⚜️Bölüm 19 - "Günah"⚜️

"Alea iacta est."

⚜️⚜️⚜️

DC 138 / Güncel Zaman – Reneen

     Harvey Dúpont, güneşli yaz sabahı ailesi ile yaptığı kahvaltıdan sonra, Reneen Kalesi'nde kendine ait olan geniş çalışma odasına çekilmişti. Taş kemerle çevrelenmiş, açık olan ahşap pencereden içeriye kuş sesleri doluyordu. Güneşin sıcaklığını hissettiren parlak ışıkları, alt kısmını kısa, üstünü ise biraz daha gür tuttuğu gri saçlarına yansımıştı. Odanın içerisinde ilerlerken, üzerindeki koyu yeşil ceketin düğmelerini açarak huş ağacından yapılmış çalışma masasına oturmuştu. İçerisinde parlak, kırmızı elmaların olduğu gümüş tabağı önüne çekerek, ceketinin cebinden her zaman yanında taşıdığı bıçağını çıkarmıştı. Meyveleri oldum olası kabuğu ile birlikte yiyemiyordu. Eline aldığı elmanın kırmızı kabuğunu dikkatle soyarken, odanın kapısı çalmıştı. İri, kenarları kırışan kahverengi gözlerini bıçağından ayırmadan gelinmesini söylediğinde, en büyük oğlu Otis ve kardeşi Ruthan içeri girmişlerdi.

"Sizden iyi haberler bekliyorum. Aksi halde, artık öfkelenmeye başlayacağım."

     Kardeşi Ruthan, ilerleyip ona ait masanın önünde duran ahşap sandalyelerden birine oturmuştu. Otuzlu yaşlarındaki oğlu Otis ise odanın ortasındaki yemek masasının üzerinde duran sürahiden kendine şarap doldurduktan sonra amcasının karşısına geçmişti. Elindeki bardaktan ilk yudumunu aldığında, Harvey'in bakışları oğlunun üzerine dönmüştü. Otis, kısa bir an sonra üzerine toplanan iki çift hoşnutsuz bakışı fark etmişti.

"Kabalık ettim, size de servis etmemi ister misiniz ?"

     Ne Harvey ne de Ruthan Otis'in sorusuna herhangi bir karşılık vermemişlerdi. Harvey, oğlunun içkiye düşkünlüğünü biliyordu ve bu durumdan hiç hoşnut değildi. Defalarca, hem anlayışla hem de öfkeyle uyarmasına rağmen herhangi bir olumlu karşılık alamamıştı. Uzunca bir süre bu durumla uğraştıktan sonra,  oğlunun tek kötü yanının fazla içmek olduğunu kabullenerek üzerine gitmekten vazgeçmişti. Lakin sessiz kalmayı seçse bile kahvaltısını henüz yapmış olan Otis'in gözünün önünde şaraba koşması asabını bozuyordu.

"Gümrükteki son durum ne Ruthan ?"

"Abbot son teslimatı dün akşam gerçekleştirdi. Arabaları gün doğmadan kaleye aldık."

     Duydukları keyfini yerine getirmişti. Oturduğu yerde arkasına yaslanmışken, soyduğu elmayı ikiye bölerek iri bir ısırık almıştı.

"Umarım bizden biri süreç boyunca fıçıların başından ayrılmamıştır."

"Dün gümrükte ben vardım, baba. Dökülen top ve gülleler, tıpkı planladığımız gibi ekinlerle saklanmıştı. Fıçıların üst kısmına buğday yerleştirilmişti. Kayıt alınırken bizzat şahitlik ettim, teslim alınanlar defterlere buğday ticareti olarak geçti. Eski teslimatlarla ile otuz fıçı kara tozu kaleye depoladık."

     İştahla elmasını yiyen Harvey, gülümseyerek güzel diye mırıldanmıştı. Şehirlerindeki sınırlar ve gümrük bizzat atadığı memurlar tarafından denetlense dahi herhangi bir casusluğa karşı tedbirli davranılmasını istiyordu. Bu yüzden, Ostava'lı bir mucit olan Otta Abbot'un ona neredeyse bir yıl önce tanıttığı, kendi ülkesinden sürülmesine sebep olan silahının sınırlarından gizlice sokulmasını istemişti.

"Bu akşam, şehirden uzak, boş bir arazine deneme yapılmasını istiyorum, Abbot'a iletin. Kralın ölüm haberinin üzerinden yirmi gün geçti. Artık yola koyulmam gerek, daha fazla bekletmek insanları şüphelendirecektir."

"Gürültü etrafa yayıldığında ne yapacağız? Bunu açıklayamayız."

"Açıklamak zorunda da değiliz, Ruthan. Daha önce böyle bir şey ile karşılaşılmadığı için kimse ne olduğunu anlamayacaktır. Ne yaptığımızı gören olmayacak, duyanlar da gürültüyü Yüce Celestial'in öfkesi olarak bile yorumlayabilir."

     Sözleri, tıpkı onun gibi saçlarının çoğu beyazlamış olan kardeşi Ruthan'ı güldürmüştü. Elmasını yerden o da keyifle sırıtıyordu. Fakat Otis ikisi kadar neşeli değildi, yeşile dönük kahverengi gözleri endişeli duruyordu.

"Bu silahlar geleceğe yatırım yapmak için fazla tehlikeli, umarım hiçbir zaman kullanmak zorunda kalmayız."

"Benim de ümidim bu, kan dökmek için dişlerimi biliyor değilim. Fakat kardeşin bir hükümdar doğurduğunda, tahta hiç olmadığı kadar yaklaşacağız. Karşımızdaki insanları tanıyorum, bu durumdan hoşlanmayacaklardır. Bizi yok saymak, beni torunumdan, sizi de yeğeninizden uzak tutmak için her yolu deneyeceklerdir. Eğer haklarımız görmezden gelinir, istediklerimiz verilmezse başımızı eğip bir köşede beklemeyeceğiz."

"Eğer başarılı olursak, Abbot'un silahları işe yararsa hiçbir şehir suru, kale duvarı karşımızda duramaz. İçimden bir ses, elinde böyle bir güç varken barışa pek yanaşmayacağını söylüyor."

     Harvey tekrar, tekinsiz sayılabilecek gülümsemesini göstermişti. Elindeki elmanın diğer yarısını da büyük bir keyifle yedikten sonra ceketinin cebindeki mendili çıkarıp parmaklarını özenle silmeye başlamıştı.

"Sadece sabredip bekleyeceğiz, Otis. Savaş ya da barış; sonuç bizim kucağımıza gelecektir."

*  *  *

     Alois, uzun parmaklarıyla, sırtını göğsüne yaslamış uzanan Alita'nın terle ıslanan saçlarını okşuyordu. Gün doğumuyla birlikte ikisi de uyansa dahi yataklarından çıkmamışlardı. Açık balkon kapısından görebildiği kadarıyla, cömert ışığını üzerlerine bırakan güneş ağır adımlarla tepeye yükseliyordu. Terli vücutlarına değip geçen cılız yaz rüzgârı havanın gün geçtikçe ısınmasıyla birlikte paha biçilemez bir hazineye dönüşmüştü.

"Bu sabah canım hiç yataktan çıkmak istemiyor."

     Alita'nın içini çekerek söyledikleri onu güldürmüştü. Henüz ikisi de nefeslerini ancak toplayabilmişken, üzerlerine çöken bu tatlı rehaveti atlatmanın biraz zaman alacağını tahmin edebiliyordu.

"Buradaki işler yoluna girdiğinde belki bir iki haftalığına uzaklara kaçabiliriz."

     Öylesine ortaya attığı fikir Alita'nın hoşuna gitmişti. Hevesle olduğu yerde hareketlenip beline sarılarak çenesini çıplak göğsüne yaslamıştı. Yüzündeki gülümseme kibirli ya da soğuk değildi, sıcaklığı gözlerine yansıyordu.

"Lord Hallstein, beni heyecanlandırıyorsunuz. Küçük kaçamağımız için aklınızda herhangi bir yer var mı ?"

"Hayır yok, bu kadar kalabalık ve göz önünde olmadığı müddetçe her yer olabilir."

"O halde, belki beni Drindall'a götürürsün. Eminim büyüdüğün şehirde ikimizi saklayabileceğin kuytu bir köşe biliyorsundur."

     Alois elinde olmadan kıkırdamıştı. Alita ile el ele Drindall'da dolaştığını hayal dahi edemiyordu. Karısı orada, başını belaya sokabilecek birçok tanıdık bakışla karşılaşabilirdi. Alois, başkentte sıradan bir soylu olabilirdi fakat yetiştiği şehirde karısının hoş karşılamayacağı kadar çok tanınan bir genç adamdı.

"Drindall'a mı gitmek istiyorsun ?"

"Evet, bence muhteşem olur. Birlikte Güneş Suyu'nda yüzeriz. Hem kim bilir, belki ilk çocuğumuza gölün kıyısında hamile kalırım."

     Sırıtan Alois, uzanıp yüzüne gelen nemli saçlarını arkaya doğru çekmişti. Parmakları önce yüzünde gezmiş, sonrasında ise üzerinden sıyrılan işlemeli mavi yatak örtüsünün açık bıraktığı sırtını okşayarak çıplak kalçalarını bulmuştu.

"Biliyor musun, bazen Abel'in sözlerinde haklı olduğunu düşünüyorum."

"Neden? Ne söylüyor ?" 

"Boş ver, duymak istemezsin; fazlasıyla edepsiz ve uygunsuz şeyler."

     Alita, baştan çıkaran gülümsemesiyle uzandığı yerde doğrulup üzerine eğilerek onu öpmüştü. İçini çekerek dudaklarını dudaklarının üzerinden çektiğinde, burunlarını birbirine değdirerek fısıldamıştı.

"Edepsiz şeylere bayılırım."

     Onu bir kez daha öpen Alita, kollarının arasından sıyrılıp yataktan çıkmıştı. Terli sırtına yapışan saçlarını toplayıp omzunun üzerinden önüne çekmişti. Açık balkon kapısını umursamıyordu. Üzerine herhangi bir şey almadan ilerleyip masanın üzerinde duran sürahiden kendisi için su doldurup uzun uzun içmişti. Islanan dudaklarını eliyle sildikten sonra, tekrar ona doğru dönmüştü.

"Sen çocuğumuz olsun istemiyor musun ?"

     Hala miskin bir halde yatakta uzanan Alois, böyle bir soruyu beklemiyordu. Çocuk fikri üzerine pek uzun düşünmemişti. Alita ile karşılaşmadan önce evlilik dahi onun için uzak bir fikirken baba olmanın hayalini dahi kurmamıştı.

"Bilmiyorum, açıkçası pek bebek hayali kurduğum söylenemez."

"Alois, sen ve ben muhteşem bebekler yapabiliriz."

"Yapım aşaması muhteşem, haklısın. Fakat ortaya çıkacak ürün konusunda kararsızım."

     İpek sabahlığını üzerine geçiren Alita, sözleriyle birlikte kuşağını bağlamadan homurdanarak divanda duran beyaz gömleğini ona doğru fırlatmıştı. Alois, yüzüne gelen gömleği kendine siper ederek kıkırdamaya koyulmuştu.

"Ne? Bana bunun için kızamazsın, daha bir hafta önce beni sevmediğini söyleyen bir kadından çocuk sahibi olmak istememem sence de doğal değil mi ?"

"Bunu o kadınla dün akşamdan beri üç kez seviştikten sonra mı akıl edebildin ?"

     Alois, gömleğini yavaşça yüzünden çekmişti. Yatağın ayakucundaki divanın önünde dikilen karısı hala sabahlığının kuşağını bağlamamıştı, çıplak vücudu parlak kumaşın arasından gözüküyordu. Dudaklarını ısırarak içini çekmek zorunda kalmıştı, gözleri Alita'nın üzerinde gezerken elinde olmadan sırıtıyordu.

"Ne yapabilirim? Sevgili karım kötü kelime seçimlerine rağmen oldukça ikna edici bir vücuda sahip."

     Alita, homurdanarak sabahlığının önünü örtmüş, kuşağına özensiz bir düğüm atmıştı. Onun bu haliyle eğlenen Alois, ellerini tıpkı onun gibi terle ıslanmış saçlarının arasında gezdirdikten sonra yataklarında doğrulmuştu. Ne kadar istemese dahi, üzerindeki mavi örtüyü kenara çekip ayağa kalkmıştı, banyoya doğru ilerliyorken aynı zamanda söyleniyordu.

"Hoşuna gitsin ya da gitmesin, çocuktan önce konuşmamız gereken şeyler var."

     Alois rüzgârla hareketlenen tülü kenara çekerek kapısı olmayan, banyo olarak kullandıkları bölmeye girmişti. Üzerinde çiçekler yüzen, ılık suyun içine adımını attığında Alita da ona katılmıştı. Kısa bir an kollarını göğsüne bağlayıp havuzun ucundan onu izlemiş, sonrasında ise üzerindeki sabahlığı söylenerek çıkarıp yere savurmuştu. Havuza girdiğinde, ona doğru ilerliyorken çiçeklerden birini avucuna alıp üzerine fırlatmıştı.

"Bu neydi şimdi ?"

"Bilmem, bence düşünürsen ne olduğunu bulabilirsin."

"Alita, güzel sevgilim, acaba sen olanlara biraz da benim açımdan bakmayı düşünebilir misin? Sevgiyi bir kenara bırak, bana güvenmediğini söyledin. Sence de güvenmediğin bir adamdan çocuk yapmaya bu kadar hevesli olman garip değil mi ?"

"Sana bu durumu onlarca kez açıkladım."

     Suyun içinde ilerleyen Alita sanki onunla değil de başka biriyle kavga ediyormuşçasına kucağına oturmuştu. Uzun bacakları iki yanındayken, omzuna tutup arkasında kalan sabun ve örgü beze uzanmıştı. Avucuna aldığı çiçek kokulu sabunu su daldırıp elindeki bezi köpürttükten sonra onu yıkmaya koyulmuştu. Herhangi bir tepki vermekten kaçınan Alois, gülmemek için dudaklarını sıkıyordu. Karısı, köpürttüğü bezle omuzlarını öyle kuvvetli ovuyordu ki vücudu şimdiden kızarmaya başlamıştı. Evlilikleri kısa bir zamana yayılsa dahi, Alois artık karşısındaki kadını az çok tanıyordu. Köşeye sıkıştırdığı Alita'yı öfkelendirmişti, hıncını örseleyerek yıkadığı vücudundan çıkarıyordu.

"Maalesef açıklamadın sevgilim, sadece yalan söyledin."

     Elindeki köpüklü bezle, hırsla göğsünü ovan Alita eğdiği başını kaldırmıştı. Göz göze geldiklerinde, Alois görmeye alışkın olduğu öfkenin arkasına gizlenen suçluluğu fark etmişti. Alita, haklılığının en az onun kadar farkında olsa dahi bunu kabullenmek istemiyordu.

"Bana yalancı mı diyorsun ?"

"Genel bir ithamda bulunmuyorum, sadece bu konuda bana dürüst davranmıyorsun. Sevdiğim insanlara karşı kin tutmam ve seni olması gerekenden daha fazla seviyorum. Ama bu söylediklerini, yaptıklarını unuttuğum anlamına gelmiyor. Kardeşin öldüğünde bir anda benden uzaklaştın, sonra da kendini kaybedip sihirli güçlerinde beni öldürmeye çalıştın. Fark ettiysen bunları bir kere bile sorgulamadım, çünkü acıyla yaptığını biliyorum. Ama yalan, bu başka bir şey, insan acıyla ya da öfkeyle birine güvenemediğini söylemez. Ki o akşam sen öfkeli bile değildin, söylediklerinin gayet farkındaydın." 

     Gözlerinin içine bakan Alita'nın hala kucağında oturmasına rağmen bir anda ondan nasıl uzaklaştığını görmüştü Alois. Kadının öfkeli hali bile yakın ve samimiyken, büründüğü bu soğuk ifade aralarına aşılması güç, saydam bir duvar örüyordu.

"Peki, o halde dürüst olacağım. Sana güvenmiyorum çünkü senin de benden sakladığın bir şeyler olduğuna eminim."

     İçinden üste çıkmaya çalışıyor diye geçiren Alois elinde olmadan gülmüştü. Karısının bu hali onu hem üzüyor hem de eğlendiriyordu.

"Öyle mi? Ne saklıyorum? Ah dur, tahmin etmeme izin ver, evlilik dışı çocuklarımın yerini öğrendin, değil mi? Lanet olsun, daha tedbirli olmam gerekirdi."

    Dişlerinin arasından Alois diye fısıldayan Alita elindeki köpüklü bezi bırakarak kolunun etini çürütene kadar sıkmıştı. İnleyerek geri çekilse dahi kucağında oturan kadın ondan kaçmasına izin vermiyordu.

"Hayatım, şaka yaptığımın farkındasın değil mi ?"

"Şakalarını dikkatli seç." 

     Alois nefesini tuttuğunu Alita sıktığı etini serbest bıraktığında fark etmişti. İçini çekerek başını geri yasladığında, kolu hala acıyla sızlıyordu. Alois, artık içinde bulundukları evliliğe akıl sır erdiremez hale gelmişti. Sadece biraz önce, yataklarında birbirlerinin adını sayıklıyorken nasıl bu hale geldiklerine inanamıyordu.

"Bunu sana söylemeyi düşünmüyordum ama madem beni yalancılıkla suçluyorsun, o halde konuşabiliriz. Güçlerim senin üzerinde işe yaramıyor. O akşam seni öldürmeyecektim, sadece kendimden uzağa savuracaktım. Ama yapamadım, bir türlü beceremedim. Bu ilk kez başıma geliyor, ilk kez güçlerimi birinin üzerinde kullanamıyorum."

     Duyduklarına bir an için inanamayan Alois, arkasına yasladığı başını usulca kaldırmıştı. Yeşil gözlerini kısmış, kucağında oturan karısını süzüyordu. Böyle bir şey mümkün olabilir mi diye düşündü. Alita onu geçiştirmek için bir başka yalan söyleyebilirdi fakat bunun için böyle bir konuyu seçeceğini sanmıyordu. O geceyi tekrar düşündü, Alita avuç içlerini ona doğru çevirdiğinde bir kuşak gibi etrafını saran yoğun rüzgârı hissetmişti. Onu kendinden uzağa savurmak istediğini söylüyordu fakat Alois yerinden dahi kıpırdamamıştı. Aklına, korkuyla, dizlerinin bağı çözülüp yere yığıldığında onun şaşkınlıkla ellerine baktığını an gelmişti. Böyle bir ihtimali düşünmek dahi içini ürpertiyordu.

"Belki de sen becerememişsindir."

     İçini çeken Alita, elindeki bezi suyun içine bırakarak avuç içlerini üzerine çevirmişti. Kısa bir an sonra, alışık olduğu o yoğun rüzgâr bir anda Alois'in etrafını tekrar sarmıştı, anlam veremediği, çığlığı andıran gürültü kulağına dolmuştu. Gözlerini kapatmış, elleriyle kulaklarını tutuyorken Alita zorlanıyormuşçasına dişlerini sıkıyordu. İçini çekerek pes ettiğinde, bu kez ellerini sol tarafında kalan gümüş tasa çevirmişti. Adeta içine işleyen garip ses kesildiğinde gözlerini aralayan Alois, tasın olduğu yerde hareketlenip havaya kalkarak nasıl da mermer duvara çarptığını görmüştü. Korku ve şaşkınlıkla adeta dili tutulmuşken, Alita gözlerini üzerine çevirmişti.

"Umarım yeterince açıklayıcı olmuştur."

     Yutkunarak başını sallayan Alois içinden inandığı tüm tanrılara şükrediyordu. Öfkelendiği an gözü hiçbir şey görmeyen karısının onu duvara fırlattığı düşünmek tüylerini ürpertmişti. Alita'nın sahip olduğu gücü biliyordu, kadın bunu ondan hiçbir zaman saklamamıştı. En başta bunu önemsemese dahi ne kadar hiddetli olabileceğini her geçen gün daha iyi anlıyordu.

"Ben kanında büyü olan bir aileden geliyorum. Peki ya sen kimsin? Güçlerim neden senin üzerinde işe yaramıyor ?"

     Adeta nutku tutulan Alois bir müddet herhangi bir şey söyleyememişti. Bu soru karşısında söyleyebilecek herhangi bir şeyi yoktu. Cevabı o da bilmiyordu, minnet dolu olsa dahi herhangi bir cevaba sahip değildi.

"Bilmiyorum."

"Buna inanmıyorum, sende bir gariplik var, eminim. Kendi aileme bile büyü yapabiliyorken sana yapamamam imkânsız. Bu benim en büyük sırrım Alois, en büyük silahım ve senin üzerinde işe yaramıyor. Şimdi sen söyle, karşında böyle savunmasızken, sana nasıl güvenebilirim ?"

     Dudaklarından anlamsız, şaşkınlığını gösteren bir homurtu çıkan Alois oturduğu yerde yavaşça doğrulmuştu. Sırtını arkasında kalan mermer basamağa tamamen dayadığında, kucağında oturan karısının belini kavrayarak üzerine doğru eğilmişti. Duydukları onu şaşkınlığa sürüklese dahi, kapıldığı çekingen korkuyu hissedebiliyordu.

"Benim yanımda silaha ihtiyacın yok, canını asla yakmam, bunu göremiyor musun?"

"Nereden bilebilirim? Gün gelip beni karşımda durmayacağının garantisini verebilir misin ?"

"Haklısın veremem, bu şekilde devam edersek mutlaka tekrar tekrar kavga edeceğiz, belki ikimiz de birbirimizi şimdi olduğundan daha fazla üzeceğiz.  Ama sen de biliyorsun Alita, ben korkabileceğin bir adam değilim. Bilerek, isteyerek canını asla yakmam, el kaldırmayı bırak, güzel yüzünü asacak tek bir sözü söylemekten bile çekiniyorum."

     Dudaklarını sıkarak gözlerini deviren Alita, sağ kolunu havaya kaldırarak ona sırtı ile göğsünün arasında kalan derin yara izini göstermişti. Alois bunu daha önce fark etse dahi sormamıştı. Alita, göremese dahi yerini gayet iyi bildiği pembe, kalın fakat kısa bir çizgiye dönüşen izi parmağıyla ovduktan elini üzerinden çekmişti.

"Bunu görüyor musun? Daha küçük bir çocukken, babam yaptı. Onun da beni korkutabilecek bir adam olmadığını düşünüyordum, yanıldım."

     Alois bir an için ne söylemesi ya da ne yapması gerektiğini bilememişti. Alita'nın ölen ağabeyi Hagen haricinde ailesinden pek kimseyi haz etmediğini biliyordu. Magnus'u dilinden düşürmezken, babası Kral Adon hakkında pek konuşmazdı. Aile bağlarının kuvvetli olmadığı sakladığı bir sır değildi. Lakin karısının zaman zaman, taktığı maskenin çatlaklarından gözüken hüzünlü yüzünün altında böyle bir gerçek yatıyor olabileceğini aklının ucundan dahi geçirmemişti. Karşılaştıkları ilk günden kendini layık görmediği, ona göre kusursuz olan prensesiyle benzer geçmişleri paylaştıklarını öğrenmek nedenini bilmediği bir şekilde boğazına yumru olup oturmuştu. Alita hala gözlerini ondan kaçırırken, eğilip çıplak omzunu öpmüştü. Elleri belini kavrıyorken, sokularak vücudunu kollarının arasına almıştı.

"Güzel sevgilim, sen benim hem kalbime hem de ruhuma sahipsin. Canını asla yakmam, sana söz veriyorum." 

     Alois, bir müddet herhangi bir karşılık beklemeden karısına sarılmıştı. Sırtını okşayan ellerinden birini yavaşça saçlarının arasında gezdirip geri çekildiğinde, tekrar omzunu öpmüştü. Parmaklarını çenesinin altına yerleştirip Alita'nın başını kaldırdığında, göz göze gelmişlerdi. Onun için böyle bir şeyi itiraf etmenin ne kadar zor olduğunu biliyordu. Alois, evlendikleri ilk günlerde ailesi tarafından pek de sevilmediğini söylediğinde kendini karşısında çırılçıplak hissetmişti. Tıpkı onun gibi küçük bir çocukken dayak yiyip aç karna ahıra kitlendiğini anlatsa, muhtemelen karısının gözlerinin içine dahi bakamazdı.

"Bunları söylemek zorunda değilsin, Alois. Özür dilerim, ben kalbimi öylece birine açamam, güvenemem. Benim gibi bir kadın için bu en büyük zafiyet; kendi babam dâhil olmak üzere birçok kez acısını çektim. Seni sevmiyor değilim ama karşında böyle savunmasızken benim için bir zafiyete dönüşmene izin veremem."

"Hissetmediğim bir şeyi söylemiyorum ki, sana aşığım; beni üzsen de, kalbimi kırsan da sana aşığım. Belki de sen doğru olanı yapıyorsundur, kalbini birine öylece açmamak belki de en doğrusudur. Ama ben de böyleyim; nerede ilgi görsem bir kedi gibi kapısından ayrılmıyorum."

     Sözleri hala gözlerinin içine bakan Alita'yı gülümsetmişti. Suyun içindeki elini kaldırıp ıslak parmakları ile yanağını okşamıştı. Hala birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlarken, Alois elini kavrayıp saçlarının arasına götürmüştü. Islak olan parmaklarını, kafasının sol tarafındaki üzüm tanesi kadar olan şişkinliğin üzerine çekmişti. Tıpkı Alita gibi o da yarasının yerini uğraşmadan bulabiliyordu.

"Parmak ucundaki şişkinliği hissediyor musun? Bir keresinde, çocukken babam Aksel ve Abel'i ava götürüyordu. Onlarla gitmek için can atıyordum ama çelimsiz ve hastalıklı olduğumu söyleyerek beni yanında istememişti. Annemin eteğinde, kadıncağızın dizleri ıslanana kadar ağlamıştım. Sonra gizlice kaleden kaçıp ormana koşmuştum. Aç karna gün batana kadar yürüdüğümü hatırlıyorum. Aksel ve Abel'i ararken, babamın askerleri beni ağaçların arasında bulmuştu. Kaleye gittiğimizde öyle korkmuştum ki konuşamıyordum. Babamın karşısına çıktığımda, ağlayarak omzuna sarılmıştım. Şimdi düşündüğümde bunu neden yaptığımı anlamıyorum çünkü doğduğum günden beri kendisi bana bir kez dahi içtenlikle sarılmamıştır. O gün de, ona sarıldığımda sırtımı okşamak yerine gömleğimden kavrayıp beni kendinden uzağa savurmuş, sonra da yüzüme okkalı bir tokat geçirmişti. Yere öyle sağlam düşmüşüm ki burnum oluk oluk kanamış, annemin söylediğine göre sabaha kadar baygın kalmışım. Öleceğimi düşünmüşler, annem şehirde ne kadar rahip varsa o akşam başıma yığmış. Sanıyorum duaları işe yaradı ki tüm bunları sadece kafamdaki küçük şişlikle arkamda bırakabildim."

     Alois kendi kendine tüm bunları anlatarak hata edip etmediğini düşünüyorken, Alita parmaklarını saçlarının arasında gezdirerek okşamaya başlamıştı. Gözlerinin içine bakarken güneşle rengi açılmaya başlayan buklelerini seviyordu. Ona doğru sokulup usulca dudaklarını öpmüş, sonra tıpkı yataklarında olduğu gibi burunlarını sürterek birbirine değdirmişti.

"Senin gibi adamlara ender rastlanıyor, biliyorsun değil mi? Bu kadar hırpalanmana rağmen hala cam gibi berrak ve kırılgansın, öfkeli değilsin, kin beslemiyorsun. Sakın kendini hatalı görme, maske ile yaşamak, duvarların arkasına gizlenmek en kolayı, nasıl yaptığını bilmesem bile sen zor olanı başarıyorsun."

*   *   *

"Çoğumuz tutkularımızın esiri olarak yaşarız. Ana rahminden çıktığımız an itibariyle, yüce tanrıçanın bize bahşettiği nefesle birlikte iyiliğin ışığını içimizde taşısak da arzularımıza karşı yeniliriz. Gurur,  bencillik, hırsızlık, cinsel tutkular, kıskançlık, sevgisizlik, nefret, aç gözlülük, şahsi çıkarlarımızı düşkünlerin üzerinde tutmak, büyü gibi türlü hurafelere inanmak, hak gasp etmek, insanları aldatmak; kirli bir nehir gibi akıp giden bu günahlı davranışlar toprağa düştüğü günden beri insanoğlunu esir etmektedir. Birçoğumuzun içini huzursuz eden özgürlük arayışı aslında tam da burada başlamaktadır; günah işleyen günahın kölesidir. Ruhlarımız ancak bedenlerimize can veren kutsal ruhun ışığını takip ettiğinde arınıp özgürlüğe kavuşur. İşlediğimiz her günah, peşinden koştuğumuz her tutku aslında bileğimize geçirilmiş birer prangadan ibarettir."

Çalışma odasında, masasının üzerine açtığı kitabı okuyan Lauron, ahşap kapı çaldığında uykudaymışçasına sıçrayarak başını sayfaların arasından kaldırmıştı. Okuduklarına kendini öylesine kaptırmış ki bir an için nerede olduğunu dahi unutmuştu. Oturduğu yerde sırtını dikleştirip ceketinin açtığı düğmelerini iliklemeye koyulmuşken seslenmişti.

"Buyurun, müsaidim."

Lauron ceketini düzeltiyorken, Lord Gustav muhafızlarından birinin açtığı kapıdan içeri girmişti. Üzerinde, dizlerine kadar inen, hâkim yaka siyah ve ince bir ceket vardı. Pantolonu ve çizmeleri de tıpkı ceketi gibi siyahken, göğsünde aile sembolleri olan, kanatlarını açmış gümüş bir kuzgun broşu taşıyordu. Yeğeni Alita'nın aksine hala yasta olduğu oldukça açıktı.

"Lord Gustav."

Selam vermesiyle birlikte ince dudaklarında kibirli bir gülümseme belirmişti. Elini kaldırıp arkasında kalan muhafızına çıkmasını işaret ederek odanın içinde ilerlemeye başlamıştı.

"Lord Amadeus, nezaketsiz ziyaretim için lütfen beni bağışlayın. Lord Hallstein ile görüşmemiz vardı, biliyorsunuz kendisi sizinle aynı katı paylaşıyor. Bu koridordan geçerken sizi de görmek istedim, umarım kıymetli vaktinizi çalmıyorumdur."

"Lütfen buyurun, sizin gibi değerli bir devlet adamı için her zaman vaktim var."

Gustav kibirli gülümsemesi ile ilerleyip küçük masanın önünde durmuştu. Yeğeni Alita ile aynı rengi paylaşan, uçuk mavi gözleri açık olan kitabının üzerinde gezmişti. İlgisini çekmiş gibi gözüküyordu, bir müddet oyalandıktan sonra başını ancak kaldırabilmişti. Ayakta olduğunu fark ettiğinde elini ona doğru uzatmıştı.

"Lütfen, rahatsız olmayın, oturun. Kitabınız ilgimi çekti, bir an için gözümü alamadım."

Lauron sözleri karşısında sadece gülümsemişti. Gustav, masasının önündeki iki sandalyeden birini çekip oturduğunda o hala ayakta bekliyordu.

"Size ne ikram edebilirim? "

Arkasına yaslanıp uzun bacaklarını birbirinin üzerine atan Gustav, soğuk gözlerini masasının üzerinden ona çevirmişti. Aradan uzun yıllar geçmesine rağmen, Lauron karşısındaki adamın sorgulayan, irdeleyen, her an bir hata bulmak istercesine üzerinde gezen bakışlarına alışamıyordu. Nasıl başa çıkacağını öğrense dahi alışmayı becerememişti.

"Sanırım siz elma çayı içiyorsunuz."

"Evet, eğer isterseniz size de bir fincan hazırlayabilirim."

"Memnuniyet duyarım."

Bununla birlikte Lauron sandalyesini geriye çekerek masasından çıkmıştı. Açık pencerenin önündeki masanın üzerinde duran küçük demliğe uzanıp, hizmetçisi Rufus'un henüz getirdiği çaydan boş duran diğer fincana dökmüştü. Arkası dönük olsa dahi, adamın bakışlarını sırtında hissediyordu. Hazırladığı çay fincanını önündeki küçük ve kısa sehpaya bıraktığında soğuk gülümsemesini tekrar göstermişti.

"Teşekkür ederim."

Lauron yerine geçtiğinde, masasının üzerinde açık olan kitabı kapatarak bir kenara koymuştu. Buharı hala tüten çayına uzanıp bir yudum aldığında, Gustav ile bakışları kesişmişti. Bunun öylesine bir ziyaret olmadığını biliyordu. Fakat söze başlama kısmını kesinlikle karşısındaki adama bırakacaktı.

"Aziz Kifas'ı okuyorsunuz. Aynı inancı paylaşmasak bile zaman zaman kendisinin yazılarını ben de okurum. İnsana daha iyi biri olma yolunda cesaret veriyor, tabi eğer böyle bir şey mümkünse."

"Neyin iyi, neyin kötü olduğu bakış açısına göre değişir. Bana sorarsanız naif çabasına rağmen pek de gerçekçi olmayan bir dünya görüşü var. Haksız olduğunu söyleyemem fakat insan doğası ne gerektiriyorsa onun peşinden koşuyor."

O konuşurken gözlerini kapatmış, fincandan yayılan elma kokusunu içine çeken Gustav, sözleriyle birlikte gülümsemişti. İlk yudumunu içmesiyle birlikte içini çekerek tekrar arkasına yaslanmıştı. Araladığı iri gözleri tekrar, ilgiyle onu bulmuştu.

"Alita'nın sizin öğrenciniz olduğu öyle bariz ki adeta sevgili yeğenimin sözlerini seslendiriyorsunuz."

"Prenses hazretlerine uzun yıllardır eşlik ediyorum, takdir edersiniz ki geçen zaman boyunca ikimizin de birbirimize yansımaları oldu."

"Elbette, yadırgadığımı düşünmeyin lütfen; bu gayet olağan bir durum. Hem şahsi fikrimi sorarsanız, ben icra ettiğiniz meslekte sizi büyük bir usta olarak görüyorum. Alita'nın çocukluğu ve genç kızlığının başlangıcı hepimiz için bir kâbus gibiydi. Sayenizde içindeki şeytanı susturdu, lakin bu kez sizi dinlemeye başladı."

Lauron,  Lord Gustav'ı tanıyordu. Saldırgan ve sivri cümlelerden kaçınsa dahi sözünü sakınmaz, niyetini saklamaya gerek duymadan karşısındakine söylerdi. Saraydaki varlığının pek kabul görmediğini biliyordu, Kraliçe Brenna dâhil birçok kişi Alita'ya bu kadar yakın olmasına karşıydı. Lakin Alita'yı yatıştırdığı müddetçe varlığından bir rahatsızlık duymadığını söyleyen Gustav ona karşı ilk kez böyle bir tutum sergilemişti.

"Ben prenses hazretleri talep ettiğinde fikirlerimi onunla paylaşırım. Kendisinin sadece beni dinleyerek hareket ettiğini söylemek iradesine saygısızlık olur."

Gustav, bir yudum daha aldıktan sonra fincanını avucuna alarak kucağına yerleştirmişti. Üzerine döken bakışları, yüzündeki ifade herhangi bir anlam taşımıyordu. Konuşmadığı müddetçe adamın hislerini anlamak mümkün değildi. Lauron, birçoklarını önüne açtığı kitabı gibi rahatça okuyabiliyorken Lord Gustav'ın soğuk yüzüne baktığında boş bir sayfa görüyordu.

"Lord Amadeus, kendimi tekrar etmekten pek hoşlanmam fakat şunu bir kez daha dile getirmeme izin verin; mesleğinize, sahip olduğunuz keskin zekâya ve yeğenime karşı beslediğiniz içten sadakate büyük bir saygı duyuyorum. Bu seçkin özelliklerinizin arasına belki ileri görüşlü olmanızı da eklemek gerek zira sevgili Alita'nın sahip olduğu potansiyeli ilk keşfeden sizsiniz. Aranızdaki bu öğretmen-öğrenci ilişkisini takdir etmemek imkânsız. Lakin siz de biliyorsunuz ki bu saray kötü niyetli insanlarla dolu, iyi niyete dayanan çabalarınız dışarıdan bakıldığında farklı fısıltılara sebep olabiliyor."

"Haddimi aşıyorsam lütfen beni bağışlayın fakat insanlar her zaman konuşur, onların isteklerine göre hareket edemeyiz."

"Elbette, size katılıyorum. Yine de, bu asılsız fısıltılara inanmasam bile aranızdaki bazı durumları ekstrem bulduğumu itiraf etmem gerek. Kraliçe Brenna, kızını Alois Hallstein ile evlenmeye sizin ikna ettiğinizi söylüyor. Karşısında açıkça dile getirmesem bile bu noktada ben de kendilerine katılıyorum. Yaratılan bu aşk hikâyesi sevimli fakat Alita'yı yakından tanıyan biri için gerçekçi değil, siz de biliyorsunuz. Öğrencinize yol göstermenizi anlayışla karşılayabilirim fakat evleneceği adamı sizin seçmeniz kabul edersiniz ki sıra dışı bir durum."

Lauron bu sözlere herhangi bir karşılık vermeden önce gülümseyerek çayından bir yudum içmişti. Adamın söyledikleri doğruydu, aylar önce yapılan plan doğrultusunda Hallstein hanesiyle ittifak kurulmasına karar verildiğinde, ailenin üç oğlunu da derinlemesine araştırmıştı. Her birinin kişiliklerini titizlikle incelediğinde, Alita için en doğru seçeneğin Alois olduğuna karar vermişti. Öğrencisinin, bu genç ve tecrübesiz adamı kolaylıkla idare edebileceğini biliyordu. Bu fikrini onunla paylaştığında, uzun bir konuşma gerçekleştirmişlerdi. Fakat sonunda Alita Alois ile evlenmeye ikna olmuştu.

"Özür dilerim lordum fakat hiç Aksel Hallstein ya da Abel Hallstein ile oturup sohbet etme fırsatına eriştiniz mi ?"

"Hayır, maalesef kendileri ile konuşmadım."

"Size durumu açıkça anlatmama izin verin o halde; Hallstein ailesi ile ittifak kurma kararı alındığında prenses hazretleri benden Alva Hallstein'ın oğulları hakkında araştırma yapmamı istedi. Kendisinin isteğine uyup üç genç adamı da araştırdım. Duviel'e gitmeden önce bana evliliği hakkında fikrimi sorduğunda, ileride Güneykapı ve Drindall Dükü olacağı için Aksel Hallstein'ı kendisine uygun gördüğümü söyledim. Kendisi de bu konuda mutabıktı, ta ki Duviel'de üç kardeşi bir arada görene kadar. Hem sizin hem de kıymetli majestelerinin endişelerini anlıyorum fakat bana inanın bu evlilik kararı prensesin kendisine ait. Aralarında anlatıldığı gibi bir aşk hikâyesi olmayabilir fakat üç kardeşin arasında bağlılığını adamak istediği adam Alois Hallstein'dı."

Gustav sözleri karşısında tıpkı onun gibi gülümsemişti. Bakışları üzerinde gezerken adeta doğru söyleyip söylemediğini anlamaya çalışıyordu. Lauron, ziyaretinin asıl amacının Alois ve Alita'nın evliliğini konuşmak olmadığını tahmin edebiliyordu. Aylar öncesinde karara bağlanmış bu durumu kurcalasa bile adamın dilinin altında başka şeyler sakladığı oldukça belliydi.

"Kim bilir, belki de siz haklısınızdır. Belki de tıpkı söylediğiniz gibi Alita, Hallstein kardeşlerin arasında en sessiz ve en tecrübesiz olanı kendi isteği ile seçmiştir. Yine de sizi bir noktada düzeltmem gerek; sevgili Alita, Alois Hallstein ile evli fakat bağlılığını adadığı kişi sizsiniz. Birbirimizi kandırmamıza gerek yok, yeğenim ağzınızdan çıkan her söze sorgulamadan itaat ediyor. Onun gibi birini bu hale nasıl getirdiniz bilmiyorum fakat dediğim gibi, çabanız ve başarınız takdire şayan. Benim istediğim Kraliçe Brenna gibi sizi karşıma almak değil, bilakis birlikte hareket etmek. Alita artık evli bir kadın, bugün değilse bile belli bir zaman sonra varlığınız sarayda huzursuzluğa yol açacaktır. Sıkıntılı bu durumda yanınızda olmak isterim, tabi eğer siz sağlayacağımız iyi niyetli iş birliğini kabul ederseniz."

En başından beri derdi buydu diye düşündü Lauron. Hoşnutsuzluğunu gizlemeye çalışarak yüzündeki kibar gülümsemeyi yeniledi. Karşısındaki adamla zıt düşmemesi gerektiğini biliyordu. İçinde bulundukları sarayda, Lord Gustav taht sahibi hükümdarlardan daha tehlikeliydi.

"Size ve ailenize hizmet etmek benim görevim, karşınızda durmak gibi bir hadsizlikte bulunmam mümkün değil. Lord Gustav hazretlerine bir şekilde hizmet edebileceksem, bundan ancak memnuniyet duyarım."

Gustav, sözleri karşısında memnuniyetle içini çekmişti. Bakışları bir anlığına açık pencereden dışarıyı bulmuştu. Hala kucağında tuttuğu fincanını ince dudaklarına götürerek çayını tadını çıkararak içmişti. İkisinin de tavırları oldukça rahattı fakat aralarındaki gerginlik geçen her an ile birlikte yoğunlaşarak yükseliyordu.

"Alita ile son konuşmamızda yaşadığımız fikir ayrılığını biliyorsunuzdur. Kral Hagen hayattayken, Hallstein ittifakı atabileceğimiz akıllıca bir adımdı. Tahtın böylesi bir belirsizliğin içine düşeceğini tahmin edemezdik. Kraliçe Helma çok yakında bir hükümdar doğuracak fakat bebeğin ne kadar sağlıklı olacağını ya da bir hastalığa tutulmadan ne kadar ömür süreceğini bilemeyiz. Ülke böyle bir karmaşaya düşerse, Alita ve Ivar'ın evliliği en azından ailemizdeki birliği koruyacaktır. Ben geç olmadan Alois'ten boşanması gerektiğini savunuyorum. Sizden istediğim bana bu konuda yardımcı olmanız."

"Prenses hazretleri bu konuyu benimle paylaştı. Açık konuşmam gerekirse kendisi boşanma fikrine pek sıcak bakmıyor. Eğer istediğiniz buysa, konuyu kendisine sizin bakış açınızla tekrar iletirim. Fakat çözümü yanlış yerde arıyorsunuz, evliliğe asıl karşı olan kıymetli oğlunuz Ivar. Bu durumda ikna edilmesi gereken kişi dük hazretleri."

"Hayır hayır, bu durumu benim bakış açımdan değil, sizin bakış açınızdan Alita'ya ileteceksiniz. Yeğenim sizinle konuştuğumu ne öğrenmeli ne de hissetmeli. Kendinize özgün, sihirli kelimelerinizi kullanırsanız onu bu duruma ikna edebileceğinizi biliyorum. Ivar'a gelirsek, onu bana bırakın, dirense dahi zamanla bu fikre alışacaktır."

Lauron bu evliliğin gerçekleşmeyeceğini gayet iyi biliyordu. Ne Alita ne de Ivar hayatlarını birleştirmeye razı değillerdi. Dahası, koşullar değişmiş olsa bile Lauron hala Alois Hallstein'ın öğrencisi için en uygun koca olduğunu düşünüyordu. Tahta geçtiğinde oluşturacağı Waldorf-Hallstein birliği ile o güne kadar ülkenin gördüğü en güçlü hükümdar olabilirdi. Kanı ari tutmak ya da Waldorf kibriyle isimlerinin yanına başka bir isim getirmemek için gerçekleştirilecek evlilik ona göre işe yaramayan manasız bir inattı.

Fakat bunu karşısında oturan adama yansıtma niyetinde değildi, bilakis güvenini kazanmak istiyordu. Eğer Lord Gustav'ı samimiyetine inandırabilirse, aklında geçenleri Alita'ya kolaylıkla iletebilirdi.

"O halde Prenses Alita ile konuşacağım fakat size şimdiden herhangi bir söz veremem. Biliyorsunuz, bazen ikna edilmesi oldukça güç bir kadına dönüşüyor."

"Size olan inancım tam, başaracağınıza eminim. Fakat işbirliğimiz bu durumla sınırlı kalsın istemiyorum. Biliyorsunuz, çok yakında bir kraliyet naibi seçilecek. Ortada henüz seslendirilen bir aday yok. Sevgili yeğenimin bu konudaki görüşü nedir ?"

"Kendisi seçimde size destek verecek, bundan şüpheniz olmasın."

Gustav soğuk gülümsemesini göstererek çayından son yudumunu almıştı. Boş fincanı önünde duran küçük sehpaya yerleştirdikten sonra bakışları üzerine dönmüştü. Konuşmaları onu eğlendirmiş gibi duruyordu.

"Fark ettiniz mi bilmiyorum, son günlerde parmağında taşıdığı yüzük hükümdarlık nişanı; Kral Hagen'a aitti. Hiç kimseye danışmadan bu yüzüğü alıp parmağına göre küçülten biri naibelikten bu kadar kolay vazgeçiyorsa arkasında muhakkak başka bir şey olmalı."

"Siz kendiniz söylediniz; Kraliçe Helma'nın doğuracağı bebek büyük bir belirsizlik yaratıyor. Eğer taht yolu açılırsa, Prenses Alita hakkı olanı almaktan geri kalmayacaktır. Fakat şu an, sizin önünüze geçip naibe olmak gibi bir arzusu yok."

"Taht yolu açılırsa ailemizdeki herkes Alita'yı destekleyecektir. Fakat taht yolunu açmaya çalışırsa, işte o zaman her şey değişir. Bu durumun ne kadar tehlikeli olduğunu görebiliyorsunuz, değil mi ?"

Lauron ilk anda herhangi bir cevap vermemeyi tercih etmişti. Böyle bir endişenin yersiz olduğunu anlatacakken Gustav üzerindeki ceketin kırışan kumaşını düzelterek ayağa kalkmıştı. Onu takip ederek sandalyesini çekip doğrulduğunda, bakışları birbirini bulmuştu. Adamın buz mavisi iri gözleri hissiz olsa dahi dudaklarından yüzüne yayılan gülümseme oldukça tehditkârdı.

"Müsaadenizi istemek durumundayım, akşam için aile yemeği düzenlendi. Gün batmadan önce ilgilenmem gereken birçok mesele var. Bugün burada konuştuklarımızın aramızda kalmasını ne kadar istesem de yeğenime olan bağlılığınızın bunun önüne geçeceğini tahmin ediyorum. O yüzden konuştuklarımızı kendime has bir şekilde mühürlemek durumundayım. Beni bunun için bağışlamanız gerekecek."

Adamın sözleri Lauron'u şaşırtmıştı. Tehdit ettiğini çözse dahi ne demek istediğini kavrayamıyordu.

"Özür dilerim, sanırım ne demek istediğinizi anlamadım."

"Herkesin sadece kendine sakladığı sırları vardır, Lord Amadeus. Siz kuşkusuz mesleğini en iyi icra edenlerdensiniz. Fakat merak ediyorum, sevgili yeğenim öğretmeninin bir katil olduğunu öğrense tepkisi ne olurdu? Hala sözlerini sorgulamadan dinlemeye devam eder miydi ?"

Lauron'un yüzündeki gülümseme donarak yavaşça yok olmuştu. Nasıl bilebilir diye düşündü, nasıl öğrenebilir? İki yanındaki elleri iradesi dışında kıpırdamaya başlamıştı, yumruğa dönüşmek için onunla savaşıyordu. Bir an nefes dahi alamadığını hissetti, şaşkınlık, korku ve paranoya zihnine hükmetmeye başlamıştı. O olduğu yerde, kirece dönen yüzü ile dikiliyorken Gustav soğuk gülümsemesini bir kez daha göstermişti.

"Unutmayın, günah işleyen günahın kölesidir, aradan yıllar geçse bile." 

*  *  *

"Şuraya bakın, Prenses Alita hazretleri sonunda teşrif edebildiler." 

Ivar'ın kinayeli sözleri, geniş bir kemerle çevrelenmiş, yemek salonunun yüksek penceresi önünde onunla birlikte dikilen kuzeni Ruyka'yı güldürmüştü. Waldorf flaması taşıyan araba, Tilba köşkünün taş döşenmiş yolunda durduğunda, uşaklarından biri eğilerek kapılarını açmıştı. Kabinden ilk inen Alois olmuştu. Adamın üzerinde lacivert, kasıklarına kadar inen bir ceket vardı. Bahçeye adımını attığında, ileri uzanarak karısının elini tutup inmesine yardım etmişti. Alita da, tıpkı onun gibi lacivert, gümüş işlemeleri olan bir elbise giyiyordu. Açıkta kalan kollarını, omuzlarına sabitlenmiş, aynı renk, yere kadar uzanan tül bir pelerin ile örtmüştü. Siyah saçlarını ensesinde toplamıştı, çoğu akşamın aksine herhangi bir taç takmayı tercih etmemişti.

"Bazen onları izlemekten nefret ediyorum. Alita için mutluyum fakat birbirlerine böyle bakıp gülüşmeleri sinirimi bozuyor."

Ivar, babasından aldığı iri gözlerini yanı başındaki Ruyka'ya çevirmişti. Kadın, çekik gözlerini bahçeden alamıyordu. Gün batmaya yüz tutmuşken, Alita ve Alois el ele köşke doğru ilerliyorlardı. Bir ara Alois karısına doğru eğilip kulağına bir şeyler fısıldamıştı. Birlikte gülüşüyorlarken Alita da ona doğru dönüp karşılık vermişti, ne söylediğini işitmeseler dahi eğlendikleri oldukça açıktı.

"Yeni evliler Ruyka, birkaç ay sonra ikisi de birbirinden kaçmaya başlar."

"Umarım böyle bir şey olmaz, sen benim hamilelik zırvalarıma bakma. Kendim mutsuzken etrafımdaki insanların gülücükler saçmalarına katlanamıyorum. Fakat Alita için mutluyum, evlilik yaşı geçmeye başlamıştı. Onu zorla, yaşının çok üstünde zengin biriye evlendireceklerini düşünüyordum. Lord Hallstein için bu kadar tehlikeye girmesine şaşmamak gerek."

Kadının sözleri onu elinde olmadan güldürmüştü. Alita ile aralarındaki bu tatlı rekabet yeni öğrendiği bir durum değildi fakat daha önceleri Ruyka'nın hiç bu kadar mutsuz ve karamsar olduğu bir ana rastlamamıştı. O bu durumu her ne kadar hamileliğine yorsa da Ivar asıl nedeninin kocası olduğunu hissediyordu.

"Ruyka Ruyka, kendine sıkıntı ettiğin duruma bak. Eğer istiyorsan hemen boşan, seni de böyle sevimli bir genç delikanlı ile evlendirelim.  Emin ol Lord Mascarián'dan kurtulduğun an taliplerin kapını aşındıracaktır."

"Ben kocamdan memnunum, sadece onu tekrar düzene sokmam gerek"

"Terbiye edeceğim diyorsun demek, sen bilirsin. İstersen gitmeden önce bu konuda sana yardımcı olabilirim."

"Gerek yok, tek başıma halledebilirim. Tüm aileyi başıma toplayıp bir zavallı gibi gözükmek istemiyorum."

Kolunu okşayarak geriye çekilen Ruyka, yemek salonunun girişine doğru ilerlemişti. Çok zaman geçmeden, Alita kocası ile birlikte kapının önünde gözükmüştü. Elinde, pembenin her tonunu taşıyan gösterişli bir şakayık buketi vardı. Kuzeni ile selamlaşan Alois'in ardından ileri çıkıp omzunu kavrayarak yanağını öpmüştü. Geri çekildiğinde, elindeki buketi Ruyka'ya uzatıyordu.

"Ruyka, ne kadar hoş gözüküyorsun. Umarım ileride hamile kaldığımda senin kadar güzel olabilirim."

"Her zamanki gibi kibarlık ediyorsun, elbise karnımı bu kadar iyi örtmese hamilelikten sonsuza denk kaçardın."

İki kadın gülüşerek birbirlerinin kollarını kavramışlardı, salonun içinde ilerlerken Alois onları bir adım geriden takip ediyordu. Birbirleri ile selamlaşarak masadaki yerlerini almışlardı. Kısa bir an sonra, köşke geldikleri andan itibaren çalışma odasına kapanan babası Gustav ve Victor da kendilerini göstermişlerdi. Hizmetçilerin servise başladığı masa sarayda kurulanları aratmıyordu, türlü meze ve çeşni hazırdı, isteyene balık isteyene kırmızı et servis ediliyordu. Lakin Hagen'ın ardından sohbetleri hiç olmadığı kadar buruktu. Yemeklerine onu anarak başlamışlardı, muhabbetleri başka konuları ihtiva etse dahi ucu dönüp dolaşıp genç yaşta ölen kralı buluyordu.

Buruk geçen yemeğin ardından, içki servisi yapılmaya başlanmıştı. Şarap kadehini alan babası, yemekten önce ilk damadı Victor'la ilgilendiği gibi bu kez ikinci damadı Alois'i kenara çekmişti. Genç adamla derin bir mevzu hakkında hararetle konuşuyorlardı. Yemek masasında, tam karşısında oturan Alita, tıpkı Ruyka'nınkilere benzeyen çekik gözleriyle kocasını izliyordu. Babası Gustav ile konuşmasından hoşlanmadığı oldukça açıktı. Önünde duran brendi bardağını dudaklarına götürdüğünde, bakışları ilk kez birbirine dokunmuştu. Son görüşmelerinin ardından aralarına belli bir mesafe bırakan kuzeni, bundan cesaret bulmuş olacak ki elindeki bardak ile birlikte yerinden kalkmıştı.

"Hava almak istiyorum, bana eşlik eder misin Ivar ?"

Ivar bu konuşmadan sonsuza kadar kaçamayacağını biliyordu. Ne kadar isteksiz olsa da oturduğu yerde kalkıp Victor ve Ruyka'dan müsaade istemişti. Alita ile birlikte yemek salonundan çıktıklarında birlikte ince koridorlarda ilerleyip merdivenleri inmişlerdi. Ondan bir adım önde olan kuzeni içinde ilerledikleri köşke hiç de yabancıymış gibi durmuyordu. Ivar elinde olmadan gülmüş, kendine hâkim olamayıp söylenmişti.

"Ruyka bile yaşadığı evi senin kadar iyi bilmiyordur sanırım."

Köşkün ana holüne inen merdivenlerin başında duran Alita omuzunun üzerinden ona bakmıştı. Sözlerinden hoşlanmadığı açıkça gösteriyordu. Hole indiklerinde, evin açık olan çift kanatlı ahşap kapısından bahçeye çıkmışlardı. Birlikte, taş yolun ikiye ayırdığı bahçede sol tarafa doğru ilerlemişlerdi. Güneşin batmasıyla meşaleler yakılmıştı, içerisinden gösterişli, mermer bir kadın heykeli yükselen süs havuzunun karşısında duran banka yaklaştıklarında elini uzatarak kuzenine oturmasını işaret etmişti. Alita elbisenin eteğini toplayarak yerleştiğinde o da yanına oturmuştu, aralarında hatırı sayılır bir mesafe vardı. Bir müddet hiçbir şey konuşmadan su sesine karışan gece kuşlarını dinlemişlerdi. Ateşin gölgesi yüzüne düşen Alita, bakışlarını üzerine çevirdiğinde bunu hissetmişti. Günler öncesinde, rüyalarına girerek Calabar'a gelmesi gerektiğini söyleyen kadının aklına koyduğu şeyin peşini kolay kolay bırakacağını sanmıyordu.

"Konuştuklarımız hakkında düşündün mü ?"

"Düşündüm."

"Kararın ne peki? Yanımda olacak mısın ?"

Ivar sıkıntıyla içini çekmişti. Alita'nın tüm bunlardan adeta sıradan bir durumu konuşuyormuş gibi rahatça bahsetmesi asabını daha fazla bozuyordu.

"Sen aklını kaybetmişsin. Kendi yeğenini ortadan kaldırmaktan bahsediyorsun."

"Farkındayım, bunu sürekli tekrar ederek kendimi suçlu hissedeceğimi sanıyorsan yanılıyorsun."

"Tamam, ne kadar istemesem bile ruhsuzun tekine dönüştüğünü kabullendim diyelim. Bunun ne kadar tehlikeli olduğunu göremiyor musun? Senin taht hırsın için tüm ülke yeni bir savaşın eşiğine gelebilir."

Alita sözleriyle birlikte oturduğu yerde ona doğru dönmüştü. Esen rüzgârla birlikte elbisesinin tül pelerini hareketleniyordu. Bu Alita değil diye düşündü, keskin bakışlarında tereddüttün, endişenin kırıntısı dahi yoktu. Geçen zamanın ondan birçok şeyi götürdüğünü bilse dahi söyledikleri için öfkelenen bu kadın birlikte yetiştiği kuzeninden oldukça uzaktı.

"Tüm bunları kendim için mi yaptığımı düşünüyorsun? Saraydaki o gösterişli taht için kardeşim öldü Ivar, Magnus öldü. Onun kanını akıtan adam gün gelip torunu üzerinden hak iddia ettiğinde her şey için çok geç olacak."

"Haklı olabilirsin fakat varsayım için kendi kanımızdan olan birine böyle bir şeyi reva göremeyiz."

"Hyvä Skurk, bu kadar aptal olamazsın. Hiç babanla konuştun mu? Hagen öldüğünden beri Dük Dúpont arabalarla buğday ithal ediyor. Bu adam, bu kadar buğdayı ne yapacak Ivar ?"

Askerlerini besleyecek. 

Alita'yı öfkelendiren gerçeği görebiliyordu. Fakat yine de bu vicdanını rahatlatmaya yeterli gelmemişti. Eğer bebek ortadan kalkarsa, taht hakkı içlerinden birine geçerdi, Harvey Dúpont'un önü kesilmiş olurdu. Fakat torununun öldürüldüğü gerçeği adama savaş başlatmak için yeni bir sebep verebilirdi. Ivar kendini ucunu bulamadığı bir labirente girmiş gibi hissediyordu. Alita'ya güvenmek istese dahi kuzeninin aklından geçenler bir anda kabul edebileceğinden çok daha fazlaydı.

O sıkıntı ile kendi içinde düşünceleri ile savaşıyorken, yanı başında oturan Alita parmağındaki hanedan yüzüğünü çıkarıp ona doğru uzatmıştı. Başını kaldıran Ivar, gözlerini önce ateş ile parlayan gümüş yüzüğe, sonra ise kuzenine çevirmişti. Bunun ne demek olduğunu biliyordu, yüzük ilk Waldorf kralı amcası Adon'a aitti, ondan sonra oğlu Hagen taşımıştı. Kuzeni, tereddüt etmeden gözlerinin içine bakıyorken ona hükümdarlık nişanını uzanıyordu.

"Tüm bunları kendi hırsım için yapmıyorum Ivar. Ben hâlihazırda bir Hallstein ile evliyim, Waldorf kanı taşıyorum. Ölen krallardan birinin kızı birinin de kardeşiyim, bu beni ülkenin hem en güçlü hem de en zengin kadını yapmaya yetiyor."

"Alita, kes şunu."

"Ailemiz bu taht için en kıymetlimizi feda etti. Şimdi, onun katilinin aramızda gezmesine, masamızda oturmasına izin veremeyiz. O adam tahtın bir ucuna sahip olduğu an, kardeşimin kanı hepimizin eline bulaşır. Bunun sapkınlıkların en büyüğü olduğunu sen de biliyorsun. Bu yüzüğü al, tahtta hak iddia et. Zamanı geldiğinde önünde diz çöküp elini öpmekten ancak gurur duyarım."

Ivar bakışlarını Alita'dan güçlükle alıp elinde tuttuğu yüzüğe çevirebilmişti. Muhakemesi kendi içinde yıllar kadar uzun sürdükten sonra, avucuna aldığı elinin parmaklarını kapatarak yüzüğü ona bırakmıştı.

"Yüzük sende kalsın, ne yapmamız gerektiğini anlat."

Yazan ; İlknur DUMAN

İşte yeni bölüm ! Wattpad hata verdiği için telefondan güçlükle ekleyebildim, site bilgisayardan bir türlü açılmadı 🤒 Arada hatalar varsa bilin ki bu yüzden 🤷‍♀️ Bu kez söyleyecek çok bir şeyim yok, olanları görüyorsunuz 😈 Kıymetli vaktini ayırıp yorumlarını paylaşan herkese teşekkür ederim 🌸😽 30 oy gelmeden bölümü yazmaya dahi başlamayacağım, yakında sınırı da 35 yapmayı planlıyorum, bunu da duyurmuş olayım 👀 Hepinizi kocaman öptüm, kendinize iyi bakın 😽♥️♥️

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top