⚜️Bölüm 29 - "Arta Kalan Küller"⚜️

"Dum spiro,spero"

⚜️⚜️⚜️

4 Sene Önce – Duviel

Lauron, üzerindeki siyah pelerinin başlığı yüzüne doğru indirmiş, karanlık gecede yağmurun altında at sürüyordu. Akşam yemeğinden sonra getirilen sıcak su ile yıkanmış, üzerini değiştirmişti. Yarım bıraktığı kitabını okuduktan sonra uyumaya hazırlanıyorken odasının kapısı çalınmıştı, gelen Dük Ivar Waldorf'tu. Babasından aldığı iri gözlerine endişe çökmüştü, Alita'yı şatonun hiçbir yerinde bulamadığını söylüyordu. Bu normalde telaşa kapılacakları bir durum değildi, Alita sıklıkla ortadan kaybolur, sonrasında ise hiçbir şey yokmuşçasına sırıtarak aralarına dönerdi. Fakat o akşam, başkentte kuzeni Ruyka'nın düğünü kutlanırken ortadan kaybolması ikisini de ürkütmüştü. Alita Duviel'e geldiği günden beri adeta bir ruh gibi geziyorken, olabilecekleri düşünmek dahi istemiyorlardı.

Ivar ne yapacağını bilemez halde muhafızları arama için şehrin içine bırakmayı düşünüyorken, Lauron ondan vakit tanımasını istemişti. Alita'yı tanıyordu, yalnız kalmak istediğinde sıklıkla gittiği tek bir yer vardı. Eğer kızı orada da bulamazsa şehrin altını üstüne getirirken Ivar'a elleriyle yardım edeceğini söylemişti.

Gönüllü olmasa da teklifini kabul eden Ivar atını hazırlatacağını söyleyerek yanından çıkmıştı. Nasıl yaptığını bilmeden, hızla üzerini değiştiren Lauron siyah pelerinini giyerek avluya inmişti. Onun için eyerlenen atı seyisten aldığı gibi üzerine binerek yola koyulmuştu.

Kat ettiği mesafe Kuzgun Tepe'den pek uzak sayılmazdı. Şato topraklarının doğusunda kalan koya geldiğinde, atını tepenin üzerindeki ağaçlardan birine bağlamıştı. Dikkatle ilerleyip kayalıktan aşağı indiğinde sahilin siyah kumu çizmelerine değmişti. Yağmur bir elekten dökülüyormuşçasına sakinken, ıslanmasını umursamadan başlığını çekerek geriye atmıştı. Kıstığı mavi gözleriyle etrafına bakıyorken, sahilde, dalgaların ucuna bir karartı seçmişti.

"Alita."

Lauron mırıltısı kendi kulaklarına dahi zor ulaşmıştı. Siyah kumların üzerinde yürüyorken, seçemediği karartı belirginleşmişti. Alita sahilde, dizlerini karnına çekip kolunu etrafına sararak ıslak kumun üzerine oturmuştu. Yağan yağmur yetmiyormuş gibi neredeyse bileğine kadar gelen dalgalar onu adeta sırılsıklam etmişti. Lauron, onu bulduğu için rahatlasa dahi bu hali hiç olmadığı kadar canını sıkmıştı. Genç kız, boş gözlerle gökyüzünde kendini gösteren şimşeklerin aydınlattığı ufuk çizgisini izliyordu.

Yanına yaklaştığında herhangi bir şey söylemeden önce üzerindeki pelerini çıkarıp omzuna örtmüştü. Elleri üzerine değdiğinde Alita başını kaldırarak ıslanmış yüzünü ona çevirmişti. Şaşırmış gözükmüyordu, ifadesinden herhangi bir hissin geçtiği söylemek mümkün değildi. Işığını kaybeden gözleriyle onu izliyorken, Lauron ıslanacak olmasına aldırmadan dizlerini kendine çekerek yanına oturmuştu.

"Yalnız kalmak istemene saygı duyuyorum. Fakat bu şekilde hepimizi endişelendiriyorsun."

İçini çeken Alita önüne dönerek karanlık denizi izlemeye koyulmuştu. Lauron, daha o andan üşümeye başlamıştı. Yağmur çoğu akşamın aksine sakindi fakat yine onları ıslatmaya yetiyordu. Dalgalar köpük köpük ayaklarına vuruyorken oturdukları kum ıslaktı. Esen cılız rüzgârla titrememek için kendini sıkıyorken, Alita adeta hiçbir şey hissetmiyormuş gibi duruyordu.

"Seni şatoya götürmek için geldim. Bir an önce geri dönmezsek Dük Waldorf muhafızlarla birlikte tüm şehri aramaya başlayacak."

"İstediği kadar bakabilir, bulabileceğini sanmıyorum. Alita öldü, geriye de pek bir şey kalmadı."

Lauron, bu sözlerin acıyla öylesine söylenmiş olmasını belki de her şeyden çok isterdi. Fakat haklılık payı olduğunu biliyordu. Tanıdığı haşarı ve eğlenceli genç kızın sadece birkaç ayda nasıl solarak başka birine dönüştüğünü görmüştü. Zamanla acısının dineceğini bilse bile, bir daha eski haline dönebileceğinden şüpheliydi.

"Yanılıyorsun, ben hem senden hem de gelecekten ümitliyim."

"Keşke sizin yerinizde olabilsem. Benim artık ne bir beklentim ne de bir ümidim yok. Bu böyle devam edecek, ben hiçbir zaman sevilmeyeceğim, mutlu olmayacağım. Yoruldum, artık kendini kandırmak istemiyorum."

"Bunu nasıl söyleyebilirsin? Kuzenin Ivar senin için ne kadar endişelendi, kendimi bir kenara koysam bile bu sözlerle onun hakkını yiyorsun."

Konuşurlarken gökyüzünde bir şimşek daha kendini göstermiş, etraflarını aydınlatmıştı. Ardından gelen gök gürültüsü dalga seslerine karışırken yağan yağmur şiddetlenmişti. Gökyüzünde kararan bulutlar adeta birbirleri ile yarışıyorlardı, Duviel bir başka fırtınalı gece ev sahipliği yapacak gibiydi.

"Hayatımdaki birçok şeyi size borçluyum. Çocukluğumdan beri ailemin kalbime dair öğrettiği tek şey korku oldu, sizi tanıyana dek sevginin nasıl bir his olduğunu dahi bilmiyordum. Beni o karanlık mahzenden çıkardınız, korkak ve öfkeli kızı tanıyamadığım bambaşka birine çevirdiniz. Minnettarım, minnettarım, tüm kalbimle, benliğimle minnettarım. Fakat artık görüyorum, benim kaderimde sevgi ya da mutluluk yok, korku ve karanlık var."

"Böyle düşünme. Şu an baktığın yerden her şey karanlık gözükebilir. Hissettiğin acının seni öldürdüğünü sanıyor olabilirsin. Fakat her acı insanı öldürmez, bazıları iyileştirir. Ondan kaçmanı söylemiyorum, bilakis yüzleş, hisset. Seni güçlendirmesine izin ver. Şimdi kabul etmesen bile, bir süre sonra seni yok ettiğini düşündüğünün acının kaynayan kemiklerinin sancısı olduğunu fark edeceksin."

Alita dudaklarının arasından sanmıyorum diye fısıldamıştı. Hala ufuğu izliyorken, dizlerinin üzerindeki ellerini birbirine kenetlemişti. Kullandığı kelimeler derin olsa dahi, yüzünde en ufak bir his yoktu.

"Artık ne için yaşamam gerek? İleride bir başka adamı sevsem bile, mutlu olmama izin verilecek mi? Sanmıyorum. Keşke bunun için babamı suçlayabilsem, ona anneme duyduğum öfkenin birazını bile besleyemiyorum. Küçük bir kız çocuğuyken benim lanetli olduğumu söylemişti. Çok ağlamıştım, çok üzülmüştüm ama haklı olduğunu şimdi görüyorum. Ben lanetliyim, asla bir sevdiğim adamın sevgisine sahip olamayacağım, asla kendi ailem olmayacak. Karanlığın ortasında tek başına, kupkuru bir ağaç olarak yaşayıp öleceğim."

Lauron herhangi bir şey söylememişti. Böylesine büyük bir umutsuzluğa düşmüşken sözlerinin Alita'ya ulaşacağını sanmıyordu. Birlikte, karanlık gecenin ortasında yağmuru ve dalgaları dinleyerek uzunca bir süre oturmuşlardı. Bir ara, gözlerini üzerine çeviren Alita, titrediğini fark ettiğinde artık kalkabileceklerini söylemişti. Birlikte tepeyi aşıp atının yanını bulmuşlardı. Lauron önce onun oturmasına yardım etmiş, arkasına kendi geçerek atın dizginlerini eline almıştı. Doğu kapısını kullanarak şatoya girdiklerinde, Alita kuzenini görmeyi reddederek sadece geldiği haberini yollatmıştı. Lauron ise ona dairesine kadar eşlik etmişti. Geçmek üzere olan közlerin olduğu şömineyi doldurup sıcak bir küvet getirmelerini emrettiğinde, hizmetçiler yanlarından çıkıp onları baş başa bırakmıştı. Bir müddet hiçbir şey söylemeden Alita'yı izlemişti. Şöminenin önündeki sandalyede oturan kız, tıpkı sahilde olduğu gibi hissiz gözleri ile sönmeye yüz tutan közleri izliyordu.

"Ben çıkıyorum. Üzerindekileri hemen değiştir yoksa feci halde üşüteceksin."

Alita hala ıslak olan yüzünü ona doğru çevirmişti. Bir müddet herhangi bir şey söylemeden gözlerine bakmıştı. Konuşabildiği hissettiği anda, yüzü canı yanıyormuşçasına garip ifade almıştı.

"Lauron, senden bir şey isteyebilir miyim ?"

"Elbette."

"Bu akşam benimle kalır mısın? Canıma kıymaktan korkuyorum."

Lauron duydukları ile birlikte adeta dumura uğramıştı. Karşısındaki kız ağlasa, öfkelense ya da bağırıp çağırsa söylediğine bu kadar aldırış etmezdi. Fakat Alita'nın içine büründüğü sessizlik iyiye işaret etmiyordu. Dudaklarını sıkarak, uç bir tepki vermekten sakınıp usulca başını sallamıştı. Odasına gidip, saçlarını kurulayıp üzerini değiştirdikten sonra tekrar Alita'nın yanını bulmuştu. Yıkanıp geceliklerini giyen kız yatağında uzanıyordu, yanı başında, üzerinde yastık ve battaniye olan oval bir sandalye yerleştirilmişti. Lauron, o akşam hiçbir şey söylemeden sandalyeye oturup omzuna ince battaniye örtmüştü. Şafak sökene kadar yağmurun sesini dinleyerek yatağındaki Alita'yı izlemişti. Duviel'e geldiği günden beri karşılaştığı her fırtınanın en kötüsü olduğunu düşünüyordu. Fakat o sabah, gün sökerken bu kez yaşayabileceğinin en kötüsünü arkasına bıraktığına emindi.

DC 138 / Güncel Zaman - Calabar

Saline, kendisine eşlik eden iki zırhlı muhafız ile birlikte sarayın tenha koridorlarında ilerliyordu. Aynı muhafızlar bir gün önce gün battıktan sonra evinin kapısı önünde belirmişlerdi. Yanlarında Prenses Alita'nın mühürlü mektubunu taşıyorlardı. Kurtarıcısı onu saraya çağırıyordu, bu kez talebi kısa bir ziyaretten daha fazlaydı, yazdıklarında onu kalıcı olarak hizmetine aldığı söylüyordu. Saline şehirdeki durumundan hiçbir zaman şikâyetçi olmamıştı, bilakis sarayın kasvetli havasından bir müddet de olsa uzaklaşmak ona iyi bile gelmişti. Yine de artık hiçbir gizli kisvenin altında kalmadan prensese hizmet edecek olmak önünü alamadığı bir şekilde heyecanlanmasına yol açmıştı. O gece neredeyse hiç uyuyamamış, gün doğumuyla birlikte muhafızların gelip onu almasını beklemişti.

Saraya ulaştığında ilk olarak eşyalarının kendisine tahsis edilen küçük odaya taşınmasına yardım etmek istediyse de muhafızlar prensesin onu beklediğini iletmişlerdi. Kişisel eşyalarını başkalarının eline bırakmaktan hoşlanmasa da itiraz etme hakkı olmadığını biliyordu. Zorluk çıkarmadan adamların eşliğinde ilerlemeye başladıklarında, Prenses Alita'nın eski dairesine ilerlediklerini fark etmişti. Bir an uyaracak gibi olduysa da ses kalmıştı, adamların hizmet ettikleri kadının kaldığı daireyi karıştırmış olabileceklerini düşünmüyordu.

Nitekim öyle de olmuştu, prensesin babası ölmeden önce kullandığı dairenin önünde nöbet tutan muhafızlar ve baş muhafızı Bergnan'ı gördüğünde şaşkınlığının önüne geçememişti. Kendi kendine ne olduğunu sorgularken Bergnan prensese geldiğini haber vermiş, kısa bir süre sonra da içeri kabul etmişti.

Saline, şaşkınlığının yüzüne yansımaması gerektiğini biliyordu. Konu ne olursa olsun, yargılamanın ona düşmediği kanısındaydı. Bu yüzden saray ölçülerine göre nispeten küçük olan dairenin eşiğinden içeri adım attığı an aklında ne var ne yoksa silmişti. Ellerini önünde birleştirip başını eğerek arkasından kapanan kapının birkaç adım ötesinde selam durmuştu.

"Majesteleri."

Alita mavi renk, parlak geceliği ile dairesindeki küçük şöminenin karşısında duran divana sırtını yaslayıp bacaklarını uzatarak oturmuştu. Daimi hizmetçilerinden Rita önünde diz çökmüş, çiçek yağı ile bileklerinden topuğuna kadar ayağına masaj yapıyordu. Prensesin hemen arkasında bekleyen kardeşi Rinda'nın parmakları ise alnındaydı. Arkasına yaslanmış, gözleri kapalı olan Alita, onun sesini işitmesi ile birlikte elini kaldırarak hizmetçilerini durdurmuştu.

"Yeterli. Üzerimi değiştireceğim, kıyafetimi hazırlayın."

Rinda bununla birlikte geri çekilmişti, Rita ise masaj yaptığı ayaklarını kendi dizinin üzerinde tuttuğu havlu ile ovduktan sonra ayağa kalkmıştı. Saline, karşısındaki kadını izlerken kapıldığı hayranlığın önüne geçemiyordu. Onunla en son karşılaşmalarında prenses hala kara büyünün etkisindeydi, yüzünün rengi atmış, gözleri ağlamaktan açılamayacak kadar şişmiş ve küçülmüştü. Fakat o an, hiçbir şey yaşanmamışçasına eski ihtişamlı günlerine dönmüş gibi duruyordu. Kara büyünün gücünü bilen biri olarak, bu kadar çabuk kendine gelmesi Saline'i şaşkınlığa düşürmüştü.

"Saline, görüşmeyeli uzun zaman oldu. Umarım şehirde geçirdiğin vakit boyunca seni sıkıntıya sokmamışımdır."

"Lütufkârlığınızla beni mahcup ediyorsunuz. Tek sıkıntım zor günlerinizde yanınızda olamamaktı, cömertlik gösterip huzurunuza çıkmama izin vererek hizmetkârınızı bu dertten de azat ettiniz."

Oturduğu yerde doğrulan Alita'nın dudaklarına memnuniyetini gösteren soğuk bir ifade yerleşmişti. Uzun siyah saçlarını omzunun arkasına atarak ayağa kalktığında rengini çelikten alan gözleri üzerine dönmüştü.

"Bunun bir lütuf mu yoksa ceza mı olduğuna karar vermek için henüz erken, acele etmemeni öneririm. Mektubumda da söylediğim gibi artık seni nedimem olarak yanıma alacağım. Sadakatinden şüphe etmeyeceğim insanlara her zamankinden daha fazla ihtiyacım var. Senin ismin listenin başlarında yer alıyor."

"Sadakatinize ihanet etmektense size borçlu olduğum canımı kaybetmeyi yeğlerim, prenses hazretleri."

Alita donuk gülümsemesini göstererek onu süzdükten sonra sabahın güneşin ilk ışıklarıyla aydınlanan dairenin içinde ilerleyip neredeyse yere kadar değen mermer kemerli pencerenin önünde duran küçük, ahşap masaya yaklaşmıştı. Deri kapaklı dosyayı açarak en üstte duran kâğıdı eline almış, göz attıktan sonra yaklaşması için işaret etmişti.

"İki hafta sonra sarayda küçük bir davet vermeyi planlıyorum. Davetli listesi burada, isimleri kontrol ettim. Bu konuda eğitimli olduğunu biliyorum, sana usul öğretmeme gerek yok. Kâğıtta adı olan her hanımefendiye en geç üç güne tek tip davetiye yollanmasını istiyorum. Bu işle bizzat ilgilen, kâtiplere davetiyelerin üzerine kraliyet mührü vurulmasını emrettiğimi söyle, kendi mührümü kullanmayacağım." 

"Siz nasıl isterseniz majesteleri. Lakin izin verirseniz size danışmam gereken bir husus var. Biliyorsunuz, saraydaki işime bizzat Lord Gustav tarafından son verilmişti. Varlığımın sizin için bir sıkıntı oluşturmasından endişe ediyorum."

"Sevgili amcam seni köstebeğim olduğun için saraydan uzaklaştırmıştı. Artık kime hizmet ettiğini biliyor, onun için tehlike arz etmiyorsun. Kısacası, seni göreceğini bile sanmıyorum."

Eline aldığı inceledikten sonra masanın üzerine bırakan Alita, herhangi bir şey söylemesine izin vermeden konuşmasına devam etmişti. Uzun parmaklarını saçlarının arasında geçirmişken olduğu yerde ona doğru dönmüştü.

"Diğer dairede kalan kıymetli birkaç eşyam var, kızlar biliyor. Buraya taşınmasını istiyorum, yanınıza muhafızlardan birini alın fakat dikkat çekmeden hareket edin."

"İlgilenirim prenses hazretleri, siz endişe buyurmayın."

Alita ve Saline konuşurlarken hizmetçi kızlar getirdikleri üç farklı elbiseyi dikkatle toplanmış yatağın üzerine bırakmışlardı. Elbiselerle uyumlu üç farklı tacı ve takıları da getirip masanın üzerine yerleştirmişlerdi. Alita omzunun üzerinden elbiselere şöyle bir bakmış, tekrar önüne döndüğünde mırıldanarak ikiz hizmetçilerine seslenmişti.

"Ortadaki taçla yeşil olanı giyeceğim, diğerlerini kaldırın."

Kızlar verilen emir kulaklarına değdiği an işe koyulmuşlardı. Onlar elbiseleri ve taçları taşırken Alita sandalyesini çekerek masanın önüne oturmuştu. Planladığı davetin ayrıntılarını anlatmış, olması gerekenlerin ve isteklerinin altını çizmişti. Rinda ve Rita tekrar yanlarına geldiğinde, üzerindeki geceliği çıkarıp saydam bir içlik giyerek korsesinin bağlarını bağlatmıştı. Aynı zamanda ona davet için hazine defterdarlarıyla görüşmeleri gerektiğini anlatıyordu. Kollarını iki yana uzatmış, üzerine giydiği yeşil elbisenin düğmelerini ilikletiyorken dairenin kapısı çalmış ve kabul edildikten sonra Bergnan içeri girmişti.

"Majesteleri, Ana Kraliçe Brenna geldiler, huzurunuza çıkmak istiyorlar." 

Annesinin adını işittiğinde Alita yılgınca içini çekerek gözlerini devirmişti. İçeri alın derken dahi sesi soğuk ve huzursuzdu. Bergnan gürültülü zırhıyla gözden kaybolduktan kısa bir an sonra Kraliçe Brenna kendisi için açılan çift kanatlı, kakmalarla süslenmiş ahşap kapının önünde gözükmüştü. Zayıf yüzü solgundu, gözlerinin altından koyu halkalar birikmişti. Üzerine giydiği siyah ve gösterişsiz elbiseden hala yasta olduğu anlaşılıyordu. Saline, kadını sarayda görmeyi beklediğini söylemezdi. Oğlu Hagen'ın naaşına eşlik eden Kraliçe Brenna'nın Duviel'de olduğunu biliyordu. Kadının başkente dönmeyi reddettiğini henüz saraydan sürülmeden işitmişti. Saline, onun bu tavrının kimseyi şaşırtmadığını düşünüyordu. Magnus'un ölümünü dahi güçlükle kabullenmişken, Hagen'ı kaybetmek Brenna'yı adeta yıkmıştı. Çektiği acının izlerini geçkin yüzünde kendini belli ediyordu. Kızına dönen açık kahve, bal rengi gözleri adeta ruhunu kaybetmişti.

"Anne, hoş geldin. Seni görmeyi beklemiyordum."

Brenna, siyah elbisesinin eteklerini parmak uçlarıyla toplayarak dairenin içinde ilerlemişti. Donuklaşan gözleriyle nerede olduğunu bilmiyormuşçasına etrafına bakıyordu. Alita'dan üç adım kadar uzakta duran Saline ellerini önünde birleştirip başını eğerek kadına selam vermişti.

"Dün akşamüzeri saraya geldiğimde beni Lord Hallstein karşıladı. Kendisine seni görmek istediğimi iletmiştim fakat bana dairelerinizi ayırdığınızı söylememişti."

Alita, annesinin sözlerinden memnun olmamıştı. Gözleri tekrar kadının üzerine döndüğünde, hoşnutsuzluğu olabildiğince belli ediyordu. Hizmetçileri elbisesinin kollarını iliklediklerinde küpelerini getirmelerini söylemişti.

"Sevgili kocamın aile meselelerimizi seninle paylaşmasını beklemiyordun umarım."

"Hayır elbette, sadece o zavallı çocuğu kendinden bu kadar çabuk soğutabilmene şaşırdım. Gerçek yüzünü görmesi zaman alır diye düşünüyordum."

Saline, bir an için ortamdaki varlığından rahatsız olmuştu. Eğdiği başını kaldırmadan gözlerini Alita ve annesi Brenna arasında gezdirmişti. Brenna'nın yüzünde üzüntü ve keder vardı, sözleri kızgınlığını belli etse dahi acısı hissedilebiliyordu. Alita'nın ifadesiz yüzünden ise herhangi bir hissi okumak imkânsızdı. Hizmetçisinin onun için açtığı mahfazaya uzanarak başını hafifçe yana eğmiş, küçük elmas küpesini kulağına takmaya koyulmuştu.

"Özür dilerim, sıkıntılarını dinleyecek vaktim yok. Kahvaltıda Düşes Hallstein ile birlikte olacağım. Eğer konuşmak istediğin önemli bir mevzu yoksa ziyaretini başka bir zamana erteleyebilirsin."

Brenna söylediklerine aldırış etmiş gibi durmuyordu. İlerleyerek yanına yaklaştığında gözleri bir an için onun üzerine dönmüş, sonrasında tekrar kızını bulmuştu. Alita küpelerini takıyorken alnı kırışmış, uzanıp elini tutarak kendine çekmişti. Parmağındaki yüzüğe bakarken dişlerini sıkarak konuşuyordu.

"Bir de utanmadan Hagen'ın yüzüğünü mü taktın? Şüphelerim vardı, bunu yaptığına inanmak istememiştim ama artık eminim."

Alita elini kendine çekerek geriye çıkmıştı, avucunu ovarken renksiz gözlerinden etrafa adeta ateş kıvılcımları sıçrıyordu. Öfke ifadesiz yüzüne yavaşça çökmüştü, dairedeki hava gittikçe tehditkâr bir ruha bürünürken Saline eğdiği başını kaldırmadan geri çekilerek Rinda ve Rita'nın yanını bulmuştu.

"Ne hakkında konuştuğunu bilmiyorum. Şimdi, lütfen dışarı çık."

"Helma'nın yanından geliyorum, bana her şeyi anlattı. Zavallıyı bir esir gibi dairesine kapatmışsın, can çekişiyor. Bir kraliçeye bu şekilde davranamazsın."

"Maalesef, bu gerçek seni kahrediyor biliyorum fakat Helma artık kraliçe değil. Sizin gibilerin hükümdarlığı kocalarınız ölene kadar sürüyor."

Brenna dişlerinin arasından bir yılan gibi Alita diye tıslamıştı. Saline, her zaman sakin ve temkinli görmeye alışkın kadının bu haliyle adeta şaşkınlığa düşmüştü. Hagen'ı kaybetmenin Brenna'yı sarstığını biliyordu fakat böyle birine dönüştüreceğini tahmin etmemişti.

"Adon senin canavar olduğunu söylediği zamanlarda ona kızardım. Küçük bir kız çocuğuyken dahi tehlikeli olduğunu biliyordum fakat hiçbir zaman ailene zarar vereceğini düşünmemiştim. Neredeyse Magnus'u öldürdüğün gün dahi bunu bilerek, isteyerek yapmadığına inanmıştım, seni korumuştum. Görüyorum ki en başından beri hata etmişim. Sen ailemizin göğsüne çöreklenmiş koca bir yılansın, güç için öz yeğenini öldürmüş bir katilsin."

"Anne !"

Alita'nın sesi insanı irkiltecek kadar gür ve yüksekti. Bağırdığında, uzun boynundaki damarlar bir anlığına kendini göstermiş, sonrasında kaybolmuştu. Saline, her yeri saran söylentinin bu kadar açık dile getirildiğine ilk kez şahitlik ediyordu. Olduğu yerde, adeta nefesini tutmuşken kaçamak bakışları Alita'nın üzerine dönmüştü. Kendini kaybetmesinden korksa dahi, öfkeli prenses gayet temkinli gözüküyordu.

"Bunu bir daha sakın dile getirme. Söylediklerin suç, soy ismimizi taşıdığın için seni bir yere kadar affedebilirim. Ki inan bana, o yere oldukça yakınsın."

"Ne yaparsın? O içine hapsolan sapkının kılığına girip beni de mi zehirlersin?"

"O aptal sana ne anlattı bilmi-"

"Sana hizmet eden sarışın bir kadının bebeğinin yanına girip zehirlediğini söyledi! Helma o sarışın kadını tanımıyor olabilir ama ben tanıyorum! O sendin Alita, yeğenini öldüren sendin! Bunu nasıl yapabildin ?!"

"Helma sağlıklı bir doğum geçirmedi, sanrılar görmesi, kafasından hikâyeler uydurması normal. Peki, sen buna nasıl inanıyorsun? Hagen'ın çocuğunu öldürebileceğime nasıl inanıyorsun?"

Dudaklarını sıkarak inleyen Brenna bir kez daha üzerine yürüyerek elini kavramış, işaret parmağındaki yüzüğü hışımla çekip çıkarmıştı. Üzerine eğilmiş konuşurken, Waldorf armasını taşıyan gümüş yüzüğü gözüne sokmak istercesine ileri uzatıyordu.

"Bu yüzüğün senin parmağında ne işi var? Taç mı giydin? Tahta mı çıktın? Kraliçe mi ilan edildin?"

"Babamın son varisi benim, istesen de istemesen de saydıklarının hepsi tek tek olacak."

"Varis mi? Adon oturduğu o tahtın bir gün sana kalacağını bilse kimseye bırakmadan kendi yok ederdi !"

Öfke ve bıkkınla nefesini dışarı bırakan Alita yeter diye mırıldanırken annesinin elinde tuttuğu yüzüğü çekiştirerek alıp tekrar parmağına takmıştı. Geri çekilecekken annesi Brenna bileğini kavrayarak zayıf vücudunu sarsmış, sürükleyerek kendine yaklaştırmıştı.

"Hagen'ın öldüğü ana kadar senin için iyi bir ağabey oldu, tek bir kötülüğü dahi dokunmadı. Karşılığını bu şekilde mi ödüyorsun? Karısını bir hiçmiş gibi kilit altında tutup oğlunu öldürerek mi? Geleceğe dair sakın taht hayalleri kurma Alita. Nefes aldığım müddetçe buna izin asla vermem, torunumun kanı ellerindeyken o tahta oturamazsın."

Öfkeyle inleyen Alita silkelenip kendini Brenna'nın elinden kurtarmıştı. Yeşil elbisesinin kalın dantel işlenmiş kolları bileğini açıkta bırakıyordu, beyaz teni kadının kavramasıyla birlikte kızarmıştı. Saline tartışmalarının başında onları yalnız bırakmayı düşündüyse de artık prensesinin tek başına kalmasının uygun olmadığını hissediyordu. Aralarındaki gerilim böylesine yükseğe tırmanmışken ne olacağını tahmin etmek mümkün değildi.

"Kim olarak bu şekilde konuşabiliyorsun? Emanet aldığın, varlığını borçlu olduğun soy isim sakın sana güç vermesin. Aynı kanı paylaşmıyoruz, benimle eşit değilsin, denk değilsin, söylediğin her bir kelimeye dikkat etmek zorundasın."

Adeta çileden çıkmışken, Alita'nın soğuk, sakin ve kibirli sözleriyle kontrolünü tamamen kaybeden Brenna kendini daha fazla tutamamıştı. Elini kaldırmış, kızının mermeri andıran yüzüne tokadını vuracakken Alita tıpkı biraz önce onun yaptığı gibi bileğini kavrayarak durdurmuştu. Öfkeli olmasına rağmen hala temkinliydi, birbirine bastırdığı iri dudaklarını sıkarken soğuk birer bıçağı andıran gözleri annesinin üzerine dönmüştü.

"Sakın, sakın bir daha buna cesaret etme. Senin yüzünden yeterince acı çektim, hala çekiyorum. Eğer içindeki zehri susturmayı beceremezsen, Hagen ve benim hakkımda bir kez daha konuşursan yemin ederim seni Dúpa'da bir kaleye kapatırım, ölene kadar çıkamazsın. İnan bana, sabrımı taşırdığın an bir an bile tereddüt etmem."

*  *  *

Dinmek bilmeyen yağmurların ardından güneşe kavuşan şehirde tan kızıla boyanırken, Alois birkaç adım arkasından gelerek onu takip eden muhafızı Boldmin ile birlikteydi. Pek gönüllü olmasa dahi öğleden sonra tüm gününü çalışma odasında kâtibi Davis ile geçirmişti. Gün batmaya yüz tutarken adamdan ayrılıp çalışma odasını kilitleyerek anahtarı yanına almıştı. Göreve getirilmesi ile birlikte hizmetine tahsis edilen Davis ona kovanlarındaki arıları andırıyordu, adamdaki çalışma aşkına gıpta etmemesi mümkün değildi. Lord Gustav tarafından tutulan bir muhbir olmadığına güvense çalışma odasının anahtarını gönül rahatlığıyla ona bırakırdı. Adamın gün doğumuyla birlikte kapıyı açıp dosyalar ve kâğıtlar arasında kaybolacağını tahmin ediyordu. Fakat henüz aralarında bu güven oluşmamıştı. Neredeyse her adımını takip eden Boldmin'in de karısına rapor verdiğini bilse dahi aralarında arkadaşlığa dönük bir bağ oluşmuştu, Davis ise ona hala fazlasıyla uzaktı.

O gün, Alita ile birlikte ailesine tahsis edilen dairede akşam yemeği yiyeceklerdi. Alois kadından ayrı sadece iki gece bir gün geçirmesine rağmen aklını kaybedecekmiş gibi hissediyordu. Ayrı geçirdikleri ilk gecelerinde şaşkınlık ve öfkeden tüm gece söylenmiş durmuş, tepesindeki cibinliği izleyerek kibirli ve inatçı karısını karşısındaki boşluğa şikâyet etmişti. Artık tamamıyla ona kalan yatağın içinde döne dolaşa güçlükle uyuyup sabah gözlerini açtığında ise bir anlık mahmurlukla Alita'nın onu terk ettiği aklından çıkmıştı. Karısına dokunmak için elini uzatıp pek de aşina olmadığı soğuk boşlukla karşılaştığında uykulu, genizden gelen sesiyle homurdanarak söylenmeye başlamıştı.

Alita, Rinda ve Rita'yı da yanında götürdüğü için kahvaltısını ve diğer hizmetlerini hiç tanımadığı başka kadınlar üstlenmişti. İkiz hizmetçilerinin aksine yaşları geçkin ve iri yapılıydılar. Alois bunun bir tesadüf olduğuna inanmak istese dahi gerçeğin böyle olmadığını tahmin edebiliyordu. Karısı, o yıkanırken Rinda ve Rita'nın etrafta olmasına bile katlanamazken böyle bir durumu şansa bırakacak yapıya sahip değildi.

İkinci akşam ise ilkinden çok daha kötü geçmişti. İçindeki öfke ateşini kaybettikçe oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi mutsuzluğa kapılarak somurtmaya başlamıştı. Tek başına oturduğu yemek masasında bir şeyler atıştırmaya çalışmış, beceremeyeceğini anlayınca söylenerek kalkıp üzerini çıkararak banyodaki havuza geçmişti. Her zamankinin aksine üzerinde çiçekler yüzmüyordu, Rinda ve Rita su her değiştirildiğinde karısı için süslerlerken bu kez dairelerinde olmadıkları için dokunamamışlardı. Kendi kendine küfrederek söylenip yıkanan Alois, Alita ile havuzda geçirdikleri anları hatırlamamak için zihnini işkence edercesine meşgul tutmaya çalışmıştı. Geçmişten tek bir anıyı dahi yâd ederse, Alita'nın hayaline kapılacağını biliyordu. Kadını düşünmemeye çalışmak onun için kötü bir bağımlılığı bırakmak kadar zor ve ıstıraplı bir hale gelmişti.

Fakat geceliklerini giyip yatağına uzandığında sarf ettiği tüm çabanın boşa olduğunu anlamıştı. Alita'nın onu sarhoşa çeviren kokusu nakış gibi yataklarına sinmişti. Uzandığı yerde sağına döndüğünde, ipek kılıfı olan yastığına adeta onun yüzünü okşuyormuşçasına dokunmuş, sonrasında ise sokularak koklamıştı. Yaptığının ne kadar aptalca olduğu hakkında söylenirken bir an sonra kendini yastığı kollarının arasına çekerek sarılmış halde bulmuştu.

Tüm geceyi karısı yerine yastığına sarılarak geçirdikten sonra kahvaltısını etmiş dairelerinden çıkmaya hazırlanırken Rinda ve Rita yanlarında Alita'nın yeni nedimesi Saline ile dairelerine gelmişlerdi. Belli etmemeye çalışsa dahi Alois kızları gördüğü için dahi heyecanlanmıştı. Karısının geri döneceğine dair herhangi bir işaret bekliyorken Saline kendini takdim ettikten sonra Alita'nın birkaç özel eşyasını yanına istediğini söylemişti. Öfkelenmemesi gerektiğin biliyordu, kavgalarında blöf olarak da olsa dairelerini ayırma teklifi ilk o yapmıştı. Fakat karısının bir şekilde kendini sürekli haklı çıkarıp kenara çekilmesi asabını bozuyordu. Birbirlerinden uzakta kalmanın onun cephesinde pek de olumlu bir karar olmadığını yalnız geçirdiği iki gecenin sonunda anlamıştı.

Eşyaları taşıyan kızlara eşlik eden Saline, Alita'nın akşam yemeği için onu dairesinden almasını istediğini iletmişti. Genç kadına sadece başını sallayarak cevap veren Alois hevesini belli etmek istemese dahi tüm gün Alita'yı düşünmüştü. Kendi kendine sadece iki gece ayrı kaldıklarını hatırlatsa da geçen zaman ona aylar uzun gelmişti.

O an, Boldmin ile birlikte sarayın içinde ilerliyorken kapıldığı heyecanın önüne geçemiyordu. Adımları olması gerekenden hızlıydı, tüm gün sahip olduğu somurtkan ifade yüzünden yavaşça silinmişti. Altın süslemeli mermer kemerlerle bağlanan koridorları geçip karısının tek başına kaldığı dairesini önüne geldiğinde Waldorf arması taşıyan dört muhafız ve Bergnan'ı görmüştü. Karşısına dikildiğinde Bergnan geri çekilip yol vermek yerine başını eğerek selam vermişti.

"Lord Hallstein."

"Bergnan, izin verirsen karımı görmek istiyorum."

"Özür dilerim efendim, önce prenses hazretlerine geldiğinizi iletmem gerek."

Alnı kırışan Alois ilk anda adamın tepkisine şaşırmış, sonrasında ise homurdanarak söylenmişti. Muhafızlar çift kanatlı kapıyı araladıklarında, onu olduğu yerde bırakıp içeri giren adam bir an sonra dışarı çıkmıştı. Ne olduğunu sormasına gerek kalmadan başını eğerek kenara çekilmiş, kapının eşiğinden yüzünü gösteren karısına yol vermişti.

Alois yüz yüze geldikleri an varlığını sadece kendisinin hissettiği, tüylerini ürperten, onu soluksuz bırakan soğuk bir rüzgârın üzerine doğru estiğine yemin edebilirdi. Alita o akşam için kadifeden dikilmiş, vücudunu saran koyu kırmızı, uzun kollu, parlak bir elbise giymişti. Canlı renk, mermeri andıran beyaz tenine öylesine yakışmıştı ki adeta nutkunun tutulduğunu hissediyordu. Görüntünün bu kadarı bile onu sersemletmeye yetmişken gözleri elbisenin kare kesim, derin yakasını bulduğunda dudağını ısırmamak için kendiyle savaşmıştı. O an davetkâr bir şekilde kendini gösteren Alita'nın göğüsleri normalde pek de büyük değildi, avucunun içine kolaylıkla sığıyordu. Elbisesinin altına giydiği korse sıkıştırarak olduğundan gösterişli durmalarını sağlamıştı. Boynuna taktığı yakut gerdanlıkla birlikte tehlikeli sayılabilecek kadar baştan çıkarıcı hale gelmişlerdi. Eğer kalabalık bir davete gidiyor olsalar, Alois içinde bir yerleri gıdıklayan bu görüntüden kesinlikle rahatsız olurdu. Karısı her zaman için gösterişli elbiseler tercih etse dahi genellikle yakasının kapalı olmasına dikkat ederdi. Açık olsa dahi, korse kullanmadığı için göğüsleri pek dikkat çekmiyordu. Fakat o an giydiği elbise rengi ve derin yakası ile yeterince iddialıyken, kullandığı korse Alois'in kaldırabileceğinden daha tehlikeli hale getirmişti. Karısını bu elbisenin içinde insanların arasında gezerken hayal etmek istemiyordu.

Konuşabileceğini hissettiğinde, yüzündeki sersemlemiş ifadeden kurtularak sahte bir huysuzluğa bürünmüştü. Çenesiyle elbisesini işaret ederken aynı zamanda söyleniyordu.

"Üzerindeki sıradan bir aile yemeği için fazla gösterişli değil mi?" 

"Sanmıyorum, bence gayet uygun."

Sözlerine oralı dahi olmayan Alita, cevabını kestirip attıktan sonra ağır adımlarla yanını bulmuştu. Dairenin bulunduğu tenha koridordan nispeten hareketli olan hole geçtiklerinde, Alita'nın soğuk gözleri üzerine dönmüştü. Bakışlarını üzerinde hisseden Alois ne istediğini tahmin edebiliyordu. İçini çekerek kolunu ona doğru uzattığında, Alita sokulup zarif parmaklarını üzerine yerleştirmişti. Gözleri, hediyesi olan safir yüzüğe iliştiğinde anlamlandıramadığı garip bir memnuniyet duymuştu. Karısı parmağına onun takmasını istediği yüzüğü ilk günden beri neredeyse hiç çıkarmamıştı. Aralarında bahsi geçmese dahi, yaşadıkları onca karmaşanın içinde bu durum Alois'i mutlu ediyordu.

"Nasılsın? Tek başına daha rahat uyuyabiliyor musun ?"

Alois, yeşil gözleri ilgiyle üzerinde geziyorken karısının seslendirdiği soru ile düşüncelerinden sıyrılıp kendine gelmişti. Taze tıraş edilmiş yüzüne zarif bir gülümseme oturmuştu, niyeti onu yataklarında tek başına bırakan karısını çileden çıkarmaktı.

"Evet, yeni doğmuş bir bebek gibi deliksiz uykular çekiyorum."

Alita sözleriyle birlikte kaşlarını kaldırıp kıkırdayarak gülmüştü. Üst kısmı saç örgüsüyle toplu olan saçlarının uçuşan siyah uçlarını yavaşça omuzlarından arkaya atarken bedenini ona doğru yaslamıştı.

"Benim bildiğim yeni doğan bebek bir gecede en az dört kere meme için ağlar."

Yüzündeki gülümsemeyi bozmamak adına yutkunan Alois, gözlerinin Alita'nın göğüslerine kaymaması için gerçek bir çaba sarf ediyordu. Geçirdiği iki gece boyunca kendinden geçmiş gibi yatağın içinde dönüp durduğu, yastığına sarılıp boşluğu izleyerek söylendiği düşünüldüğünde karısı pek de haksız sayılmazdı. Fakat yine de, bu durumu itiraf etmek niyetinde değildi.

"Haklı olabilirsin. Konu hakkında pek bilgim olmasa da halimden memnunum. Tek sıkıntım..."

Alois belli belirsiz alnını kırıştırarak sol omzunu oynatmıştı, yüzüne yerleşen memnuniyetsiz ifadenin gerçekçi gözükmesi için mimiklerini abartmamaya çalışıyordu. Fakat aklındakini düşündükçe kahkaha atarak gülmemek onun için işkence haline gelmişti.

"Senin ellerin ipek gibiydi, sırtıma değdiğini dahi hissetmiyordum. Fakat benim için seçtiğin hizmetçi kadınınkiler küreği andırıyor, dün adeta mezarımı kazacaktı. Neyse ki bu sabah şikâyet ettiğimi işitince yanında becerikli birini getirdi, yoksa perişan haldeydim."

Daha sözlerini tamamlamasına gerek kalmadan Alita'nın gözleri bir anda üzerine dönmüştü. Kaskatı kesilen yüzünden hisler adeta dalga dalga geçmişti; ilk önce duydukları ile şaşırmış, sonrasında ise soğuk gözlerini parlatan bir öfkeye sahip olmuştu. Fakat ikisinin de ifadesinde uzun süre yer bulmasına izin vermemişti. Onu adeta deliye çeviren iri dudaklarını kıvırarak ona baktıktan sonra pek gürültülü olmamakla birlikte şuh bir kahkaha atmıştı.

"Alois seni öldürürüm."

"Özür dilerim fakat yıkanmam gerek. Bu insani bir ihtiyaç, umarım biliyorsundur."

"Öyle mi? Geriye kalan insani ihtiyaçların için kendine metres de edinmek ister misin ?"

Alita ifadesini, ses tonunu, öfkesini kontrol altında tutmaya çalışsa dahi kıskançlığı gerçek rengi ancak bu kadar yakından seçilebilen gözlerine işlemişti. Alois onun bu halini izlerken elinde olmadan gülmüştü. Her ne kadar üzerine eğilip dudağının kıvrılan kenarını öpmek için can atsa da oyununa devam etmişti.

"Herhangi bir metresin senin yerini tutabileceğini sanmıyorum fakat durum o kadar çaresiz hale gelirse neden olmasın?"

"Hayalini kurmuş gibisin. Söyle bakalım, sarışın mı yoksa esmer mi olsun istiyorsun ?"

"Sarışın. Sarışın ve etine dolgun kadınları severim, zaafım var."

Alois cümlesini tamamladığı an Alita kolundaki parmaklarıyla etini bükerek sıkmıştı. Neye uğradığını şaşırmış bir halde acıyla inleyecekken dişlerini sıkarak kendini zor durdurmuştu. Dudaklarının arasından kısık bir inleme yükselmişken hissettiği sıcaklıktan yüzünün kızardığını hissediyordu.

"Konuşurken düşünmedin bile, yoksa bana birini mi tarif ediyorsun ?"

"Ne alakası var? Gökler aşkına, sen gerçekten aklını kaybetmişsin."

"Eğer kulağıma en ufak bir söylenti, cılız bir fısıltı dahi ilişirse seni mahvederim Alois."

"Kusura bakma, bunu evli olduğun adamı öylece bırakmadan önce düşünecektin."

Dudaklarını aralayan Alita şaşkınlık ve öfkeyle homurdanmıştı. Bakışları tekinsizce üzerinde gezerken çürüttüğünden emin olduğu kolunu sıkı sıkıya kavrıyordu. Konuşurken bir yılan gibi dişlerinin arasından fısıldamıştı.

"Arsız. Beni boşanmakla, dairelerimizi ayırmakla tehdit eden sen değil miydin? Nasıl utanmadan şikâyet edebiliyorsun ?"

"Bilmem fark ettin mi fakat ben bu söylediklerimin ardından ortadan kaybolmadım ya da seni boşamadım. Günün sonunda yine karşında oturuyordum."

"Belki de sorun budur Alois, belki de sorun sürekli karşımda olmandır."

Geniş mesafeler bırakarak onları takip eden muhafızları ile birlikte sarayın gösterişli, geniş koridorlarında ilerliyorken Alois işittikleriyle birlikte duraklamıştı. Alaycı gülümsemesiyle birlikte, alacağı karşılığı bilse dahi karısına sözlerinin altındaki niyeti sormuştu.

"Bu ne demek şimdi ?"

"Karşımda duran yeterince insan var. Ben hayatımdaki adamın yanımda durmasını, beni savunmasını, köstek olmak yerine inandıklarım için bana güç vermesini istiyorum."

"Ne o? Yoksa o adam ben değil miyim ?"

"Herhangi bir tespitte bulunmadım, olması gerekeni söyledim. Eksiğin varsa üzerine alınırsın."

Alois karısının neyin peşinde olduğunu biliyordu. Bu yüzden söylediklerine alınganlık göstermek yerine gülerek karşılık vermişti. Yüzünü ondan öteye çevirmişken aynı zamanda neşeli sesiyle mırıldanmıştı.

"Alınmıyorum, hem bana kalırsa evliliğimizin muhasebesini tutmak oldukça karışık bir iş. Sen açık verdikçe ben üzerine koyarak teraziyi düzeltmeye çalışıyorum. Hatam varsa bu eksiklik değil fazlalıktır." 

Alita'nın gözleri bir an için üzerini bulduysa bile sözlerini tamamlamadığı an tıpkı onun gibi başını başka yöne çevirmişti. Dudaklarının arasından ailesine ait garip dilde mırıldanarak söylendiğini işitse bile ne söylediğini anlamıyordu. Bu yüzden daha fazla konuşmamış, yeterince öfkelendirdiğini düşündüğü karısının üzerine daha fazla gitmemişti.

Birlikte, ailesine tahsis edilmiş dairenin olduğu koridora girdiklerinde Hallstein arması taşıyan muhafızlar kendilerini göstermişlerdi. Aralarında ilerliyorken Alita duraklamış, olduğu yerde ona doğru dönmüştü. Soğuk gözleriyle üzerindekilerini baştan aşağı süzdükten sonra yaklaşarak boynundaki, gömleğinin yakası ile birleşen bağı düzelmiş, aynı zamanda kısık sesiyle fısıldamıştı.

"Sabah annenle kahvaltı ettik, kendisine herhangi bir sorunumuz olmadığını söyledim. İçeride buna uygun davranırsan sevinirim."

"Hayatım, gücenme fakat senden adap dersi alacaksam işimiz var demektir."

Alois herhangi bir şey söylemesine izin vermeden işaret parmağını çenesinin altına yerleştirip başını kaldırarak alnının üzerine küçük bir öpücük bırakmıştı. Bunu beklemeyen Alita şaşırmışken o uzanıp elini kavrayarak tekrar ilerlemelerini sağlamıştı.

Geldiklerini haber veren muhafızın ardından daireye geçtiklerinde babası Alva, annesi Inge ve kardeşi Abel ellerini birleştirmiş, kapının biraz ilerisinde onları bekliyorlardı. Alva sıklıkla olduğu gibi aralarındaki sözcüydü, ailesine adına gelinini o selamlamıştı. Saraydaki herkes gibi önlerine eğdikleri başlarını Alita'dan herhangi bir karşılık alana dek kaldırmamışlardı.

"Majesteleri, varlığınızla bizleri şereflendirdiniz."

"O şeref bana ait Dük Hallstein."

Ufak bir baş hareketi ile babasına selam veren Alita yanından ayrılarak ileri çıkmıştı. Yüzünde, ışığı gözlerine yansımayan soğuk gülümsemesi ile annesinin önünde durmuştu. Eğdiği başını kaldıran kadınla gözleri birbirine değdiğinde dudaklarındaki tebessüm genişlemişti.

"Lütfen rahatsız olmayın, kabul ettiğiniz müddetçe ben de ailenizden biriyim."

Alois gülmemek için dudaklarını sıkarak başını hafifçe iki yana doğru sallamıştı, önünde duran Alita bu küçük tepkisini görmemişti. Karısı ona bu haliyle safir gözlü, ince ve zarif bir yılanı andırmıştı; avlarının saklandığı fare deliğini keşfetmişti, içeri girmeyi becermeden kapısından ayrılacağını sanmıyordu.

"Hallstein ailesi olarak bundan ancak onur duyarız, majesteleri."

Annesi ve karısı arasında geçen bu kısa konuşmadan pek de hoşlanmayan Alois ileri çıkarak kurt gibi acıktığı söylemiş, hep birlikte masaya geçmelerini sağlamıştı. Oturmadan önce omzuna dokunduğu karısı için sandalyesini çekmiş, o oturduktan sonra yanındaki yerini almıştı. Tam da bu anda gözleri karşısında oturan Abel'i bulmuştu. Onun sıklıkla yaptığı gibi gülmemek için dudaklarını sıkan ağabeyi, birbirlerine bakarken kendini tutamayacağını anladığında gözlerini devirmişti. Alois aklından geçenleri tahmin edebiliyordu, sadece Alita'nın sandalyesini çektiği için bile onunla günlerce dalga geçeceğinin farkındaydı.

"Umarım güllerimi beğenmişsinizdir."

"İnce düşüncenizle beni mahcup ettiniz. Çiçekler camın arkasında dahi eşsiz gözüküyorlardı, kokuları da renkleri kadar büyüleyiciymiş. Böylesi bir güzelliğe daha önce denk gelmemiştim."

"Keşke ziyaretinizi uzatabilseydiniz, birlikte Cam Köşk'ü gezerdik. Eğer isterseniz reçetesiyle birlikte size tohumlarından verebilirim."

"Teşekkür ederim, maalesef sizin aksinize ben çiçeklerle pek anlaşamıyorum. Birkaç kez gül yetiştirmeyi denedim, hoş gözüküyorlardı fakat dikenleri elime batınca etrafımdan uzaklaştırdım."

Alois'in gözleri yemek masasının bir ucundaki cam vazoda duran iri, kırmızı güllere takılmıştı. Kokuları, tıpkı annesinin söylediği gibi etrafı doldurmuştu. O bu duruma alışkındı, Alita ne zaman Cam Köşk'teki bahçesini ziyaret etse onun için bir demet toplayıp hizmetçileri ile çalışma odasına gönderiyordu. Alışkın olmadığı karısı ve annesi arasında geçen bu garip konuşmaydı, kullandıkları sözcükler basit ve zararsız olsa da aralarındaki aura onu tedirgin etmeye yetmişti.

"Her güzelliğin bir zorluğu vardır, aksi halde yaşamın manası olmazdı."

Alita'nın sözleri üzerine Inge zarif bir şekilde gülümsemişti. Kadının Alois'inkilere benzeyen gözlerine sıcaklığı yansısa dahi Alita'nın kibirli ifadesi soğuktu, gülümsemesi dudaklarının kenarından öteye geçmemişti. Ailesinin aksine onun bu tavrını iyi bilen Alois masanın altından uzanıp kucağındaki elini kavramıştı. Bunu yaparken herhangi bir amacı yoktu fakat bakışlarını yavaşça üzerine çeviren karısını durumu onun için açıklamıştı.

"Bu sabah Düşes Hallstein ile Altın Bahçe'deydik. Birlikte kahvaltı yaptık, onu küçük bir gezintiye çıkardığımda Cam Köşk dikkatini çekti fakat rutin bakım ve ilaçlama yapıldığı için içeri giremedik."

"Talihsizlik olmuş."

Alois yemekleri servis edilirken kollarını masanın üzerine yaslayarak annesine doğru dönmüştü. İki kadınını birbirlerinden hoşlanıp hoşlanmadıkları hakkında pek bir fikri yoktu fakat arada sallantılı da olsa bir köprü oluşturabileceğine emindi.

"Alita söz konusu çiçekler olduğunda müthiş maharetlidir. Sadece Cam Köşk'ü ziyaret etmek için bile en kısa zamanda geri dönmelisin."

"Elbette, bunu çok isterim."

Gülümseyen Alois, tabağına orta pişmiş kalın dilim biftek ile soslu haşlanmış sebze almıştı. Alita ise sadece limonlu istiridye ve taze üzüm suyu tercih etmişti. Masada balık olmasına rağmen istememesi Alois'i şaşırtmıştı. Ailesinden kimse balık yemiyordu, yemek listesini bizzat hazırlayan annesinin deniz mahsullerini onun için seçtiğine adı kadar emindi.

"Balık almayacak mısın ?"

"Hayır, kolyozu pek sevmem midem hassasken yemek istemiyorum."

Karısından adını duyana kadar Alois kolyoz diye bir balığın olduğunu dahi bilmiyordu. Hamileliği Alita'nın midesini gerçekten de hassaslaştırmıştı fakat balığa karşı herhangi bir iştahsızlığı olduğunu sanmıyordu. Neredeyse her akşam balık çorbası içerken o an istememesi Alois'te bilmediği bir şeyleri protesto ettiği hissini uyandırmıştı. Kim bilir kahvaltıda ne konuştular diye düşündü. Ailesi sabah gün doğumuyla birlikte yola çıkacaktı, Alois Lord Gustav ile yapılan görüşmeyi ya da ona destek verdiklerini kimseye anlatmamalarını rica etmişti. Karısının huzursuz olmasına rağmen planının işlediğinden haberdar olduğunu sanmıyordu. Fakat yine de ortada garip bir şeyler olduğu açıktı.

Yemeklerinin geri kalan kısmı Alois'in beklediğinden çok daha sakin sürmüştü. Alita'nın masadaki varlığı hem babasını hem de kardeşini ehlileştirmişti. Yanlarında oturuyor olmasa, Alois ettikleri kibar sözlerin gerçek olduğuna asla inanmazdı. İkisinin bu halini izlemek ona zalimce zevk vermişti. Uzaktan bakıldığında karısının ne kadar soğuk ve ürkütücü durduğunu biliyordu. Alita ile ilk kez karşılaştığı akşam güzelliğini onu adeta dilsize çevirse de gözlerini kaldırıp açıkça yüzüne bakmaktan dahi korkmuştu.

"Beni affedin fakat size oğlunuzu şikâyet etmek durumundayım. Bu aile yemeği için daha önceleri pek çok kez ısrar ettim fakat kendisini bir türlü ikna edemedim. Alois'in kalbi oldukça cömert fakat sıra sevdiklerine geldiğinde paylaşmayı pek sevmiyor."

Tabağındakileri neredeyse bitirmiş olan Alois arkasına yaslanmış şarabını içiyorken Alita'nın sözleriyle şaşırmıştı, ondan böyle bir çıkış beklemiyordu. Evlendikleri günden beri, ailesinin Calabar'da olduğu zamanlarda Alita gerçekten de yemek için düzenleme yapmak istediğini defalarca iletmişti. Fakat Alois, kavga ve tartışmalarla meşhur aile masalarına karısını oturtma fikrine uzunca müddet ayak sürümüştü. O akşam için bile pek gönüllü davrandığı söylenemezdi, durum kaçınılmaz hale gelince kabul etmek zorunda kalmıştı.

"Herkes için uygun zamanı bulmak pek kolay olmuyor. Sonuç olarak buradayız, umarım ne kısa zamanda tekrar birleşebiliriz."

Tıpkı onun gibi oturduğu yerde arkasına yaslanan Alita gülümseyerek kucağındaki eliyle uzanıp bacağını okşamıştı. Bunu neden yaptığını bilmiyordu fakat parmakları kasığına yaklaştığında içini çekerek elinde tuttuğu bronz bardağı sıkmak zorunda kalmıştı. Alita ile dairelerini ayırmalarının üzerinden sadece iki gece geçmişti fakat birbirlerine dokunmayalı neredeyse haftalar olmuştu. Hayır diye düşündü, şimdi olmaz, şu an olmaz. Alita'yı uyarmak için gürültülü bir şekilde nefesini dışarı bıraktığında karısı buna aldırış etmemişti, eli hala bacağının üzerinde duruyordu. Ona oralı olmadan annesi ile sohbet ederken doğum zamanı herhangi bir aksilik çıkmazsa Calabar'a gelmesini istemişti. Konuşurken onu çıldırtmak istercesine parmak uçlarını pantolonunun üzerinde oynatıyordu. Kendini tutamayan Alois, bu kez oldukça gürültülü bir şekilde öksürerek boğazını temizlemişti. Yanı başında oturan karısının bakışları bu kez üzerine dönmüştü.

"İyi misin ?"

"Evet, sadece boğazıma bir şey takıldı."

Alita ona şöyle bir baktıktan sonra herhangi bir şey söylemeden bacağındaki elini kendine çekmişti. Ne yaptığının farkında değilmişçesine rahat bir tavırla anne ve babasına dönmüştü, o bebekleri hakkında konuşmaya devam ederken Alois içinden aynı şeyi tekrar edip duruyordu; şimdi olmaz, şimdi olmaz.

"...fakat Alois'in bebek konusunda pek heyecanlı olduğu söylenemez."

Tamamen kendi içine odaklanmış olan Alois konuşmanın içinde adının geçtiğini fark ettiğinde eğdiği başını kaldırmıştı. Yüzündeki zoraki gülümseme ile ne olduğunu anlamaya çalışarak etrafına bakıyorken gözleri karısınınkilerle buluşmuştu.

"Özür dilerim, sanırım kaçırdım."

"Dük hazretleri bebek için herhangi bir isim düşünüp düşünmediğimizi soruyor."

"Sağlıkla doğsun, elbet bir ismi olur."

Cevabı masada gülüşmelere sebep olmuştu, Alita ise sadece gözlerini devirmişti. Alois içine düştüğü şaşkınlıkla istemeyerek de olsa karısının iddiasını doğrulamıştı.

"Oğlumu kayırdığımı düşünmeyin majesteleri fakat erkeklerin çoğu böyledir. Biz kadınlar anne olmak için doğarız, onlar ise çocuklarını kucaklarına almadan baba olduklarını asla anlamazlar."

Babası Alva, Inge'nin öğüdüne haklı olduğunu söyleyerek destek vermişti. Yemek boyunca ve sonrasında sohbetleri Alois'in beklediğinden sıcak sürmüştü. Akşamın sonuna geldiklerinde Alita Drindall'a dönecek olan ailesi ile vedalaşmıştı. Alois, sabah onları yolcu edeceği için bu kısmı es geçmişti. Ardı ardına edilen teşekkürler ve yüzlerindeki gülümsemelerle daireden ayrılıp dışarı çıktıklarında ilk somurtan Alita olmuştu. Koridordan çıkana kadar herhangi bir şey söylememiş, hole geldiklerinde ise kolundan çıkarak ondan uzaklaşmıştı.

"Ben daireme geçiyorum, sana iyi geceler."

Alita geri çekilerek arkasını dönecekken Alois adımını ileri uzanıp kolunu kavrayarak onu durdurmuştu. Karısının soğuk gözleri önce gösterişli kumaşın üzerinden tenini sıkan parmaklarına sonrasında ise yüzüne dönmüştü. Hoşnutsuzluğu ifadesine işlemiş olsa dahi Alois bunu pek önemsememişti, dokunuşunu yumuşatarak üzerine eğilip şarap kokan nefesiyle fısıldamıştı.

"Bu saçmalığı daha ne kadar sürdüreceksin ?"

Alita cevap vermek yerine kolunu kendine çekmişti. İnsanlara tartıştıklarını belli etmek istemiyordu. Sokularak boynuna dokunup yanağını usulca öpmüştü. Sıcak fısıltısı kulağına dolarken Alois tüylerinin ürperdiğini hissetmişti.

"Beni daha fazla provoke etme Alois."

Geri çekilen Alita, herhangi bir şey söylemesine izin vermeden arkasını dönerek etrafını saran muhafızları ile birlikte holün doğu kanadına doğru ilerlemişti. Kısa bir anlığına olduğu yerde kalarak karısının uzaklaşmasını izleyen Alois sıktığı dişlerinin arasından içini çektiğinde onu takip eden muhafızı Boldmin ile birlikte tek başına bırakıldığı dairelerine doğru yola koyulmuştu.

Hizmetinde olan kadınlar o gelmeden önce banyoyu hazırlayarak dairenin mumlarını yakmışlardı. Yatak örtüsü değiştirilmiş, küçük masasının üzerindeki sürahi şarap ile doldurulmuştu. İçeri girdiği an ilerlemek yerine kapının önünde durarak etrafına bakınan Alois'in asık yüzü kadınları tedirgin etmişti. Kısa bir an birbirlerine baktıktan sonra daha tıknaz olanı başını kaldırarak tedirginlikle konuşmuştu.

"Başka bir arzunuz var mı efendim? "

Gözlerini önünde dikilen kadınlara çeviren Alois onları baştan aşağı süzmüştü. Biri otuzlu yaşlarının sonunda duruyordu, diğeri ise neredeyse annesiyle yaşıttı. Genç olan neredeyse karısından uzundu, bunun yanında kalıplı bir vücudu vardı, neredeyse erkeği andırıyordu. Yaşlı olan ise tıknazlığıyla Alois'in aklına kümeslerdeki tombul tavukları getirmişti. Bu iki zıtlığın tesadüfi olarak bir araya gelmediği gün gibi ortadaydı.

"Teşekkür ederim hanımlar, çıkabilirsiniz."

Kenara çekilip elini uzatarak hizmetçilerine yol vermişti. Kadınlar yanında ayrıldığında, koca bir dairede tek başına kalmıştı. Hala etrafına bakınıyorken onları gönderdiğine pişman olmuştu. Sohbet etmeye, konuşmaya ve onu dinleyen birinin varlığına ihtiyacı vardı.

Üzerindeki uzun, siyah ceketin düğmeleri açıp boyun bağını çıkararak küçük masanın sandalyesini çekip kendine şarap doldurmuştu. Elini çenesinin altına yerleştirmiş, neredeyse yere kadar değen kemerli penceresinden kendini gösteren dolunayı izlerken aklına sıklıkla olduğu gibi Alita gelmişti. Bunu yapmaması gerektiğini bilse dahi, hislerinin önüne geçemiyordu. Artık tek âşık olduğu kadın herkesin tanıdığı soğuk prenses değildi, aynı zamanda Alita'ydı. Alois, neşeli olduğu anlarda kahkahasını işitmişti, gözlerine yansıyan sıcak parıltıyı görmüştü, teriyle ıslanan vücudunun sıcaklığını hissetmişti. Evli olduğu iki kadın vardı, biri mermerden yontulan bir heykel kadar soğuk ve mağrurdu, diğeri ise büyüdüğü Drindall akşamları kadar sıcak ve yakındı. Alois birini diğerine tercih edemiyordu, karısını onun için bırakması güç, kötü bir alışkanlığa dönüştüren tam olarak buydu. Alita onun için bir bağımlılık haline gelmişti, zarar görse dahi kendini nasıl durdurması gerektiğini bilmiyordu.

Sürahisindeki şarap bittiğinde ayağa kalkarak dairelerinin yemek yedikleri küçük bölmesine geçmişti. Burada, ahşap rafların üzerinde Alita'nın favorisi olan brendiler sıralanmıştı. İçlerinden bir tanesine uzanıp tıpasını açarak kokusunu burnuna çekmişti. Elma kokusu içine işlerken geri çekilerek yemek masasının üzerine oturmuş, avucuna aldığı şişeyi dudaklarına götürüp kafasına dikmişti. Tadı şaraba göre keskin ve bir parça acıydı, bu yüzden şişkin ilk yudumunun ardından yüzünü ekşiterek irkilmişti.

Alita'nın oldukça sevdiği, Tabassa elmalarından yapılan brendisini bitiren Alois elindeki boş şişeye uzun uzun baktıktan sonra oturduğu boş masanın üzerinde sırtüstü uzanmıştı. Sarhoş değilse bile kendini çakır keyif hissediyordu. Vakit henüz gece yarısına varmamıştı, uykusu yoktu, olsa bile boş yatağa gidip tek başına uyuma fikri onun için pek sıcak değildi.

Gözlerini kapatarak masanın üzerine uzanmışken, ondan ayrılırken kulağına fısıldayan karısının sıcak nefesini hayal etmişti. Elbisesi, dekoltesi, dokunuşu, öpüşü, fısıltısı; Alita tüm akşam boyunca onu adeta sınamıştı. Yemek masasında, aileleriyle birlikteyken bilerek ya da bilmeyerek elini neredeyse kasığına yerleştirmişti. Alois, yemek boyunca hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışırken içinden inandığı tüm tanrılara sertleşmemek için yalvarmıştı.

Düşündükleriyle birlikte homurdanan Alois uzandığı yerden hızla doğrulmuştu. Ayaklarının üzerinde durduğunda bir an dengesini kaybetmekten çekinmişti, meşeden yapılma masadan tutunarak kendini toparladığında huysuzlukla söyleniyordu.

"Kim kimi provoke ediyor şimdi göreceğiz."

Hışımla yemek bölmesinden çıkan Alois, şöminenin yanında duran boy aynasında kendine bakmış, dağınık saçlarını elleriyle düzelttikten sonra dışarı geçmişti. Dairesinin önünde nöbet tutan Boldmin onu gördüğünde duruşunu düzelterek öne çıkmıştı.

"Bir emriniz mi var Lord Hallstein ?"

"Küçük bir gezintiye çıkacağız Boldmin."

Daha fazla açıklama yapmaya gerek duymamıştı. Muhafızı ile birlikte sarayın gecenin çökmesiyle tenhalaşan koridorlarında ilerleyerek karısının tek başına kaldığı dairenin bulunduğu bir alt kata inmişti. Koridorun girişinde üç muhafız nöbeti tutuyordu, Alois'in geldiğini gördüklerinde kenara çekilerek yol vermişlerdi. Hole geldiğinde ise Bergnan yanındaki muhafız ile birlikte dairenin kapısı önünde bekliyordu.

"Lord Hallstein."

"Çekil önümden, karımı göreceğim."

"Maalesef efendim. Majestelerinin kesin emri var, bu akşam kimsenin içeri alınmasını istemiyor."

Alois kısa bir an duraksamış, sonrasında ise ellerini beline yerleştirip dişlerini göstererek gülümsemişti.

"Sabrımı zorlama Bergnan, kenara çık."

"Özür dilerim Lord Hallstein fakat buna izin-"

Dişlerini sıkan Alois zırhlı adamı tüm gücüyle kenara itip tekmesini dairenin çift kanatlı kapısına geçirmişti. Kilidi açamasa dahi büyük bir gürültü koparmıştı, sadece bu kadarı bile kargaşa yaratmaya yetmişken bağırarak dairenin içindeki karısına seslenmişti, gürültüsü hem holü hem de koridoru doldurmuştu.

"Bu lanet kapıyı açman için illa köpeğimi köpeğinin üzerine salmam mı gerek ?! Eğer öyleyse, emin ol yapacağım !"

Holde kopan kıyametin ardından koridorun başında nöbet tutan muhafızlar yerlerinden ayrılarak yanlarına gelmişlerdi. Bergnan'ın yanındaki zırhlı adamlar kapının önünü tutmuşlardı. Bağırması ile birlikte nefes nefese kalan Alois etrafına bakmış, sonrasında ise omzunun üzerinden arkasına duran Boldmin'e dönmüştü.

"Sadece benzetmeydi Boldmin, alınma lütfen."

Yaşanılanların şaşkınlığına kapılan Boldmin, elini kılıcının üzerine yerleştirerek etraflarına biriken muhafızlara bakmıştı. Bergnan'ın deri eldiven giydiği eli de tehditkâr bir şekilde kılıcının üzerine gitmişti. Alois çekinmek yerine adamın üzerine yürümüştü, meydan okurcasına gözlerinin içine bakıyordu. İkisinin boyları neredeyse aynıydı, Bergnan en az onun kadar uzundu. Fakat üzerindeki zırh düşünüldüğünde Alois'ten oldukça kalıplıydı.

"Ne yapacaksın Bergnan ? Gerçekten merak ediyorum."

"Size karşı gelmek haddim değil Lord Hallstein fakat ben prensesi korumak adına yemin ettim."

"Aptal herif, sen kimi kimden koruyorsun ?"

Alois Bergnan ile burun buruna gelmişken dairenin kapısı usulca aralanmıştı. Kırık beyaz, kaşmir şalına sarınan Alita kıyık bıraktığı kapıdan kendini kısmen göstermişti. Bakışları ilk anda önünde duran muhafızları, sonrasında ise Bergnan'a saldırmak üzere olan Alois'i bulmuştu.

"Kenara çık Bergnan, Lord Hallstein içeri girebilir."

"Emredersiniz majesteleri."

Alita'nın talimatıyla birlikte kapının önünde duran iki muhafız da kenara çekilmişti. Başını öne eğen Bergnan, elini kılıcının üzerinden indirerek geriye çıkmıştı. Fakat hâlihazırda sarhoşluğun kıyılarında gezen Alois istediğini alsa dahi kendini tutamayıp adamın üzerine yürümüştü. Omzuyla sert zırhına vurmuş, dengesini kaybedip sendelemesine yol açmıştı.

"Biliyor musun Bergnan, şiddetten nefret ederim. Ama şu üzerindeki parlak şeyi çıkarırsan eğer seni iyice benzetmek istiyorum."

"Hyvä Skurk, Alois buraya gel." 

İleri çıkıp kolunu kavrayan Alita çekiştirerek onu kendisiyle birlikte dairenin içine sokmuştu. Küfreden Alois geri dönmeye çalışırken kapıyı sertçe örtmüş, durmayacağını anladığında ise tıpkı yemeğe giderken yaptığı gibi etini bükerek onu loş dairenin ortasına ittirmişti. O kolunu tutarak acıyla adeta kurt gibi uluyorken Alita öfkeyle söylenmeye başlamıştı.

"Ne yaptığını sanıyorsun ? Bu ne hal ? Sen haydut musun ?"

"İnan bana olmama çok az kaldı ! Senin gibi biriyle evliyken aklı başında kalmak için fazla bile direndim !"

Hissettiği acıyla bağırarak konuşan Alois üzerindeki ceketi çıkararak hışımla yere savurmuştu. Yanına gelmeden önce dahi sakin değilken o an kontrolünü tamamen kaybetmişti.

"Asıl sen hesap ver ! O kapıdaki köpeğine beni içeri almamasını mı tembih ettin ?!"

"Kimseyi içeri almamasını tembih ettim Alois ! Kafamı dinlemek istemiştim, özür dilerim! Senin bir kaçık gibi kapıma dayanacağın aklıma gelmedi !"

Bağırışmalarının ardından ikisi de nefes nefese kalmıştı. Bununla birlikte dairenin içine garip bir sessizlik çökmüştü. Ellerini saçlarının arasından geçirip yüzünü ovan Alois ağır adımlarla geri çekildiğinde etrafına göz atmıştı. Daire, evlendikleri günden beri paylaştıklarına göre oldukça küçüktü. Koyu renk bir karyolayı, küçük bir masayı, orta boy bir kitaplığı ve oyularak süslenmiş bir şömineyi içine ancak kabul etmişti. Balkonu yoktu, bunun yerine girişin karşısındaki duvarda iki tane yere kadar değen kemerli penceresi vardı.

O etrafını süzüyorken Alita yaklaşarak üzerine eğilmişti. Sarındığı şalı çıkarırken parmak ucunda yükselerek boynunu koklamıştı. Geri çekildiğinde yüzünü ekşiterek söylenmişti.

"Leş gibi kokuyorsun, sarhoş olduğunu tahmin etmem gerekirdi."

"Sarhoş olduğum falan yok, ben gayet kendimdeyim." 

"O halde tüm bu rezilliği bilinçli çıkardın, öyle mi ?"

Alois cevap vermek istediyse de bunu becerememişti, mantıklı bir açıklaması yoktu. Çıkardığı kaşmir şalı hala elinde tutan Alita ondan karşılık alamayacağını anladığında gözlerini devirerek masaya doğru ilerlemişti. Şalını sandalyelerden birinin üzerine bırakarak cam sürahiden kendine su doldurmuştu. O gelmeden önce uyumaya hazırlandığı belliydi. Odadaki mumların neredeyse çoğu söndürülmüştü, birkaç tanesi etrafı güç bela aydınlatıyordu. Gözlerini yatağa çevirdiğinde, üzerindeki kalın örtünün aralamış olduğunu fark etmişti. Pek derin olmasa bile, karısını uykusundan kaldırdığını o an tamamıyla anlamıştı.

Dudaklarını sıkıp, ellerini pantolonunun cebine yerleştirerek ağır adımlarla su içen Alita'ya doğru ilerlemişti. Kadının arkası ona dönüktü, üzerindeki kahverengi, ipekten dikilmiş bir gecelik vardı. Omzuna dökülen siyah saçlarının arasında, ince askılarını seçebiliyordu. Parlak kumaş transparan olmasa dahi kalçalarını belirgin bir şekilde ortaya çıkarmıştı. Hastalığını arkasında bırakması ile birlikte, Alita uzun kollu pamuklu geceliklerini bir daha hiç giymemişti.

Masaya yaslanarak yanına geçtiğinde Alita'nın bakışları üzerine dönmüştü. Tıpkı onun gibi daha sakin duruyordu. Mavi gözlerinde uyku mahmurluğu vardı, Alois onu uykusundan uyandırdığını fark etmesiyle birlikte çıkardığı yaygaradan pişman olmuştu. Fakat bunu göstermeye pek de niyetli değildi. Kollarını göğsünde bağlayarak tıpkı yemek masasında olduğu gibi öksürmüştü.

"Biz evliyiz, karım olarak beni yatağımızda yalnız bırakamazsın. Bunu biliyorsun değil mi ? Duymak hoşuna gitmeyebilir fakat yanımda uyumak senin görevin."

"Kime göre ?"

"Tapınağa, tanrılara ve birçok ahlaki anlayışa göre."

Alita içini çekerek elindeki bardağı su dolu olan sürahinin yanına bırakmıştı. O ana kadar pencereden dışarıya bakıyorken, tıpkı onun gibi arkasını dönüp kalçasını ahşap masaya yaslamıştı. Yan yana duruyorlarken, Alois'in gözleri geceliğinin yakasını bulmuştu. Giydiği elbiseden sonra serbest kalan göğüsleri ince kumaşın altından kısmen de olsa gözüküyordu. İki iri çürük taşıdığı kollarını sıkarken dudağını ısırmamak için kendiyle savaşmaya başlamıştı.

"Eğer görevlerden konuşacaksak, ben evlendiğimiz gün yemin ettiğim gibi itaatkâr bir eşin yapması gerekenleri yerine getiriyorum. Dairelerimizin ayrılmasını sen istememiş miydin? "

Alois kendini tutamayıp söyledikleri karşısında kahkahayla gülmüştü. İtaatkâr bir eş kavramı ve Alita yan yana gelemeyecek kadar zıttı.

"Sen itaatkâr bir eşsen ben günahsız bir aziz olmalıyım."

"Alois, uyumak istiyorum. O yüzden derdin neyse bir an önce anlatsan iyi edersin."

Geniş pencereden içeriye süzülen ay ışığı,  yanı başındaki Alita'nın üzerine vuruyordu. Her zaman pürüzsüz, beyaz ve soğuk mermere benzettiği teni o an ayın parıltısı ile adeta eşsiz bir elmasa dönüşmüştü. Alois, onu izlerken garip bir ürpertiye kapıldığını hissetmişti. Alita ile evlenmişti, ona dokunmuş ve sahip olmuştu. Alışmam gerek diye düşünmüştü, geçen onca zamandan sonra karşısında heyecanlanmasını saçma bulsa dahi önünü geçemiyordu.

"Ben de uyumak istiyorum."

Derdini bu kadar yalın bir şekilde dil getirmişken, içine çektiğin nefesi ile birlikte karısının aşina olduğu kokusu burnuna dolmuştu. Alois, şehveti bir kenara bıraksa bile, ona olan özlemiyle nasıl başa çıkacağını bilmiyordu. Olduğu yerde yavaşça hareketlenerek yönünü Alita'ya doğru çevirmişti. Karşı karşıya geldiklerinde aralarındaki mesafe oldukça azalmıştı. Alois ay ışığıyla parlayan yeşil gözlerini Alita'nın yüzünden alamıyordu. Ellerini yavaşça masaya yerleştirmişken, karısını kollarının arasına hapsetmişti.

"Seninle uyumak istiyorum."

Alita gözlerinin içine bakmak dışında herhangi bir karşılık vermemişti. Yüzleri bu kadar yakınken adeta birbirlerinin nefesini soluyorlardı. Şöminedeki sönmek üzere olan közlerin hafif çıtırtısı aralarındaki sessizliği doldururken, Alois masanın üzerinde olan ellerini yavaşça Alita'nın beline yerleştirmişti. Gözlerini kapatıp üzerine eğilerek saçlarını, yüzünü koklamıştı. Yanağını öpen dudakları kulağına fısıldarken sesi ona dahi yabancı geliyordu.

"İşte tam burada, kollarımın arasında olman gerek."

Dudakları kulağına değerken, kollarının arasındaki Alita'nın içini çektiğini işitmişti. Geceliğinin üzerinden hissettiği teninin nasıl da ürperdiğini hissedebiliyordu. Bıraktığı gibi yüzünü öpmeye devam ederken dudakları dudaklarını bulduğunda geri çekilmemiş ya da karşı koymamıştı. Bilakis, Alois kendi içinde hissettiği özlemi bir anda karşısında bulmuştu. Alita'nın elleri önce göğsünü, ardından ise omuzlarını bulmuştu. Ona tutkuyla karşılık veren dudakları Alois'i adeta yakıyordu. İçindeki ateş gittikçe büyürken, belini kavrayarak onu yukarı kaldırıp masanın üzerine oturmasını sağlamıştı. Geceliğinin sıyrılan eteğini bulan elleri uzun bacaklarını okşarken Alita'nın öptüğü dudaklarından kısık, içten gelen bir inleme yükselmişti. Bu sesi işitmek onu adeta çılgına çeviriyordu. Dudakları Alita'nın dudaklarını adeta eziyorken, safir yüzüğünü taşıdığı eli titreyerek aralarına girmişti. Çenesini kavrayarak onu durduran Alita nefes nefese kalmıştı, geri çekilmesine rağmen başparmağı ile hala Alois'in dudaklarını okşuyordu.

"Olet pahin riippuvuuteni."

Alois karısının ne söylediğini anlamamıştı, umurunda da değildi. Nefes almasına izin verdikten sonra kızaran dudaklarını tekrar öpmüştü. Bacaklarını okşayan ellerini geceliğinden çıkararak tekrar belini kavramıştı, onu içine hapsetmek istercesine kendine çekiyorken, parmakları yükselip göğüslerini bulmuştu. İrileşen uçlarını avuçlarında hissederken dudakları ıslak bir iz bırakarak çenesini takip etmiş, zarif boynunu öpmüştü. Parmak ucunu göğsüne bastırdığında, kısık bir inleme daha işitmişti. Baştan uca uyarılan Alois gittikçe sertleştiğini hissederken, tek eliyle belini kavrayarak eğilmesini sağladığı Alita omzuna tutunan elini göğsüne indirmişti. Bacaklarının arasında duruyorken bedenleri adeta birbirine karışmıştı. Onu yavaşça üzerinden ittirdiğinde, Alois hala kırmızı dudaklarını izliyordu. Reddedilmeyeceğinin farkındaydı, renksiz gözlerindeki parıltıdan Alita'nın da en az onun kadar baştan çıktığı görebiliyordu. Bu bilmenin verdiği hisle arsızca sırıtıyorken karısı ona doğru uzanarak üzerindeki gömleği çekiştirmişti. Çıkarıp tıpkı ceketi gibi yere savurduğunda Alois karşı koyamadığı dudaklarına sokularak onu öpmüştü. Burnunu burnuna sürterek geri çekildiğinde, Alita pantolonun önündeki ipleri çözüyordu. Beceremeyeceğini anladığında ellerini avucuna alıp koklayarak öpmüş, sonrasında ise sırıtarak üzerine eğilmişti.

"Bana bırak."

Yazan; İlknur DUMAN

* * *

Selam ! Aslında bölümü burada bitirmeyecektim, aklımda sonuna bir bomba yerleştirmek vardı fakat şu haliyle 8000 oldu devam etsem rahatlıkla 12000 görürdü 🤦‍♀️😂 O yüzden aklımda planı diğer bölüme devrederek burada kesmek durumunda kaldım. Bu arada size anlatmadan geçmek istemiyorum, birkaç gün önce internette toxic relationship denilen durumla alakalı bir yazı okudum. En sonunda partnerinizin toxic biri - yani zehirli diye çevrilir mi bilemedim bdnd - olduğunu nasıl anlarsınız diye kısım vardı, bakın değiştirmeden özelliklerin birkaçını yazıyorum ;

-Her zaman her konuda en iyi olduğunu iddia ederler.
-Onlarlar tartıştıktan sonra ruhsal yorgunluk hissedersiniz.
-Onların ihtiyaçlarını ön planda tutmadığınızda sizi suçlu hissettirirler.
-Her zaman güvensizdirler.
-Yanlarında kendinizi yetersiz hissedersiniz.

Şimdi soruyorum, bu özellikler size kimi hatırlattı ? 👀😈 Yemin ediyorum okur okumaz zavallı Alois'im için üzüldüm, acilen terapiste yollamak istedim kdkskdf Alita'yı tarif etseler daha az uğraşırlarmış 😂

Neyse, daha fazla konuşup sizi yormayacağım Duyuru yapmıştım ama buradan da söylemiş olayım, Kuzguni'nin ilk kısmı finale yaklaşıyor. Dört beş bölüm sonra final verip tam gaz Kuzguni II'ye geçeceğiz. Hiç beklemediğiniz, bence bomba gibi bir final olacak 😈 Okuyan herkesin yıldıza dokunup oy vermesini ve küçük de olsa bölüm hakkında fikrini paylaşmasını rica ediyorum, bu şekilde kim var kim yok kim hala buralarda ve benimle hissedebilirim, yorumlarınız benim tek motivasyon kaynağım ♥️ Hepinizi kocaman öpüyorum, kendinize çok iyi bakın 😽♥️♥️

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top