⚜️Bölüm 33 - "Azizler & Günahkarlar"⚜️

"Aliud ex alio malum."

⚜️⚜️⚜️

Alita rüyasında dört ya da beş yaşlarındaydı, Kuzgun Tepe'ydi. Şatonun büyük salonlarından birinin duvarlarını süsleyen mozaikleri gösterirken babası onu kucağında taşıyordu. O yaşlarda bu rengarenk taşların ne anlama geldiğini dahi bildiği söylenemezdi. Evleri olarak gördüğü, kuleleri adeta bulutlara değen şatonun her bir salonunda, aile tarihlerine atıfta bulunan mozaikler bulunuyordu. O an karşısında durdukları tasvirde, Duviel'in özerkliğini kazandığı Sınır Savaşı renkli taşlarla duvara aktarılmıştı. Alita, siyah aile flamalarının dalgalandığı, yerde insanların olduğu, üzerinde kuzgun arması olan bir adamın kılıcını göğe kaldırıp arkasındaki kalabalığa öncülük ettiği bu tasviri o yaşlarda korkutucu ve karmaşık bulsa dahi gözlerini kaçırmamakta ısrar ediyordu. Onu tek koluyla taşıyan babası Adon, yaslandığı kalın ahşap masadan doğrulup ileri çıkmıştı. İşaret parmağını ileri uzanıp kılıcını kaldırmış adamı gösterirken bakışları üzerine dönmüştü.

"Söyle bakalım, bu adam kim tanıyor musun ?"

Alita'nın babasına benzeyen meraklı, çekik gözleri kısa bir an tasviri baştan sona incelemişti. İnatla, yerdeki kanlı cesetlere bakmak istemiyordu. Aile armalarını taşıyan zırh giymiş askerlere ve kılıcını kaldıran öndeki adama son kez göz gezdirdikten sonra başını kaldırıp yüzünü onu izleyen babasına çevirmişti.

"Üzerinde kuzgun var, bizden biri mi ?"

"Evet. Onu tanıman gerek, büyükbaban Arcleon Waldorf. Bak, görüyor musun ? Ordumuza öncülük ediyor."

Alita gür kirpiklerini kırparak babasını dinliyorken, bakışları bir kez daha mozaik tasvire dönmüştü. Yerdeki insanları gördükçe korkudan küçük vücudunu irkiliyordu. Karşısında durdukları manzara yetişkin biri için gayet sıradanken, henüz beş yanına girmemiş bir çocuk için tüyler ürperticiydi. Korktuğunu fark eden Adon, onu kucağında tutuyorken daha sıkı kavramıştı. Bununla birlikte tekrar başını kaldıran Alita yutkunduktan sonra çekinerek konuşmuştu.

"Yerdeki insanları o mu öldürmüş ?"

"O insanlar evimizi almak istediler, büyükbaban da buna izin vermedi. Her birimizin yapması gerektiği gibi ailesini korudu."

"Neden ? Neden evimizi almak istediler ki ?"

"Henüz anlaman mümkün değil, ileride göreceksin. İnsan doğası böyledir, kimse kendinden güçlü olanı sevmez. Tepede olan, tırmananları her zaman ezmek ister."

Alita babasının söylediklerinden hiçbir şey anlamamıştı. Mozaiklerin alt kenarına baktıkça yerde yatan insanlardan can bulacaklarmış gibi korkuyordu. Başını omzuna yasladığında, Adon yüzüne gelen saçlarını eliyle düzeltmişti. Onu kucağında taşırken aynı zamanda mırıldanıyordu.

"İleride ben ve kardeşlerin de bu mozaiklerin birinde olacağız."

Alita babasının gömleğini tutarak başını kaldırmıştı. Bu mozaikler ona zafer ve gücü değil, ölümü ve korkuyu hatırlatıyordu. İyiyi ve kötüyü ayıramadığı zihninde kısa bir an adamı kılıç tutan atası Arcleon'un yerine koymuştu. Bu hayal, ona kendini pek de iyi hissettirmemişti. Ne babası Adon'u ne de kardeşleri Magnus ve Hagen'ı mozaiklerde görmek istemiyordu.

"Neden ? Biri evimizi mi almak istiyor ?"

Sözleri babasını güldürmüştü, Alita yaslandığı göğsünden yükselen sesi hissetmişti. Adamın nadir ortaya çıkan gülüşü onu her zaman mutlu etse de o an hissettiği korku daha ağır basmıştı.

"Hayır, artık kimse evimizi bizden alamaz. Ama günü geldiğinde, baban onların evlerini ellerinden alabilir." 

"Ben başka bir eve gitmek istemiyorum."

"Neden ? Senin gibi akıllı ve güzel bir kızdan muhteşem bir prenses olur."

"Baba."

Alita baba dese dahi cümlesinin devamını getirememişti. Hala korkarak, göz ucuyla Arcleon'un ayaklarının önünde yatan kanlı cesetlere bakıyordu. Dudaklarını sıktığında, babasını elini çenesine yerleştirip başını kaldırmıştı. Adamın sonsuzluğa benzeyen uçuk mavi gözlerine baktığında, Alita boğuklaşan sesiyle savaşarak güçlükle konuşabilmişti.

"Ya onlar seni öldürürse ? O zaman hepimiz yalnız kalırız."

"Hayır, sakın böyle düşünme. Bak, dalından bir yaprak düştü diye ağaç yalnız kalır mı ? Ailemiz, bu krallığın gördüğü en gür, en kuvvetli ağaç. Ne kadar yaprak dökersek dökelim, büyümeye devam edeceğiz. Eğer dallarımızı uzatmaktan çekinirsek, hep kısa kalırız."

Adon, onu koluyla kavrıyorken hafifçe daha yukarı kaldırıp kendi yüzüyle aynı hizaya getirmişti. Gözlerine bakarken hala gülümsüyordu, konuşmadan önce üzerine doğru eğilmişti.

"Kim bilir ? Belki bir gün bu mozaiklerde sen olursun."

Alita gözlerini kaçırmasa dahi babasının göğsünde birleştirdiği parmaklarını kıvırarak uçlarını birbirine bastırmıştı. Başını usulca iki yana sallarken saçları küçük omuzlarını gezmişti.

"Hayır, istemiyorum. Ben kimseyi öldüremem."

"Korkuyor musun ?"

"İstemiyorum."

Adon gözlerinin içine bakıyorken parmaklarını saçlarından geçirip okşamıştı. Alnını öpüp onu kendine çektiğinde, yönünü tekrar mozaiğe çevirmişti. Alita başını omzuna yaslamışken, korkusunu hissetmişçesine onu sıkıca kendine çekiyordu.

"Henüz yaşın küçük fakat sana ileride hatırlamanı istediğim bir nasihat vereceğim. Bunu ister kendin kullanırsın, ister anne olduğunda çocuklarına öğütlersin. İnsanlar düzenin hep iyi ve kötü, siyah ve beyazdan oluştuğuna inanırlar. Fakat yakından bakarsan, kimsenin  kendi içinde keskin bir ayrımı olmadığını görürsün. Hiçbirimiz ne tamamıyla aziz ne de tamamıyla günahkar olabiliriz, irademiz buna izin vermez."

Alita babasının konuşmasını dinlerken gözlerini Arcleon'dan ayıramamıştı. Adam aile armalarını üzerinde taşıyordu, onlardan biriydi. Yine de, ayaklarının ucundaki cesetleri gördükçe Alita atasının iyi biri olduğuna inanamıyordu. Onun küçük gözlerinde, ölenler sebebi ne olursa olsun canlarını verdikleri için masumdular. Arcleon ise gururla kaldırdığı kılıcı ile korkunç bir katildi. Ailelerini korumuş olmasını, iyi ya da kötünün arasındaki belirsizliği düşünemiyordu. Arcleon Waldorf adam öldürmüştü ve katildi, bu onu Alita'nın gözünde kötü adam yapmak için yeterli geliyordu.

O kendi içinde düşüncelere dalmışken babası ona doğru dönmüştü. Tekrar göz göze geldiklerinde Alita başını omzundan kaldırmamıştı. Saçları adamın sırtına dökülüyorken ona sıkı sıkıya sarılıyordu. Mozaiklerin renkli taşlarını sevse de anlattıkları hoşuna gitmemişti, ne babasının ne de kardeşlerinin Arcleon gibi olmasını istemiyordu. Yine de küçük kalbinde, adamın savaşmaya oldukça hevesli olduğunu o gün hissetmişti.

"İyilik ve kötülük vicdanımızı rahatlatmak için kendimizi kandırdığımız bir illüzyondur. Günün sonunda azizler ya da günahkarlar değil, korkusuz olanlar kazanır."

*  *  *

Saline gün ışığının süzüldüğü geniş dairenin içinde işleyen kuş seslerinin uykuya dalan prensesi rahatsız edebileceğini düşünmüştü. Yetimhaneden döndüklerinde karnının acıktığını söyleyip büyük bir bardak süt içen Alita banyonun hazırlanmasını emrettikten sonra boş şöminenin önündeki oval sandalyesinde uyuyakalmıştı. Rinda ve Rita banyoyu onun içi hazırlasalar dahi, onu uyandırmaktan çekinmişlerdi. Saline ikisi kadar korkmasa da, hamile kadının uykuya ne kadar düşkün olduğunu biliyordu. Bu yüzden, bilerek rahatsız etmemiş, kızlara da sessiz olmalarını tembih etmişti. Cıvıltıları gittikçe artan kuşların onu rahatsız edebileceğini düşünüp ağır adımlarla ilerleyerek balkon kapısını örtüp mandalını çevirdiğinde, Alita sıçrayarak küçük gözlerini aralamıştı. Çıkardığı cılız sesin kadını uyandırmasına üzülen Saline, tekrar yanına sokulduğunda ellerini önünde birleştirerek özür dilemişti.

"Bağışlayın prenses hazretleri, sesin sizi rahatsız edeceğini düşünmüştüm."

Alita uykulu olan şiş gözlerini kapatıp içine derin bir nefes çekmişti, ayaklarını hala önündeki kürk kaplı küçük tabureye uzatıyordu. Elini karnının yerleştirmiş ovarken, genizden gelen sesiyle mırıldanarak söylenmişti.

"Banyo hazır mı Saline ?"

"Emrettiğiniz gibi hazırlandı majesteleri."

Teşekkür ettiğini fısıldayan prenses gözlerini araladığında acı çekiyormuşçasına elbisesini çekiştirmişti. Saline, bunun sebebini biliyordu. Kadın, yetimhaneye gitmek için yola çıkmadan önce hazırlanırken adeta zırhı andıran kalın bir korse giymişti. O kadar kalın ve ağırdı ki, canını yakıyor olmasına şaşırmamıştı. İlk anda, giyinmesine yardım ederken sebebini sormak istemişti. Fakat onu aynanın karşısına geçmiş karnına bakarken gördüğünde buna gerek duymamıştı. İzni olmadıkça kimse muhafızlarını aşıp prensesin yanına yaklaşamıyordu. Fakat o yine de, alabileceği herhangi bir darbeye karşı karnındaki bebeğini korumak için zırh gibi bir korse giymişti.

"Bir an önce üzerimdekileri çıkarmam gerek yoksa boğulacağım."

Söylenen Alita ayağa kalkıp elini yataklarının süslemeli, kalın ahşap direklerinden birine yaslayarak arkasını onlara dönmüştü. Rinda ve Rita banyo sonrasında giyeceklerini ve dairesinde kullandığı sabahlığını ayarlarken o elbisesinin sırtını saran iplerini çözmeye koyulmuştu. Tıpkı bir kafes gibi çelik çubukları olan korseyi çözdüğünde, Alita rahatlamışçasına soluğunu dışarı vermişti. Saline önce kalın elbisesini, sonrasında ise ağır korseyi sıyırarak vücudundan ayırmıştı. Beyaz, içini gösteren ince içliği ile kaldığında Alita ona bırakmadan ayaklarının ucuna biriken kumaş yığınını yana doğru itmişti.

"Ben uyurken Alois geldi mi ?"

Saline prensesin kocasına başkalarının yanında adıyla hitap ettiğine pek şahit olmamıştı. Onunla konuşurken dahi her zaman Lord Hallstein olarak bahsederdi. Fakat o an, belki de uykunun verdiği sersemlikle adını kullanmıştı. Hala yatağın kalın direğinden tutunuyorken bakışları omzunun üzerinden ona dönmüştü.

"Hayır efendim, Lord Hallstein'ı yanınızdan ayrıldığından beri görmedim."

Alita nefesinin altından kim bilir hangi cehennemde diye mırıldandığında Saline bunu duysa dahi duymazlıktan gelmişti. İnce içliğinin sırtındaki ipeği andıran parlak bağlarını çözüp omuzlarından usulca sıyırmıştı. Kadın çıplak kaldığında ilk dikkatini çeken giydiği korsenin vücudunda bıraktığı izler olmuştu. Prensesin teni mermer kadar beyazdı, en ufak bir baskı arkasında kırmızı bir iz bırakıyorken korsenin onu ne kadar zorladığını belinin çevresindeki çizgi izlerinden görebiliyordu. Bunun için üzülürken, kadının kalçası ile bacağının birleştiği dolgun kıvrımında bir başka iz görmüştü. Et çürüğüne benzediğini söylemezdi, rengi mor durmuyordu. Bilakis kan birikmişçesine küçük ve kırmızıydı. Saline buna benzer izleri küçükken kendi kolunda birçok kez görmüştü. Sözünden çıkıp annesini ne zaman kızdırsa kadın kolunu sıkarak onu silkelerdi. Biriken kan, onun çocukluğunda hatırladığına göre oldukça az olsa dahi, Saline artık bu küçük izin neden ortaya çıkmış olabileceğini tahmin ediyordu. Sadece biraz önce korsesi canını yaktığı için üzüldüğü Alita'yı izlerken sırıtmamak için dudaklarını sıkıca birbirine bastırmıştı. İçinden sürekli bu beni ilgilendirmez diye tekrar ediyordu. Fakat Lord Hallstein'ın kalça kıvrımındaki izi dişleriyle mi yoksa parmaklarıyla mı bıraktığını görmek için bakışlarının bir kez daha üzerine dönmesine engel olamamıştı. Diş izinin daha belirgin olacağını düşünüp adamın sadece kalçasını olması gerekenden fazla sıktığına kanaat getirmişti. Bunun için onu suçlayabileceğini sanmıyordu, karşısındaki kadının vücudunun banyo yaptığı lif fazla bastırıldığında dahi kızardığına bizzat şahitlik etmişti.

Ne saçmalıyorum ben diye kendini azarlayıp kadının içliğini ve yerdeki kıyafetlerini kucağına alarak doğrulmuştu. Rinda banyoya geçerken giyeceği ipek sabahlığını tutuyorken Rita kollarını ona doğru uzatıp topladığı elbiseleri istemişti. Saline ağır korseyi ve diğer çıkarılanları ona bırakırken, dairenin kapısı çalınmadan yavaşça açılmıştı. Başını çevirip arkasına baktığında, Lord Alois Hallstein'ın içeri girdiğini görmüştü.

"Alois sen ne yaptığını sanıyorsun ?"

"Özür dilerim, müsait olduğunu düşünmüştüm."

Prenses Alita hala genizden gelen uykulu ve huysuz sesi ile kocasına çıkışmıştı. Adamın yeşil gözleri ilgiyle üzerinde geziyorken, sadece sağ elinin parmak uçlarını oynatarak Rinda'ya sabahlığını işaret etmişti. Hizmetçisi bununla birlikte ileri çıkarak arkasına geçmiş, altın rengindeki ipeği onun için aralamıştı. Prenses, örgülerinin serbest bırakılmasıyla dalgalı hale gelen saçlarını hafifçe savurup kollarını sabahlığına geçirdiğinde, Lord Hallstein etrafındakileri umursamıyormuşçasına dairenin içinde ilerleyip ona doğru sokulmuştu. Saline, adamın gözlerindeki bu bakışa daha önce birçok kez denk gelmişti. Karısının çıplak ya da giyinmiş olması onun için hiçbir şeyi değiştirmiyordu, birbirlerini tanımıyor olsalar dahi Saline Lord Hallstein'ın prensese bu şekilde baktığını görse aşık olduğunu düşünürdü. Bakışlarındaki hayranlık hissini görmemek neredeyse imkansızdı.

"Hanımlar, siz akşam yemeği hazırlıklarıyla ilgilenebilirsiniz. Prenses hazretleri ile ben alakadar olacağım."

Lord Hallstein, ellerinden birini beline yerleştirip karısının üzerindeki sabahlığın önünü örtmüşken bakışlarını onlara çevirmişti. Saline belli etmek istemese dahi tereddütte kalmıştı. Ne yapması gerektiğini düşünüyorken, prensesin huysuz sesi bir kez daha işitilmişti.

"Yıkanmak istiyorum."

"Bunu ben halledebilirim."

"Alois, yorgunum ve kızlar ayaklarıma masaj yapacak. Bence inat etmeyi bırakmalısın."

Gülümseyen adam eğilip saçlarını öptükten sonra karısının kulağına ben hallederim diye fısıldamıştı. Saline bakışlarının hoş karşılanmayacağını bildiği için başını öne eğmişti. Daireden çıkmak için ikinci bir emri bekliyorken, Lord Hallstein tekrar konuşmuştu.

"Saline, Rinda ve Rita'yı alıp çıkabilirsin."

"Emredersiniz Lord Hallstein."

Saline bir adım geride bekleyen kızlara kaçamak bir bakış attıktan sonra prensese ve kocasına arkasını dönmemeye dikkat ederek daireden çıkmıştı. Daireye ait banyo ve yemek bölmelerine açılan diğer kapıların olduğu hol sıklıkla olduğu gibi boştu. Saline, kızlara akşam yemeği hazırlıklarını kontrol etmelerini söyledikten sonra ağır adımlarla holün açıldığı geniş fakat kısa koridora geçmişti. Etrafta nöbet tutan birkaç muhafıza öncülük eden Bergnan'ı ve Boldmin'i gördüğünde başıyla selam vererek yanlarından ayrılmıştı. Fakat arkasını dönüp attığı ilk adımında ağır bir zırhın peşinden hareketlendiğini işitmişti.

"Bayan Saline."

Gözlerini deviren Saline, ellerinden birini karnının üzerine yerleştirip yavaşça arkasını dönmüştü. Parlak ve gösterişli zırhıyla Boldmin karşısında duruyordu, bu kez nerede olduğunu bilmediği miğferini elinde tutmamıştı. Konuşmasını bekliyorken, uzun ve iri olan parmaklarını dağınık, kestane rengi saçlarının arasında gezdirmişti. Gözleri üzerinde gezerken yüzünde aşina olduğu o gülümseme asılı kalmıştı.

"Bir şey mi söyleyecektiniz ?"

"Evet. Geçtiğimiz gün Lord Hallstein'a karşı beni savunduğunuz için teşekkür ederim."

Söyledikleri Saline'in alnının kırışmasına yol açmıştı. Böyle bir şeyi yaptığını dahi hatırlamıyordu. İfadesi içine düştüğü karmaşayı öyle açık ortaya koymuştu ki Boldmin kendini açıklamak zorunda kalmıştı.

"Üç gün önce, Lord Hallstein'a geldiğinizi haber vermemi istemiştiniz. Sanırım aklınızdan çıktı, ben yine de size minnettarım."

Saline herhangi bir cevap vermek yerine sadece gülümsemişti, pek içten ve samimi olduğunu sanmıyordu. Yapabildiği en resmi şekilde tebessüm ederek arkasını dönmüşken Boldmin'in bir kez daha Bayan Saline diye seslendiğini işitmişti. Tekrar arkasını döndüğünde,  kibar davranmak için dahi kendini zorlamamıştı.

"Özür dilerim vaktinizi çalıyorum. Biliyorsunuz, yakında yıldönümü kutlamaları olacak. Eğer müsaitseniz, şehirdeki şenlikte kavalyeniz olmayı çok isterim."

Yaz mevsiminin son ayıyla birlikte tüm krallıkta hem yılın bitişi kutlanır, hem de Tanrıça Tierra'ya tüm yaz toprağa bıraktığı mahsuller için şükran göstermek amacıyla kurbanlar kesilirdi. Yıldönümü kutlamaları olarak anılan bu eğlenceler yazın dördüncü ve son ayının ilk günüyle başlar, bir hafta boyunca devam ederdi. Şehirlerin sokakları süslenir, yemek, içki ve eğlence her köşede kendine yer bulurdu. Kutlamalar, aynı zamanda bekarlar için eş bulmak adına en gözde zamanlardı. Bu sebepten ötürü Saline genç muhafızın ne yapmak istediğini görmüş, teklifini lafı fazla uzatmadan reddetmişti.

"Bir kavalyeye ihtiyaç duyduğumu sanmıyorum."

"Sanırım yanlış anladınız, niyetim sizi kırmak değildi. Demek istediğim-"

"Özür dilerim daha fazla kalamayacağım, gitmem gerek."

Saline Boldmin'in güçlükle devam ettirdiği konuşmasına engel olup başıyla tekrar selam vererek arkasını dönmüştü. O koridorda ilerlerken Boldmin gözlerini üzerinden ayırmadan geriye adım atarak tekrar Bergnan'ın yanını bulmuştu. Saline prensesin iri muhafızının erkeksi kıkırtısını olduğu yerden işitmişti. Koridoru dönerken kaçamak bir bakış attığında, ona yakışmayan bir ifadeyle sırıtan Bergnan'ın Boldmin'le alay ettiğini görmüştü. Sesi cılız da olsa hala işitebiliyordu.

"Tam bir zavallısın Boldmin."

* * *

Hizmetçileri dışarı çıktığında, Alita belini kavrayarak ona doğru sokulmuş Alois'i üzerinden itmişti. Sabahlığını çekiştirerek ellerinden kurtarıp önünü kapatırken aynı zamanda söyleniyordu.

"Hayatımda senin kadar arsız bir adam daha görmedim."

Alois ne söylenmesine ne de onu üzerinden itmesine pek aldırış etmemişti. Etrafında dönüp elini kavrayarak onu kendiyle birlikte yataklarına götürmüştü. Oturmasını istediyse dahi Alita buna razı olmamıştı. Hala gülümseyerek onu izleyen kocası pek fazla direnmeyip yataklarının kenarına tek başına oturmuş, elini bırakmadan onu kendine doğru çekmişti. Konuşurken başını kaldırmış, gözlerinin içine bakıyordu.

"Rahip Humbelt'e karıma yapılan saygısızlığı affetmeyeceğime dair gayet sert mizaçlı bir mektup yazdım. Tahıl ve yün gönderilmeyecek, anlaştığımızdan oldukça düşük bir altın bağışlayacağım. Değirmenin suyu kesildiğinde yanlış yaptığını anlayacaktır."

Alita duyduklarından memnun olsa dahi bunun yeterli gelmeyeceğini biliyordu. Basit bir yetimhaneyi dizginlemek kocasının gücü dahilinde olabilirdi fakat vaat ettiklerini yerine getirmesi için çok daha fazlasına ihtiyaç duyduğunu düşünüyordu. Yavaşça içini çektiğinde, Alois önündeki sabahlığın parlak kuşağını çözmüştü. Belinin etrafındaki izleri fark ettiğinde alnı kırışmıştı, oturduğu yerde ne olduğunu anlamaya çalışırken gözlerini belinden ayırmadan mırıldanarak konuşmuştu.

"Alita, bu izler nereden çıktı ?"

"Dışarı çıkarken çelik korse giyiyorum, gördüğün gibi nerede kiminle karşılaşacağım belli olmuyor."

Alois sözlerinin karşılığında ellerini çıplak beline yerleştirip gün geçtikçe kendini belli eden karnını öpmüştü. Dudaklarını bebeklerinin üzerinde hissetmek Alita'ya garip gelmişti. Henüz evlenmemişken, çevresindeki kadınların birçoğundan kocalarının onları tıpkı bir damızlık gibi kullandığını duymuştu. Adamlar hamile eşlerine dünyadaki en önemli varlık onlarmış gibi eksiksiz bir ilgi gösterirken varisleri doğduktan sonra metreslerini onlara tercih ediyorlardı. Alita bu hikayelerden ruhunun derinliklerine kadar tiksinmişti. Sadece doğacak bebek için gösterilen sahte ilgiye dair hiçbir zaman talebi olmamıştı.

Fakat Alois, kabul etmediği bu durumun adeta diğer ucu haline gelmişti. Hamile kaldığı günden beri, adamın karnında büyüyen bebeklerine hiçbir ilgisi yoktu. Kendini tutamayıp isyan ettiğinde ona durumu henüz babalığa hazır olmadığını söyleyerek açıklamıştı. Alita, buna inanmak istese dahi içine düşen kurt onu yalnız bırakmıyordu. Alois, Victor hakkında sakladıklarını hamile olduğunu haberini aldıktan çok kısa bir zaman sonra öğrenmişti. O gün, çocuklarının iyiliği için yanında durması gerektiğini söylediğinde gözlerinin karnına nasıl döndüğünü hatırlıyordu. Asla dile getirmese dahi bakışlarındaki şüpheyi görmüştü, korku adeta ruhuna işlemişti. Hamile olmasa dahi, Alois'i böyle kaybetmek canını oldukça yakardı. Fakat hamileliği onun için her şeyi koca bir kabusa çevirmişti. Adeta kendini kaybedip başka bir adama dönüşen Alois'i Victor'la arasında hiçbir bağ olmadığına inandırması hem güç hem de sancılı olmuştu. Alita, hamile olmasa dahi sevdiği adamı böyle bir yanlış anlaşılma uğruna kaybetmemek için elinden gelen her şeyi yapardı. Fakat karnındaki çocuk onu Alois'e mecbur kılıyordu. Adamın en ufak bir iması onu tahttaki hakkından etmekle kalmaz, çocuklarını gayrimeşru durumuna sokardı. Alita'yı adamın karşısında ağlayarak kendine inanması için yalvartan his içine işleyen bu derin korkuydu. Konuşup bu sorunu aralarında çözmüş olsalar dahi her kavgalarında, Alois boşanmaktan her bahsettiğinde Alita'nın yüreğini ağzına getiren his bu karanlık korkuydu. Ne kadar kendini her şeyin yolunda olduğuna ikna etmeye çalışsa dahi bir yılan gibi içine çöreklenen bu korkuyu aşamıyordu.

Bu yüzden, Alois'in karnındaki bebek hakkında konuşmaması, yokmuş gibi davranması onu hem üzüyor hem de korkutuyordu. O an, karşısında dikiliyorken dudaklarını karnında, bebeklerinin üstünde hissetmek belli etmekten kaçınsa dahi Alita'yı sevindirmişti. Alois'in belini kavrayan parmakları korsenin bıraktığı soluk kırmızı izlere dokunmuştu, sıcak nefesini hissederken bir çocuk gibi kollarını beline sararak başını karnına yaslamıştı. Yüzünü ona çevirdiğinde Alita ellerinin güneşle rengi açılan saçlarına gitmemesi için kendiyle mücadele etmişti.

"Keşke tüm bunları biz hala yetimhanedeyken anlatsaydın, o zaman her şey farklı olabilirdi." 

"Birincisi, bu beni bir aptal gibi gösterirdi. Kocamın arkasına saklanıp kimseyi şikayet edecek değilim. İkincisi, senin kriz yönetiminde pek iyi olduğun söylenemez. Ne olduğunu dahi anlamadığım bir anda kendini kaybedip yere vurarak koca sandalyeyi parçaladığını hatırlıyorum."

"Güzel sevgilim, bunu bana sen mi söylüyorsun ?"

Alita gözlerini devirerek kollarından çıkmaya çalışmıştı fakat beline sarılan Alois buna izin vermemişti. Yüzündeki onu deli eden arsız ifade ile bu kez karnının üst kısmını öpmüştü. Geri çekildiğinde gözleri vücudunda gezmişti, parmakları ilk kez irileşmeye başlayan göbeğine dokunmuştu.

"Bu bebek kaç aylık ?"

"Alois, muhteşem bir babasın. Bebeğinin kaç aylık olduğunu bilmiyor musun ?"

"Bir aydan fazla olduğuna eminim ama tam tarih vermem mümkün değil."

Aldığı karşılıkla birlikte Alita usulca içini çekmişti. Kendi kendine Alois'ten daha fazlasını beklememesi gerektiğini öğütlüyordu. O an, bebekleri hakkında konuşuyor olması bile adam için büyük bir adımdı.

"Tam iki buçuk aylık hamileyim, iki hafta sonra üç aylık olacak."

Dudaklarını sıkarak usulca başını sallayan Alois meraklı gözlerle hala vücudunu inceliyordu. Parmakları önce karnında, sonrasında ise kalçalarında ve bacaklarında gezmişti. Gözlerine hoşlanmadığı muzip bir pırıltı yerleşmişken üst dudağını dişlerinin arasına alıp oturduğu yerde başını kaldırmıştı. Yeşil gözleri önce göğüslerini, sonrasında ise yüzünü bulmuştu.

"Çok güzelsin."

"Öyle mi ? Az önce ne kadar güzel olduğumu mu kontrol ettin ?"

"Hayır tabi ki, sadece..önceden pek hamile gibi durmuyordun. Karnının bu kadar belirginleştiğini ilk kez fark ettim."

"Hyvä Skurk, senin gibi ilgili bir adamın gözünden bu nasıl kaçtı ? "

Alita kocasının belini kavrayan ellerini kendinden uzaklaştırıp sabahlığının önünü kapatarak kuşağını bağlamıştı. Şöminenin yanında duran boy aynasına doğru ilerlerken başını hafifçe yana doğru eğerek kulağındaki küçük, altın küpelerini çıkarmaya koyulmuştu. Ayağa kalkan Alois'in peşinden gelmesi pek uzun sürmemişti. Aynada kendini izliyorken arkasından sarılarak vücudunu tekrar kollarının arasına almıştı.

"Gerçek olamayacak kadar güzelsin, ben de sana sahip olduğum için tüm krallıktaki en şanslı adamım."

"Alois, benim bu laflara karnım o kadar tok ki."

"Olsun, ben söylemekten bıkacağımı sanmıyorum. Hem boşuna huysuzluk ediyorsun, ne anladığını bilmiyorum ama ben dönüştüğün kadından hiç olmadığı kadar memnunum. Kilo almak sana yakışıyor."

Alois'in bu sözleri normal bir günde dahi onu sinirlendirmeye yetecekken o an dirseğini göğsüne geçirip kendinden uzaklaştırmasına yol açmıştı. Kocasının dolgun vücutlu kadınlara olan zaafını biliyordu, bunu hem tecrübe ederek öğrenmiş hem de bizzat kendisinden duymuştu. Alita ince ve uzun bir fiziğe sahipti, hiçbir zaman dolgun kıvrımları olmamıştı. Hamileliği ile birlikte aldığı kilolar göğüslerinde, kalçalarında ve bacaklarında kendini göstermeye başlamışken Alois iltifat ettiğini sanıyordu. Fakat işin aslında, yetimhanede tanıştığı rahibeden sonra bu sözleri işitmek onu hiç olmadığı kadar öfkelendirmişti.

"Gökler aşkına, ben ne dedim şimdi ?"

"Bence sus, olur mu ? Sana sinirlenmek için elimde bir ömür boyu yetecek kadar sebebim var, hiç durmadan yenilerini ekleyerek beni yoruyorsun."

Alita, çıkardığı küpelerini şöminenin önünde duran küçük sehpanın üzerine bırakıp doğrulduğunda Alois karşısında dikiliyordu. Biraz önceki arsız halinin aksine yeşil gözleri ansızın kararan gökyüzü gibi mahcubiyete bürünmüştü. Yetimhaneden çıktıklarından beri kendini suçlu hissettiğini biliyordu. Olan biteni anlattığında önce öfkelenmiş, sonrasında ise yol boyunca ondan özür dilemişti. O an, ellerine uzanıp avucuna almışken gözlerine aynı suçlu hisle bakıyordu.

"Bak özür dilerim, tamam mı ? Yetimhanede olanlar için binlerce kez özür dilerim, böyle bir saçmalıkla karşılaşacağın aklımın ucuna dahi gelmezdi. Keşke o adam ortaya çıktığı ilk an bana haber vermiş olsaydın, fare gibi saklanıp hamile bir kadını herkesin içinde tek başına köşeye sıkıştırmak ne demekmiş görürdü."

Alois bu söylediklerini sayısız kez tekrar etmişti. Rahip Ólatt'a ve yardakçısı Rahip Humbelt'e olan kızgınlığının en büyük sebebi onu yalnızken bu durumu düşürmüş olmalarıydı. Yapılanı hiçbir şekilde hoş karşılamıyordu fakat rahibin özellikle o yokken ortaya çıkması Alois'i daha fazla öfkelendirmişti. Alita sözlerinde inatla yalnız olduğunu vurgulamasının altında yatan sebebin bu olduğunu düşünüyordu.

"Bu durumun önüne geçebilmen mümkün değil Alois. Tapınaktakiler tıpkı hamam böceği gibi, deliklerden sızmayı oldukça iyi biliyorlar. Ben Rahip Humbelt'in dahi o rezil adamın yaptıklarından önceden haberdar olduğuna inanmıyorum. İmkanı olsa beni bir kaşık suda boğmak ister o kısımdan eminim fakat kazın ayağını böyle göz göre göre keseceğini sanmıyorum."

Alois kavradığı ellerini kendine çekerek öpmüştü. Kısa bir an sonra, Alita ne olduğunu dahi anlamadan tekrar kendini kollarının arasında bulmuştu. Hakarete uğradığını düşünen iradesiyle ne kadar savaşsa dahi, Alois'e sarılıp kollarının arasında kaybolmayı içten içe her zaman sevmişti. Çevresindeki birçok kadına göre uzun boylu ve gösterişliydi fakat Alois ona sarıldığında kollarının arasında eriyerek kayboluyordu.

"Hadi gel, seni yıkayalım."

Birlikte dairelerindeki banyo bölmesine geçtiklerinde Alois üzerindeki çıkarmaya koyulmuştu. İpek sabahlığının kuşağını çözüp omuzlarından dökülmesine izin veren Alita onu arkasında bırakarak sıcak havuza tek başına inmişti. Su vücuduna dokundukça ne kadar gerildiğini daha iyi anlıyordu. Yüzen çiçeklere dokunarak ilerleyip geniş, açık renk vitrayla perdelenmiş pencerenin önündeki mermer basamağa oturmuştu. O neredeyse göğüslerine yaklaşan su ile oynarken Alois üzerindekilerden kurtulup havuza girmişti. Yanına oturduğunda onu usulca belinden kavrayarak sağa çevirip kendine yaklaştırmıştı. Sıcak suyla ısladığı saçlarını yıkıyorken Alita elinde olmadan tekrar yetimhanede karşılaştığı rahibeyi düşünmüştü. Yaşını tam olarak bilmiyordu fakat yüzünden anladığı kadarıyla yirmisini geçmiş olması imkansızdı. Benden genç diye düşündü, bu dahi canını sıkmaya yeterli gelirken adının Lucilla olduğunu öğrendiği rahibenin kocası ile daha önce de bir araya geldiğini düşünmek onu tamamıyla huzursuz ediyordu. O gün tanıştığı genç kız Alois'in bir kadında dış görünüş olarak beğendiği tüm özelliklere sahipti ; sarışın, minyon tipli ve dolgun vücutluydu. Alita, Alois'e bakarken kızaran yanaklarını düşündükçe önceden ne konuşmuş olabileceklerini daha çok merak ediyordu. Fakat bu durumu açıkça ele vermek niyetinde değildi, bu yüzden konuşmaya genel bir şikayetinden başlamıştı.

"Alois, seninle rahatsız olduğum bir mesele hakkında konuşmam gerek."

Köpüren saçlarını yıkayan Alois söylediklerinin ardından duraklamıştı. Şaşkınlık yaşasa dahi bunu atlatması kısa sürmüştü, saçlarının uçlarını avucunun içine alarak ovarken aynı zamanda mırıldanmıştı.

"Galiba yine başımı belaya soktum."

"Ben gayet ciddiyim."

"Söyle o halde hayatım, seni dinliyorum."

Alita saçlarını durulamasına izin vermeden kollarının arasında Alois'e doğru dönmüştü. Vücuduna bulaşan sabun köpüğünü ovarken vereceği tepki görmek istercesine gözlerinin içine bakıyordu.

"Diğer insanlarla birlikteyken hareketlerime hiç dikkat ettin mi ?"

Alois'in alnı bir kez daha kırışmıştı, yüzü garip bir şaşkın ifadeye bürünürken başını iki yana sallayarak konuşmuştu.

"Hayır, demek istediğim tabi ki seni izliyorum fakat ayrıntıları takip etmedim."

"Herhangi birinin yanında seninle olduğum gibi davranmadığımı fark ettin mi peki ?"

"Bu ne demek şimdi ?"

"Şu demek, insanlarla konuşurken onların gözlerinin içine bakmıyorum. Gülümsemiyorum, dokunmuyorum ya da beni duymuyorlarmış gibi üzerlerine doğru eğilmiyorum. Evli bir kadının yapması gerektiği gibi aramda hem davranış hem de alan olarak mesafe bırakıyorum."

Alois şaşkınlık içinde gökler aşkına diye mırıldanmıştı. Yeşil gözleri üzerinde gezerken ne hakkında konuştuğundan dahi haberi olmadığını görebiliyordu. Alita, Alois'in bu durumuna alışmıştı ve kötü bir niyeti olmadığını biliyordu. Fakat onun farkında bile olmadığı tavırları başkaları tarafından yanlış anlaşılabilirdi ve Alita artık bunun önünü almakta kararlıydı.

"Sorun Boldmin mi ? Çünkü evlendiğimizden beri senin dışında sürekli görüştüğüm tek insan o."

"Alois bunun herhangi biri ile alakası yok. Sen artık evli bir adamsın, insanlarla aranda mesafe olmak zorunda. Ben bu kadar kolay ulaşabilir biri olmanı istemiyorum. Davranışlarının ya da bakışlarının farkında olmayabilirsin fakat bu istekli biri için davetkar olabilir, yanlış anlaşılabilir. Önemsemediğin tavırların bir kadına umut verebilir, bunu asla bilemezsin."

Alita inatla isim vermekten ve dar açılı konuşmaktan kaçınıyordu. Fakat son sözleri Alois'in içine düştüğü karmaşayı çözmüştü. Yüzündeki şaşkın ifade yavaşça kaybolurken dudaklarına tedirgin bir gülümseme oturmuştu. Gözlerinin içine bakıyorken köpüğe bulanan elleriyle bir kediyi yatıştırıyormuşçasına saçlarını okşamaya başlamıştı.

"Umarım zavallı Lucilla hala yaşıyordur."

Kocasının ağzından Lucilla adını işittiği an Alita'nın bakışları çevresindeki herkesin aşina olduğu tehditkar halini almıştı. Kalbinde biriken ve asla hoşnut olmadığı bu hissi yansıtmamak adına sakinliğini korumak istiyordu. Olabildiğince sakin davranarak gözlerini devirmişti, içine derin bir nefes çekip soluğunu dışarı verirken önemsiz bir mesele hakkında konuşuyormuşçasına mırıldanmıştı.

"Ben bir isim verdiğimi sanmıyorum."

"Yapma lütfen, kıza nasıl baktığını gördüm."

Sözler Alita'nın dilinin ucuna gelmişti ; peki onun sana nasıl baktığını gördün mü ? Fakat bunun yerine gülümseyerek gözlerini kaldırmıştı. Oldukça alaycı bir üslupla konuşurken söyledikleriyle Alois'ten çok kendini ikna etmeye çalışıyordu.

"Peynir kokan bir köylüyü mü kıskanacağım ? Ben kim olduğumun farkındayım Alois."

Alita söylediklerine kendi içinde inanıp inanmadığından emin olamamıştı. Daha kötüsü Alois'i inandırabildiğinden de şüphe ediyordu. Adam sözlerine herhangi bir karşılık vermemişti, parmakları saçlarının arasındayken ona doğru uzanıp yanağını öpmüştü. Köpüğe bulanan vücudunu kavrayıp sırtını tekrar kendine çevirdiğinde bu ne demek şimdi diye düşünmeden edememişti, beni geçiştiriyor mu ? Bir an için ona dönüp kendini açıklaması için canını okumak istediyse de bu fikirden hızlıca vazgeçmişti. Lucilla konusunu uzatmanın sadece Alois'in gururunu okşayacağını düşünüyordu. Evliliklerinde, farkında dahi olmadan ipleri onun eline verdiğinden şüphe ederken kıskanıldığını hissetmesi Alita'nın kendine olan güvenini tamamen zedeleyebilirdi.

Huzursuz düşüncelerinin arasında kaybolmuşken Alois onu özenle baştan aşağı yıkamıştı. Aralarında pek fazla konuşmanın olduğu söylenemezdi, Alita kocasının mırıldanarak bir şeyler anlattığını işitse dahi kendini veremiyordu. Zihni onu huzursuz eden birçok düşüncenin cömert ev sahibi haline gelmişti. Kendi içinde hararetli bir konuşma gerçekleştiriyorken, onunla işi biten Alois suyun üzerinden aldığı pembe papatyayı kulağına yerleştirdiğinde başını kaldırmıştı.

"Uslu bir kız olup benim yıkanmamı bekler misin yoksa seni çıkarıp kurulamam mı gerek ?"

Alita için bu soruya cevap vermek için pek de zor olmamıştı. Sıcak sudan çıkmayı hiç ama hiç istemiyorken Alois'i gün batana kadar bekleyebilirdi.

"Sanırım uslu bir kız olacağım."

Gülümseyen Alois eğilip ıslak yanağını öptükten sonra yanına oturmuştu, onu tekrar köpüğe bulamamak için aralarında hatırı sayılır bir mesafe bırakmıştı. Dirseğini, güneşin yansıdığı ve suyun yetişmediği bir üst basamağa yerleştiren Alita başını eline yaslayarak oturduğu yerde yana doğru dönmüştü. Tapınaktan döndüğünden beri basit bir rahibeyi dert ettiği için kendi kendine kızsa dahi düşüncelerinin önüne geçememişti. Alois'i yıkanırken izlemek ona evliliklerinin ilk zamanlarını hatırlatmıştı. Düğünlerinin üzerinden neredeyse beş ay geçmişti fakat zihnindeki görüntüler sanki yıllar öncesine aitmişçesine uzak geliyordu. Hagen'ın ölümü hayatlarını alt üst etmeye yetmişken Ruyka'nın ortaya çıkardığı eski bir mendil evliliklerini hoyratça hırpalamıştı. Alita o sancılı sürece dair aşamadığı korkuları hala içinde taşıyorken, o gün karşılaştığı rahibe bir yenisini eklemişti. Victor'un eski sevgilisi olduğunu öğrendiğinde Alois ondan bir yabancıymışçasına uzaklaşmıştı, uzunca bir müddet ilişkilerinin geçmişte kalıp kalmadığından dahi şüphe etmişti. Alita, bu süre içerisinde adamın tapınağı oldukça sık ziyaret ettiğini duymuştu. O zamanlar, ziyaretlerinin amacının boşanmak olabileceğini düşünerek kendini harap etmişti. Şimdi ise rahibe huzursuz zihnine yeni bir şüphe düşürmüştü.

Alois'i izliyorken, genç kızın utanan kaçamak bakışları, kızaran yüzü tekrar gözünün önüne gelmişti. Sakin kalmak adına derin bir nefes çekip yavaşça dışarı bırakırken içinden belki de ben büyütüyorumdur diye geçirmişti. Aklında biriken olasılıklar bir kurt gibi göğsünü oysa da eğer aralarında bir his olsa Alois'in rahibeyi ona taktim edeceğini sanmıyordu. Fakat o kendini durdurmaya çalıştıkça, düşünceler bir sel gibi zihnine hücum etmeye başlamıştı. Rahibe ile tanışığını tahmin ettiği zaman içinde Alois onu Victor'la aldattığına inanıyordu. Boşluktaydı diye düşündü, o kızla benden uzakken tanıştı. Adını kendi içinde dahi kullanmaktan imtina ettiği Lucilla hem görünüş hem de manevi olarak onun sahip olmadığı her şeye sahipti. Yüzleşmekten kaçtığı, kabullenmek istemediği, canını yakan, gururunu inciten durum tam olarak buydu.

Tekrar içini çektiğinde, göğsüne soluğunu kesen bir ağırlığın oturduğunu hissetmişti. Alois'in onu aldattığına inanmasa dahi, rahibenin ilgisini çektiğini düşünüyordu. Kapıldığı huzursuz his ve paranoya içinde öyle ileriye gitmişti ki nefes alamamaktan korkmuştu. Hala Alois'i izliyorken, suyun altındaki eli yumruğa dönüşmüştü. Kendi kendini sakinleştirmeye çalışıyorken, zihninde Keia'nın sesini işitmişti.

Eğer rahibeden rahatsız oluyorsan bu kadar düşünmez üzerine basıp geçersin. Kraliçeler böyle yapar.

Alita Hagen'ı, metreslerini ve Helma'yı düşünmüştü. Nefret ettiği kraliçenin kocasının yatağına giren kadınlara ses çıkarmadığını biliyordu. Hagen onu hiçbir zaman sevmemişti, sadece koca bir krallığın huzuru buna bağlı olduğu için evlenmek zorunda kalmıştı. Böyle bir durumda kardeşine pek kızamasa dahi, Helma'yla aynı kaderi paylaşabileceğini düşünmek onu deliye çeviriyordu. Kraliçeleri bilemem diye düşündü, ama bana bu şekilde hakaret ederse rahibeden önce Alois'i öldürürüm.

Aklından geçen düşünce Keia'yı eğlendirmişti. Neşeli gülüşü zihninin içinde yankılanırken ona öğüt verircesine mırıldanmıştı.

Alois'in seni aldatmaya cesaret edebileceğini sanmıyorum. Yine de rahibeyi öldürmek istersen seve seve yardım ederim, tapınak böceklerinden nefret ediyorum.

İçinden ben de diye geçiren Alita gülmemek için dudağını ısırmıştı. Kendi içinde düşüncelere ve konuşmalara dalmışken Alois'in omzunun üzerinden bakarak onu izlediğini fark etmişti. Bu ne kadar uzun süredir yaptığını bilmiyordu. Hiçbir şey söylemeden oturduğu basamaktan kalkıp havuzun içinde derine inmişti. Belinin biraz daha yukarısına kadar yükselen suyla üzerindeki köpüğü arındırmıştı. Tamamen temizlendiğinde, ıslandığında olduğundan daha uzun hale gelen saçlarını arkaya yaslayarak yanına oturmuştu. Bir şey söylemeden önce onu kolunun altına alarak kendine çekmişti, çıplak ve ıslak olan vücutları birbirine yaslanırken gözlerinin içine bakıyordu.

"Keşke aklından geçenleri okuyabilsem, hayat çok daha kolay olurdu."

"Bu nereden çıktı şimdi ? "

"Bilmem. Sen söyle, ne düşünüyorsun ?" 

Alois'in sorusuyla birlikte yüzüne nedenini bilmediği garip bir gülümseme yerleşmişti. Dudaklarını ısırıp çekiştirerek kendini durdurmaya çalıştıysa da başaramamıştı. Aklından geçenleri düşündüğünde, gülümsemek ona garip geliyordu.

"Hiç, hiçbir şey."

Alita cevabının inandırıcılığından pek emin olmasa da üzerinde durmamıştı. Zaman harcayarak kendine hakaret ettiğine inandığı bu konuyu daha fazla düşünmek istemiyordu. Birlikte banyodan çıktıklarında, ıslak saçlarını ve vücudunu kurulayıp iç çamaşırı giymeden yosun rengi ipek geceliğini üzerine geçirmişti. Yastığını düzeltip sırtını yataklarının başlığına yaslayarak oturmuştu. Onun aksine, Alois gömleğini ve pantolonunu giymişti, akşam yemeğinde gecelik takımıyla olmaktan pek hoşlanmıyordu. Rinda ve Rita'nın ona masaj yaparken kullandıkları küçük yağ şişesini yanına alarak karşısına oturduğunda sol ayağını kucağına çekmişti.

"Sana, iyi mi yoksa kötü mü olduğunu kestiremediğim bir haberim var."

Avucuna döktüğü çiçek kokan yağ ile ayağını ovan Alois eğdiği başını kaldırmadan gözlerini üzerine çevirmişti. Alita, adamın ne söyleyebileceğini tahmin edemiyordu. Fakat bu kadar beklemiş olması onu rahatsız etmek için yeterli gelmişti.

"Bir sorun mu var ?"

"Tam olarak sorun denemez fakat biz yetimhanedeyken kuzenin Igor sessiz sedasız saraya gelmiş."

Igor'un adını  duyduğunda Alita oturduğu yerde doğrulmak zorunda kalmıştı. Daha o andan vücudunun gerildiğini hissediyordu.

"Ne demek saraya gelmiş ? Şu an burada mı ?"

"Hayır. Sevgili babası ile görüşmüş, sonrasında ise Ruyka'nın yanına geçmiş. Emin değilim fakat bu akşam orada kalacağını duydum."

Alita kendini tutamayıp dişlerinin arasından Ruyka'nın adını fısıldamıştı. Igor'un yeni doğum yapan kuzenlerini görmek istemesini yadırgamıyordu. Fakat dengeler bu kadar hassasken Ruyka'nın yanında durması onu rahatsız etmişti. Yaşananlardan sonra kadının ne anlatıp ne anlatmayacağından emin olamıyordu.

"Gustav ile görüşeceğim, bilgin olsun. Bu durumun seni daha fazla hırpalamasını istemiyorum."

"Seni muhatap olarak kabul etmez Alois, boşuna kendini yorma."

"Kabul etmek zorunda, emin ol. Seni cazibem için benimle evlendirdiklerini sanmıyorum, geleceğe yatırım yapıyorlardı. Korkarım kıymetli amcanın öngördüğü gelecek umduğundan erken kapısına dayandı."

Alois söylediklerinde kelimesi kelimesine haklıydı. Fakat yine de Alita içindeki korkuyu söküp atamıyordu. Endişelenmeyi bırakıp sırtını ona yaslamayı belki de her şeyden çok isterdi. Hagen yaşıyorken, sahip olduğu korkuların hiçbirini taşımıyordu. Kardeşi ona her zaman güç vermişti, Alita onun yanında güvende olduğundan şüphe duymamıştı. Fakat Alois henüz ona bu hissi vermiyordu.

"Ne amcamı ne de Igor'u tanımıyorsun."

"Onların da beni pek tanıdığı söylenemez."

"Bunu dert edeceklerini sanmıyorum."

"Bence etmeliler, ikisi de sidik yerine tahıl işemediği müddetçe Hallstein adına mecburlar."

Asabı bozulan Alita kendini tutamayıp kıkırdayarak gülmüştü. Ayağını ovan Alois gözlerini kaldırıp sırıtarak ona baktığında, dudağını ısırıp başını iki yana doğru sallamıştı.

"Alois, ikimizi de öldürteceksin."

"Hayır, Lord Gustav'dan senin için güzel bir taht alacağız."

*  *  *

Lauron yanındaki muhafızlarla Cam Köşk'e geldiğinde ana giriş kapısının önünde bekleyen Bergnan içeri geçerken ona eşlik etmişti. Gün ışığıyla birlikte etrafı adeta gerçek dışı bir güzelliğe sürükleyen çiçeklerin ve gür yeşil yaprakların arasından geçerek Alita'yı bulmuşlardı. Eldivenlerini giymiş, bahçe makasıyla geniş yapraklı pembe güllerini buduyorken seslerini işittiğinde başını kaldırmıştı. Gözleri birbirini bulduğunda içini çekerek doğrulup dalından ayırdığı çiçeği yanında bekleyen ikiz hizmetçilerinin tuttuğu tepsiye yerleştirmişti. Yüzü, ne için geldiğini biliyorcasına suçlu bir hal almıştı. Eldivenlerini çıkarıp iri makasıyla birlikte boşta olan hizmetçisine vermişti.

"Rinda, Rita ; beni dışarıda bekleyin. Bergnan, sen de kızlara eşlik et."

Bergnan başını eğerek aldığı emri yerine getirmiş, hizmetçilere eşlik ederek dışarı çıkmıştı. Baş başa kaldıklarında aralarında oldukça gergin bir sessizlik hüküm sürmüştü. Lauron, Alita'nın bir açıklama yapmasını beklemişti. Herhangi bir şey duyamadığında ise kendini daha fazla tutamayıp çıkışmıştı.

"Igor'un burada ne işi var ? "

Alita, üzerindeki altın işlemeli elbisesinin tülü andıran ince kollarını düzelterek ellerini önünde birleştirmişti. Güneşin değmesiyle rengi açılan gözlerini kısmıştı, onun aksine konuşurken oldukça kontrolüydü.

"Bu sarayda haberler beklediğimden çabuk yayılıyor." 

"Sanırım kuzenin taç giyene kadar sessiz kalmayı umuyordun." 

Söyledikleri Alita'yı rahatsız etmiş, kavisli kaşlarını kırıştırmasına sebep olmuştu. Herhangi bir şey söylemeden önce içine derin bir nefes çekmiş, başını hafifçe yana döndükten sonra usulca mırıldanmıştı.

"Anlatacaktım, doğum gününü berbat etmek istemedim."

"Teşekkür ederim, düşünceli davranmak için muhteşem bir zamanı seçmişsin. Kimse Igor Waldorf'un babasını ziyarete geldiğini konuşmuyor, bilgin olsun. Başını nasıl bir belaya bulaştırdığını tahmin etmek istemiyorum."

Lauron, dudaklarını sıkan Alita'nın huzursuzluğunu gözlerinde hissetmişti. Ellerini birleştirmişken Hagen'ın yüzüğünü parmağında çevirerek oynuyordu. Ondan sakladığı bir şeyler olduğunu dün ziyaretine geldiğinde hissetmişti. Daha öncesinde, dürüst davranmadığı noktalar olduğunu da seziyordu. Söylemekten çekindiği ya da sakındığı her ne varsa, birikip cerahatli bir yara haline gelmişti. Igor Waldorf'un Calabar'a ayak basması iltihabın patlamasına sebep olmuştu.

"Ben canımı kurtarmaya çalışırken, sevgili kuzenim Ruyka eski püskü bir mendille evliliğimi alt üst etti."

Lauron Alita'nın söylediklerinden ilk anda hiçbir şey anlamamıştı. Alnı kırışmış öylece bakıyorken, düşünmek istemediği ihtimal aniden zihninde belirmişti. Şaşkınlıkla kaşlarını kaldırmışken, Alita aklından geçenleri anlamışçasına başını sallamıştı.

"Bana öyle bakma, olanlarda suçum yok, hiçbir şey yapmadım. Victor, ona yıllar onun için işlediğim mendili hala saklıyormuş. Ruyka da bulunca ilişkimiz olduğunu düşünüp aklınca intikam almak istedi."

Lauron elini yüzüne götürüp kısa sakallarını sıvazlamıştı. Bu küçük husumetin nasıl bir felakete dönüşebileceğini düşünmek dahi istemiyordu. Bunu düşündüğü an içinden belki de çoktan koca bir felakete dönüşmüştür diye geçirmişti. Elini yüzünden çektiğinde kendini tutamayıp mırıldanmıştı.

"Seni uyardım, Victor'un bir gün ayağına dolaşacağı belliydi."

Suçlu bir hisle gözlerini devirip haklıydın diye mırıldanan Alita ona oturmak istediğini söylemişti. Birlikte, iri yapraklı deve tabanlarının önünde duran mermer banka oturduklarında Alita ona Victor'a ait sırlarının ortaya çıkmasından Alois'in Rahip Nigel ile  anlaşmasına kadar başından geçen her şeyi anlatmıştı. Alita'nın aksine duydukları Lauron'u şaşırtmamıştı, birçoğu kendi öngörülerinin can bulmuş haliydi. Onu belki de en çok öfkelendiren bu durumdu. Alita'yı evlendikleri günden beri kocasına karşı temkinli olması, kendini kaptırmaması konusunda uyarırken her şeyin bu hale gelmiş olmasına şaşırmıyordu.

"Bilmiyorum, her şey çığırından çıkmış durumda ve ben ne yapmam gerektiğini bilmiyorum."

"Igor'u tebrik etmekle başlayabilirsin."

"Lauron, halihazırda kendimi yeterince kötü hissediyorum. Pek yardımcı olmuyorsun."

"Seni Lord Hallstein hakkında uyardığımda beni azarlamıştın, umarım hatırlıyorsundur. Sevgili kocanın bir cam kadar şeffaf ve kırılgan olmasıyla övünüyordun, şimdi kırılıp canını yaktığı için kendisini bana şikayet etmeye hakkın yok."

Alita herhangi bir cevap vermek yerine sadece yutkunmuştu. Yüzüne vuran güneş teninin rengini açsa da yanakları kızarmaya başlamıştı. Fakat Lauron o an bunu göremeyecek kadar öfkeliydi, kollarını bacağına yaslayarak başını öne eğmişken gözleri Alita'nın üzerine dönmüştü.

"Seni uyardım, seni defalarca kez uyardım. Ne düşündün ki ? Mutluluğunu kıskandığımı mı ? Bak, geldiğin noktayı görüyor musun ? Artık parmağındaki yüzüğü çıkarıp kocanın çocuklarını doğurarak mutlu bir hayat sürebilirsin. Kim bilir, talihliysen belki bir gün Drindall'da düşes bile olursun."

Söyledikleriyle birlikte Alita sanki biri köşeden çıkıp parmağına saldıracakmış elinin üzerini kapatmıştı. Konuşurken hala gözlerini ondan kaçırıyordu.

"Bunun için parmağımı koparmaları gerek."

"Endişelenme, sevgili amcan aile mirası için gerekirse kolunu bile koparır."

"Lauron, Alois ile evlenmemi sen istedin."

Dile getirdiklerine rağmen konuştuğunda Alita'nın sesi suçlayıcı değildi, bilakis sıkışmışçasına çaresiz çıkmıştı. Gözleri güçlükle de olsa ona döndüğünde, Lauron oturduğu yerde yaklaşarak üzerine eğilmişti. Sesi oldukça sakin çıksa dahi sözleri içindeki öfkeyi ve hayal kırıklığını yansıtıyordu.

"Aptal aşığa dönüşmesi gereken Alois'ti."

"Bu ne demek ? Sen de mi amcam gibi düşünüyorsun ?"

Lauron cevap vermek yerine sadece Alita'nın gözlerine bakmıştı, ne demek istediğini anladığını biliyordu. Lord Gustav'ın henüz fark ettiği gerçeği o en başta tahmin etmiş, ısrarla önlem almaya çalışmıştı. Konu hisleri olduğu zaman karşısındaki kadının uçlarda hareket ettiğini biliyordu. Korktuğunda kendi kendini tüketip terleyerek sıçradığı kabuslar görürdü, öfkelendiğinde bir fırtına gibi önüne kattığı her şeyi yakıp yıkardı, kıskandığında ise saldırmak için uygun anı bekleyen vahşi bir yılana dönüşürdü.

"Ne söylememi bekliyorsun ? Geleceğini kendi ellerinle Alois'in merhametine bırakmışsın."

"Onu tanıyorum, umduğun kadar ileriye gitmez."

"Öyle mi ? Sevgili kocanın senden habersiz Rahip Nigel ile ittifak kurabileceğini umuyor muydun ?"

"Hayır. Ama eğer istersek bu durumu lehimize kullanabiliriz. Igor bu durumda tahta çıktığında, ne tapınağın ne de halkın desteği arkasında olmayacak. İnsanlar Alois'i seviyor, o benim yanımda olduğu müddetçe-"

Lauron daha fazla katlanamayacağını hissettiğinde elini kaldırarak Alita'yı susturmuştu. İlk anda bu kadar kör olabildiğine inanmak istememişti fakat onu adeta deliye çeviren gerçek kaçmak istese dahi karşısında duruyordu.

"Bunlar senin sözlerin bile değil, kocanın öğrettiklerini tekrar ediyorsun. Sana tek bir şey soracağım, çıkarlarınız denk düşmediğinde Alois'e karşı çıkacak cesarete sahip misin ? Acele etme, düşünerek cevap ver."

Alita ellerini kucağında birleştirmişti, parmaklarını tüm gücüyle birbirine bastırıyordu. Başını eğmemişti ya da gözlerini kaçırmamıştı. Fakat gözlerinin içine bakıyorken yaptığı hatanın farkına vardığını hissediyordu. Sorusuyla neyi ima ettiğini anlamıştı, cevap vermek yerine sessizliği seçmişti.

"Alois artık istediğinde başka bir kadının kılığına bürünebildiğini biliyor. Helma'nın sürekli, hiç durmadan ne sayıkladığının farkındasın değil mi ? Alita'ya hizmet eden sarışın bir kadın oğlumu zehirledi. Sevgili kocan, önüne serilen bu parçaları birleştirdiğinde ne düşünür ?"

İçini çeken Alita iri dudaklarını sıkmıştı, güneşin rengini açtığı gözleri parlıyordu. Lauron, bu konunun imasının dahi onu ne kadar üzdüğünün farkındaydı. Fakat önlerinde duran koca tehlikeyi onun da görmesini istiyordu.

"Tüm krallık Hagen'ın oğlunu senin öldürdüğüne inanıyor. Lord Hallstein bu durumu doğrularsa seni idam edilmekten kimse kurtaramaz. İleride bir gün, sana bu kadar aşık olmadığında onu Victor Mascarián ile aldattığını iddia edebilir. Bu cümle ağzından çıktığı an karnındaki çocuk gayrimeşru durumuna düşer. O gün eğer kraliçe olarak taç giymişsen hem tahtını hem de veliahtını kaybedersin. Eğer gücü yeterse idam edilmeni bile sağlayabilir." 

Geleceğe dair karanlık tahminlerini dinlemek Alita'nın canını yakmıştı. Gözleri parlasa dahi ağlamayacağını biliyordu, kendini tutmak için zorlarken birbirine kenetlediği parmaklarının eklemleri neredeyse beyaza dönmüştü. Lauron onu üzmeyi hiç istemese bile gözlerinin açılmasını istiyordu. Konuşurken amacı canını yakmak değil silkelenmesini sağlamaktı.

"Şimdi, lütfen cevap ver. Günü geldiğinde Alois'e karşı çıkacak cesarete sahip misin ?"

Alita dudaklarını sıkıyorken aldığı nefesler sıklaşmaya başlamıştı. Uzunca bir süre karşı koysa dahi, derin bir maviye sahip olan gözlerinden ilk damla süzülmüştü. Yanağının ıslandığını hissettiğinde hızla yüzünü silmişti. Lauron, kızaran ellerinin titrediği görmüştü. Bu onu tedirgin etmeye yetmişken Alita'nın nefesi ağırlaşmaya başlamıştı. Israrla ve telaşla yüzünü silmesine rağmen göz yaşlarını durduramıyordu, soluğu kontrolden çıktığında arkasına yaslanarak boğazını kavramıştı.

"Nefes..nefes ala..."

Alita kesilen nefesiyle cümlesine devam edememişti, boğazından hıçkırıkla ıslık arası boğuk, garip ses çıkmıştı. Ne yapacağını bilmiyormuşçasına ayağa kalktığında Lauron da onu takip etmişti. Güçlükle bir ya da iki adım atmayı becerebilen Alita önündeki iri mermer saksılardan birine yaslanarak eğilip iki büklüm olmuştu. Lauron, daha önce onu hiç bu halde gördüğünü hatırlamıyordu. Yaklaşıp kolunu kavrayarak doğrulmasını sağlamıştı, elleri üzerindeyken adeta bir yaprak gibi titriyordu. Yüz yüze geldiklerinde sakinleşmemişti, bilakis bu göz yaşları sıklaştırmıştı. Kesilen nefesine rağmen adını tekrar ederek ona bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Lauron, konuşmakta ısrar ederse daha kötü olacağını hissetmişti. Bu yüzden ıslak yüzünü kavrayarak onu anladığını göstermek istercesine başını sallamıştı.

"Şşş, tamam, tamam ne yapmak istediğini biliyorum. Neden böyle yaptığını biliyorum. Bana bak, bir yolunu bulacağız. Her zaman bulduk, şimdi de bulacağız."

Alita'nın yüzü göz yaşlarıyla sırılsıklamdı, hala düzgün nefes alamıyordu. Fakat Lauron'un sözlerine dişlerini sıkıp başını sallayarak karşılık vermişti. Kadının bitap halinden kendini sorumlu hissetse de, Lauron bu patlamanın bir birikimin sonucu olduğunu düşünüyordu. Tüm bunları öğrenmeden önce Alois ile aralarının kötü olduğunu hissetmişti. Konuştuklarıyla birlikte parçalar birbirine oturmuştu. Dün, laf arasında Alois'in bebekle pek ilgilenmediğini söylediği aklına gelmişti. Hayal kırıklığını saklamak için ne kadar uğraştığını hatırlamıştı. Bunu ilk duyduğunda tavrını adamın toyluğuna vermişti, Alita'da uzun zamandır hissettiği huzursuzluğun sebebini ancak anlıyordu O an gözlerine bakarken bu korkuyu uzun zamandır kalbinde taşıyor diye düşünmüştü.

Lauron kadının üzüntüsünü kendi içinde hissetse de bunu belli etmemeyi tercih etmişti. Elini cebine götürerek temiz bir mendil çıkarmıştı. O beyaz mendili ile yüzünü silerken Alita'nın kontrol edemediği nefesi daha düzenli hale gelmişti. Solgun yanakları tıpkı gözleri gibi ağlamaktan kızarmıştı. Konuşurken genizden gelen sesi, ağladığını gösterircesine boğuktu.

"Buna asla olmayacak, söz veriyorum. Alois bana hakaret edemez. Buna cesaret ederse ona bedelini ödetirim, ağır olur."

* * *

Alois çalışma odasında kardeşi Abel ile birlikte oturuyordu. Birlikte şarap içiyorlarken Abel ona şehirdeki genelevden kulağına çalınan dedikoduları anlatmıştı. Alois onu dinlerken kendini gülmekten alıkoyamıyordu. Abel, fahişelerden katibi Davis'in yatak sırlarını öğrendiğini söylediğinde kendini tutamayıp kollarını ahşap masaya yaslayarak öne doğru eğilmişti.

"Ciddi olamazsın. Davis gibi bir adamın nasıl bir fantezi dünyası olabilir ki ?"

"Açıkçası senin ufaklık beni şaşırttı. Kendini yatağa bağlatıyormuş, inanabiliyor musun ? Kadından üzerinde mum söndürmesini istemiş, acı çekmek adamı sertleştiriyormuş."

S*ktir diye mırıldanan Alois adeta kendi vücudu acımış gibi irkilerek geri çekilmişti. Farkında dahi olmadan yüzü buruşmuştu, Davis gibi bir adamın cinsel hayatı olduğundan dahi şüphe ederken öğrendikleri ona fazla gelmişti.

"Gökler aşkına, Abel keşke bunu bana anlatmasaydın. Artık adama her baktığımda yatağa bağlanmış hali gözümün önüne gelecek."

"İyi tarafından bak, katibinden ilham edinebilirsin."

"Hayır, teşekkür ederim. Hiçbir güç beni ellerim bağlı şekilde Alita'yla aynı yatağa sokamaz. Bu can güvenliğim için oldukça tehlikeli."

Sözleri Abel'i güldürmüştü. Fakat karısının dilinde bıraktığı yaranın sızısını hala hisseden Alois şaka yapmıyordu. Davis'in aksine acının onu sertleştirdiğini söyleyemezdi.

"Evliliğinde şiddet görüyorsan kardeşin olarak majesteleri ile görüşebilirim. Bu halin kalbimi acıtıyor."

"Sende o t*şak ne gezer, karımın karşısına geçsen kelimelerini seçerken altına işersin."

"Sende var da ne işe yarıyor ödlek herif ? "

Alois masanın üzerinde duran bardağına uzanırken yakında görürsün diye mırıldanmıştı. Yarısından fazlasını içtiği şarabını bir dikişte bitirip sürahiye uzanarak yenisi doldurmuştu. Karşısında oturan Abel tepesine diktiği boş bardağını ona uzatırken sahip olduğu alaycı ifade bir olsun dağılmıştı.

"Herkes Igor Waldorf'un gelişini konuşuyor. Tahta karının çıkacağını sanıyordum."

"Ortalık biraz karışık, Lord Gustav Rahip Nigel ile anlaştığımı işitmiş. Alita açıkça anlatmadı fakat sanırım onu güzelce azarlamış, tahta oğlunu çıkaracağını söylemiş. Bilmiyorum, bana blöf yapıyormuş gibi geliyor ama söz konusu o adam olunca ne yapacağını tahmin etmek mümkün değil."

Alois için durum gerçekten söylediği kadar karışıktı. Igor Waldorf'u daha önce sadece Duviel ziyaretinde görmüştü fakat adama dikkat bile etmemişti. Alita, adamın ikizi Ivar'a oranla daha soğuk ve ketum olduğunu anlatmıştı. Betimlemenin bu kadarı dahi Alois'i irrite etmeye yetmişken, adamın aile ticaretlerinin başında olduğunu öğrenmişti. Karısı gayet gündelik bir konudan bahsedercesine filo ve madenlerle o ilgileniyor dediğinde nutku tutulmuştu. Alois için böylesine büyük bir gücü yöneten birinin tahtta bocalamayacağını tahmin etmek pek de zor olmamıştı.

"Adam filo yönetiyor, hayal edebiliyor musun ? Ben hayatımda gemi bile görmedim, karımın ailesi kendi soyadlarını taşıyan bir filoya sahip."

"Ne olmuş ? Bizimde tarlalarımız, ekinlerimiz ve iri koyunlarımız var. Bir filoyla kıyaslanamaz belki ama satıldığında iyi para ediyor."

Alois Abel'in sözlerine kahkaha atarak gülmüştü. Arkasına yaslanmışken, gözleri açık olan pencereye dönmüştü. Batmaya yüz tutan güneşi fark ettiğinde aklına akşam yemeği için Alita'yı dairelerinden alması gerektiği gelmişti. Bununla birlikte elindeki bardağı tepesine dikerek şarabını bir kerede bitirmişti. Ceketini düzelterek ayağa kalktığında Abel'in omzuna vurmuştu.

"Kalk hadi, çıkmam gerek. Akşam yemeğine geç kalamam, Alita'nın ailesiyle olacağım."

Tıpkı onun gibi şarabını bitiren Abel boş bardağını masanın üzerine bırakmıştı. Birlikte dışarı çıktıklarında odasını kilitleyerek anahtarı cebine yerleştirmişti. Kapının önünde bekleyen Boldmin, Abel ile ilerliyorken bir adım arkasından onları takip ediyordu.

"Yarın tapınağa gitmemiz gerek. Annemin yaptığı bağışın geri kalanı henüz elime ulaştı, fazla bekletirsek mutlaka haberi olur."

"Kusura bakma ben gelemem, daha fazla karın ağrısı istemiyorum."

"Zaten rahiple anlaştığını öğrenmişler, hala neden korkuyorsun ? Senden gerçekten utanıyorum."

Alois koridorda ilerliyorken etrafını kolaçan etmişti. Onları kimsenin işitemeyeceğinden emin olduğunda Abel'e dönüp mırıldanarak konuşmuştu.

"Bu kez sorun rahip değil, rahibe."

Cümlesini bitirdiğinde Abel yüzünü buruşturmuştu. Gözleri üzerine dönmüşken olduğu yerde duraklamıştı, onu adeta tiksinerek süzüyordu.

"Sakın bana rahibe becerdiğini söyleme."

"Gökler aşkına, rahibe becerdiğim falan yok, kimseyi becerdiğim yok. Kapat şu lanet çeneni başımı belaya sokacaksın."

"Ne halta kıvranıyorsun o zaman ?"

Alois, Abel'in kalın kolunu olabildiğince kavrayarak kendi ile yürümeye zorlamıştı. Parmakları pazısını kavradığı an Abel kolunu kendine çekmişti. Yılgınca iç geçiren Alois gözleri hala etrafta gezerken sesini olabildiğince kontrollü kullanmaya çalışarak mırıldanmıştı.

"Dün yetimhanedeyken önceden tanıdığım bir rahibeye selam verdim. Alita imkanı olsa zavallı kızı gözleriyle boğacaktı. Her şey bu kadar tazeyken tapınağa gittiğimi öğrenirse beni öldürür."

Onu dinleyen Abel gözlerini şüpheyle üzerine çevirdiğinde sırıtıyordu.  Alois söyleyeceklerinin pek de iç acıcı olmayacağını tahmin etmişti ve kardeşi onu şaşırtmamıştı.

"Gözünü kalçalarına diktin, değil mi ?"

"Yüzüne bile bakmadım, Abel. Kız rahibe diyorum, gözünüzde nasıl bir adamım ben ?"

"Zamparanın tekisin."

"Ne münasebet, ben artık evliyim. Gözüm karımdan başka kimseyi görmüyor."

Abel sözlerinden sonra alay edercesine kıkırdayarak gülmüştü, demek gözün karından başka kimseyi görmüyor ha diye mırıldanmıştı. Usulca omzuna vurarak onu kendinden uzağa iten Alois gülmemek için kendini zorluyordu. Eğer gülerse, Abel'i haklı çıkaracağının farkındaydı, evlense dahi kötü şöhreti peşini bırakmıyordu.

"Ben ciddiyim. Tamam, yalan söylemeyeceğim güzel bir kalça görürsem belki hala bakarım ama bu karımı aldatacağım anlamına gelmiyor."

"Elbette aldatmazsın, biliyorum. Sende o t*şak ne gezer."

Alois sahte bir huysuzlukla yumruğunu tekrar Abel'in omzuna geçirmişti. Birbirleriyle itişip küfrederek yol ayrımına geldiklerinde Alois alay ederek tekrar görüşmemeyi dileyip dairelerine çıkan merdivenlere dönmüştü. Kısa yürüyüşünün ardından Boldmin'i koridorun başında bırakıp hole geçerek dairelerine açılan çift kanatlı kapıyı  çalmıştı. Alita'nın gelmesini söyleyen sesini işittiğinde kulpu çevirip içeri girmişti. Karısı, şöminenin yanındaki boy aynasının önünde ayakta dikiliyordu. Üzerine altın işlemeleri olan, açık kahverengi bir elbise giymişti. Siyah saçlarının üst kısmı kenarları bükülerek toplanmıştı, alt kısmı ise omuzlarına dökülüyordu. Tıpkı uzun kolları gibi tülden dikilen  yakası yüksek olduğu için kolye takmamıştı. Rinda'nın kadife mahfazada tuttuğu küpelere bakıyorken içeri girdiğini fark ettiğinde gözlerini üzerine çevirmişti. Alois, bir şeylerin yolunda gitmediği ilk o an anlamıştı. Karısının yüzünde ne gördüğünü söylemesi mümkün değildi fakat artık ona baktığında geçen hissi ayırabiliyordu.

"Merhaba."

Alita bakışlarını tekrar küpelerine çevirmişti, merhaba diye mırıldanırken sesi öyle alçaktı ki Alois ne dediğini çıkarmak için dudaklarını okumak zorunda kalmıştı. Usulca yanında sokulduğunda arkasına geçip elini beline yerleştirmişti. Hizmetçisinin elinde tuttuğu mahfazada birbiri ardına sıralanan küpelere şöyle bir göz attıktan sonra küçük, altın bir kelebeğin altından sallanan inci küpeyi göstererek mırıldanmıştı.

"Bence bunu seçmelisin, inci sana yakışıyor."

Alita kısa bir gözlerini her birinin üzerinde gezdirmiş, sonrasında ise uzanıp gösterdiği inci küpeleri eline almıştı. Aynaya dönmüşken, Rinda'ya ve bir adım ötede bekleyen ikiz kardeşine çıkabileceklerini söylemişti. Alois, arkasında duruyorken saçlarını bozmamaya dikkat ederek kenara çekip kulağını ortaya çıkarmıştı. Dairelerinde baş başa kaldıkları ilk anda ise elbisesinin üzerinden omzunu öpmüştü.

"Biri canını mı sıktı ? "

Başını eğerek küpesini takan Alita'nın gözleri aynadaki yansımaları üzerinden onu bulmuştu. Yüzü sıklıkla olduğu gibi ifadesiz ve soğuk olsa da Alois bakışlarından geçen huzursuz hissi fark etmişti. Alita da bu durumu saklamaya gerek duymamıştı.

"Hayır, sadece gerginim. Kendimi pek iyi hissetmiyorum."

"Eğer istemiyorsan yemeğe katılmak zorunda değiliz."

"Gerek yok, tavır gösterdiğimi düşünmelerini istemem."

Küpelerini takan Alita aynada kendini baştan aşağı süzüp görüntüsünden memnun kaldığında belindeki elini kavrayarak geri çekilmişti. Üzerindeki siyah ceketinin kenarlarını ve gömleğini düzelttikten sonra mırıldanmıştı.

"Artık çıkabiliriz."

Yüz yüze geldiklerinde Alois aynadaki yansımalarını izlerken dikkatini çekmeyen bir ayrıntıyı fark etmişti. Alita'nın gözleri kızarmıştı, pek belirgin olmasa da bu kadar yakından baktığında rahatlıkla seçilebiliyordu. Yüzünde ağladığına dair başka hiçbir olmasa dahi göz kenarlarına çöken, kaybolmaya yüz tutmuş kırmızılık olan biteni anlaması için yeterli gelmişti.

"Alita, sen ağlamışsın."

Alita içini çekerek gözlerini devirmişti, yüzüne tekrar baktığında onu geçiştirmek için çıkışmıştı.

"Eğer yemeğe gitmek istemiyorsan açıkca söyleyebilirsin, bahane bulmana gerek yok."

Alois karısının söylediklerini umursamamıştı. Uzun süredir altında ezildiği yükü artık tüm çıplaklığı ile görüyordu. Kendini iyi hissetmediğini söylemişken konuşması için daha fazla üzerine gitmek istememişti. Uzanıp elini kavramış, parmaklarını birbirine kenetledikten sonra dudaklarına götürerek öpmüştü.

"Seni zorlamayacağım, konuşmak istersen anlatırsın. Sanırım iyi bir koca olmak bunu gerektiriyor."

Alita'nın gözleri şüpheyle üzerinde gezmişti. Alois, bir an için hala Lucilla'yı dert edip etmediğini düşünmüş fakat bunu ona sormamıştı. Birlikte dairelerinden çıktıklarında, koridorun ucunda onları bekleyen muhafızların eşliğinde yemek salonuna geçmişlerdi. Alois, Kraliçe Brenna, Lord Gustav ve oğlu Igor Waldorf ile karşılaşmayı bekliyordu. Salonun çift kanatlı kapısı nöbet tutan muhafızlar tarafından açıldığında gösterişli yemek masasında oturan Ruyka'yı görmek onu şaşırtmıştı. Elini tutan parmaklarını sıktığında, Alita'nın da aynı hissi paylaştığını fark etmişti.

Karısının kuzeni Ruyka'yı görmekten neden hoşlanmadığını biliyordu, dün akşam ona Igor'u kendine karşı doldurmasından korktuğunu anlatmıştı. Alois'i rahatsız eden durum ise Victor'du. Yaşananlardan sonra adamla karşı karşıya gelirse kendini tutabileceğini sanmıyordu, bunun için çaba göstermeye bile niyetli değildi. Aynı masada oturmayı kabul etmek bir yana, uzunca bir süre aynı duvarların arasında nefes aldıkları için bile kendini yatıştırmak zorunda kalmıştı.

"Lord Hallstein, Alita. Biz de yemeğe geçmek için sizi bekliyorduk."

Alois, gözlerini Ruyka'dan çekip Ana Kraliçe Brenna ile geniş pencerenin önünde dikilen Gustav'a çevirmişti. Konuşurken yüzünde her an saldırıp etrafı alt üst edebileceğinin sinyalini veren garip bir gülümseme yerleşmişti.

"Benim hatam, özür dilerim. Lord Mascarián'ı göremiyorum, aramıza katılmayacak mı ?"

"Kendisinin daha önemli meşguliyetleri var. İşin aslında, ben sizi de aramızda görmeyi pek umut etmiyordum."

Alois gülümsemesini genişleterek kendi içinde ben de diyerek karşılık vermişti. Dişlerinin daha o andan tıpkı bir kapan gibi birbirine nasıl kenetlendiğini hissedebiliyordu. İçinden adama küfrederken, Alita'nın elini bir kez daha sıktığını fark etmişti. Bu kez şaşkınlığını göstermek için değil, dikkatini üzerine çekmek için yapmıştı.

"Alois'in bana eşlik etmekten daha önemli bir meşguliyeti yok, keza benim de öyle."

Alita'nın sözleri keskindi fakat gülümsemesi ve üslubuyla durumu yumuşatmıştı. Gözleri Ruyka'nın yanında oturan kuzeni Igor'a döndüğünde elini tekrar sıkarak onu da kendisiyle birlikte hareket ettirmişti. Masaya yaklaştıklarında adam yüzündeki aileye özgün soğuk ve kibirli ifadeyle Alita'dan önce onu süzerek ayağa kalkmıştı. Ruyka'nın omzuna dokunarak masanın etrafında dolaşıp karşılarına geçtiğinde Alois Alita'nın ne demek istediğini daha iyi görmüştü. Fiziksel olarak karşısındaki adam ikiz Ivar'dan pek farklı durmuyordu. Siyah saçları daha kısa kesilmişti, sakallarının da yeni tıraş edildiği belli oluyordu. Fakat aradaki asıl ayrım iri, buz mavi gözlerinde saklıydı. Ivar Waldorf ile karşılaştığında adamın kibirli bir züppe olduğunu düşünmüştü, Igor Waldorf ise babasından alışkın olduğu ifadesiz yüze ve donuk bakışlara sahipti. Alois gözlerine baktığında karşısında Gustav Waldorf'un durduğunu hissettmişti.

"Göz kamaştırıyorsun, seni her gördüğümde bıraktığımdan daha güzel buluyorum."

Igor kollarını aralayarak yaklaştığında Alita elini bırakıp ileri çıkmıştı. Birbirlerine sarıldıklarında Alois gözlerini Ruyka'ya çevirmişti. Üzerinde inciler olan gül kurusu elbise giymişti, Alita'nın aksine kalın bir korse kullanıyordu. Koyu kahverengi ve dalgalı olan saçlarını ördürmüştü. Alita ve Igor birbirlerine sarılmışken onları izliyordu, Alois yüzündeki ifadeyi pek düşmanca bulmamıştı.

"Igor, hoş geldin. Haberim olmadı, yoksa seni bizzat karşılamak isterdim."

"Haber verilmemesini ben istedim, gürültü çıkarmaktan hoşlanmadığımı biliyorsun."

Igor konuşurken gözleri Alois'in üzerinden ayırmamıştı. Alita'nın kolunu kavrayarak geri çekildiğinde yüzündeki gülümseme yavaşça soğumuştu. Kabalaştığı söylenemezdi fakat aralarına rahatça hissedilebilen bir mesafe yerlemişti. Tıpkı babası gibi, ifadesiz yüzü herhangi bir his taşımıyordu. Alita arkasını döndüğünde, kuzeninin koluna dokunarak onunla tanıştırmak istemişti.

"Sanırım Alois ile daha önce tanışmadınız."

Igor herhangi bir cevap vermeden önce bir adım öne çıkmıştı. Kardeşinin aksine, insanı ürperten gülümsemesi ile elini uzatmaya tenezzül etmişti.

"Lord Hallstein."

"Lord Waldorf, sizi aramızda görmek büyük şeref."

Igor, elini sıkarken sözlerine karşılık vermemişti. Kısa bir an gözlerine bakmış, sonrasında ise yüzündeki gülümsemeyi genişleterek geri çekilmişti.

"Lütfen buyrun, yerinize geçebilirsiniz."

Alois adam elini serbest bıraktığında içini çekmemek için kendiyle savaşmıştı. Alita ile karşılarına oturduklarında, bakışlarını hala üzerinde hissediyordu. Bu durum ona Lord Gustav ile ilk kez görüştüğü günü hatırlatmıştı. Adamın karşısında otururken, gözleri adeta ruhuna işlemişti. O an, itiraf etmek istemese dahi Igor Waldorf'un bakışları da üzerinde aynı hissi bırakıyordu.

"Ruyka, bir oğlun olmuş tebrik ederim. Çabuk toparlanmışsın, bu akşam seni görmeyi beklemiyordum."

Ruyka kuzenlerinden birkaç ton koyu olan mavi gözlerini usulca Alita'ya çevirmişti. Dolgun yüzündeki gülümseme pek sıcak olmasa dahi kibardı, karşısındaki aşağılamıyordu.

"Teşekkür ederim. Ne doğumda ne de sonrasında pek zorlanmadım. Aynı kolaylığı senin için de diliyorum. Hamile olduğunu işittim, umarım sağlıkla kucağına alırsın."

Alita ilk günden beri hamileliğinin duyulmasını istemiyordu. Onu dahi ailesinden başka kimseyle konuşmaması konusunda uyarmıştı. Bu yüzden, Ruyka'nın bu mahrem haberi öğrenmiş olması onu pek memnun etmemişti. Yarım ağızla teşekkür ederken, Kraliçe Brenna'nın gözleri üzerine dönmüştü. Herhangi bir tepki vermese dahi kaşlarının aldığı kavis, bakışlarına yerleşen şaşkınlık Alois'e onun dahi kızının karnında çocuktan haberdar olmadığını düşündürmüştü. Bu durumu garip bulsa dahi pek şaşırmamıştı, Alita'nın annesi ile arasının pek iyi olmadığını evliliklerinin ilk gününden beri biliyordu.

Her biri yerlerine geçtiğinde yemek servisi yapılmıştı. Masadaki neredeyse herkes deniz mahsülü tercih ederken Alois fırından çıkan kuzu kaburgadan ve soslu sebzeden almıştı. Yemek boyunca, gerek duyulmadığı müddetçe sohbetlerinde sessiz kalmayı tercih etmişti. Lord Gustav ve pek hoşlanmadığı oğlunun bakışları altında yediği yemekten dahi hiçbir şey anlamamıştı. Söz dönüp dolaşıp krallığı etkisi altına alan kıtlığa geldiğinde ise üzerindeki baskıyı sırtında çuval taşıyormuşçasına yoğun hissetmişti.

"Bugün için konuşmam gerekirse Karaburun'un büyük bir tahıl ihtiyacı olduğunu söyleyemem. Biz zaten her sene ithal etmek zorundaydık, yine aynı şekilde devam edeceğiz. Fakat bir savaştan bahsediyorsak, elimizdekinden çok daha fazlasına ihtiyaç duyacağız. Açıkçası ben bu noktada Lord Hallstein'dan umutluyum."

Igor sözlerini bitirdiğinde, Gustav Alois'in konuşmasına izin vermeyerek araya girmişti. Ondan bahsetmesine rağmen varlığını yok sayarcasına oğluna bakıyordu.

"Lord Hallstein'ın tahılları için biçtiği fiyatı ödeyebileceğini sanmıyorum. Kendine daha makul bir tüccar bulmanı öneririm."

Alois adamın sözlerine ilk tepkisi gülmek olmuştu. Yemek masasına oturduğu an hedefin kendisi olacağını hissetmişti, Lord Gustav ilk taşı atarak işkencesine başlamıştı.

"Öyle mi Lord Hallstein ? Ben meseleyi sizden dinlemek isterim."

"Dinlenecek pek bir şey yok, babanız kendisine tüccar değil kullanabileceği bir aptal arıyor."

Alois'in cesur sözleri masadakileri şaşkınlığı düşürmüştü. Alita bir anda bakışlarını ne yaptığını sorgularcasına üzerine çevirmişti. Fakat Alois'in o akşam durmaya pek de niyeti yoktu. Masanın ortasında dağ gibi duran husumetlerini görmezden gelip işittiği lafları kulak arkası etmek istemiyordu. Oturduğu yerde, kendisini tasdiklemesi için diğerlerinin aksine soğuk gülümsemesiyle onu izleyen Gustav'a doğru dönmüştü.

"Ben beklentilerinizi pek karşılamıyorum, öyle değil mi ?"

"Benim sizden hiçbir zaman ne umudum ne de beklentim olmadı. Alita nasihatimi dinlese bu masada oturuyor dahi olmazdınız, yeğenim için tercihim siz değildiniz."

"Emin olun Lord Gustav, seçme hakkım olsaydı ben de karım için sizin gibi bir amca tercih etmezdim. Ailenizi bilemem fakat hamile bir kadını kocasını öldürmekle tehdit etmek benim ahlak anlayışıma pek uymuyor."

Alois'in ilk sözleri şaşkınlığa sebep olmuştu. O an dile getirdikleri ise Gustav'ın kendisi dahil herkesi rahatsız etmişti. Alois ilk kez adamın ifadesinden kibir dışında bir his geçtiğini görmüştü. Ona bakıyorken soğuk gözleri keskin birer bıçak gibi bilenmişlerdi.

"Hatanızı gençliğinize veriyorum, bence şansınızı zorlamayın."

"Hatam tam olarak nedir ? Yaptıklarınızı dile getirmek mi ? Yerinizde olsam kendimden utanırdım. Alita kardeşi öldüğü günden beri korkunuzdan bir bardak suyu dahi gönül rahatlığıyla içemiyor. Siz ailenize bu şekilde mi sahip çıkıyorsunuz ?"

Yanıbaşında oturan Alita adını fısıldayarak kolunu kavramıştı. Masada ona doğru eğilmişti, gözlerinin içine bakarken sıklıkla gördüğü o tedirginliği taşıyordu. Alois, sadece bu hissi karısının yüreğinden silmek için bile Gustav'ın karşısında durabilirdi.

"Sizi bir daha uyarmayacağım. Sözlerinize dikkat edin, haddinizi aşmayın."

"Lord Gustav, size kötü bir haberim var. Haddimi çoktan aştım ve gördüğünüz gibi dilim kuruyup ağzımdan düşmedi."

Alois adamın bir şeyler mırıldandığını işitse dahi kelimelerini seçememişti. Tıpkı babası gibi Igor'un da soğuk gözleriyle onu izlediğini hissediyordu. O an, bir kişi hariç masadaki herkesin ilgisini çekmişti. Brenna bakışlarını onunla birlikte masanın başında oturan Gustav'dan ayırmıyordu.

"Bence bu kadarı yeterli, Lord Hallstein."

Alois karşısında oturan adama döndüğünde Alita kolunu sıkmıştı. Korkmadığı söyleyemezdi, Igor'un hissiz gözlerine bakarken hala ürperiyordu. Fakat her şey bu noktaya gelmişken susmak onun için bir seçenek değildi.

"Sözlerimden sizi tenzih ediyorum. Fakat kabul edersiniz ki babanız gibi bir adamla zaman geçirmek insanın asabını bozuyor."

Yemek salonuna adeta ölüm sessizliği çökmüşken gürültü zırh sesleri işitilmiş ve çift kanatlı ahşap kapı aralanmıştı. Yardımcılarından biri içeri girdiğinde Gustav keskin bakışlarını Alois'in üzerinden çekip yerinden kalkmıştı. Ona mühürlü bir mektup getiren adama eliyle geri çekilmesini işaret etmişti. Masadan uzaklaştıklarında, işitilmesi mümkün olmayan bir tonda mırıldanarak konuşmuşlardı. Alois konunun ne olduğunu kestiremese de Gustav'ın canını sıktığını fark etmişti. Alelade bir durum için aile yemeğinin bölünmeyeceğini biliyordu. Yardımcısı eğilerek selam verip dışarı çıktığında oralı dahi olmamıştı, yerinde kalarak elinde mektubun mührünü kırıp katlı kağıdı çekiştirmişti. Okudukları her neyse, onu en az masada işittiği sözler kadar öfkelendirmiş gibi duruyordu. Gözleri elinde tuttuğu kağıdın üzerinde tekrar tekrar gezdikten sonra masaya dönmüştü. Yerine oturduğunda, onu öfkelendiren mektubu katlayarak havaya kaldırmıştı.

"Bu elimdekinin ne olduğunu biliyor musunuz ? Savaş İlanı. İşte şimdi birbirimize düşebiliriz."

Gustav'ın sözleri herkesi adeta yerine çivilemişti. Alois bu anın eninde sonunda geleceğini biliyordu, kendini hazır olduğuna dahi inandırmıştı. Fakat adamın sözleri işittiğinde sırtından aşağı soğuk bir yelin indiğini hissetmişti.

"Kimden geliyor ?"

"Otis Dùpont. Reneen ve Gölvadi Dükü olmayı kabul etmediğini, vatan haini ilan ettiğimiz babası Harvey Dùpont'un meşru hak sahibi olduğunu yazmış. Kendisine gönderilen kraliyet emrine uymayı reddediyor."

Gustav dişlerini sıkıyorken elindeki mektubu masanın üzerine savurmuştu. Arkasına yaslanmışken sözler ağzından tükürür gibi öfke ve hınçla çıkmıştı.

"Bu üzerime bir ordu yollayın demenin en kibar yolu. Hazır olsak da olmasak da artık kağıt üzerinde savaştayız."

Yazan ; İlknur DUMAN

https://youtu.be/sV0j82V7pkM

Yukarı bırakmıştım bir kez de buraya eklemek istedim çünkü size söylemek istediğim bir şey var. Bu videoda kanal ismine baktınız mı ? 👀 Evet, Alita Waldorf yazıyor 🙋‍♀️ Youtube'da bölüme eklemek istediğim şarkıların düzgün çevirilerini bulamıyordum ben de sektöre girdim ksksld Bu ilk denemem o yüzden biraz acemiyim ama gittikçe kotarırım diye düşünüyorum 🤷‍♀️ Sizinle de paylaşmak istedim 😽♥️

* * *

İşte yeni bölüm ! Size kötü bir haberim var, benim bilgisayar yine sizlere ömür arkadaşlar. Bu sefer açılmıyor bile, tek umudum tamirden geri dönebilecek güce sahip olması çünkü bilgisayar fiyatlarına baktım ve yıkılmış durumdayım, ben piyasayı bıraktığımda nerelerdeydi şimdi nerelere gelmiş :') Allahtan bölümü yedeklemiştim mail hesabıma, sadece Son Akşam Yemeği'ni andıran kısmı telefondan yazdım. Kuzguni için ilk kısmın finaline yaklaştık, iki bölüm sonra paydos diyoruz. Aslında o konuda da aklımda soru işaretleri var. Okunması ite kaka 19 bin olmuşken bırakıp sıfırdan yeni bir hikaye yaratmak gözümü korkutuyor. Acaba yine bu başlıkta toplasak mı ? Yani üç kitap tek ciltte gibi düşünün - Kuzguni kafamda üç kısma ayrılıyor ve biz ilk kısmın sonuna geldik :') Lütfen benimle önerilerinizi paylaşın, açığım ♥️ Yorumlarınızı okumayı dört gözle bekliyorum, lütfen lütfen lütfen hikaye hakkında görüşlerinizi bana yazın. Ben yine +25 oy diyeceğim geçen bölüm 350 okunmayı geçmiş, sınıra zor ulaştık. Artık şöyle diyorum, hikayeyi beğenen ve devam etmesini isteyen herkes lütfen oy versin. Diğer türlü çıkarmam gereken mesaj okumak istemediğiniz olur 🤷‍♀️ Hepinizi çok ama çok öpüyorum, kendinize iyi bakın 😽♥️

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top