⚜️Bölüm 30 - "Sana Ait"⚜️
"Post Tenebras Lux."
⚜️⚜️⚜️
1 Sene Önce - Calabar
Lauron Beyazkaya Sarayı'nın doğu kanadındaki küçük kütüphanede tek başınaydı. Bulunduğu yer, tüm soylu saray sakinlerine hizmet veren ana kütüphanenin yanında oldukça önemsizdi. Orta büyüklükte odanın çevresini saran yüksek duvarlar raflarla çevrelenmişti. Sağ tarafta olanın önünde en üst rafa kadar ulaşan ahşap ve tozlu bir merdiven duruyordu. Kapının karşısında kalan iki pencerenin önünde meşe ağacından yapılmış, ne büyük ne de küçük diyebileceği orta halli bir masa duruyordu. Lauron, pek ziyaretçisi olmayan kütüphaneye yardımcısı Rufus ile gelmişti. Adama masanın tozunu aldırmış, sonrasında ise elma kurusundan demlenen çayını istemişti.
O gün, Alita ile planlanan evliliği hakkında konuşacaklardı. Kral Hagen ve Lord Gustav öğrencisinin Güneykapı ve Drindall dükü olan Alva Hallstein'ın oğullarından biri ile evlenmesine karar vermişlerdi. Bu kimsenin şaşırmadığı bir durumdu, Alita yirmi beş yaşına girmişti ve kraliyet ailesine mensuptu. Soylu kadınların çoğuna bakıldığında evlendirilmesi için geç bile kalınmıştı. Ailesinin geleceğinde sahip olduğu rolden ötürü evleneceği adamı titizlikle seçmeleri gerekiyordu. Alita sıradan bir kadın değildi, gün geldiğinde, tüm koşullar hazır olduğunda Hénec'e yürüyecek ordunun başında ağabeyi Kral Hagen'a rehberlik etmesi bekleniyordu. Durum böyleyken, evlendiği adamın itaatkâr ve yönetilebilir olması gerekliydi. Bu durumu açıkça konuşmasalar bile, Lauron aksinin mümkün olacağını sanmıyordu.
Buharı tüten çayını usulca içmiş, yanında getirdiği kitabından birkaç sayfa okumuştu. Alita'nın gelmeyeceğini anladığında, ayağa kalkıp rafları gezerek dizili kitaplara göz gezdirmişti. Bekleyişinin üzerinden bir hayli zaman geçtikten sonra, tek kanadı olan ahşap kapı çalınarak yavaşça aralanmıştı.
"Özür dilerim, beklettim."
Başını eğmiş, tozlu raftan eline aldığı kitabı inceleyen Lauron mavi gözlerini kaldırdığında Alita ile karşılaşmıştı. Üzerine, krem rengi işlemeleri olan koyu mavi bir elbise giymişti. Belini sarmasına rağmen aşağı indikçe bollaşıyordu, etekleri ve dirseğinin biraz aşağında olan kolları uçuş uçuştu. Siyah saçlarını tepeden başlayarak ördürmüş, aralarını ise küçük incilerle süslemişti. Her zamankinin aksine herhangi bir takı ya da taç takmamıştı.
"Önemli değil, gel lütfen."
Kulpunu kavradığı kapıyı yavaşça örten Alita inatla bakışlarını üzerine çevirmiyordu. Güneş ışığının pencereden süzülmesi ile daha da belirgin hale gelen, havadaki toz taneleri onu rahatsız etmişti. Memnuniyetsizce etrafını izledikten sonra parmak uçlarıyla elbisenin eteğini kavramıştı. Masaya doğru ilerleyip sandalyesini çekerek oturduğunda, Lauron hala olduğu yerde belli belirsiz gülerek Alita'yı izliyordu. Onu bilerek saatlerce beklettiğinin farkındaydı, huysuzluğu sadece o güne ait bir durum değildi. Üç hafta önce, doğum gününü Tabassa'da, ailesi ile geçirmek istediğini söylediğinde Alita deyim yerindeyse ayağının üstüne kalkarak karşı çıkmıştı. İlk anda tepkisi fevri olsa da konuşmaları sonrasında yatışarak uysal bir şekilde gitmemesini istemişti. Yanında kalmasını istemesinde geçerli bir bahanesi yoktu, ortaya tek bir mantıklı sebep sunamıyordu. Buna rağmen, onu göndermemek için ısrar ettiğinde Lauron annesinin artık onu endişelendirecek kadar yaşlandığını, uzun zamandır ailesini görmediğini anlatmıştı. Sonunda, büyük bir gönülsüzlükle de olsa ziyaretine razı gelmişti. İlk günlerde yüzünü assa dahi açıkça tavır göstermemişti fakat yolculuk zamanı yaklaştıkça hiç olmadığı kadar huysuz davranmaya başlamıştı.
Lauron, karşısındaki başka biri olsa tüm bu olanlara anlam veremeyebilirdi. Fakat Alita'yı tanıyordu, birlikte geçirdikleri yıllar boyunca ziyaretleri için onu ikna etmesi hiçbir zaman kolay olmamıştı. Açıkça dile getirmese dahi, Alita Tabassa'ya her gittiğinde ailesine duyduğu özlemden etkilenip onu arkasında bırakmasından korkuyordu. Zaman geçtikte bu duruma doğduğu yerde kendi ailesini kurmaya heves edebileceği endişesi eklenmişti. Alita, içine yerleşen bu korkuların hiçbiri seslendirmiyordu, hatta onları iyi niyet göstermeye çalışarak maskelediği dahi söylenebilirdi. Zaman zaman kendi ailesini kurmak için yaşının geçmek üzere olduğunu, elini çabuk tutmasını gerektiğini söylediğinde gülümsemesine rağmen renksiz gözlerine yerleşen korkuyu görebiliyordu. Geçen zaman boyunca, Lauron Alita'yı adeta bir kitap gibi ezberlemişti. Söylediği her sözün, gösterdiği her bakışın altında taşıdığı anlamı biliyordu.
İçini çekerek doğrulup ağır adımlarla masadaki yerine geçtiğinde, Alita'nın gözleri boş çay fincanındaydı. O önündeki deri dosyayı açarken ilk anda parmak uçları ile ağır bir ritim tutmuş, sonrasında ise işaret parmağı ile önünde duran fincanı kuş severcesine okşamıştı.
"Neden benim için de çay istemediniz ?"
Dosyanın ipini çözen Lauron, içerisindeki kalın kâğıtları düzenlerken başını kaldırmadan gözlerini Alita'ya çevirmişti. İşkenceye başlamak üzere olduğunu hissedebiliyordu.
"Geç kalacağını tahmin etmiştim. Rufus buralarda olmalı eğer istersen getirebilir."
"Teşekkür ederim, istemiyorum."
"Peki, sen bilirsin."
Cevabı karşılığında Alita parmağıyla oynadığı fincanı gürültüyle kenara itmişti. Oralı olmayan Lauron Dük Hallstein'ın oğullarına ait olan kâğıtları isimlerine göre üçe ayırmıştı. Her birinin yemek alışkınlıklarından mizaçlarına kadar tüm özellikleri not edilmişti. Daha kalın bir kâğıda siyah tebeşirle çizilmiş özensiz portreleri dahi hazırlanılmıştı. Ne var ki Alita olan bitenle onun kadar ilgiliymiş gibi durmuyordu.
"Birkaç gün önce sana Sawrell'in Drindall'dan döndüğünü söylemiştim. Bunlar üç kardeş hakkındaki gözlemleri, ben okudum gayet ayrıntılı notlar almış. Ödeme için görüştüğümüzde kendisiyle seyahatinin gizli kalması gerektiği hakkında tekrar konuştum, bizim için herhangi bir sorun çıkaracağını sanmıyorum."
Başını yavaşça sallayan Alita soğuk gözlerini önünde dizilen kâğıtların üzerinde gezdirmişti. Kısa bir an göz attıktan sonra kardeşlerin en büyüğü olan Aksel'in çizimine uzanıp eline almıştı. Herhangi bir şey söylemeden önce genç adamın yüzünü uzun uzun incelemişti. İfadesinde olumlu ya da olumsuz herhangi bir anlam olmamasına rağmen bakışlarındaki ilgi yadsınamazdı. Kâğıdın en altına yazılan ismi fark ettiğinde kendi kendine Aksel diye mırıldanmıştı. Oturduğu yerde kolunu sandalyenin oymalı kulpuna yaslamışken, başını hafifçe yana eğmişti.
"Bu çizimler hoş fakat bana istediğimi vermiyor, notlardan da pek bir şey çıkacağını sanmıyorum. Gözlerinin içine bakmadan aralarından birini asla seçmem. Yine de, madem bu kâğıt yığınını okudunuz bana Aksel hakkındaki düşüncelerinizi anlatabilirsiniz."
"Aksel kardeşlerin en büyüğü, seninle yaşıt. Ailenin gözdesi olduğunu söyleniyor, babası Alva Hallstein tecrübe edinmesi adına neredeyse tüm resmi görevlerde onu yanında bulunduruyormuş. Sawrell notlarında kalıplı bir vücudu olduğunu, ustaca kılıç kullandığı yazmış. Üstü kapalı bir şekilde kolay sinirlenen, fevri bir yapısı olduğundan da bahsetmiş."
Alita sözleri karşısında olumlu ya da olumsuz herhangi bir şey söylememişti, gözleri hala elindeki kâğıdın üzerinde geziyordu. Çizimi baştan uca tekrar inceledikten sonra öne doğru eğilip yığının üzerine bırakmıştı. Bakışları ortanca kardeş olan Abel Hallstein'ın kâğıt destesini bulduğunda, ilk anda alnı kırışmış, sonrasında ise gülümsemişti.
"Sawrell'in çizim yeteneğine güvenmeli miyiz? Şuna bakın, yüzü bu kadar güçlü duran birinin vücudunun nasıl gözükebileceğini tahmin edemiyorum."
"Yeteneği hakkında herhangi bir garanti veremem fakat yazdıkları ve çizdikleri birbiri ile örtüşüyor. Notlarında Abel Hallstein için bir ayı ile güreşebilecek kadar kalıplı ve güçlü olduğunu yazmış."
Alita şaşırarak dudağını kıvırıp usulca başını sallamıştı. Şöyle bir göz attığı Abel'in çizimine Aksel'e olduğu kadar ilgi göstermemişti. Yüzüne eğlenen bir ifade yerleşmişken kalınlığını kontrol etmek istercesine işaret parmağını genç adama ait kâğıt yığının kenarında gezdirmişti. Konuşurken hala, inatla ona bakmayı reddediyordu.
"Düşünüldüğünde karlı bir evlilik olabilir, yanımda bu adam olduğu sürece Bergnan'a ihtiyaç duyacağımı sanmıyorum."
"Keşke sana katılabilsem, ben tam tersinde bir etki yaratmasından korkuyorum. Evlendiğinde bu adamlardan biriyle sadece daireni ya da yatağını değil hayatını paylaşacaksın. Bu bir iki senelik bir süreç değil, koca bir ömürden bahsediyoruz. Sana, seçimlerine, olduğun kişiye saygı duyan biri ile birlikte olmalısın. Bu iki kardeşin ortak özellikleri çabuk öfkeleniyor olmaları. İlk anda kulağa basit gelse dahi beni irrite etti. Böyle adamları bilirim, en basit meselelerde dahi hayır cevabını duymaya katlanamazlar. Erkeklik gururları incinir, acısını etrafındaki herkesten çıkarırlar."
Lauron bir an gereğinden fazla konuştuğunu düşünmüş ve bundan rahatsız olmuştu. Masanın üzerinde duran notları gece yarısı odasında tek başına okurken düşüncelerine saldıran kanlı hayaleti arkasında bırakması oldukça uzun bir zaman almıştı. Tekrar ona yakalanmaktan korkuyordu, yüzüne yayılan sıcaklığın onu ele vermesinden çekinirken yutkunmak zorunda kalmıştı. Güçlükle de olsa ifadesini kontrol edebiliyordu fakat yıllar sonra bile utançtan mı yoksa öfkeden mi olduğunu bilmediği, damarlarında dolaşan sıcak histen kurtulamamıştı. O an, Alita'nın tavır alarak yüzüne bakmayı reddetmesine minnettar olmuştu.
"İyi niyetinizden şüphe etmiyorum fakat bana kalırsa durumu abartıyorsunuz. Hallstein erkeklerinin iri yapılı ve asabi oldukları her zaman söylenir. Ortada yeni bir durum yok."
Oturduğu yerde içini çekerek arkasına yaslanan Lauron herhangi bir cevap vermeden önce Alita'yı izlemişti. Genç kadın kolunu sandalyesinin kulpuna yaslamışken parmaklarını dudaklarının üzerine örtmüştü. Konuşurken dişlerinin arasından mırıldanmıştı, ilgisiz gözleri hala Abel Hallstein'a ait olan çiziminde üzerinde geziyordu. Lauron, giyeceği elbiseyi seçerken dahi daha heyecanlı davrandığı anlara şahit olmuştu. Yine de, onun için kadının bu haline üzülmesi mi yoksa sevinmesi mi gerektiğine karar vermek güçtü. Alita gibi duygularını uçta yaşayan biri için aşkı tekrar tecrübe etmek tehlikeli olabilirdi, Victor'dan sonra yaşayacağı hayal kırıklığının bu kez neler getirebileceğini tahmin dahi edemiyordu. İçinde duygudan çok mantığın bulunduğu bir evliliğin onun için daha uygun olacağı kanaatindeydi.
"Haklı olabilirsin. Fakat ailede bu genellemeyi çürüten biri var."
Oturduğu yerde doğrulan Lauron tıpkı Alita gibi öne doğru eğilip masanın üzerinde duran üç iri kâğıt yığınından Alois Hallstein'a ait olana işaret parmağı ile hafifçe vurmuştu.
"Alois Hallstein."
Alita'nın soğuk gözleri yüzüne dönmese dahi bir kedi gibi işaret parmağını takip etmişti. Alois kardeşlerin arasında en küçüğüydü, on dokuz yaşına gireli birkaç hafta oluyordu. Tecrübesizliği Lauron için onu öne çıkaran ilk özelliğiydi. Notları okuyup mizacını az çok çözdüğünde, iki kardeşinin arasından sivrilerek çıkmıştı.
"Kendisi tapınak tarafından kutsanmış bir aziz mi ?"
"Hayır, maalesef kendisi bir aziz değil. Sawrell'in yazdıklarına göre din ahlakına uygun bir adam olduğu dahi söylenemez. Fakat bunun senin için pek sorun olacağını sanmıyorum."
"Tanrıtanımazlık kimseyi ideal koca adayı yapmaz, umarım kendisinin daha ilgi çekici meziyetleri vardır."
"Bu bir erkekte ne aradığına göre değişir. Alois kardeşlerin arasında en küçüğü, iyi bir eğitim almış. Kadınlara ve kitaplara kılıçlara olduğundan daha düşkün, tüm Drindall'da gerçek bir çapkın olarak ün salmış, kadınların kalbini kolaylıkla çaldığı söyleniyor. Kardeşlerinin aksine sakin bir mizaca sahip, Sawrell Aksel ve Abel'den uzun olmasına rağmen çocukken geçirdiği rahatsızlıktan ötürü onlara oranla daha ince yapılı olduğunu not etmiş."
Alois Hallstein'ın önünde duran portresine göz atan Alita duyduklarına pek oralı olmamıştı. Gözlerine bakmak istercesine çizimin olduğu kâğıdı eline alarak kaldırmış, şöyle bir baktıktan sonra yerine koymuştu. Bakışları üç kardeşin arasında gidip gelirken Lauron, Alita'nın hissiz bakışlarının sürekli olarak Aksel Hallstein'a ait notlara takıldığını fark etmişti.
"Kaç yaşında ?"
"Birkaç hafta önce on dokuzuna girmiş."
Alita Alois'in yaşını duyduğu an dudaklarının arasından alaycı bir ses yükselmişti. Genç adam güçlükle ilgisini çekmişken Lauron bir anda tüm şansını kaybettiğini hissediyordu. Elini yan yana duran kâğıt destelerinin arasında sokan Alita, Alois Hallstein'a ait olan yığını diğer ikisinin yanından uzaklaştırdığında düşüncesini onaylamıştı.
"Teşekkür ederim, kendisini eleyebiliriz."
"Neden peşin hükümlü davranıyorsun ?"
"Bilmem farkında mısınız fakat yakında yirmi beş yaşına gireceğim. On dokuz ve yirmi beş, birbirlerine pek yakın olan iki sayı değiller."
"Alita."
"Bu konuyu tartışmanın bir mantığı yok, Lord Amadeus. Bu üç adam benim için birbirinden pek de farklı değil, üçünü de tanımıyorum üçünün de bana hitap edeceğini sanmıyorum. Fakat aralarından birini seçmek zorundaysam Aksel Hallstein'ı tercih edeceğim. Bu evliliği ailem için gerçekleştiriyorum, gelecekteki Güneykapı dükü o olacak. Hem yaşlarımız da uyuşuyor, çizimlerde hile yoksa yüzü de fena sayılmaz."
Lauron, o gün Alita'yı herhangi bir fikre ikna edemeyeceğinin farkına varmıştı. Karşısında gardını bu kadar güçlü almışken en mantıklı öneriyi dahi kabul edeceğini sanmıyordu. Alois Hallstein onun için hala en uygun aday olsa da, bunun için tartışmaya devam etmek niyetinde değildi. Kral Hagen tarafından durum herhangi bir resmiyet kazanmamıştı, ortada duyurulmuş bir durum yoktu. Önlerindeki süreç belirsiz ve uzunken, Lauron acele etmemeye karar vermişti. Tabassa'dan döndüğünde, daha ılımlı bulmayı umduğu Alita'ya neden Alois'i desteklediğini detaylıca anlatabilirdi. İnadını ve huysuzluğunu bir kenara bırakıp makul düşünmeye başladığında Alita'nın da ona katılacağına inanıyordu.
"Oturmuş yazıhaneye kâtip atayacakmışız gibi evleneceğim adamı seçiyoruz. Bu durum sizi rahatsız etmiyor mu ?"
Alita'nın sitemi yüzünde buruk bir gülümsemeye sebep olmuştu. Sesindeki alınganlığı seçmekte pek de zorlanmamıştı, sözlerini duyan herhangi biri onu azarladığını zannedebilirdi fakat Lauron kelimelerinin altında ne demek istediğini çözebiliyordu. Masanın üzerinde huzursuz bir ritim tutan parmaklarına dokunup onu durduğunda Alita'nın gözleri gönülsüzce üzerine dönmüştü. Sesindeki alınganlık bakışlarına da yansımıştı.
"İnsanları izlemekten bıktığını, artık bir aile kurmak istediğini söylemiştin. Bu adamlardan herhangi biri ile evlendiğinde, krallığın bugüne kadar gördüğü en varlıklı kadın sen olacaksın. Tereddütlerinin olduğunu biliyorum fakat bu hem kendi adına hem de ailen adına alabileceğin en doğru karar. Yine de, eğer kalbinin arzusu farklıysa çok geç olmadan majesteleri ile konuşabilirsin, seni üzmek isteyeceğini sanmıyorum."
Alita'nın çekik gözleri önce yüzünde gezmiş, sonra ise onu durduran elini bulmuştu. Rahatsız olduğunu düşünen Lauron geri çekilerek oturduğu yerde kollarını göğsünde bağlayarak arkasına yaslanmıştı. Kısık bir sesle öksürüp boğazını temizlerken Alita'nın ifadesiz yüzünde belli belirsiz bir gülümseme geçmişti, ne gözlerine ne de dudaklarına yansımamıştı.
"Bana aldırmayın siz haklısınız, bu kendi adıma alabileceğim en doğru karar. Sanırım ömrümün sonuna kadar beklesem kalbinin ne arzuladığına karar veremem."
Konuşlarının devam gelmemişti. Onu daha fazla oyalamak istemediğini söyleyen Alita, yanında getirdiği kâğıt yığınlarını deri dosyalara yerleştirerek eline almıştı. Birlikte masadan kalkıp kapıya doğru ilerlediklerinde, ondan bir adım önde olan Alita duraklayarak arkasına dönmüştü. Gözleri önce kararsızmışçasına etrafında dolaşmış, sonrasında ise gönülsüzce yüzünü bulmuştu.
"Ne zaman yola çıkacaksınız ?"
"Eğer bir aksilik yaşanmazsa yarın sabah."
Pek de içten sayılmayacak gülümsemesini gösteren Alita başını usulca sallamıştı. Kısa bir an, üzerinde gezen soğuk gözleri gürültüyle konuşsa dahi ağzından herhangi bir söz çıkmamıştı. Soluğunu içine çekerken belirgin dudaklarını sıkarak gülümsemesini genişletmişti.
"O halde muhtemelen sizi bir daha göremem. Anneniz Iréna için bir hediye hazırladım, kızlar akşam olmadan odanıza getirecek. Yanınıza alır, benim adıma teslim ederseniz sevinirim."
"Alita. İncelik göstermek istediğini biliyorum fakat bu hediyeler annemi mahcup ediyor."
"Beni tanıyorsunuz, isteklerim konusunda bencilimdir."
Lauron bir an duraklasa dahi Alita'nın sözleri onu güldürmüştü. Neyi ima ettiğini biliyordu, Tabassa'ya gitmesine karşı çıktığında ona yaptığının bencillik olup olmadığını sormuştu. Alita ise hiç gocunmadan bencil olduğunu kabul etmişti.
O an karşı karşıya duruyorlarken gülüşü Alita'ya da bulaşmıştı. Dudaklarında asılı kalan soğuk ifade ısınarak gözlerine yansıdığında ileri çıkıp tek kolunu omzuna dolayarak ona sarılmıştı. Sırtına inen parmakları bir anlığına da olsa ensesine, saç diplerine değdiğinde soğukluğu Lauron'u ürpertmişti.
"İyi yolculuklar."
"Teşekkür ederim. Pek uzun kalmayacağım, muhtemelen yokluğum fark edilmeden geri dönerim."
Kapının önünde sarılmaları pek uzun sürmemişti. Sözlerini bitirmesi ile birlikte koluna dokunarak geri çekilen Alita'nın yüzündeki gülümseme küçülse dahi sıcaklığını koruyordu. Hala onu izliyorken ileri uzanarak pirinç kulpu yavaşça çevirmişti.
"Bunun pek mümkün olacağını sanmıyorum. Ziyaretinizin keyfini çıkarın Lord Amadeus, burada sabırla bekleneceksiniz."
DC 138 – Güncel Zaman / Calabar
Sabahın erken vaktinde, güneşin doğuşuyla birlikte uyanan Alois geceyi geçirdiği daireye geri döndüğünde, Alita tıpkı bıraktığı gibi yataklarında uyuyordu. Karşılaşacağı manzarayı tahmin etmişti, bu yüzden dairenin kapısını muhafızlara bırakmadan bizzat açmış, içeri girdikten sonra da yavaşça örtmüştü. Hamileliği Alita'yı uykuya hiç olmadığı kadar düşkün hale getirmişti. Önceleri yatağa ne kadar geç girerse girsin gün ışığıyla birlikte uyanan karısı artık biri ona dokunmadığı müddetçe vakit öğlene yaklaşana kadar uyanmıyordu. Alois, gün içinde oturduğu yerde uyukladığına dahi şahitlik etmişti. Bebekleri, daha o andan Alita'yı olduğundan farklı bir kadına dönüştürmeyi başarmıştı.
Dairenin içinde ağır adımlarla ilerliyorken üzerindeki ceketi çıkarıp küçük masanın önündeki sandalyelerden birine yerleştirmişti. Geniş pencereleri örten beyaz tüller içeri giren gün ışığını engellemese dahi büyük ölçüde kesiyordu. Alois sessizce yaklaşıp ortada olanı aralamıştı, parlak ışık süzülerek odanın içine yayılırken yüz üstü uyuyan Alita'nın çıplak sırtına yerleşmişti. Beyaz teni güneşle birlikte adeta altın gibi parlıyordu.
Alois bir müddet hiçbir şey yapmadan, pencerenin kemerine sırtını yaslayıp uyuyan karısını izlemişti. Arkası ona dönüktü, üzerindeki örtü neredeyse sırtının yarısına kadar açılmıştı. Siyah saçları yastığına dağılmışken tıpkı teni gibi güneşle parlıyordu. Uyandırmamak için yanına gitmek istemese de bir müddet sonra kendine engel olamamıştı. Hala dağınık olan yatağın kenarına geldiğinde sessizce çizmelerini çıkarmış, dirseğini yastığına yaslayarak uzandığı yerde Alita'ya dönmüştü. Gece, kollarının arasında uykuya dalmadan önce kırmızı olan yanakları o an soluk pembeydi, dudakları ise birkaç ton daha canlıydı. Perçemlerinin bir kısmı öne düşse dahi yüzünü örtmemişti. Alois uzayan saçları yüzüne değdiği an rahatsız oluyorken Alita'nın saçları neredeyse burnuna değerken nasıl bu kadar rahat uyuduğu merek ediyordu. Onu izlerken dahi kaşınmaya başlamışken, elini uzatıp öne düşen perçemini yavaşça arkaya itmişti. Tek amacı saçını düzeltmekken geri çekilmek onun için umduğu kadar kolay olmamıştı. Alita'nın yumuşak saçlarının arasından geçen parmakları usulca hareket ederek pembe yanaklarına dokunmuştu. Hayranlıkla izlediği yüzünü yeni keşfediyormuşçasına okşayarak gezerken başparmağını onu sarhoşa çeviren dudaklarına yerleştirmişti. Göğsünü kaplayan sıcak hisle kıvrımlarına dokunarak seviyorken Alita uzandığı yerde belli belirsiz kımıldanarak içini çekmişti. Gördüğü en açık maviye sahip olan, uykulu çekik gözlerini yavaşça araladığında yüzüne tıpkı üzerinde gezen güneş kadar sıcak bir gülümsemeye yayılmıştı.
"Günaydın."
Alita'nın sesi uykulu ve genizden geliyordu, gözleri sabah kalktığında hep olduğu gibi şişmişti. Başparmağı ile hala dudağını okşuyorken bu hali Alois'e evliliklerinin ilk günlerini hatırlatmıştı. O an, sıcaklığı gözlerine yansıyan gülüşünü izlerken elinde zamanı geriye saran bir makara olmasını her şeyden çok istemişti. Güneşin çıplak vücutlarına değdiği, birbirlerine sarılarak uyandıkları o sabahları hiç olmadığı kadar özlediğini hissediyordu.
"Günaydın."
Uykulu gözlerini kapatan Alita yüzünde gezen elini kavrayarak öpmüş, sonrasında ise ona yol göstermek istercesine saçlarının arasına bırakmıştı. Alois, tıpkı bir çocuk sever gibi başını okşuyorken kendini gülmekten alıkoyamıyordu. İnsanların karşısında konuşmaktan dahi çekindiği mağrur prenses ilgi için sokulan mavi gözlü, uysal bir kediye dönüşmüştü. Bu haline alışkın olmadığını söyleyemezdi, kavga etmedikleri müddetçe Alita onunla temas halinde olmayı seviyordu. Bulundukları toplumda, evli dahi olsalar kadın ve erkeğin insanların içinde birbirleri ile yakınlaşmaları hoş karşılanmıyordu. Fakat bu evlendikleri ilk günden beri Alita'nın hiç umurunda olmamıştı. Resmi davetlerde dahi elini tutmaktan ya da saçlarına dokunmaktan çekinmiyordu. Eğer yemek masasında değilseler, baş başa kaldıkları anların çoğunda kucağına oturuyordu, bu durum kendi aralarında alay konusuna dahi dönüşmüştü. Geceleri yataklarında aralarındaki mesafe açılsa dahi ona dokunarak uyuyordu. Dışarıdan bakıldığında Alita gibi soğuk bir kadının herhangi birini bu kadar dokunarak sevebileceğini tahmin etmek mümkün değildi. Fakat Alois maruz kaldığı bu ilgiden tarif etmenin mümkün olmadığı bir zevk alıyordu.
O usulca saçlarını okşuyorken Alita'nın dudaklarına hoşnut bir gülümseme yayılmıştı. Mavi gözlerini araladığında hiçbir şey söylemeden yüzünü izlemişti. Safir yüzüğünü taşıdığı sol elini kaldırdığında saçlarına dokunup yüzüne değen güneşin sıcak izlerini parmak uçları ile takip etmişti. Canını yakmaktan korkarak usulca kirpiklerine dokunduğunda dudağını ısırarak mırıldanmıştı.
"Bunu özlemişim."
"Neyi ?"
"Güneşi yüzünde izlemeyi, ışığı sana yakışıyor."
Alois, yüzünde gezen elini kavrayarak parmaklarını iç içe geçirmişti. Hala yüzüstü uzanan Alita tam olarak kendine gelmiş sayılmazdı, uyku mahmurluğunu üzerinde taşıyorken gözleri kapanmak için adeta onunla savaşıyordu.
"Ailen saraydan ayrıldı mı ?"
"Evet, Abel'le birlikte uğurladık."
"Size katılmak isterdim fakat görüyorsun, bu bebek beni tanımadığım birine dönüştürüyor."
Alois bunun için şikâyetçi değildi, bilakis itiraf etmek istemese dahi minnettardı. Dün akşam yemekte karısı ve annesi arasındaki garip iletişim onu tedirgin etmişti. Birbirlerine tek bir kötü söz etmemişlerdi, aksine ikisinin de yüzlerinden gülümsemeleri eksik olmamıştı. Fakat Alois iki kadını da gayet iyi tanıyordu, söze dökmeseler dahi birbirlerinden pek hoşlanmadıkları onun için ayan beyan açıktı.
"Sana sormam gerek bir şey var ama bu pek hoşuna gitmeyebilir."
Sözleriyle birlikte hala elini tutarak uzanan Alita'nın alnı kırışmıştı. Alois şaşırdı yoksa bozuldu mu çözemiyordu, yüzündeki gülümseme dağılmasa dahi ifadesi değişmişti.
"Beni korkutuyorsun."
"Hayır, korkulacak bir durum yok. En azından senin için yok, belki benim için vardır, bilmiyorum."
"Bu ne demek şimdi ?"
"Dün sabah kahvaltıda annemle ne konuştunuz? Nasıl söylenir bilmiyorum fakat yemekte aranızdaki iletişim garipti, gülümseyerek birbirinize bıçak çekmiş gibiydiniz."
Alita şaşkınlıkla ne diye mırıldandıktan sonra kendini tutamamış, genizden gelen uykulu sesiyle kıkırdayarak gülmüştü. O ana kadar uykunun verdiği sakinliğe teslim olmuşken alt dudağını dişlerinin arasına alarak uzandığı yerde kıvrılarak ona doğru yaklaşmıştı.
"Bu soruyu Düşes Hallstein'a da sordun mu ?"
"Sayılır, ona sana olduğum kadar açık davranmadım."
"Demek öyle, kendisi nasıl bir cevap verdi ?"
"Pek bir şeyden bahsetmedi, bebekten falan konuştuğunuzu anlattı."
Sözünü bitirdiği an tekrar alnı kırışan Alita uzandığı yerde tıpkı onun gibi dirseğini yataklarına yaslayarak kısmen doğrulmuştu. Ona neyi yanlış yaptığını anlama fırsatı vermeden avucunda tuttuğu elini çekiştirmiş, koluna uzanarak etini parmaklarının arasına sıkıştırıp bükmüştü. Neye uğradığını şaşıran Alois sıçrayarak geri çekildiğinde dişlerini sıkarak inlemişti, konuşurken adeta acıyla uluyordu.
"Gökler aşkına! Artık buna bir son vermen gerek!"
"Bebek falan? İçtiğin şarap hakkında bile daha heyecanlı, daha özenli konuştuğun anlara şahitlik ettim Alois."
"Bebek dediğim için mi suçluyum? Özür dilerim hayatım fakat karnındaki şey bir bebek !"
"Karnımdaki şey senin çocuğun !"
Alois canının acısıyla bağırarak konuşmuştu, sözlerinde herhangi bir kötü niyet saklı değildi. Fakat Alita isyan edercesine bağırdığında kendini tutamadığı oldukça açıktı, sesindeki tını içinde biriktirdiği öfkeyi taşıyordu. Alois bu durumun o ana mahsus olmadığının farkındaydı, yine de tam olarak ne yapması gerektiğini bilmiyordu.
"Bunun hatırlatılmasına ihtiyaç duymuyorum."
"Öyle mi? O halde neden ben tam tersini düşünüyorum? Neden sürekli tam tersini ispatlayacak şeylerle karşılaşıyorum ?"
Yılgınca içini çeken Alois, Alita'nın yargılayan bakışlarından kaçmak istercesine uzandığı yerde sırtüstü dönmüştü. Ellerini başının arkasına yerleştirmiş, yatağın üzerindeki tül cibinliği izlemeye koyulmuştu. Amacı konuşmaktan hoşlanmadığı bu konudan kaçmakken, Alita izin vermeyip çıplak olduğunu dahi umursamadan yaklaşarak üzerine eğilmişti.
"Çok yakın bir tarihten örnek vereceğim. Dün akşam yemekte annen, baban ve kardeşinle birlikte bebeğimiz hakkında konuşuyorduk. Sen sohbete dâhil olmaya bile tenezzül etmedin, insanların arasında utanıp katılman için ısrar ettiğimde de mümkün olabilecek en alakasız şekilde kestirip attın; sağlıkla doğsun elbet bir ismi olur."
Alois'in dudaklarından yükselen homurtuya engel olamamıştı. Tıpkı karısı gibi uzandığı yerde doğrulup karşısına dikilmişti, yatakta oturmuş yarı çıplak halde birbirleri ile kavga ediyorlardı.
"Gökler aşkına Alita, masanın altından kasığıma dokunuyordun! O an kendi adımı sorsan yine düşünmek zorunda kalırdım!"
Alita bir şeyler söylemek için ağzını açtıysa dahi vazgeçmiş, dudaklarını birbirine bastırarak öfkeyle homurdanmıştı. Eline geçirdiği tüy dolu yastığı üzerine fırlatıp yataktan kalkarak dairenin içinde ilerlemişti. Gece, o masanın üzerinde oturuyorken Alois'in elleriyle çıkardığı kahverengi gecelik hala seramik zeminin üzerinde duruyordu. Eğilerek almış, ona arkasını dönüp ince askılarını geçirerek üzerine giymişti. Alois, parlak kumaşın çıplak vücudunda nasıl kayıp gittiğini izlerken oturduğu yerde yığılmış, sırtını yatağın ahşap başlığına yaslamıştı. Parmaklarını arasından geçirerek karışan saçlarını düzelten Alita masanın üzerindeki bardaklardan birine uzanıp kendi için su doldurmuştu. Sadece birkaç yudum içtikten sonra elindeki bardağı sıkarak zihninden geçenlere dayanmıyormuşçasına olduğu yerde ona doğru dönmüştü.
"Bunu bilerek mi yapıyorsun? Bak, artık ne hissediyorsan söylemek zorundasın çünkü ben katlanamıyorum."
"Neyi bilerek mi yapıyorum ?"
"Alois, beni üzdüğünün farkında değil misin? Hamile kalmayı becerebildiğim için göklere çıkarılmayı beklemiyorum ama bu kadar ilgisiz olman kalbimi kırıyor."
Alita konuşurken öfkeli değildi, sesini yükseltmemişti ya da bağırmamıştı. Siyah, uzun perçemlerinin çevrelediği yüzündeki ifadeden herhangi bir anlam çıkarmak imkânsızdı fakat Alois olduğu yerden dahi mavi gözlerine çöken hayal kırıklığını görebiliyordu. Karısının bu sözleri ona dairelerindeki son konuşmalarını hatırlatmıştı; senin yanındayken hayatım boyunca hiç olmadığım kadar yalnızım. Alita o akşam ağlarken canını yakan birçok şey söylemişti fakat bu cümle Alois'in zihnine bir mıh gibi çakılı kalmıştı. Tek başına kaldığı ilk anlarda dairelerini terk ettiği için Alita'ya öfkelenmişti. Fakat zihninin en kuytu köşesinde yer edinen suçluluk duygusu onu rahatsız etmeyi başarmıştı. Kendini haklı olduğunu ikna ettiği an ağlayan Alita'nın sesini işitiyordu. O an, hayal kırıklığıyla parlayan gözlerinin içine bakıyorken aynı ses tekrar kulağına dolmuştu. İçini çeken Alois, aralarında kangrene dönüşerek ikisinde de acı biriktiren bu durumu çözmekte kararlıydı, en azından bunun için uğraşması gerektiğini tüm kalbiyle hissediyordu.
"Tamam, gel buraya konuşalım, olur mu ?"
Alita herhangi bir şey söylemeden gözlerinin içine bakmış, ne düşündüğünü, ne istediğini çözmeye çalışıyor gibi olduğu yerde kalıp onu izlemişti. Düştüğü tereddütü gören Alois elini öne doğru uzatıp hadi gel diye mırıldanarak tekrar yanına çağırmıştı. Hala onu izleyen Alita gözlerini üzerinden ayırmadan bardağındaki suyu bitirmiş, parmaklarını üzerinde gezdirerek ağzını kuruladıktan sonra ağır adımlarla yataktaki yerine oturmuştu. Aralarında bıraktığı mesafe azdı fakat Alois bu kadarın dahi kabul etmemişti. Ona doğru yaklaşarak kolunu omzuna sarmış, herhangi bir şey söylemeden önce kendi kokusunun karıştığı saçlarını öpmüştü.
"Gerçekten ne hissettiğimi dinlemek istiyor musun? Şimdiden uyarıyorum, çenem düşebilir."
Kolunun altında oturan Alita eğdiği başını kaldırarak yüzünü ona çevirmişti. Üst dudağının kenarı hala içtiği suyla ıslaktı. Uzanıp çenesini kavrayarak başparmağı ile sildiğinde Alita tuttuğu elini kucağına çekmişti.
"Ketum halini pek sevdiğim söylenemez."
"Ketumluk ettiğim yok, bana kalırsa hislerim konusunda her zaman fazlasıyla açık davrandım. Fakat görüyorsun, işlerin sonu buraya kadar geliyor. Kendimi yeterince anlattığımı düşünmeme rağmen ketum davrandığımı söylüyorsun. Bence sorun tam da burada, ikimiz de birbirimizi dinlemeyi uzun zaman önce bıraktık, bağıra çağıra kendimizi anlatmaya çalışıyoruz."
Alita içine çektiği nefesle birlikte haklısın diye fısıldamıştı. Kucağına çekerek avucuna aldığı elinin parmakları ile oynarken başını hafifçe öne eğmişti, gözlerine bakmıyordu. Alois bunu neden yaptığını az çok anlamıştı, konu kalbinin sırlarına geldiğinde konuşmak Alita için güçleşiyordu.
"Ben artık sen haklısın-ben haklıyım konuşması yapmak istemiyorum. İkimizin de hatalı olduğu zamanlar geçirdik, ikimiz de birbirimize korkunç sözler söyledik, istemesek bile birbirimizi kırdık. Artık arkamıza bakmak yerine ileriye adım atmamız gerek. Her şeyi bir günde geçmişte bırakabileceğimizi düşünmek elbette aptallık olur. Fakat önemli olan istemek, ben ileri bakmaya hazırım."
"Alois ben yaptığım hataların farkındayım, sadece nasıl düzeltmem gerektiğini bilmiyorum. Boşuna kürek çekiyor gibiyim. Her şey o kadar içinden çıkılmaz bir hal aldı ki çabaladıkça sahip olduklarımızı kötüye götürüyorum. Seninle aynı şeyleri istemediğimi mi sanıyorsun? Kendimi oyalamadığım her an saplantılı gibi sürekli aynı şeyleri düşünüyorum; ya artık beni istemezse, ya benden gerçekten boşanırsa, ya çocuğumuzu hiç sevmezse. İleri bakmak istememin bir faydası yok, geleceği düşündüğümde korkularıma yenileri ekleniyor."
Alois, Alita'nın çocuk konusunu kendi içinde ne kadar dert edindiğini gördüğünde hem üzülmüş hem de şaşırmıştı. Düşündüğünde, baba olma fikri onu hiçbir zaman heyecanlandırmamıştı. Hayatına Alita girmemiş olsa henüz evlenmeye dahi sıcak bakmıyorken, baba olmak onun için hala uzak bir düşünceydi. Bunun için önlem almayı her düşündüğünde, karısı çocukları olması istediğini söyleyerek karşı çıkmıştı. Pek hevesli hissetmese dahi Alita'nın yaşını düşündüğünde ona hak vermişti. Fakat evlilikleri boyunca üst üste yaşadıkları sorunlar, aralarına giren soğukluk onu güç bela tutunduğu çocuk fikrinden tamamen uzaklaştırmıştı. Alois, bunun için elinden herhangi bir şey geleceğini sanmıyordu. Yine de Alita'nın kapıldığı korku ona ekstrem gelmişti, tıpkı annesinin söylediği gibi çocuğunu kucağına aldığında sevgisini hissedeceğine inanıyordu.
"Söyleyeceklerim sana saçma gelebilir ama ben bunların hiçbirine hazır değildim, demek istediğim hayatımın bu noktasında seninle tanışmayı beklemiyordum. Aylar önce, ailemle Duviel'e geldiğimde sen ne ile karşılaşacağını biliyordun, buna hazırdın fakat evlenmek benim aklımın ucundan dahi geçmiyordu. Hatta babamın mirasından payıma düşeni alıp krallığın ötesini gezmeyi düşünüyordum. Ama sonra seninle karşılaştım ve düşündüğüm, bildiğim, hayal ettiğim her şey bir anda değişti. Bambaşka bir dünyanın içine girdim, bambaşka bir adama dönüştüm. Sakın pişman olduğumu düşünme, seni Drindall'da ekin tarlalarının birinde görsem yine evlenmek isterdim, güzelliğini güçten, taçtan ya da altından almıyorsun. Bugüne kadar birçok kadına dokundum, hiçbiri senin gibi hissettirmedi. Eğer böyle olmasa, değişmek için çabalamazdım. Hayal kırıklığına uğrayabilirsin fakat ben geldiğim şehrin en ünlü hovardasıydım, ne kadar uğraşsam da bir anda iyi aile babası olamam."
Alois aklından geçenleri süslemeden, olduğu gibi anlatmıştı fakat alacağı karşılık hakkında herhangi bir fikri yoktu. Güneşin yansıdığı yeşil gözlerini kolunun altında oturan Alita'ya çevirdiğinde, yüzüne imalı bir gülümsemenin yayıldığını fark etmişti. Bunu neye yorması gerektiğini bilmiyordu, alnı kırışmış onu izliyorken açıkça bozulmuştu.
"Ne diye gülüyorsun şimdi ?"
"Alois eğer evlilik hakkında beklentilerimin ne kadar düşük olduğunu bilseydin halime acırdın. Haklısın, ben uzun zamandır evliliğe hazırdım fakat senin gibi biri ile birlikte olacağımı hiç hayal etmemiştim."
"Benim gibi biri? Bunun ucu oldukça açık."
Alita sesindeki huysuzluğu sezmişçesine başını kaldırıp olduğu yerde ona doğru dönmüştü. Vücudunu göğsüne yaslamışken yüzleri birbirine yaklaşmıştı, o kadar ki Alois Alita'nın berrak bir suyu andıran gözlerinde kendi yansımasını görüyordu.
"Sen sıcaksın, gerçeksin, hissettiklerini saklamak için uğraşmıyorsun. Başka birçok adam öfkesiyle gurur duyar, karşısındakini sindirmeyi üstünlük olarak görür. Fakat sen sesini yükselttiğinde bundan utanıyorsun, itiraf etmesen bile yüzünden okuyabiliyorum. Cömert bir kalbe sahipsin, karşında kim olursa olsun sevgini göstermekten çekinmiyorsun. Ruhun parlak bir cam gibi; naif ve kırılgan. Ben oldukça sert kayaların arasında yetiştim, karşıma senin gibi biri pek çıkmadı."
Alois, gözlerinin içine bakan Alita'yı dinlerken ışığı yüzüne değen güneş sanki yavaşça göğsüne inmişti, içine işleyen sıcak hissi tarif etmenin başka bir yolu yoktu. Gülümsediğinin bile farkında değilken Alita'nın çenesine dokunarak okşadığı dudaklarını öpmüştü. Konuşmak istediğinde, geri çekilmek yerine dudaklarını yanaklarına sürterek fısıldamıştı.
"Alita, Alita, Alita. Beni darmadağın edip çılgına çeviriyorsun. Karşı koyması imkânsız bir kötü alışkanlık gibisin."
"Bunu şikâyet olarak mı kabul etmeliyim ?"
"Asla, zararlı şeyleri hep sevmişimdir."
Alita sözleriyle birlikte kıkırdamıştı. Vücutları birbirine bu kadar yakınken, Alois ellerini beline yerleştirerek onu kendi kucağına çekmişti. Güneş çıplak omuzlarından dökülen siyah saçlarının arasında geziyorken, Alita öne eğilerek dudaklarını öpmüştü. Onun gibi aceleci davrandığı da söylenemezdi. Zarif parmakları ensesine dokunarak saçlarını okşuyordu, Alois bir an ürperdiğini hissetmişti. Alita'nın sıcak dili onu yolundan çıkarıyorken parmaklarını birbirine karışan dudaklarının arasına sokmuştu. İçine kapıldığı sıcak hissin uyandırdığı heyecanla kelimelerin üzerinde düşünmeden, nefes nefese mırıldanmıştı.
"Seni tanımama izin ver, içinde sakladığın kaç Alita var öğrenmek istiyorum. Benimle konuşabilirsin, korkularını üzüntülerini, hayallerini anlatabilirsin. Canını asla yakmam, seni üzmem, yemin ederim. Bunu bilerek, isteyerek asla yapmam. Ben gecelerini geçirdiğin sıradan bir adam olmak istemiyorum."
"Alois, bunu nasıl söyleyebilirsin? Her şeyi bir kenara bıraksam bile sen doğacak çocuğumuzun babasısın, benim için kimse senin kadar değerli değil."
Bunlar Alois'in duymayı beklediği sözler değildi, sıktığı dişlerinin arasından ıslık çalarcasına içini çektiğinde Alita'nın yüzünü avuçlarına almıştı. Gözlerinin içine bakıyorken adeta kıvranıyordu.
"Anlamıyorsun, benim yerime nefret ettiğin bir adamla zorla evlendirilseydin çocuğunun babası olacaktı. Bu senin gözünde değerli olabilir fakat benim için yeterli değil. Birbirinden nefret eden iki insan da çocuk yapabilir. Ben ağladığında kaçmak yerine yanında olmak istediğin, sırlarını paylaşmaktan korkmadığın adam olmak istiyorum. Konuşamadıktan sonra evlenmiş olmamız neyi değiştirir? Aynı yatağı paylaştığın, çocuğunu doğurdun adam senin için bir yabancı olabilir. Bunu düşünmek bile karnıma sancılar dolduruyor. Ben senin için çocuğunun babası olabilirim ama sen benim her şeyimsin. Çocuk olsa da olmasa da, benim için herkesten ve her şeyden kıymetlisin."
Alois nefes nefese konuşmasını bitirdiğinde, Alita'nın avucunda tuttuğu yanaklarının ısındığını hissetmişti. Ucu bucağı olmayan gözlerinden geçen hisler tıpkı teni gibi sıcaktı, onu izlerken dudaklarını sıkarak yutkunmuş, sonrasında ise yavaşça gülümsemişti. Parmakları hala saçlarının arasında dolaşıyorken sokulup burnuyla burnuna dokunmuştu. Yüzlerinin arasındaki mesafe o kadar azdı ki konuşurken dudakları birbirine sürtüyordu.
"Alois, kalbim sana ait, bundan sakın şüphe etme. Çocuk olsa da olmasa."
* * *
Saline, yazıhaneden aldığı mühürlü davetiyeleri elinde tuttuğu deri dosyanın içerisinde taşıyorken sarayın güney kanadında hazine kâtiplerine ayırılmış olan kata gelmişti. Dün, davetiyeler için yazıhaneye geçmeden önce baş defterdar olan Carlan Ludwick ile görüşmüştü. Adama kendini tanıtmış, Prenses Alita'nın emrini ileterek planladığı davet için ayırılmasını istediği bütçe hakkında konuşmuştu. Ludwick tahmini gider kalemlerinin not edildiği kâğıdı ondan alarak prensesin emrinin derhal yerine getirileceğini iletmişti.
Prensesin adını geçirmek, saraydaki birçok işlemi hem hızlandırıyor hem de kolaylaştırıyordu. Saline, bir gün önce kendi eliyle yazdığı örnek davetiyeyi yazıhaneye teslim etmiş, o gün ise kraliyet mührü taşıyan asıllarını teslim almıştı. Her birinin üzerinde Calabar'ın önde gelen, soylu kadınlarının isimleri yazıyordu.
Saline, hazırlanan davetiyeleri dağıtılması için teslim etmeden önce hazine bölümüne tekrar uğramak istemişti. Herhangi bir sorun çıkacağını düşünmese de kraliçenin emrinde çalışırken yaptığı her işte attığı adımları kontrol ederek ilerlemeyi huy edinmişti. Verilecek davetin hazırlıklarına başlamadan önce hazineden gerekli onayı aldığına emin olmak istiyordu.
Baş Defterdar olan Lord Ludwick'in çalışma odasına geldiğinde bekletilmeden içeri kabul edilmişti. Kırklı yaşlarının sonunda olan adam, üzeri dosyalar ve kâğıtlarla kaplı masasının arkasında oturuyordu. Önünde duran kâğıtları topluyorken, o içeri girdiğinde başını kaldırmıştı.
"Lord Ludwick."
"Bayan Saline, lütfen gelin, ben de sizinle görüşmeyi umuyordum."
Saline üzerindeki pamuktan dikilen krem rengi elbisenin eteğini toplayarak ileri çıkmıştı. Ludwick önündeki kâğıtlara göz atıyorken, istenilen bütçeyi hazırladığını düşünmüştü. Adamın onu görmek istemesinin arkasında başka bir sebep olacağını sanmıyordu.
"Prenses hazretleri sadık hizmetinizden memnuniyet duyacaktır. Konuya olan ilginizi kendisine bizzat ileteceğim."
"Teşekkür ederim, majestelerinin övgüsüne mahzar olmak isterdim fakat görüşülmesini istediğiniz bütçe benim yetkimi aşıyor. Bu yüzden üzülerek söylüyorum ki size ve prenses hazretlerine yardım edebileceğimi sanmıyorum."
Saline, aklından dahi geçirmediği bu ihtimal karşısında şaşırmış, kısa bir anlığına ne diyeceğini bilememişti. Tecrübesiz, bu alanda hiç görgü edinmemiş biri olsa adamın söyledikleri mantığına yatardı. Fakat sarayı ve düzenini biliyordu, verilen davetlere ve ödeneklere aşinaydı. Prensesin talep ettiği meblağ küçük olmasa da hazinenin baş defterdarını aşacak boyutta değildi. Arkasında başka bir şey olmadı diye düşündü, onu saraydan süren Lord Gustav'ın yeğeni ile pek iyi anlaşamadığını görmüştü. An itibariyle kraliyet naibi olan adamın önlerine taş koyma ihtimali yüksekti. Ludwick'i ne kadar sıkıştırırsa sıkıştırsın ağzından Lord Gustav adını alamayacağını biliyordu. Fakat bu kadar çabuk pes etme niyetinde değildi, prensese götüreceği olumsuz bir karşılığın ne türlü sıkıntılar yaratacağını hayal etmek bile istemiyordu.
"Lord Ludwick, size ve makamınıza asla saygısızlık etmek istemem fakat bu kararı almanızın arkasındaki sebebi daha açık bir şekilde dile getirmenizi rica edebilir miyim? Zira cevabınızı prenses hazretlerine ilettiğimde kendisi bundan pek memnun kalmayacak."
"Hazinede alınan kararlar birçok kontrol noktasından geçer. Sizi anlıyorum fakat tek başıma hareket ettiğimi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz."
"Özür dileyerek söylemek durumundayım ki sizin makamınızın üstünde tek bir kişi var Lord Ludwick."
"Evet, Hazine Kâtibi Lord Mascarián. Eğer yeterince açık konuşmamı talep ediyorsanız talep ettiğiniz bütçenin kendisinin onayından geçmediğini söyleyebilirim."
Düzenlediği kâğıtları önünde açık duran deri kapaklı dosyaya yerleştiren Ludwick üzerini kapatırken sandalyesini ittirerek oturduğu yerden kalkmıştı. Yeni tıraş edildiği belli olan, kemikli yüzünü cebinden çıkardığı beyaz mendili ile silerken etrafında çizgiler biriken gözlerini üzerine çevirmişti.
"Hatırladığım kadarıyla kendileri konuya açıklık getirmek adına sizi görmek istiyordu. Herhangi bir aciliyetiniz yoksa size kâtip hazretlerinin makamına kadar eşlik edebilirim."
Saline cevabında tereddüt etmemişti. Lord Mascarián'ın huzuruna çıkacak olmak onu gerse dahi tüm şansını kullanmak istiyordu.
"Bundan memnuniyet duyarım."
Elindeki mendili arkasında bekleyen yardımcısına uzatan Ludwick, üzeri kâğıtlar, dosyalar ve hesaplamalarda kullandığı ahşap pulları olan sayı tablalarıyla kaplanmış geniş masasının etrafını dolaşarak öne çıkmıştı. Birlikte hareketli koridorda ilerliyorlarken, karşılarına çıkan herkes adama başıyla selam veriyordu. Elinde hala davetiyelerin olduğu dosyasını tutan Saline, Ludwick'i bir adım arkasında takip etmeyi tercih etmişti. Lord Mascarián'ın makamına geldiklerinde kalabalık oldukça azalmıştı. Adamın çift kanatlı kapısı önünde iki muhafız nöbet tutuyordu. Saline, eğer yanında Lord Ludwick olmasa adamın huzuruna kolayca kabul edilmeyeceğinin farkındaydı. Baş defterdar, hâlihazırda Lord Mascarián ile görüşmek için bekleyen iki adama selam verip muhafızlarla konuşmuştu. Aralarından biri içeri girerek Lord Mascarián'a geldiklerini haber vermişti. Hatırı sayılır bir müddet bekledikten sonra, hazine kâtibinin yardımcılarından biri olduğunu düşündüğü genç bir adam çalışma odasının kapısında gözükerek onları içeri davet etmişti.
Deri dosyayı sıkı sıkıya kavrayarak ellerini önünde birleştiren Saline Lord Ludwick'in adımlarını takip ederek tüm krallığın hazinesinden sorumlu olan Victor Mascarián'ın çalışma odasına girmişti. Başını öne eğerek, Lord Ludwick'in arkasında selam durmuştu.
"Lord Mascarián, Bayan Saline Prenses Alita'nın nedimesi, size bahsetmiştim. Talep edilen bütçe hakkında emrinizi ilettim fakat kendisi majestelerine ayrıntılı bir açıklama yapılması gerektiğine inanıyor. Konuya bizatihi açıklık getirmek istediğinizi söylemiştiniz o yüzden hanımefendiye huzurunuza kadar eşlik ettim."
"Zahmetleriniz için teşekkür ederim Lord Ludwick. Buradan sonrasını ben halledebilirim, çıkabilirsiniz."
Ludwick yanından ayrıldığında, Saline çalışma odasında Lord Mascarián ile baş başa kalmıştı. Adam emri altında çalışan baş defterdar ile birlikte onları içeri kabul eden yardımcısını da dışarı göndermişti. Aralarındaki kısa süren sessizlik, adamın kumaş hışırtılarına eşlik eden neşeli sesi ile bozulmuştu.
"Bayan Saline."
"Lord Mascarián."
Saline eğdiği başını yavaşça kaldırdığında, geniş masasının arkasında oturan Lord Mascarian'ın gülen yüzü ile karşılaşmıştı. Sarayda geçirdiği zaman boyunca yüzüne aşina olsa dahi kendisi ile bu kadar yakın bir temasa hiç geçmemişti. Kraliçe Helma'ya hizmet ederken gerekli işlemleri sıklıkla defterdarlar ile yürütmüştü. O an, hazinenin başındaki adamla karşı karşıya olduğuna inanmakta güçlük çekiyordu.
"Kıymetli vaktinizi ayırdığınız için teşekkür ederim. Sizi rahatsız etmek niyetinde değildim fakat Lord Ludwick ortaya çıkan pürüzü sizinle görüşmem gerektiğini iletti."
"Ziyaretinizle alakalı beni rahatsız eden herhangi bir durum yok, müsterih olabilirsiniz. Lakin dile getirdiğiniz pürüz hakkında konuşmamız gereken hususlar var. O yüzden lütfen buyurun, oturun. Sizi ayakta bekletmek istemem."
Teşekkür eden Saline ağır adımlarla ileri çıkarak adamın eliyle gösterdiği, masasının önünde duran ahşap sandalyelerden birine oturmuştu. Lord Mascarián'ın çalışma odası Ludwick'inki ile çok daha büyük ve gösterişliydi. Çift kanatlı ahşap kapının tam karşısında mermer kemerleri olan, neredeyse yere kadar değen iki geniş pencere duruyordu. Gün ışığı tüm ihtişamı ile içeri dolarken, o an yanmayan şömine kapının soluna yerleştirilmişti. Üzeri kakmalarla süslenmiş, huş ağacından geniş masasının arkasındaki duvarı, göklerdeki tahtında oturan Celestial'in resmedildiği tablo neredeyse baştan uca kaplamıştı. Sağında ve solundaki kitaplık rafları ise defterler ve deri dosyalarla doldurulmuştu.
Gözlerinin etrafta gezmesinin hoş olmayacağını bilen Saline kaçamak bakışlarını toparlayarak zarifçe gülümsemişti. Karşısında oturan adamın iki gün önce tekrar baba olduğunu işitmişken, tebrik etmemenin kabalık olacağını düşünmüştü.
"Bir oğlunuz olduğunu işittim, tebrik ederim. Sağlıkla büyümesi için dua edeceğim."
Oğlunun doğumu için tebrik etmesi ile birlikte Victor Mascarián'ın yüzündeki gülümseme genişlemişti. Önündeki deri dosyayı kapatırken teşekkür ederim diye mırıldanmıştı. Saline, iri, siyah gözlerinin altında biriken koyu halkaları seçebiliyordu. Adamın solgun yüzüne bakıldığında yorgun olduğunu anlaşılmaması imkânsızdı. Fakat buna rağmen, gülümsemesi, konuşması ve tavırları her zaman sahip olduğu özgüvenli havayı koruyordu. Bir an için, Lord Hallstein ile arasındaki kavgaya dair kulağına çalınan dedikoduları düşünecekken olduysa da zihninde belirdiği an defetmişti. Böyle bir durumu yargılamanın ona düşmediğini biliyordu.
"Bugün yoğun bir görüşme programım var. O yüzden kabalığımdan ötürü beni affedin, konuşmamızı kısa tutmak zorunda kalacağım. Sanırım prenses hazretlerinin talep ettiği bütçe hakkında bilgi almak istiyorsunuz."
"Evet. Prenses Alita yakın bir tarihte başkentin önde gelen hanımefendileri için bir davet tertip edecek. Planlanan tarih, öngörülen gider kalemleri ve gerekli olabilecek tüm ayrıntılar Lord Ludwick'e teslim ettiğim dosyada bulunuyordu, size ilettiğini düşünüyorum."
"İletti, kendisi ile konuyla alakalı ayrıntılı olarak görüştüm. Normal şartlar altında bu dosya benim masama ulaşmadan talep edilen bütçe onaylanırdı. Fakat krallık olarak böylesine sıkıntılı günlerden geçerken içinde bulunduğumuz koşulları görmezden gelmek mümkün değil. Dar bir boğazda ilerliyoruz, önümüzde kıtlık baş gösterirken hazineden çıkan tek bir altının harcamasında dahi katı kriterler aranıyor."
Şehirde yaşanan sıkıntılara bizzat şahitlik eden Saline adamın sözlerini yabana atmasa da içinde bulundukları durumu garipsemişti. O an temsil ettiği kişi saraydaki herhangi soylu bir kadın değildi, Victor Mascarián bulunduğu makamla birlikte hazine üzerinde en yetkili kişi olsa da kraliyet ailesinin taleplerini reddetmek görev sınırlarını aşıyordu. Dile getirmese dahi, adamın bu tavrının arkasında başka bir neden yattığından şüphe etmişti.
"Hem sizi hem de endişelerinizi anlıyorum Lord Mascarián. Fakat siz de biliyorsunuz, cevabınızı prenses hazretlerine ilettiğimde kendisi bundan pek de memnun kalmayacaktır."
"Kendisine yardımcı olmak isterdim lakin bu şartlar altında pek mümkün gözükmüyor. Prenses hazretlerine en içten özürlerimi iletin lütfen, belirttiğim durumlardan ötürü artık hazinede her zamankinden daha katı önlemler almak durumundayız. Böyle bir bütçeyi bizzat kendisi ile görüşmeden onaylamam mümkün değil. Müsait bir zamanında kendisini ağırlamaktan onur duyarım."
Saline geriye söyleyebileceği pek fazla bir şey kalmadığının fark etmişti. Kibar gülümsemesini göstererek oturduğu sandalyede doğrulmuştu. Beklemediği bu durumu prensese nasıl anlatacağını bilemese de o an elinden daha fazlası gelmiyordu. Ayağa kalktığında başını eğerek karşısında durduğu hazine kâtibine selam vermişti. Victor Mascarián, ilk andan beri sahip olduğu sıcak ve özgüvenli gülümsemesi ile onu izliyordu. Kesinlikle arkasında başka bir durum var diye düşündü, adamın Prenses Alita'yı üstü kapalı bir şekilde ayağına çağırmasının ardından bu kadar pervasız davranmasında başka bir anlam bulamıyordu.
"Durumu ivedilikle prenses hazretlerine ileteceğimden şüpheniz olmasın. Kıymetli vaktinizi ayırdığınız için tekrar teşekkür ederim, Lord Mascarián."
* * *
Alois, çalışma odasından çıktığında bu kez Alita ile paylaştıkları dairelerine geçmişti. Sabahki konuşmalarının ardından uzlaşmaya varmışlardı, karısı ayrı geçirdikleri iki günün ardından dairelerine dönmeyi kabul etmişti.
Onu bir adım arkasında takip eden Boldmin'i koridorun başında, pek de iyi anlaşamadığı Bergnan'ın yanında bırakarak hole geçip dairelerinin kapılarını bizzat araladığında, Alita nedimesi Saline karşısında dikiliyorken dairelerindeki küçük masada oturuyordu. Alois, zarif yüzüne yerleşen katı ifadeyi ilk anda fark etmişti, gözleri aşina olduğu o soğuk haline bürünmüştü. Hararetle bir şeyler anlatan Saline o içeri girdiğinde konuşmasını yarıda kesip ellerini önünde birleştirerek başını eğmişti. Kısa bir an, karısı ile yaşıt olan kadına göz atan Alois ağır adımlarla dairenin içine ilerliyorken Alita buz gibi sesiyle konuşmuştu.
"Çıkabilirsin Saline, ayrıntılarla daha sonra ilgileneceğim."
"Emredersiniz majesteleri."
Saline başını kaldıramadan geri geri ilerleyerek huzurlarından çekilmişti. Üzerindeki uzun, lacivert ceketi çıkaran Alois, yataklarının önündeki divana bırakırken soran gözlerle Alita'yı izliyordu. Karısının yüzündeki donuk ifade bakışları üzerine döndüğünde biraz olsun yumuşasa dahi düzelmemişti. Bir şeylerin canını sıktığı oldukça açıktı fakat bunu ona yansıtmamaya çalışıyordu.
"Merhaba."
Gülümseyen Alois cevap vermek yerine beyaz boyun bağını çözerek yanına geçip masanın etrafındaki sandalyelerden birine oturmuştu. Batmak üzere olan akşam güneşinin kızıl ışığı aralarında dans ederken diğer bölmede hazırlanan yemek masasının seslerini işitebiliyordu.
"Merhaba. Özür dilerim, sanırım konuşmanızı böldüm."
"Hayır, önemli bir şey değildi. Sana bahsetmek için fırsatım olmadı, yakında başkentteki kadınlar için bir davet vermeyi planlıyorum. Saline ile ayrıntıları konuşuyorduk."
"Demek öyle, sanırım yeni nedimen seni pek memnun edemiyor. Zavallının yüzüne onu her an ikiye bölebilirmişsin gibi bakıyordun."
Söyledikleri, yüzü hala asık olan Alita'yı güldürmüştü. İnce kollarını göğsüne bağlayarak arkasına yaslandığında, Alois kıkırtısının içine gizlenen gerginliği hissedebiliyordu. Canının sıkkın olduğundan emindi fakat neden kaynaklandığını kestiremiyordu
"Beni tanıyorsun, memnuniyetsizliğini saklayabilen biri değilim. Hizmetimde kusura tahammülüm yok."
"Ona ne şüphe, hizmetinde olmadığım için tanrılara her gün şükrediyorum. Şu zavallı kızlardan biri olsam her uyandığımda korkuyla kafam yerinde mi diye kontrol ederdim."
Dudaklarının arasından Alois diyerek inleyen Alita bu kez daha içten gülerek oturduğu yerde öne uzanıp elinin tersiyle koluna vurmuştu. Tıpkı onun gibi gülen Alois elini kavrayıp kendine çekerek öpmüş, sonrasında ise onu kendi ile birlikte kalkmaya zorlamıştı. Birlikte yemek bölmelerine geçtiklerinde, Rinda ve Rita mükellef sofralarını hazırlamış, servise geçmişlerdi. Alois, soslu sebze ve tavuk tercih etmişken Alita sıklıkla olduğu gibi balık yiyordu.
"Alınma fakat arada diğer yemekleri de denemelisin. Bu gidişle küçük bir köpek balığı doğurmandan korkuyorum."
"Başka hiçbir şeyi midem kabul etmiyor. Önceden tatlıdan nefret ederdim şimdi lapanın, çayın, sütün, kısacası her şeyin içine bal katıyorum. Sabah bu bebek beni tanımadığım birine dönüştürüyor dediğimde şaka yapmamıştım."
Önündeki şaraptan bir yudum alan Alois gülmeden edememişti. Hamileliği gerçekten de Alita'yı alışık olmadığı bir kadına dönüştürmüştü. Yemek süreçlerine dikkat etmese dahi haline, tavrına yansıyan durgunluğu seçebiliyordu. Güneş henüz batıyorken, karısının gözleri uyku ve yorgunlukla kısılmaya başlamıştı.
"Yorgun gözüküyorsun. Yanlış anlama karşı olduğum için söylemiyorum fakat bu davet meselesi nereden çıktı? Henüz toparlandın, kendini hırpalamaman gerek."
Onun için kılçığından ayrılmış balığını yiyen Alita, elinin altında duran mendili ile ağzını silerek arkasına yaslanmıştı. Tabağındakileri bitirmemesine rağmen o andan doymuş gibi gözüküyordu.
"Bunu konuşmak hoşuma gitmiyor fakat şehirde dolaşan söylentileri biliyorsun. İnsanların gözündeki durumumu düzeltmem gerek. Bu yüzden başkentin soylu hanımlarıyla hayır işlerinde bulunacak bir vakıf kurmak istiyorum. Tek başıma yükün altına girmek hem beni daha çok yorar hem de insanlar önyargılı yaklaşabilir."
Ağzına attığı tavuk dilimini çiğneyen Alois yavaşça başını sallamıştı. Karısının neyden bahsettiğini biliyordu. Sadece başkentte değil, krallığın birçok yerinde Alita'nın yeğenini öldürdüğü dedikodusu baş göstermişti. Kıtlık tehlikesi ile birlikte hiç olmadığı kadar yoksulluk çeken halk Waldorf ailesine karşı hiç olmadığı kadar önyargılıydı. Tüm bunları düşünüldüğünde, hayır işleri için bir vakıf kurmak akıllıca olabilirdi. Fakat Alois, bunun tek başına yeterli geleceğini düşünmüyordu.
"İtiraf etmem gerekirse güzel bir fikir fakat yine de..nasıl denir..biraz aristokrat kalıyor. İnsanlar seni tanımıyor Alita, zihinlerinde kulaktan kulağa hikâyeleri anlatılan bir prensesin imajı var. Onların nazarında görünür olman gerek. Hayır işlerinde bulunmak, insanlara yardım etmek elbette güzel bir etki yaratır. Fakat fildişi bir kuleden dışarıya el uzatmaktansa, hükmettiğin halka inmek çok daha faydalı olur. Hem bu sayede tapınakla da aranı yumuşatırsın."
Alois'in dudaklarından tapınak kelimesi döküldüğü an Alita yüzünü ekşitmişti. İfadesine yayılan memnuniyetsizliği görmemek imkânsızdı. Önerisine şiddetle karşı çıkmak için bir an bile düşünmemişti.
"Tapınakla aramı düzeltmek gibi bir niyetim yok. O cübbeli iblisler Harvey Dúpont'un kaçmasına yardım ettiler. Aralarından bir tanesi şehrin sokaklarında dolaşarak insanlara beni ve ailemi kötülüyor. Eğer amcam olmasaydı şimdiye kadar hepsinin başını ezmiştim, sen ara yumuşatmaktan bahsediyorsun."
"Bu öfke ve kindarlık sana hiçbir fayda getirmez. Haksızsın demiyorum fakat şikâyetçi olduğun algıyı kırmak istiyorsan daha ılımlı davranmalısın."
Alita öfkeyle soluyup gözlerini devirmişti. Alois elinde tuttuğu mendili nasıl sıktığını görebiliyordu, parmaklarının eklemleri neredeyse beyaza dönmüştü. Tapınak mevzusunun açılmasıyla bu hale gelmesi onu şaşırtmamıştı, bahsettiği rahip ve onu takip eden birçok kişi Alita'nın yeğenini öldürdüğünü anlatıyordu. Bu dedikodunun karısını uykularında dahi rahat bırakmadığına şahitlik etmişti. Alita hala kâbuslarında ağabeyi Hagen'ın adını sayıklayarak sıçrıyordu.
Oturduğu yerde öne doğru eğilerek Alita'nın koluna dokunmuştu, üzerindeki mavi elbisenin tül kumaşının üzerinden tenini okşarken sesini olabildiğince ılımlı kullanmaya dikkat etmişti. Alita'nın donuk bakışları o konuşurken zamanla üzerine dönmüştü.
"Seni zorladığımı ya da yargıladığımı düşünme, içinden gelmeyen hiçbir şeyi yapmak zorunda değilsin. Bak, benim düzenli olarak yardım ettiğim bir yetimhane var. Eğer istersen bir gün seninle birlikte ziyaret edebiliriz. Başından beri anlatmak istediğim bu, benimle birlikte tapınakta diz çöküp dua etmen gerektiğini söylemiyorum. İnsanların seni görmesine izin ver, en başta ön yargılı olsalar dahi bir kişinin hakkındaki düşüncelerinin değişmesi kendi çevresini etkiler. Değişim bir anda olmaz, bunu sen de iyi biliyorsun."
Alita'nın yüzündeki huysuz ifade konuşmasının devam etmesiyle birlikte kırılmıştı. Tam anlamıyla hoşnut olduğu söylenemese bile fikrin aklına yattığını hissetmişti. Dudaklarını sıkarak başını sallamış, sonrasında ise düşüneceğini söyleyerek önündeki balığa dönmüştü.
Yemeklerinin geri kalan kısmında pek sohbet etmemişlerdi. Masadan kalktıklarında Alita uzun kollu elbisesini değiştirip saçının sık örgülerini çözdürmüştü. Üzerine rengi taze güllere benzeyen pembe, uçuşan kolları dirseğine kadar inen ipek bir gecelik giymişti. Ona yardım eden hizmetçileri dairelerinden çıktığında Alois içi boş olan şöminenin önündeki geniş, oval sandalyede oturmuş kitap okuyordu. Kulağındaki inci küpelerini çıkarmakla uğraşan Alita başını hafifçe yana eğmişken önüne geçmişti.
"Alois sen bir yetimhaneye mi yardım ediyorsun ?"
Okuduğu satırı bitiren Alois elini kaldığı sayfanın arasına yerleştirerek kitabının kalın kapağını kapatmıştı. Başını kaldırdığında Alita ilgili gözlerle onu izliyordu.
"Evet. Annem Calabar'a geldiğinde evliliğimizin kutsanması için adakta bulunmuştu. Onunla birlikte ben de belirli bir miktar altın bağışlamıştım. Aslında yetimhaneye yardım edilmesi benim aklımda yoktu. Rahibeler bağışımı çocuklara harcamayı uygun bulmuş. Bunu öğrendiğimde ben de devam ettirmek istedim. Bence içinde bulunduğumuz dünyada yardımı en çok kimsesiz çocuklar hak ediyor."
İki küpesini de çıkarıp avucuna alan Alita'nın yüzüne garip bir gülümseme belirmişti. Olduğu yerde hareketlenip arkasına geçerek kollarını boynuna sarmıştı, konuşurken yanakları birbirine değiyordu.
"Söylediklerini düşündüm, haklı olabilirsin. İnsanların arasında gezip bir günde iyilik timsaline dönüşemem fakat küçük bir adım atabilirim. Yetimhane bunun için iyi bir başlangıç olabilir."
Sırıtan Alois oturduğu yerde Alita'ya dönmüştü. Yüzleri birbirine yaklaşmışken boşta olan elinin işaret parmağını karısının çenesine yerleştirerek dudaklarının üzerine eğilmişti.
"Çok çok küçük bir adım. Senden bir azize çıkarma niyetinde değilim. Ben kötü kız Alita'yı seviyorum."
Burunlarını birbirine sürtüyorken tıpkı onun gibi sırıtan karısının belirgin dudaklarını öpmüştü. İsteksizce geri çekildiğinde, Alita'nın renksiz gözlerine heyecanlı bir pırıltı yerleşmişti. Ne olduğunu anlamayan Alois şüpheli gözlerle onu izliyorken, omzuna doladığı ellerini çözen Alita geri çekilerek arkasından çıkıp tekrar önüne geçmişti.
"Alois, sabah konuştuklarımızı hatırlıyorsun değil mi ?"
"Sabah birçok şey konuştuk fakat genel olarak hepsini hatırlıyorum, evet."
"Bak, senden bir şeyler saklamaktan ben de hoşnut değilim. Aramızda sırların olması beni üzüyor. Tıpkı şimdi olduğu gibi her zaman, her konuda beraber düşünüp adım atalım istiyorum. Benim hayalimde sırların, kavgaların ve anlaşmazlıkların olduğu bir evlilik yok. Seni seviyorum, yol arkadaşım olmanı istiyorum. Bunu öylesine değil, tüm kalbimle söylüyorum. Ben inanıyorum ki birbirimize güvenip el ele verirsek her şeyin üstesinden gelebiliriz. Fakat öncesinde halletmemiz gereken bir sorun var."
Duydukları ile neye uğradığını şaşıran Alois korkmalı mı yoksa sevinmeli karar verememişti. Yüzüne yayılan gülümseme garip ve saçma bir hal almıştı. Oturduğu yerde doğrulurken, önündeki küçük sehpanın üzerinde duran kuş tüyüne uzanarak kitabında kaldığı sayfanın arasına yerleştirmişti. Alita'yı sonunda istediği noktaya getirdiği görmek onu mutlu etse de dilinin altında sakladıkları onu hem korkutuyor hem de heyecanlandırıyordu.
"Yüce Tierra ruhuma merhamet et, Alita kalbime indireceksin. Bu sözleri gerçekten söyledin mi ?"
"Evet. Ben kolay bir kadın değilim, biliyorum. Sana geçmişimi, yaşadıklarımı, neden bu hale geldiğimi hiç anlatmadım fakat güvensizliğimle acı çektirdim. Sürekli senden saklanarak beni anlamanı umdum, kısacası hata ettim. Ki aslında hata denemez, senin yerinde başka biri olsa bu evlilik benim için mantık sınırını aşmazdı. Birine güvenmemek bana kendimi kötü hissettirmezdi. Sabah sana söylemek istediğim buydu, ben evlenmeye hazırdım fakat bu noktaya sürükleneceğimi asla tahmin edemezdim."
Alita konuşurken daha önce hiç görmediği kadar heyecanlıydı. Kelimeleri tane tane seçmesine rağmen duraksıyor, sonrasında hiç olmadık bir yerde hızla konuşmaya devam ediyordu. Yanakları kızarmıştı, ellerini önünde birleştirmişken parmak uçları ile oynuyordu. O an karşısında soğuk prenses değil hislerini açıklayan genç bir kıza dönüşmüştü. Oturduğu yerde çivilenmişçesine donup kalan Alois onu hayranlıkla izlemek dışında herhangi bir tepki veremiyordu.
"Alita, biraz daha devam edersen gerçekten kalbime indireceksin."
"Hayır, bundan korkmaman gerek. İlk defa içimden geçenleri bu kadar açık dile getiriyorum. Söylediğim gibi, hayalimizdeki evliliği gerçeğe dönüştürmeden önce halletmemiz gereken bir sorun var. Aslında sorun da denemez, bu benim sahip olduğum en büyük sır. Sadece senden değil, aynı kanı paylaştığım insanlardan bile uzun süre saklamak zorunda kaldım, aralarında hala bilmeyenler var. Ama artık senden saklamak istemiyorum, bunu gizlediğim sürece beni anlaman mümkün değil."
Alois'in sahip olduğu heyecana karışmış mutluluk Alita'nın sözleri ile birlikte garip bir tedirginliğe dönüşmüştü. Ağzının kuruduğunu hissediyordu, kalbi daha o andan hiç olmadığı kadar hızlı atmaya başlamıştı. Alita'nın alelade bir şey için sahip olduğum en büyük sır demeyeceğini biliyordu.
"Bu ne demek ?"
Yanakları kızaran Alita yutkunmak zorunda kalmıştı. Gözlerinin içine bakarken Alois onun da tedirgin ve tereddütlü olduğunu hissediyordu. Heyecanı nefesini dahi sıklaştırmıştı, gözlerini kapatıp içini çektikten sonra soluğunu yavaşça dışarı vermişti. Çekik gözlerini araladığı ilk an dudaklarını ısırmış , sonrasında ise kontrollü olarak yavaş yavaş konuşmuştu.
"Bunu anlatmam mümkün değil, sadece gösterebilirim. Fakat sakin kalman gerek, ne olursa olsun, ne görürsen gör ben hep burada olacağım. Sakin kaldığın sürece hiçbir şey olmayacak. Aklından çıkarma, ben burada olacağım."
Sırtında birikmeye başlayan teri hisseden Alois dudaklarını sıkarak yavaşça başını sallamıştı. Alita, ona güven vermek istercesine gözlerinin içine uzun uzun baktıktan sonra içini çekerek gözlerini kapatmıştı. Kısa bir an sonra, tüm kapılar ve pencereler kapalı olmasına rağmen dairenin içinde cılız bir yel gezmişti. Hâlihazırda ürpermiş olan Alois bununla birlikte irkilmişken, karşısında duran Alita'nın görüntüsünün bir mum ışığı gibi şeffaflaşarak titrediğini fark etmişti. Ne olduğunu anlamamış, korkuyla gözlerini üst üste kırpıyorken siyah saçları sarıya dönmüş, yüzü bir perde gibi dalgalanmıştı. O adeta dilini yutmuşken, Alita gözlerinin önünde ortadan yok olmuştu. Her şey bununla sınırlı kalsa, aklını kaybetmemek için kendini ikna edebilirdi. Fakat karısının yerine beliren, aşina olduğu siluet onu dilsize çevirmişti. Oturduğu yerde sandalyenin iri kulplarını kavramışken kendini geriye çekmişti. Konuşmamaktan korkuyorken bir anda fısıldayarak nefesinin altından küfür etmeye başlamıştı.
S*ktir. S*ktir. S*ktir.
O korkudan adeta bayılmak üzereyken, karşısındaki titreyen görüntü yavaşça netleşmişti. Hala gördüklerine inanamayan Alois sandalyenin kulpunu sıkmaktan kızaran elleriyle yüzünü canını yakarcasına ovmuştu. Parmaklarını araladığında, karşısında aşina olduğu bir çift iri kahverengi göz sırıtarak onu izliyordu. Bu kez adeta inleyerek küfür eden Alois oturduğu yerden kalkarak geri çekilmişti. Ayağının takılması ile birlikte önünde duran sehpa yere düşmüştü. Ne yapacağını bilemeyen Alois geri geri ilerliyorken Keia'nın kıkırdamasıyla birlikte neşeli sesi dairenin içine yayılmıştı.
"Alois, sonunda tekrar karşılaşabildik."
Yazan ; İlknur DUMAN
Size hanelerin armasını tasarladığımı söylemiştim, onları paylaşmak istedim. Keşke bir de Wattpad'e yükleyince kalitesi düşmese 🥺 Aslında çoktan hazırladım ama sürekli eklemeyi unutuyorum. Daha birçok soylu hane var tabi ama bunlar adını en sık duyduklarımız.
* * *
Bölümün özeti ; büyük konuşmakta Alita gibi ol kjklsds 🤷♀️ İlk anda bu çocukla işim olmaz deyip bu hale gelmesi kklsd 😂 Valla ben yazarken eğlendim zavallı kızımızın karmasına bayaaa güldüm. Olan biten hakkında konuşmayacağım, anlatmaya gerek yok görüyorsunuz 👀 Alois ve Keia sonunda karşı karşıya geldiler 😈 Alita en büyük sırrını kocişkosu ile paylaştı. Bakalım bundan sonra ne olacak ? 👀😈 Hepimizin güzel yorumlarına talibim, inanın onları okudukça bölüm yazmaya heves ediyorum 😽🌸 Canımı sıkma bile +20 sınırımız var biliyorsunuz, hepinizi kocamaan öptüm kendinize çok iyi bakın 😽♥️♥️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top