⚜️Bölüm 24 - "İnanç"⚜️

"Suum cuique."

⚜️ ⚜️ ⚜️

"Neden benim tüm bunlardan daha önce haberim olmadı?"

"Lütfen bağışlayın majesteleri, her şey bir anda gelişti. Lord Hallstein'a engel olmaya çalıştım fakat başaramadım. Ben size haber vermek için ayrıldığımda Abel Hallstein kardeşinin yanına geçmişti, kavgalarını o ayırmış olmalı."

Sarayın altın süslemeli mermer koridorlarından adeta sert bir rüzgâr gibi geçen Alita onu bir adım arkasından takip eden Boldmin'e saçmalık diye çıkışmıştı. Tedirgin ve öfkeliydi, kabul etmek istemese dahi olabilecekler onu korkutuyordu.

"Ruyka Alois'i ziyaret ettiğinde bunu Bergnan'a iletmeliydin Boldmin. Dua et sorun büyük olmasın, yoksa kazığı süsleyen ilk kelle seninki olacak."

Hala boğuk olan sesi ile söyledikleri Boldmin'in irkilmesine yol açmıştı. Alita, her zaman için soğuk ve tehditkâr bir auraya sahipti. Fakat o an göğsüne yayılan korku, etrafındakilere hissettirdiğinden çok daha fazlaydı. Kendini sakin kalmaya zorlasa dahi ihtimalleri düşündükçe panikliyordu. Ruyka'nın kocası ile ne konuştuğunu tahmin etmek onun için pek de zor olmamıştı. Alois'i tanıyordu, onun gibi biri ortada koca bir felaket olmadıkça kendini kaybedip etrafına saldırmazdı. Sakin ol Alita diye düşündü, hiçbir şeyi daha kötüye götüremezsin, sadece sakin ol.

Peki Ruyka nasıl öğrendi? Bu işte Victor'un parmağı olmalı.

Keia'nın zihninde yankılanan sorusuna herhangi bir karşılık verememişti. Haklı olduğunu düşünüyordu. Victor olan ilişkisi ilk günden son güne kadar her zaman sır olarak kalmıştı. Yıllar önce evlenmek istediklerini bilen beş kişiden ikisi ölmüştü. Geriye kalanlardan ne Ivar'ın, ne amcası Gustav'ın ne de hala Duviel'de olan annesi Brenna'nın durup dururken böyle bir söylentiyi başlatacağını sanmıyordu.

Gustav Alois ile aramı açmak için böyle bir şey yapmış olabilir mi diye geçirdi içinden, sorusu Keia'nın dikkatini celp etmişti.

Gustav tehlikeli bir adam. Ama hamile olduğun halde bunu sana yapar mı?

Bilmiyorum diye düşündü Alita. Amcası hamile olduğunu öğrendiğinde Alois'ten boşanması konusunda ısrar etmeyi bırakmıştı. Karnında hala adamın çocuğunu taşıyorken evliliklerini bitirmesinin bir mantığı yoktu. Amcam değil diye düşündü, Ruyka bunu nasıl öğrendi bilmiyorum fakat amcam söylemiş olamaz.

Kendi içinde Ruyka'nın tüm bunları nasıl öğrenmiş olabileceğini anlamaya çalışıyorken Dük Hallstein'ın karısı ile misafir edildiği daireye gelmişti. Kapının önünde Hallstein arması taşıyan muhafızlar nöbet tutuyorlardı. Bergnan ileri çıkıp onun adına ziyaretini seslendirdiğinde aralarından biri dairenin içine geçerek geldiğini haber vermişti.

Alita ellerini önünde birleştirmiş, içeri davet edilmeyi bekliyorken kalbi adeta göğsünü aşmak istercesine sarsılıyordu. Bu, uzun zamandır aşina olmadığı bir histi. Alois'e nasıl bir açıklama yapacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Kocası ile yüzleşmek, içinde beslediği korkularının sadece başlangıcıydı. Saraya yayılabilecek çirkin bir dedikodunun nelere mal olabileceğini düşündükçe ağzı kuruyordu. Yutkunarak birbirine geçirdiği parmaklarını sıktı. Dik durmak, korkusunu, endişesini belli etmemek için adeta tüm gücünü harcıyordu.

Kısa bir an sonra, Hallstein muhafızlarından biri önünde eğilerek dairenin kapısını onun için sonuna kadar açmıştı. Sakin kalmak adına derin bir nefes alan Alita, içeri attığı ilk adımda Alva ve Inge Hallstein tarafından karşılanmıştı. İkisi de ellerini önlerinde birleştirmiş, başlarını eğerek ona selam veriyorlardı.

"Majesteleri."

Alita, kendisi ve karısı adına konuşan Alva'ya aldırış etmemişti. Hala solgun olan gözleri yanan şöminenin önünde oturan Alois'i bulmuştu. Arkası ona dönüktü, dirseğini oval sandalyenin kulpuna dayamış, ateşi izliyordu. Kardeşi Abel, nöbet tutarcasına başına dikilmişti. Gözleri onu bulduğunda, tıpkı anne ve babaları gibi ellerini önünde birleştirip selam durmuştu. Birbirine kenetlenmiş bu aile tablosu Alita'nın pek de hoşuna gitmemişti.

"Dük Hallstein. Düşes Hallstein."

Alva ve Inge'ye selam verip ileri çıktığında sessizlik onu rahatsız etmişti. Vakit henüz akşam olmamasına rağmen dışarıda hava kararmıştı, günlerdir olduğu gibi yağmur duraklayarak ara vermeden yağıyordu. Tek işitebildiği şöminedeki cılız ateşten yükselen çıtırtılarken bir anda dairenin içerisine büyük bir gürültülü ile gümüş bir ışık dolmuştu. Hâlihazırda hiç olmadığı kadar tedirgin olan Alita, doğduğu günden beri su ve hava kadar alışkın olduğu gök gürültüsü ve peşinden kendini gösteren şimşekle birlikte irkilmişti.

Neden bu kadar korkuyorsun? O tacı tak ya da takma, sen hala krallıktaki en güçlü kadınsın.

Keia'nın sözleri hoş olsa bile zihninde yankılanan sesi onu desteklemiyor, bilakis azarlıyordu. Tabi diye düşündü Alita, neden korkasın ki? Sen saklanırken koca bir felakete sürüklenen benim.

Kontrolü bana devret. Tüm bu aptallığı kökünden çözebilirim, biliyorsun.

Keia'nın alaycı teklifi düşünmek dahi onu huzursuz etmişti. Kendi içinde teşekkür ederim diye çıkıştı, her şeyi yeterince mahvettik, daha fazla ölüm istemiyorum.

Keia kıkırdamıştı, zihninin içinde onunla konuşurken aynı zamanda alay ediyordu.

Alita, sen yumuşak kalpli bir ahmaksın.

İçine derin bir nefes çeken Alita, Keia'nın söylediklerini duymazlıktan gelerek ilerlemeye devam etmişti. Alois hala sandalyesinde oturuyorken sesine, varlığına herhangi bir tepki vermiyordu. Tereddütlü ve ağır adımlarla yanına geldiğinde yüzünün sadece bir kısmını görebilmişti. Üzerindeki ceketin düğmeleri açıktı, gömleğinin yakası hırpalandığı gösterircesine darmadağın haldeydi. Fakat dikkatini en çok çeken ayrıntı, kahverengi ceketinin ve mahvolmuş haldeki gömleğinin neredeyse her yerine bulaşan kandı. Alois'in yüzünün gözüken kısmında pek bir hasar yoktu. Sıkı bir kavgaya girdiği belli olsa dahi dudağının kenarındaki taze yara ve elmacık kemiğinin üzerindeki çürük dışında yüzünde pek bir hasar yoktu. Duviel'de, kardeşi Aksel ile kavga ettikten sonra yüzü adeta tanınmaz hale gelmişti. O zamanı düşündüğünde, bu hali onu pek korkutmamıştı.

O halde tüm bu kan lekesi kime ait diye düşündü. Sorusunun kendi içinde cevabını bulması pek zor olmamıştı. Ellerini önünde birleştirmiş, sağ yanında duruyorken Alois başını kaldırıp ona bakmayı inatla reddediyordu. Alita, dikkatini çekebilmek için dizlerini kırarak önünde diz çökmüş, tereddütle elini uzatıp kolunu kavramıştı.

"Alois."

Boğuk sesi ile adını söylediğinde Alois yüzünü yavaşça ona doğru çevirmişti. Alita, yanağının sol tarafında, çenesinin biraz üzerindeki çürüğü ancak o zaman görmüştü. İlk anda elini uzatıp dokunmak istese dahi bunu yapamamıştı. Alois'in, güneşe çıktığında gördüğü en tatlı maviye dönen yeşil gözlerine biriken öfke onu engellemişti. Oturduğu yerde burnundan solumuyordu, çenesi kasılmamıştı ya da kaşlarını çatmıyordu. İfadesi olabildiğince sakindi fakat bakışları aralarına aşması güç koca bir engel bırakıyordu.

"Özür dilerim, Victor'dan bunun hesabını soracağım."

"Neyin hesabını soracaksın? Adama saldıran benim."

Karşılık olarak herhangi bir şey söyleyememiş, sadece kavradığı kolunu sıkmıştı. Gözlerini deviren Alois onunla pek ilgileniyormuş gibi gözükmese de sırtında biriken bakışları hissedebiliyordu. Alita, o an böyle bir durumda Hallstein ailesi ile bir arada olmaktan hiç mutlu değildi. Konuşmak istedikleri ağzında birikip yok oluyordu.

Sıkıntıyla soluğunu dışarıya verdiğinde, Alois'in sol elinde tuttuğu kanlı mendili fark etmişti. Ucundaki mavi işlemeleri gördüğü an kime ait olduğunu anlamıştı. Olamaz diye düşündü, göğsündeki onu yoran huzursuz heyecan bir anda katmerlenmişti. Telaşa kapılarak, nasıl yaptığını bilmeden elini uzatıp almak istediğinde Alois sıktığı dişleri ile geri çekilmişti. Bir an dahi tereddüt etmeden, yıllar önce işlediği mendili şöminede yanan ateşin içerisine fırlatmıştı.

"Artık kimsenin bu çirkin şeye ihtiyaç duyacağını sanmıyorum."

Gözlerine bak. Bu kez başımız gerçekten belada.

Kapıldığı telaşla ne yapacağını şaşırmış olan Alita Keia'nın kıkırdayan sesi ile söylediklerine aldırış etmemişti. Hissettiklerini belli etmek istemese dahi vücudunun ısındığını hissediyordu. Alois'i ikna edemeyeceği korkusu içinde büyümeye başlamıştı.

Eğer izin verirsen onu ikna edebilirim Benden daha çok hoşlandığını biliyorsun.

Alita çığlık atarak kapa çeneni diye bağırmamak için kendini zor tutmuştu. Kontrolünü kaybetmek üzereydi, bu çoğunlukla sessiz kalmayı tercih eden Keia'yı hiç olmadığı kadar güçlendiriyordu. O çaresizlik ve öfke arasında sıkışıp kalmışken, Keia tekrar kıkırdayarak gülmüştü.

Sinirlenme, sadece şaka yapıyorum. Adon Waldorf'u arkamızda bıraktık, sanırım Alois'le başa çıkabiliriz.

"Majesteleri ve Alois'i yalnız bırakalım, konuşacakları olmalı."

Inge'nin beklemediği ve minnettar olduğu teklifi karşısında Alita başını kaldırıp arkasını dönmüştü. Kadına pek de özgüvenli gözükmediğinden emin olduğu gülümsemesini sunarken yanı başındaki Alois hareketlenip ayağa kalkmıştı.

"Gerek yok, anne. Ailemden bir şey saklayacak değilim."

Hala olduğu yerde diz çöken Alita bayılmaktan korkmuştu. Bedeni hala yorgun ve kendini toplayamamışken, korkuyu, endişeyi bu kadar güçlü yaşamak ona iyi gelmemişti. Başını kaldırmış, Alois'e bakıyorken midesinden bir şeyler yükselip öğürmesine yol açmıştı. Herhangi bir ses çıkarmamak için elini ağzına kapatmışken, ona yukarıdan bakan Alois'in gözleri üzerine dönmüştü. Bakışları görmeye alışkın olduğu âşık adama ait değildi. Ona doğru eğilip kolunu kavrayarak doğrulmasına yardımcı olmuştu. Biraz önce Victor'un kanlı mendilini tutan elini beline yerleştirdiğinde dokunuşu sıklıkla olduğu gibi onu rahatlatmamış, bilakis tüylerini ürpertmişti.

"Ama güzel karımı yeterince yordum, dinlenmesi gerek. Dairemize geçsek daha iyi olacak."

* * *

Alois, anne ve babasına ait olan daireden çıktıklarında ellerini Alita'nın üzerinden çekmişti. Adımlarına yetişip yetişemeyeceğini umursamadan koridorda yürüyorken bir an duraklamıştı. Bir sanrıya kapılmış da kendine yeni geliyormuş gibiydi, üzerindeki kan izi olmuş ceketi ve gömleği yeni fark ediyordu. Onunla alay eden Victor'u yere yığmış, yumruklarını üst üste yüzüne geçiriyorken Abel bir anda, nereden çıktığını anlamadan yanında belirmişti. Onu kanlar içindeki adamın üzerinden güçlükle almış, anne ve babalarına ait daireye götürmüştü. Alois, ona söylenenleri, sorulan soruları, önüne diz çöküp neredeyse ağlayan annesini bölük pörçük hatırlıyordu. Düşündüğünde, kendini Victor'un odasına nasıl attığını dahi zihninde tekrar canlandıramıyordu. Gözünün önüne gelen her şey parça parçaydı, annesi Inge'in yüzünü yıkadığını hatırlıyordu fakat söylediklerini adeta duymamış gibiydi.

Üzerindeki kan lekelerine bakıyorken önünü alamadığı bir tiksinti duymuştu. Ben bu değilim diye düşündü, bu adam ben değilim. Victor'a yaptığı şey için pişmanlık duymasa dahi kıyafetlerine bulaşan kanı gördükçe midesi bulanıyordu.

"Alois."

Adını seslenen Alita koluna dokunduğunda içini çekerek ona dönmüştü. Karşılaştıkları ilk akşam onu adeta dilsize çeviren, âşık olduğu gözlerinden birçok hissin geçtiğine şahitlik etmişti. Fakat o an ne gördüğünden, ne görmeyi beklediğinden pek emin olamıyordu. İçten içe tüm bunların bir yanlış anlaşılmadan ibaret olabileceği ihtimaline inandığını, Alita elinde tuttuğu kanlı mendile uzanmak istediğinde fark etmişti. O an, gözlerinde ne gördüğünden emin olamıyordu. Fakat Victor'un mendilini almak istediğinde bakışları dehşet içindeydi.

"Alois, iyi misin ?"

Alois elinde olmadan gülümsemişti. Gözüne kara bir perde indiren yakıcı öfkenin söndüğünü hissediyordu. Onu tanımadığı bir adama çeviren karanlık öfkesi yerini canını çok daha fazla acıtan, anlamlandıramadığı buruk bir hisse bırakmıştı.

"Evlendiğin adamın ismini bilmek ne büyük ayrıcalık, değil mi? Ben bugün seninkini Ruyka'dan öğrendim."

"Alois-"

"Sus, ikimizin de iyiliği için dört duvarın arasına girene kadar sus. Çünkü ben kendimi tutabileceğimi sanmıyorum."

Hiç olmadığı kadar çekingen bir tavra bürünen Alita sözlerine herhangi bir karşılık vermeden, sadece başını sallayarak geri çekilmişti. Çevrelerini saran muhafızların eşliğinde birlikte yürümeye başlamışlardı. Etraflarına örülen etten duvar görülmelerini engellese dahi, kat ettikleri yol boyunca karşılaştıkları insanların kaçamak bakışları üzerlerindeydi. Victor, kral ve kral danışmanından sonra hazine kâtibi olarak sarayın üçüncü adamıydı. Alois, eğer bir prensesle evli olmasa bu yaptığı için kellesini kaybedeceğini biliyordu. Sıradan bir adamı dövse dahi skandal sayılabilecekken, böyle bir durumu saklanması pek mümkün gözükmüyordu.

Dairelerine çıkan koridora geldiklerinde, Alita etraflarını saran muhafızlardan durmalarını istemişti. Önlerindeki geniş holün ihtiva ettiği tüm altın süslemeli kapılar dairelerine açılıyordu. Her birinin önünde iki muhafız nöbet tutarken, Alita baş muhafızı Bergnan'a dairenin çevresinde kimseyi istemediğini söylemişti. Ağabeyi Hagen'ın ölümünden sonra, uyurken başucunda beklemesi için dahi muhafız tutmaya heveslenmişken, o an hepsinin dairelerine açılan koridorun başında nöbet tutmalarını emretmesinin tek bir amacı vardı; konuşacaklarının tek kelimesi dahi duyulsun istemiyordu.

Alois hiçbir şey söylemeden karısını izlemişti. Hiç olmayacaklar anlarda bile, soğukkanlılığını koruyup kendini ve olabilecekleri düşünmesine hala şaşırıyordu. Birlikte dairelerine geçtiklerinde, onları bekleyen Rinda ve Rita karşılaşmışlardı. Alita, hizmetçilerine dışarı çıkmalarını söylemişti. Alois üzerindeki ceketi çıkarıp yataklarının önündeki divana otururken başlarını eğen iki kız dairelerini terk etmişlerdi.

Baş başa kaldıklarında, aralarında ikisinin de bozmaya cesaret edemediği derin bir sessizlik oluşmuştu. Dirseklerini bacaklarına yaslamış, öne eğdiği başını ellerinin arasına alan Alois hala Ruyka'nın söylediklerini düşünüyordu. Kadının sözleri adeta zehir gibi zihnine işlemişti, durmak bilmeden sürekli kendi kendini tekrarlıyordu.

Victor'un beni aldattığından uzun zamandır emindim, sadece bunun kim olduğu bilmiyordum.

Bu mendili odasında buldum, kilitli bir kutuda saklıyordu. Peki, üzerinde ne yazıyor biliyor musun? Aşkım asla bitmeyecek, Victor&Stalian. Tüm krallığı gezebilirsin, ben Karaburun'dan geliyorum ve Alita'dan başka adı Stalian olan bir kadınla karşılaşmadım.

Sen iyi bir adamsın Alois, bunu bilmeye hakkın var. Maalesef kuzenim seni sevgili kocamla aldatıyor.

Victor'u dostun olarak gördüğünü biliyorum, Alita ve ben kardeş olarak büyüdük. İkimiz de aptal yerine koydular.

O, kulağında yankılanan Ruyka'nın sesi ile kendi düşünceleri içinde boğulurken Alita'nın öksürdüğünü işitmişti. Başını kaldırıp baktığında, şöminenin önünde ayakta dikildiğini gördü. Mermer kemerden destek alarak elini göğsüne yerleştirmişti, ciğerleri sökülürcesine öksürüyordu. İlk anda herhangi bir tepki vermeden sadece izlemişti. Karısı o halde görmek, ona günler önce kucağında can çekiştiği geceyi hatırlatmıştı.

Elleri ile yüzünü ovup küfrederek yerinden kalktığında balkon kapısının sağında kalan masaya yönelmişti. Sürahiyi eline alıp tepsinin üzerinde duran bronz bardaklarından birine su doldurmuştu. Yaklaşıp kolunu kavradığı Alita'yı biraz önce kendisinin oturduğu divana yerleştirip su dolu bardağı ona uzatmıştı. Hastalandığı günden beri, sıklıkla olmasa dahi bu öksürük nöbetlerine tutulan Alita bardaktaki suyu günlerdir dili damağı kuru geziyormuşçasına kana kana içmişti. Islanan dudaklarını eliyle siliyorken bakışları çekinerek onu bulmuştu.

"Teşekkür ederim."

Karşısında oturan kadını izleyen Alois hala olanlara inanmak istemiyordu. Daha önce birçok üzüntü ve hayal kırıklığı yaşasa dahi hiçbiri canını bu kadar yakmamıştı. Alita'nın onu aldattığını düşündükçe boğulduğunu hissediyordu. Bir anda ne yapacağını bilmediği bir çaresizliğin içine düşmüştü.

"Senin iki adın mı var? Adın Alita Stalian mı ?"

Bu soruyu neden sorduğunu bilmiyordu. Bir anda, kontrolünün dışında ağzından çıkmıştı. Sorusunu kulaklarından geçip zihninde yankılandığında bu kadar aptal olduğu için kendine öfkelenmişti. Alita'nın olanları inkâr etmesi için söyleyeceği yalanı bekliyordu, inanmaya utanç duyduğu bir şekilde hazırdı.

Fakat umutsuzca beklediği yalan ortaya çıkmamış, Alita oturduğu yerde başını sallayarak ondan gizlediği adını kabullenmişti. İçini çekerek başını salladığında, gözlerinin dolduğunu hissediyordu. Arkasını dönerek ellerini saçlarının arasından geçirmişti, titreyen dudaklarını sıkıyorken o an tek istediği bağırarak ağlamaktı. Göğsünden boğazına yükselen yoğun his artık onu nefessiz bırakıyordu.

"Alois, nasıl hissettiğini biliyorum fakat bana inan, hiçbir şey gözüktüğü gibi değil. Lütfen, kendimi açıklamama izin ver."

Alita konuşmaya başladığı an Alois hırsla ona doğru dönmüştü. Karşısında hala bu kadar rahat konuşabilmesi onu adeta çıldırtıyordu. Konuşurken ne boğazındaki yumruya ne de titreyen sesine aldırış etmemişti, bağırıyor olmasını dahi umursamıyordu.

"Nasıl bir yalan söyleyeceğine karar verecek kadar uzun düşündün mü ?"

"Alois, bu şekilde konuşma."

"Neden? Olan biten bundan ibaret değil mi? Evlendiğimiz ilk günden beri bir aptalmışım gibi bana yalan söylemiyor musun ?"

"Hayır, hayır böyle olmadığını sen de biliyorsun. Seni sevdiğimi biliyorsun Alois."

Hakarete uğramışçasına yüzü kırışan Alois küfür ederek Alita'dan uzaklaşmıştı. Hala divanda oturan Alita, saçlarına örttüğü şalı çıkarıp destek alarak ayağa doğrulmuştu. Alois, dikkatli baktığında bacaklarının titrediğini fark etmişti. Onu bu halde görmek, kabul etmek istemese dahi canını yakıyordu. Böyle bir adam olduğu için kendinden nefret etmişti.

"Otur, ayağa kalkma."

"Hayır, beni dinlemen gerek."

"Alita, lanet girsin neyi dinleyeceğim ?! Beni nasıl aldattığını mı ?!"

Sesi, bir anda belki de hayatı boyunca hiç olmadığı kadar gür çıkmıştı. Yumruklarını sıkmış haykırırken, Alita ona yaklaşamadan olduğu yerde irkilmişti. Eli, tıpkı anne ve babasının yanındayken yaptığı gibi ağzını kapatmıştı. Renksiz duran mavi gözleri tıpkı onunkiler gibi damlalarla parlıyordu. Başını iki yana doğru sallıyorken güçlükle konuşabilmişti.

"Bu doğru değil, yemin ederim bu doğru değil. Ben seni aldatmadım, evliliğimiz boyunca birçok hatam oldu ama seni asla aldatmadım."

"İsmin o mendilin üzerindeydi, kendi gözlerimle gördüm. O mendile nasıl baktığını gördüm."

"O mendil yıllar öncesine ait. Sana daha önce anlatmam gerekirdi ama yapamadım. Beni anlaman gerek Alois, korktum. Beni kabul etmemenden, olacaklardan korktum."

Alois Alita'nın boğuk sesi ile söylediklerinin ardından tamamen çileden çıkmıştı. Hala bu kadar ustaca ve kolaylıkla yalan söyleyebildiğine inanmıyordu. Çabalamadan, üstelemeden olan biteni kabul etmesi onu yıkabilirdi, biliyordu. Bunu hissetmesine rağmen gerçeği işittiği bayağı yalanlara tercih etmeye hazırdı.

"Sen, birinin seni kabul etmemesinden korkacaksın, öyle mi? Bence daha iyisini bulabilirsin, bu çok basit oldu."

Konuşurken Alita'nın üzerine yürüyen Alois ne yaptığının farkına vardığında geri çekilerek arkasında bıraktığı şömineye dönmüştü. Ellerini süslemeli kemerine yaslayarak çıtırtıları sessizliğe yayılan ateşi izlemeye koyulmuştu. Ona kendini kaybettiren öfkeyi arkasında bırakmıştı, içinde bir şeylerin tıpkı alevlerin arasında yanıp çatırdayarak bir bir çöken ağaç kütükleri gibi kül olduğunu hissediyordu. Vücuduna hâkim olan sıcak öfke yerini çaresizliğin, pişmanlığın ve bilinmezliğin soğukluğuna bırakmıştı. Elini gömleğinin yakasına götürüp boyun bağını çözdüğünde dağılan saçlarının önüne geldiğin fark etmişti. Kendini aptal diye mırıldanmaktan alıkoyamıyordu. Ateşin yansımalarını taşıyan yeşil gözlerinden ilk damla geldiğinde, öfkeyle yüzünü silerek aptal diye haykırmıştı. Avuç içlerini üst üste önündeki şöminenin kemerine geçiriyorken, Alita ağır ve çekingen adımlarla ona yaklaşıp koluna dokunmuştu.

"Alois kendine boş yere işkence ediyorsun. Ölen kardeşlerimin ruhu üzerine yemin ederim ki ben seni aldatmadım."

Alois kolunu silkeleyerek Alita'nın dokunuşundan kurtulmuştu. Tanıştıkları günden beri ilk kez onun yanında olmak, sesini duymak, yüzünü görmek istemiyordu. Sözlerine inanmak istese dahi kapıldığı huzursuz dürtü ile bunu başarabilmesi imkânsızdı.

"O mendilin Victor'da ne işi vardı ?"

O ana kadar gayet cesur davranan Alita, sorusu ile birlikte gözlerini ondan kaçırmıştı. Dudağını ısırarak önünde birleştirdiği ellerini ovuyorken Alois bir anda öfkelenmişti. Daha fazla bekleyecek, kıvranacak gücü kendinden bulamıyordu.

"O mendilin Victor'da ne işi vardı ?!"

"Anlatacağım! Anlatacağım, tamam mı ?!"

Tıpkı onun gibi haykıran Alita'nın sesi öfke değil çaresizlik taşıyordu, sona doğru çatlamış ve onu tekrar öksürüğe mahkûm etmişti. Karşısında duran Alois bu kez ne kolunu tutmuş ne de içmesi için su getirmişti. Öksürükleri ile yüzü kızaran Alita, kendine gelip doğrulduğunda nefesi sıkışmıştı. Konuşurken cümlelerini bir anda tamamlayamıyordu, söylediklerinin sonunu kesik kesik getirmişti.

"O mendili yıllar önce ben işledim. Belki on sekiz belki de on dokuz yaşındaydım. Senin var olduğunu dahi bilmiyorken Victor benim âşık olduğum ilk adamdı. Evlenmeyi düşünüyorduk fakat babam buna izin vermedi. Ona Ruyka'yı uygun gördüler, ben de bunu kabullendim. Olan biten bundan ibaret, Victor ve ben yıllardır birbirimizle konuşmuyoruz bile."

Alita'nın boğuk ve çatlayan sesiyle söyledikleri onu yatıştırmamış, bilakis öfkesini körüklemişti. Birlikte geçirdikleri ilk geceyi hatırlamıştı, ona dokunan kadının tecrübesiz, heyecanlı bir bakire olmadığı anlaması uzun sürmemişti. Şüphe, ona sahip olduğu ilk gece aklına düşmüşken karısına bunu açık yüreklilikle sormuştu. Kendisi birçok kadınla birlikte olmuşken karşısındaki yirmi beş yaşındaki Alita'nın hayatına giren ilk erkek olmayı beklemiyordu. Fakat aklından geçenleri söylediği an, karısı onu azarlayarak terslemişti. Alois, o akşam kendisinden önce başka bir adamla birlikte olduğunu öğrense bunu kabullenebilirdi. Fakat o an, açıkça aptal yerine konulduğunu hissediyordu.

"Bana yalan söyledin. Sana sordum, hayatında benden önce biri olup olmadığını sordum, yalan söyledin."

"Alois korktum, anlamıyor musun ?"

"Gökler aşkına, neden korktun ?! Seni asla bırakmayacağımı biliyordun ! Hala biliyorsun ! Sana güç veren de bu değil mi ?!"

"Hayır, hayır böyle değil ! Alois-"

"Her şey tam olarak böyle ! Tanıştığımız o akşamdan beri yalanlar söyleyip beni test ediyorsun ! Seninle yattığım ilk gece hayatındaki ilk adamın ben olmadığımı anladım ! Tek yaptığım sana güvenmeyi seçmekti, şüphelendim ama bir aptal gibi sana güvenmeyi seçtim !"

Alois bir anda tekrar kendini kaybetmişti, konuşurken sesini ya da hareketlerini kontrol edemiyordu. Bağırırken Alita'nın üzerine yürüdüğünü karısı ürkerek geri çekildiğinde fark etmişti. Fakat bu kez kendini durdurmak için uğraşmamıştı. Öfkeyi, canını yakan o garip acıya tercih ediyordu.

"Alois, yalvarırım bağırma yoksa ben de kendimi tutamayacağım."

"Öyle mi ? Ne yapacaksın ? Yoksa yine kendini tutamayıp beni sevmediğini ya da güvenmediğini mi söyleyeceksin ?"

"Benim suçum ne? Yıllar önce birini sevmek mi? Seni aldatmadım diyorum, Victor ile yıllardır doğru düzgün konuşmuyorum bile. On sekiz yaşındayken, günün birinde seninle tanışacağımı bilemezdim."

"Hala anlamıyorsun değil mi? Bana yalan söyledin!"

"Ne yapmamı istiyordun ?! Evlendiğimiz gece sana kuzenimin kocasıyla eskiden sevgili olduğumu mu söyleyecektim ?! Bunu yapamayacağımı sen de biliyorsun !"

Aralarında tek bir adımlık dahi mesafe kalmamışken Alita boğuk sesiyle bağırdığı an Alois öfkeden dişlerini sıkmıştı. Aynı şeyi tekrar tekrar işitmek onu deyim yerindeyse çileden çıkarıyordu. Elleri kendini kaybetmişçesine titriyorken güçlükle geri çekilmişti. Arkasını tekrar Alita'ya döndüğünde ağzının kuruduğu hissediyordu. Ahşap, kakmalarla süslenmiş masaya yönelip yan yana duran bardaklardan birine uzanmıştı. Fakat titreyen eli sürahiden su dökmesine izin vermiyordu. Nefes almakta güçlük çekerken, bir an boğulacağını düşünmüştü. Göğsü hızla inip kalkarken titreyen eliyle tutmayı beceremediği sürahiyi bardakla birlikte bağırarak yere savurmuştu. Her yere yayılan su yüzüne kadar sıçramıştı.

"Ben bunu hak etmedim !"

Alois kendini yatıştırmaya çalışırken bir anda tamamen kontrolden çıkmıştı. Elleri titriyordu, nefesi ona yetmemeye başlamıştı, gözleri akmak için en zayıf anını bekleyen damlalar ile dolmuştu. Hırsla, ne yaptığını bilmez halde Alita'ya dönmüştü. Öyle baştan çıkmış bir haldeydi ki korkmuş ya da irkilmiş olmasını önemsemiyordu.

"Senin için her şeyi yaptım, her şeyi ! Ne bu şehirde ne de bu sarayda olmak istemedim ! Tek istediğim dışarıda, özgür olmakken sadece senin için bu s*ktiğimin yerinde boğuldum kaldım ! Şu lanet saçlarımı görüyor musun ?! Nefret etmeme rağmen sadece sen sevdiğin için aylardır uzatıyorum ! Neden biliyor musun ?! Çünkü ben iflah olmaz bir budalayım !"

"Alois lütfen-"

"Şimdi her şey daha iyi mi oldu sanıyorsun ?! Aylar geçti, her şeyi bana anlatabilirdin ! Ama sen yalan söylemeyi seçip kendimi nasıl rezil ettiğimi izledin !

"Eğer Victor'dan uzak durmanı söylesem bunun sebebini sorardın !"

"Sen de bana o lanet sebebi söylerdin ! Anlamıyorsun değil mi ?! Biz evliyiz, sen benim karımsın ! Tüm bunları kuzeninden ya da adının yazılı olduğu bir mendil parçasından değil senden duymam gerekirdi !"

"Yeter ! Yeter tamam mı ?! Katlanamıyorum artık, bana daha fazla bağırma !"

Neredeyse avazı çıktığı kadar bağıran Alita'nın sesi çatlamıştı. Tıpkı daha önce olduğu gibi kendini zorladığı için yoğun bir öksürüğe tutulmuştu. Günlerdir, boğazının iyileşmesi için ona elleriyle macun yediren Alois, o an hiçbir şey yapmadan karşısındaki kadının öksürükten katılmasını izlemişti. Boğazını tutarak iki büklüm olan Alita, biraz olsun kedine geldiğinde tekrar doğrulmuştu. Yüzü kendini zorlamaktan kızarmıştı, öksürmekten gözlerinden yaş gelmişti. Konuşurken sesi hastalığının ilk günü olduğu gibi boğuk ve çatal çataldı.

"Birbirimizi geçmişimizle yargılayacaksan zararlı çıkan sen olursun. Evlenmeden önce nasıl bir hayat sürdüğünü biliyorsun."

Ellerini beline yaslamış, karşısındaki kadını izleyen Alois ruhsal dengesini kaybettiğini hissediyordu. Gülerek, ağır ağır birkaç adım ötesinde dikilen Alita'nın üzerine yürümüştü. Üzerine eğildiğinde yüz yüze gelmişlerdi. Birbirinin gözlerine bakıyorlarken aralarındaki mesafe nefeslerini hissedebilecekleri kadar azdı.

"Elbette biliyorum, beğendiğim her kadınla yatıyordum. Ama bak, bir kadına âşık oldum ve yatağıma almak yerine onunla evlendim. Bir zampara gibi yaşamama rağmen diğer kadınları arkamda bıraktım, karıma sadık olmayı seçtim. Zamanı geldiğinde bana bir pislikmişim gibi davranmasına rağmen onu sevdim, ona güvendim, ona karşı her zaman dürüst oldum. Ama görünen o ki sevgili karım bunların hiçbirini becerememiş."

Sözlerini bitirdiği an Alita dişlerini sıkıp ellerini göğsüne yerleştirerek Alois'i kendinden uzağa itmişti. Nefesi sıklaşmaya başlamışken ellerini dağılan topuzuna götürüp tamamen çözmüştü. Simsiyah bir geceyi andıran saçları omuzlardan aşağıya doğru serbest kaldığında eğdiği başını kaldırmıştı. Gözleri ıslaktı fakat bu kez öksürükten dolayı değildi. Ağlamamak için kendini sıksa dahi bunu başaramamış gibi duruyordu.

"Beni seni aldatmadım Alois, sakın bunu ima etme, sakın. Sadece seninle birlikte olabilmek için neleri kaybetmeyi göze aldığımı, kimlerin karşısında durduğumu bilmiyorsun."

"Bilmiyorum. Bak gördün mü ? Bilmiyorum. Sorun da bu, anlıyor musun ? Biz evliyiz ve ben senin hakkında hiçbir s*k bilmiyorum. Kardeşin ölüyor, tüm sarayda seni arıyorum, eski sevgilinden kıymetli hocanla olduğunu öğreniyorum. Aradan zaman geçiyor, neden benden uzaklaştığını düşünürken aslında beni o kadar sevmediğini ve güvenmediğini öğreniyorum. Tam bunu kendi içimde unutmuşken, kuzeninin kocası ile eskiden sevgili olduğunu öğreniyorum. Ona işlediğin mendil sayesinde aslında başka bir adın olduğunu öğreniyorum. Tüm bunlar beni çileden çıkarmaya yetmezmiş gibi şimdi de kıymetli ailenin aslında evlenmemize pek razı olmadığını öğreniyorum."

Alois aklını kaybetmişçesine gülmeye başlamıştı. Kendine ne olduğunu anlayamıyordu, sadece bir an önce ağlamamak için kendini zorluyorken o an kıkırdayarak gülmeye başlamıştı. İçini çekerek Alita'ya doğru yürüdü, kadının kaçmasına fırsat vermeden kolunu kavrayarak kendine doğru çekmişti. Ellerini saçlarının arasında gezdirerek okşamıştı, ona doğru eğilmişken gözlerinin içine bakmak istiyordu. Parmakları ile şakaklarından yanaklarına doğru yüzünü okşadıktan sonra elini çenesinin altına yerleştirerek başını kaldırmıştı. Âşık olduğunu gözlerine bakarken, gülümsemesinin içi acıyla dolmuştu. Göğsünde tekrar onu boğan sancıyı hissediyordu.

"Şimdi sen söyle güzel sevgilim, ben sana nasıl inanabilirim ? O adamın sana dokunmadığına nasıl inanabilirim ?"

"Alois-"

"Mahvettin hayatım, her şeyi mahvettin. Kalbimde sana dair en ufak bir inanç kalmadı."

Alois, Alita'nın çenesini serbest bırakıp geri çekilmişti. Birkaç adım ötesinde duran divana bıraktığı ceketini aldığında Alita yanına sokulup kolunu kavramıştı, çekiştirerek onu kendine bakmaya zorluyordu.

"Alois, hiçbir yere gidemezsin. Beni dinlemen gerek, görmüyor musun ? Seni aldatmadım, tüm bunları bizi birbirimizden koparmak için yapıyorlar."

Omzunun üzerinden arkasına baktığında, Alita hiç olmadığı kadar telaşlıydı. Solgun yüzü canı yanıyormuşçasına buruşmuştu, kavradığı kolunu sıkı sıkıya tutuyorken Alois silkinerek onu kendinden uzaklaştırmıştı. Baş başa kaldıkları her an birbirlerine zarar verme ihtimalleri artıyordu.

"Bunu sen yaptın, başka biri değil, sen yaptın. Şimdi beni bırak."

Alois dışarı çıkmak için ilerliyorken Alita ondan önce davranmıştı. Neredeyse koşarak dairelerinin çift kanatlı kapılarının önüne geçmişti. Yaklaştığında, onu durdurmak için elini göğsüne koymuştu. Alois onu aşmak için kulpa ulaşmaya çalıştığında ittirerek kendinden ve kapıdan uzağa itmişti.

"Alois, yalvarırım kendine gel. Bu şey bir şaka değil, kıvılcımlanacak en küçük bir dedikodu koca bir yangına dönüşür bu sarayı sarar."

"Umurumda değil."

"Alois lütfen-"

"Umurumda değil !"

İleri çıkıp tekrar kulpa ulaşmak için davrandığında Alita bu kez elini kavrayıp karnının üzerine götürmüştü. Kavgalarının aksine bağırıyor olmasını umursamamıştı. Karnına yerleştirdiği elini sıkı sıkıya tutmuş, o güne kadar belki de hiç işitmediği uysal bir tonda yanında kalmasını istiyordu.

"Beni düşünmüyorsan bebeğimizi düşün. O senin çocuğun Alois, kardeşlerim üzerine yemin ederim ki o onun babası sensin. Benimle kalman gerek, insanlar bu akşam yanıma gelmediğini duyarsa ne düşünür ? Yalvarırım makul ol, çocuğumuzu düşün."

Alois bakışları bir an için ellerinin birleştiği karnını bulmuştu. Kendi içinde her şey öyle karışık bir hal almıştı ki neyin doğru ya da neyin yanlış olduğunu kestiremiyordu. Tek hissettiği nefes almakta zorlandığıydı. Bir çift el boğazını sarmışçasına boğulduğunu hissediyordu. Bu dürtü ile geri çekilip Alita'dan uzaklaşmıştı. Karısı onu vazgeçirdiğini düşünüp hareketlendiğinde, kolunu kavrayıp kenara çekmişti. Hala Alois diye seslendiğini duysa dahi umursamıyordu. Dairelerinin kapısını aralayıp kendini dışarı atmıştı. Arkasından bir müddet daha seslenen Alita gelmeyeceğini anladığında ahşap kapılarını menteşelerinden sökmek istercesine hırsla kapatmıştı. Hala dairelerine ait geniş holde olan Alois, çığlık çığlığa bağırarak dairelerini nasıl alt üst ettiğini duyabiliyordu.

* * *

"Prenses hazretlerinin dairesine giren oldu mu ? Senden başka onu o halde gören var mı ?"

Sarayın tenha koridorunda, yanı başında Alita'nın baş muhafızı Bergnan ile ilerleyen Gustav sorusunu mırıldanarak seslendirmişti. Bulundukları durum öylesine bıçak sırtı ve tehlikeliydi ki sızabilecek en ufak bir söylenti dahi midesini bulandırıyordu.

"Hayır efendim. Lord Hallstein dairesini terk ettikten sonra çığlık seslerini işitince diğerlerine oldukları yerde beklemeleri söyleyip kontrol için tek başıma ben huzuruna çıktım."

Gustav başka herhangi bir şey söylememişti. Yeğenin kocası ile paylaştığı daireye çıkan koridorun başında neredeyse on tane muhafız nöbet tutuyordu. Onu gördüklerinde başlarını eğerek selam durup kenara çekilerek yol vermişlerdi. Bir an için duraksayan Gustav, soğuk gözlerini yanı başındaki Bergnan'a döndürmüştü.

"Diğerleri ile birlikte burada bekle. Lord Hallstein ve benim dışımda kimsenin bu koridora girmesini istemiyorum."

"Emredersiniz efendim."

İçine derin bir nefes çeken Gustav, muhafızları arkasında bırakarak ağır adımlarla koridora geçmişti. Duyduğu zırh seslerinden yeğenine hizmet eden muhafızların girişi tekrar kapattıklarını tahmin edebiliyordu. Bu alınabilecek en akıllıca tedbirdi. Tüm saray, Alois'in Victor'u dövdüğü haberi ile çalkalanırken konuşulanların yayılması herkes için felaket olurdu.

Geniş hole çıktığında etrafına bakınıp dairenin altın süslemeli, beyaza boyanmış çift kanatlı ahşap ana kapısına yaklaşmıştı. İzin almak için işaret parmağı ile kenarına vurduğunda herhangi bir ses gelmemişti. Normal bir zamanda, bunu uzunca bekleyerek iki kez tekrar etmeden içeri girmezdi. Fakat o an karşılaşabileceği manzaradan korkuyordu.

Elini süslemeli pirinç kulpa yerleştirip kapıyı araladığında ilk gördüğü karşısında kalan yatağın önündeki divanda oturan Alita olmuştu. Siyah saçları dağınıktı, başını önüne eğmişken yüzünü örtüyordu. Kapıyı yavaşça örtüp ona doğru ilerlediğinde, iki eliyle yüzünü kapattığını fark etmişti. Dirseklerini bacaklarına yaslamış, oturduğu yerde adeta iki büklüm olmuştu.

Gustav, bakışlarını yeğeninden çekip dairenin içinde gezdirdiğinde manzaranın farklı olmadığına kanaat getirmişti. Her yer kırılan ayna parçalarıyla doluydu, devrilen masadan düşen bronz bardaklar açık balkon kapısından esen rüzgârla birlikte bilye gibi oradan oraya yuvarlanıyorlardı. Yağan yağmur balkonda içeriye dolmuştu, zemindeki seramik desenler su içinde kalmaya başlamıştı. Bulundukları yere uzaktan bakan, kıyametin koptuğunu kolaylıkla söyleyebilirdi.

Sıkıntıyla derin bir nefes alıp kendi etrafında döndükten sonra dikkatle Alita'ya yaklaşmıştı. Kendini kaybettiğini anlaması için daha fazlasına ihtiyaç duymuyordu. Böyle bir anda yeğenine nasıl yaklaşması gerektiği konusunda pek emin değildi. Alita'nın geçirdiği öfke nöbetlerinin ne kadar tehlikeli olduğunu gayet iyi biliyordu. Konuşmaya, aralarında bir iki adım mesafe bıraktığında başlamıştı.

"Alois anne ve babasının yanında, buradan çıktıktan sonra başka hiçbir yere uğramadan dairelerine geçmiş."

Alita ilk anda söylediklerine herhangi bir tepki vermemişti. Hala başını öne eğmiş, elleriyle yüzünü kapatmış öylece oturuyordu. Bu hali Gustav'ı korkutmaya başlamıştı. Bir an için Amadeus'u çağırmayı düşündü. Adamdan hoşlanmasa bile yeğeninin üzerindeki etkisi yadsınamazdı. Alita böylesine kendinden geçmişken ona yaklaşabilecek tek kişi Lauron Amadeus'tu.

"Amadeus'u çağırmamı ister misin ?"

"Etsi minulle Ruyka."

Duyduğu ince, kısık, çatallaşmış sesin Alita'ya ait olduğuna inanmakta güçlük çekmişti. Konuşurken adeta onun boğazı acımıştı. Etrafına bakınıp su verebileceği bir şey arasa dahi görememişti.

"Haluan sinun löytävän Ruyka."

O kendi içinde şaşkınlığını atamamışken Alita Hénec dilinde isteğini tekrarlamıştı ; Ruyka'yı bulmasını istiyordu. Kısık ve tanınmaz halde olmasına rağmen sesinin tınısı oldukça tekinsizdi. Her şey bu kadar karmakarışıkken istediğini vermemesi gerektiğini biliyordu, isteksizce tıpkı onun gibi kendi dillerinde mırıldanmıştı.

"Tiedät missä Ruyka on."

Alita'ya Ruyka'nın nerede olduğunu biliyorsun dediğinde ellerini yüzünden çekip eğdiği başını ilk kez kaldırmıştı. İrkilen Gustav Alita değil diye düşündü, bu Alita değil. Yüz yüze geldiklerinde, kendini yutkunarak geri çekilmekten alıkoyamamıştı. Yeğeninin görmeye alışık olduğu buz mavisi çekik gözleri beyaza dönmüştü. O geri çekilmişken, oturduğu yerde yavaşça ayağa kalkmıştı. Üzerine yürürken görüntüsü titremişti. Siyah saçları sarıya dönerken yüzü bir perde gibi dalgalanmıştı. Görüntüsü şeffaflaşarak içine hapsolan Keia'ya dönüşmüştü. Gustav daha önceleri Alita'nın içine hapsolan bu ruh hakkında sadece söylentiler işitmişti. İlk kez karşı karşıya geldiğinde adeta dizlerinin bağı çözülmüştü. O korkudan ne diyeceğini, ne söyleyeceğini şaşırmışken, üzerine doğru yürüyen soluk benizli kadın alayla gülümsüyordu.

"Benim Ruyka'yı ziyaret etmemi ister misin ?"

Konuşan ses bu kez Alita'ya aitti değildi, bundan en ufak bir şüphesi yoktu. Zarifti, içinde neşeli bir kıkırtı taşıyordu. Karşısındaki yüz yeğeninkinin aksine oldukça sevimliydi, gülümsemesi onun hiç sahip olmadığı kadar sıcaktı. Fakat sözleri soğuk bir bıçağı andırıyordu.

"Alita, kes şunu. Sana yardım etmeye çalışıyorum."

"Alita ile konuşabileceğini sanmıyorum. Kalbi kırık, oldukça da kızgın, bu haliyle seni incitebilir."

"Alita !"

Ne yapacağını bilemeyen Gustav yeğenin adını haykırdığında karşısındaki kadın, Keia gülümsemesini genişletmişti. Ona doğru yürümüş, etrafında dönerek arkasına geçmişti. Ellerini omzuna yerleştirmişken başını öne doğru eğerek kulağına fısıldamıştı.

"Ruyka'yı buraya getirmen gerek. Onunla konuşup sevgili yeğenini Alita'nın kocası ile bir işi olmadığına ikna edeceksin."

Keia onunla inatla Hénec dilinde konuşuyordu. Kadının soğuk nefesi tüylerini ürpertmişti. Belli etmemek için tüm gücünü kullansa dahi korkuyordu. Alita'yı tehlikeli kılan kendi dürtüleri değil, o an yüz yüze geldiği bu sıkışmış ruhtu.

"İnan bana, Alita ile Ruyka'yı ziyaret etmemizi istemezsin. Bu sarayda küçük bir bebek yeni öldü, hamile bir kadının ölümü çok daha acı olur."

"Alita asla kendi kanından olan birinin kanını dökmez. Şimdi geri çekil, yeğenimle konuşacağım."

Söyledikleri ile birlikte Keia komik bir şaka duymuşçasına kahkaha atarak gülmüştü. Ellerini üzerinden çekerek geriye çıkmıştı. Gustav, çekinerek arkasını döndüğünde karşısındaki görüntü tekrar dalgalanmıştı. Kısa bir an odaya hâkim olan sessizlikten sonra Keia'nın görüntüsü tekrar şeffaflaşarak titremişti. Yüzü Alita ve Keia'nın birleşimine dönüşmüştü. Gülümseyen yüzüne prensesin soğuk bakışları yerleşmişti. Sarı saçlarının arasında Alita'nın siyah perçemleri gözüküyordu. Konuştuğunda çıkan ses hem Keia hem Alita'ya aitti.

"Artık hepinize kim olduğumu hatırlatmanın zamanı geldi."

Gustav dizlerinin titremesinden korktu. Karşısındaki görüntü en karanlık kâbuslarından daha beterdi. Alita hala orada olduğunu bilmesi içini rahatlamıyordu. Ne yapacağını bilemez halde olduğu yerde kalakalmışken dairenin içi bir anda gümüş bir ışıkla dolmuştu. Bir anda patlayan gök gürültüsü adeta ruhuna işlemişken yağan yağmur sıklaşmıştı. Gustav bunun kendiliğinden olmadığını biliyordu. Yutkunarak bir adım geri çekildiğinde çizmelerine değen ıslaklığı fark etmişti. Yağmurun olduğu yere kadar ulaşmasına şaşırmışken, başını eğdiği an donakalmıştı. Zemini kaplayan seramiklerin köşelerinden kan sızıyordu, biraz önce su olan her yer kana bulanmıştı. Adeta dili tutulmuş halde başını kaldırdığında, hala karşısında olduğuna inanmak istediği yeğenine dönmüştü.

"Alita."

"İki seçeneğin var amca. Ya benim yanımda olursun ya da bu sarayı şimdi olduğu gibi kana boğarım."

Yazan ; İlknur DUMAN

* * *

İşte bölüm ! Aslında beş bin kelimeyi geçmesine rağmen bana çok kısa geldi ama maalesef burada bitmesi gerekti 🤷‍♀️ Beklediğimiz Ruyka ve Alita yüzleşmesini diğer bölümde göreceğiz artık 🔪 Yazarken genelde kendimi karakterlerin yerine koymaya çalışırım, içine düştükleri durumlarda onların nasıl tepkiler verebileceğini düşünürüm. Bu bölümü yazarken aslında bakış açısını iki kere yazdığım Alita'yı ne kadar içselleştirdiğimi fark ettim. Onun Hegan'a olan özlemini adeta kendim hissettim, o kadar 🤕 Şimdi ne alaka İlknur dediğinizi duyuyorum farkındayım, şöyle ki Hagen eğer yaşasaydı haklı haksız gözetmezdi kardeşini bu hale getirdiği için afersiniz Alois'in belasını biiiplerdi 🔪 Neyse işte, Alois'in sonunda kafa tutmasına da sevindim ama 👀😂 Uzun uzun dert yanmadan bir konuya daha değinmek istiyorum ; bu bölüme +20 oy gelmedikçe yeni bölümü buraya eklemeyeceğim. En kötü kafamdaki bir üç dört kişiye - onlar kendilerini biliyorlar 👀- bölümü özelden atarım, kendi aramızda görüşlerimizi paylaşırız. 150-200 okunmayı 14 kişi dönüp çevirip tek başına yapamaz hepimiz biliyoruz 😽♥️ Ayrıca okuyan herkes küçük de olsa okuyan fikrini belirtirse çok sevinirim, hepinizi kocamaan öpüyorum, kendinize iyi bakın 😽♥️♥️

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top