⚜️Bölüm 31 - "Yeni Kral"⚜️

"Ab imo pectore."

⚜️⚜️⚜️

"Alois ! Alois ! "

Alita telaşla dairelerinin ortasında yere yığılan Alois'in baş ucunda diz çökmüş, soğuk elleriyle yüzüne dokunarak onu kendine getirmeye çalışıyordu. Art arda adını sayıklarken yanaklarını ovmuş, işe yaramadığını fark edip kavradığı omuzlarını sarsmıştı. Alois'in gözlerini açmadığı her an kapıldığı endişe büyüyordu. Benim hatam diye düşündü, acele ettim henüz hazır değildi. O korkuyla ne yapacağını bilemezken zihninin içinde Keia'nın kahkahası yankılanmıştı. Tek bir kelime etmemesine rağmen, gülüşü dahi öfkeli olan Alita'yı çıldırtmaya yetmişti.

"Kapat çeneni !"

Alita kontrolünü kaybetmediği müddetçe Keia ile sesli konuşmazken o an kendini tutamayıp çığlık atmıştı. Sesi dairelerinin mermer duvarları arasında yankılanmış, dönüp dolaşıp onu tekrar bulmuştu. Sakinliğini koruması gerektiğinin farkındaydı, içindeki kadın korkularından, öfkesinden, kontrolsüzlüğünden besleniyordu. Ruhsal olarak zayıf olduğunda onunla başa çıkması neredeyse imkansızdı. İçine derin bir nefes çekerek hala yerde uzanan Alois'e döndü. Eliyle yanağına yavaşça vurarak tekrar seslenmişti.

"Alois, Alois beni duyuyor musun ? "

Baygın olan kocasından herhangi bir karşılık alamamıştı, fakat Keia konuşmaya uzun zamandır olmadığı kadar hevesliydi. Sesi sıklıkla sahip olduğu o alaycı kıkırtıyı saklıyordu.

Bencillik etmeyip ona dokunmama izin verseydin bunların hiçbiri olmayacaktı.

Alita tekrar çığlık atmamak için dişlerini sıkmıştı. Yer değiştirdiklerinde Keia ısrarlarına rağmen Alois'in üzerine yürümüştü. Öne çıkmasına izin verdiği bedenin arkasında bekliyorken, Alois'in yeşil gözlerine yerleşen korkuyu görmüştü. Geriye çekiliyorken Keia elini uzattığı an bağırarak uzaklaşmasını söylemişti. Alita kontrolü tekrar almak istediğinde Keia buna razı olmamıştı. Aralarında çıkan sürtüşme görüntüsünün dalgalanarak titremesine ve ikisinin bedenlerinin birbirine karışmasına sebep olmuştu. Karşısında duruyorken birden Keia'ya dönüşmesi bile Alois'i korkudan deliye çevirmişken Keia ile tek vücut halini almaları adamın bayılmasına yol açmıştı. Aralarındaki çatışma Alita için pahalıya mal olmuştu.

Bu işbirliğinde sürekli senin istediklerin gerçekleşiyor, artık sıkılmaya başladım.

Alita Alois'in omzunu sarsarken hala dişlerini sıkıyordu, kendi içinde kes sesini diye çıkışmıştı. O an Keia'nın huysuzluğunu çekebileceği bir noktada değildi. Fakat Keia onunla aynı fikri paylaşmıyordu.

Sarışın ve dolgun kadınlardan hoşlandığını itiraf etmişti, değil mi ?Seni bu öfkelendiriyor. İkimiz de bu tarifin kime uyduğunu biliyoruz.

İçinden tekrar, bu kez daha öfkeli bir şekilde kes sesini diye geçiren Alita Alois'i tekrar sarsmıştı. Onun bu hali aklına Magnus'u getirmişti. Yıllar önce, kendinden geçtiği bir anda kardeşine saldırıp bayılmasına sebep olmuştu. O an, güçlerinin Alois'in üzerinde işe yaramamasına bir kez daha minnet etmişti. Kocası yere çok sert düşmese dahi, ellerini saçlarının arasında gezdirerek başını yoklamıştı. Kan ya da şişliğe denk gelmediğinde, korkuyla buz kesen ellerini yanağına götürerek yüzünü ovmuştu. Adını birkaç kez daha seslense dahi Alois ne gözlerini aralıyor ne de karşılık veriyordu. Sıkıntıyla içini çekerek kapıya bakıyorken aklından Saline'i çağırmak geçmişti. Onu güçleri Alois'in üzerinde işe yaramıyordu fakat aynı durum Saline için geçerli olmayabilirdi. Bunu düşündüğü an, Keia zihnin içinde öfkeyle çıkışmıştı.

Saçmalama, rezil olmamızı mı istiyorsun ? Sahip olduğun gücün bir saygınlığı var. Bayılttığın kocanın başına herhangi bir büyücüyü getiremezsin.

Alita kendi içinde senden izin almayacağım diye söylense dahi Keia'ya hak vermişti. Alois'in korkudan bayıldığını biliyordu, zaman alsa bile kendine geleceğinden emindi. Fakat yine de içini garip bir korku sarmıştı. Bunun sebebi Alois'in bayılması mıydı yoksa kendine geldiğinde vereceği tepki miydi bilemiyordu.

Ne diye karşı koydun ki ? Alois'e ilgim olmadığını biliyorsun, sadece biraz eğlenecektim.

Nasıl korktuğunu görmedin mi diye içinden geçirdi Alita, seni rahat durman için uyardım, beni dinlemedin.

Sözleriyle birlikte Keia tekrar kahkaha atmıştı. Kadının gülüşü Alita'nın asabını tamamıyla alt üst ediyordu.

Korkması umurunda bile değildi, beni kıskandın. Aynı zihni paylaşıyoruz aptal.

Sıktığı dişlerinin arasından inleyen Alita dizlerinin üzerindeyken elini zemine döşenmiş mavi seramiğe vurarak kendini Alois'ten geriye itmişti. Bunu kabullenmek istemiyordu, bacaklarını karnına çekmiş, elleriyle yüzünü ovarken Keia'nın sesini bir kez daha duymuştu.

Ağlayacak mısın ? İnanamıyorum, Alois senin oyuncağın onunla istediğini yapabilirsin. Benim kimi istediğimi biliyorsun. Yıllardır bencil davrandığım bir başka konu da bu.

Alita kendini tutamayıp öfkeyle inleyerek bağırmıştı. Yankılanan sesini işittiği an gözleri Alois'in üzerine dönmüştü, hala hareket etmeden düştüğü yerde uzanıyordu. Bir an, onu dehşete düşüren bu duruma şükretmişti, Keia'nın kontrolünü böylesine kaybetmişken Alois ile yüzleşmenin ne kadar zor olabileceğini tahmin bile edemiyordu.

İstediğin kadar bağırabilirsin, adil davranmadığını sen de farkındasın.

"O adam benim kuzenim, budala!"

Dişlerinin arasından tekinsiz bir tonda mırıldanan Alita bu kez sesinin kontrolünü sağlasa dahi içinden konuşmayı başaramamıştı. Gözlerini Alois'in üzerine dikmiş, zihnini ele geçiren Keia ile tartışıyordu. Normalde bu kadar gürültülü olmayan kadına kontrolü tamamen vermemesi inadını körüklemişti, geri çekilmeyi kabullenemiyordu.

Senin kuzenin, benim değil. Ayrıca bu azize rolleri üzerinde sırıtıyor, Ivar'la aynı yatakta olma fikrinin seni de heyecanlandırmadığını söyleyebilir misin ?

Alita bir anda tükürürcesine konuşmuştu, vücudu adeta buz kesmişken belinden soğuk terler dökülmeye başlamıştı, kontrolünü gittikçe kaybediyordu.

"Midemi bulandırıyor !"

Yalancı. Kulede, altında kıvranırken de Ivar'ın kuzenin olduğunu aklına geldi mi ?Midenin bulandığını sanmıyorum, en az benim kadar onu istiyordun.

Keia'nın söyledikleriyle birlikte Alita başını hırsla iki yana doğru sallamıştı. Dizlerini karnına çekmiş, hala yerde oturuyordu. Yüzüne gelen siyah perçemlerini kulağının arkasına sıkıştırırken kontrolünü kaybetmemek için tüm gücünü harcasa da pek işe yaradığı söylenemezdi. Onu bu kadar çileden çıkaran hissin ne olduğunu bilmiyordu. Kendi kendine sakin olması gerektiğini telkin etse dahi bunu yapamamıştı. Kontrolü tamamen ona bırakmayıp Alois'le konuşmasına izin vermemesi Keia'yı öfkelendirmişti. Uzun zamandır sözünü dinlemediği için söylenirken o an canını yakmak için tüm kartlarını oynuyordu ve bu konuda Alita'dan daha başarılıydı.

Bir zavallı gibi ağlayacak mısın ? Artık gerçekten sana katlanamıyorum. Beni ne deliye çeviriyor biliyor musun ? İmkanı olsa kafanı koparacak cübbeli bağnazlarla aynı ahlak anlayışına sahipsin. Ivar'la yatmak istedin, kabul et. Bunda yanlış bir şey yok, şu an bile istediğim adamla birlikte olabilirsin. İstediğini yapabilirsin, önüne çıkan, sana engel olan herkesi ortadan kaldırabilirsin. Direnmekten vazgeç, doğru olanı sen de biliyorsun.

Tekrar başını iki yana doğru sallayan Alita ağlamamak için kendiyle savaşıyordu. Keia uzun zamandır şikayetçi olduklarını o akşam en yüksek perdeden dile getirmekte kararlıydı. Aralarındaki sorun Alois'e dokunmasına izin vermemesinden daha derindi, biliyordu. İstediklerini düşündükçe dişlerini sıkarak inlemek zorunda kalmıştı. O kendi kendine hayır diye mırıldanırken Keia azarlayarak çıkışıyordu.

Aptal, Gustav'ın gerçekten seni düşündüğüne inanıyor musun ? Mümkün olduğu ilk an kendi oğullarından birini tahta çıkaracak, vakit kazanmak için seni oyalıyor. Karnındakine hamile kaldığında onun için tüm önemini kaybettin. Eğer bir an önce onu ortadan kaldırmazsak, bir sonraki kralın önünde diz çökmek zorunda kalacaksın. Direnmekten vazgeç, Gustav'ı öldürmemiz gerek. Taht ile aranda duran tek engel o.

Kendine hakim olamadığını hisseden Alita ellerini yüzüne kapatmıştı, yanaklarına değen sıcak damlaların öfkeden mi yoksa korkudan mı döküldüğünü bilmiyordu. Vücudu hummaya yakalanmış gibi titremeye başlamışken Alois'i bir anda unutmuştu. Oturduğu yerde ileri geri sallanıyorken Keia hala ısrarla Gustav'ı öldürmeleri gerektiğini tekrar ediyordu. Katlanamadığı hissettiğinde feryat edercesine bağırmıştı.

"Yapamam ! Yapamam ! O benim ailem !"

Sesinin yankısına boğazından yükselen hıçkırıklar eşlik etmişti. Keia da o da uzun süredir biriken iltihaplarını o akşam adeta kusmuşlardı. Aralarında kısa bir sessizlik oluştuğunda, Alita kurtulduğunu düşünerek sevinmişti. Fakat umuda kapıldığı o an, Keia'nın zihninde can bulan soğuk sesi göz yaşlarını sıklaştırmıştı.

Senin ailen, benim değil.

* * *

Alois, başının arkasında hissettiği sızı ile gözlerini araladığında, kendine gelmesi zaman almıştı. Yüzünü buruşturarak gözlerini birkaç kez açıp kapasa dahi görüşünü dalgalandıran buğu gitmemişti. Vücudunda garip bir uyuşukluk hissediyordu, üzerine, onu tüm gün dağ bayır koşup kendini yatağa zor atmışçasına halsizleştiren bir yorgunluk çökmüştü.

"Alois ! Şükürler olsun !"

Zihni hala kendine gelememişken, pembe geceliğinin uçuşan kollarıyla Alita üzerine eğilmişti. Alois puslu gördüğü yüzünü hala seçemiyordu. Yeşil gözlerini tekrar üst üste kırptığında, görüntüsü mum ışığı gibi titremişti. Bu ona bir an için unuttuğu her şeyi hatırlatmıştı. Üzerine eğilen karısı yüzüne dokunmak istediğinde uzandığı yerde elleriyle kendini geriye itmişti.

"Alita, bu sen misin ?"

Sorusunun karşılığında herhangi bir ses işitmemişti, puslu görüntü dağılırken Alita'nın başını salladığını seçse de bundan tam anlamıyla emin olamamıştı. Uzandığı yerde parmaklarını gözlerine bastırarak yüzünü uzunca ovmuştu. İçine derin bir nefes çektiğinde yerinden kalkması gerektiğini hissediyordu fakat bacaklarının vücudunu taşıyabileceğinden emin değildi. Düşünceleri, hissettikleri, mantığı ve hayal gücü bir tüy yumağı gibi birbirine karışmıştı, ne yapması gerektiğine karar veremiyordu.

Konuşmadan, hareket etmeden, öylece ne kadar uzandığı hakkında hiçbir fikri yoktu. Ellerini yüzünden çekip gözlerini kırparak yavaşça araladığında görüşünü bulandıran buğu dağılmıştı. Dizlerinin üzerine çökmüş, onu izleyen Alita bir adım ötesinde duruyordu. Uzandığı yerde başını ona çevirdiğine, karşısındaki görüntü karısına aitti. Bir an için acaba hayal mi gördüm diye düşünmüştü. Şahit olduklarını nasıl bir mantığa sığdırabileceğini bilmiyordu.

Uyuşuk zihninde ihtimalleri düşünürken, Alita'nın çekik gözlerinin ıslak olduğunu fark etmişti. Pembe yanakları kızarmıştı, uzun kirpiklerinden düşen küçük bir iki damla hala gözünün kenarında duruyordu. Karısının kolay kolay ağlamadığını bilen Alois, bu durumu fark ettiğinde elini uzandığı zemine yaslayarak yavaşça doğrulmuştu. Hala çekinse dahi, uzanıp aralarındaki mesafeyi kapatarak ipek geceliğinin üzerinden kolunu kavramıştı.

"Sen ağladın mı ?"

Alita sorusuna herhangi bir cevap vermemişti. Alois, gözlerine yerleşen çekingen hissi seçebiliyordu. Onu izlerken iyi olup olmadığını kontrol etmek istiyor gibiydi, üzerinde gezen bakışlarına tedirginlik çökmüştü. Konuşurken sesi ağladığını tasdiklercesine boğuk ve genizden çıkmıştı.

"Senin için endişelendim."

Gördükleri Alois'i iliklerine korkutmuştu. Karısı gözlerinin önünde bir başka kadına dönüşmüş, sonrasında ise çarşaf üzerine resmedilmişçesine dalgalanıp hiç tanımadığı başka bir forma geçmişti. Bir açıklama bulamamak, Alita'nın sahip olduğu gücün ucunu kestirememek onu hala ürkütüyordu. Fakat yine de, bitkin ve uyuşmuş ruhunun hangi köşesinde saklı olduğunu bilmediği bir cesaretle yavaşça doğrularak oturmuş, temkinlice ıslanan kirpiklerinin arasından onu izleyen Alita'ya yaklaşmıştı. Gözlerinin içine bakıyorken elini usulca kaldırarak kızarmasına rağmen buz gibi soğuk olan yanağına dokunmuştu.

"Endişelenecek bir şey yok, ben iyiyim."

Alita herhangi bir karşılık vermemiş, sadece usulca başını sallamıştı. Donuk ifadesine rağmen gözlerine yerleşen tedirginlik Alois'i rahatsız etmişti. Dizlerinin üzerinde doğrulurken, kolunu kavradığı Alita'yı da kendisi ile birlikte kaldırmıştı. Karısı hala alacağı tepkiden çekinircesine onu izliyordu. Hissettiği suçluluk bakışlarından sesine ve kelimelerine yansımıştı.

"Özür dilerim, benim suçumdu."

İçini çeken Alois herhangi bir karşılık vermek yerine kolunu daha sıkı kavrayarak uzanıp örgüsünü çözdüğü siyah saçlarını okşamıştı. Aralarında hala hatırı sayılır bir mesafe olmasına rağmen ondan kısa olan Alita'nın üzerine eğilmişti, gözlerine bu kadar yakından her baktığında kendi yansımasını görüyordu. Bu durum çoğunlukla hoşuna giderken o an ürpermesine yol açmıştı. Keia'nın gülen yüzü, neşeli sesi zihninde tekrar tekrar canlanıyordu.

"Bakma öyle, iyiyim. Sadece kafam karıştı, bana tüm bunları açıklaman gerek."

Alita gözlerinin içine bakarak usulca tekrar başını sallamıştı. Saçlarının arasındaki elini kavrayıp onu kendisiyle birlikte dairelerindeki küçük masaya götürmüştü. Sandalyelerden birini çekerek oturmasını işaret etmiş, küçük bir tepsinin içinde duran bronz sürahiye uzanmıştı. Onun için doldurduğu bardağı önüne bıraktıktan sonra solunda kalan boş sandalyeye oturmuştu. Arkasına yaslanmış, onu izliyorken suyunu içen Alois bardağını elinde tutuyorken hafifçe öksürerek boğazını temizlemişti. Zihni hala karmakarışık bir halde olsa dahi beklemeye niyeti yoktu.

"Benim gördüklerim... Benim gördüklerim gerçek miydi yoksa hayal miydi ?"

Sorusuyla birlikte Alita kısa bir an gözlerini devirmişti. Elleri kucağındaydı, işaret parmağında taşıdığı hanedan yüzüğüyle oynuyordu. Kendine geldiği ilk an sahip olduğu çekingenliği üzerinden atmıştı, kaldırdığı bakışları hala tedirgin olsa dahi ifadesiz yüzü bunu saklamayı başarıyordu.

"Gerçekti. Bunu nasıl açıklamam gerektiğini bilmiyorum. Her şey gördüğün gibi, Keia benim zihnimde benimle birlikte yaşıyor. Tam tabiri bu olmasa bile biz aynı bedeni paylaşıyoruz. Söyleyecek pek fazla bir şeyim yok. Bu kadarını hayal etmediğine eminim fakat senin içinde iki farklı kadın var dediğinde haklıydın."

Alita konuşurken avucunda tuttuğu bardağı sıkı sıkıya kavrayan Alois başını iki yana doğru sallamıştı. Bunun nasıl mümkün olabildiğini anlayamıyordu. Uzun bir süre geçirmese dahi Keia'yı az çok tanımıştı, kulede kumar oynadığı, flört ettiği hatta yatağına almayı düşündüğü kadının hem karakter hem de fiziksel olarak Alita ile uzaktan yakından alakası yoktu.

"Bu nasıl mümkün olabilir ? O..o ve sen... Siz... Alita sen ona benzemiyorsun."

"Çünkü Keia ve ben iki farklı ruhuz. Hem uyuşan hem de kesişen noktalarımız var. O, çocukluğumdan beri benimle birlikte. Önceleri bu durumu nasıl kontrol etmem gerektiğini bilmiyordum, o da benimle pek anlaşamıyordu. Fakat artık uyum içindeyiz, ben izin vermediğim müddetçe Keia'nın bedene kavuşması imkansız."

"Nasıl yani ? O... Keia şimdi senin zihninde mi ? Beni duyuyor mu ?"

"Evet. Dediğim gibi bunu anlatmak güç, yaşamadığın müddetçe söylediklerim sende bir karşılık bulmayabilir. Şu an için tek bilmen gereken Keia'nın benim içimde yaşadığı, bu başımızdan geçen birkaç durumu açıklıyor. Keia..Keia benden daha fevri ve saldırgan bir karaktere sahip, kendi içimde dengemi kaybettiğimde zihnimde onun sesi ağır basıyor. Yaşanan her şey için Keia'yı suçlayamam fakat Hagen öldüğünde sana saldırmamın sebebi oydu, Keia'yı kontrol edemediğimde..insanlara zarar verebiliyorum."

Alois, Kral Hagen öldüğünde olanları gayet iyi hatırlıyordu. Kardeşini kaybetmesiyle birlikte Alita adeta bambaşka birine dönüşmüştü, geceleri uyanıp boşluğa bakarak konuşurken yakaladığı karısının aklını kaybetmesinden korkmuştu. Keia ile konuşuyordu diye düşündü, öğrendikleri arkalarında bıraktıkları zor zamanların buruk anılarındaki boşlukları doldurmuştu. Fakat yine de Alois için gördüklerini atlatmak bu kadar kolay değildi, karısının büyü yeteneği olduğunu bilmesine rağmen bambaşka bir bedene dönüşebilmesi, kendi içinde bir başka ruhu barındırması zihninin sınırlarını zorluyordu.

"Şimdi, senin içinde başka bir kadın yaşıyor ve sen istediğin zaman onun kılığına girebiliyorsun, öyle mi ? Tüm olay bu mu ?"

"Evet, galiba en basit şekliyle açıklaması bu. Kendini zorlama, bu kolay algılanabilecek bir durum değil, biliyorum. Benim için bile olan biteni çözebilmek yıllar sürdü."

Alois ne diyeceğini bilemiyordu, duydukları, gördükleri ile birlikte adeta dimağı silinmişti. Şaşkınlık kapıldığı duygunun yanında basit ve küçük kalıyordu. Alita ile Duviel'de ilk karşılaştıklarında ondan iliklerine kadar korkmuş fakat bundan rahatsız olmamıştı. Onu yedi katlı bir kulenin tepesine çıkararak düşmekle korkutmuş, karanlık bir koya götürerek büyü yeteneğini göstermek için tepelerinde gökyüzünü aydınlatan şimşekler patlatmıştı. Alois tehlikeli bir kadınla birlikte olduğunu Alita'ya aşık olduğu ilk günden beri biliyordu. Fakat son gördükleri, hayal gücünün sınırlarını aşmıştı.

Alois ne diyeceğini bilemiyordu, duydukları, gördükleri ile birlikte adeta dimağı silinmişti. Şaşkınlık kapıldığı duygunun yanında basit ve küçük kalıyordu. Alita ile Duviel'de ilk karşılaştıklarında ondan iliklerine kadar korkmuş fakat bundan rahatsız olmamıştı. Onu yedi katlı bir kulenin tepesine çıkararak düşmekle korkutmuş, karanlık bir koya götürerek büyü yeteneğini göstermek için tepelerinde gökyüzünü aydınlatan şimşekler patlatmıştı. Alois tehlikeli bir kadınla birlikte olduğunu Alita'ya aşık olduğu ilk günden beri biliyordu. Fakat son gördükleri, hayal gücünün sınırlarını aşmıştı.

Elinde tuttuğu bardağı masanın üzerine bırakmış, uzunca bir müddet herhangi bir şey söyleyememişti. Birlikte, garip bir sessizliği paylaşmışlardı. Zihninde düşüncelerin ucu birbirine bağlanıyorken Alita hala soğuk ifadesi ile onu izliyordu. Dalgınlığını üzerinden atan Alois, eğdiği başını kaldırıp karısıyla yüz yüze geldiğinde sakinliğinden rahatsız olmuştu. Ne duymak istediğinden emin değildi fakat biriken şüphelerinin üzerine Alita'yı gayet normal bir durum yaşamışçasına olağan görmek asabını bozmuştu.

"Ben Duviel'de bu kadın ile birlikteyken olanları biliyorsun değil mi ?"

Alita üst dudağının kenarını ısırıp cevap olarak sadece başını sallamıştı, yüzündeki ifade bozulmasa dahi tedirginliği tekrar görünür hale gelmişti.

"Yanlış anlamış olmamak için tekrar soruyorum, Keia senin içinde yaşayan, karakteri senden bağımsız bir kadın değil mi?"

Alois sesi normal tonundan daha sert çıksa dahi bunu fark etmemişti, gözlerinin içine baktığı Alita başını tekrar salladığında yutkunmak zorunda kalmıştı. Zihnindeki düğümler tek tek çözüldükçe önüne geçemediği bir öfkeye kapılıyordu.

"Ben bu kadınla Duviel'de görüşürken sen onu kontrol ediyor muydun ?"

"Alois-"

"Evet ya da hayır, bunun cevabı basit."

Isırdığı dudağını serbest bırakan Alita yukarı bakarak yılgınca içini çekmişti. Konuşmaları ilerledikçe aralarındaki gerginlik yükseliyordu. Açığa çıkan sır güçlükle düzlüğe çıkardıkları evlilikleri için yeni bir yokuşa dönüşmüştü.

"Evet. Seninle görüşen Keia'ydı ama benim istediklerimi yerine getiriyordu. Kendimi kaybetmediğim müddetçe onu ben kontrol ediyorum."

"Bunun ne demek olduğunun farkındasın değil mi?"

"Alois."

"Soruyorum, söylediklerinin ne anlama geldiğinin farkında mısın ?"

Dudaklarını sıkarak soğuk ifadesiyle gözlerinin içine bakan Alita herhangi bir cevap vermemeyi tercih etmişti. Alois bakışlarından öfkelendiğini hissedebiliyordu. İçine düştüğü durumda kendini haklı görürken, Alita'nın sadece bakışlarıyla bile olsa takındığı tavır onu çileden çıkarmıştı. Anlayış göstermesi gereken kişinin kendisi olduğunu sanmıyordu.

"Ben hayatım boyunca kıskanç bir adam olmadım. Kimse kavgaya karıştığımı dahi pek görmemiştir. Ama senin adının başka bir adamla, geçmişte dahi olsa yan yana anılması benim gözümü döndürdü. Aklımı kaybettim, başka bir adamın senin yanında olması ihtimali, hayali bana aklımı kaybettirdi. Sen, göz göre göre, bilerek bunu nasıl yapabildin ? Söylediklerimi duymak canını acıtır mı bilmiyorum ama ben o akşam, kulede o kadınla..."

Hararetle konuşan Alois, karşısında oturan Alita'nın soğuk bir mermer duvar kadar boş ve ifadesiz yüzü ile karşılaştığında bir anda öfkelenmişti. Çabaladığı için kendini aptal gibi hissediyordu, avucunu önündeki masaya vurarak ayağa kalkmıştı. Arkasını dönmüş, ellerini darmadağın haldeki iri dalgalı saçlarının arasında gezdirirken aynı zamanda söyleniyordu.

"Kime anlatıyorum ki ? Biliyordun, her şeyin farkındaydın."

"Alois, o zaman seninle ilk kez karşılaşmıştım. Aramızda yaşanacakları, bu şekilde hissedeceğimi tahmin edemezdim."

Alois bağırıp çağırmamak için dişlerini sıkarak derin bir nefes almıştı. Saçlarının arasındaki elleriyle yüzünü ovmuş, sakin kalabileceğine inandığında arkasında oturan Alita'ya dönmüştü. Konuşurken kaşları kırışan karısı kendini açıklamaktan çok sitem ediyordu. İlk anda sahip olduğu tedirginliği tamamen kaybetmişti. O an, hem bakışlarında hem de sözlerinde en az Alois kadar cüretkardı.

"Bu şekilde hissedeceğini tahmin edemezdin, öyle mi ? Benimle buluştuğun koyda söylediklerini hatırlıyor musun ? Duviel'den ayrılıp Drindall'a döndüğümde, senden ayrı geçirdiğim iki ay boyunca o sözleri düşündüm. Ne zaman aklımdan bir prensesin benimle ne işi olur diye geçirsem söylediklerini aklıma getiriyordum ; sen ruhumun eşisin Alois. Belki basit, hiç düşünmeden söylediğin bir cümleydi fakat benim için anlamlıydı, şimdi görüyorum ki o da aldatmacaymış."

"Tüm bunları çoktan konuşmadık mı Alois ? Sana kendimi daha fazla nasıl açıklayabilirim ? Aramızda sırların olmaması gerektiğini söyleyen sendin. Keia benim en büyük sırrım ve seninle paylaştığım için şimdiden pişmanlık duymaya başladım."

Alois ellerini beline yerleştirmiş, Alita'yı dinlerken kendi içinde sürekli sakin olması gerektiğini telkin ediyordu. Dişlerini sıkarken belli belirsiz gülümsemişti. Alita pişman olup özür dilese hisleri ne yönde olur kestiremiyordu. Fakat karşısına oturmuş, yanlış yaptığı hiçbir şey yokmuş gibi tepkisiz davranması Alois'i adeta çileden çıkarıyordu.

"Aynısı benim yaptığımı düşünebilir misin ? Evlenmeden önce, senin iffetli bir kadın olup olmadığını kontrol etmek için adamın tekini yanına soktuğumu düşünebilir misin ?"

Söyledikleri Alita'nın hoşuna gitmemişti, bunu kasılan elmacık kemiklerinden anlayabiliyordu. Yine tepkisizliğini korumayı başarmıştı, konuşurken sesi herhangi bir hisse sahip değildi, dümdüzdü.

"Aynı şey değil, ben Calabar'daki her adamı yatağıma almadım."

Alita'nın sözlerinin ardından aralarında buz kadar soğuk, keskin ve rahatsız edici bir sessizlik oluşmuştu. Kendine geldiği andan beri rengi solgun olan Alois'in yüzü hissettiği öfkeyle kızarmaya başlamıştı. Ağzında cam kırığını andıran birçok söz birikiyordu, konuştuğu takdirde hem kendini hem de karısını kanatabilirdi. Güçlükle de olsa yutkunmuştu, konuşamadıkları boğazında canını yakan, içindeki öfkeyi körükleyen koca bir yumruya dönüşmüştü. Öfkeyle dolan gözlerini Alita'ya dikmişken işaret parmağını ona göstermek istercesine boğazına yerleştirmişti.

"Bu yutkunduklarımı dile getirirsem kimin zararlı çıkacağını biliyorsun değil mi ?"

Alita kulpunu kavradığı sandalyesini geriye ittirerek yavaşça ayağa kalkmıştı. Sözlerine pek aldırış etmiş gibi durmuyordu. Kendine geldiği ilk an bakışlarında hissettiği endişe ve tedirginlik kaybolup gitmişti. Dudağını bükmüş, soğuk gözleri ile onu izliyorken sesi kibir doluydu.

"Sanırım daha dramatik olamazdın."

Parmak uçları ile ipek geceliğinin eteğini kavrayan Alita, onu geçip dairelerindeki banyo olarak kullandıkları bölmeye ilerleyecekken Alois kolunu sıkıca kavramıştı. Sadece onu durdurmakla yetinmemiş, kendine doğru çekerek geri adım atmasını sağlamıştı. Alita'nın beyaz teninin kızardığı geceliğinin uçuşan tül kolunun üzerinden dahi gözüküyordu. Dudaklarından kısık bir inleme dökülse dahi Alois bunu duymamıştı, o an canını yakabilecek olması umurunda bile değildi. Kapıldığı öfkeyle bunu düşünemiyordu.

"Senin amacın ne ? Beni çileden çıkarmak için mi uğraşıyorsun ?"

"Bırak kolumu, canımı yakıyorsun."

"Canını yakıyorum, öyle mi ? Peki ya sen ? Sen benim canımı yakmıyor musun ?"

Dişlerini sıkan Alita inleyerek silkelenip kendini geriye çekmişti. Üzerine dönen bakışları çelikten dövülmüş, keskin ve soğuk birer bıçağa dönüşmüştü. Kirpik dipleri hala ıslakken, titreyen dudaklarıyla birlikte gözleri buğulanmıştı. Alois bunun sebebinin öfke mi yoksa hissettiği başka bir duygu mu olduğunu kestiremiyordu.

"Ben sıradan bir kadın değilim, hiçbir zaman olmadım. Evet, evlenmeden önce seni mümkün olan her şekilde denedim. Buna layık olup olmadığını görmem gerekti. Benim hayatım sadece kaderin böyle gerektirdiğine inanarak herhangi bir adamı kabul edemeyecek kadar kıymetli. Eğer sende bu değeri görmesem şu an yanımda olmazdın."

"Ah, gerçekten mi ? Buradan bakınca beni yerden yere vurmaya bayılıyormuşsun gibi geliyor. Belki de senin için değerim budur. Sonuçta, tüm bu saçmalıklara katlanacak kaç aptal olabilir ki ? Soylu, zengin ve aptal ; tam da Prenses Alita'nın aradığı adam."

"Alois, sen aklını kaybetmişsin. Daha fazla konuşmayacağım, önümden çekil."

Alita ileri çıkmak için davrandığında Alois buna izin vermemişti. Göğsüne çarpan karısını bu kez daha dikkatli kavrayarak geri çekilmek zorunda bırakmıştı. Aralarındaki kavga evlendikleri ilk günden beri ilk kez bu kadar fizikselleşmişti. Alois pek kalıplı bir adam olmasa dahi geniş omuzlara sahipti, karısına oranla oldukça uzundu. Onu geçememek Alita'yı beklediğinden daha fazla öfkelendirmişti, tekrar silkelenip elinden kurtulduğunda bu kez inleyerek göğsünü yumruklamıştı.

"Lanet olsun, seninle neden konuştum ki ?! Beni anlamak için uğraşmıyorsun bile ! Sana kafamın içinde başka bir kadın olduğunu söyledim, bunun nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışmak yerine açıklarımı arıyorsun ! Yeni bir halt mı duydun Alois ?! Sana olan biteni binlerce kez anlattım ! Ailem kardeşlerinin arasından biri ile evlenmemi istedi ve ben seni seçtim ! Bunu daha kaç kere sorgulayacaksın, kaç kere daha hesap vereceğim ?! Aptal bir genç kız gibi seni tanımaya çalışmak yerine ilk gördüğüm an aşık olsam bu daha mı değerli olacaktı ?! O kadar sığ davranıyorsun ki artık katlanamıyorum !"

Çileden çıkmış gibi duran Alita bağıra çağıra konuştuktan sonra nefes nefese kalmıştı. Geceliğinin eteğini savurarak ona arkasını dönmüştü. Alois, mırıldanarak işte bu yüzden hiçbirinizle konuşmuyorum dediğini işitmişti. O bir an için ne yapacağını bilemeden olduğu yerde kalmışken, Alita hışımla biraz önce oturduğu ahşap maşaya ilerleyerek onun yarım bıraktığı su bardağına uzanmıştı. O suyunu içiyorken Alois kendini tutamayıp konuşmuştu, ses tonu Alita'ya oranla oldukça alçaktı.

"Seninle nasıl çıkacağımı bilmiyorum ki. Bir an beni sevdiğini söyleyen bir kadınla birlikteyim, bir an sonra ise karşımda kaskatı, soğuk bir duvar görüyorum."

Suyunu içen Alita kendini tutamıyormuş gibi dişlerini sıkarak boş bardağı üzerine doğru fırlatmıştı. Koluna aldığı darbe ile inleyen Alois irkilerek yana doğru çekilmişti. Küfür ederek gömleğinin kol düğmesini çözerken Alita ağzını silerek ileri çıkmıştı. Yanından geçip banyoya doğru ilerlerken yüzüne bakmasa dahi öfke dolu sesiyle söylenmişti.

"Sen olduğunu sandığın iyi adam değilsin Alois. Yargılamadan dinlemeyi öğrenmediğin müddetçe karşında soğuk bir duvar bulacaksın."

* * *

Victor onu takip eden küçük konvoyu ile birlikte şehrin sokaklarını geçerek sahip olduğu Tilba Köşkü'ne girmişti. Saraydan çıkarken, herhangi bir arma taşımamasını özellikle tembih ettiği üç araba ve onlara eşlik eden atlı muhafızlarla birlikte yola koyulmuştu. Kralın ve yeni doğan varisinin ölümü, yağmurlar, arkasından baş gösteren kıtlık Calabar'ı kaynayan bir kazana çevirmişti. Sokaktaki insanlar, soylulara hiç olmadığı kadar kin besliyordu. Krallığın hazinesini yöneten Victor, Waldorf ailesi ile birlikte duyulan nefretin odağındaydı. Attığı her adımda daha önce hiç ihtiyaç duymadığı kadar tedbirli davranıyordu.

Muhafızları, konvoy ön bahçede durduğunda ileri çıkarak arabasının kapısını açmışlardı. Zırhlı adamların eşliğinde köşke giden toprak yola ayak basan Victor ilk anda içine derin bir nefes çekmişti. İri siyah gözleri su fıskiyeleri, heykeller ve gür ağaçlarla süslenmiş bahçede gezerken, kendi adına sahip olduğu ilk parayla toprağını satın alıp inşa ettirdiği köşke en son ne zaman geldiğini dahi hatırlamıyordu. Ruyka içinde iki satırdan fazla cümlesi olmayan mektubu ile onu çağırmamış olsa, uzunca bir müddet daha ayak basamayacağının farkındaydı.

Yolculuk boyunca oturmasıyla birlikte kırışan siyaha yakın, koyu kahve ceketini düzelterek ilerlemeye koyulmuştu. Köşkün devasa ahşap kapısına açılan taş merdivenlerinin önünde Huber hanesinin armasını taşıyan muhafızlar nöbet tutuyordu. Evlendiklerinde, ailesi karısına onu korumaları ve eşlik etmeleri için birkaç muhafız tahsis etmişti fakat bu adamların sayısı onu geçmiyordu. Ruyka saraya gelip ortalığı birbirine kattıktan sonra bir hışımla köşkü bulan Victor karşısında neredeyse elliyi aşkın ağır zırhlı Huber armalı muhafız gördüğünde neye uğradığını şaşırmıştı. İçeri girmek istediğinde adamlar ondan değil Ruyka'dan emir aldıklarını, karısının onu köşke kabul etmediğini söylemişlerdi. Olan biten her şey Victor'u önünü alamadığı bir şaşkınlığa sürüklerken, Ruyka'nın bu kadar adamı nereden ve nasıl bulduğu, paralarını ne şekilde ödediğini anlayamamıştı. Kargaşa çıkarmanın içine düştükleri rezaleti daha da büyüteceğini düşünerek geri çekilip saraya dönmüştü. Doğumunda dahi onu yanında istemeyen karısı Ruyka, o gün saraydaki dairesinde kahvaltısı ediyorken muhafızlarının biri ile mektup yollamış ve köşke dönebileceğini söylemişti. Öğleden önce planladığı görüşmelere katılan Victor, hazırlıkların yapılmasıyla birlikte yola çıkmıştı.

Haftalar önce Ruyka'dan emir aldıklarını söyleyip önünde duran muhafızlar bu kez başlarını eğip selam vererek kenara çekilmişlerdi. Köşkün çift kanatlı kapısı hizmetçileri tarafından açılmıştı. İçeri girdiğinde, kahyaları onu karşılayarak selam vermişti. Victor sohbet ettiği adama Ruyka'yı soracakken ana holdeki ahşap merdivenlerden koşarak inen Hilde'yi görmüştü. O kadar hızlıydı ki arkasından gelen hizmetçileri Sib küçük kıza yetişemiyordu.

"Baba !"

Gülümseyen Victor dizlerini kırıp eğilerek kollarını iki yana doğru açmıştı. Tıpkı annesi gibi iri dalgaları olan, koyu kahverengi saçlarını savurarak koşan Hilde zıplayarak boynuna sarılmıştı. Nefes nefese olmasına rağmen hala heyecanla konuşmaya çalışıyordu.

"Seni çok özledim, neden gelmedin ? Be-ben seni çok bekledim."

"Kelebeğim, ben de seni çok özledim. Babanın işleri vardı, biliyorsun. Ama artık buradayım, birlikteyiz."

Victor Hilde'yi tek koluyla kavrayarak kucağına almıştı. Kızı yüzünü omzuna gömmüş, ona sıkı sıkıya sarılıyorken yavaşça doğrulmuştu. Birkaç adım ötede bekleyen Sib göz göze geldiklerinde başını eğerek selam vermişti. Yıllar hizmetlerinde çalışan kadına gülümseyen Victor, kucağındaki Hilde'nin yıkandığı sabunla çiçek kokan saçlarını okşayıp yanağını kavramıştı. Yüzünü kendine çevirdiğinde, ağlamasa dahi küçük dudağını büzdüğünü görmüştü.

"Hilde, güzelim buradayım, söz veriyorum artık hep birlikte olacağız. Bak, aramıza küçük kardeşin de katıldı."

Victor, boşta olan elinin baş ve işaret parmaklarını Hilde'nin büzdüğü dudaklarının kenarına yerleştirerek zorla gülümsemesini sağlamıştı. Gıdıklanarak kıkırdayan küçük kız başını tekrar omzuna yasladığında onunla birlikte gülen Victor okşadığı saçlarını öpmüştü.

"Senin için bir sandık dolusu hediye getirdim. İçinde boncuklu tokalardan limonlu şekere kadar sevdiğin her şey var. Şimdi Sib seni odana götürsün, benim anneni görmem gerek. Sonra söz veriyorum yanına geleceğim, olur mu ?"

Hediye dediğinde kucağında doğrulan Hilde gülerek başını sallamıştı. Kendini tutamayıp tombul yanaklarını sıkarak seven Victor, saçlarını tekrar koklayarak öpüp kızını kucağından indirmişti. Tuttuğu küçük elini Sib'e uzatırken aynı zamanda sormuştu.

"Ruyka nerede Sib ? "

"Leydi Mascarián yatak odasındalar efendim."

Teşekkür eden Victor hizmetçisi ve kızını arkasında bırakarak üst kata çıkan merdivenlere yönelmişti. Yatak odaları üç katlı binanın ikinci katındaydı. Geniş hole vardığında, onunla karşılaşan köşk çalışanları eğilerek selam vermişlerdi. Adamı gördükleri için şaşkın oldukları yüzlerinden okunuyordu.

Victor onlarla konuşmak yerine sadece kibarca gülümseyerek başını eğmişti. Aradan geçen zaman, yaşadıkları, içine sürüklendiği duygular ona kendini yıllarını geçirdiği köşke yabancı hissettirmişti. Ağır adımlarla karısı ile paylaştığı yatak odasına ulaştığında, çift kanatlı kapının önünde durup derin bir nefes almıştı. Yaşananlardan sonra Ruyka ile yüzleşmenin kolay olmayacağını biliyordu. İzin almak için ahşap kapıya vurduğunda onu daha fazla geren kısa bir sessizlik oluşmuştu. Elini kulpa yerleştirmiş, içeri girecekken tiz bir bebek sesi işitmişti. Henüz yüzünü görmediği oğlu ağlıyordu. Duraklamak zorunda kalmıştı, başını öne eğmiş ne yapacağını düşünüyorken Ruyka'nın içeri girilmesini söyleyen baskın sesini duymuştu.

Soluğunu dışarı vererek avucunda tuttuğu kulpu çevirip içeri girdiğinde, güneş ışığı saraydakinin aksine bahçeye bakan duvarı neredeyse tamamen kaplayan, oval hatlara sahip pencereden yatak odalarına süzülüyordu. Krem rengi tül perde tamamen örtülmediyse dahi kapatılmıştı. Ruyka, her zaman pencere önünde oturup güneşin batışını izlemeyi sevdiği geniş sandalyesinde bu kez kucağında bebeklerini tutarak oturuyordu. Bahçeyi izleyen gözleri içeri girmesiyle birlikte üzerine dönmüştü. Serbest bıraktığı saçlarının sadece üst kısmı toplanmıştı, belirgin olmayan bukleleri sümbül rengi elbisesinin sırtına dökülüyordu. Yüzü çökmüş değildi, bilakis gözleri uykusuzluğunu belli etse de her zaman belirgin olan yanakları kırmızıydı. Helma'nın başına gelenleri işittikten sonra onu sağlıklı görmek Victor'u sevindirmişti.

Ağır adımlarla geniş yatak odalarında ilerliyorken, karısının hemen arkasında bekleyen hizmetçisi Lutsie ellerini önünde birleştirip başını eğerek köşkteki herkes gibi ona selam vermişti. Bebeğini görmenin heyecanına kapılan Victor, hizmetindekilere karşı kabalık etmese dahi o an genç kadına oralı olmamıştı. Karşılıklı duran taş kemerli şömine ve üzeri cibinlikle örtülmüş yataklarını geçerek Ruyka'ya yaklaştığında, el örgüsü ince bir battaniyeye sarılmış oğlu ile ilk kez karşılaşmıştı. Henüz bir haftalık dahi olmamasına rağmen siyah, gür saçlara sahip, beyaz tenli, tombul bir erkek çocuğuydu. Yanakları tıpkı annesininkiler gibi kırmızıydı, yumuk yumuk olan gözleri kapalı olmasına rağmen dudaklarını büzerek huzursuz sesler çıkarıyordu. Victor sadece bir an önce ne yapacağını, ne hissedeceğini bilemezken Ruyka'nın kucağındaki küçük bebeği izlemek göğsünü tarifi olmayan sıcak bir sevgiyle genişletmişti.

Herhangi bir harekette bulunmadan önce bakışları izin almak istercesine Ruyka'ya dönmüştü. Karısının gözlerinden ne hissettiğini anlaması mümkün değildi. Onu çileden çıkmış, nefret kusarken bulmayı bekliyordu fakat Ruyka uzun zamandır hiç görmediği kadar huzurlu ve dingindi. Konuşmalarına gerek kalmadan, ne istediğini anlamışçasına kucağında tuttuğu bebeği dikkatlice ona doğru uzatmıştı. İlk anda eli ayağına karışan Victor, ne yapması gerektiğini bilemezken kundağa yavaşça uzanmıştı. Heyecanını fark eden Ruyka beceremeyeceğini anladığında oturduğu yerden kalkarak, hala tek koluyla kavradığı oğullarını dikkatlice kucağına vermişti. İlk kez kollarına aldığı oğlu annesinden ayrıldığında huysuz bir homurtu çıkarmıştı. Teşekkür etmek, adeta kendinden geçen Victor'un aklına dahi gelmemişti. Kucağında küçücük kalan bebeği hafifçe sallıyorken kendini tutamayıp fısıldamıştı.

"Yüce Tierra, kusursuz gözüküyor."

Konuştuğunu fısıltısı kendi kulağına dolduğunda fark eden Victor, kısa sakallarının yüzüne değmemesine dikkat ederek oğlunun üzerine eğilmişti. Gözlerini kapatarak, kokusunu içine çektiğinde yanlarında duran Ruyka yüzünü çevirip bir adım geri çıkmıştı. O hala hayranlıkla kucağındaki bebeği izliyorken bakışlarını Lutsie'yi bulmuştu. Emrini iletmek için konuşmasına dahi gerek kalmamıştı, hizmetçisi çekinerek öne çıktığında durumu ona izah etmişti.

"Yeni süt emdi, Lutsie'nin gazını çıkarması gerek. Bu şekilde huysuzlanacak, Daha sonra onu tekrar görebilirsin."

Victor, pek gönüllü olmasa dahi kucağında tuttuğu oğlunu gözlerini üzerinden alamadan yavaşça Lutsie'ye uzatmıştı. Çıkardığı kısık homurtular gerçekten de bir sıkıntısı olduğunu gösteriyordu. Hizmetçileri yeni doğan bebekleri ile birlikte dışarı çıktığında, uzun zaman sonra ilk kez Ruyka ile yatak odalarında baş başa kalmışlardı. Aralarına ikisinin de bozmaya pek gönüllü olmadığı derin bir sessizlik çökmüştü.

Ruyka'nın bakışları oralı değilmişçesine etrafta geziyordu. Lutsie dışarı çıktığında geri çekilerek pencerenin önündeki oval sandalyesine geçmişti. Victor kısa bir an hiçbir şey söylemeden olduğu yerde kalmıştı. Ruyka'nın onu affettiğini ya da affedeceğini sanmıyordu, en azından bu kadar kısa sürede bunu yapmayacağına emindi. Temkinli adımlarla ileri çıkıp, köşede duran yüksek tabureyi alarak tıpkı onun gibi pencerenin önünde durmuştu. Karşısına geçtiğinde, Ruyka'nın bakışları üzerine dönmüştü. Bundan cesaret bulan Victor, pek başarılı hissetmese de konuşmalarını başlatmıştı.

"Kendini nasıl hissediyorsun ? Eğer ihtiyacın varsa saray hekimlerinden birini getirtebilirim, ilk ayı atlatana kadar burada kalır."

"Gerek yok, ben iyiyim bebek de gayet sağlıklı."

Victor cevaben sadece başını sallamıştı. Ruyka'nın sesi de tıpkı tavrı gibi sakindi, içinde biriktirdiği bir öfke varsa dahi büyük bir ustalıkla bunu yansıtmamayı başarabiliyordu. Konuşmaları gereken, konuşmak istediği birçok şey vardı fakat bunları nasıl dile getireceği hakkında hiçbir fikri yoktu. O an karşı karşıya oturuyorlarken Ruyka ile birbirlerine hiç olmadıkları kadar uzaklardı. Aralarında hiçbir zaman güçlü, ateşli bir gönül ilişkisi gelişmemişti. Victor, zamanla evlendiği kadını sevmişti fakat bu his asla aşk olmamıştı. Ruyka'nın da evliliklerinin başında sahip olduğu sıcak duyguyu zamanla kaybettiğini hissediyordu. Birlikteliklerine mecburiyet demek düşüncelerinde dahi hoşuna gitmezken  artık durumun tamamen bu olduğunu o an pencerenin önünde oturuyorken iliklerine kadar hissetmişti.

"Seni artık konuşmamız gerektiği için çağırdım, bu belirsizliğin devam etmesini istemiyorum. Ben düşündüm ve bir  karar aldım. Önümüzü görebilirsek aynı şekilde sen de kendi hayatını düzene koyabilirsin."

Neredeyse hamileliğinin ortasından beri canını okuyan Ruyka konuşurken sakin ses tonunu bozmamıştı. Mavi gözlerini üzerinden kaçırmasa dahi herhangi bir ilgisi yoktu, tavrı sert olmasa dahi mesafeliydi. Victor, bu şekilde aklından geçirdiğini bir türlü çözemiyordu.

"Karnında çocuğumuz taşırken bunları yaşamaman gerekirdi, özür dilerim. Fakat keşke en başta beni dinlemeyi tercih etseydin, hiçbir şey bu noktaya ulaşmazdı. Yıllar önce olmuş bitmiş bir şey için hem kendini hem de kuzenini heba ettin."

"Ne kadar düşüncelisin, sevgili kuzenimin durumu seni derinden etkilemiş olmalı."

"Ruyka, gerçeğin bu olmadığını sen de biliyorsun. Ben evlendiğimiz günden beri Alita'yla konuşmuyorum bile. Evet, yıllar önce aramızda yaşananları inkar edemem ama o köprünün altından çok sular aktı."

"Bana inanmak istediğin hikayeleri anlatmana gerek yok. Her şeyi biliyorum, seni buraya hesap sormak için çağırmadım, ileriyi konuşmak istiyorum."

Victor kendini tutamayıp homurdanmıştı. Ruyka'nın sakinliği onu en başta rahatlatsa dahi kelimelerinin arkasında saklananları hissettikçe ürkmüştü. Hamileliği boyunca canını okuyan kadının aldatılma fikrini bu kadar çabuk kabullenmiş olabileceğini düşünmüyordu.

"Gökler aşkına, neyi biliyorsun ? Tek gördüğün aptal bir mendildi, sadece buna bakarak seni aldattığımı mı çıkarıyorsun ? Sana söyledim, ben yıllardır Alita'yla konuşmuyorum, kimse başımı kaldırıp yüzüne baktığıma dahi şahit olmamıştır."

"Biliyor musun, anlamam gerekirdi. Haklısın, evlendiğimiz günden beri seni bir kez bile Alita'yla konuşurken görmedim. Ona baktığını görmedim, benimleyken bile hakkında hiç konuşmadın. O sanki senin için yokmuş gibiydi. Anlamam gerekirdi, ne kadar aptalım. Ama şimdi her şeyi görüyorum, sende aylardır şikayet ettiğim her şey Alita'nın evlenmesi ile başlamıştı. Benimle birlikteydin ama sürekli konuşmadan boşluğu izliyordun. Birden bire iştahın kesilmişti, önüne ne konulursa konulsun iki üç kaşıktan fazla almıyordun. Geceleri ne zaman uyansam seni tavanı izlerken buluyordum, uykularından da olmuştun. Haklısın, evlendiğimiz günden beri belki hiç Alita'yla konuşmadın. Ama benim yanımda yatarken onu düşündün, kuzenimi düşündün. Tanrıların gözünde bu zina olmayabilir ama benim için aldatmak sayılır."

Victor bir an için ne söylemesi gerektiğini kestirememişti. Ruyka'nın dile getirdikleri kelimesi kelimesine doğruyken nasıl karşı çıkacağını bilmiyordu. Belki de kabul etmeliyim diye düşündü, kısa bir dönem için duygularının karıştığını itiraf edip karısından özür dileyebilirdi. Ruyka'nın onu kolay affedeceğini sanmıyordu fakat tavrından eğer çabalarsa başarabileceğine dair umut almıştı. Bu hisle öne doğru eğilmiş, koluna dokunacakken Ruyka elini kaldırarak durmasını istemişti.

"Ruyka, kendimi açıklamama izin ver."

"Neyi açıklayacaksın ki ? Söyleyeceklerin benim için hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Eminim kuzenim ve sakladığın mendili için bir açıklaman vardır. Peki ya diğerleri için ne söyleyeceksin ? O kadınlar için de bir mazeretin var mı ?"

Ruyka diğerleri dediği an irkilen Victor yüzüne hakim olan şaşkınlığın önüne geçememişti. Nasıl bilebilir diye düşündü, karısının yıllarca hiçbir şeyden haberi olmamışken tüm sırları yırtılan bir dikiş gibi tek tek sökülüyordu. Onun bu hali Ruyka'yı eğlendirmişti, konuşurken yüzüne garip bir gülümseme yayılmıştı.

"Bu köşkü, o kıymetli heykellerini taş üstüne taş kalmayacak şekilde yıkmak istedim. O kadar öfkeliydim ki, seni yok etmeyi dahi düşündüm. Ama şimdi hiçbir şey hissetmiyorum, sanki sırtımda taşıdığım ağır bir yükten kurtulmuşçasına rahatladım. Ben aylardır neyi yanlış yaptığımı düşünüyordum. Suçu, eksikliği hep kendimde aradım, bir cevap bulabilmek için çırpınıp durdum. Şimdi görüyorum, ben eksik ya da yanlış hiçbir şey yapmamışım. Bu evlilik en başında koca bir hataymış."

"Ruyka, sen benim hayatımdaki kadınsın, çocuklarımın annesisin. Gelip geçici heveslerin bir önemi olmadığını bilmen gerek."

"Ölene kadar çocuklarımızın annesi olarak kalacağım. Ama ben artık senin hayatındaki kadın değilim."

Victor, Ruyka'nın sözlerini işitse dahi kabullenmesi zaman almıştı. Belli bir müddet herhangi bir şey söylemeden karşısında oturan karısını izlemişti. Son cümlesini zihninde tekrar ederken içine derin nefes çekip boğuluyormuşçasına ceketinin düğmelerini açmaya başlamıştı.

"Benden boşanamazsın Ruyka, bunu biliyorsun. Seni aldattığımı ispat etmen mümkün değil, sahip olduğun tek kanıtı ellerinle Alois'e verdin. Aksi olsa bile, bu krallıkta benden boşanman imkansız."

"Amacım bu değil, senden boşanıp Walut'a geri dönmeyi planlamıyorum. Evliliğimiz kağıt üzerinde sürebilir fakat ben fiilen bitireceğim. Başkentte ve krallığın geri kalanında benimle aynı dertten mustarip çoğu soylu kadın kocasından ayrı hayat sürüyor. Kabul etmen ya da etmemen hiçbir şeyi değiştirmez, ben artık bu evliliğe karşı herhangi bir sorumluluk gütmüyorum. Aynı yatağı paylaşmak için herhangi bir zorunluluğumuz yok, oğlumuz doğdu soyadın için bir varise sahipsin. Çocuklarla benim başka bir yere taşınmamız mümkün değil. Bundan sonra ister sarayda kalırsın ister kendine başka bir yer bulursun, sana kalmış. İstediğin zaman çocukları görmek için gelebilirsin, seni onlardan ayırmak gibi bir niyetim yok. Maddi bir beklenti içinde de değilim. Tek istediğim artık benim özgür bir kadın olduğumu idrak etmen." 

Beklemediği bir darbe alan Victor başını iki yana doğru sallamaya başlamıştı. Duydukları bir anda kanındaki fitilin ucunu ateşlemişti. Olabilecekleri, ihtimalleri düşündükçe karnına kramp giriyordu. Ruyka, her zaman sessiz ve sakin olan, evlerinde onun dönüşünü bekleyen karısı Ruyka bu sözleri etmişti, inanmak istemiyordu.

"Sen aklını kaybetmişsin. Buna asla izin vermem, beni duydun mu ? Asla."

"İzin istemiyorum, olacakları söyledim. Artık sen de özgürce kendi hayatını sürdürebilirsin."

"Arkanda kim var ? Bu gücü nereden buluyorsun ? Gustav olmadığını biliyorum. Sahip olduğun altınla bu kadar adama ödeme yapamazsın."

Ruyka kelimelerinin altındaki imayı sezmişti ve bundan hiç hoşlanmamıştı. Karşılaştıkları andan beri yüzü ilk kez öfkeye bürünmüştü. Sıktığı dişlerinin arasından konuşurken sesi sakinliğini kaybetmişti.

"Sen sıradan bir taşra kızıyla mı evlendiğini sanıyorsun ? Elbette senden ayrı bir gelirim var, Calabar'da nikahımız kıyılmadan önce annem benim için başka bir isimle bankada hesap açtırdı. Yıllardır altınlarım ticaret için kullanılıyor, sana söylemeyi düşünmüştüm ama annem karşı çıkmıştı. Neden yaptığını şimdi anlıyorum. O altınları çocuklarımız için biriktiriyordum, keşke haklı çıksaydım."

Duydukları Victor'u bir kez daha şaşkına çevirmişti. Başkentte bankacılık yapan iki aile vardı, başlarındaki isimleri bizzat tanıyordu. Böyle bir durumun kendisinden nasıl gizlendiğini düşündükçe hissettiği öfke yükselmişti. Ruyka'nın ondan altın saklamasını umursamıyordu, kanını kaynatan altının ona verdiği güçtü. Dişlerini sıkarak ayağa kalkmıştı, hissettiği öfke sesinin titremesine sebep olmuştu.

"Benim soyadımı taşıyorsun Ruyka, bunu sakın unutma. Benim soyadımı taşıyorsun, bu ölene kadar değişmeyecek."

* * *

"Majesteleri Prenses Alita geldiler efendim, kabul edilmeyi bekliyorlar."

Çalışma odasındaki geniş masanın arkasında oturan Gustav, içeri giren muhafızın söyledikleri ile yakını daha iyi görmesini sağlayan gümüş saplı gözlüğünü önünde açık duran dosyanın üzerine bırakmıştı. Uzun zamandır onunla görüşmek isteyen yeğenine o gün randevu verdiğini unutmuştu. Arkasına yaslanarak içeri alınmasını söylemişti. Muhafızı dışarı çıktıktan bir süre sonra Alita, altın işlemeleri olan siyah elbisesiyle ardına kadar açılmış çift kanatlı kapının önünde gözükmüştü. Ellerini önünde birleştirse dahi sarayın geri kalanı gibi başını eğerek ona selam vermeyi reddetmişti.

"Amca, umarım seni rahatsız etmiyorumdur."

"Hayır, gelebilirsin."

Daveti ile birlikte eşiği geçerek çalışma odasının içine ilk adımını atmıştı. Elbisesinin geniş eteğini kavrayarak masasının önündeki sandalyelerden sağında kalana oturduğunda, nöbet tutan muhafızlar kapıyı örtmüşlerdi. Kısa bir an arkasını dönüp onlara bakan Alita, gözlerini tekrar üzerine çevirdiğinde yüzünde soğuk bir gülümseme vardı.

"Açıkçası davetini alınca şaşırdım, bu kapıdan o kadar çok geri döndüm ki uzun bir süre seni görmeyi beklemiyordum."

"Şahsi bir durum olmadığını biliyorsun. Her şey öyle bir hale geldi ki artık ne yemek yemek ne de uyumak için yeterli vaktim yok."

"Elbette, yıllardır olduğu gibi ailemiz sana minnettar."

Alita'nın dudaklarındaki soğuk gülümseme Gustav'ın yüzüne yansımıştı. Yeğeninin meraklı bakışlarını fark ettiğinde, gözlüğünü aradan alarak önünde dosyayı kapatıp kenara çekmişti. Sakladığı bir durum olmasa dahi kendini rahatsız hissetmişti.

"Daha iyi gözüküyorsun, buna sevindim."

"Evet, sabahları mide bulantılarım hala devam ediyor fakat iyiyim, kendimi iyi hissediyorum."

Alita'nın mide bulantısından bahsetmesi Gustav'ın aklına Ruyka'yı getirmişti. Doğum yapan yeğeni ile günler önce görüşmüştü. Aralarındaki husumetin kolay kolay geçmeyeceğini bilse dahi bu şekilde düşmanmış gibi devam etmelerini istemiyordu.

"Ruyka doğum yaptı bir oğlu oldu, biliyorsun değil mi ?"

Kuzeninin adını işitmek Alita'nın dudaklarındaki soğuk gülümsemeyi soldurmuştu. Kabalık etmese dahi Ruyka'dan konuşmak istemediğini belli ediyordu.

"İşittim, umarım sağlıkla büyür."

"Bu durum aranızdaki sorunu çözmek için vesile olabilir. Eğer bir adım atarsan Ruyka'nın karşı çıkacağını sanmıyorum."

"Aptal bir mendil yüzünden evliliğimi bitirmeye çalışan oydu, bir adım atılacaksa bu ondan gelmeli."

"Alita."

"Amca, hiçbir şey olmamış gibi elimde çiçeklerle bebeği için onu tebrik etmemi mi bekliyorsun ?"

Gustav, yeğeninden bu tepkiden daha azını beklemiyordu. Yaşananların onu ne hale getirdiğine bizzat şahitlik etmişti, bu yüzden Ruyka'ya dahi kızmıştı. Fakat içinde bulundukları durumda, ikisinin de daha fazla inat etmesini istemiyordu.

"Tek istediğim ona kin gütmediğini, kapılarının açık olduğunu göstermen. Bunu nasıl yapacağın sana kalmış. Kuzenin bir hata yaptı, kabul ediyorum. Fakat zor günler geçiriyor, tek başına doğum yaptı, evliliği bitmek üzere. Bir kadın olarak onu anlaman gerek."

Alita herhangi bir karşılık vermeden önce hoşnutsuz gözleri ile uzunca yüzüne bakmıştı. Gustav, bakışlarından söylemek istediği birçok şey olsa da bunları dile getirmemeyi tercih ettiğini hissetmişti. İlk anda sahip olduğu gülümseme yüzünden tamamen kaybolmuştu.  

"Beni buraya Ruyka'yı konuşmak için mi çağırdın ?"

"Seni buraya birçok konuyu görüşmek için çağırdım. Bunlardan ilki Ruyka'ydı, umarım yakın zamanda aranızdaki bu husumete son verirsiniz. Onunla konuştum, yaptığının hata olduğunu anlattım. Öfkesi gözünü karartmış olmalı, Ruyka'yı daha aklı başında gördüm. Eğer inadınızı kırıp konuşmayı denerseniz orta yolu bulacağınıza eminim."

"O halde sen üzerine düşeni yerine getirmiş oldun amca, bundan sonrasını ikimize bırak."

Gustav elinde olmadan solgun, soğuk gülümsemesini göstermişti. Bu Alita'nın pervasız üslubunda  kendi işine bak demenin en kibar yoluydu. Onun bu sakin, soğuk ve iğneleyici tavrını sevmediğini söyleyemezdi. Alita hislerine kapılmayıp mantığıyla hareket ettiği müddetçe takdirini kazanıyordu. Gustav'ın uzun zamandır kişiliğini izleyip tahlil ettiği yeğeninde belki de en çok şikayet ettiği durum buydu. Alita'nın ruh hali fırtınalı denizde yelken açmış bir kadırga gibiydi, güçlü olmasına rağmen dalgaların arasında sürekli yalpalıyordu. Aileleri yüzyıllar boyunca soğukkanlılıkları ile ün salmışken, Alita'nın öfkesine kolayca kapıldığına defalarca kez şahitlik etmişti. Walut Düşesi kız kardeşi Astrid ailelerin belki de en katı üyesiyken bu durumu kadın olmasına da yoramıyordu. Geriye kalan tek seçenek içine hapsolan ruhtu, buna da bir çözüm bulmak imkansızdı. Adon yıllarca kızını bildiği en gaddar yollardan terbiye etmeye çalışsa dahi becerememişti.

"Önümüzdeki günlerde Alois ile bir yetimhaneyi ziyaret edeceğiz. Bu ne kadar güvenli olur bilmiyorum fakat bir şekilde insanların gözündeki izlenimimi değiştirmem gerek. O uğursuz rahip hala şehrin sokaklarında dolaşarak insanlara benim bir katil olduğumu anlatıyor. Sana karşı çıkmak niyetinde değilim fakat bu bağnaz iblislerin önünü almamız gerek amca. İleride kontrolü tamamen kaybedebiliriz."

"Tapınağı karşımıza alamayız. Savaş kapımıza gelmişken başkentte çıkacak bir ayaklanma bizi felakete sürükler. Önümüz kıtlık, sokaklarda aş çadırları kuruldu fakat uzun ömürlü olacak gibi durmuyor. Hazinedeki her bir altını ilerisi için saklamak durumundayız. Tüm bu karmaşanın içinde tapınakla uğraşmak istemiyorum."

"Amca bu durum bize güç kaybettiriyor, göremiyor musun ? Cübbeli bir meczup sokaklarda Waldorflar hakkında ağzına geleni söylüyor ve biz hiçbir şey yapmıyoruz. Bunun insanları cesaretlendireceğinin farkında değil misin ? Bugüne kadar kim ailemize hakaret edip özgürce yaşamaya devam edebildi ? Sana o adamın kellesini al demiyorum. Fakat bu yaptıklarının bir bedeli olmalı, o kahramana dönüşürken biz bir avuç aptal gibi gözüküyoruz."

"Asıl ona dokunursak bir kahramana dönüşür Alita. Adam her konuşmasında ölmeye hazır olduğunu, davası için ölmeyi her şeyden çok istediğini söylüyor. Gece uykusunda nefesi kesilse dahi insanlar bizden bilir. Doğru hamleyi yapacağımız anı beklememiz gerek, rahip henüz tehlike oluşturmuyor."

Alita söylediklerinden pek hoşlanmamıştı, bunu dile getirmese dahi yüzüne oturan ifadeyi saklamaya gerek duymuyordu. Parmağındaki yüzük ile oynarken gözlerini devirerek soluğunun altından mırıldanmıştı.

"İnsanların ayaklanıp sarayın kapılarını sökmesini mi bekleyeceğiz ?"

"Hayır. Kuzeninin Duviel'den gelmesini bekleyeceğiz."

Gustav'ın sıradan bir konudan bahsedercesine düz bir sesle dile getirdiği tek cümle Alita'nın devirdiği gözlerini kaldırmasına yol açmıştı. Bakışlarına yerleşen paniği daha o andan hissedebiliyordu.

"Ivar'ı mı çağırdın ? Neden ?"

"Bu konuyu uzun zamandır seninle konuşmak istiyorum. Söyleyeceklerimi uzun tutmak niyetinde değilim. İçinde olduğumuz durumu görüyorsun, krallık koca bir kaosa sürükleniyor. Benim bir naip olarak durumu idare etmemin bir önemi yok, taht boş kaldığı sürece hak iddia edebilecek herkese fırsat vaat ediyor. Artık belirsizliğin önünü almamız gerek."

Donuk ifadesini bozmayan Alita söyledikleri ile birlikte yutkunmuştu. Birbirine kenetlediği ellerini eklemleri beyaza dönecek kadar güçlü sıkıyordu. Gustav kendini kaybedip öfkelenmesini beklese dahi sakinliğini korumayı başarmıştı.

"Ivar'ı tahta çıkaramazsın. Bir varis veremez, evlenmeyi reddettiğini biliyorsun. O, meşru varis olarak benim iddiamı destekliyor."

"Ivar'ı çağırdığımı söylemedim. Benim bir oğlum daha var, Igor. Kardeşine göre daha aklı başında, yıllardır aile ticaretimizi yönetiyor. Alabileceğimiz en makul karar Igor'a taç giydirmek. Bu kargaşanın içinde senin tahta çıkman imkansız. Tüm krallık yeğenini öldürdüğüne inanıyor, meşru bir hükümdar olduğunu kabul edeceklerini sanmıyorum."

Titreyen dudaklarını sıkan Alita içine derin bir nefes çekmişti. Gustav, Hagen ve ölen oğlu hakkında ne kadar hassas olduğunu biliyordu. Gözleri dolmasa dahi konuşurken sesi boğuk ve derin çıkmıştı.

"Böyle bir şeyi Hagen'a asla yapmayacağımı biliyorsun, o insanlara inanıyor olamazsın."

"Benim neye inandığım hiçbir şeyi değiştirmiyor Alita. Tahttaki hakkını reddetmiyorum, bilakis uzun bir zaman kraliçe olarak taç giymeni istedim. Fakat gücü etkileyen her bir dinamik senin aleyhine işliyor. Keşke durum bu hale gelmeden önce tavsiyelerimi dinleseydin, o zaman bir şansın olabilirdi."

"Hala bir şansın var. Eğer Ruyka ortaya çıkıp her şeyi mahvetmese Alois tahttaki hakkından feragat edecekti. Onu hala ikna edebilirim, eğer bana biraz zaman-"

Gustav elini kaldırarak yeğenini susturmuştu. Alois'in adının anılması onu tüylerini ürpertecek kadar irrite etmişti. Ona göre Alita hatayı en başta böyle bir adamı kendine koca olarak seçmekle yapmıştı.

"Nefesini tüketme, görüyorum ki hiçbir şeyden haberin yok. Zavallı kızım, senin için üzülüyorum. Evlenmene karar verdiğimiz ilk anda Aksel Hallstein'ın senin için uygun adam olduğunu söyledim. Karşı çıkıp daha kolay manipüle edebileceğini iddia ettiğin Alois ile evlendin, beceremedin. Hatandan dönmen için boşanmanı ve Ivar'la evlenmeni söyledim, reddettin. Şimdi kolay yönetilebilir olduğunu söylediğin bir çocuğu idare edemiyorsun. Ortada manipüle edilen biri var ama o Alois değil, maalesef sensin. Geldiğin bu noktada kendinden başka kimseyi suçlayamazsın."

Sözleriyle birlikte Alita'nın nefesi sıklaşmıştı. Hala dudaklarını sıkıyordu, parmakları mengene gibi birbirine kapanmıştı. Kontrolünü kaybetmesinden korkan Gustav onu tedirginlikle izliyordu. Öfkeli gözükmese dahi Alita'nın bir an sonrasını tahmin etmek mümkün değildi.

"Bu ne demek amca ?"

"Lord Hallstein tapınakla görüşüyor Alita, desteklerini arkasına almış. Evli olduğun adam tüm krallığa senin bir katil olduğun dedikodusu yayan cübbeli iblislerle ile müttefik. Bunu Rahip Nigel'ın kendisi bizzat bana doğruladı, gayet tehditkar bir üslupla Lord Hallstein'ın arkasında olduğunu söyledi."

Kendini tutmak için tüm gücünü harcayan Alita'nın gözleri buğulanmıştı. Adeta taş kesilen yüzü ifadesiz olsa dahi önüne geçemediği tek bir damla kırmızı yanağına düşmüştü. Alita ıslaklığı hissettiği gibi eliyle yüzünü temizlese dahi başını eğmesi damlaların sıklaşmasına yol açmıştı. Oturduğu yerde onu izleyen Gustav hıçkırdığını işitmemişti, ıslanan yüzündeki soğuk ifadeye sızan mahcubiyeti görebiliyordu. Eğdiği başını kaldırdığında aynı his buz rengi gözlerine oturmuştu.

" Ne diyebilirim ? O halde en doğru kararı vermişsin amca."

Yazan ; İlknur DUMAN

* * *

Ne dersiniz ? Sizce şimdi bu Alita kocişkosundan şöyle güzel bir şiş kebap yapmaz mı ? 👀 Gelecek bölümü yazmak için resmen avuçlarım kaşınıyor, size sadece o kadarını söyleyebilirim ksdfsl 🥵 Tabi ki çocuklarının babasını çiğ çiğe yemez ama derisini yüzüp kürkünü şöyle bir yerden yere vurur lkklsd Ayy ben sadist miyim ne bunlara işkence çektirmek niye hoşuma gidiyor ya ksdf 😈😈Daha fazla bir şey demiyorum, yorumlarda buluşalım canlarım. Ya ayrıca, yorum yapmaktan kaçınanları hiç anlamıyorum. 👀 Tamam çenem düşük diye benden kaçıyor da olabilirsiniz ama ne güzel kaynaşıyoruz sohbet ediyoruz işte, ne var bunda skdjf 🤷‍♀️😂 Neyse, daha fazla uzatmadan kaçıyorum, hepinizi sosyal mesafemi koruyarak kocaman öpüyorum, kendinize çok iyi bakın 😽♥️♥️

Not ; Bölüm sınırını +25 yaptım canlarım, zorlarsanız 30-40 bile olur biliyorum. I can see you stalker klskldfs

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top