⚜️Bölüm 7 - "Taç"⚜️


"Veritas vos liberabit."

⚜️⚜️⚜️

Alois uykulu gözlerini yavaşça araladığında solgun güneş yüzüne değiyordu. Cılız da olsa esen sabah yeli çıplak omzunu yalayıp geçtiğinde uzandığı yatakta sırt üstü dönmüştü. Bedeni uyuşuktu, başında ise hala etkisi gösteren bir sersemlik ve ağrı vardı. Elini ağzına siper ederek esnedi, Alita'nın yatakta olmadığını fark ettiğinde dirseğinin üzerine doğrularak etrafına bakınmıştı.

"Alita ?"

Herhangi bir karşılık alamasa da, kulağına çalan su seslerini fark etmişti. Yatak odaları kapısı olmayan iki bölmeye ayrılıyordu; biri girişin hemen solundaydı, diğeri ise yataklarının karşısındaki büyük şöminenin sağında kalıyordu.

Esneyip gerinerek ayağa kalkan Alois, yatağın önündeki divanda duran pantolonunu giyerken Alita'nın yerdeki geceliğini fark etmişti. Uzanıp eline alarak kokladıktan sonra divandaki kendi kıyafetlerinin yanına koymuştu. İşittiği su sesleri, kapının yanındaki bölmeden geliyordu. Esen yel ile birlikte hareketlenen altın sarısı tül girişi kısmen kapatmıştı. Ağır adımlarla ilerleyen Alois yaklaşıp tülü araladığında, Alita'yı arkası dönük, bir havuzun içerisinde yıkanırken görmüştü. Yanında, ona yardım eden iki genç kız vardı. Gözlerini kırpan Alois, onların ikiz olduğunu fark etmişti. Biri uzattığı kolunu elindeki örgü bezle yıkarken diğeri gümüş bir tasla omuzlarından su döküyordu. İkisinin de belden altı suyun içindeydi fakat göğüsleri adeta yaralıymış gibi beyaz bir bezle kat kat sarılmıştı.

"Rinda, Rita; bu kadarı yeterli, gidebilirsiniz."

Kızlar ellerini üzerinden çekip su altında kalan basamakları kullanarak havuzdan çıkmışlardı. Bellerinden dizlerinin biraz üstüne kadar, tıpkı göğüslerinde olduğu gibi bez sarılıydı. Alois ona doğru geleceklerini düşünüp geri çekilecek olduysa da, kızlar sağ duvarda neredeyse belli olmayan beyaz, küçük kapıyı kullanarak çıkmışlardı.

"Günaydın."

Havuzdaki Alita, gülümseyerek ona doğru dönmüştü. Su damlaları saçlarından çıplak bedenine doğru devriliyordu. Hala bir parça uykulu olan Alois, karısını karşısında görünce vücudunun zevkle sızladığını hissetmişti. Arkasından baktığı ince tülü aralayıp içeri girdiğinde hafif bir tütsü kokusu burnuna dolmuştu.

"Günaydın."

"Üzerindekini çıkar. Su sıcak, kaçırmak istemezsin."

Alois, henüz giydiği pantolonunu büyük bir keyifle çıkarıp olduğu yere bırakmıştı. Tüm sarayın aksine, küçük yıkanma havuzunun olduğu bu alanda zemin seramik değil, tıpkı duvarlar gibi mermerdi. Havuza geldiğinde ilk basamak suyun üzerinde, diğer ikisi ise altındaydı. Dikkatle indikten sonra vücudunu sıcak su ile buluşmuştu. Havuzun içinde çiçekler olduğunu da ilk o zaman fark etmişti. İçlerinden birine uzatıp eline almıştı. İlerleyip havuzun ortasında duran Alita'ya yaklaştığında, kısmen suyun altında kalan beline sarılarak çiçeğini uzatmıştı.

"Erken kalkıp birkaç gül bulmam gerekirdi fakat hala dün akşamdan biraz sarhoşum. O yüzden beni affetmen gerek."

"Demek öyle, bunun için seni diri diri gömebilirim."

Alois kıkırdayarak karısının dudaklarına sokulmuştu. Alita buna karşı değildi, bilakis davetkârdı. Islak bedenini gövdesine yaslarken, göğüslerini üzerinde hissetmişti Dudakları, sanki yıllardır birbirini tanıyormuşçasına ritimle hareket ediyordu. Uzanıp, suyun altında kalan kalçalarını kavramıştı. Alita'nın vücudu tıpkı tahmin ettiği gibi zayıf ve inceydi. Alois, daha önce ondan daha büyük göğüsleri ya da kalçaları olan birçok kadınla birlikte olmuştu. Fakat onun için Alita'nın güzelliği dolgun bir vücuttan öteydi, parmak uçları tenine değdiğinde içinde bir şeylerin hareketlendiği hissediyordu.

Alita'nın omzundaki elleri sokulup yavaşça göğsüne inmişti. Geri çekilirken yeşil gözlerinin içine bakıyordu. Onu kendinden uzağa iterken dudağını ısırmıştı.

"Luka'nın hikâyesini biliyor musun ?"

Alois'in bakışları hala üzerinden damlalar yuvarlanan göğüslerindeydi. Dudağını ısırarak başını iki yana doğru sallamıştı.

"Hayır, bilmiyorum."

"Luka yakışıklı bir genç adamken, gölde yıkanan Tanrıça Isla'yı gizlice izlemiş. Bu ayıbından ötürü bir geyiğe dönüştürülmüş. Köpekler onu ormana kovalamış, etlerini paramparça etmişler."

Alita'nın anlattığı hikâye kendi dinine aitti, Isla insan ırkının yaratıcısı olarak kabul ettikleri Wardruna'nın güzelliği ile meşhur karısıydı. Fakat Luka'yı daha önce duyduğunu hatırlamıyordu. Henéc inancını çevresindeki birçok insandan daha iyi biliyor olsa dahi eksikleri vardı.

Fakat buna rağmen Alita'nın ne yapmaya çalıştığını görebiliyordu, hikâye onu ürpertmiş olsa dahi istediğini verme niyetinde değildi. Yaklaşıp kollarını beline sararak dudaklarını öpmüştü. Geri çekildiğinde gözlerinin içine bakarak gülümsüyordu.

"Belki de buna değmiştir."

Cevabı Alita'nın hoşuna gitmişti, uzanıp işaret parmağı ile yüzünü okşamıştı. Dudakları göğsünün üzerine ıslak bir öpücük bıraktıktan sonra havuzun içinde bir adım geriye çekilmişti.

"Oturman gerek, bu şekilde benim için fazla uzunsun."

Alois emredersiniz prenses hazretleri diye mırıldanarak karısına sırtını dönmeden sağına doğru ilerleyip mermer basamaklardan birine oturmuştu.

Alita, suyun üzerinde duran örgü beze uzanarak yanına yaklaşmıştı. Üzerine eğildiğinde, Alois onu öpeceğini zannetmişti fakat karısı arkasında kalan küçük, parlak sabunu avucuna almıştı. Boynundan başlayarak göğsüne doğru sabunu vücudunda gezdirmişti. İnce bir köpük tabakası gözüktüğünde, elindeki bezi suya tekrar batırıp gövdesini ovmaya başlamıştı.

Alois kollarını iki yana açıp gererek arkasındaki mermere yaslanmıştı. Gözlerini kapatmış sırıtıyorken yanı zamanda mırıldanıyordu.

"Sürprizlerle dolusun."

"Neden? Seni yıkadığım için mi? Ben bugünler için eğitildim, kocasını memnun etmek her kadının görevi değil midir ?"

Kıkırdayan Alois uzanıp çenesini kavrayarak yüzünü kendine çekmişti. Alita'nın ıslak dudaklarını öpüyorken hala gülüyordu. Bu itaatkâr kadının o olmadığının farkındaydı. Dudaklarının arasından kes şunu diye fısıldarken, Alita havuzdan aldığı bir avuç suyu yüzüne fırlatarak onu geri püskürtmüştü.

"Yoksa seni de kızların yıkamasını mı bekliyordun ?"

"Hayır, sanırım böyle bir şeyi hayal etmem bile sonumu getirir."

"Evlendiğin kadını gayet iyi tanıyorsun."

Alita uzanıp kendine doğru çektiği kolunu elindeki bezle ovmaya başladığında Alois sağ göğsünün yanındaki soluk morluğu fark etmişti. Parmağını uzatıp dokunduğunda Alita sıçrayarak başını kaldırmıştı.

"Özür dilerim, bunu ben mi yaptım ?"

"Bilmiyorum, hatırlamıyorum."

Alita'nın sesi her zaman olduğu gibi kendine güvenli çıkmamıştı. Beyaza çalan açık mavi gözlerini ondan kaçırıyordu. Alois, bir an için canını yakmış olabileceğini düşündü. Ona göre ilk geceleri eşsiz geçmişti fakat kendini kaybettiği anlarda karısının bir bakire olduğu aklından çıkmıştı. Belli etmemeye çalışarak gözlerini vücudunda gezdirirken eline uzanıp durmasını sağlamıştı. Alita'nın soğuk gözleri bununla birlikte üzerine dönmüştü.

"Dün akşam istemeden canını yaktıysam özür dilerim. Biraz sarhoştum, sanırım kendimi kaybettim."

Alois, Alita'nın gözlerinde tüm gece görmediği çekingenliği o an fark etmişti. Yaşadıkları hem içki hem de afyonun etkisiyle bölük pörçük aklındaydı. Ona bakire gibi davranmadığını hatırlayabiliyordu. Fakat Alita'nın da utangaç ya da mahcup olduğunu söyleyemezdi. Çıplaklık onu rahatsız etmiyordu, vücuduna dokunurken herhangi bir tereddüttü yoktu, gece boyunca en az onun kadar hevesliydi. Alois, yataklarındaki kan izini görmese Alita'nın bakire olduğuna dahi inanmazdı.

Kendi içinde suçluluk ve kararsızlığa düşmüşken, Alita'nın yüzündeki ifade yavaşça değişmişti. Dudaklarını kıvırıp gülümseyerek bileğini kendine doğru çekip onun elinden kurtarmıştı. Omuzlarından tutunup tıpkı dün akşam yaptığı gibi suyun içinde kucağına oturmuştu. Çıplak kalçaları kasığına yerleştiğinde Alois içini çekmekten kendini alıkoyamamıştı. Ne yaptığının gayet farkında olan Alita, kollarını boynuna sarıp üzerine doğru eğilmişken gözlerinin içine bakıyordu.

"Eğer böyle hissettirecekse canımı yakabilirsin."

Alois herhangi bir şey söylememişti. Uzanıp parmak uçları ile karısının ıslak yüzüne dokundu. Bununla birlikte Alita ona doğru sokularak dudaklarını öpmüştü. Baştan çıkarılmaya hazır olan Alois, sırtını okşayarak suyun altındaki kalçalarına uzanmıştı. Gittikçe sertleştiğini hissediyordu fakat kucağındaki Alita bundan rahatsız olmuş değildi. Dudakları dudaklarından ayrıldığında önce yanağını, sonrasında ise çene çizgisini bulmuştu. Boynunu öpüp omuzlarına geçmişken bacaklarının arasından sıyrılıp havuzun içindeki basamağa yavaşça diz çökmüştü. Ellerinden biri Alois'in dalgalı saçlarının arasındaydı, dudakları göğsünden aşağıya doğru inerken parmakları adeta bıraktığı izleri takip ediyordu. Dudaklarını ısırarak başını geriye yaslayan Alois elinde olmadan inlemişti.

"Alita, böyle devam ederse kahvaltıya geç kalacağız, biliyorsun değil mi ?"

Kasığının biraz yukarısını öpen Alita, başını kaldırarak gözlerini ona çevirmişti. Parmakları hala ıslak göğsünde geziyordu.

"Durmamı mı istiyorsun ?"

S*ktir.

Alois pek fazla düşünmemişti. Kollarını ilk anda olduğu gibi iki yana açıp arkasındaki mermere bırakırken hala dudaklarını ısırıyordu. Başını tekrar geriye yaslanmışken hayır diye fısıldamıştı. Bununla birlikte, Alita'nın parmakları yavaşça göğsünden aşağıya doğru inmişti. Sesi de tıpkı dokunuşları gibi karşı konulamazdı.

"Ben de öyle düşünmüştüm."

* * *

"Saline, sen gidebilirsin. Terziye haber ver, kahvaltıdan sonra dairemde hazır olsun, ölçülerimi alacak. Bu elbiselerin içinde ruhum daralıyor, artık yenilerini istiyorum."

Güçlükle merdivenleri çıkan Helma, kocası Kral Hagen'a ait dairenin olduğu geniş hole geldiğinde hizmetçisine dönüp isteklerini sıralamıştı. Hamileliğinin yedinci ayına girmişti ve tıpkı söylediği gibi, artık içine girdiği her elbise adeta ruhunu daraltıyordu.

"Emredersiniz majesteleri."

Baş nedimesi Saline ellerini önünde birleştirip geri geri ilerleyerek yanından ayrılmıştı. Nöbetçilerle çevirili holde ilerleyen Helma, ihtişamlı kapının önüne geldiğinde kapıda nöbet tutan iki asker başlarını eğerek ona selam vermişlerdi.

"Majesteleri."

"Kralımıza geldiğimi haber verin."

Bununla birlikte askerlerden biri altın varaklı kapıya güçlüce vurmuş, Hagen'a ait gel sesinden sonra içeri girmişti. Kısa bir an sonra tekrar dışarı çıktığında, kapının sağ kanadını onun için açık bırakıp önünde eğilerek yol vermişti.

"Majesteleri sizi bekliyorlar efendim."

Helma bununla birlikte çift kanatlı, kemerli kapıyı geçerek kocasına ait daireye girmişti. Hagen, kapının sağında kalan, altın kabartmalarla süslenmiş duvarın içine gömülü şöminenin yanındaki boy aynasının önünde duruyordu. Yanında iki uşağı vardı. Birisi, üzerine giydiği, üst bacağına kadar inen pamuklu, krem rengi ceketinin düğmelerini ilikliyordu. Diğeri ise diz çökmüş, elindeki fırça ile ceketinden birkaç ton koyu pantolonunun üzerindeki tüyleri temizliyordu. Omuzlarında sıklıkla taktığı elmaslarla süslü altın bir zincir vardı, tacı olmasa bile kral olduğunu belli ediyordu.

Kocasını kısa bir an izleyen Helma, ellerini iri karnının önünde birleştirip onu taşımakta güçlük çeken dizlerini kırarak selam vermişti. Arkası ona dönük olsa dahi aynadaki aksinde göründüğünü biliyordu.

"Majesteleri."

Hagen, etrafındaki uşaklarına çekilebileceklerini söyleyerek olduğu yerde ona doğru dönmüştü. Adamlar ellerini önlerinde birleştirip selam verdikten sonra daireden çıkmışlardı. Baş başa kaldıklarında, Hagen onu süzerek yanına yaklaşmıştı. Parmakları önce açık bıraktığı sarı saçlarında gezmiş, yüzünü okşadıktan sonra irileşen karnını bulmuştu.

"Günaydın."

"Günaydın."

"Nasılsın? Bu sabah solgun gözüküyorsun."

Helma, kocasının yanına gelmeden önce babası Harvey Dúpont'u yolcu etmişti. Saray görgüsünde, onun gibi soylu bir dük uğurlanırken kralın kendisi değilse dahi kraliyet ailesine mensup en az bir üyenin eşlik etmesi gerekirdi. Fakat söz konusu babası olduğunda, kaideler bir anda değişiyordu. Reneen ve Gölvadi'nin lordu olan Dük Harvey Dúpont, kraliyet konseyi üyesi Elçi Rahip Nigel ve yine hazine kâtibi Lord Victor Mascarián tarafından yolcu edilmişti. Waldorf ailesini temsil eden hiç kimse aralarında yoktu. Kocasının kuzeni Ruyka ile evli Victor'un dahi kendi isteği ile uğurlamaya katıldığından şüpheliydi. Ailesinden kimse ortada gözükmeyeceği için Hagen'ın böyle bir çözüm bulduğunu düşünüyordu.

Hiç kimseye bu yüzden kırılamayacağının farkındaydı. Babası, kocasının kardeşi Magnus'u öldürmüştü. Ve bunu göğsüne bir hançer saplayarak değil, gürzüyle başını ezerek yapmıştı. Bu koşullarda Waldorf ailesinin babasını karşılamamasına ya da uğurlamamasına üzülmemesi gerektiğini biliyordu. Fakat yine de içine çöken sıkıntıya engel olamamıştı. Takınılan bu tavrın ona değil babasına karşı olduğunu kabullenmekte güçlük çekiyordu.

"İyiyim, teşekkür ederim. Gün geçtikçe ağırlaşıyorum, bebek beni yoruyor."

Başını sallayan Hagen karnını okşayarak soğuk gözlerini devirmişti. Konuştuklarından hoşlanmadığı açıkça belli oluyordu.

"Sanırım Dük Dúpont yola koyuldu."

"Evet, yanına gelmeden önce Rahip Nigel ve Lord Mascarián ile birlikte uğurladık."

"Kendisinden öğle yemeğine kadar kalmasını istedim fakat kabul etmedi. Başkentin havası ona pek iyi gelmiyor gibi."

Babasına iyi gelmeyen şey başkent Calabar'ın havası değil, kocasının ailesiydi. İstenilmediğini biliyordu. Evlilikleri aralarındaki barışı sağlamış olsa dahi dengeleri aralarındaki ince bir ipe bağlıydı. Bu ipin hırpalanmaması için hem Dúpont ailesi hem de Waldorf ailesi birbirleri ile siyaset dışında pek karşılaşmamayı tercih ediyordu.

"Teşekkür ederim, beni düşündüğün için kalmasını istediğini biliyorum."

Hagen, belli belirsiz gülümseyerek yüzüne dokunup yanağını okşamıştı. Tüm bu ilginin sebebi karnındaki çocuk olsa dahi üzülmüyordu. Hagen'ın ona bakarak gülümsemesi, dokunması, yanında olabilmek Helma için yeterliydi. Aşktan ümidini keseli uzun zaman olmuştu, bulduğu her bir sevgi parçası onun için değerliydi.

Adamın yanağındaki eline uzanacakken, bir anda kasığına kramp girmişti. Bununla ağzından kısık bir inleme çıkan Helma eğilerek karnını tutmuştu. Bebeği henüz yedi aylıktı, doğumu yakın değildi. Lakin kramplar gittikçe artmaya başlamıştı.

"Helma, iyi misin ?"

Dişlerini sıkan Helma başını sallarken, Hagen kolunu tutarak onu yatağına doğru götürmüştü. Oturmasına yardım edip elini kavramıştı, buz mavisi gözleri endişeyle üzerinde dönüyordu.

"Helma, beni korkutuyorsun. Hekimi çağıracağım."

Helma, karnında hareket eden bebeğin ayaklarını kasıklarına dayadığını hissetmişti. Bir anda canını yakan krampın sebebi de buydu. İçine derin bir nefes çekerek Hagen'ın kolunu kavradı. Hissettiği korkuyu ondan çok kendisi taşıyordu. Düşüklerle geçen onca yılın ardından kocasına, krala bir çocuk verecekti, başka çaresi yoktu. Bebeği onu yarı yolda bırakması evliliğinin sonu demekti. Hagen'ın üzerinde büyük bir varis baskısı vardı, yıllardır biriken bu yük ikisini ayırmaya yeterli gelebilirdi. Helma bunu düşünmeye dahi tahammül edemiyordu.

"İyiyim, ufaklık ayaklarını kasığıma yerleştirdi, bunu her yaptığında kramp giriyor."

"Doğuma kadar dinlen, kendini yormanı istemiyorum."

"Endişelenmene gerek yok, ben iyiyim. Oğlumuz sağlıkla doğacak Hagen, göreceksin. Onu kalbimde hissediyorum, yakında kucağıma alacağım."

Hagen'ın gözleri önce kolunu kavrayan eline sonrasında ise ona dönmüştü. Helma, bir an onu rahatsız edip etmediğini düşünmek zorunda kalmıştı. Aradan geçen zaman ona herhangi bir rahatlık vermiyordu. Adamın karşısında hep tedirgin bir heyecana sahipti, onu memnun edip etmediğini sürekli sorguluyordu. Bu birçok kez ona yorucu gelse de, Hagen'dan uzakta yapamayacağının farkındaydı. Adeta sonsuzluğa uzanan soğuk mavi gözleri onun uçurumuydu, korksa dahi içini gıdıklayan bu heyecandan vazgeçemiyordu.

"Alita ve Alois ile kahvaltı yapacağız, birkaç kişi daha olacak."

"Biliyorum, Saline dün akşam haber verdi. Bence ikisini bu sabah için yalnız bırakmamız daha doğru olurdu."

"Misafirlerimizin çoğu akşam olmadan saraydan ayrılacak. Hem artık evliler, birlikte geçirebilecekleri birçok sabahları var."

"Elbette, haklısın. Sanırım Lord Hallstein ve ailesi de bu gün yola koyulacak."

Hagen yanından kalkıp, tüm şehri ayaklarına seren balkonunun yanındaki küçük masaya yönelmişti. Cam sürahiden kendine su doldurmuş içiyorken omzunun üzerinden ona doğru bakmıştı.

"Hayır. Lord Hallstein ile görüşmek istediğim şeyler var, birkaç gün daha burada kalacak."

Oturduğu yataktan destek alarak ayağa kalkan Helma, dairenin içinde ağır adımlarla ilerleyip Hagen'ın kolunu okşayarak balkona çıkmıştı. Burası en az Reneen'deki odası kadar ferah ve büyüktü. Çiçekler ve heykellerle süslenmişti, kapısı olmayan kemerli girişinin solunda gösterişli ve büyük bir divan vardı. Önündeki ahşap sehpanın üzerinde yeni yerleştirildiği belli olan meyveler duruyordu. Canı ne oturmak ne de bir şey yemek istememişti. Gözlerini kapatmış, esen meltemi sarı saçlarının arasında hissediyorken, Hagen'a ait dairenin kapısı çalmıştı. Oralı olup arkasını dönmedi, içindeki bulundukları son günlerde kocasına sayısız hediye, mektup ve evrak geldiğini biliyordu. Onlardan biri olabileceğini düşünmüştü. Karnını okşayarak doğan güneşle birlikte parlayan şehrin manzarasını izlemeye koyuldu. Her şeye rağmen güzel bir gün diye düşündü, güçlü durması gerektiğini biliyordu. İnsanların gözünde kralın yanındaki bir hayalet olabilirdi fakat bebeği doğduğunda her şey onun için daha farklı olacaktı, en azından buna inanıyordu.

Ona bir varis verdiğimde Hagen beni gerçekten sevecek.

Kendi içinde düşüncelere dalmışken, Hagen'ın ayak seslerini arkasında işitmişti. Yanına gelen adam elinde sedef süslemeli bir ahşap mahfaza taşıyordu. Boyutu bir mücevher kutusundan büyüktü.

"Bu nedir Hagen ?"

"Bilmiyorum, Alita sana verilmesini söylemiş."

Babasından dolayı oluşan duruma hâlihazırda üzülmüşken, Alita'nın ona evlendiği günün sabahı hediye yollaması Helma'nın garibine gitmişti. Kocasının elindeki kutuya uzun uzun baktı, içerisinde ne olabileceğini tahmin edemiyordu.

"Bir yanlışlık olmalı, Alita'nın bana hediye yollayacağını sanmıyorum."

"Belki de hediye değildir."

Helma hala şüpheli gözlerle ahşap kutuya bakıyordu. Ne yapacağını bilemezken, Hagen omzuna dokunarak onunla birlikte yürümesini sağlamıştı. Birlikte balkondaki divana oturduklarında, kutuyu önündeki sehpanın üzerine bırakıp kilidini çevirerek kapağını açmıştı. Bununla birlikte, kadife kumaşın üzerine yerleştirilmiş, zümrüt ve pırlantalarla süslenmiş altın taç kendini göstermişti. Helma kendini şaşkınlığa düşmekten alıkoyamamıştı. Bu taç, onun Alita'ya düğün hediyesiydi. İyi niyet nişanesi olarak, içtenlikle kendine ait olan seçkiden bizzat seçip onun için ayırmıştı.

O şaşkınlıkla bakakalmışken, Hagen tacın ortasındaki boşluğa yerleştirilmiş küçük kâğıda uzanmıştı. İçe doğru dörde katlanmıştı ve üzerinde Alita'nın kırmızı mührünü taşıyordu. Hagen mührü kırıp kâğıdı açtığında, o da arkasına yaslanıp ona doğru yaklaşmıştı.

Senin güzel başın dururken böyle bir hediyeyi taşımak bana yakışmaz.

Din elskede tyttö Alita.

Kâğıtta yazanları Hagen okumuş olsa dahi sözler zihninde Alita'nın sesiyle yankılanmıştı. O zarif fakat tehditkâr tonunun kulağını yalayıp geçtiğini hissediyordu. Yutkunmak zorunda kalmıştı, parmağı ile uzanıp kâğıdın sonundaki Hénic dilinde yazılan kısmı göstermişti.

"Burada ne yazıyor ?"

"Kardeşin Alita."

Helma, dilini dudaklarının üzerinde gezdirip ıslatmıştı. Alita'nın yazdıklarında herhangi bir kötü söz ya da aşağılama yoktu. Fakat bu kelimeler aurası ile birleştiğinde ona kendini iyi hissettirmiyordu. Artık onu kızdırdığına emindi. Yıllardır birlikte yaşadığı genç kadını az çok tanımıştı. Alita hoşnutsuzluğu bağıra çağıra dile getiren biri değildi, dikenlerini karşısındakine usulca batırmaktan hoşlanıyordu.

"Sen Alita'ya taç mı hediye ettin ?"

"Evet. Evliliğini kutlamak için güzel bir hediye vermek istedim, sanırım pek hoşlanmadı."

Hagen duyduklarından memnun olmamıştı, bunu saklamaktan da çekinmiyordu. Kaşlarını kaldırarak elindeki kâğıdı katlayıp tekrar kutunun içine yerleştirmişti. Sedefli kapağını kapattıktan sonra, soğuk gözleri üzerine dönmüştü.

"Taç kimseye hediye edilmez. Bir daha böyle bir şey yapma."

"Özür dilerim Hagen ama kötü niyetli değildim."

Hagen içini çekerek ayağa kalkıp doğrulmuştu. Ağır adımlarla dairesinin içine girerken Helma arkasından bakakalmıştı. Ona gülümseyip yanağını okşayan adamın yavaşça ortadan kaybolduğunu görebiliyordu. Kocasının etrafında adeta yoğun bir sis vardı. Bazı anlar, bu yoğun sis tıpkı dağ eteklerinde olduğu gibi yere çekilip ona sıcak yüzünü gösteriyordu. Bazı anlarda da ise o an olduğu gibi kalınlaşıp aralarına bir duvar örüyordu. Onu iliklerine kadar üşüten bu gri ve soğuk pusu dağıtma gücü sadece Hagen'ın elindeydi, yaklaşmasının bir faydası olmayacağını biliyordu. Oysa Helma, bu güce sahip olmayı her şeyden daha çok isterdi. Kocası ile sadece mahrem anlar paylaşmak istemiyordu. Sıkıntılarını, üzüntülerini dinlemek, kalbinden geçenleri bilmek, ona yakın olmak için elinden gelen her şeyi yapabilirdi. Helma, sisin içine girmek için can atıyordu.

İçini çekerek önüne döndüğünde, ahşap kutu ile karşılaşmıştı. Elini uzatıp kapağı açarak Alita'nın yazdığı notu tekrar okuduğunda, ilk anda içini kaplayan korku yerini kıskançlığa bırakmıştı. Hagen ile hiçbir zaman sıcak ve aşka yakın bir ilişkileri olmamıştı fakat zaman içinde aralarında farklı bir bağ gelişmişti. Yatağına giren kadınlar canını yaksa dahi gelip geçici olmuştu. Asıl sınavı yaptığı düşüklerken, Hagen ona sırtını dönmemiş, bilakis yükselen seslere karşı elini daha sıkı tutmuştu. Verdikleri büyük sınavlara ve peşlerini bırakmayan kötü geçmişlerine rağmen, ona sesini yükseltmemiş ya da kalbini kıracak kelimeler kullanmamıştı. Kendini kötü hissetmemesi adına yanında kardeşi Magnus'un adını dahi anmıyordu. Helma, tüm bunlar için minnettardı.

Fakat aralarında, tıpkı biraz önce olduğu gibi iplerin gerildiği nadir anlarda konu her zaman Alita oluyordu. Birçok şeyi tolere edebilen Hagen'ın hoşgörü çizgisi söz konusu kardeşi olduğunda oldukça keskindi. Bunu hissettirmekte bir sakınca görmüyordu. Alita sisin içinde diye düşündü. Hagen'ın kraliçesi o olabilirdi fakat perde arkasında en yakını Alita'ydı. Bu düşünce içini bir kurt gibi yiyip bitiriyordu. Güç ve itibar konusunda prensesle yarışmak niyetinde değildi, istemiyordu da. Fakat içini kaplayan bu kıskançlık, tıpkı önündeki taç gibi yeşildi; canlı ve parlaktı, adeta gözünü karartıp tüm dünyasını kaplıyordu.

* * *

Çalışma odasındaki ahşap masada, sandalyesine kurulmuş oturan Lauron, elma yiyerek kitap okuyordu. Ciltli, el yazması kitabını özenle önüne açmıştı, sayfalarını çevirirken zarar vermemek için özen gösteriyordu. Kitapları onun için değerliydi, o kadar ki kırmızı ve oldukça sulu olan elmasını yerken parmaklarını sıklıkla mendiline siliyordu.

Okuduklarına kendini kaptırmışken, odasının ahşap kapısı çalındığında içini çekerek oturduğu yerde doğrulmuştu. Girilmesini söylediğinde, Alita kapıyı aralayarak başını uzatmıştı. Serbest bıraktığı parlak, siyah saçları omzundan dökülüyordu.

"Sevgili Lord Amadeus, umarım sizi rahatsız etmiyorumdur."

İstemsizce gülen Lauron elmasını önündeki tabağa bırakıp elini silmeye koyulmuştu.

"Prenses hazretleri için her zaman vaktim var."

Alita bununla birlikte tek kanadı olan kapıyı örterek içeri girmişti. Üzerinde kırık beyaz, kolları uzun, vücudunu saran altın işlemeli bir elbise vardı. Saçlarının üst kısmına işlemelerine uyan, altın tokasını tutturmuştu. Masasının önündeki sandalyelerden birine oturduğunda, Lauron önündeki kitabı dikkatlice kapatıp kenara çekmişti.

"Açıkçası, bu gün seni görmeyi beklemiyordum."

Alita onu duymazdan gelmişti. Mavi gözleri masanın üzerindeki meyve tabağında geziyordu. Uzanıp, kırmızı elmalardan birini avucuna almıştı.

"Elmaların çok güzel gözüküyor, sanırım birini bana verebilirsin."

"Elbette. Dük Reiner Tabassa'dan hediye olarak getirmiş."

"Belli oluyor. Hénec Kulesi'nde bu elmalardan yapılan brendiyi içmiştim fakat kendisini ilk kez yiyeceğim."

Alita elindeki elmayı yuvarlayıp oynuyorken, Lauron onu izliyordu. Keyfi yerinde diye düşündü, bu onu sevindirmişti. Yılları birlikte geçirdiği genç kadının duygularını herhangi bir şey sormasına gerek kalmadan zarif yüzünden okuyabiliyordu. Çoğu kişi tarafından soğuk ve ruhsuz bulunan bakışlarında onun için birçok anlam gizliydi.

"Kahvaltı nasıldı? Majesteleri Kral Hagen ve kuzenlerinizle birlikte olduğunuzu duydum"

"Evet. Halam Astrid Calabar'dan nefret ettiği için akşam olmadan yola çıkacağım diye tutturmuş. Dirk ve Lida ile uzun zamandır pek vakit geçirememiştik. Hepimiz için güzel bir buluşma oldu."

Lauron, Astrid Huber'i tanıyordu. Kadın, Kral I. Adon'un kardeşiydi, aynı zamanda ölen Walut Dükü Daco Huber'in karısıydı. İki çocuğundan biri, hâlihazırda Walut Dükü olan oğlu Dirk Huber'di. Kızı Ruyka ise kraliyet konseyi üyesi ve hazine kâtibi Victor Mascarián'ın karısıydı. Yeğeninin düğününe oğlu Dirk ve gelini Lida ile birlikte gelmişti.

"Lord Hallstein'ı nasıl buldular? "

Kocasının adı geçtiğinde Alita sırıtmıştı, mavi gözleri elindeki elmadan ona doğru dönmüştü. Lauron bu bakışı gayet iyi biliyordu.

"Bilmiyorum, açıkçası umurumda da değil. Fikirleri ile ilgilenmiyorum, ben doğru adamı seçtiğime eminim."

"Bu güven kendine mi yoksa bir günlük kocana mı ?"

"Söylemesi zor. İçimde garip bir his var, bugünlerde söylediklerime pek aldırmamanı tavsiye ederim."

İçini çeken Lauron eliyle yüzünü kapatıp gülerek arkasına yaslanmıştı, aynı zamanda kafasını iki yana doğru sallıyordu.

"Lord Hallstein'ın kadınlar üzerindeki etkisini duymuştum, ünü boş laflara dayanmıyormuş."

"Ciddiyim Lauron, kendimi sarhoş gibi hissediyorum. Sanki vücudum sıcak şarapla dolup taşıyor."

"Ne diyebilirim? Umarım birkaç gün sonra kocanı öldürmek istediğini söyleyerek bu kapıdan içeri girmezsin."

Hala elindeki elma ile oynayan Alita gözlerini devirerek gülmüştü. Lauron, Alois Hallstein ile birebir pek vakit geçirmemişti, bildiği her şey etraftan topladığı fısıltılardan oluşuyordu. Gözlemlediği genç adam kesinlikle belli bir cazibeye sahipti, bu özelliği ona insanlar arasında dolaşan bir ün kazandırmıştı. Fakat başta sadece kadın saplantısı olarak gördüğü bu durum etkisini her yerde gösteriyordu. Düğün ile birlikte, Prenses Alita'nın Aksel ile evlenecekken Alois'i görüp âşık olduğu, bu yüzden aralarındaki altı yaşa aldırmadan onunla evlendiği dedikodu olarak yayılmaya başlamıştı. Eğer Alois biraz çirkin bir adam olsa, tüm söylentilerin farklı bir şekil alacağını biliyordu.

Bu söylentiler, evliliğin altındaki niyeti saklamak için eşsiz bir fırsat olsa da, Lauron gerçeğe dönüşmesinden korkmuyor değildi. Bizzat eğittiği Alita'yı herkesten daha iyi tanıyordu. Keskin duygularını törpülemek yıllarını almıştı. Hayatının belki de en dengeli olması gereken yıllarında, aşkın onu kontrolden çıkarmasını istemiyordu. Korkusu, Alois'i sevmesinden yana değildi. Fakat adama kendini kaptırmasının iyi sonuçlar getirmeyeceğini biliyordu.

"Biliyor musun, dün akşam Alois'e Keia'yı açıklayacaktım."

Elindeki elmayı başparmağı ile okşayan Alita buz mavisi gözlerini yavaşça kaldırmıştı. Tepkisini ölçmek istercesine onu izliyordu. Biraz önce söylediklerinin aksine, tavrı alaycı değildi. Lauron adeta neye uğradığını şaşırmıştı.

"Anlamadım, ne yapacaktın ?"

"Ona Keia'yı açıklayacaktım. Yanıma geldiğinde sarhoştu, ben de ikimizin de rahatlaması adına şaraplarımıza afyon katmıştım. Neden bilmiyorum, ona gerçeği söylemek istedim, doğru an olduğunu düşündüm. Fakat beklediğim şekilde sonuçlanmadı. Alois neredeyse aklını kaybediyordu. Üstelemedim, vazgeçtim. O da afyonun zihnini bulandırdığını düşünüp hayal gördüğünü sandı."

Lauron bir müddet hiçbir şey söylemeden sadece genç kadının gözlerine bakmıştı. Ne demesi gerektiğini bilmiyordu. Duydukları onu rahatlatmamış, bilakis öfkesini ve hayal kırıklığını körüklemişti. Alita'yı yapacağı şeyden alıkoyan mantığı değil Alois'in korkusu olmuştu. Eğer adam sakin kalsa her şeyi söyleyecekti diye düşündü. Bu fikir onu çileden çıkartıyordu.

"Bazen sana hiçbir şey öğretemediğimi düşünüyorum."

Sözlerinin ağırlığını biliyordu. Alita'ya verdiği değer tek taraflı değildi. Prenses mentoru olarak kabul ettiği Lauron Amadeus'a kimseye olmadığı kadar derin bir saygı besliyordu. Bu onun içindeki fitili ateşleyebilecek sayılı sözlerden biriydi. Daha ilk anda, gözlerine yerleşen soğuk öfkeyi görebiliyordu.

"Kim olduğumu Alois'ten saklamamam konusunda beni sen cesaretlendirmiştin."

"Çünkü gücünü görmesi, senden çekinmesi gerekti. Fakat anlatmaya kalktığın şey elindeki en büyük kozun, aynı zamanda da zaafın."

"Alois'i yapabileceğim her şekilde test ettim. Ona güveniyorum, bana zarar verecek bir harekette bulunmaz."

Lauron dirseklerini masanın üzerine dayayıp Alita'ya doğru eğilmişti. Meydan okurcasına ona dönen buz mavisi gözlerine bakıyordu.

"Öyle mi? Peki söyler misin, tüm saray ülkenin dört bir yanından gelen soylu misafirlerle dolup taşıyorken dün akşam sevgili kocan çığlıklar içinde odanızı terk etse ortaya nasıl bir söylenti çıkardı ?"

"Bu gelişebilecek en absürt seçenek."

"Bir şeylerin absürt olduğu doğru. Alois bugün sana bağlı, peki ya üç ay sonrasını ön görebiliyor musun? Ya da iki yıl sonrasını? Adamla daha dün evlendin, birlikte geçirdiğiniz ilk gecede en büyük sırrını onunla paylaşamazsın."

Alita herhangi bir karşılık vermemiş, gözlerini ondan kaçırarak tekrar elindeki elma ile oynamaya başlamıştı. Bu Alita'nın onun haklı olduğunu kabullenme şekliydi. Lauron, öğrencisinin haklısın, hata ettim demeyeceğini biliyordu. Fakat onun için bunu duymak önemli değildi. Tek istediği yanlış yaptığını görmesi ve tekrarlamamasıydı.

"Alois'in değişeceğini mi düşünüyorsun ?"

"Elbette, henüz genç ve tecrübesiz. Bu saray ve kara politikası öyle değişik ki insanların neye evirileceğini asla tahmin edemezsin. Şu an Alois'in gözü senden başka bir şey görmüyor olabilir, dilerim hep öyle kalır. Fakat sen gardını indirmezsin, böyle bir lüksün yok. Yatağını paylaştığın adam senin en yakının, bunu kabul ediyorum. İşte tam da bundan dolayı daha dikkatli olman gerek, Alois istemediğin bir yöne evirilirse, sana bu kadar yakınken hançeri sırtına kolaylıkla saplayabilir."

Sözleri Alita'nın hoşuna gitmemişti. Zarif yüzünün aldığı ifadeyi tıpkı önündeki kitap gibi okuyabiliyordu. Biçimli dudaklarını sıkarak usulca başını sallamıştı, gözlerini ise hala ondan kaçırıyordu.

"Amcam Gustav onu eğitmek istediğini söyledi. Bu iyi mi yoksa kötü mü olur kestiremiyorum. Alois'i onun eline verirsek kesinlikle ailemize sadık birine dönüşür. Fakat sanırım artık bana ait olmaz."

"Bence bu kabul edilebilir bir teklif. Lord Gustav'ın tecrübesi bu saraydaki kimse ile mukayese edilemez. Gücün içine almadan önce kocanı ölçüp tartacak, ona güvenebilmesi içi gerekli şekli verecektir. Sana düşen aynı incelikte çalışmak. Alois'e en yakın sensin, onu adım adım işleyeceksin. Bunu öyle iyi yapacaksın ki, koşul ne olursa olsun Alois seni seçmek zorunda kalacak."

Alita söylediklerini kabul ederek tekrar başını sallamıştı. Gözlerini devirmiş, önündeki elmaya bakıyordu. Hata yaptığını görmüştü, nasihatlerini bu kadar sakin kabullenmesinin sebebi buydu. Biri ikisini uzaktan görse, bu duruma şaşırabilirdi. Alita, tüm ailesi gibi soğuk bir kibre sahipti. Kendini kimseye eşit görmüyordu. Başlangıçta onu tüketip acı çekmesine yol açan güçleri zamanla sarsılmaz bir özgüven getirmişti. Lauron, ondan başka kimsenin Prenses Alita ile bu şekilde konuşamayacağını biliyordu. Bunun sebebi sadece ona öğretmenlik yapmış olması değildi. Lauron, genç kadının üzerine giymesi için parlak bir zırh yaratmıştı, altındaki gerçek Alita'yı sadece o tanıyordu.

"Zavallı Alois. Her şeyden habersiz odasında eşyalarını yerleştiriyor, biz de burada onunla ne yapacağımızı konuşuyoruz."

"Çalışma odasında mı? Sanırım bu katta bir yer verildi, öyle değil mi ?"

"Evet, ben de onunla birlikteydim, sana uğramak istedim."

Alita gülerek başını kaldırıp bakışlarını tekrar üzerine çevirmişti. Konuşurken gözlerine, odaya ilk girdiği anda sahip olduğu parıltı tekrar oturmuştu.

"Görmen gerek, sandıklarca kitabı var. Yerleştirilirken zarar görecek diye başlarından ayrılmıyor. O halini izlemek bana seni hatırlattı, birbirinize benziyorsunuz."

"Kendisine Fiziksel olarak benzemeyi tercih ederdim. Malum, kadınları etkileyen bir aurası var."

"Sevgili Lord Amadeus, sizin bu konuda kocamdan aşağı kaldığınız söylenemez."

Lauron Alita'nın sözlerine gülmüştü. Kendisi otuz sekiz yaşındaydı, Alois ise on dokuzunu bitiriyordu. Okuduğu kitapların ona bir şeyler katacağına emindi. Fakat birbirlerine benzemeleri genç adam için yıllarını alacaktı. Lauron'un gözünde, kitaplar içine tecrübe girmedikçe yetersizdi.

"Gitmem gerek, okumam ve cevap vermem gereken bir yığın dolusu mektup var. Sizi görmek güzeldi Lord Amadeus, vaktiniz ve kıymetli fikirleriniz için teşekkür ederim."

"Ne demek, benim için bir zevk majesteleri."

Alita gülümseyerek ayağa kalkmıştı. Elbisesinin eteğini düzelterek ilerliyorken bir an duraklayıp elindeki elmaya bakmış, sonrasında ise ona doğru dönmüştü.

"Kraliçe Helma'nın bana düğün hediyesi olarak ne yolladığını biliyor musun ?"

"Hayır, bilmiyorum."

Alita tekrar gülümsemişti. Fakat bu seferki soğuk ve tehditkârdı.

"Taç. Bana hediye olarak taç yollamış."

Lauron gülmemek için dudaklarını ısırmıştı. Helma'nın ne zekâsı ne de dünya görüşü açısından pek parlak bir karakter olmadığını düşünüyordu. Yine de, böyle bir şey yapmasını beklediği söylenemezdi.

"Gülmemeni öneririm. Zira bunu beni aşağılamak için yaptığını düşünüyorum. Aklı sıra bana üstünlük sağlamaya çalışıyor."

"Lütfen, majestelerinin bu kadar ayrıntılı bir düşünce yapısına sahip olduğunu sanmıyorum."

"Onu hafife almamanı öneririm Lauron. Bir sırtlan tarafından yetiştirilmiş, henüz dişlerini saplamamış olması onu kuzu yapmaz."

Herhangi bir şey söyleyemedi. Alita, soy ismi Waldorf olan herkes gibi Dük Harvey Dúpont'tan nefret ediyordu. Aileden sayılmasa bile, aynı habis duyguya kendisi de sahipti. Öldürülen Magnus'u tanıyordu, öylesine ümit vadeden bir genç adamdı ki kaybı tüm aileyi adeta yıkıp geçmişti. Acısını o bile içinde taşıyorken, Alita ve diğerlerinin hissettiklerini hayal dahi edemiyordu.

"Aldırış etme, dengin olmadığını biliyorsun."

"Elbette biliyorum. Bu yüzden oldukça kibar bir teşekkür notu yazarak hediyesini iade ettim."

Gülerek başını iki yana doğru sallamıştı. Alita'nın sesindeki imayı sezebiliyordu. Notun kibarca ele alındığından şüphesi yoktu. Fakat altında dikenli anlamları olduğuna kesinlikle emindi. Böyle bir harekete karşı Alita'nın rahat durmayacağını biliyordu.

"Altın bir kalbi olan gerçek bir prensessin, öyle değil mi ?"

Alita, inci kadar beyaz dişlerini göstererek gülümsemişti. Normal insanlar bu kadar içten gülümsediğinde mutlu gözükürdü. Fakat prenses adeta avına bilenmiş bir kurdu andırıyordu.

"Şüpheniz olmasın, Lord Amadeus."

* * *

Alois, elindeki Polsk şişesi ile dairelerine girdiğinde gün batmak üzereydi. Alita, balkonlarının yanındaki küçük ahşap masada oturuyordu. İçeri girdiğinde, başını okuduğu kâğıttan kaldırarak ona doğru gülümsemişti.

"Merhaba."

Alois, yanına yaklaşıp omzunu kavrayarak karısının yanağını öpmüştü. Elindeki içki şişesini masanın üzerinde duran mektupların yanına bıraktığında, Alita'nın dikkatini çekmişti. Avucuna bakıp, şeffaf camın içindeki mavi sıvıyı fark ettiğinde, gözleri üzerine dönmüştü.

"Merhaba."

"Alois, ben mi yanlış görüyorum yoksa odamıza bir şişe Polsk mu getirdin ?"

"İnanması güç ama evet. İnsanlar benim gibi bir adama ne hediye edeceklerini biliyorlar."

Kıkırdayan Alita şişenin mantar tıpasını açıp yayılan keskin kokuyu içine çekmişti. Gözlerini kapattığında inleyerek alt dudağını ısırmıştı. Polsk, kuzey ülkelerinde yetişen Bláber meyvesinden üretilen oldukça keskin bir içkiydi. Bláber'in her yerde yetişmemesi ve yüz kilosundan sadece iki şişe içki çıkmasından ötürü oldukça nadir bulunuyordu ve pahalıydı.

"Hyvä Skurk, sanırım şimdiden sarhoş oldum."

Başını arkasına yaslayarak onunla yüz yüze gelmişti. Alois, sandalyesinin arkasında ayakta duruyordu. Üzerine doğru eğilip uzun boynuna dokunarak dudaklarını öpmüştü. Onu baştan çıkaran dilinden içtiği şarabın tadını almıştı.

"Kabalık etmek istemem fakat oldukça acıktım."

"Yemek hazır, seni bekliyordum."

Alita sandalyesinden kalkıp eline uzanmıştı. Birlikte, tıpkı sabah yıkandığı banyo gibi kapısı olmayan, masanın karşısındaki kemerli bölmeye girmişlerdi. Burası, banyoya göre biraz daha küçüktü. Üç duvar boydan boya raflarla kaplanmıştı, aralarda içkiler, küçük heykeller, bardaklar, saksı çiçekleri ve kitaplar duruyordu. Geniş bir pencerenin olduğu duvarın önünde tıpkı odalarındaki gibi küçük bir masa vardı. Ortada ise, pe de büyük olmayan mükellef bir yemek masası duruyordu. Alita elini bırakıp ilerleyerek, tek başına duran kırmızı elmayı avucuna almıştı. Büyük bir ısırık alıp iştahla yerken gülerek ona doğru dönmüştü, ısırması için elmayı uzatıyordu.

"Denemelisin, Tabassa'dan geliyor."

Alois Alita'nın elindeki parlak kırmızı elmadan bir ısırık almıştı. Tadı oldukça güzeldi, tatlı ve suluydu. Dilini dudaklarının üzerinde gezdirirken başını sallamıştı.

"Gerçekten iyiymiş."

Alita elmasından ona bir ısırık daha vermiş, gerisini kendine ayırmıştı. Çorba, biftek, ızgara sebze ve tatlıdan oluşan yemekleri Alita'nın ikiz hizmetçileri Rinda ve Rita tarafından servis edilmişti. Alois, yapmaması gerektiğini bildiği halde, karısına gününün nasıl geçtiğini anlatırken gözlerini kızların üzerinden alamıyordu. İkisinin teni de bembeyazdı, adeta ölü gibilerdi. Bu beyazlık vücutlarından, saçlarına, hatta kirpiklerine de tesir etmişti. Kardeşlerin bellerine kadar uzanan saçları parlak beyazdı, kaşları ve kirpikleri de aynı renge bürünmüştü. Gözleri ise, tüm açıklığın içinde koyu bir çift nokta gibi duruyordu. Rengini seçemese dahi siyah olduğuna emindi.

Yemekleri bittiğinde, Alois raflarda bulduğu en küçük iki bardağı alıp Alita ile birlikte balkona geçmişti. Balkonları pek büyük sayılmazdı, fakat iki sandalye, bir sehpa ve birçok çiçeği rahatlıkla içine alabilmişti. Yana yana oturduklarında, aralarında kalan sehpanın üzerine bardaklarını bırakıp mavi içkileri Polsk'u doldurmuştu.

"Evet-hayır oyununu biliyor musun ?"

Alita, onun için doldurduğu bardağa uzanıp içkisinden bir yudum almıştı. Dudaklarından geçmesi ile birlikte gözlerini kapatıp yüzünü ekşiterek oturduğu yerde silkelenmişti. Dişlerini sıkarak içine derin bir nefes çektiğinde mavi gözlerini tekrar açmıştı.

"Sanırım duymuştum."

"Basit bir sistemi var, birbirimize sorular soracağız fakat cevaplarımız sadece evet ya da hayır olacak. Başka herhangi bir şey söylenmesi yasak, tek bir kelime dahi edemezsin; sadece evet ya da hayır. Başlayan eline zar alıp atacak ve çıkan sayı kadar karşısındakine soru soracak. Tek bir altın kuralımız var, o da dürüstlük."

Elindeki şişenin tıpasını bırakıp bardağına uzanmışken, Alita onu süzüyordu. Yüzünde alaycı bir ifade vardı, gülümsemekle somurtmak arasında sıkışmış gibi duruyordu. Oyun teklifini beklemediği oldukça açıktı.

"Nereden çıktı şimdi bu Alois ?"

"Bu oyun güneyde içki masalarının çoğunda oynanır. Hediyelerin arasında Polsk'u görünce seninle deneyebileceğimizi düşündüm."

İçkisinden ilk yudumunu aldığında tıpkı karısı gibi irkilip yüzünü ekşitmişti. Tadı hem ekşi hem de acıydı, alkolü öyle yoğundu ki boğazının yandığını hissediyordu. Alita tepkisini kıkırdayarak izlemişti, sandalyesine yaslanıp bardağını onunkiyle tokuşturmuştu.

"İyi düşünmüşsün, ben varım. Yanında zar getirdin mi ?"

Pantolonunun cebindeki kemik rengi zarı çıkarıp sehpanın üzerine bırakmıştı. Üstündeki noktaların rengi altın sarısıydı, köşeleri ise siyah çizgilerle süslenmişti. Alois, karısını oyuna bu kadar kolay ikna edebileceğini hiç düşünmemişti, reddedilmeyi bekliyordu. Aklında dolaşan sorulara cevap bulacağına sevinse dahi, Alita'nın bu kadar hevesli davranması onu bir parça şaşırtmıştı. Onunda aklında soruları var diye düşündü, canımı okumak için bu kadar hevesli.

"Lütfen, zarını atıp başlayabilirsin. Fakat sorunu sormadan önce içkinden alman gerek, kurallardan biri de bu."

Alita Polsk'undan bir yudum içmiş, yüzünü ekşiterek eline aldığı zarı yuvarlamıştı. İlk elinde gelen sayı ikiydi, Alois bununla birlikte rahat bir nefes almıştı. Ardı ardına altı soru cevapladığını düşünemiyordu.

"İyi niyet göstergesi olarak kolay bir soru ile başlayacağım; burada benimle birlikte olduğun için mutlu musun? "

"Evet."

Alita gülümsemiş, içkisinden bir yudum daha almıştı. Gökyüzü bulutsuz olsa dahi, serin bir rüzgâr aralarında esiyordu. Kadının serbest olan siyah saçları omuzlarında hareketlenmişlerdi.

"Peki, eğer prenses olmasaydım yine de benimle evlenir miydin ?"

Bu soruyu daha önce dolaylı yoldan duymuş ve cevabını vermişti. Fakat tekrar karşısına çıkması onu şaşırtmıyordu. Ona göre, Alita'nın konumundaki birinin bunu sorgulaması doğaldı. Prenses olmasa dahi, birçok adam onunla ailesinin gücü ve altınları için evlenmek isterdi. Tüm bu güç kaynakları güzelliğini perdeliyordu.

"Evet."

"Alois, umarım dürüstlük konusunda hile yapmıyorsundur."

Alois içkisinden bir yudum alıp masanın üzerindeki zarı sallamıştı. Aynı zamanda sırıtıyordu.

"Daha dürüst davrandığım bir an olmamıştı."

Sehpanın üzerinde yuvarlanan zar durduğunda çıkan sayı birdi. Bununla birlikte yüzündeki gülümseme yavaşça kaybolmuştu.

"Ama bu zarın dürüstlüğünden şüphe etmiyor değilim."

"Lord Hallstein, sızlanmak sizi gibi bir beyefendiye yakışmıyor."

Alois, başını kaldırıp Alita'ya bakmıştı. Eğleniyor diye düşündü. Tandaki kızıllık yerine karanlığa bırakırken, balkonlarını ayaklı şamdanlarda duran mumlar aydınlatıyordu. Sıcak ışık parlak tenine yansıyıp hareket ederken, bir kez daha karısının güzelliğine hayran kalmıştı.

"O halde soruyorum; eğer bir dükün oğlu olmasam benimle yine de evlenir miydin? "

Alita cevabını gayet düz bir ses tonu ile tereddüt etmeden vermişti.

"Hayır."

Alois bu karşılığı beklemiyordu. Hayır cevabını almak onu yeterince şaşırtmışken, Alita'nın neredeyse hiç tereddüt etmemesi onu ayrı bir dumura uğratmıştı. Bir müddet hiçbir şey diyemedi, öylece kalakaldı. Yüzüne anlamsız, aptal bir gülümseme yayıldığında Alita elini ona doğru uzatmıştı.

"Alois, ben seninle ev-"

"Hayır hayır, açıklama yapmak yasak. Dürüst davrandığın için teşekkür ederim, oyunu kuralına göre oynuyorsun."

Alita dudağını ısırarak yanağını okşamıştı. Gözlerine uzunca bakıp söylemek istediklerini ona geçirmek istiyordu. Verdiği hayırın altında satırlarca sebep yattığına emindi. Alınmış olduğuna sanmıyordu, sadece böyle bir şeyi birden duymak onu şaşırtmıştı.

Alita zarı tekrar attığında bu kez dört gelmişti. Bununla birlikte iştahla bardağının dibinde kalan içkisini bir dikişte yuvarlamıştı.

"Sevgili Alois, aklında kalan herhangi bir kadın var mı ?"

Alnı kırışmıştı, böyle bir soruyu beklemiyordu. Uzanıp Polsk'undan bir yudum içtikten sonra cevabını verebilmişti.

"Hayır."

"Peki Keia karşılaştığınızda seni baştan çıkarmış mıydı ?"

S*ktir.

Keia'nın adının geçmesi oturduğu yerde gerilmesine yol açmıştı. Dün akşam, kucağında karısı otururken gördüğü halüsinasyonu hatırlıyordu. Bir an aklını kaybettiğini düşünmüş, korkuya kapılmıştı. Acaba adını sayıkladım mı diye düşündü. Bu ihtimal onu ürkütüyordu.

Eğer ilk gecemizde başka bir kadının adını sayıklasam derimi yüzerdi.

Kendi içinde karmaşaya düşmüşken, vereceği cevabı bekletmemesi gerektiğini biliyordu. Alita'nın gözlerine baktı. Hâlihazırda tereddüt etmesi hoşuna gitmemişti. Vereceği cevap olumlu olursa nasıl bir karşılık alacağını kestiremiyordu. Fakat ona karşı gayet dürüst davranan karısına karşı dürüst olmayı seçmişti.

"Evet."

Alois evet dediğinde Alita kaşlarını kaldırarak gülümsemişti. Canımı okuyacak diye düşündü, gülümsemesi içindeki vahşi duyguları en zarif şekilde ortaya dökülüyordu. Aralarında duran Polsk şişesine uzanıp bardaklarını doldurmuştu. Bir yudum içtikten sonra içini çekerek arkasına yaslanmıştı.

" Sana olan ilgimi belli etmesem onunla birlikte olur muydun ?"

Alois bardağına uzanıp içkisini tek seferde içmişti. Boğazının yandığını hissediyordu, adeta dili uyumuştu. Yüzünü ekşiterek başını iki yana doğru salladı. Biraz olsun kendine geldiğinde, karısının sorunu cevaplayacak cesareti içinde bulabilmişti.

"Evet."

"Benimle onun arasında seçim yapacak olsa, onu mu seçerdin ?"

Diğer üç sorunun aksine, bu kez oldukça kendinden emin ve hızlı bir cevap vermişti. Keia güzeldi ve her erkeğin aklını başından alabilecek karşı konulması güç bir cazibesi vardı. Fakat Alita onun için başka biri ile mukayese edilemezdi.

"Hayır."

Alita herhangi bir şey söylememiş, sadece başını sallamıştı. Biraz önce olduğu gibi şişeye uzanıp bardağını doldurmuştu. Fazla mı dürüst davrandım diye düşündü, bu oyunu aklında soruların cevabını bulmak için ortaya çıkarmışken Alita'nın kalbini kırmak istediği en son şeydi.

"Seni kırmak-"

"Sanırım açıklama yapmak yasaktı, öyle değil mi ?"

Alita sözünü keserek doldurduğu bardağını ona doğru uzatmıştı. Beyaza çalan mavi gözleri soğuk huysuzluğa bürünmüştü. Üstüne gitmemeyi tercih etti, daha sonra istese de istemese de verdiği her bir cevabın sorgulanacağını biliyordu. Açıklamalarını sonraya saklayarak zara uzanıp avucunda salladı. Yuvarladığında üç denk gelmişti. İçkisinden bir yudum alıp onu izleyen Alita'ya dönmüştü.

"Daha önce evlenmek istediğin bir adam oldu mu ?"

Alita tıpkı ilk sorusunda olduğu gibi cevap verirken tereddüt etmemişti. Hatta işi ileriye taşıyıp kolunu oturduğu sandalyeye dayayarak onun olduğu tarafa doğru yaslanmıştı, konuşurken gözlerinin içine bakıyordu.

"Evet."

Başını sallayarak elinde tuttuğu içkisinden büyük bir yudum aldı. Canını sıksa dahi oyunları Alois'in istediği yöne doğru gidiyordu.

"Ailen izin vermediği için mi evlenmedin ?"

"Sayılır."

Alois dudaklarını ısırarak içini çekmişti, aynı zamanda belli belirsiz gülümsüyordu.

"Bu doğru cevap değil Alita."

"O zaman evet."

Gözlerini Alita'dan kaçırmamak için büyük bir çaba harcamıştı. Yirmi beş yaşında diye düşündü, elbette benden önce hayatında birileri olmuştur. Alita o güne kadar gördüğü en güzel kadınken, hayatına giren ilk erkek olmayı beklemiyordu. Bu onu her şeyden fazla mutlu edebilirdi fakat canını uzun bir süre sıkmazdı. En azından kendini buna ikna etmeye çalışıyordu.

"Onunla görüşmeyi ne zaman kestin ?"

Alita kıkırdayarak gülmüştü. Biraz önce olduğu gibi kızgın ya da alınmış değildi, eğleniyordu. Dudağını ısırarak sehpanın üzerinden ona doğru eğilmişti.

"Bu evet ya da hayır diyebileceğim bir soru değil."

"Peki, onunla görüşmeyi ailemden biri ile evlenmen istenilince mi kestin ?"

"Görüşmekten kast ettiğin şeyi anlamıyorum. Bu soruları senden başka biriyle yatıp yatmadığımı öğrenmek için mi soruyorsun? "

Alois tam olarak bunu sormak istiyordu fakat Alita kadar dürüst davranamamıştı. Birlikte geçirdikleri ilk gece onun için her açıdan mükemmel olsa dahi zihninde sorular birikmişti. Alois, daha önce pek fazla bakire ile birlikte olmamıştı, sayıları iki ya da üçtü. Hiçbirinin Alita kadar hareketli, istekli ve pervasız olduğunu hatırlamıyordu. Bunlar hoşuna gitmemiş değildi, bilakis tarif etmesi imkânsız bir hazza ulaşmıştı. Fakat yine de gerçeği bilmek istiyordu.

"Evet, sayılır."

"Peki sence cevap ne ?"

"Bilmiyorum, biliyor olsam sana sormazdım."

"Ama şüpheleniyorsun öyle değil mi? Asıl şüphelenmesen böyle bir şeyi sormazdın."

Yutkunmak zorunda kalmıştı, söylemesi gerekenleri kestiremiyordu. Onu kırmamam gerek diye düşündü. Keia konusu omuzlarına bir felaket gibi yıkılmışken yenilerini ekleyemezdi. Alita gözlerinin içine herhangi bir tereddüt duymadan bakarken uzanıp elini kavramıştı.

"Seninle tanışmadan önce birçok kadınla birlikte oldum. Ama şimdi hiçbiri umurumda değil, senden başka birini istemiyorum. O yüzden, vereceğin cevap benim için hiçbir şeyi değiştirmez. Yirmi beş yaşındaki bir kadının hayatındaki ilk erkek olamayacağımı biliyorum, benim için ömrünü birlikte geçireceğin son adam olmak daha kıymetli."

Alita'nın soğuk, mavi gözleri önce ellerini sonrasında ise yüzünü bulmuştu. Derin bir nefes alıp kendini geriye çektiğinde avucu parmaklarının arasından sıyrılmıştı. Üzerindeki işlemeli elbisenin eteklerini düzelterek ayağa kalktığında gözlerinin içine bakıyordu. Yüzü kasılarak donuklaşmıştı, bakışlarına yerleşen bu ifadeyi biliyordu. Karısı, herkesin aşina olduğu soğuk ve kibirli Prenses Alita'ya dönüşmüştü. Konuşurken sesi keskin, soğuk buzu andırıyordu.

"Cevaplarımda dürüst değildim Alois, seni kızdırmaya çalışıyordum. Fakat samimi düşüncelerini paylaştığın için teşekkür ederim, bana olmam gereken kadın hakkında yeni bir ders verdin."

Yazan; İlknur DUMAN

*  *  *

Selam ! Biliyorum çok geciktim ve çok beklettim, özür dilerim fakat aradan Düş'ü çıkardık :( Finalini yazmak ömrümden ömür aldı diyebilirim. Artık tek hikayemiz Kuzguni, tüm dikkatimi buraya vereceğim ve elimden geldiği kadar sık bölüm atmaya çalışacağım. Bir duyuru yapmıştım, görenleriniz vardır. Tekrar aynı şeyleri söyleyip tekrara düşmek istemiyorum, verdiğim emeğin karşılığını göremediğimi düşündüğüm için - hem Kuzguni hem de Düş için konuşuyorum - oy sınırı koyma kararı aldım. Hepimizin beklemekten ağaç olmaması için sınırı yirmi beş beğeni olarak koyuyorum. İyi niyetli davranacağınızı düşünerek yorum için bir sınırlama getirmek istemedim. Okuyan herkesin  verdiğim emeğe saygı gösterip küçük yıldıza tıklayarak oy vermesini rica ediyorum. Hikayeye yaptığınız yorumlar benim karşılıksız yaptığım bu işte sanırım tek kazanç kaynağım, esirgemezseniz sevinirim. Hepinizi kocaman öptüm, kendinize iyi bakın, şimdiden herkese hayırlı bayramlar :-*

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top