağlayan Alita ile hem bir kez daha gurur duymuş hem de acısını derinden hissetmişti. Evlendiği günden beri aralarına mesafe koymaya çalışsa dahi kendini engel olamayıp kavradığı ellerini dudaklarına götürerek uzunca öpmüştü. Anlatmak istedikleri için konuşmasına gerek kalmamıştı, aralarındaki bağ kelimelerden çok daha güçlüydü. Alita gözlerinin içine bakarken öptüğü elini bırakmadan, sıkıca tutarak dudaklarından uzaklaştırmıştı. Geri çekilmek yerine üzerine eğilip onu kendine çekmişti. Tek kolu sırtını sararken sadece soğuk bedenini değil gözyaşlarını da gömleğinin üzerinde hissediyordu.
"Hayatta kaldın, önemli olan tek gerçek bu. Lord Mascarián'ın hatırasını onurlandıracağız, canına kast etmek isteyenlere yaptıklarının bedelini ödeteceğiz. İnsanlara kraliçenin adaletini göstereceksin, buna tüm kalbimle inanıyorum. Sakın hayatta kaldığın için kendine kızma, suçlu hissetme. Karnında bir mucize taşıyorsun. Güçlü olduğunu biliyorum fakat artık onun için yere her zaman olduğundan daha sağlam basmalısın."
Sözleriyle birlikte Alita omzuna yasladığı başını kaldırarak kollarının arasında kendini geri çekmişti. Şaşkınlığı ıslak gözlerinden okunabiliyordu, konuşurken inanamıyormuş gibi duraklamak zorunda kalmıştı.
"Çok fazla sancım vardı, ben..ben düşük yaptığımı sanıyordum."
"Hayır, rahibe kontrol etti. Kanaman dahi olmamış."
Onlar konuşurken dışarıda sesler yükselmişti. Birkaç muhafız Lord Hallstein diye bağırdığında Alita kısa bir an doğru duyup duymadığına emin olmak için ona bakmış, sonrasında ise sıçrayarak üzerindeki örtüyü kenara atıp yatağından çıkmıştı. Çıplak ayakları ile pencereye koşmuş, kalın perdeyi kenara çekerek öne eğilmişti. Lauron oturduğu yerden kalkıp yanına geçtiğinde Alois ve kardeşi Abel'in binayı saran askerlerin arasından geçtiğini görmüştü. Adeta yerinde duramadan dışarıyı izleyen Alita ıslak yüzünü silerek kocasını kabalağın arasında görebilmek için parmak uçlarında yükselmişti. Alois tamamen gözden kaybolduğunda ise ona doğru dönüp kolunu kavrayarak hızla konuşmaya başlamıştı.
"Lauron, bu halde dışarı çıkamam. Onu bana getirmen gerek, lütfen."
"Tamam, tamam gideceğim. Sen burada kal, yatağına geç. Alita, kötü bir darbe aldın ve hala iyileşmiş değilsin."
Alita tasdiklemek istercesine başını sallasa dahi pencerenin önünden ayrılmaya pek de gönüllüymüş gibi durmuyordu. Alois'i görene kadar sakinleşmeyeceğini bilen Lauron bir kez daha aynı tembihte bulunmadan onu arkasında bırakarak küçük odadan çıkıp girişe geçmişti. Etrafta muhafızlar, tapınak görevlileri ve hekimden başka kimse yoktu, diğer odanın kapısı örtülmüştü ve önünde bir muhafız nöbet tutuyordu. Dışarıdan yükselen sesler duvarları doldururken gözlerini üzerine diktiği odanın kapısı açılmış ve Igor Waldorf kendini göstermişti. Adamın soğuk bakışları etrafta gezdikten sonra sorar bir ifadeyle onu bulmuştu. Lauron'un ne olduğunu anlatmasına zaman kalmadan çift kanatlı ahşap kapı çalınmış ve Bergnan gür sesiyle Alois'in geldiğini haber vermişti. Muhafızlar sürgüyü açtıklarında, Alois ve kardeşi Abel muhafızları Bergnan ve Abel eşliğinde binaya girerek aralarına karışmışlardı.
"Lord Hallstein."
Üzeri kan içinde olan Alois Igor'un selamına oralı dahi olmamıştı. Lauron, biçimli yüzü ile nam salan adamın daha önce bu kadar perişan bir halde görüldüğünü sanmıyordu. Açık kahverengi, dalgalı saçları terden ıslanmış ve darmadağınıktı. Yüzünün rengi tıpkı duvar kirecine dönmüştü, yeşil gözleri etrafa bitkin bakıyordu. Yanında duran kardeşi Abel hırpalanmış gözükmesine rağmen ona göre oldukça sağlamdı.
"Alita nerede?"
"Majesteleri sizi bekliyor, eşlik etmeme izin verin."
Alita'nın olduğu odanın önünde bekleyen Lauron konuştuğunda Alois'in bakışları kısa bir anlığına üzerine dönmüştü. O içeri geçmesi için kapıyı araladığında elini uzatıp durmasını işaret ederek hala olduğu yerde bekleyen Igor'a konuşmuştu.
"Bugün kuzeniniz Alita ve ben ölüyorduk, umarım farkındasınızdır."
"Bu komplo hepimize yapıldı, endişenizi anlıyorum fakat durumu şahsi algılamanız yanılmanıza sebep olabilir."
"Gözümün önünde adamın teki karıma kılıç savurdu Lord Waldorf, bence durum gayet şahsi. Yaşanılanların bir bedeli olacak, sakın şüpheniz olmasın. Bu ihmalden kimin sorumlu olduğunu ikimiz de biliyoruz. En kısa zamanda babanız, siz ve ben ciddi bir konuşma yapmak zorunda kalacağız."
Oldukça soğuk ve mesafeli bir tonla nasıl isterseniz diye mırıldanan Igor başıyla selam verdikten sonra babası ve Brenna'nın olduğu odaya tekrar girmişti. Lauron, Igor'un arkasından öfkeyle bakan adamın boynunda kan biriktiğini fark etmişti fakat sormaya fırsatı olmamıştı. Onu geçen Alois iki küçük yatağın olduğu odaya girdiğinde Alita olduğu yerden ona doğru koşmuştu. Odanın ortasında birbirlerine sıkı sıkıya sarılmışlarken Alois ardı ardına Alita'nın dağılmış saçları öperek ondan özür diliyordu.
"Özür dilerim, özür dilerim. Daha erken gelmem gerekti. Seni yalnız bıraktım, özür dilerim."
"Hayır böyle söyleme, asıl en başta benim seni orada, arkamda bırakmamam gerekirdi. Alois yanına gelecektim, çıkmayı denedim ama yapamadım, bayılmışım. Eğer sana bir şey olsaydı kendimi asla affetmezdim."
Alois'in boynuna sarılan Alita biriken kan parmaklarına bulaştığında elini kaldırıp bakmış, sonrasında ise geriye çekilmişti. Yüzü bir anda dehşet dolu bir ifade almıştı, bakışları hala açık kapının önünde duran Lauron ve Abel'e dönmüştü.
"Biriniz hekime haber verin! Hemen buraya gelmesi gerek!"
Alita'nın sesi fazlaca küçük olan binanın içinde yankılanmıştı, rahiplerle birlikte oturan hekim ona seslenildiğini işittiğinde çağırılmaya ihtiyaç duymadan ayağa kalkıp odanın kapısına gelmişti.
"Majesteleri, emrinizdeyim."
"Lord Hallstein'ın boynunda derin bir yara var. Yanında gerekli teçhizatlarını getirdin mi?"
"Elbette, prenses hazretleri. Eğer izin verirseniz..."
Alita adamın cümlesini tamamlamasına izin vermeden eliyle gitmesini işaret etmişti. Hekim çantasını almak için tekrar masanın başını bulduğunda Alois üzerindeki ellerini kavrayıp göğsüne çekerek avucuna almıştı. Konuşurken üzerine eğildiği Alita'nın gözlerine bakıyordu.
"Alita ben iyiyim, telaş etmene gerek yok."
"Boynun nehir gibi kanıyor, aptal herif. Sana baktırmamız gerektiğini söyledim. Biraz daha böyle devam ederse kuruyup öleceksin."
Lauron gözleri yanında duran Abel'in üzerine dönmüştü. Genç adamın kendini tutamayıp bir anda konuştuğu öfkeli yüzünden anlaşılıyordu. Sözler ağzından çıktığında kimin karşısında olduğunu henüz fark etmişçesine yutkunarak ellerini önünde birleştirmişti.
"Haddimi aştıysam özür dilerim majesteleri. Fakat fazlasıyla kan kaybetti, buraya gelirken dahi başı dönüyordu."
"Kardeşinizi bana getirdiniz, özür dilenecek bir kusurunuz yok Abel. Lütfen içeri gelin, sizin herhangi bir yaranız var mı ?"
Abel önemsiz birkaç kesiği dışında bir yarası olmadığını söyleyerek çekingen ilk adımını içeri atmıştı. Alita elini tuttuğu Alois'i biraz önce onun uzandığı yatağa götürüp oturturken Lauron bir an için onları yalnız bırakması gerektiğini hissetmişti. Elinde deri çantası ile geri dönen hekime kenara çekilerek geri döndüğünde kocasının başında duran Alita'nın bakışları ona dönmüştü. Lauron bir an ne yapması gerektiğini bilememişti. Olduğu yerde öylece duruyorken Alita tıpkı Abel gibi onu da içeri çağırmıştı.
"Lauron, neden orada duruyorsun? İçeri gelsene."
"Lord Hallstein'ın dinlenmeye ihtiyacı olabilir, kendisi rahatsız etmek istemem."
"Burada dinlenecek kadar uzun kalmayacağım Lord Amadeus, gelebilirsiniz."
Lauron adamın sözlerini neye yorması gerektiğini bilememişti. Pek fazla zaman geçirmediği, hatta sohbet etme şansı dahi bulamadığı Alois Hallstein'ı sadece kâğıt üzerinde tanıyordu, Alita'nın anlattıklar kadarıyla mizacına aşinaydı. En başta zararsız bir genç adam olarak gördüğü Alois onu birçok kez şaşırtmışken kurduğu bu basit cümle dikkatini çekmişti.
O an, küçük odada bulunmaktan pek hoşnut olmasa da adamın sözlerinin maksadını öğrenmek isteyen Lauron tek kanatlı kapıyı örterek içeri girmişti. Abel, boş olan diğer yatağın üzerine oturmuşken o belini pencerenin kenarına yaslayarak ayakta kalmıştı. Hekim, Alois'in boynundaki yarayı temizlediğinde ne kadar derin olduğu daha iyi gözükmüştü. Adam dikiş atarken şanslı olduğundan bahsetmiş, aynı yara biraz daha yukarda olsa ya da daha derin kesse kurtulma şansı olmayacağını anlatmıştı. Fakat çektiği acıyla dişlerini sıkan Alois söylediklerini pek de duyuyormuş gibi gözükmüyordu. Fazlasıyla kan kaybettiği için hekim uyuşmasını beklemeden yarasını dikmeye başlamıştı, iğne derisine saplandıkça adeta kapan gibi birbirine geçen dişlerinin arasından canının yandığı gösteren inlemeler yükseliyordu. Çektiği acı solgun yüzünü ter içinde bırakmıştı. Yanına oturmuş, elini sıkı sıkıya kavrayan Alita gözlerini bir an olsun üzerinden ayırmazken sürekli olarak dayanması gerektiğini, çok az kaldığını tekrar ediyordu.
Hekim dikiş atmayı bitirdiğinde hala oldukça ürkütücü gözüken yaranın üzerini bir kez daha temizleyip şerit halindeki beyaz bir bezle dikkatlice sarmıştı. İşini bitirdiğinde Alois soluk soluğaydı ve oldukça yorgun gözüküyordu. Bağırmamak ve kıpırdamamak için kendini o kadar fazla sıkmıştı ki saç diplerinden ter damlıyordu.
"Lord Hallstein, yaranız dikkat edildiği müddetçe sizin için bir tehlike arz etmiyor. Fakat fazlasıyla kan kaybetmişsiniz, önümüzdeki birkaç gün kendinizi pek iyi hissedeceğiniz sanmıyorum. Başınız dönebilir, bitkin olabilirsiniz bu yüzden tek başınıza hareket etmemeye dikkat edin. Kendinizi toplamanız için istirahat edip çok iyi beslenmeniz gerek. Bilhassa dut şurubu öneriyorum, kansızlığa çok iyi gelir sizi de kısa sürede ayağa kaldıracaktır."
Alois başını usulca sallayarak adama teşekkür etmişti. Alois başını usulca sallayarak adama teşekkür etmişti. Hekim çantasını toplayıp odadan çıktığında elindeki mendille terli yüzünü silerek yanında oturan karısı Alita'ya dönmüştü.
"Sen nasılsın? Yara aldın mı?"
"Bayıldığımda hekim muayene etmiş. Merak etme ben iyiyim, hiçbir şeyim yok. Canım çok yanıyordu ama korktuğum olmadı, düşük yapmamışım."
Alois şükürler olsun diye mırıldanarak Alita'nın kavradığı elini öpmüş, sonrasında ise üzerine eğilip yanağını kavramıştı. Lauron, ilk andan beri odanın içinde olmaktan hoşlanmazken gördüğü manzara ile başını öne eğerek gözlerini kaçırmıştı. Alita ile yıllardır birliktelerdi ve ilk kez bir adam onun gözünün önünde kadına bu kadar rahatça dokunuyordu. Gördüklerinden rahatsız olduğunu hissetmişti ve bu hissi algıladığında hem şaşırmış hem de kendine kızmıştı.
"Peki, o halde sana karşı dürüst olacağım. Kendini yola çıkabilecek kadar iyi hissediyor musun?"
Lauron kendi kedine saçmalığını tembih ediyorken Alois'in sorusunu işitmişti. Eğdiği başını kaldırdığında, Alita'nın şaşkın ifadesi ile karşılaşmıştı. Adamın odaya girerken burada dinlenecek kadar uzun kalmayı düşünmüyorum demesinden kuşkulanan Lauron sorusuna şaşırmasa dahi devamında duyacaklarını merak etmişti.
"Alois, bu ne demek ?"
"Drindall'a gidiyoruz. Abel ile birlikte her şeyi ayarladık, bir aksilik olmadığı müddetçe yarın sabah gün doğumuyla yola çıkabiliriz. Bana kalsa sabahı bile beklemem fakat kaçan muhafızlar ortalıkta kol gezerken gece yolculuğu bizim için tehlikeli olabilir. Yarın sabah yola çıkarsak geceyi Kennet'a geçirebiliriz."
Alita duydukları ile birlikte oturduğu yerde geri çekilmiş, Alois'in yüzünü kavrayan eline uzanıp kendinden uzaklaştırmıştı. Tavrı hoyrat olmasa dahi hoşnutsuzluğunu oldukça belli ediyordu.
"Hayır, bu asla olmayacak."
"Alita-"
"Hayır dedim, ısrar etme. Öleceğimi bilsem bu saraydan çıkmam. Taht benim hakkım ve kimseye bırakıp gitmek gibi bir niyetim yok."
"Gökler aşkına! Bu kadar aptal olamazsın! Alita görmüyor musun?! Bu adamlar senin taç giymene asla izin vermeyecekler!"
Alois kendini tutamayıp sesini yükselttiğinde Alita irkilmişti. Lauron, bunu fark ettiği ilk an kendini tutamayıp olduğu yerde hareketlense dahi içine derin bir nefes çekip karışmamayı uygun bulmuştu. Bağırmak Alois'in henüz atılan dikişlerini zedelemişti. Canının acısıyla dişlerini sıkmış, elini gayri ihtiyari sargısına götürmüştü. Abel oturduğu yerde ne yapıyorsun aptal herif diye çıkışırken Alita asık suratı ile üzerine eğilip sargısını kontrol etmişti. Aynı zamanda sakin fakat kinayeli ses ile söyleniyordu.
"Anlık kararlar veriyorsun, düşündüğünde bunun doğru olmadığını sen de anlayacaksın."
Hala dişlerini sıkan Alois karısının boynundaki elini kavramıştı. Diğer elini de avucuna aldığında tekrar üzerine eğilmişti, gözlerinin içine bakıyordu. Lauron, önceleri şaraba ve kadınlara düşkünlüğü ile bilinen, iyi huylu Lord Hallstein'ı bu kadar öfkeli görebileceğini hayal dahi etmezdi.
"Güzel sevgilim, bugün ölebilirdin. Bu ne demek anlayabiliyor musun? Bir mucize gerçekleşti ve hayatta kaldın fakat ölebilirdin. Bu lanetli sarayda kalmaya devam edersek kime güveneceğiz? Beni öldürmek isteyen amcana mı? Sana ait olduğunu iddia ettiğin tahta çıkmak için Karaburun'dan gelen kuzenin Igor'a mı? Saray muhafızlarından kimin hain kimin temiz olduğu bilinmiyor. Gecenin bir vakti uykumuzda öldürülmeyeceğimizin garantisi var mı?"
Alois sözlerini sakin fakat öfke dolu bir sesle karısına söylese de kuşkuları kara bir bulut gibi Lauron'un göğsüne dolmuştu. Haklı olduğunu biliyordu, tüm bu şüphelere o da sahipti. Gustav ve Igor'un ailelerinden birine zarar vermeyeceklerinden emin olsa dahi ayaklanmayı başlatan saray muhafızları onu da korkutuyordu. Arkalarındaki isim belli değildi, Kirk Ronan'ın adı geçse dahi adamın tek başına hareket edeceğini sanmıyordu. Bu belirsizlik, kalabalığın ortasında savrulan keskin bir kılıçtan çok daha tehlikeli ve ölümcüldü. Kimliği belli olmayan düşmanları artık onlara oldukça yakındı.
"Alois anlamıyorsun, bir korkak gibi hakkımdan feragat edip arkama bakmadan kaçamamam. Ölmek benim için daha onurlu bir kader olur."
"Ben tahttaki hakkından feragat etmeni istemiyorum ki. Bu şartlar altında ailenin güçlü bir müttefike ihtiyacı var. Biz onlara sırtımızı döndüğümüzde hiç olmadıkları kadar zor durumda kalacaklar. Alita, tek yapman gereken onlara ne kadar kararlı olduğunu göstermen. Amcan senin karşısına almaktan çekinmiyor ama sen hala, inatla onu takip ediyorsun. Bu güveni senden alıyor, ne kadar ileriye gidersen git ona sırtını dönmeyeceğinin farkında. Artık ne kadar ciddi olduğunu göstermen gerek. Ben birazdan amcan ve kuzeninle konuşup eğer taht iddianı istediğimiz şartlarda kabul etmezlerse ne savaşta ne de daha sonrasında onları desteklemeyeceğimizi söyleyeceğim. İnan bana, tacını kendi elleriyle sana teslim edecekler. Fakat önce duymam gerek, benimle Drindall'a gelmeyi kabul ediyor musun?"
Alita sıkıntıyla içini çekmişti, sözleriyle tasdik etmese dahi Alois'in söylediklerinin doğru olduğunu o da biliyordu. Gidemem diye fısıldamıştı, öne eğdiği başını kaldırdığında bakışları hala pencerenin önünde dikiliyorken ona dönmüştü. Lauron mecbur kaldıkları bu şartlar içerisinde hiçbir seçeneği yeterince güvenli bulmuyordu. Krallık yağan yağmurlar sonrası açlıkla boğuşmaya başlamıştı. Kral Hagen ve oğlunun ölümü başkente derinden işleyen ve o gün en büyük patlağını veren karanlık bir kaos getirmişti. Hızla kanlı bir savaşa doğru sürüklenirken Hallstein desteğini kaybetmek Waldorflar için Güneykapı'ya mal olabilirdi. Alois'in aile yönetiminde olan bu topraklar sahip olduğu askeri güç ve tahılla savaşta kilit rol oynuyordu. Zamanı geldiğinde geçecekleri saf, akıbetin yönünü rahatça değiştirebilirdi.
Tüm bu düşüncelerine sarayın artık Alita için güvenli bir yer olmadığını kattığında cevap zihninde kendiliğinden oluşmuştu. Bu onun için kabul etmesi kolay bir durum değildi, o an düşünürken bile rahatsız oluyordu. Fakat içinde bulundukları durumda yeterince güvenli olmamakla birlikte doğru bir taneydi ve onu Alois seslendiriyordu. Lauron pek mutlu olmasa da doğrulup öne çıkarak fikrini açıklamıştı.
"Lord Hallstein haklı, ben de kendisine katılıyorum. Saray artık senin için güvenli değil, böyle devam ederse uzun bir süre de olmayacak. Elimizdeki en iyi seçenek rest çekmek, ilk anda dirense bile Lord Gustav'ın uzun süre karşı koyabileceğini sanmıyorum."
"Hayır, tek seçeneğimiz bu olamaz. Düşünmemiz gerek, bir yol bulacağımıza eminim. Sarayı terk edemem, yapamam. Buradan çıkarsam..."
Alita sözlerine devam edememişti. Onun da Alois'e katıldığını görmek belli etmemeye çalışsa da sahip olduğu endişeyi arttırmıştı. Bakışları kocası ve onun arasında gidip gelirken Lauron neden korktuğunu oldukça rahat görebiliyordu.
"Saraydan çıkıp Drindall'a gittiğinde hala tahtta hak sahibi bir prenses olacaksın. Ben de burada kalıp senin hem gözün hem kulağın olacağım, merak etme. Bu elinde kalan tek şans Alita, iyi kullanman gerek. Duygularının seni yönetmesine izin verme, Lord Hallstein'ın haklı olduğunu sen de biliyorsun."
"Hayır, seni asla burada bırakmam. Eğer gitmemiz gerekiyorsa ya sen de bizimle gelirsin ya da Tabassa'ya gidip ailenin yanında olursun. Burada tek başına kalmana izin veremem."
"Uzaktayken sarayda güvendiğin birine ihtiyacın olacak. Ben başkentte kalıp sık sık mektup yazarak seni bilgilendiririm, gerekirse adına görüşmeler yaparım. Alita, artık attığımız her adıma çok dikkat etmemiz gerek. Eğer tahtı istiyorsan cesur hamleler yapmak zorundasın."
Alois ellerini uzatıp, inatla başını iki yana doğru sallayan karısının yüzünü bir kez daha kavramıştı. Alita onun bileğini tutmuşken yapamam diye fısıldıyordu. Solgun gözlerinin adamdan medet umması Lauron'u da üzmüştü. Lakin bulundukları durumda hareket alanları o kadar kısıtlıydı ki, Alois'in sunduğu hamlenin dışında pek de bir şansları yoktu. Yıllarını birlikte geçirdiği Alita'dan ayrılma fikri Lauron için de kolay değildi, düşündükçe göğsüne ağır bir kayanın oturduğunu hissediyordu. Fakat onun iyi ve güvende olduğunu bildiği müddetçe, canını yakan ağır kayayı ömrü boyunca göğsünde taşıyabilirdi.
* * *
Alois, başını kaldırıp henüz aydınlanmaya başlayan gökyüzüne baktığında bulutların kuzeye doğru yol aldığını görmüştü. Bu onu sevindirmişken, başını kaldırdığı için gerilen dikişleri sızlayarak kendini belli etmişti. Dişlerini sıkıp başını öne eğdiğinde onu yaralayan muhafıza küfrederek mırıldanmıştı.
"Or*spu çocuğu, keşke boynumu koparsaydın."
O kendi kendine söylenirken birkaç adım ötesinde duran Alita'nın soğuk gözleri üzerine dönmüştü. Elinin boynunda olduğunu fark ettiğinde yaklaşıp gömleğinin yakasını çekiştirerek sargısına bakmıştı. Kan yoktu, bu iyiye işaretti. Fakat çektiği acı uzunca bir müddet onunla gidecek gibi gözüküyordu.
Sargısını kontrol eden Alita geri çekildiğinde aralarında uzunca bir mesafe bırakmıştı. İkisi de geceyi uykusuz geçirmişti. Alois, güvenlik sağlandığında saraya geçtikleri gibi Alita'yı da yanına alarak Gustav ve oğlu Igor ile konuşmuştu. Onlara Drindall'a gitmek için hazırlıklara başladıklarını söylemiş, istedikleri şartlar altında taht Alita'ya devredilmedikçe ailelerin müttefik sayılmayacağını anlatmıştı. Igor, babası Gustav'a oranla daha yapıcı konuşsa dahi kuzeninin onunla evliyken tahta çıkmasına sıcak bakmıyordu, bunu belirtmekten de geri durmamıştı. Kendine has soğuk ve tehditkâr üslubuyla ona karşı oldukça saldırgan olan Gustav yeğeni Alita'ya fevri davranmaması konusunda ısrar etmesine rağmen ikna edememişti. Karısı evlendikleri günden beri ilk kez ailesinin karşısında açıkça onun yanında durmuştu.
"Lord Hallstein, tüm hazırlıklar tamamlandı. Hazır olduğunuzda yola çıkabiliriz."
At arabalarını kontrol eden Boldmin öne çıkıp başını öne eğerek Alita'ya selam vermişti. Alois, ona maiyetin yerini almasını söyledikten sonra adama oralı olmayan karısına dönmüştü. Alita'nın gözleri evlendikleri gün başlarından çiçekler dökülürken el ele çıktıkları altın kapılardaydı. O an, saraya çıkan mermer basamakların önünde duruyorlarken ne gördüğünü bilmiyordu. Fakat yaptığı seçimin onun için ne kadar zor olduğunun farkındaydı. Uzanıp ellerini tutmuş, uzun uzun öptükten sonra kendine çekerek göğsüne yaslamıştı.
"Söz veriyorum geri dönmemiz için ne gerekiyorsa yapacağım."
Alita, o gün baştan aşağı simsiyah giyinmişti. Üzerinde hiçbir işlemesi olmayan uzun kollu siyah bir elbise vardı, başına aynı renk ince bir şal örtmüştü. Alois onu hazırlanırken izlemişti, elbisesini giydikten sonra aynada uzun uzun kendine bakan Alita hizmetçilerine bağırarak tacını istemişti. O an, güneşin kendini pek göstermediği halde şalının üzerinde taşıdığı tacın taşları bakanın gözlerini alıyordu.
"Bugün seni seçerek aileme sırtımı döndüm. Sadece bunu bil, sakın beni pişman etme."
Solgun yüzü duvar kadar ifadesiz olan Alita'nın çeliği andıran gözleri, sesi öylesine soğuktu ki Alois ona bakarken yutkunmak zorunda kalmıştı. Fakat atlattıkları felaketten ve yaptığı fedakârlıktan sonra kendinde şikâyet etme hakkı görmüyordu. O doğup büyüdüğü topraklara, ailesinin yanına gidecekken Alita ailesine arkasını dönüp bir kuzeyli olarak geleneklerini bilmediği, aşina olmadığı insanların arasına karışacaktı. Bu andan sonra ona evlilikleri boyunca hiç olmadığı kadar yük düşünüyordu.
Boldmin, bir kez daha yanlarına gelip hazırlıkların tamamlandığını söylediğinde Alois Alita'nın elini tutarak kendisiyle birlikte arabalarına götürmüştü. Oturmasına yardım ettikten sonra yanına geçmişti, yerlerini aldıklarında Hallstein arması taşıyan arabanın kapısı kapanmıştı. Alita küçük camı örten kahverengi kadife perdeyi çektiğinde bakışları tekrar sarayı bulmuştu. Konvoyları hareket etmeye hazırlanırken Igor Waldorf muhafızı ile birlikte ana kapıdan çıkarak mermer basamakların tepesinde durmuştu. Babası andıran iri gözleri etrafa baktıktan sonra onların arabasını fark etmişti. Camdan dışarı bakan Alita ile göz göze geldiklerinde elini kaldırmıştı. Bu basit hareket, duvar kadar soğuk ve hissiz gözüken karısının gözlerini doldurmuştu. Tıpkı kuzeni gibi yavaşça elini kaldırdığında arabalarını çeken atlar hareketlenmişti. Nalları toprak yolu dövmeye başladığında Alita hırsla perdeyi çekip kapatmıştı. Kadife kumaşı avucuna almış sıkıyorken ağlamamak için kendiyle savaşıyordu. Öncelerinde tehlikeli ve zorlu bir yolculuk vardı. Fakat Alois o günden sonra hiçbir şeyin ikisi için de kolay olmayacağını adeta iliklerinde hissediyordu.
Yazan; İlknur DUMAN
* * *
Hemen hemen her bölüm sizinle bana ilham veren şarkı ya da filmleri paylaşıyorum. Bu bölüm de Alita'yı ortaya çıkarırken ilham aldığım bir karakteri sizlere tanıtmak istedim. American Horror Story izleyenler Michael Langdon'ı tanır. O kadar kötü bir geçmişe ve çocukluğa sahip ki deccal olmasına rağmen haline üzülüyorsunuz. Alita'yı kurgularken salt bir kötü yaratmak yerine tıpkı onun gibi katmanlı bir karakter oluşturmak istemiştim. Ona ait birçok sevdiğim replik var fakat en bayıldığımı ekliyorum, kendisi burada karşımızdakine nasıl kibar yolla aptalsın deriz onu gösteriyor ; gerçek karanlık belirli bir karakter derinliği gerektirir ama sen herhangi bir anlamlı olumsuzluk için fazla sığsın.
* * *
İşte hikayemizin ilk kısmının finaline geldik ! Uzun konuşmama başlamadan önce sevgili Vesairevesaire77 sarikanaryaaa simaydefnem MirenaWhite Scelerisque_libro ve Notsosober1 arkadaşlarıma çok, çok ama çok teşekkür ediyorum. Belki farkında değillerdi fakat ben ne zaman hikakeye dair ümidimi kaybetsem destekleriyle, yorumlarıyla bana devam etme gücü verdiler. Atılan her bir yorum, verilen her bir oy benim için çok değerli, ismini unuttuklarım lütfen alınmasın ♥️ Fakat hikayemiz bu noktaya gelmişken desteğini hep hissettiğim, beni yazmaya teşvik eden bu arkadaşlarıma teşekkür etmesem kendimi borçlu hissederdim 🙏♥️
Bölüme gelirsek şunu söylemeden edemeyeceğim ; Alita is the new Alois 👀😂
Durumu yerelleştirmemi isterseniz de size canım trakyamızın şu türküsünden bir dörtlük vereceğim ;
Tabakası aynalı
Şu oğlana varmalı
Oğlan çok güzel ama
Anasını ne etmeli
Evet doğru anladınız 😈 Bugüne kadar hep Alita'nın geçmişine gittik, onun eski aşklarını gördük, ailesi ile uğraştık. Şimdi sıra Alois'te. Zavallı çocuk bu yılanların arasında neye uğradığını şaşırdı, Alita da biraz kaynana elinden çeksin bakalım🐍
Daha fazla söyleyecek bir şeyim yok, yorumlarınızı okuma için sabırsızlanıyorum. Normalde bölümü sabah ekleyecektim ama sizi neredeyse bir ay beklettiğim için dayanadım şimdi saldım 😂 Hikayemizin ikinci kısmı yine bu başlık altından devam edecek. Ne zaman eklerim bilmiyorum, zihnimde kurgunun biraz daha şekillenmesi gerek. O yüzden sizden müsaade istiyorum. Hepinizi kocamaaan öptüm, kendinizi çok iyi bakın, beni de unutmayın 😽♥️♥️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top