⚜️Bölüm 26 - "Her Şeyin Sonu"⚜️
"Nemo me impune lacessit."
⚜️⚜️⚜️
5 Yıl Önce – Hénec Kulesi/Duviel
"İşte şimdi gerçek birer kuzguna dönüşeceğiz."
Ucunu yaktığı, ince kâğıda sarılmış ottan içine derin bir nefes çeken Ivar kuzeni ile Hénec Kulesi'nin ailelerine ayırılan yedinci katındaydı. Alita, Waldorf hanedanının Cãstelion'a ayak basması şerefine verilen kutlama için krallığın birçok yerindeki misafirleri gibi başkentten Duviel'e gelmişti. Günlerce süren kutlama ve davetlerin sonunda ailesi Calabar'a geri dönerken o bir iki hafta daha kalmak için izin almıştı. Genç kız, başkentten ve Beyazkaya Sarayı'ndan hoşlanmadığını her fırsatta dile getiriyordu.
O akşam, bir yıl önce kendisinin baştan sona tekrar dekore ettiği, ismini şeklinden alan Oval Oda'da sadece ikisine özel bir eğlence düzenlemişti. Bulundukları odanın duvarları alışılmışın aksine kare ya da dikdörtgen değil, yuvarlak şeklindeydi. Krem rengi, işlemeli tül perdelerle oval katmanlara ayrılmıştı. En dış kısımda, o an çaldıkları flüt, arp ve küçük davullarla onları eğlendiren müzisyenler vardı. Çekilen tül perde ileriyi görmelerini engelliyordu. Onların önüne servis yapan hizmetçiler yerleştirilmişti. Hazır bulunan yemek ve içki masalarından, odada bulunan kişinin perdeleri aşmasına izin verilen baş hizmetçisinin ilettiği servisleri hazırlıyorlardı. En iç katmanda ise tıpkı o an olduğu gibi dansçılar bulunuyordu. Onların bulunduğu kısma herhangi bir perde yerleştirilmemişti. Odanın merkezinde, etrafına gerilen cibinlik dört ahşap direğinden sarkan devasa bir yatak bulunuyordu.
Ivar dudaklarının arasına yerleştiği otu içiyorken, kışın gelmesi ile üzerine tilki kürkü serilmiş yatağa uzanmıştı. İçtikleri limonlu brendilere afyon kattıkları için zihni halihazırda bulanmışken, o an etrafında ışıltılarını seçtiği mum ışıkları dahi birbirine girmeye başlamıştı. Sırıtarak içine çektiği dumanı havaya üflediğinde, yanı başında uzanan Alita dirseğini yatağa yaslanarak üzerine eğilmişti. İzin istemeden ya da herhangi bir teklifte bulunmadan uzanıp göğsüne yasladığı elindeki ota uzanmıştı. Tıpkı onun gibi içine derin bir nefes çektikten sonra yanına daha fazla sokulup, ağır dumanı içki kokan nefesiyle birlikte usulca yüzüne üflemişti. Gözlerini kapatan Ivar gözlerini kapatarak homurdanmıştı, aynı zamanda yatakta kendini geriye çekerek sırtını süslemeli ahşap başlığa vermişti.
"Söylesene, bu sapkın alışkanlıklarından Victor'un haberi var mı?"
Alita kuzeninin onu azarlıyor olmasına aldırış etmeden kıkırdamıştı. Elindeki otu içmeye devam ederken olduğu yere sırt üstü uzanmış, tepelerindeki işlemeli cibinliği izliyordu.
"Elbette var, evleneceğim adamdan kendimi saklayacağımı düşünmüyorsun umarım."
"Bilmiyorum, en azından daha kabul edilebilir biri olarak gözükmeyi deneyebilirsin."
"Bununla uğraşmama gerek yok, Victor halihazırda benim için deli oluyor. Hem.."
Sırıtarak uzandığı yerde doğrulan Alita yatağın içinde dizlerinin üzerinde ilerlemeye başlamıştı. Yanını bulduğunda, elindeki otu dudaklarına götürerek tekrar içine derin bir nefes çekmişti. Süslemeli ahşap başlığa tutunup destek alarak üzerine doğru eğildiğinde, ağır dumanı dudaklarının arasından bir kez daha yüzüne bırakmıştı.
"Adalet anlayışın beni gerçekten şaşkına çeviriyor. Bu otları cebinde sen taşıyorsun ama dumanını yüzüne üflediğim için ben sapkın ilan ediliyorum."
Sahte bir huysuzlukla homurdanan Ivar, başını kaldırdığında kuzeni ile yüz yüze gelmişti. Alita hala onu sırıtarak izliyordu. Uzanıp parmaklarının arasında tuttuğu otu alan Ivar, yatakta tıpkı onun gibi dizlerinin üzerine yükselmişti.
"Sevgili Alita, bacaklarımın arasında bir uzuv var. Onu taşıdığım için suçlu sayılmam ama gidip birine zorla sokmaya çalışırsam bu sapkınlık olur."
Alita sözleriyle birlikte kahkaha atarak başını arkasına yaslamıştı. O akşam saçlarını ne toplamış ne de örmüştü, uzun perçemleri yüzünü çevrelerken saçları elbisesinin açık bıraktığı sırtına dökülüyordu. İçkinin, afyonun ve son olarak soludukları keyif verici dumanın etkisiyle birlikte beyaz teninde yanakları kızarmaya başlamıştı. Tekrar doğrulduğunda, elini yatak başlığı yerine omzuna yerleştirmişti.
"Ufkumu aydınlattınız dük hazretleri, minnettarım."
Hala parmaklarının arasında tuttuğu otu dudaklarına götüren Ivar, içine çektiği dumanı üzerine eğilerek yavaşça Alita'nın yüzüne bırakmıştı. Konuşurken kuzeninin gözlerini dahi güçlükle seçiyordu.
"Rica ederim."
Onun aksine durumdan eğlenen kuzeni kıkırdayarak yapmamasını söyleyip onu kendinden uzağa itmişti. Dengesini kaybeden Ivar, tekrar vücudunu saran kürklerin arasına yığıldığında Alita da onunla birlikte oturmuştu. İkisi de sırtlarını başlığa yasladıklarında, Alita elindeki ota uzanıp dudaklarının arasına yerleştirmişti. Onunla uğraşmaktan vazgeçen Ivar, aralarında duran meyve tabağına uzanıp avucuna iri bir üzüm salkımı almıştı. Taneleri tek tek ağzına atarken aynı zamanda kuzenini izliyordu.
"Bu gizemli sevgilinin Victor olması beni şaşırttı doğrusu, senin her zaman için Amadeus'a âşık olduğuna emindim. Hatta bu yüzden hiç evlenmeyeceğini bile düşünmüştüm."
Amadeus'un adı geçtiğinde, Alita'nın yüzündeki gülümseme kaybolmasa dahi küçülmüştü. İçtiği otu uzun parmaklarının arasına sıkıştırarak elini göğsünün üzerine yaslamıştı. Onunla aynı rengi paylaşan sarhoş gözleri birlikte uzandıkları yatağın tepesinde birleşen süslü cibinliği izliyordu.
"Senden anlamanı beklemiyorum Ivar. Victor'u seviyorum ama beni ilk gün olduğu gibi heyecanlandırmıyor. Lord Amadeus ile aramdaki bağ bundan çok daha derin."
Avucunda tuttuğu salkımdan ağzına üzüm atan Ivar elinde olmadan gülmüştü. Ona göre, bu sözler yapılabilecek en samimi aşk itiraflarından biriydi. Kendi içinde kabul görmemesinden korkuyor olmalı diye düşünmüştü. Amadeus ile aralarında on iki on üç yıl yaş farkı vardı, adam onunla tanıştığında Alita neredeyse çocuktu. Ivar, eğer Amadeus krallığın herhangi bir köşesindeki güçlü bir aileye mensup olsa bu yaş farkının pek de büyük bir sorun olmayacağının farkındaydı. Amcası Kral Adon'un elinde güçlü bir ittifak kartı olarak tuttuğu kızını herhangi biriyle evlendirmesine ihtimal vermiyordu. Bu konuda, Genevan dükünün oğlu, hazine katibinin kardeşi olan Victor Mascarián'ın şansı daha yüksekti.
"Benim anlayıp anlamamam pek bir önem teşkil etmiyor. Fakat müstakbel kocan bu derin bağa ne der onu kestiremiyorum, aranızdaki yakınlık pek de kabul edilebilir değil."
"Ne bencilce bir dürtü. Sevgi tek bir forma sahip olmak zorunda mı? Herhangi bir erkeğin nikahına girecek olmam hayatımın merkezine onu oturtacağım anlamına gelmez."
"Belki de haklısın fakat ben arada gönül bağı olmadığı müddetçe bir kadın ve bir erkeğin bu boyuttaki yakınlığının tehlikeli olduğuna inanıyorum."
"Ben de emeğe inanıyorum. Ve güvene, sadakate, yaşanılanlara. Öyle ya da böyle, Victor kendini Lord Amadeus ile kıyaslamamayı öğrenecek."
Bilerek eşeleği sohbette duymak istediklerini alan Ivar tekrar sırıtmamak için dudaklarını sıkarak başını sallamıştı. Alita, parmaklarının arasında yanarak küçülen ottan içine derin bir nefes çekip dumanını havaya üfleyerek olduğu yerde hareketlenmişti. Üzerinden hala ince bir duman tüten otun çöpünü umursamazca yere fırlatarak yataktan kalkmıştı. Adımları dengesizdi, sarhoşluğu her halinden belli oluyordu. Onları diğerlerinden ayıran perdeye yaklaşan prenses, ellerini birbirine çarparak geçen vakitle birlikte yavaşlayan müzisyenlere daha hızlı çalmalarını emretmişti. Yataklarının birkaç adım ötesinde dans eden kule kadınları da değişen ritme ayak uydurmak durumunda kalmışlardı.
Alita, kısa bir an olduğu yerde kalıp onları izlemişti. Yüzüne muzip bir ifade yavaşça yayılırken solunda kalan küçük masanın üzerindeki meyve tabağına uzanıp içinden bir salkım üzüm seçmişti. Üzerindeki mavi elbisenin eteğini savurarak kadınların arasına karıştığında onlarla dans edip havaya kaldırdığı salkımı paylaşmıştı. Alita, birlikte dans ettiği dört kadından da uzundu. Eliyle havaya kaldırdığı üzüm salkımına uzanmakta o pek güçlük çekmezken dansçılar kıkırdayarak parmak uçlarında yükselmek zorunda kalıyorlardı. Onların bu hali Alita'yı eğlendirmişti, bir salkım üzümü aralarında paylaşarak bitirdikten sonra kenarda ellerini önüne birleştirmiş öylece bekleyen hizmetçisinden brendi şişesini istemişti. Odayı dolduran arp, flüt ve kudüm sesleri Ivar'ın kuzeninin aralarına sokulduğu kadınlarla fısıldaşarak ne konuştuğunu duymasına engel oluyordu. Kıkırdayarak gülen Alita bakışlarını ona çevirdiğinde ellerinden birini dudaklarına götürerek öpmüş, sonrasında ise avucunu üfleyerek bu öpücüğü ona göndermişti. Tıpkı onun gibi kıkırdayan Ivar ise sadece başını iki yana doğru sallamıştı.
Eline aldığı brendi şişesini bardak olmaksızın dans ettiği kadınlarla paylaşan Alita yeterince yorulduğunda sendeleyerek aralarından çıkmıştı. Yürürken yerde serili olan minderlere çarpıp düşmemek için elbisesinin eteklerini tutarak ilerlemişti. Kendini yatağa attığında, serilmiş olan kürkün üzerinde duran meyve tabağına uzanıp kırmızı elmalardan birini almıştı. Yatakta ilerleyip sırtını başlığa verdiğinde eğdiği başını omzuna yerleştirmişti. Elmasını yerken ondan dans figürleri üzerine övgü bekliyordu. Ivar, tereddüt etmeden kuzenine tam bir profesyonel gibi hareket ettiğini söylemişti. Gittikçe uyuşan ve bulanıklaşan zihinleri ile gülmek için bahane arıyorken, ikisi birden kahkahaya boğulmuşlardı.
Uzunca bir müddet, önlerinde dans eden kadınları izleyerek mantıklı ve mantıksız birçok şey hakkında gülüşerek sohbet etmişlerdi. Alita yediği ikinci elmadan sonra avucunda tuttuğu üzüm salkımına uzanıp birkaç tanesini parmak uçlarıyla kopardığında Ivar'ın bakışları ona dönmüştü. Siyah saçları dağılmıştı, solgun yanakları kırmızıya dönmüştü. Bu kadar yakından baktığında, beyaza dönük, çeliği andıran donuk bir maviye sahip gözlerini süsleyen gür kirpiklerinin neredeyse kaşına değdiğini fark etmişti. Bununla birlikte, sözler iradesi dışında ağzından çıkmıştı.
"Herkes senin krallıktaki en güzel kadın olduğunu konuşuyor. Bu kadar sık dile getirildiğine şahit olmamıştım."
Sözleri ile birlikte Alita başını arkasına yaslayarak gülmüştü. İri dudaklarını araladığında, Ivar renginin hep bu kadar pembe olup olmadığından şüphe etmişti. O an, kendini Alita'yı ilk kez görüyormuş gibi hissediyordu.
"Benden önce Waldorf soyadını taşıyan hiçbir kadın Karaburun'un dışına çıkmadı. Ailemdeki diğer kadınlardan daha özel olduğum söylenemez, sadece parlak bir taç taşıyorum bu da beni daha görünebilir kılıyor. Fakat yalan söyleyemeyeceğim, bu dedikodu hoşuna gitmiyor değil."
"Astrid halam bu konuda seninle aynı görüşü paylaşmıyor. Beni seninle evlenmem için ikna etmeye çalışırken krallığın gördüğü en güzel kadına sahip olacaksın Ivar, bundan daha fazlasını talep edemezsin diye azarladı."
Alita söyledikleri ile birlikte devirdiği gözlerini kaldırmıştı. Ona bakarken aynı zamanda sırıtarak gülümsüyordu.
"Peki sen ne cevap verdin?"
"Bir gün krallığın gördüğü en güzel kadına sahip olmaktan mutluluk duyacağımı fakat bu kadının sevgili kuzenim olduğundan şüphe ettiğimi söyledim."
Üzüm tanelerini parmak uçlarında yuvarlayan Alita'nın şaşkınlığını görmemek mümkün değildi. Yüzündeki gülümseme donup kalmıştı, kendini toparlayabildiği anda verebildiği tek tepki biçimli kaşlarını kaldırmak olmuştu.
"Demek benden daha güzel bir kadınla tanıştın, senin adına sevindim."
"Keşke ben de kendi adıma sevinebilsem. Seninle evlenmem onunla birlikte olmamdan daha mümkün gözüküyor."
"Seninle evlenmek isteyen de kim? Yamuk kulaklı."
Alita homurdanarak avucunda tuttuğu üzüm tanesini ağzına atmıştı. İkisi aynı anda meyve tabağında duran kırmızı elmaya uzandıklarında gözleri birbirini bulmuştu. Ivar, kuzeninin fazlasıyla kırılgan olan egosunu çizdiğinin farkındaydı. Bu sarhoş genç kızı olduğundan inatçı hale getirmişti. Neredeyse tırnaklarını geçirdiği elmayı çekiştirerek ondan almıştı.
"Elmamı verir misin?"
"Hayır."
"İkisini de sen yedin, karnında elma ağacı mı büyütmek istiyorsun?"
Kırmızı, parlak elmayı elinde tutan Alita gülerek omuzlarını silkmişti. İleri doğru uzanan Ivar sokulduğunda sıçrayarak kendini geriye atmıştı. Elbisesinin eteğini toplayarak yataktan kalktığında kıkırdayan neşeli sesiyle onu çağırıyordu.
"Eğer bu kadar istiyorsan gelir elmanı benden alırsın."
Ivar tıpkı onun gibi uzandığı yataktan çıktığında inleyerek adını seslenmişti. Sarkan cibinliğin süslediği, yataklarının ahşap direğinden tutunarak kendini ileri attığında Alita kahkaha atarak koşmaya başlamıştı. Elbisesinin eteğini tutarken uzun bacakları diz kapağına kadar açılıyordu. Geniş bir daire çizerek yatağın etrafında birbirlerini kovalıyorlarken Alita omzunun üzerinden ona doğru bakmıştı. İleri çıkıp dansçıların arasına karıştığında kadınlar kenara çekilerek kaçışmışlardı. Gülerek tekrar kuzeninin adını haykıran Ivar elini ileri uzattığında Alita'nın giydiği elbisenin uçuşan kuşağı avucuna gelmişti. Tüm gücüyle kendine doğru çektiği ilk anda yırtılma sesi duyulmuştu. Dengesini kaybeden Alita ne olduğuna bakmak için başını önüne eğdiğinde ayağı takılmıştı. Hala elinde kuşağını tutan Ivar onunla birlikte yere devrilmişti.
Şanslarına, seramik zeminin birçok yerine iri, kadife minderler serilmişti. Alita dengesini kaybederek onlardan birinin üzerine düşmüştü. Aralarındaki kavganın sebebi olan kırmızı elma avucundan çıkarak yuvarlanıp çevrelerini saran perdenin arkasına geçmişti. Alita'nın üzerine yığılan Ivar bir an için başını kaldırıp gözden kaybolan elmaya baksa da kuzeninin yüzünde hissettiği sıcak nefesiyle bakışlarını ona çevirmişti. Çıkık elmacık kemiklerine rağmen zayıf olan yanakları o an daha fazla kızarmıştı. Koşmaktan nefes nefeseydi, gözlerinin içine bakarken hala gülüyordu. Ivar, Alita'nın gözlerine belki de ilk kez bu kadar yakından bakma şansına sahip olmuştu. Rengi, Waldorf soyadını taşıyan aile üyeleri ile ayrıydı. Fakat sık kirpikleri ilk kez dikkatini cezbetmişti, onun gözleri oldukça iriyken Alita'nınkiler çekik ve küçük duruyorlardı. O an gülümsemesiyle genişleyen dudakları ise oldukça gösterişliydi, Ivar bir için gözlerini üzerinden alamamıştı.
Üzerine düştüğü Alita'nın belini kavrıyorken elinin altında, elbisesinin yırtılan kumaşının açıkta bıraktığı sıcak tenini hissedebiliyordu. İçki ve afyon ikisinin de zihinlerini bulandırıp kanlarını ısıtmıştı. Ivar, kuzeninin yüzünü inceliyorken gülümsemesi yavaşça kaybolmuştu. Alita her zaman bu kadar güzel miydi diye düşünmeden edememişti. Daha önceleri onunla yüzmüş, balık tutmuş, denize açılmış, iki çılgının yapabileceği her türlü maceraya girişmişti. Fakat kuzeninin oldukça güzel bir kadına dönüştüğünü ilk kez fark ediyordu. Yüzünü inceliyorken parmakları iradesi dışında yükselip tereddüt ederek yüzüne dokunmuştu. Bununla birlikte Alita'nın gülümseyen ifadesi de eriyip gitmişti. Hala gözlerinin içine bakıyorken, nefesi biraz olsun toparlanmıştı.
"Elbisemi yırttın."
"Biliyorum."
Ivar, gözlerini üzerinden alamadığı yüzünü parmak uçlarıyla keşfediyorken dudaklarına dokunmakta tereddüt etmişti. Yere savrulan Alita'nın açılan eteği bacaklarını ortaya çıkarmıştı, aldığı her bir solukla yükselen göğüsleri elbisesinin geniş yakasından kendini gösteriyordu. Fakat Ivar tüm bunları fark etmiş dahi değildi. Alita'nın yüzüne bakıyorken ilk dikkatini çeken gözleri olmuştu, o an ise dudaklarına dokunmak için kendi içinde yeterli cesareti arıyordu. Yatağın etrafında birkaç tur atarak koşmak kuzeninin aksine onu yormamıştı. Fakat kapıldığı garip heyecan kalbini hiç olmadığı kadar hızlandırıyordu. Uzandığı yerden doğrulmadan, Alita'ya daha fazla sokulduğunda nefesini dudaklarının üzerinde hissetmişti. Yüzlerinin arasındaki boşluk o kadar azalmıştı ki konuştukları an dudaklarının birbirine dokunmaması imkansızdı.
Ivar, kendi kendine geri çekilmesi gerektiğini tembih etse dahi bunu yapamıyordu. Alita'nın yüzünde gezen parmakları saç diplerinden kırmızı yanaklarına inmişti. Sıcaklığını hissetmek istercesine yavaşça kavradığında, baş parmağı dudaklarının yanında duruyordu. Uyumuş zihnine rağmen, ne kadar tehlikeli bir oyunun içine sürüklendiğinin farkındaydı. Fakat bu onu korkutmak yerine hiç olmadığı kadar baştan çıkarıyordu. Yutkunarak gümüş yüzüğünün takılı olduğu baş parmağını kuzeninin dudakları üzerinde gezdirmişti. Alita karşı koymamış ya da savaşmamıştı, uzandığı yerde kıpırdamadan gözlerinin içine bakıyordu. İri dudaklarını parmağı ile aralayan Ivar ilk anda tereddüt ederek üzerine eğilmişti. Gözlerini kapatarak dudakları ile Alita'nın sıcak dudaklarına dokunmuştu. Bu herhangi bir öpücüğün en basit ve masumane haliydi. Fakat bu kadarı ile yetinebileceğini sanmıyordu. İçinde bir yerde gergin bir yay serbest kalmış gibiydi, görüşünü, düşünceleri, muhakemesi bu kadar bulanıklaşmışken kendini durduracak gücü bulamıyordu.
Bununla birlikte iradesi dışında gözlerini kapatarak Alita'nın araladığı dudaklarının arasına sokulmuştu. İlk anda temkinli ve çekingen davranmıştı, yüzünü okşayan parmaklarıyla dağılan saçlarına dokunmuştu. Göğsüne sığmayan kalbi bir uçurumun kenarındaymışçasına hızla çarpıyorken, düştüğü andan beri üzerinde uzandığı minderi sıkı sıkıya kavrayan Alita'nın elini yüzünde hissetmişti. Karşı koymaya çalıştığını düşünerek durakladığında, öptüğü dudaklarının ona karşılık verdiğini ayrımsamıştı. Bunu fark etmek Ivar'a sahip olduğundan daha fazla cesaret vermişti. Çekingen öpücüğü derinleşerek daha tutkulu bir hale bürünmüştü. Alita'nın dudaklarının arasından içtiği brendinin tadını alabiliyordu. Vücudunun ağırlığını tamamen üzerine vererek bacaklarının arasına yığılmıştı. Belini sıkı sıkıya kavrıyorken, avucunun altında hissettiği tenine daha fazla karşı koyamamıştı. Uzun parmaklarını elbisenin yırtılan kısmından içeri soktuğunda, avucunu çıplak beline yerleştirmişti. O an nerede olduklarını dahi unutmuştu. Bulundukları odayı dolduran müzik kulağına değse dahi işitmiyordu. Kısık bir sesle içini çekerek derin bir nefes almıştı. Uyuşan zihni Alita'nın burnuna ilişen kokusu, yumuşak dudakları ve sıcak teni dışında herhangi bir şeyi algılamıyordu.
O adeta kendini kaybetmişken, Alita'nın yüzünü kavrayan parmakları hareketlenip dudaklarının arasında girmişti. Ne olduğunu anlayamayan Ivar gözlerini aralamak zorunda kalmıştı. Derin bir uykudan uyanmış gibiydi, nefes nefese kalmışken bakışları hala altında uzanan kuzenini bulmuştu. Alita'nın öptüğü, titreyen dudakları tıpkı yanakları gibi kızarmıştı. Gözlerinin içine bakarken ilk anda sahip olduğu cesarete sahip değildi.
"Bu yanlış. Bu şey yanlış, yapamayız."
Onun gibi nefes nefese olan Alita güçlükle konuşmuştu. Dudaklarının üzerindeki elini göğsüne indirdiğinde onu yavaşça kendinden uzağa itmişti. Ivar zeminden destek alarak üzerinden çekildiğinde elbisesinin açılan eteğini kapatarak ayağa kalkmıştı. Ne yaptığının yeni farkına varıyormuşçasına etrafına bakınıyordu. Ellerini saçlarının arasından geçirdikten sonra uzun parmakları ile ağzını kapatarak kendi kendine konuşmaya başlamıştı. Ivar burada olmamam gerekirdi dediğini işitebiliyordu. Elbisesindeki yırtık pek geniş olmasa dahi vücudunu kısmen ortaya çıkarmıştı. Dağılan görüntüsü alışılagelmiş prenses portresine uymuyordu.
<Hala pek kendinde olmayan Ivar dizlerini kavrayarak oturduğu yerden kalktığında birkaç adım ötede duran divana yönelmişti. Üzerindeki aile armalarını taşıyan siyah, kadifeden dikilmiş pelerinden birini alarak kuzeninin karşısına geçmişti. Kalın kumaşı omuzlarına yerleştirerek önündeki gümüş rengi parlak ipi beceriksizce bağlamıştı.
"Seni muhafızlarla şatoya göndereceğim."
Alita gözlerini ondan kaçırıyordu, önerisini sadece başını sallayarak kabul etmişti. Ivar usulca omzuna dokunarak onunla birlikte hareket etmesini sağlamıştı. Birlikte oval odanın tül perdelerini aşıyorlarken son katmanda bulunan müzisyenler onları karşılarında görmeyi beklemiyorlardı. Şaşkınlıkla durakladıklarında Ivar yüksek tonda pek kullanmadığı gür sesiyle onları azarlamıştı.
"Kim size durmanızı emretti? Devam edin!"
Ivar'ın emri ile birlikte müzik tekrar etrafa yayılmaya başlamıştı. Elini tekrar Alita'nın omzuna yerleştiren Ivar kapının önüne geldiklerinde ileri çıkıp çelikten dökülen yuvarlak kulpu çevirmişti. Kapının açıldığı holde sadece iki muhafız bekliyordu, geri kalanı kısa koridorun başlangıcında nöbettelerdi. Onları gördüklerinde başlarını eğerek ileri çıkmışlardı.
"Prenses Alita'ya Kuzgun Tepe'ye kadar eşlik edeceksiniz. Vakit bir hayli geç, dikkat çekilmesini istemiyorum. Arma taşımayan bir araba seçin, şatoya girerken de doğu kanadındaki kapıyı kullanın."
Adamlar emredersiniz dük hazretleri diyerek verilen emri kabul etmişlerdi. Bununla birlikte Ivar yanı başındaki Alita'ya dönmüştü. Gözleri hala ona dönmemekte ısrar ediyordu. Ivar onu bu şekilde yanından yollamak istememişti. Tekrar omzuna dokunduğunda, onu kenara çekerek fısıldamıştı.
"Özür dilerim, bu gece olanlar koca bir hataydı. Ben..."
Sözlerinin devamını getirememişti. Ne söylemesi gerektiğini tam olarak bilemiyordu. Kapıldığı dürtünün herhangi bir mantıklı açıklaması yoktu. İçini çekerek pes etmek durumunda kalmıştı, tek yapabildiği özrünü tekrar etmekti.
"Özür dilerim, Alita."
"Özür dilemeni gerektirecek bir durum yok. Ortada bir suç varsa bunun diğer tarafı da benim. Tıpkı söylediğin gibi, bu gece olanlar bir hataydı. Sırtımızda taşımamıza gerek yok, burada bırakmamız gerek."
Alita ellerini önünde birleştirmişken gözlerini tereddüt ederek kaldırmıştı. Bakışları kısa bir an onunkilerle buluşsa dahi kapısı hala aralanmış duran oval odaya dönmüştü. Endişeyle dudaklarını sıkıyorken, pelerininin içinden çıkardığı eliyle kolunu kavramıştı. Tekrar ona döndüğünde, içine kapıldığı telaş ve endişeyle konuşuyordu.
"Gözlerini korkut, altın ver ya da tehdit et, bir şekilde onları susturmalısın. Yoksa bu ikimiz için koca bir felaket olur."
Ivar hala başının döndüğünü hissediyordu. Ağırlaşan gözleriyle etrafını kolaçan ettikten sonra elini uzatıp Alita'nın dağılan perçemlerini düzeltmişti. Aynı endişeyi paylaşsalar dahi onun aksine olabildiğince sakin davranmaya çabalıyordu. Kolunu kavrayan elini avucuna aldığında belli belirsiz gülümsemişti, aynı zamanda üzerine eğilerek hole yayılan müzik seslerinin arasında fısıldıyordu.
"Sen bunu kendine dert etme, konuşmaya cesaret eden kuleden aşağı atılmayı göze almış demektir."
DC 138 / Güncel zaman- Calabar
"Keşke Ivar'ı bu kadar erken yolcu etmeseydik."
Alita'nın kocası ile paylaştığı dairedeki şöminenin önünde oturan Gustav, işittikleri ile birlikte bıkkınlıkla içini çekerek yorgun olan iri gözlerini kaldırmıştı. Dışarıdaki yağmur, günlerdir olduğu gibi hızını kesmeden devam ediyordu. Yaz mevsiminde olmalarına rağmen güneş yüzünü göstermemeye adeta yemin etmişti. Kara bulutlar gökyüzü mesken edinmişken sıkıntılar ailelerinin peşini bırakmıyordu.
"Yanılmıyorsam Ivar'ın bir an evvel yola çıkması konusunda ısrar eden bizzat sendin, çocuğun bedeninin çürümesinden korkuyordun."
"Hala aynı fikirdeyim. Yine de yakın bir zamanda Ivar'a burada ihtiyacın olabilir."
Gustav yeğenine bu sözleri ettiren hissin ne olduğunu biliyordu. Hastalığının üzerinden günler geçmesine rağmen herhangi bir iyileşme göstermemişti. Onu yatağında üzeri kan olmuş, baygın halde gördüğü an Hagen ile aynı hastalığa sahip olmasından korkmuştu. Fakat Alita şafak sökmeden kendine gelerek ayağa kalkmıştı. İlk iki üç gün solgun olsa dahi hem gücü hem de iştahı yerindeydi. Bu durum onu rahatlatmışken, yeğeni eski haline dönmek yerine kötüleşmeye başlamıştı. Yediklerini kusuyordu, vücudu zayıflamıştı, gözlerinin altına yerleşen siyah halkalar gün geçtikçe derinleşiyordu. Bu korkunç tablonun ona hatırlattıkları acı veren anlardan daha fazlası değildi. Kendi içinde korksa dahi düşündüklerini Alita'ya yansıtmayı planlamıyordu.
"Bu karamsarlığın bize herhangi bir faydası yok. Ivar'ı geri çağırıp yarın sabah taç giydirsek bile kapımızın önünde bekleyen savaştan kaçamayız. Bu andan sonra aldığımız kararlarda önceliğimiz acele etmek değil, en doğru hamleyi uygulamak olmalı. Endişelendiğini biliyorum fakat ben naip olarak hem tahtımızın hem de ailemizin başındayım. Zamanı geldiğinde, aramızdan biri hükümdar olarak taç giyecek. O ana kadar senin üzerine düşen dinlenip gücünü geri kazanmak."
"Bunu düşünmüyor muyum sanıyorsun amca? Evlendiğim ilk günden beri çocuğum olması için dua ediyorum. Şimdi ise karnımda taşıdığım bebek beni öldürüyor. İyileşmem için ilaç içmem gerek fakat kokusunu aldığım an dahi midem bulanıyor, bırak ilacı yediğim yemek dahi midemde kalmıyor. Şansım varsa akşamları bulantılardan kurtulabiliyorum. Hekimbaşı, mide bulantıları ve kusmaların gücümü toplamama engel olduğunu söylüyor. Onu aldırmayı düşündüm fakat vücudum bunu kaldıramayacak kadar zayıf. Kendiliğinden gelişen bir düşük dahi beni canımdan edebilir. Ki hastalık beni bu kadar yıpratmışken onu rahmimde tutabileceğimi sanmıyorum. Yani gördüğün gibi, önümde pek fazla seçenek yok."
Alita'nın zayıf yüzüne garip bir gülümseme yerleşmişti. Dirseğini oturduğu oval sandalyenin kulpuna yerleştirmişken çenesi ile oynuyordu. Kalın, uzun kollu kalın bir elbise giymişti, omuzlarının üzerinde yün şal vardı. Fakat buna rağmen, hala yer yer üşüdüğünü gösterircesine titriyordu. Önündeki harlı ateşi izleyen gözleri yavaşça üzerine döndüğünde, Gustav içine yerleşen endişenin ifadesine yansımaması için büyük bir çaba harcıyordu.
"Gelecek hakkında karanlık çıkarımlar yapmayı bir kenara bırakıp bugünü konuşmamız gerek. Alois ne durumda? Sana herhangi bir güçlük çıkarıyor mu?"
"Bilmiyorum, beni boşamasından korkuyordum fakat sanırım aklında başka planları var. İlk anki öfkesini kaybetti, benimle pek konuşmuyor."
Gustav homurdanarak söylenmişti. Alita ve Alois'in boşanmasını en başta kendi istese dahi artık bu mümkün gözükmüyordu. Adamın Victor'a saldırdıktan sonra karısını boşaması aile isimlerini lekeleyecek koca bir skandalın başlangıcı olabilirdi. Kavgaları fısıltılar halinde saraya yayılmış olsa bile kimse iki tarafın evliliklerini sorgulamamıştı. Alois, karısının yatağını terk etmemişti. Victor ise normal zamanlarda dahi işleri yoğun olduğu için ailesi ile yaşadığı köşke dönmek yerine saraydaki dairesinde kalıyordu. Yüzündeki yaralar iyileşene kadar toplu görüşmelere katılmayacağını ona bildirmişti. Çalışmalarını kendisine tahsis edilen dairede devam ediyordu.
"Saçmalık. Onun gibi bir adamın seninle evlenmesi ailemizin herhangi birine bahşettiği en büyük lütuf. Lord Hallstein kim olduğunun farkında değil sanırım."
"Alois kim olduğunun farkında, onu tanıyamayan benim. Kraliçe olarak tahta çıkmak istediğimi söylediğimde telaştan yanakları kızarmıştı. Şimdi karşıma geçmiş tacımı paylaşmak için beni tehdit ediyor."
Alita'nın söyledikleri Gustav'ı şaşırtmıştı. Alois'in olanlar karşısında zorluk çıkaracağını tahmin etse dahi bu kadar ileri gideceğini düşünmemişti. Birlikte çalıştığı genç adamı hiçbir zaman aptal olarak görmese dahi yeğenini tehdit edebilecek cesarete sahip olduğunu sanmıyordu.
"Seni tehdit mi ediyor?"
"Kendine ait yeni fikirleri var. Ne feragatname imzalamayı ne de konsort kral olmayı kabul etmediğini söyledi. Ben Waldorf-Hallstein birliği oluşturmak niyetindeydim, onun amacı ise yeni bir hanedanlık kurmak. Doğacak çocuklarımızın sadece onun değil aynı zamanda benim ailemin de soyadını taşımasını istiyor. Çift taraflı olmadığı müddetçe ailesinin tahttan el çekmesine karşı, Waldorf hanesinin de haklarından vazgeçmesini talep ediyor. Bana bir anlaşma önerdi, buna göre ikimiz kral ve kraliçe olarak tahta çıkarsak bizden sonra ancak Waldorf-Hallstein soyadını taşıyan bir varis tahtta hak iddia edebilecek. Kendisinin beni desteklemek için ortaya koyduğu şartlar bunlar."
Gustav Alita'nın kısılmış sesiyle anlattıklarını dinledikten sonra kısa bir an duraksamış, sonrasında ise kendini tutamayıp kıkırdayarak gülmüştü. Oturduğu yerde arkasına yaslanarak uzun bacaklarını üst üste atmıştı. Tüm bunlar onun için saçmalıktan daha fazlası değildi, yeğeninin aksine endişelenmeye dahi gerek duymuyordu.
"Sevgili Lord Hallstein aklını kaybetmiş olmalı."
"Bilakis hiç olmadığı kadar ciddi, amca. Ona tüm bunların gücümü aştığını söylediğimde beni üstü kapalı olarak ailesinin gücü ile tehdit etti. Her şey bu kadar karışmışken olabilecekleri düşünmek dahi istemiyorum."
"Saçmalama. Ne yapmaya çalıştığını göremiyor musun? İşi yokuşa sürmeye çalışıyor. Dük Hallstein aklı başında bir adamdır, bir çocuğun hayalleri peşinden gideceğini sanmıyorum."
Solgun dudakları sıkan Alita avucunda isminin baş harfleri işlenmiş (A.W) beyaz bir mendil tutuyordu. Gustav, onu daha önce hiç bu kadar yorgun görmemişti. Bu durumu hastalığına yormak istese bile daha fazlası olduğunu ateşi izleyen gözlerine biriken endişeden anlayabiliyordu. Gustav, onunla birçok kez fikir ayrılığına düşmüştü, hala tek başına tahta çıkmasını desteklemiyordu. Fakat Hagen ölmeden önce hem kardeşine hem de ona danışmanlık yapan, güçlü ve kararlı kadını görmeyi özlemişti. Alita'nın bu hali artık onu yormaktan çok üzüyordu.
"Keşke senin kadar kendime güvenebilsem. Korkuyorum amca, karşımdaki adamı tanıyamıyorum. Bana inanmadığını ondan defalarca kez dinledim. Açıkça dile getirmese dahi karnımdaki çocuğun babası olmadığından şüphe ediyor. Eğer bunu bir kişiye dahi söylerse, eğer duyulursa- "
Alita'nın sözleri öksürüğüyle birlikte kesilmişti. Elinde tuttuğu mendili ağzına kapatarak adeta katılırcasına kuvvetli bir öksürüğe tutulmuştu. Oturduğu yerde iki büklüm olmuşken solgun yüzü bir anda kızarmaya başlamıştı. Birkaç adım arkasında bekleyen ikiz hizmetçileri onun bu halini gördükleri an hareketlenmişlerdi. Biri dairedeki küçük masanın üzerinde duran sürahiden su doldurmuş, diğeri ise Alita'nın elinde tuttuğuna benzer bir mendil çıkarmıştı. Biraz olsun kendine gelebildiği an doğrulan Alita ağzına tuttuğu mendili hizmetçisine uzatırken Gustav kan olup olmadığına dikkat etmişti. Beyaz kumaşı temiz gördüğü an içini çekerek rahatlamıştı. Alita hizmetçisinin getirdiği suyu içerken onu dikkatlice süzmüştü. Hastalığının seyri adama gün geçtikçe yeğeni Hagen'ı hatırlatsa dahi buna ihtimal vermek istemiyordu. İçinden Alita seçilmiş olan diye geçirmişti, bu hastalığı bir şekilde atlatacaktır.
"Özür dilerim, bu öksürük nöbetleri sıklaşmaya başladı."
"Çocukken hastalandığında da çok öksürürdün, bünyene yerleşmiş olmalı."
"Sen bu kadar iyimser konuşuyorsan durumum gerçekten vahim demektir."
Gustav sahte bir huysuzlukla homurdanmıştı. Soğukkanlılığına, hissettiklerini yansıtmamak konusundaki becerisine her zaman için güvenmişti. Bu durumu her zaman için doğuştan sahip olduğu bir yetenek olarak görürken, Hagen'ın ölümünden sonra o an ilk kez endişesini bastırmakta güçlük çekiyordu.
"Ortada vahim bir durum yok. Hastalandın, hamileliğin de ağır geçiyor, hepsi bu. Gücünü toplaman gerekirken yaşananlar seni daha da yıprattı. Tuttuğun ip elini kesiyorsa gevşetmek zorundasın Alita, yoksa parmaklarını kaybedersin. Hastasın, güçsüzsün fakat hala her şeyin kontrolün altında olmasını istiyorsun. Seni karnındaki bebek değil, bu öldürüyor. Ben buradayım, gerekli olan neyse yerine getiriyorum. Senin geri çekilip gücünü toplaman gerek. Aksi halde parmaklarını kaybedeceksin."
Gustav Alita'nın omzu üzerinden birkaç adım arkasında duran hizmetçilerine bakmıştı. Saçlarından kirpiklerine kadar bembeyaz olan ikizlerin dilsiz olduğunu biliyordu. Alita'nın onları kendine bu kadar yakın tutma sebebi buydu. Fakat yine de söyleyeceklerini fısıldarken öne doğru eğilip yeğeninin solgun gözlerinin içine bakmıştı.
"Kocan hakkında endişelenme. Sevgili Lord Hallstein çocuğu hakkındaki şüphelerini dile getirdiği takdirde kendini sonunu hazırlar."
Gustav bu sözleri Alita'yı yatıştırmak için söylediyse de pek başarılı olamamıştı. Karşısında oturan genç kadının gözlerindeki endişe azalmamış, bilakis üzerine yenileri eklenmişti. Kendi kendine bu gerçek olabilir mi diye düşünmüştü. Alita'nın kocasına olan düşkünlüğünden pek hoşnut olmasa dahi adama âşık olduğuna ihtimal vermemişti. Alois'i, kaybetmek istemediği kullanışlı bir maşa olarak gördüğünü düşünüyordu. Anlattığı kadarıyla kıymetli maşası ona zarar verebilirdi. Eğer Alita'nın kocasını aldattığı ortaya çıkarsa, Alois karnında taşıdığı çocuğun ondan olmadığını iddia ederse bu onu ipe kadar götürürdü. Geçmişte birçok kadın gayrimeşru çocuk doğurduğu için kocaları tarafından idam ettirilmişti. Alita bir prenses, en önemlisi de bir Waldorf olduğu için işin ucu asla ölüme kadar dayanmazdı. Fakat alacağı leke onu yok etmeye fazlasıyla yeterdi. Durum bu şekildeyken, Alois hakkında söylediklerinin onu endişelendirmesini aptalca buluyordu. Ona göre bu aptallığın sebebi aşk olabilirdi. Eğer yeğeninin gözleri onun için kıymetsiz olan bu duygu ile mühürlenmişse, Gustav belki de hiç olmadığı kadar kızacaktı.
Başka herhangi bir şey söylemeden geri çekildiğinde Alita avucunda tuttuğu mendille alnında biriken teri silmişti. Oturduğu yerde üşüdüğü için bacakları titriyordu, döktüğü ter en az vücudu kadar soğuktu. Gustav bunun iyiye işaret olmadığının farkındaydı. Soğuk ter dökmek her zaman ölümün habercisi sayılıyordu.
"Harvey Dùpont konusunda neredeyiz? Sanıyorum hala bulunamadı."
"Kraliyete ait güçler onu başkent bölgesinde arıyorlar. Şahsi fikrimi sorarsan, çoktan Gölvadi'ye girdiğini düşünüyorum. Onu elimizden kaçırdık. Bu işte Rahip Nigel'ın parmağı var, eminim. Harvey Dùpont o gece saraydaki tapınağa sığınıp rahiplerin arasına karışmış, kılık değiştirmiş olmalı."
"Bunu kanıtlayabilir miyiz?"
"Harvey Dùpont'un tapınağa girdiğini kanıtlayabiliriz, şahitler var. Fakat kılık değiştirme ya da kaçırılmasına dair herhangi bir kanıt ya da şahit yok. Tapınakta nöbet tutmakla görevli olan rahip uyuyakaldığını, kimseyi görmediğini söylüyor. Ona işkence edebiliriz, yargılayıp sürgüne yollayabiliriz ya da bir vatan hainine yardım etmekten idam edebiliriz. Fakat insanlar konuşuyor Alita. Fısıltılar halinde, yeğenini senin öldürttüğünü anlatıyorlar. Durum böylesine hassasken, bir rahibi öldürmek insanların nefretini üstümüze çeker."
Duydukları Alita'yı memnun etmemişti. Öfkeyle içini çektiğinde tekrar öksürmüş, arkasında bekleyen hizmetçisini azarlayarak su getirmesini istemişti. Kuruyan dudaklarını ısladığında, öfkesi kısık sesine yansımıştı.
"Krallık bu adama düşmanlarımızı beslemesi için değil aç olanları doyurması, yoksullara yardım etmesi için bütçe ayırıyor. Ona mezarımızı kazması için ihtiyacı olan altını biz ödüyoruz. Bu böyle devam etmeyecek, tapınağın saray ve politika ile ilişkisini kesmemiz gerek. Başımızı bu beladan kurtarmanın başka yolu yok."
"Haklısın. Fakat şu an tapınağa karşı gelmek için belki de en yanlış zamanın içindeyiz. Sessizce yaklaşan bir savaş var. Yağmur halkı mağdur etti, birçoğu zor durumda. Hagen genç yaşta öldü, oğlu doğduğu gün öldü. Belirsizlik tedirginliği arttırıyor. Kendimizi insanlardan soyutlayamayız. Saray halkı korkudan sesini çıkaramıyor olabilir fakat sokaklarda insanlar senin taht için yeğenini öldürdüğü konuşmaya başladı. Ortam bu kadar gerginken din adamlarını karşımıza almak hiç akıllıca olmaz."
Alita huysuzca haklısın diye söylenmişti. Suyundan yüzünü buruşturarak birkaç yudum daha içtikten sonra herhangi bir şey söylemeden elini arkasına uzatmıştı. Hizmetçisi su bardağını avucundan aldığında mendili ile yüzünü bir kez daha silmişti.
"Peki konsey nasıl geçti? Konuştuğumuz karar çıkarıldı mı?"
"Evet. Saray hekimi tüm üyelerin önünde zehirlendiğini doğruladı. Dük Dúpont'un maiyetini arkasında bırakarak ortadan kaybolması ve yüksek konsey toplantısında seninle sürtüşmesi elimize büyük bir koz verdi. Rahip Nigel tıpkı Hagen gibi hastalanmış olabileceğin konusunda ayak direse de hekimin çıkardığı rapor sonrasında söyleyecek pek bir şeyi kalmadı. Harvey Dúpont kraliyet ailesine suikast düzenlemekten dolayı vatan haini ilan edildi. Emri bizzat mühürledim, görüldüğü yerde yargılama olmadan yakalanıp infaz edilecek."
"Bu karar ailesine bildirildi mi? Ya da halka duyuruldu mu?"
"Reneen'e bir ulak gönderildi. Aldığımız bu karar Otis Dúpont'u yeni Gölvadi ve Reneen dükü ilan ediyor. Kanunlara göre babasının ifa ettiği suçlarını kabul edip hanedana bağlılığını sunması gerek. Dük olarak eğer Harvey Dúpont topraklarında yakalanırsa kraliyet adına infazını gerçekleştirmekle yükümlü. Fakat bunun olacağını sanmıyorum. Biz görevimiz gereği prosedürü yerine getirdik. Şimdi Dúpont hanesinin hamlesini beklemek zorundayız. Tek bir kişinin suçlu bulunduğu durumdan dolayı soylu bir haneye saldıramayız."
Avucunda tuttuğu mendili sıkan Alita bu kez de saçmalık diye mırıldanmıştı. Gustav, kontrolü tamamen ona bıraksa bir ordu hazırlayıp Reneen'e saldıracağından emindi. Savaş matematiğinin bu kadar kolay olmadığını biliyordu. Temkinli davranmasının amacı kendi açısından oldukça açıktı; ilk taşı atan adam olmak istemiyordu. Bütün bir krallık kanadığında, masum insanlar açlıktan ve hastalıktan öldüğünde bunu başlatan kişi olarak anılmak uzun vadede sahip olunabilecek en kötü dezavantajlardan biriydi.
"Önümüzdeki tehlike sana okuduğun kitaplardan aşina olduğun kahramanlık hikayelerini anımsatabilir Alita. Kraliçe olmak istiyorsan şunu aklına iyice kazıman gerek, tebaana karşı en az karnında taşıdığın çocuğa olduğun kadar sorumlusun. Yaklaşan savaş sana oyun gibi gelebilir, onlar için gerçek. Aç kaldıklarında, birkaç gümüşlük için birbirlerinin boğazlarını kestiklerinde, evleri, dükkanları yağmalanmaya başladığında Harvey Dúpont'a değil başlarında olan kraliçeye karşı nefret besleyecekler. Kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış, tek bir dürtü ile hareket eden nefret dolu bir kalabalığı karşına almak istemezsin. Yeterince düşmanın var, artık dost edinmen gerek. Eğer amacın kraliçe olmaksa, bu andan itibaren atacağın her adımın detayları günlerce düşünülmüş olmalı."
Öfkeli bakışlarını deviren Alita, sözleri karşısında usulca başını sallamıştı. Onu izlerken, Gustav yıllar boyunca yanlış kişiyi eğitmiş olduğunu düşünmüştü. Alita ile arası hiçbir zaman kötü olmasa dahi, Hagen için harcadığı emeği ona harcamamıştı. Genç bir prensi tıpkı demiri işler gibi işleyip ortaya başarılı bir kral çıkarmışken bunu Alita'da yapıp yapamayacağını ölçüyordu.
"Bir kez bile kocamı aldatıp aldatmadığımı ya da yeğenimi öldürüp öldürmediğimi sormadın. Benden şüphe etmiyor musun?"
"Yapabileceklerinin ve yapamayacaklarının farkındayım. Öfkeni, nefretini, içinde sakladıklarını biliyorum. Tehlikeli bir kadınsın fakat ailene zarar verecek biri değilsin, sen aramızda yetiştin. Ne kardeşin Hagen'a ne de kuzenin Ruyka'ya ihanet etmeyeceğine kefilim."
Alita solgun dudaklarını genişleterek tebessümünü göstermişti, ifadesi öyle buruktu ki mutluluktan çok üzüntüsünü yansıtıyordu. Hala elinde tuttuğu mendili ile şakaklarına biriken teri silmişti, aynı zamanda boğuk sesi ile mırıldanıyordu.
"Kimse bu hissi satın alabilecek kadar altına sahip değil. Senin yerinde babam olsa, şüphe etmekle kalmaz belki de beni sessizce öldürürdü. O yüzden teşekkür ederim, bunun benim için ne kadar değerli olduğunu tahmin edemezsin."
* * *
Alois oturduğu yemek masasında arkasına yaslanmış, yağan yağmurla ıslanan pencereden dışarıyı izliyordu. Günlerdir olduğu gibi ailesi ile birlikteydi, annesi ve babasına tahsis edilen dairede dördü bir araya toplanmışlardı. Yemek servisi babası Alva'nın Drindall'dan getirdiği maiyeti tarafından gerçekleştirilmişti. Adam sıklıkla olduğu gibi etrafta her bir sözü işitmeyi hazır bekleyen kulakları kendilerinden uzak tutmak istiyordu. Kendi hizmetçilerini dahi servisten sonra dairenin dışına çıkarmıştı. Alois, babasına birçok noktada kızsa dahi tedbirli bir adam olmasını takdir ediyordu.
"Siz istediğiniz kadar kızabilirsiniz, ben ilk defa Alois ile gurur duydum. O adama saldırırken bir süt kuzusu değildi, olması gerektiği gibi Hallstein aslanına dönüşmüştü. Görünen o ki Aksel ve benden yediği dayaklardan sıkı bir ders çıkarmış."
Alois içini çekerek yeşil gözlerini masada yanında oturan kardeşi Abel'e çevirmişti. Aile armaları pençelerini açarak şaha kalkmış iki aslan ve aralarına yerleştirilen kalkandan oluşuyordu. Kardeşi buna gönderme yapsa dahi o durumdan pek de memnun değildi. Alois hiçbir zaman şiddetten hoşlanan bir adam olmamıştı. Gözü dönmüş bir şekilde Victor'a saldırmış olsa dahi, bunu nasıl yapabildiğini hala kendi içinde sorguluyordu. İşin garibi hiçbir şekilde pişman olmamasıydı, Victor ile tekrar karşılaşsa kendini tutup tutamayacağının sözünü veremiyordu.
Babaları Alva, Abel'in sözlerine aldırış etmemişti. Önündeki dilimlenmiş kırmızı eti parçalıyorken gözlerini masadan kaldırmasa dahi hitap ettiği Alois'ti.
"O adama neden saldırdığını söylemezsen sana yardım edemem. Bu sarayda dostun yok Alois, ortalık bu kadar karışmışken arkamı döndüğüm an yok olman an meselesi."
"Söylediklerimden daha fazlası yok. Kendisi ile anlaşmazlığa düştük, hoşuma gitmeyen şeyler konuştuğunu işittim. O gün biraz içmiştim, kendimi kaybettim ve olanları biliyorsunuz."
"İşittiğin, hoşuna gitmeyen şeyler ne?"
Yutkunmamak için kendini zorlamıştı. Gözlerini devirmek ya da içini çekmek istemiyordu. Kendi içinde yaşadığı hayal kırıklığı ve sıkıntıyı kimse ile paylaşmak niyetinde değildi. Tıpkı babası gibi elindeki önündeki tabakta duran eti parçalayarak iri bir lokma almıştı. Ağzını elinin altındaki mendille kapatırken aynı zamanda söyleniyordu.
"Artık bu mevzuyu kapatabilir miyiz? Konuşmanın bir anlamı yok, Lord Mascarián'ın olanları büyüteceğini sanmıyorum. İlgilenmemiz gereken daha acil ve önemli bir konu var."
"Ufaklık, açıkçası beni gün geçtikçe daha fazla şaşırtıyorsun. Babam bilmiyor olabilir fakat Lord Mascarián ile kurduğun dostluğun şahidi benim. Aranızdan su dahi sızmazken, birlikte misafir karşılayıp akşam yemeklerine katılarak gülüşürken ne oldu da bu hale geldiniz gerçekten merak ediyorum."
"Biraz önce yapmam gereken açıklamayı yaptım Abel, sanıyorum sahip olduğun bu zekâ ile ne demek istediğimi ancak yarın sabaha anlarsın."
Abel küfrederek homurdanmıştı fakat konuşmasına devam etmemişti. Söyledikleri onun değilse bile babasının dikkatini çekmeyi başarmıştı. Şarabını içerken oturduğu yerde ona doğru dönmüştü.
"Anlat o halde, daha acil ve önemli olan konu nedir?"
"Kral ve oğlu öldü, krallığın tahtı boş. Alita Kral Adon'un son varisi olarak taç giymek istiyor, bu konuda oldukça kararlı."
Alita taç giymek istiyor dediğinde en büyük şaşkınlığı annesi Inge yaşamıştı. Karşısında oturan kadın elinde tuttuğu üç dişli iri çatalı tabağına düşürmüştü. Tıpkı onun gibi açık yeşil olan gözleri üzerinde gezerken, yanında oturan Abel'in siktir dediğini işitmişti. Bunun ne demek olduğunu hepsi biliyordu; Alois kral olabilirdi.
"Tahmin etmiştim, prensesin sıradan bir kadın olmadığını krallıktaki herkes biliyor. Fakat tahta çıkabilmesi için öncelikle Lord Gustav'ın desteğini alması gerek. Oğulları dururken prenses dahi olsa bir kadını destekleyeceğini sanmıyorum."
"Aile yapılarını çözebilmiş değilim. Anladığım kadarıyla her biri hak sahibi de olsa taht sırası bozmak niyetinde değiller. Alita amcası ile konuşmuş, talep ettiği şart sağlanırsa onu kraliçe olarak tahta çıkaracağını söylemiş."
Alois babasına daha fazla açıklama yapmasına gerek olmadığını biliyordu. Başını sallayan adam sorunun o olduğunu anlamıştı. Ortaya çıkan bu durumu akıllıca değerlendirebilirlerse onlar için büyük bir lütufa dönüşebilirdi. Fakat aynı zamanda yapacakları küçük bir hata onları son başlangıcına kadar götürürdü.
"Yüce Tierra hepinizi korusun, Alois talep ettiği şartlar ne?"
"Korkulacak bir şey yok anne. Ailemin tahtta hak iddia etmeyeceğine dair bir feragatname imzalamamı istiyor. Alita tahta çıktığında beni konsort kral olarak ilan edecekler. Kafamın üzerinde süslü bir taç taşıyacağım fakat hiçbir siyasi ya da askeri gücüm olmayacak."
"Kabul et Alois, sakın direnme oğlum. Bu insanlar tehlikeli, seni kendilerine hedef olarak seçerlerse..."
Inge sözlerine devam edememişti, Alois korkudan renginin attığını görebiliyordu. Baş ucunda oturan Alva'ya dönüp masanın üzerinde duran elini kavramıştı, tüm gücüyle sıkarken adeta yalvarıyordu.
"Oğlumuzu korumalısın Alva."
"Benim de başka bir planım yok. Sadece bunu nasıl yapmamız gerektiğini düşünüyorum."
"Ben cevabımı verdim, Alita ile konuştum."
Konuşması ile birlikte hem annesinin hem de babasının gözleri Alois'in üzerine dönmüştü. Aldığı karardan emin olsa dahi ailesinin hoşuna gitmeyeceğini tahmin edebiliyordu. Onları ikna edebileceğine dair ümidi vardı fakat endişeli gözlerine baktıkça tereddüte düşüyordu.
"Bana danışmadan, tek başına mı karar verdin?"
"Ne yapmaya çalıştıklarını görmüyor musun baba? Beni istedikleri gibi kullanabilecekleri bir maşaya çevirip ailemizin sahip olduğu güçten faydalanmak istiyorlar. Bal fıçısıyla dolu koca bir depoları varken ağzımıza bir parmak sürüp bizi kandırmalarına izin vermeyeceğim. Feragatnameyi imzalamayacağım, tahta bir kukla olarak değil gerçek bir kral olarak çıkmak istiyorum."
"Alois, koca aptal. Sen karşına kimleri aldığının farkında mısın?"
"Kimseyi karşıma aldığım yok. İnan bana, şu an Hallstein desteğine hiç olmadıkları kadar muhtaçlar baba. Harvey Dúpont ellerinden kaçtı, herkes fısıltılar halinde torununu Alita'nın öldürdüğünü konuşurken bir ayaklanma başlatması an meselesi. Yağışlar bu şekilde devam ederse ne askerlerini ne de insanlarını besleyemeyecekler. Bu bir kumar biliyorum fakat eli güçlü olan taraf biziz. Senden tek istediğim arkamda durman, öyle ya da böyle bize istediğimizi verecekler."
Alva sıkıntıyla içini çekerek arkasına yaslandığında dairenin kapısı çalmıştı. Boldmin, herhangi bir karşılık beklemeden ağır zırhının çıkardığı gürültü ile içeri girmişti. Miğferini elinde tutuyordu, açık benizli olan yüzüne endişe yayılmıştı. Oturduğu sandalyenin kulpunu kavrayarak omzunun üzerinden arkasına bakan Alois onu gördüğü an bir şeylerin yolunda gitmediğini sezmişti.
"Boldmin, bir sorun mu var?"
"Bağışlayın Lord Hallstein, rahatsız etmemem için uyardınız biliyorum fakat Prenses Alita'nın rahatsızlandığı konuşuluyor. Dairenizin önü muhafızlar tarafından kapatıldı, Lord Gustav ve saray hekimleri majestelerinin yanına geçtiler. Bilmek isteyeceğinizi düşündüm."
Alois elindeki mendili bırakıp sandalyesini çekerek ayağa kalkmıştı. O an, kendini günlerdir olduğundan daha endişeli hissetmiyordu. Alita'nın durumu zehirlendiği günden beri iyileşmek bir kenara kötüleşmişti. Yemek yiyemediğini, içtiği ilaçları kustuğunu biliyordu. O sabah, her zamankinden daha solgun gözüktüğünü fark etse dahi onu korkutmamak adına sesini çıkarmamıştı.
Müsaade isteyerek hareketlendiğinde hala yerinde oturan babası Alva bileğini kavramıştı. Ona dönen Alois öfkesine alışkın olduğu gözlerine yerleşen huzursuz dürtüyü hissetmişti.
"Ne olursa olsun, sakın bana danışmadan hareket etme."
Alois kabul ettiğini göstermek için bileğini kendine çekerken aynı zamanda usulca başını sallamıştı. Oturduğu yerden kalkan Inge sırtını okşayarak ona kapıya kadar eşlik etmişti. Karısı ve karnında taşıdığı çocukları için dua edeceğini söylüyordu.
Annesi Inge'nin saçlarını öperek yanından ayrılan Alois içine yerleşen huzursuzlukla sarayın koridorlarında ilerlemeye başlamıştı. Boldmin her zaman olduğu gibi onu bir adım arkasından takip ediyordu. Alois ailesine katılacağı akşam yemeği için çalışma odasından çıktığında ona yalnız olmak istediğini söyleyip rahatsız etmemesini emretmişti. Fakat o an, muhafızı onu dinlemediği için minnettardı.
Dairelerine ait koridora geldiğinde, tıpkı Boldmin'in söylediği gibi girişin muhafızlar tarafından kapatıldığını görmüştü. Karşılarına geçtiğinde ördükleri etten duvarı aralayarak geçmelerine izin vermişlerdi. Koridor boyunca neredeyse kimse yoktu. Dairelerine açılan holde ise her kapının başına ikişer muhafız yerleştirilmişti.
Alois Boldmin'i arkasında bırakarak karısı ile paylaştığı daireye girdiğinde ilk dikkatini çeken yataklarının etrafını saran kalabalık olmuştu. Açık kahverengi, tül cibinlik sonuna kadar açılmıştı, hekimlerden üçü yatağın ucunda bekliyorlarken Lord Gustav bir adım geride uzun boyu ile onları izliyordu. Onu fark ettiğinde, soğuk gözlerini üzerine çevirmişti. Alois herhangi bir şey söylemeden yanına yaklaştığında hekimlerden birinin cibinliğin arka kısmında olduğunu görmüştü. Adeta inleyerek nefes alan Alita yataklarının içinde oturuyordu. Üzerindeki beyaz geceliğin sırtı açılmıştı. Oldukça yaşlı olan adam cibinliğin iç kısmına geçmiş hizmetçinin elinde tuttuğu küçük kâseden eline merhem alıp Alita'nın sırtını ovuyordu.
"Karınız bu haldeyken ailenizle baş başa akşam yemeğinde miydiniz Lord Hallstein?"
Alois Gustav'ın soğuk mırıltısı karşısında ne başını kaldırmış ne de herhangi bir cevap vermişti. İlk anda etkisi altına girdiği şaşkınlığı atlatamamıştı, biraz olsun kendine geldiğinde önünde dikilen hekimlerden müsaade isteyerek yataklarının cibinliğini aralamıştı. Dairelerine girdiğinde tarif edemediği keskin bir koku burnuna dolmuştu. O an ise adeta nefesinin kesildiğini hissediyordu. Saray hekimlerinin başı olan adamın sürdüğü merhemin kokusu yaklaştıkça tesiri arttırmıştı.
Yaklaşıp yataklarının kenarına oturduğunda Alita eğdiği başını kaldırmıştı. Bir ölüymüşçesine beyaza dönen yüzü terden sırılsıklam olmuştu, siyah perçemleri alnına yapışmıştı. Alois zehirlendiği, ölmesinden korktuğu gece bile onu bu şekilde görmemişti. Kucağında duran, birbirine kenetlediği ellerine uzanıp kavramıştı. Oturduğu yerde ona yaklaşarak üzerine doğru eğilmişti.
"Sakın korkma, ben buradayım."
Alita'nın renksiz dudaklarından kısık bir inleme dışında hiçbir şey çıkmamıştı. Alois hekimbaşı sırtını merhemiyle ovarken elini sıkı sıkıya kavrayarak bir an olsun yanından ayrılmamıştı. İşini bitiren adam, yanı başındaki hizmetçiden Alita'nın sırtını kapatıp şimdilik bir şal örtmesini istemişti. Alois yeşil gözleri ile hareketlenen hekimi izliyorken zihninde binlerce soru birikiyordu.
"Neyi var? Zehirlenmesinin üzerinden günler geçti, verdiğiniz ilaçlar hiçbir işe yaramıyor."
"Bağışlayın Lord Hallstein, herhangi bir konuşma yapmadan önce majestelerine öncelik göstermeliyiz."
Ayağa kalkan hekimbaşı, Alita'nın vücudu tamamen örtüldüğünde yatağın etrafını saran cibinliği açtırmıştı. Hala karısının elini tutan Alois, hizmetçileri geceliğinin sırtını örtüp yastığı düzelttiğinde uzanmasına yardım etmişti. Alita hummaya tutulmuşçasına titriyordu, gördüğü en parlak ışığı andıran gözleri baygınmışçasına kısılmıştı. Teri ile ıslanan saçlarını okşayan vücudunun ne kadar soğuk olduğunu ellerini kavradığı ilk an fark etmişti. Tüm bunların neye işaret ettiğini bilse dahi düşünmek istemiyordu. İçine hapsolduğu kuyuda su boğazına kadar yükselmişti, Alita'nın ölebileceği ihtimali düşünmek boğulmasına yol açacaktı, biliyordu.
Kalın yatak örtülerini üzerine çektiğinde arkasında dikilmiş, mendili ile elini temizlemeyen hekimbaşına dönmüştü. Adamın endişeli gözleri hala karısının üzerindeydi, söylemeye hazırlandığı şey her neyse kelimelerini seçmekte zorlandığı açıktı.
"Vücudunda çürük var mı Fibis? Bu illet her ne ise, o kadar ilerlemiş mi?"
"Hayır efendim, ben herhangi bir çürük görmedim. Şüphelendiğiniz tehlikeyi anlıyorum, majestelerinin durumu Kral Hagen'ın hastalığını andırıyor. Size umut verecek sözler söylemek isterdim fakat haklısınız, şu anki durum ile arada farkı yaratan olgu kan tükürülmemesi ve çürüklerin olmaması. Mümkün olan her tedaviyi uyguluyoruz fakat herhangi bir ilerleme kaydedilebilmiş değil. Şanslı olduğumuz tek nokta var, prenses hazretlerinin bünyesi kardeşi Kral Hagen'a göre daha kuvvetli. Yine de hamileliği onu kötü etkiliyor."
Alois, hekim Fibis Lord Gustav ile konuşuyorken kendini tutamayıp araya girmişti. Söyledikleri bir anda kontrolü dışında ağzından çıkmıştı.
"Eğer bebek ona zarar veriyorsa düşük yaptıramaz mısınız?"
"Düşük yaptırılabilir fakat majestelerinin durumu bu kadar kötüyken korkarım canına mal olur."
"Lord Hallstein ve dahiyane fikirlerine aldırmayın lütfen. Siz izleyebileceğimiz en makul yol ne ise onu söyleyin."
"Kullandığı şurup ve ilaçları değiştirmemiz gerek, işe yarayıp yaramadığına tekrar bakacağız. Daha rahat nefes alabilmesi adına bu merhemin hem sırtına hem de göğsüne her gün sürülmesi yararlı olur. İstirahat majestelerine uygulayabileceğimiz en etkili tedavi. Kardeşi ve yeğeninin ölümüyle yıpranmış olmalı, yaşadığı sıkıntılar onu kötü etkiliyor. Duygusal buhranlar hamile kadınlara diğer insanlara olduğundan daha kuvvetli sirayet eder. Prenses hazretleri en az bir hafta gerekli olmadıkça yatağından çıkmadan istirahat etmeli."
Fibis sözlerini bitirdiği an Alois içine derin bir nefes almak istese dahi bunu becerememişti. Ağır ilaç kokularıyla bezeli hava bir anda ona yetmeme başlamıştı. Benim suçum diye düşündü, benim yüzümden bu hale geldi. Alita günlerdir ona her şekilde, ağlayarak, bağırarak, özür dileyerek suçsuz olduğunu anlatmaya çalışmıştı fakat Alois onun yerine gururunu ve hayal kırıklığını dinlemeyi yeğlemişti.
Dairelerini saran hekimler çantalarını toplayarak çıktıklarında, o hala Alita'nın baş ucunda ayakta dikiliyordu. Adamlarla konuşup alınacak tedbirleri bir bir tekrar eden Lord Gustav, onları yolcu ettiğinde ağır adımlarla yanına yaklaşmıştı. Kollarını göğsüne bağlamış, baygın halde yataklarında uzanan Alita'yı izleyen Alois eğdiği başını kaldırdığında bir kez daha adamın bir bıçak kadar keskin ve soğuk bakışlarına denk gelmişti. Karşısında duran adam hiç olmadığı kadar tehditkardı, bunu belli etmek için herhangi bir sözcüğe dahi gerek duymuyordu. İfadesiz yüzü, rengi yokmuş gibi duran gözleri onu korkutmak için yeterli gelmişti.
"Sizinle çok yakında ciddi bir konuşma yapmamız gerekebilir Lord Hallstein."
"İple çekiyorum, bana sorarsanız geç bile kaldık."
Sözlerinin karşısındaki adamı öfkelendirdiğini biliyordu. Fakat yine de Lord Gustav'ın köşeli yüzünde tek bir kas dahi oynamamıştı. Alois ondan fazlasıyla korksa dahi bunu belli etmek niyetinde değildi. Karısına karşı kendini suçlu hissetse dahi içine düştüğü bu durumda haklı taraf olduğuna inancı tamdı.
"Sağlınıza dikkat edin, bu sarayda insanlar kolaylıkla hastalanabiliyor. Sizin gibi geleceği parlak bir adamı genç yaşta toprağa koymak hepimizi çok üzer."
"İnce düşünceniz için teşekkür ederim. Benim için endişelenmenize gerek yok, bünyem oldukça sağlamdır."
Gustav başka herhangi bir şey söylememişti. Onu baştan aşağı süzmüş, başını eğerek selam verdikten sonra dairelerinden çıkmıştı. Alois, adam gittikten sonra içine derin bir nefes çekmişti, kendini ne kadar sıktığı o an daha iyi anlıyordu. Biraz önce, gözlerinin içine bakan Gustav onu kendine has üslubuyla ölümle tehdit etmişti. Alois, irkilmemeyi başarabilmesine hala şaşırıyordu.
Üzerindeki, diz kapaklarının üst kısmına kadar gelen lacivert ceketini çıkararak divanın üzerine bırakmıştı. İkiz hizmetçileri karısının yanına sokulduklarında onlara merhemi sürebileceğini söyleyip onları yalnız bırakmalarını emretmişti. Ellerini önlerinde birleştiren kızlar, başlarını eğip ona arkasına dönmemeye dikkat ederek dairelerinden çıkmışlardı.
Alita ile baş başa kaldıkları ilk an Alois'in gözleri şömineye dönmüştü. İçindeki ateşin kuvvetli olduğu fark ettiğinde, ağır adımlarla yataklarında uzanan karısının yanını bulmuştu. Üzerine örtülen kalın yatak örtüsüne rağmen güçlü bir şekilde titriyordu. Hekimin bıraktığı merhemi eline alan Alois, yataklarında yanına oturan Alois kalın örtüyü dikkatle kenara çekmişti. Alita'nın uyuyor mu yoksa baygın mı olduğunu anlayamamıştı. Zayıf vücudu titremelerle sarsılırken gözleri tamamen kapalı değildi, kısık duruyordu.
Alois duyabildiğini düşünerek ona iyi olacağını, yanında olduğunu fısıldayıp geceliğinin önündeki düğmeleri çözmüştü. Eline aldığı keskin kokulu açık yeşil merhemi gerdanından göğüs boşluğuna kadar sürmüş, sonrasında ise canını yakmamaya özen göstererek ovmaya başlamıştı. İşi bittiğinde, vücudunun her şeye rağmen ne kadar soğuk olduğunu göz önüne alarak belini kavrayıp onu kendine doğru çekmiş, yün şalını sırtından göğüslerine doğru sıkıca sarmıştı. Dikkatlice tekrar yataklarına yatırdığında, üzerini örtüp soğuk teri ile ıslanmış yüzünü silmişti.
Dairelerindeki banyoya giderek mermer yükseltiye yerleştirilen iri kâsenin içinde elini yıkayan Alois, şöminedeki ateşi kontrol ettikten sonra sandalyelerden birini alarak yataklarının kenarına çekmişti. Arkasına yaslanıp yağmurun sesini dinlemeye koyulduğunda nereden geldiğini bilmediği bir kuzgun çığlığı işitmişti. Oturduğu yerde irkilmişken başını kaldırarak etrafına bakınmıştı. Yağmur ile ıslanan balkonlarının mermer tırabzanlarında siyah bir kuzgun tüylerini kabartmış, öylece duruyordu. Beyaza çalan gözlerinin yatağında uzanan Alita'yı izlediğine yemin edebilirdi. Yüzünü ovarak içinden sadece bir tesadüf diye geçirmişti, başka türlüsünü düşünmek istemiyordu.
Balkondaki kuzgun ile birlikte uzun bir müddet soğuk terler dökerek titreyen Alita'yı izlemişlerdi. Alois bir ara, şöminedeki ateşi karıştırarak sönmemesi için kesilen odunlardan yerleştirdikten sonra tekrar karısının yanını bulmuştu. Vakit geçtikçe Alita'nın nefesindeki hırıltılar kesilmişti, artık titremediği fark ettiğinde elini uzatıp solgun yanağını kavramıştı. Hala sıcak olduğunu söyleyemese dahi vücudu ilk anda sahip olduğu soğukluğu kaybetmişti.
İçini çekerek, saçlarını okşayıp tekrar oturduğu yerde arkasına yaslanmıştı. Kollarını göğsünde bağlayarak onu ne kadar izlediğini bilmiyordu. Vakit neredeyse gece yarısına yaklaşırken Alita uykusunda konuşmaya başlamıştı, boğuk sesiyle ardı ardına ben yapmadım diyordu. Kâbus gördüğünü düşünen Alois ilk anda onu uyandırıp uyandırmamak arasında kararsız kalmıştı. Böylesine hastayken uykunun onun için ne kadar kıymetli olduğunu biliyordu. Bir müddet oturduğu yerde onu izlemeye devam etti. Alita yatağının içinde kıvranmaya başlayıp ölen kardeşi Hagen'ın adını sayıklamaya başladığında oturduğu yerde kalkmıştı.
"Ben öldürmedim, hayır ben öldürmedim."
Yataklarının ucuna ilişen Alois, Alita'nın solgun yanağını kavramıştı. Sıçrayan karısı hala ben öldürmedim diye inliyordu. Koyu bir is gibi her yere yayılan dedikodunun ruhunu nasıl ele geçirdiğini o an daha iyi anlamıştı.
"Alita, korkma. Uyan hadi, ben yanındayım."
Alita karşılık olarak sadece Hagen'ın adını sayıklamıştı. Tekrar ben öldürmedim demeye başladığında boğazından ağlıyormuşçasına garip bir hıçkırık yükselmişti. Alois ona tekrar seslenecekken, kardeşinin adını sayıklayan Alita sıçrayarak altı çöken gözlerini aralamıştı. Bir savaş vererek kendine gelmişçesine nefes nefeseydi. Etrafına bakıyorken Alois yanağını daha sıkı kavrayarak ona yaklaşmıştı.
"Korkma, sakın korkma. Kötü bir kabustu, geçti. Artık güvendesin."
Alita herhangi bir cevap vermemişti, hala korkuyla etrafını izliyordu. Alois yanaklarını serbest bırakarak nemli saçlarını okşamıştı. Onu kendine çekip sarılacakken, titreyen elini göğsüne yerleştiren Alita buna izin vermemişti. Gözleri üzerini bulmuşken içinde sakladığı damlalar ile parlamıştı.
"Neden geldin? Nasıl öldüğümü yakından izlemek için mi?"
"Öldüğün falan yok, sadece hastasın ve yakında iyileşeceksin."
İçini çekerek boğuk sesiyle bağıran Alita yumruğa dönüşen güçsüz elleriyle omzuna vurmaya başlamıştı. Alois ilk anda karşı koymasa dahi bileklerini kavrayarak ellerini kendine doğru çekmişti. Ondan uzaklaşmayı reddediyordu, bilakis üzerine eğilerek aralarındaki mesafeyi kapatmıştı.
"Alita kes şunu, kendini yoruyorsun."
"Ben öyle büyük bir aptalım ki! Sana inandığım için kendimden nefret ediyorum!"
"Bunu şimdi konuşmak zorunda değiliz. Lütfen, yalvarırım yerine yat ve dinlen yoksa tekrar fenalaşacaksın."
Tekrar, adeta işkence çekiyormuşçasına bağıran Alita bileklerini çekiştirerek yatakta kendini ondan uzağa itmişti. Dişlerini sıkıyorken solgun yüzü göz yaşlarıyla ıslanmaya başlamıştı, ona bakmadan özellikle imtina ediyordu.
"Herkes beni uyardı, herkes! Ama ben bir aptal gibi sana inandım! Utanıyorum, kendinden nefret ediyorum! Nasıl bu kadar kör olabildim? Nasıl göremedim?"
Alita ilk anda kendini tutmak için çabalasa dahi bunu başaramamıştı. Oturduğu yatağın içinde dizlerini kendine çekip elleriyle yüzünü örtmüştü. Siyah saçları bir perde gibi etrafını örtmüşken kendinden geçmişçesine bağırarak ağlıyordu. Onun bu hali Alois'in boğazına iri bir yumru yerleştirmişti. Ne yapması ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu. Karısının ailesi tarafından istenmediğini kavga ettikleri ilk gün öğrenmişti. Buna aldırış etmiyordu, Alois kabul görmemeye alışkın bir adamdı. Onu kahreden, Alita ile içine düştükleri bu ıstırap veren durumdu.
İçini çekerek, oturduğu yerde ona doğru yaklaşmıştı. Tereddüt ederek bacağına dokunduğunda, Alita göz yaşlarıyla ıslanan parmaklarını aralayarak başını kaldırmıştı. Alois evlendiği kadının birçok kez hedefi olduğu öfkesini iyi tanıyordu. Ağlamasıyla birlikte kızaran gözlerinden geçen his bundan çok daha fazlasıydı.
"Senin diğerlerinden farklı olduğunu düşünmüştüm, değilsin. Ben ölürken ailemden alacağın taht için uğraşıyorsun."
"Alita, şunu söylemeyi kes lütfen. Sen ölmeyeceksin, sadece hastasın."
"Üzgünmüş gibi davranmak zorunda değilsin, umurunda olmadığını biliyorum. Ölümüm senin bir ödül olur, özgürlüğüne kavuşursun, öyle değil mi? Altınlarını kesene doldurup özgür bir adam olarak isteğin gibi yaşarsın. Pişman değil misin? Benimle evlendiğine pişman değil misin? Kabul et, sen de diğerleri gibi içten içe ölmemi istiyorsun."
Alois dişlerini sıkarak güçlükle yutkunmuştu. Öleceği ihtimali aklından geçirmek dahi göğsünü bir mengeneye yerleştiriyorken Alita'nın tüm bunları düşünebildiğine inanamıyordu.
"Bunu bana nasıl söyleyebilirsin? Ben hala, her şeye rağmen elini tutuyorken bunu nasıl söyleyebilirsin?"
"Beni aksine inandırabilir misin? Yıllar önce olmuş bitmiş aptalca bir şey yüzünden hala bana işkence çektiriyorsun. Bugün ilk kez kendime uzaktan baktım, ben bu değilim. Ağlayan, özür dileyen, kendini açıklamaya çalışan bu kadın ben değilim. Beni öyle bir hale getirdin ki kendimden utanıyorum, nefret ediyorum."
Alita hala ağlasa dahi sakinleşmişti, konuşurken bağırmıyordu. Fakat söylediği sözler Alois'i kontrolden çıkarmaya başlamıştı. Sakin olmak adına dudaklarını sıkarak içine derin bir nefes çekmişti, boğazına yerleşen yumru ile hala savaşıyordu.
"Ben mi suçluyum Alita? Tüm bunlar benim suçum mu?"
Karısı herhangi bir karşılık vermeden ıslanan yüzünü silerek sırtını yataklarının başlığına yaslamıştı. Şişmeye başlayan gözleri hala inatla onu bulmuyordu. Dışarıdaki yağmur güçlenmeye başlamıştı, mum ışıkları ile loş bir karanlığa gömülen dairelerine gökyüzünde beliren şimşeğin gri parıltısı dolmuş, bir an sonra ise tüm gücüyle gök gürültüsü patlamıştı. Fakat Alois bunların hiçbirine oralı değildi, oturduğu yerde Alita'ya sokularak elini yataklarının başlığına yaslayıp üzerine eğilmişti. Konuşurken sesinin titremesi için tüm gücünü harcıyordu.
"Olan biten her şeyden sonra bir aptal gibi hala yanındayım. Her an, lanet olası her an o adam sana dokundu mu, ona da bana baktığın gibi baktın mı diye düşünmekten kafayı yemek üzere olsam bile senin yanındayım. Karşılaştığımız ilk günden beri bir an olsun dürüst davranmamana rağmen yanındayım. Ve suçlu benim, öyle mi?"
"Alois- "
"Bunu bana nasıl söyleyebilirsin? Ben hala her gece uykumdan uyanıp seni izliyorum, bunu nasıl söyleyebilirsin?"
Yeter diyerek inleyen Alita ellerini göğsüne yerleştirerek onu kendinden uzağa itmişti. Alois geri çekildiğinde solgun gözleri ilk kez üzerine dönmüştü. Ağlamasa dahi kirpikleri hala göz yaşlarıyla ıslaktı, isyan ederek konuşurken iri dudakları titriyordu.
"Ben suçluyum, tamam mı? Ben suçluyum, her şeyi ben mahvettim, her şeyin suçlusu benim. Benden daha ne istiyorsun? Geçmişte olanları değiştiremem, on dokuz yaşındayken günün birinde seninle tanışacağımı bilmiyordum. Bunu ben istemedim, böyle olmasını ben istemedim."
"Hala anlamıyorsun değil mi? Sorun geçmişteki bir adam değil, sorun bunu benden saklaman. Ne söylersen söyle, bana hala inanmıyorsun, güvenmiyorsun. Her şeyi başkalarından değil de senden öğrensem, bu halde olur muyduk?"
"Güvenmiyorum çünkü sen beni değil Prenses Alita'yı seviyorsun. Gerçek benliğimi gördüğünde beni kabul etmeyeceksin, istemeyeceksin biliyorum. Sana duyduğum güvensizlik taht ya da güç ile alakalı değildi, eğer sana karşı tamamen dürüst olursam hala beni sevip sevemeyeceğinden şüphe ediyordum. Tanıdığım Alois benim gibi bir kadını kabul edebilecek biri değildi. Yanıldığım için üzülmem mi yoksa sevinmem mi gerek bilmiyorum."
Alita bir an önce gözlerini üzerine çevirmekten kaçınırken o an vereceği tepki ölçmek istercesine dikkatle yüzüne bakıyordu. Alois ne demesi gerektiğini bilememişti. Karısının sırları olduğunu biliyordu, bunu her zaman sezse dahi ona gelip anlatacağı anı beklemişti. Karşısında oturuyorken, beklediği o anın geldiğini hissetse bile hazır olup olmadığını kestiremiyordu.
"İstediğini düşünebilirsin, ben hala kulede elini tutup birlikte uçurumun kenarına gittiğin adamım. Kim olduğunu saklayıp, haberimin dahi olmadığı bir mesele için varsayımda bulunarak beni suçlayamazsın. Her şeyi bana anlattığın halde seni sevdiğimi söyleyip elini tutmaktan vazgeçmiş olsaydım güvenini hak etmeyen aşağılık bir adam olurdum. Fakat ben hala hiçbir şey bilmiyorum Alita."
İçini çeken Alita dudaklarını sıkarak bu o kadar kolay değil diye inlemişti. Sakladığı şey her neyse ona acı verdiği görebiliyordu. Zihni ne kadar onu ne sakladığını düşünmek için zorlasa da bunu reddetmişti. Alita'ya kızdığı şeyi yapmak istemiyordu, varsayımda bulunarak onu suçlamayacaktı. Tereddüt ederek kaldırdığı eliyle ıslanan yanağına dokunmuştu, eğdiği başını kaldırdığında bakışları tekrar birbirine değmişti.
"Söyleyeceğin hiçbir şey bizi şimdi olduğundan daha kötüye götürmeyecek."
Alita dudaklarını sıkarak başını iki yana doğru sallamıştı, onunla ilk kez karşılaştığı akşam içinde yıldızları taşıdığını düşündüğü gözleri tekrar dolmuştu.
"Bilmiyorsun, hiçbir şey bilmiyorsun. Neyin içine girdiğini, karşına kimleri aldığını bilmiyorsun. Sana benim gücümün üzerinde olduğunu söyledim. Eğer seni... Eğer seni..."
Nefes nefese kalan Alita konuşmaya devam edememişti, ne söyleyeceğini tahmin edebilen Alois buna gerek de duymuyordu. Lord Gustav onu ölümle tehdit ettikten sonra karısının sözlerinin nereye çıktığı açıktı.
Güçlükle nefes alan Alita'nın gözünden dökülen damlalar yanağındaki eline değdiğinde bu kez tereddüt etmeden yaklaşarak kollarını hastalanmasıyla zayıflayan vücuduna sarmıştı. Nasıl titrediğini o an daha iyi anlıyordu. Tıpkı biraz önce olduğu gibi kendini kaybetmişçesine ağlayan Alita başını omzuna yaslamıştı, hıçkırıklarının arasında durduramam, önüne geçemem diye sayıklıyordu. Alois hiçbir şey söylemeden, sadece sıkı sıkıya sarılarak omzuna yaslanmasına izin vermişti, aynı zamanda elleriyle sırtını okşuyordu. Karısının göz yaşları biraz olsun dindiğinde ellerini saçlarının arasından geçirerek çenesine dokunmuştu. Başını kaldırdığında Alita'nın yüzü sırılsıklamdı, kızaran gözleri ağlamaktan şişmişti. Yüzüne gelen perçemlerini çekerek ıslanan yanaklarını silen Alois ona bakarken onu öfkelendiren duyguyu belki hiç olmadığı kadar derin hissediyordu. Alita'ya aşıktı, kalbi kırılmış, örselenmiş, öfkelenmiş olsa dahi onu ilk günkü gibi seviyordu. Bu karşı koyabileceği, yok sayabileceği bir güç değildi. Kendini ondan uzaklaştırmak istedikçe tükendiğini hissediyordu.
"Alita ben seni seviyorum, bu mantıklı bir adamın yapabileceği bir şey değil belki ama önüne geçemiyorum, seni seviyorum. Başka hiç kimse ya da hiçbir şey umurumda bile değil. Bana güç veren sensin, sen yanımda olduğun müddetçe karşımda kimin olduğunun bir önemi yok. Aramıza giren sırlar bizi tüketiyor, buna izin verme."
Titreyen dudaklarını sıkarak başını usulca sallayan Alita yaklaşarak tekrar ona sarılmıştı. Zayıf kolları gövdesini ondan beklemediği bir kuvvetle sarıyordu. İçini çeken Alois, saçlarının arasında gezen elleriyle sırtını okşamıştı. Ona sarıldığında, eksik olan yanlarının tamamlandığı hissediyordu. Gözlerini kapatarak saçlarını öpmüştü. Alita konuştuğunda, soğuk nefesini boynunda hissediyordu.
"Söz veriyorum, sana her şeyi anlatacağım. Sadece biraz zamana ihtiyacım var."
Yazan; İlknur DUMAN
* * *
Selam ! On altı yaşımdan beri internet üzerinden hikaye yazıyorum ilk kez bir bölümü ekleyebildiğim için bu kadar sevindim sanırım 🤦♀️ Benim öyle bir hayatım var ki Allah'ın gücüne gitmesin ama bela geldiği zaman maşallah sağanak gibi geliyor 👀😂 Size elimin yandığını söylemiştim, bilgisayarı da patlattım. Üzerine bir de ailecek corona korkusu atlattık, babam birkaç gündür hastaydı sonra öğrendik ki iş yerindeki arkadaşlarından birinin karısı corona olmuş. Evde hemen bir yas havası ilan ettik fakat test sonucu negatif çıktı. Negatif çıktı da vallahi akşamdan sabaha hepimizi alt üstü etti 💁♀️ Ve beni eskiden beri tanıyan arkadaşlar bilir, yazdığım hikayelerde karakterlerime ne çektiriyorsam başıma gelir. Geçen hafta beni öyle bir üşüme aldı ki size anlatamam, hafta sonu bizim hamamda - bakın altını çiziyorum hamamda 😂- otururken öyle bir üşüdüm, titredim ki üzerimde kazak ve hırka ile birlikte saunaya girdim, abartmadan söylüyorum kırk beş dakika kalmışım. Çalışan abla gelip uyandırdı sular içinde çıktım 🥵😂 Yani değişik şeyler oluyor canım arkadaşlarım, vallahi de billahi de artık kendimden korkmaya başladım lkjjlksdf Siz kendinize çok dikkat edin 😽♥️ Bu bölümün yarısından fazlasını - 8500 kelime - telefondan yazdım hatalar varsa şimdiden özür diliyorum. Beklettiğim için de özür dilerim fakat görüyorsunuz survivor gibi bir dönem geçirdim 🤷♀️ Verdiğim emeği göz önünde bulundurarak okuyan herkesten küçük yıldıza dokunup oy vermelerini ve kısa da olsa bölüm hakkında görüşlerini paylaşmalarını rica ediyorum, +20 oy sınırımız var biliyorsunuz yakında 25 olabilir haberiniz olsun 👀♥️ Hepinizi kocamaan öpüyorum, görüşmek üzere 😽♥️♥️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top