⚜️Bölüm 28 - "Kalbin Sırları"⚜️
"Quod medicina aliis, aliis est acre venenum."
⚜️⚜️⚜️
"Alois."
Ona adeta işkence çektiren bir kâbusun içine hapsolmuş olan Alois, omzunun sarsılmasıyla sıçrayarak kendine gelmişti. Uykuyla şiş olan yeşil gözlerini araladığında, gördüğü ilk yüz üzerine eğilmiş onu izleyen karısı Alita'ya aitti. Güneş henüz sökmemişken daireleri loş bir karanlığa bürünmüştü, şamdanlardaki mumların hiçbiri yanmıyordu.
"Seslendim ama işitmedin, kötü bir rüya mıydı?"
Alois için gördükleri kötü bir rüyadan beterdi, adeta ruhuna işkence edildiğini hissediyordu. Dişlerini ne kadar sıktığını, kasılan çenesinden anlamıştı. İçine derin bir nefes çekerek yüzünü ovarken Victor'un sesini hala işitebiliyordu. Adamın kahkahası adeta yanlarındaymış gibi kulağında çınlamıştı.
Ben ateşe dokundum, sana bir avuç kül kaldı.
Sıktığı dudaklarından kısık bir inleme dökülmüştü. Elleriyle yüzünü kapatmış, parmaklarını gözlerine bastırıyorken rüyasında gördükleri kafasının içinde tekrar canlanıyordu. Dişlerinin gıcırtısını işitse dahi bunu umursamamıştı. Alita'yı dairelerinde, ayakucunda duran divanda Victor'la düşündükçe aklını kaybedecek gibi oluyordu, tıpkı ilk gecelerinde olduğu gibi, saydam geceliği ile adamın kucağına oturmuştu.
"Hadi kalk, biraz su iç, iyi gelecektir."
Yanında uzanan Alita ayağa kalkıp masalarının üzerindeki sürahiden onun için su doldurarak yatağın kenarına oturmuştu. Ellerini, ovarak kızarttığı yüzünden çeken Alois onunla yüz yüze geldiğinde dişlerini daha fazla sıkmak zorunda kalmıştı. Gördüğü kâbus için karısına kızamayacağını bilse dahi içinde yükselen öfkenin önüne geçemiyordu.
O içinde kopan fırtına ile başa çıkmaya çalışırken, Alita oturduğu yerde ona doğru yaklaşıp boşta olan elinin işaret parmağıyla yanağını okşamıştı. Karanlıkta yüzünü tamamen seçemese dahi renksiz çakıl taşlarını andıran gözleri arkasında yıldızları saklıyormuşçasına parlıyordu. Düşündüğü gibi, sıradan bir kâbus görüp ona sıkıca sarılmayı o an belki de her şeyden daha çok istemişti. Fakat zihnini ele geçirip adeta ruhunu kemiren kurt onu rahat bırakmıyordu.
Dudaklarını sıkarak uzandığı yerde doğrulduğunda kendini geriye çekerek Alita'nın yüzündeki elinden uzaklaşmıştı. Ne olduğunu bilmeyen karısı irkilse dahi herhangi bir karşılık vermemişti, oturduğu yerde hala iyi olup olmadığını anlamak istercesine onu izliyordu. O uzattığı bardağı alıp suyunu içerken, rahatsız olduğunu hissetmişçesine oturduğu yerden kalkmıştı. Üzerine açık mavi, ipekten dikilmiş, uzun kollu bir gecelik giymişti. Balkona doğru ilerlerken etekleri hareket ettikçe uçuşuyordu.
Su dolu bronz bardağı tepesine diken Alois, o andan sonra istese bile uyuyamayacağını biliyordu. Üzerindeki yorganı kenara iterek ayağa kalkıp elindeki boş bardağı masaya bırakmıştı. Omzunun üzerinden arkasına baktığında, gözleri bir girdaba kapılmışçasına yataklarının önünde duran divanı buluyordu. Rüyası huzursuz zihninin ürünü olsa dahi, paylaştıkları daire evliliklerinin öncesinde de Alita'ya aitti. O adamı da buraya getirdi mi diye düşünmekten kendini alıkoyamıyordu. Kendi kendine ihtimalleri düşünüyorken, Victor'un kıkırtısı bir kez daha zihninde yankılanmıştı.
"Alois! Bunu görmen gerek!"
O olduğu yerde duruyorken Alita çift kanatlı balkon kapısının mandalını çevirip dışarı çıkmıştı, heyecanla ona sesleniyordu. Ne olduğunu anlamayan Alois ağır adımlarla karısını takip ettiğinde, doğmaya hazırlanan güneşle aydınlanan gökyüzünden tek bir damla düşmediğini fark etmişti. O kapının önünde durmuş, başını kaldırarak gökyüzünü izliyorken balkondaki Alita sevincini saklamadan ıslanan çıplak ayaklarına aldırış etmeden sevinçle kıkırdıyordu.
"Yağmur durdu! Günler sonra ilk kez yağmur yağmıyor !"
Alacakaranlıkta tam seçilmese dahi krallığı perişan eden yağmur bulutları ufukta gözükmüyordu. Herhangi bir tepki vermese dahi bu Alois'in de içini rahatlatmıştı. Fakat yağmur olmasa dahi esen rüzgâr, kahverengi gecelik takımını yalayıp geçerek onu ürpertmişti. Üşüdüğünü hissettiği ilk an gözleri Alita'ya dönmüştü, balkonun mermer tırabzanlarına yaslanarak etrafını izliyordu. Çıplak ayakları, geceden kalan yağmurun birikintisi ile ıslanmıştı.
"İçeri geç, yeni iyileştin tekrar üşüteceksin."
Seslenmesiyle birlikte ona dönen Alita isteğine karşı gelmemişti. Önlerine serilen bahçeye son bir kez baktıktan sonra geceliğinin eteklerini toplayarak balkondan çıkmıştı. Kenara çekilen Alois geçmesine izin verdikten sonra iki kanadı da kapatarak mandalı tekrar çevirmişti. O olabildiğince sakin davransa da Alita yağmurun durması ile birlikte önüne geçmekte zorlandığı bir sevince kapılmıştı. Kapattığı balkon kapısının ahşap kemerli oval camından dışarıyı izliyorken sokulup kollarını ona sarmıştı. Başını sırtına yaslamışken, içinde belki de uzun zaman sonra ilk kez neşeli bir tını taşıyan sesiyle mırıldanıyordu.
"Bir gün yağmurun durmasına bu kadar sevineceğim hiç aklıma gelmezdi."
Alois kısa bir an hiçbir şey söylemeden dışarıyı izlemeye devam etmiş, sonrasında ise sırtına sarılan Alita'nın göğsünde birleştirdiği ellerini çözerek onu kendinden uzaklaştırmıştı. Usulca arkasını döndüğünde, iki üç adım geri çekilmiş olan Alita tıpkı yataklarında oturuyorken olduğu gibi sorgulayan gözlerle onu izliyordu.
"Bilmeden seni kıracak bir şey mi yaptım ?"
Alois karısını tamamen çözdüğü iddia edemese dahi onu az çok tanıyordu. Karanlığı gittikçe kırılan dairelerinde karşı karşıya duruyorlarken kapıldığı tedirgin his hem sesinin tonuna hem de yüzüne yayılan ifadeye yansımıştı. Kendi kendine her şeyin bir kâbustan ibaret olduğunu tembih etse de, bu yatışmasına yardımcı olmuyordu.
"Her şeyi bilmek istiyorum. Doğduğun günden bu sabaha kadar hayatına dokunan herkesi, her şeyi bilmek istiyorum. Anlatacağını söylemiştin, daha fazla bekleyemem."
Söyledikleriyle kısa bir an şaşkınlığa kapılan Alita konuşmak için dudaklarını araladıysa da içini çekerek bundan vazgeçmişti. Ahşaptan oyulmuş küçük masalarına yaklaşarak onun bıraktığı bardağa su doldurup sandalyelerden birine oturarak hiç acele etmeden içmişti, Alois hala olduğu yerde onu izliyordu.
"Mumları sen yakar mısın yoksa kızları mı çağırmam gerek? Gözümün önünü göremiyorum."
Alois bir an için bağırarak tüm dertlerinin mumların yakılıp yakılmaması mı olduğunu sormak istediyse de bundan vazgeçmişti. Yanan şömineye yaklaşıp aslan başı oyulmuş mermer kemerinin üzerinde duran şamdandan mumu alarak ateşe tutmuştu. Homurdanarak dairelerini gezip şamdanlardan birkaçını yaktıktan sonra yataklarına oturup adeta kavga ettiği yastığını kaldırarak sırtını başlığına yaslamıştı.
"Evet, seni dinliyorum."
Yeşil gözleri hala masada oturan Alita'nın sırtında geziyordu. Kollarını göğsüne bağlamış, alacağı karşılığı bekliyorken karısı sandalyesini kavrayarak oturduğu yerde yarım yamalak ona doğru dönmüştü.
"Özür dilerim, ağzım kurumuştu. İfademi sözlü mü almak istersin yoksa yazılı mı ?"
"Oradan baktığında evliliğimiz dalga geçebileceğin bir durumda mı gözüküyor ?"
"Daha güneş doğmadı, gözünü açtığın gibi canımı okumaya çalışıyorsun. Trajikomik bir halde olduğumuzu söylemek yalan olmaz."
Alita konuşurken gayet sakindi, uzun zamandır karşılaşmadığı soğuk havasına bürünmüştü. Öfkeli ya da asabı bozulmuş gibi durmuyordu. Nedenini bilmediği bir şekilde bu ona kendini kötü hissettirmişti. Umurumda bile değilim diye düşündü. Başını arkasına yaslamış, yataklarının işlemelerle süslenmiş kül rengi cibinliğini izlerken Victor'un gülüşü tekrar kulaklarına çalınmıştı. Kavga ettikleri günü düşündü, yüzü kan içinde kalmasına rağmen gülerek onunla alay etmişti.
O kadar zavallısın ki Alois, sana sadece acıyorum.
Adamın zihninde yankılanan sesiyle birlikte dudaklarını sıkarak içini çekmişti. Kendi kendine sakin olmasını tembih ediyordu. Oturduğu yerde, gözlerini sırtı ona dönük olan karısına çevirmişti. Evlilikleri uzun bir zamana yayılmasa dahi Alois karşısındaki kadını az çok tanıdığını hissediyordu. Kardeşi Kral Hagen ölene kadar birlikte geçirdikleri zaman belki de hayatının en mutlu anlarına sahipti. Alita ona olan ilgisini göstermekten hiçbir zaman kaçınmamıştı, Aksel ile evlenecekken karşı çıkıp onu tercih etmesi tüm saraya aralarında büyük bir aşk olduğu dedikodusunu vermişti. Alois, bu abartılı aşk hikâyesine inanmasa dahi Alita tarafından sevildiğini hissetmişti. Fakat o an, içten içe kandırıldığını düşünüyordu, canını yakan buydu. Hala sevildiğine, değer verildiğine inanmak istese dahi bunu başaramıyordu.
"Dışarıda bekleyen o zırhlı adamlardan hiçbir farkım yok. Onlar kapında nöbet tutuyor, ben de yatağında, hepsi bu."
Alita oturduğu sandalyenin kulpunu kavrayarak omzunun üzerinden ona doğru bakmıştı. Yüzüne yayılan şaşkın ifade fark edilmeyecek gibi değildi, ilk anda kaşlarını hafifçe kaldırmış daha sonrasında ise oturduğu yerde öne doğru eğilip gözlerini kısarak söylenmişti.
"Sen aklını kaybetmişsin, Alois."
"Aksini iddia edebilir misin? Hakkında onlardan fazla ne biliyorum? İki ismin olduğunu bile yeni öğrendim."
"Evet, lütfen durma yine o lanet mendil meselesini aç. Diş çıkaran bir bebek gibisin, ağzın kaşınıyor saldıracak yer arıyorsun. Ama söylüyorum, bana aynı şekilde işkence etmene asla izin vermem. Bir daha ne özür dilerim ne de karşında ağlarım. Beni tekrar o rezaletin içine çekemezsin."
Alita sözlerini bitirdiğinde Alois kendini tutamayıp öfkeyle kahkaha atmıştı. Asabının hiç olmadığı kadar bozulduğunu hissediyordu. Uzandığı yerde bacaklarını yataktan sarkıtarak oturup tıpkı karısı gibi öne doğru eğilmişti.
"Sıradan insanların sahip olduğu duyguları hissetmek siz prenses hazretlerini kedere boğmuş olmalı. Benim hadsizliğim, özür dilerim."
"Alois."
"Lütfen, böyle bir şey için bana kızamazsın. Senin evliliğimizden tek beklentin bu, sorgulanmak değil memnun edilmek istiyorsun. Benim ne hissettiğimin, ne halde olduğumun gözünde hiçbir değeri yok."
Alois çıkışarak konuştuktan sonra kollarını dizlerine yaslayıp başını önüne eğmiş, aynı zamanda dudaklarının arasından tabi bu yaşadığımız şeye evlilik denirse diye mırıldanmıştı. Bir müddet aralarında şömineden yükselen çıtırtıların doldurduğu huzursuz bir sessizlik olmuştu. Başını eğmiş, yataklarında oturuyorken ilk önce Alita'nın içini çektiğini işitmişti. Hala çıplak olan ayakları görüş alanına girdikten sonra usulca sokularak yanına oturmuştu. Alois, parmaklarının koluna dokunduğunu hissettiğinde gözlerini yerden kaldırıp üzerine çevirmişti.
"Alois, olan biten her şey asabını bozdu anlıyorum fakat bu söylediklerine inanıyor olamazsın. Biz anne-babalarımız ve onlardan önce gelenlerin aksine damızlıkmışız gibi eşleştirilmedik, ikimiz de bu evliliği istediğimiz için aynı yatağı paylaşıyoruz. Rızamın sorulmadığı herhangi başka bir adamla evlenmiş olsam, sözlerinde haklı olabilirdin. Fakat sen benim için herhangi biri değilsin. Değerlisin, bunu biliyorsun."
Alita kolunu kavrayarak ona daha fazla sokulmuştu, üzerine eğilip yüzlerini birbirine yaklaştırmıştı. Alois, gözlerinin içine bakarken duymak istediklerinin dile getirildiğini sanmıyordu. Tüm bu sözler, onu yatıştırmak için söylenmişti.
"Daha fazla geçiştirilmek istemiyorum. Yeterince sabrettim, yanında durdum, yapmam gereken her şeyi yaptım. Artık konuşmak zorundasın."
Alita'nın sahip olduğu uysal ifade yavaşça kaybolmuştu. Soğuk, kibir dolu gülümsemesi dudaklarına yerleşmişken zorundayım demek diye fısıldamıştı. Alois, sahip olduğu hassas egoyu zedelediğini görebiliyordu, bunu pek de önemsememişti.
"Bunu konuştuk, ben istediğin zaman açıp okuyabileceğim bir kitap değilim. Seni aldatmadım, başka bir adamla birlikte olmadım. Geçmişte yaşadığım bir şey için canımı daha fazla yakmana müsaade edeceğimi sanıyorsan daha çok beklemek zorunda kalacaksın."
Alita'nın sözleri sert olsa dahi konuşurken sesini alçak tutmuştu. Fakat o büründüğü soğuk tavrı sürdürürken, Alois daha fazla kendine hâkim olamamıştı. Hala koluna dokunan elini bileğinden kavramışken dişlerini sıkarak hınçla konuşuyordu.
"Amacın beni çileden çıkarmak mı? Bunu mu istiyorsun? Beni aşığınla aynı yemek masasına oturtan sensin! Yüzün bile kızarmadan karşıma geçmiş canını yaktığımdan, işkence ettiğimden şikâyet ediyorsun !"
İnleyerek kolunu kendine çeken Alita ayağa kalkarak ondan uzaklaşmıştı. Adımlarını geriye doğru atarak biraz önce oturduğu masaya yaklaşırken kızaran bileğini ovuyordu.
"Gözünü açtığın andan beri sanrıya tutulmuşçasına bana saldırıyorsun. Sence kim kimi çileden çıkarmaya çalışıyor? Ama sana istediğini vermeyeceğim, kavga etmeye niyetim yok."
Kendini tutamayan Alois bağırarak oturduğu yerden kalkmıştı. Alita'nın üzerine yürüyorken, ellerini yasladığı sandalyeyi aralarından çekerek dairenin ortasına savurmuştu. Öfkesi gözünü öylesine karartmıştı ki karısının sıçradığını, irkilerek geri çekildiğini dahi fark etmemişti.
"O lanet herif benimle aylarca dalga geçti! Aylarca! Susup kendimi nasıl rezil ettiğimi izlemek yerine benimle konuşabilirdin!"
Alois bağırırken vücudundaki kan yüzüne hücum etmişti, kızaran yanakları ısınmaya başlamıştı. Ne yaptığının farkına vardığı ilk an nefes nefese geri çekilmişti. Üzerine yürüdüğü Alita korkmuşsa dahi bunu saklamakta oldukça başarılıydı. Çeliği andıran soğuk gözleri üzerinde geziyorken tek bir kelime dahi etmemişti.
Bıkkınlıkla içini çeken Alois, elleriyle yüzünü kavrayarak ona arkasını dönmüştü. Kendi kendine bu ben değilim diye mırıldanıyordu. Daha önce, hayatının hiçbir döneminde kontrolünü böylesine kaybettiği bir dönem olmamıştı. Bir an için keşke damızlıkmışız gibi eşleştirilseydik diye düşündü, Alita'ya karşı herhangi bir şey hissetmemek işleri onun için kolaylaştırabilirdi. Ucu kor gibi kızgın bir hançerin gittikçe göğsünün derinine indiğini hissediyordu. Karşılaştıkları ilk günden beri hem ruhunda hem de kalbinde hüküm süren duygu artık ona sadece işkence çektiriyordu.
Sakinleşip biraz olsun kendine geldiğinde içine derin bir nefes çekerek hala arkasında duran Alita'ya dönmüştü. Kadının yüzü ifadeden yoksundu, soğuk gözlerinden herhangi bir his geçtiği söylenemezdi. Gördüğü manzara onu şaşırtmamıştı. Alita hastalığını atlatıp iyileşmeye başladıkça insanların görmeye alışkın olduğu mağrur prensese dönüşmüştü. Onun bu hali, Kuzgun Tepe'nin sur kemerlerine yazılmış sözü aklına getirmişti.
Sallanır ama batmaz.
"Bir müddet dairelerimizi ayıralım. Düşünmek istiyorum, hem tek başıma daha rahat uyuyacağıma eminim."
Dairelerini ayırmaktan bahsettiğinde Alita tekrar gür kaşlarını kaldırmıştı, dudaklarının kenarına cansız, belirsiz, tehditkâr bir tebessüm oturmuştu. Ellerini ipek geceliğinin önünde birleştirip üzerine yürümeye başlamıştı.
"Alois, tek başına daha rahat uyuyabileceğin tek bir yer var."
Aralarında bir adımlık mesafe kaldığında duraklamıştı. Soğuk gözleriyle gözlerinin içine bakarken dudaklarında aynı gülümseme asılı duruyordu.
"Mezarlık. Aksinin mümkün olabileceğini sanmıyorum."
Elinde olmadan kıkırdayarak gülen Alois karısının mezarda dahi onu rahat bırakmayacağını tahmin ediyordu. Hiçbir şey yapamasa mezarımı bahçeye çevirmek için toprağımı eşeler diye düşündü, bu daha çok gülmesini sağlamıştı. Karnını tutarak geri çekilirken, hala olduğu yerde duran Alita tebessüm ederek onu izliyordu.
"Ben söylediklerimde ciddiyim. Bunu sakın bir daha dile getirme Alois."
"Biliyor musun ben artık gerçekten sıkıldım. Tek başıma çabalayarak bir evliliği yürütemem. Eğer devam etmeye niyetin varsa benimle konuşursun, yoksa..."
Alois sözlerinin devamını getirememişti. Hala birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlardı. İkisinin de yüzlerindeki gülen ifade kireç gibi ufalanıp dökülmüştü. O geri çekilmişken, yutkunan Alita yaklaşarak ona sokulmuştu.
"Yoksa ne ?"
"Yoksa ayıracağımız tek şey dairelerimiz olmaz."
Daha önceki tartışmalarında, hatta sıradan konuşmalarında en ufak bir ima yapmamasına rağmen Alita onu boşanmak istemekle suçlamıştı. O an ise bunu ilk kez kendi iradesi ile dile getirmişti. Sözler ağzından bir anda çıkmasa dahi neden böyle konuştuğunu bilmiyordu. Onu hırpalasa, kanatsa, canını yaksa dahi Alita'dan uzakta yaşamayacağını kalbinin derinliklerinde hissediyordu. Tek istediği emin olmaktı, ikna edilmek için adeta kıvranırken karısının bitmek bilmeyen inadı onu tüketiyordu. Yeterince iyi niyetli davrandım diye düşünmüştü, artık rest çekme vakti.
Aralarındaki mesafe bir adımdan daha kısayken, Alita'nın iri dudaklarının titrediğini fark etmişti. Bunun neye işaret ettiğini biliyordu, sonunda onu gerçekten kızdırabilmeyi başarmıştı. Solgun yanakları kızarırken öfkelendiğinde alnında çıkan damar yavaşça kendini göstermişti. Konuşurken sesini alçak tutabilmek için ne kadar çaba sarf ettiğini boğuk tonundan anlayabiliyordu.
"Bu söylediğin şey asla olmayacak. Ben yatmaya alışkın olduğun o sokak orospularından biri ya da herhangi bir dükün yeni yetme kızı değilim."
"Kim olduğunu biliyorum, Cãstelion prensesisin."
"Ben bir Waldorf'um !"
Alita bir anda kendini tutamayıp yüzüne bağırmıştı. Alois, hala tam olarak aydınlanmayan dairelerinin loş ışığında, gözlerinin öfkeyle nasıl parladığını görebiliyordu. Karısının kibri ile ilk kez karşılaşmasa da ailesinin adını bu kadar tehditkâr kullandığı bir ana daha önce hiç denk gelmemişti. Şaşkın değildi, kırılmamıştı da, içinde bulundukları garip döngüye öylesine alışmıştı ki artık olan biteni yadırgamıyordu. Bu sözleri başka biri etse öfkelenebilirdi fakat karısını ve mensup olduğu aileyi artık az çok tanıyordu. Üstünlük göstermek için atılan bu çığlık ona doğru yolda ilerlediğini kanıtlamıştı. Elinde olmadan dudaklarını ısırarak gülümsemişti. Ondan yedi sekiz parmak kısa olan Alita'nın üzerine eğilerek omzuna dökülen parlak saçlarını okşamaya başlamıştı.
"Bunu dile getirmekten senin kadar hoşlanmasam da ben de bir Hallstein'ım. İçinden bir ses yakında aile adımızın iyi para edeceğini söylüyor. O gün geldiğinde karım olarak seni aslanlı flamanın altına alabilirim fakat aynı şeyi ailen için söyleyemem. O yüzden, bence hangi soy ismi kullandığına dikkat etmen senin yararına olur."
* * *
Lauron, öğrencisi Prenses Alita ile birlikte çalışma odasında oturuyordu. İkisinin de önünde elma yaprağından kaynatılmış, dumanı tüten sıcak çayları vardı. Alita, hizmetçilerine taşıttığı deri dosyaları masasının üzerine yerleştirmelerini istemiş, sonrasında ikisini de dışarı çıkarmıştı. Sarayın ve başkentin birçok noktasında olup biteni anlatan raporları okumak için bir araya gelmişlerdi. O geniş masanın arkasındaki kendine ait kumaş kaplamalı sandalyesinde oturuyorken Alita tam karşısındaydı. Arkasına yaslanmış, okuduğu kâğıdı üst üste attığı bacaklarının üzerine yerleştirmişti. Vakit öğleni geçeli epey olsa dahi gözleri uykulu duruyordu. İnce parmaklarını ağzına kapatarak üst üste birkaç kez esnemişti.
"Uykunu alamadın sanırım."
Konuşmasıyla birlikte Alita'nın bakışları üzerine dönmüştü. Yeğeni için tuttuğu yas sona ermişti. Başına örttüğü siyah şalı çıkarsa dahi üzerindeki uzun kollu, koyu yeşil elbise ölçülü ve kapalıydı. Saçlarına, zarif zincirleri örgüsünü süsleyen altın bir toka yerleştirmişti.
"Sayılır, bu sabah erken uyandım."
"Kendini iyi hissetmiyorsan devam etmek zorunda değiliz, ben bunları tek başıma da okuyabilirim."
Alita içini çekerek tuttuğu kâğıdı önündeki sehpada açık duran deri dosyanın üzerine bırakmıştı. Lauron, iyi olmadığını yanına geldiği ilk andan beri hissediyordu. Uykulu gözlerini ya da onu basit bir raporu okumakta dahi zorlandıran halsizliğini yeni atlattığı hastalığına verebilirdi. Fakat adeta ağır bir koku gibi etrafına yaydığı huzursuzluğunu görmemezlikten gelemiyordu.
"Savaş yaklaşıyor, Calabar cerahatli koca bir yara dönüştü; her an patlayabilir. İyi ya da kötü, artık bir hamle yapmamız gerek."
"Bu kadar gergin bir ortamda keskin hareketlerden kaçınmamız gerek, kimseyi örselemeden ilerlemeliyiz. Aslında bu konu hakkında bir fikrim var fakat sen nasıl karşılaşırsın bilmiyorum."
"Nedir?"
"Yağmur herkesi perişan etti, sokaklar aç insanlarla dolup taşıyor. Uzatacağın yardım eliyle, bu kötü durumu kendi lehine çevirebilirsin. Karınları doyduğunda, insanlar karanlık prensesin aslında ne kadar lütufkâr olduğunu görürler."
Alita dudaklarını kıvırarak gülümsemişti, söyledikleri onu eğlendirmiş gibi duruyordu.
"O rahip şehir sokaklarında insanlara benim bir katil, ailemin ise lanetli kâfirler olduğunu anlatıyor. Hal böyleyken benim uzattığım ekmeği kim kabul eder?"
"Aç olan herkes kabul eder. İnan bana, fakir insanların kararlı dünya görüşleri yoktur. Hem, bunu tek başına yapmak zorunda değilsin. Şehrin soylu kadınlarını etrafında toplayabiliriz. Senin önderliğinde kurulacak bir vakıf kadınlara, çocuklara, yoksul ve düşkünlere yardım edebilir. Böylece hem maddi yükü bölüştürmüş oluruz hem üzerine düşen iş azalır hem de yapılan yardım bir topluluk aracılığı gerçekleştirilir."
Dikkatle onu dinleyen Alita boşluğu izlerken usulca başını sallamıştı. Lauron, ortaya attığı fikrin onun da aklına yattığı görebiliyordu. Oturduğu yerde dirseğini sandalyesinin ahşap kulpuna yaslamışken parmaklarıyla çenesini ovmuştu. O düşünüyorken, Lauron'un gözleri taktığı safir yüzüğe takılmıştı. Karşı karşıya duran, altından dövülmüş iki yılanın ağzına yerleştirilmiş mavi taş aklına parlak gözlerini getirmişti.
"Yüzüğün çok güzelmiş, yeni mi?"
Çenesini kavrayan elini kendine çeviren Alita parmağındaki yüzüğe ilk kez görüyormuşçasına bakmıştı. Hagen'a ait olan yüzüğünü sağ elinin işaret parmağında taşıyorken, safir yüzüğü sol elindeydi.
"Alois'in hediyesi, ben hastalanmadan önce almıştı."
"Önce Drindall'da bir göl, şimdi de safir bir yüzük; oldukça cömert bir adamla evlisin."
Alita bakışlarını yüzüğünden ona doğru çevirdiğinde tekrar gülümsemişti. Oturduğu yerde bacaklarını tekrar üst üste atmış, ellerini sandalyesinin oyularak süslenmiş kulplarına bırakmıştı. Lauron, yüzünün rengi yerine gelse dahi hala yorgun göründüğünü düşünmüştü. Önceden, Alita gülümsediği zaman çekik gözlerinin içi parlardı, o an ise sadede yorgun ve uykulu duruyordu.
"Teşekkür ederim. Bu vakıf kurmak hakkındaki fikriniz aklıma yattı, Lord Amadeus. Sokaktaki insanlar benden nefret ediyor olabilir fakat başkentin asilzadeleri saraya yakın olmaktan hoşlanacaklardır. En kısa zamanda düşünüp isimleri belirleyeceğim. Fakat öncesinde, benim de size danışmak istediğim bir konu var."
"Dinliyorum."
"Olası bir savaşta, en savunmasız olduğumuz alan Gölvadi. Dük Hallstein Güneykapı'da bizi rahatlatacaktır, Batıkent'in de pek saldırgan davranacağını sanmıyorum, ortalık karışana kadar taraf tutmak istemeyeceklerdir. Harvey Dúpont Karaburun'a saldırmaya cesaret edemez, şansı yaver gidip Duviel'e kadar ilerlese bile şehrin surlarını aşamayacağını biliyor. O yüzden, tüm gücüyle kraliyet topraklarına saldıracaktır. Dük Mascarián aile müttefikimiz, Genevan'ı canı pahasına savunur. Kennet'ın Drindall'dan desteklenmesini sağlarsak Dük Birkén'i de rahatlatabiliriz."
"Gölvadi'yi mi parçalamak istiyorsun? Söylediklerinden bu çıkıyor."
"Evet. Ailemizin bir soysuza olan düşmanlığı tüm bölgeyi etkilememeli. Sorunumuzun onlarla olmadığı göstermemiz gerek. Ben düşündüm, taşındım ve Igor'u Dük Novak'ın kızı ile evlendirmeye karar verdim. Kurulacak bu basit bağ bize Loxton'u getirebilir, Gölvadi'de müttefik edinebiliriz."
Lauron masanın üzerinde duran sıcak fincanı avucuna alarak arkasına yaslanmıştı. Alita'nın fikri kâğıt üzerinde mantıklı olsa dahi fiile geçirilmek istediğinde sorun çıkarabilirdi. Gölvadi, kendi içinde en az Karaburun kadar tutucuydu. Bölge aileleri uzun zamandır evliliklerini çoğunlukla kendi aralarında gerçekleştiriyorken Waldorflar'a sıcak bacaklarından pek emin değildi.
"Bunun pek mümkün olacağını sanmıyorum. Harvey Dúpont'un diğer kızı Dük Novak'ın yeğeniyle evli, ortada hâlihazırda kurulmuş bir bağ var. Hem, Helma'nın başına gelenlerden sonra Gölvadi'den hiçbir dük kızının Waldorf ailesine katılmasına izin vermez. Söylediklerimin hiçbiri olmasa bile, kuzenine danışmadan böyle bir karara varamazsın. Evlilikten bahsediyoruz, bunun çocuk oyuncağı olmadığını biliyorsun."
"Helma'nın lohusa hummasına tutulmuş olması ailemin suçu mu? Kadınların çoğu doğum yaparken ölüyor, hala nefes aldığına şükretsin. Igor'a gelirsek, onu tohumluk olarak saklayacak değilim. Amcam ve Hagen Güneykapı'dan bir müttefik istediklerinde benim de fikrim sorulmamıştı."
Alita'nın öfkeli sözleri onu gülümsetmişti. Alois ile evliliği ailelerinin talepleri doğrultusunda gerçekleşse dahi adama karşı hiç de boş olmadığını biliyordu. Hislerini kontrol edememesinden korktuğu anlarda kavga ettikleri dahi olmuştu. Alois'i ona karşı ateşli bir şekilde savunduğunu fark ettiğinde uyarmaktan vazgeçmişti. Adamın Alita için bir zafiyete dönüşmesinden çekinse dahi onu eskisi gibi sesli uyarmayı düşünmüyordu.
"Sözlerini işiten biri evliliğinden şikâyet ettiğini düşünür. İkimiz de Lord Hallstein'a olan düşkünlüğünü biliyoruz, kendini kuzenin ile aynı kefeye koyamazsın."
Alita herhangi bir şey söylemek yerine önüne dönüp okuduğu raporu deri dosyanın içine yerleştirmişti. Bizzat doldurduğu çay dolu fincan el sürülmemiş halde olduğu gibi duruyordu. Lauron, bir an zehirlenmekten korkmuş olabileceğini düşünmüştü. Hagen öldüğünden beri Alita'nın aldığı paranoyak önlemleri bilmeyen yoktu. Yaptıkları konuşmanın üzerinden günler geçmişti. Birbirlerine sarıldıktan sonra konuyu tekrar açmamışlardı, sırrını öğrenmek Alita'yı ona karşı bir anda eski haline döndürmüştü. Yine de Lauron, ilişkilerinde önceden sahip olduğu iç huzuru kaybetmişti. Bu şekilde düşünmemek için çabalasa dahi Alita'nın karşısında kendini kusurlu hissediyordu.
"Çayına dokunmadın."
"Aklımdan çıkmış, kusura bakmayın."
Fincanına uzanarak arkasına yaslanan Alita, ilk yudumla birlikte belli etmemeye çalışsa dahi yüzünü ekşitmişti. Ne olduğunu sormasına gerek kalmadan kıstığı gözleri üzerine dönmüştü.
"Bir kaşık bal alabilir miyim ?"
"Bal mı? Çayına bal mı katacaksın ?"
Dudaklarını sıkan Alita usulca başını sallayarak fincanı masanın üzerine bırakmıştı. Lauron, karşısında oturan kadını tanımıyor olsa bu isteğini gayet doğal karşılayabilirdi. Fakat Alita'yı tanıyordu, tatlıdan hiçbir şekilde hoşlanmazken o an çayına bal istemesine şaşırmıştı. Bitkin hali, uykulu gözleri, çay içerken yüzünü ekşitmesi bal istemesi ile birleştiğinde aklına tek bir ihtimal gelmişti. Eliyle ağzını kapatarak oturduğu yerde arkasına yaslanmışken gözlerini üzerinden alamıyordu. Kendi içinde olabilir mi diye düşünürken aklından geçenler bir anda ağzından dökülüvermişti.
"Sen hamilesin."
İlk anda kendinin dahi inanmakta güçlük çektiği sözler Alita'nın solgun yanaklarının kızarmasına sebep olmuştu. Ona bakarken yorgun yüzüne içten, sıcak bir gülümseme usulca yayılmıştı. Utandığından mı yoksa heyecanından mı kestiremediği bir şekilde dudağını ısırıyorken başını sallayarak çıkarımını tasdiklemişti.
"Evet."
Hala şaşkın olan Lauron kendini toparladığı ilk an oturduğu yerde öne doğru eğilerek ona uzanmıştı. Avucuna aldığı, masanın üzerinde duran elini sıkıca kavramışken içtenlikle gülümsüyordu. Alita'nın anne olacağını düşünmek onu garip bir mutluluğa sürüklemişti.
"Alita, bu muhteşem bir haber."
"Teşekkür ederim."
Gülerek tekrar parmaklarını sıkan Lauron geri çekilirken hala onu izliyordu. Alita'nın mutlu olmadığını söyleyemezdi fakat umduğu kadar heyecanlı davranmamıştı. Hamileliğini ilk öğrendiğinde bunu onunla paylaşmamasını aralarına giren soğukluğa verebilirdi. Fakat Alita o an dahi böylesine büyük bir gelişmeyi ona kendiliğinden anlatmamıştı. Alita'nın anne olmayı ne kadar istediğini biliyordu, kuzeni Ruyka'yı içten içe kıskanmasının en büyük sebeplerinden biri kızı Hilde'ydi. Uzun zamandır beklediği bebeği sonunda rahminde can bulmuşken, Alita ona yakıştıramadığı kadar sakin ve durgundu.
"Patavatsızlık etmek istemem fakat beklediğim kadar hevesli gözükmüyorsun."
Alita içini çekerek gözlerini devirmişti. Hala masanın üzerinde duran uzun parmaklarıyla çay fincanın kenarınsa ritim tutuyordu. Soluğunu dışarı verdiğinde içinde sakladığı sıkıntıyı da serbest bırakmıştı.
"Mutlu olmadığımı söyleyemem, bu bebeği uzun zamandır bekliyorum. Sadece tahmin edemeyeceğim kadar yanlış bir zamanda hayatıma girdi."
"Hayır, sakın karamsar düşünme. Artık daha güçlüsün, anne olacaksın. Benim gelecekten yana bir şüphem yok, ona gözün gibi bakacağından eminim."
"Maalesef, bunun yeterli geleceğini sanmıyorum. Sizin aksinize benim geleceğe dair korkularım artık çok daha büyük, karşıma çıkabilecek her şey ile yüzleşirim fakat kimsenin hislerine hükmedemem."
Alnı kırışan Lauron ne demek istediğini tam olarak çözememişti. Doğmamış bir bebeğin ne gibi bir sıkıntı çıkardığını tahmin etmek istemiyordu. Oturduğu yerde öne çıkıp kollarını masasına yerleştirerek başını ona doğru eğmişti.
"Sorun Lord Hallstein mı? Kulağıma birkaç haber geldi fakat senden bir şey duymadan yorum katmak istemedim."
Alita huzursuz bir ritim tutan elini kucağına çekerek gözlerini ondan kaçırmıştı. Çalışma odasının kemerli, küçük penceresinden dışarıya bakıyorken birbirine geçirdiği parmaklarını sıkıyordu. Lauron onun bu haline belki de hayatındaki herkesten daha çok şahitlik etmişti. İtiraf etmeyeceğini bilse de Alita'nın utandığını görebiliyordu.
"Olan biten her şeyi size anlatmayı çok isterim ama bugün değil, sanırım bugün yapamam. Çığlık çığlığa ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. Haklıydınız, her zaman sizin sözünüzü dinlemem gerekirdi."
"Alita, yoksa sana kötü bir şey mi yaptı?"
"Hayır, en azından fiziksel olarak canımı yakmadığını söyleyebilirim. Beni öfkelendiriyor fakat yine de onu suçlayamıyorum, keşke suçlayabilsem, o zaman her şey çok daha kolay olurdu. Hatırlıyor musunuz, Alois'in ruhunun diğer erkekler gibi kayadan değil de camdan inşa edildiğini söylemiştim. Siz de on dokuz yaşında her erkeğin ruhunun biraz camdan olduğunu anlatmıştınız. Korkarım ben o camı yerle bir ettim Lord Amadeus, kırıkları toplamaya çalıştıkça parmaklarımı kanatıyorum."
* * *
Alois, annesi Inge ve kardeşi Abel ile birlikte başkentin sokakları içinde ilerleyen at arabasında oturuyordu. Çalışma odasında kâtibi Davis ile birlikte bir sonraki hafta gerçekleştirecekleri görüşme hakkında konuşuyorlarken Boldmin annesinin onu dairelerinde beklediğini iletmişti. O gün, babası Alva'nın Lord Gustav ile görüşmesi olduğunu biliyordu. Sarayın koridorlarında ilerlerken heyecandan adeta ağzı kurusa dahi annesinin yanına vardığında, kadın Abel ile birlikte tapınağı ziyaret edeceklerini söylemişti, babasından hala ses seda yoktu.
Alois, karısı ve tapınak arasındaki gerilimin farkındaydı. Bu yüzden, ziyaret için kötü bir zaman olduğunu söylese dahi Inge'yi ikna edememişti. Üçü birlikte yola çıkıp aileleri adına tapınağa yardımda bulunmuşlardı. İlk ziyaretlerinin aksine, bu kez Rahip Nigel'ı görme fırsatı da elde etmişlerdi. Adam onunla ve kardeşiyle olan konuşmasını kısa tutmuş, makam odasına davet ettiği annesi ile daha uzun görüşmüştü. Alois, onu beklerken Rahibe Lucilla'yı görmek istese de dahi genç kızla karşılaşmamıştı. Yanlış anlaşılabileceğini düşündüğü için herhangi birine nerede olduğunu sormak da istememişti. Annesinin görüşmesi bittiğinde üçü birlikte dua ettikten sonra tapınaktan ayrılmışlardı.
"Yemekte sizinle birlikte olmayacağım. Tapınağa gitmemiz hataydı, akşam yemeğini de kaçırırsam Alita derimden kendine güzel bir çanta yaptırır."
Sözleri annesi ile birlikte karşısında oturan Abel'i güldürmüştü. Ailelerinin Calabar'daki varlığı onu daha sakin birine dönüştürse de aşağılayan mizah anlayışında pek bir değişikliğe yol açmamıştı.
"Gökler aşkına, kardeşim olduğun için utanıyorum. Dairenizden çıkmadan önce de karından izin alıyor musun Alois?"
"Ne kadar eğlenceli bir adamsın. Benim evlendiğim kadın akşamları geyik değil köpek balığı yiyor, hakkında konuşmadan önce günahların için af dilemelisin."
Abel tekrar kahkaha attığında hoşnutsuz gözlerle ikisini izleyen anneleri Inge kesin sesinizi diye çıkışmıştı. İkisinin de yaşları yirmiyi geçse dahi, kadının azarlayan sözleri onları susturmaya yetmişti. Birbirlerine bakarken gülmemek için dudaklarını sıkıyorlardı.
"Alois, Drindall'a dönmeden önce prenses hazretleri ile görüşmek istiyorum."
"O da sizlerle akşam yemeği yemek istiyor, yarın ya da bir sonraki akşam için toplanabiliriz."
"Ben birebir görüşmekten bahsediyorum. İsteğimi bizzat ileteceğim, haberin olsun diye sana da söylüyorum. Ayrıca bir sonraki akşam, yemek için geç olabilir. Babanızla konuşmadan kesin bir şey söyleyemesem de yarın başkentteki son günümüz, bir sonraki gün öğleden sonra yola çıkacağız."
Alois solgun güneşten rahatsız olan yeşil gözlerini üst üste kırparak oturduğu yerde annesine dönmüştü. Üst üste attığı bacaklarını çözmüş, oturduğu yerde hareketlenmişti. Ailesinin başkentte onunla birlikte kalamayacağını biliyordu, yine de bu kadar kısa bir zamanda Drindall'a döneceklerini öğrenmek onu huzursuz etmişti. Düğünlerinden sonra onu arkalarında bıraktıklarında Alita'ya sığınmıştı, kadının sevgisi ona yalnız olduğunu unutturmuştu. Kendi ailesi ile bağları hiçbir zaman sağlam olmamışken karısı ona sadece ikisine ait olan bambaşka bir dünya hediye etmişti. Alois mutluluktan adeta göğe yükseldiğini hissederken, yere düşüşü aynı derecede şiddetli ve hızlı olmuştu. Kapıldığı rüya koca bir kâbusa dönüşmüşken, ummadığı bir şekilde ailesi onun için güvenli bir limana dönüşmüştü. Neredeyse doğduğu günden beri ona hastalıklı bir binekmiş gibi davranan babası Alva'nın dahi yanında olduğunu hissetmişti. Alois, bir prensesle evlenmemiş olsa adamın yine onu küfrederek aşağılayacağını bilse dahi aldırmıyordu. Bu belki de çocukluğundan beri kendinde en nefret ettiği huydu, ilgiye o kadar açtı ki kırıntısına dahi denk gelse arkasındaki niyeti sorgulamadan peşinden gidiyordu.
"Bu kadar çabuk döneceğinizi bilmiyordum."
"Daha fazla kalamayız. Her yerden uğursuz fısıltılar yükseliyor, çok yakında ortalık hiç olmadığı kadar karışacak. Aksel kalede tek başına, olabilecekleri düşündükçe uykularım kaçıyor."
Alois elinde olmadan gülümsemişti. Aksel diye mırıldandı, kıymetli oğlunuz. Babasının aksine, annesinin hiçbir zaman çocukları arasında ayrım yapmadığını biliyordu fakat bu neredeyse ömrü boyunca olduğu gibi Aksel'i kıskanmasına engel olmamıştı.
"Çocuklaşma Alois. Savaş yaklaşıyor, bunu herkesten iyi sen biliyorsun. Hem burada yalnız değilsin, Abel seninle birlikte."
"Ah anne iyi ki hatırlattın, içime su serpildi."
Homurdanan Abel deri çizmesinin çamurlu ucu ile bacağını sertçe dürtmüştü. Siyah pantolonu leke olan Alois kardeşine küfrederek çıkışmıştı. İkisi sıklıkla olduğu gibi gürültülü bir şekilde ağız dalaşına girmişken Inge yılgın bir şekilde içini çekerek tekrar susmalarını emretmişti. O ana kadar sakin davransa dahi artık sabrı taşmıştı.
"Siz ikinizden bıktık artık, kocaman adamlarsınız kendinizden utanın. Neyi paylaşamıyorsunuz? O kas kafalarınıza şunu iyice sokun; bu şehirde birbirinizden başka hiç kimseye sahip değilsiniz. Bugün köpek balığı yiyen birinin canı yarın aslan çekebilir. Eğer iki kardeş olarak birbirinizin arkasında durmazsanız ne olduğunu anlamadan kendinizi o masanın üzerinde bulursunuz."
Anneleri Inge, Hallstein armasındaki iki aslana atıfta bulunuyordu. Alois tekrar gülmeden dememişti, ya Alita'nın canı çoktan bir aslan çektiyse ve ben o masanın üzerinde duruyorsam diye düşünmüştü. Annesinin söyledikleri kulağına öyle mantıklı gelmişti ki asabı bozulmuştu. Alita'nın canı gerçekten de bir aslan çekmişti, tatlı diliyle onu kafesine kilitlemiş, derisini yüzmek için bıçağını biliyorken ortaya çıkan basit bir mendil tüm oyunu bozmuştu. Tüm bunları düşünmek onu kıkırdayarak güldürüyordu.
"Görmüyor musun, anne? Bu piç ruh hastası, eğer benden onun arkasında durmamı istiyorsan çobanlık yapacağım demektir. Kendisinden aslan değil ancak süt kuzusu olur."
Alois, kardeşinin söylediklerine aldırış etmemişti. İçini çekerek uzun parmakları ile yüzünü ovduktan sonra oturduğu yerde arkasına yaslanmıştı. Hala genişçe sırıtıyorken Inge onu endişeli gözlerler izliyordu.
"Alois, bu halin artık beni korkutuyor."
"Büyütülecek bir durum yok, sadece son günlerde asabım bozuldu, hepsi bu."
"Hiç sanmıyorum. Aradan o kadar zaman geçti, hala inatla Lord Mascarián ile aranda ne geçtiğini anlatmıyorsun. Sen Aksel ya da Abel değilsin, bunu onlardan biri yapsa durumu irdelemezdim fakat sen gözü dönüp öylece karşındakine saldıracak bir çocuk değilsin."
"Büyütüyorsun anne. Ben de bu ailenin kanını taşıyorum, sadece babam ve kardeşlerimin aksine aklımı kaybetmem yirmi senemi aldı."
Abel homurdanarak erkek olmak yirmi seneni aldı diye çıkışmıştı. Alois kardeşinin sözlerine aldırış etmemişti, zaman zaman kimsenin beceremediği kadar sinirini bozsa dahi Abel'i seviyordu. Hala sırıtıyorken ona doğru göz kırpmıştı, somurtan kardeşi ruh hastası diyerek söylense dahi kendini tutamayıp onunla birlikte gülmüştü.
"Yüce Tierra, sizi burada yalnız bırakarak resmen kumar oynuyorum. Bana bakın, eğer ikinizin birbirine girdiğini duyarsam tanrılar şahidim olsun at sürmek pahasına da olsa Drindall'dan gelir o koca kafalarınızı birbirine vura vura aklınızı başınıza getiririm."
"Hayatım, güzel öğütlerin için teşekkür ederim fakat bence açıklaman gereken bir durum var. Alita ve ailesi tapınakla anlaşamazken sen beş yaşındaymışız gibi ikimizin de elinden tutup bizi Rahip Nigel ile görüştürdün. Başıma nasıl bir bela sardığının farkında mısın? Bu muhakkak hem Alita'nın hem de Lord Gustav'ın kulağına gidecek."
Tıpkı onun gibi sırıtan Abel iki parmağıyla makas işareti yaparak kıkırdamıştı.
"Çok yazık olacak Alois. Fakat dert etme, en azından çocuk yapmayı becerebildin."
"Aptal herif, beni hadım edip sana madalya takacaklarını mı sanıyorsun? Adamla konuşurken yanımda sen de vardın."
"Evet ama aramızda prensesle evli olan sensin. Hem üzülme, yeterince ağlarsan belki amcasına küçük pipini ne kadar sevdiğini söyleyip seni kurtarabilir."
Alois söylenerek küfür ettiğinde, Inge parmağındaki altın yüzüğü arabanın ahşap kabinine vurarak aralarındaki ağız dalaşını bir kez daha sona erdirmişti. Alois'inkilere benzeyen gözleri aralarında gezerken öfkeyle söyleniyordu.
"Eğer çenenizi bir an önce kapatmazsanız ikinizi de arabadan attıracağım."
Gürültüyle nefesini dışarı bırakan Alois kollarını göğsüne bağlayarak tekrar arkasına yaslanmıştı, Abel ise hala kıkırdayarak onu izliyordu. Alois bir an için yüzüne sıkı bir tokat geçirmeyi düşündüyse de bundan vazgeçmişti. Sarıya çalan, kahverengi gür saçları ve iri cüssesi ile kardeşi ormandaki bir boz ayıdan hallice duruyordu.
"İkiniz de Güneykapı dükünün oğullarısınız, kimse saçınızın teline dahi dokunamaz. Alois, baban ile düşündük taşındık ve arkanda durmaya karar verdik. İçim hiç rahat değil fakat pek bir seçeneğimiz olduğunu sanmıyorum. Artık çok dikkatli davranman gerek. Hak talep ettiğin müddetçe müttefik edinmelisin. Rahip Nigel, bu konuda senin yanında olacak."
Alois, duyduklarına inanamıyormuşçasına gözlerini üst üste birkaç kez kırpmıştı. Hem babası hem de annesi ile Alita'ya sunduğu teklif hakkında birçok kez konuşmuşlardı. Zamanla ilk anda kapıldıkları korkuyu üzerlerinden atsalar dahi açık desteklerini hiçbir zaman belli etmemişlerdi, ta ki o ana kadar. Alois için babasının arkasında duracak olması dahi büyük bir haberken Rahip Nigel'ın desteği tamamıyla sürpriz olmuştu. Ailesinin, özellikle de annesinin tapınağa bağlılığı güçlüydü, bu yüzden ziyaretlerinin arkasında herhangi bir iş birliği sezmemişti. Rahip Nigel tüm krallığın dini lideri olarak kabul ediliyordu, bu yüzden gücü hükümdarlarla yarışabilecek önemli bir kanaat önderiydi. Onun desteği, içine girdiği tehlikeli oyunun seyrini değiştirebilirdi.
"Bunu sana açıkça söyledi mi ?"
"Evet. Sevgili Lord Gustav kendine güveniyorsa bugünden sonra seni tehdit etmeyi tekrar deneyebilir. Saraydan sessiz sedasız çıkıp ziyaretimi tek başıma da gerçekleştirebilirdim. Sizi bilerek yanımda götürdüm, bugün Hallstein arması taşıyan bir konvoyun tapınağın önünde durduğunu herkes gördü. Bizim adımıza yapılan yardımlar yakında tüm şehre dağılacak. Dile getirmek seni üzebilir fakat karın insanların gözünde pek parlak bir imaja sahip değil, oysa sen şimdiden minnetle anılıyorsun. Tapınağın yanında durduğun müddetçe sana dokunmaktan çekinecekler Alois, artık senin gibi bir adamı kaybetmek isteyeceklerini sanmıyorum. Seni ve imajını kullanabilirler fakat eğer zarar vermeye kalkarlarsa karşılarında Drindall'dan çok daha fazlasını bulacaklar."
Annesinin anlattıklarıyla birlikte Alois'in adeta nutku tutulmuştu. Gövde gösterisi yapmak istedi diye düşünmüştü, amacı Hallstein gücünün yer değiştirebileceğini göstermekti. Waldorf ailesinin içinde olduğu durumu gayet iyi biliyordu. Harvey Dùpont vatan haini ilan edilerek yakalandığı yerde idam edilmesi emri verilmişti. Adam kraliyet ailesine saldırıda bulunmakla suçlanıyordu. Bu durum Reneen'e, dolaylı yoldan Gölvadi'ye savaş açmak demekti. Waldorflar Karaburun'u ellerinde tutuyorlardı, sahip oldukları kraliyet gücü de düşünüldüğünde Gölvadi karşılarında pek dişli bir düşmanmış gibi durmuyordu. Fakat yağmurun getirdiği kıtlık şartları bir anda değiştirmişti. Halk saraya karşı hiç olmadığı kadar kin güdüyordu, Alita'nın yeğenini öldürdüğü dedikodusu da üzerine eklendiğinde sessiz bir Waldorf düşmanlığı tüm başkente yayılmaya başlamıştı. Ailenin tanrıtanımaz bir kâfirlerden oluştuğu, bu yüzden krallığın lanetlendiği konuşulurken dini denge her zamankinden daha hassastı. Tüm bu nedenlerin toplamında Hallstein desteği Waldorflar için oldukça önemliydi. Alois, o güne kadar bu desteğin sadece askeri ve tarım yönünü değerlendirmişken, annesi ile birlikte dini bir boyut kazanmıştı.
"Hayatım, itiraf etmeliyim ki tehlikeli bir kadınsın."
"Çocuğu tehdit edilen her kadın tehlikelidir."
Alois gülümsemek dışında herhangi bir tepki verememişti. Öğrendikleri karşısında sevinmeli mi yoksa korkmalı mı kestiremiyordu. İçini garip bir heyecan sarmıştı fakat bu mutluluktan kaynaklanmıyordu. Kalbi, daha şimdiden bir uçurumun kenarındaymışçasına hızla atmaya başlamıştı. Attığı her adım planladığı gibi gitse de kapıldığı tedirginliğin önüne geçemiyordu.
Arabaları saraya ulaştığında, annesinin yanından ellerini öperek ayrılmıştı. Ona eşlik eden muhafızı Boldmin ile birlikte dairelerinin olduğu kata geldiğinde, ayakları adeta geriye gidiyordu. Alita ile sabahki kavgaları ikisinin de istemediği kadar büyümüştü, sakin bir evlilikleri olmasa dahi hiçbir zaman bu kadar ileri gitmemişlerdi.
Boldmin'i koridorun girişinde bekleyen muhafızların arasında bırakıp ilerleyerek hole geçmişti. Dairelerine açılan ana kapıyı çalmaya gerek duymadan araladığında, boy aynasının önünde duran Alita'yı görmüştü. Üzerinde tıpkı sabah olduğu gibi ipek bir gecelik vardı, sabahlığı andıran kuşağını çözmüştü. Ellerini beline yaslamışken hafifçe yan dönmüş, çıplak vücudunu izliyordu. Onun içeri girmesiyle birlikte ipek kumaşı çekiştirerek önünü kapatmıştı. Gözleri bir an için üzerine döndüyse de pek oyalanmamıştı. O şarap rengi geceliğinin kuşağını bağlıyorken, gördüğü manzara ile duraklayan Alois ancak konuşabilmişti.
"Özür dilerim, kapıyı çalmam gerekirdi."
Aynanın karşısında geceliğini düzelten Alita sözlerine karşılık vermemişti. Örgüsünü çözdürdüğü siyah saçları doğal halinin aksine dalga dalgaydı, bordo kumaşın üzerine dökülüyordu. Hala önünde durduğu kapıyı yavaşça örten Alois, bir an için yanına gidip beline sarılarak saçlarını yüzünde hissetmek istemişti. Alita'nın teni bir mermer kadar soğuk ve pürüzsüz olsa dahi pamuk kadar yumuşaktı, saçlarının kokusu ona baharla açan salkım gülleri andırıyordu. Renksiz gözleri, gökyüzünü süsleyen binlerce yıldızdan daha parlaktı. Alois, birbirlerinden hiç ayrılmamalarına rağmen âşık olduğu kadınının özlemini adeta iliklerinde hissetmişti. Alita'yı kızgın olmak onu mutlu etmiyordu, bilakis bu tecrübe ettiği en yorucu histi.
Bir an için, sadece bir an için hiçbir şey söylemeden yaklaşıp beline sarılmaya düşündüyse de üzerindeki uzun geceliğin eteklerini düzelten Alita aynanın önünden çekilmişti. Gözleri ısrarla onu bulmuyordu, dairenin içinde ilerlerken başını eğerek kulağındaki küpeleri çıkarmaya koyulmuştu. İçini çeken Alois, sıklıkla karısının kullandığı, yanan şöminenin önünde duran geniş sandalyeye geçmişti. Üzerindeki uzun ceketi çıkarırken omzunun üzerinden göz ucuyla Alita'ya bakmıştı. Sabahki fırtınadan sonra onunla konuşmaya gönüllüymüş gibi durmuyordu.
"Yemek yedin mi ?"
Kulağından çıkardığı altın küpeleri küçük masanın üzerinde duran mahfazaya yerleştiren Alita'nın gözleri kısa bir anlığına ona dönmüştü. Alois, daha önce hiç kimsenin sadece bakışları ile bu kadar tehditkâr olabildiğine şahitlik etmemişti. Karısının gözleri bir çift soğuk bıçağı andırıyordu, keskin ve tüyler ürperticiydi. Onun aksine, Alita yatışmış olmaktan fazlasıyla uzaktı.
"Hayır, henüz yemedim."
Dizlerini kavrayarak oturduğu yerden kalkan Alois, dairelerinde yemek masasının bulunduğu bölmeye geçmişti. Sandalyesini çekip oturduktan kısa bir an sonra Alita da yanındaki yerini almıştı. Masalarında soslu tavuktan iki farklı keke kadar birçok yemek olsa dahi Alita hastalığından bu yana olduğu gibi üzerinde kurutulmuş esmer ekmek olan balık çorbasını tercih etmişti. Uzunca bir süre masalarında derin bir sessizlik hüküm sürmüştü. Tabağına devam ederken şarabını bitiren Alois, kendisi için yenisini dökerken karısına da sormuştu.
"Senin için de doldurmamı ister misin ?"
Sorusuyla birlikte Alita'nın gözleri tekrar onu bulmuştu. Ağzında birikenleri söyleyecek olduysa da yutkunarak bundan vazgeçmişti. Kâsesinde kalan iki üç kaşık çorbayı karıştırırken bakışları önüne dönmüştü.
"Hamileyim, içmesem daha iyi olur."
Dudaklarını sıkarak başını sallayan Alois herhangi bir şey söylememişti. Yemekleri boyunca tek konuşmaları bu olmuştu. Masadan kalkıp dairelerine geçtiklerinde, üzerindekileri çıkarıp gecelik takımını giymişti. Alita ise balkonun önünde duran küçük masaya geçerek defterini açıp not almaya başlamıştı. Ne yazdığını bilmiyordu, eline fırsat geçse bile üzerinde altın rengi süslemeleri olan siyah kaplı bu defteri bir kez dahi açmamıştı. Çıkardığı kıyafetlerini divanın üzerine bırakırken, aklı bir an için gördüğü kâbusa gitmişti. Victor'un gülüşünü işittiğini hissettiği an gözlerini kapatarak başını iki yana doğru sallamıştı. Bunun saçmalık olduğunu biliyordu, gördüğü bir kâbus için ne kendi canını ne de Alita'nın canını yakmaya hakkı yoktu.
"Alois ?"
Alita'nın kuşkulu sesi ile içine derin bir nefes çekerek gözlerini aralamıştı. Kavgalı olsalar dahi onun için endişelendiğini biliyordu. Yaşadıkları her şeye rağmen hala arkasını dönüp gidememesinin sebeplerinden biri bu küçük ayrıntılarda gizliydi. Alita'nın onu kullandığından şüphe etse dahi hiçbir şey hissetmediği bir adamın kendi içinde yaşadıklarını önemseyeceğini sanmıyordu. Keşke diye düşündü, keşke ona inanabilsem.
"İyiyim, sorun yok."
"Peki. Eğer zamanın varsa seninle konuşmak istiyorum."
Usulca başını sallayarak masaya yaklaşmıştı. Sabah yaşadıklarından sonra, sandalyelerinden biri eksikti. Kendini kaybettiği o anı hatırladığında utançtan yanakları kızarmıştı. Oturmadan önce süslemeli cam şişeye uzanarak kendisi için şarap doldurmuştu. Sandalyesini çekip yerine yerleştiğinde, Alita önünde açık duran defterin sayfalarını mürekkebin kuruyup kurumadığı kontrol etmek için üflemiş, sonrasında ise kapatmıştı. Siyah, deri kapağının üzerinde altın yaldızla yazılan tek cümle o an tekrar dikkatini cezbetmişti.
Pienelle kiiltävälle tähdelleni.
"Burada ne yazıyor? "
"Küçük parlak yıldızıma. Bu defteri bana uzun zaman önce Hagen hediye etmişti. Hénec dilinde çoban yıldızının adı Alita. Eskiden, mutlu olduğumuz zamanlarda bana böyle seslenirdi."
Ne söylemesi gerektiğini bilememişti, sorusuyla birlikte Alita'nın donuk gözleri köşeye bıraktığı deftere dönmüştü. Eğer ucunun ölen kardeşine bağlanacağını bilse, meraktan aklını kaybetse dahi ağzını açmazdı. Kral Hagen'ın adı anıldığında karısının gözlerine çöken hüznü görmemek için kör olmak gerekirdi. Bu kadını nasıl yeğenini öldürmekle suçlayabilirler diye düşündü, Alita tehlikeli bir kadın olabilirdi fakat kardeşi Hagen'a ihanet edebileceğine en ufak bir ihtimal vermiyordu.
"Bu anlatacaklarım hoşuna gitmeyebilir. Fakat geçmişimi bilmek istiyorsan, dinlemek zorundasın. Ben Victor'la bundan yedi sene önce tanıştım. Saraya yeni gelmişti, o zamanlar hazine kâtibi ağabeyi Alban Mascarian'ın yanında bir nevi çıraklık yapıyordu. O yaşlarda hayatımda nasıl bir erkek istediğimi bile bilmiyordum fakat Victor dikkatimi çekmişti. Yalan söylemeyeceğim, uzunca bir süre görüştük. Şimdi düşündüğümde, hissettiklerim aşk mıydı kestiremiyorum. Bunu seni yatıştırmak için söylediğimi sanma, her şey böyle bir noktaya gelmişken hislerim hakkında yalan söyleyecek değilim. Victor güçlü, düzgün ve beni seven bir adamdı. Hissettiklerim heyecanını kaybetse dahi biriyle evlenmek için daha fazlasına ihtiyaç duyacağımı düşünmüyordum. Babama onunla evlenmek istediğimi ilettiğimde neredeyse hiç düşünmeden reddetti. İkimizin birbirimize uygun olmadığını söyleyerek beni Victor'la aramdaki ilişkiyi bitirmeye zorlayıp Duviel'e yolladı. Aradan pek zaman geçmeden de Ruyka'yı Calabar'a çağırıp düğünlerini gerçekleştirdi."
Duydukları, uzun bir süredir karısının ona açılmasını bekleyen Alois'i şaşkınlığa dönük garip bir huzursuzluğa sürüklemişti. Victor adını duymak midesini bulandırsa dahi, bunun için öfkelenemeyeceğini biliyordu. Alita'dan ısrarla geçmişini anlatmasını isterken, duyduklarından hoşlanmadığı için ona kızamazdı.
Ellerini masanın üzerinde birleştirmiş, parmak uçlarıyla oynayan Alita kısa bir an gözlerini kaldırıp ona çevirmişti. Devam etmek için karşılık bekliyordu, Alois bunun farkında olsa dahi söyleyecek tek bir kelimeye dahi sahip değildi. Öfkelenmemek, kızgınlığını yansıtacak herhangi bir harekette bulunmamak için çabalıyorken oturduğu yerde arkasına yaslanarak kollarını göğsünde bağlamıştı. Karısı istemese dahi tüm dikkatini üzerine çekmişti.
"Devam et lütfen, dinliyorum."
"Bu konu hakkında anlatabileceğim başka bir şey yok. Victor Ruyka ile evlendi, benim onunla konuşmam ya da görüşmem yasaklandı. Böyle bir hamlede bulunursam sürgün edilmekle tehdit edildim. Hissettiklerimi anlatabilmem mümkün değil, sadece kalbim değil ruhum da kırıldı. İçimden bir parça çürüdü ve öldü, mutlu olabileceğime dair en ufak bir inancım kalmadı. Sorun Victor değildi, hiçbir zaman olmadı. Eğer babam Victor'u bana layık görmese ve evlenmemize mani olsa yine üzülürdüm fakat bu kadar canım yanmazdı. O bana acı çektirmek istedi Alois, tek amacı buydu. Evlenmek istediğim adamı bana ikizim kadar benzeyen kuzenimle nikâhladı, burada, gözümün önünde yaşamalarına izin verdi. Victor'u başka biriyle evlendirebilirdi, bunu sadece bana acı çektirmek için yaptı. Ne demek istediğimi anlıyor musun ?"
Kanının gittikçe ısındığını hisseden Alois öksürerek boğazını temizlemişti. Kendi içinde ne bekliyor diye düşündü, o lanet herifle evlenemediği için üzülmemi mi? Dinlediklerine rağmen sakin kalmak adına tüm gücünü harcıyorken empati kurabilecek durumda olduğunu sanmıyordu.
Sinirlenmeye hakkın yok Alois, bunu sen istedin.
"Bu anlattıklarından ne çıkarmam gerek ?"
Kızarmak pahasına parmak uçlarıyla oynayan Alita, devirdiği bakışlarını tekrar kaldırmıştı. Konuşmanın onun için ne kadar zor olduğunu görebiliyordu. Anlattıklarına kısa bir an kendini kaptırsa dahi, sustuğunda kabuğuna çekilerek gözlerini ondan kaçırıyordu. Parmak uçlarıyla birlikte, solgun yanakları da kızarmaya başlamıştı.
"Yeterince açık konuştuğumu düşünüyorum. O mendil nereden çıktı hiçbir fikrim yok fakat ben yaşananları arkamda bırakalı uzun zaman oluyor. Victor ile yıllardır ne görüşüyorum ne de konuşuyorum, bunu etrafımdaki herkese sorabilirsin. İçimde unutamadığım, küllenmemiş hiçbir şey yok. Seni aldatıyor olsam, bunu çok daha önceden hissederdin Alois. Eğer benim için aldatabileceğim kadar değersiz olsaydın bu akşam bu konuşmayı yapıyor olmazdık."
Alita gözlerinin içine bakarken ondan alacağı karşılığı bekliyordu. Yanakları kızarmış olsa bile yüzündeki ifade soğuk ve katıydı. Parmak uçlarını kanatacak kadar sıkıyor olmasa zorlandığını dahi çözemeyebilirdi. Duydukları Alois'in içindeki uyanmayı bekleyen öfkeyi gıdıklıyordu, hisleri yün yumağı gibi birbirine girmişti. Daha önceleri, varlığından pek de haberdar olmadığı inadı içinden bir dev gibi yükseliyordu. O akşam için Alita'ya tek bir hoş söz etmemeye adeta yemin etmişti. Olması gerekenden çok sonra anlattıkları onu çarşaf gibi gererken rahatlamasına izin vermeyi düşünmüyordu.
"Victor dışında bilmem gereken başka biri var mı ?"
Alita adeta refleks gösterircesine başını iki yana doğru sallamıştı, hala tedirgin gözlerle onu izliyordu.
"Hayır yok. Hayatımda ondan başka kimse olmadı. Kulağına gelirse kızma diye söylüyorum, bir ara Ivar ile evlendirilmem düşünüldü fakat hiçbir zaman ciddiyete ulaşmadı. Ari kanın korunması için aile içi bir evlilik yapılması isteniyordu. Ne Ivar ne de ben buna razı olmadık, ikimiz de şiddetle karşı çıkınca pek üzerinde durulmadı."
Alois duydukları ile birlikle çenesini kavrayarak yüzünü ovmuştu. Sadece Victor ismi onu çıldırtmaya yetiyorken, ortaya Ivar'ın da çıkması içindeki hararetli öfkeye birkaç odun daha atmıştı. Kendini makul olmaya zorlasa dahi yapamıyordu, mantıklı düşünmek o an yapabileceği belki de en son şeydi. Çenesi kasılmış, gülümsüyorken dişlerinin arasından mırıldanmıştı.
"Alita, o adam senin kuzenin değil mi ?"
"Bunu ben istemedim Alois, Ivar da istemedi. İkimiz birlikte büyüdük, aynı soy ismi paylaşıyoruz. Ailemin sapkın fikirlerini üzerime yükleyemezsin, böyle bir şeyin ensest sayılabileceğini biliyorum."
Hanedanlıkların gücün bölünmemesi adına aile içi evlilikler gerçekleştirmesi alışılagelmiş bir durumdu. Alois bunun için karısına kızamayacağını bilse dahi içinden yükselen öfkeye engel olamıyordu. Arkasına yaslanmış oturuyorken, hırsla önündeki şaraba uzanıp tepesine dikerek bir kerede bitirmişti. Boş bardağı adeta hıncını almak istercesine çarparak masanın üzerine bırakmıştı. Tekrar arkasına yaslandığında, bir müddet aralarında sessizlik oluşmuştu. Alois bir sel gibi zihnine akın eden düşüncelerle savaşırken Alita oturduğu yerde hiçbir şey söylemeden onu izliyordu. Bir parça da olsa yatıştığını hissettiğinde, çiğnediği dudağını serbest bırakarak oturduğu yerde doğrulmuştu. Konuşmaktan bu kadar nefret ettiği başka bir an daha yaşamadığına neredeyse emindi.
"Peki, teşekkür ederim."
Alita aldığı bu üç kelimelik karşılıkla birlikte şaşırmıştı. Tırnakları ile çizik içinde bıraktığı parmak uçlarını ahşap masaya yaslarken sesi tereddütlüydü.
"Bu kadar mı ?"
"Ne söylememi bekliyorsun? Tüm bunları anlatabilmen için seni boşanmakla tehdit etmek zorunda kaldım. Hallstein soy ismini kaybetmekten korkmasan belki de hala konuşmayacaktın."
Alita konuşmaları boyunca utanmış, tedirgin olmuş, çekinmişti. Fakat bu hislerin hiçbiri açıkça yüzüne yansımamıştı. Çelikten dövülmüş soğuk ve katı bir maske takmışçasına ifadesizken, o an söyledikleri ile birlikte canını yakan bir yumruk yemişçesine alnı kırışmıştı. Serbest bıraktığı parmaklarını tekrar birbirine geçirmişken kendini o kadar fazla sıkıyordu tırnağı bu kez parmak ucunu kesmişti. Bıçak kadar keskin olduğunu düşündüğü gözlerine yavaşça ıslak bir parlaklık çökmüştü.
"Yazıklar olsun. Bana bunu nasıl söyleyebilirsin ?"
"Özür dilerim fakat ikimizi bu hale getiren sensin. Senin için doğru adam olduğuma inandığını, bana güvendiğini söylediğin günün akşamında önüme taht feragatnamesi getirdin Alita, ne düşünmemi bekliyorsun?"
"Ben o gün..."
Alita sözlerinin devamını getirememişti. Sıklaşan nefesi, titreyen dudakları ve buğulanan gözleri konuşmasına engel olmuştu. Oturduğu yerde dirseklerini masaya yaslayarak ellerini yüzüne kapatmıştı. Kendi kendine ailelerine ait dili konuşarak bir şeyler mırıldanıyordu. Sakinleşeme çalışsa dahi bunu başaramamıştı. Ellerini yüzünden çektiğinde ağlamıyordu fakat sesi hayal kırıklığı ve sitem doluydu.
"O gün öleceğimi söyleyen herkesle kavga ettin, Gustav amcamı karşına almak pahasına elimi bırakmadın! Sesleri duyuyordum! Beni yalnız bırakmadığın için sana güvendiğimi söylemiştim !"
Alita, önüne geçemediği ilk damla yüzünde yuvarlandığında elinin tersini yanağına bastırarak bıraktığı ıslak izi temizlemişti. Sıklaşan nefesleri ona yardımcı olmuyordu, dudağını ısırarak oturduğu yerde ona arkasını dönmüştü. Bir an için, neredeyse tüm benliğine sahip olan öfkeyle konuşan Alois haftalardır zihnini kemiren düşünceleri bozuk para gibi ortalığa saçmıştı. Tıpkı sabah, karısının önünde tuttuğu sandalyeyi parçaladığında olduğu gibi pişmanlık yavaşça göğsüne çörekleniyordu.
Alois kendi içinde önünü alamadığı bir muhasebenin içine düşmüşken, Alita sandalyesinin kulpunu kavrayarak kısmen ona doğru dönmüştü. Çeliği andıran gözlerinden düşen damlalar kızaran yanaklarındaki izleri takip ediyordu. İri dudakları gözyaşları ile ıslanmıştı, her zaman güvenli olan sesi konuşurken titremişti.
"Neyim ben senin için? Bir canavar mı ?"
"Alita-"
"Beni ne hale getirdiğini görmüyor musun? Hamileyim ama çocuğum hakkında konuşamıyorum. Birlikte bir şansımız olabileceğini düşünmüştüm, mutlu olacağımızı düşünmüştüm. Şuraya bak, senin yanındayken hayatım boyunca hiç olmadığım kadar yalnızım."
Islanan yüzünü elleriyle silen Alita konuşmasına izin vermeden sandalyesini ittirerek ayağa kalkmıştı. Kızaran burnuyla üst üste içini çekiyorken hizmetçilerine seslenmişti. Alois oturduğu yerde onu izlemek dışında hiçbir şey yapamıyordu. Hizmetçileri Rinda ve Rita yemek masasının olduğu bölmeden çıkarak gözüktüklerinde ağlamasıyla boğuklaşan sesiyle emrini vermişti.
"Eski dairemi hazırlayın, bu akşam orada kalacağım."
Kızlar ellerini önlerinde birleştirip başlarını eğerek huzurundan ayrılmışlardı. Alois duydukları ile şaşkına dönmüşken Alita'nın kirpikleri ıslak olan gözlerini üzerine çevirmişti. Konuşurken hala kanayan parmak uçlarını sıkıyordu.
"Haklısın, tek başımıza daha rahat uyuyacağız."
Yazan; İlknur DUMAN
* * *
Müjdemi isterim ! Bilgisayarım tamirden döndü ! Fakat şöyle kötü bir durum var, disk hatası verdiği için dosyalarımın çoğunu - hakları geçmesin diye çoğunu diyorum neredeyse hepsi yok sadece bitirme tezim, hikayelerden de bölük pörçük bölümler kalmış, Düş'ün olduğu klasör komple yok mesela- kurtaramamışlar. Kuzguni için tuttuğum notların çoğu gitmiş, en çok da ona üzüldüm. Adobe'den aile armalarını falan tasarlamıştım, Hallstein'larınki o kadar güzel olmuştu ki 🥺 Şimdi hepsi çöpe gitmiş durumda. Yine bölümün %60-%70'ini telefondan yazdım, bilgisayarım iş işten geçince geldi sağolsun. Kontrol etmeye çalıştım fakat hatam varsa affola ♥️ Geçen bölümün oyları o kadar düşüktü ki, gerçekten çok üzüldüm. Lütfen lütfen lütfen, bakın 7300 kelimenin neredeyse 5000'nini telefondan yazdım. Küçücük bir yıldıza dokunup oy vermek, bölüm hakkında düşündüklerinizi yazmak bu kadar zor olmamalı. Birbirimizi üzmeyelim, olur mu 🤕 Hepinizi kocaman öptüm, tekrar görüşene dek kendinize çok iyi bakın 😽😽♥️♥️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top