⚜️Bölüm 18 - "Sırlar"⚜️
"Video meliora proboque deteriora sequor."
⚜️⚜️⚜️
Beş Sene Önce – Calabar
Brenna, kocası Adon ile birlikte, ona ait olan dairenin yemek salonu olarak kullanılan küçük odasındaydı. Yaz mevsimine henüz girmişlerdi, o an beş kişinin ancak sığabileceği yuvarlak yemek masasında oturuyorlarken güneş batmış olsa dahi hava tamamen kararmamıştı. Ülkenin en iyi ahşap işçilerinin elinden çıkan konsol ve sehpaların üzerinde şamdanlar yanıyordu, tepe kısmında aslan başı bulunun kemerli pencerelerden süzülen loş ışıkla birlikte masaları birçok kış akşamına göre oldukça aydınlıktı.
O akşam, yemek için aynı masaya toplanmalarının bir sebebi vardı; Alita. Kızı yaklaşık bir ay önce, elinde çiçek buketi ile odasına gelmiş, yüzünde gülücüklerle kalbinden geçenleri ona anlatmıştı. Brenna, nasıl heyecanlı ve mutlu olduğunu hatırlıyordu. Konuşurken öylesine hevesliydi ki ellerini kavramış, ona yardımcı olması için adeta başının etini yemişti.
Lütfen anne, babamla konuşman gerek. Victor'u seviyorum, bu öylesine bir his değil. Onunla birlikte mutluyum, başka birini istemiyorum.
Brenna, hazine kâtibi olan Lord Alban Mascarián'ın kardeşi Victor'u pek fazla tanımıyordu. Bu yüzden olumlu ya da olumsuz herhangi bir görüş belirtmeden kızına babasıyla konuşacağını söylemişti. Durumu yapabildiği en tatlı dille kocası Kral Adon'a anlattığında, aldığı karşılık koca bir sessizlik olmuştu. Adam ilk anda duyduklarına şaşırmış, sonrasında ise düşünmesi gerektiğini söyleyerek sessizliğe bürünmüştü. Onun bu tavrı, ilk anda hayır dememesi Alita'yı umutlandırmıştı. Brenna ise kocasının tavrındaki huzursuzluğu, hoşnutsuzluğu görebiliyordu. Sadece kızının hevesini kırmamak adına bunu açıkça dillendirmemişti.
"Gelişen bu durum hakkında herhangi bir karara vardın mı ?"
Kocasının keskin, uçuk mavi gözleri masanın üzerinden ona doğru dönmüştü, dudaklarını sıkarak usulca başını sallamıştı.
"Evet. Victor Mascarián yetenekli ve gelecek vaat eden bir genç adam. Fakat bu evliliğe sıcak bakmıyorum. Alita bana güven vermiyor, böyle birini onun elinde harcayamam."
"Adon, sözlerine karşı gelmek istemem fakat artık eskisi gibi olmadığını biliyorsun. Bu korku ile devam edersek kızımızı bir kuleye kapatmamız gerekir."
"Bu durumdan hoşlanıyor değilim. Yine de kendinden geçtiği bir anda gidip adamı havaya uçurmayacağını garanti edemiyorum, sen edebiliyor musun? Victor, ileride Alban'ın yerini alacak şekilde eğitiliyor. Sıradan bir aileye mensup değil, eğer onu öldürürse nasıl bir açıklama yapacağız? Sapkın kızıma güvenip böyle bir kumara girmeyeceğim."
Brenna içini çekerek arkasına yaslanmıştı. Bu konuda ne kadar istese dahi Alita'yı kocasına karşı savunamıyordu. Çocukluğundan beri karanlık bir gücün esiri olan kızları, kendinden geçtiği an saldırganlaşıp insanlara zarar veriyordu. Yıllar içinde düzelip durumu kendi içinde kontrol altına alsa dahi hala tam olarak yatışmamıştı.
"Ne yapacağız peki? Alita ömrünün sonuna kadar bekâr mı kalacak? Evlilik çağı geldi, biliyorsun."
"Biliyorum, bunu düşündüm. Senin de söylediğin gibi, Alita ve Ivar çocukluklarından beri oldukça iyi anlaşıyorlar. Onları evlendirmek alabileceğimiz en doğru karar. Gustav ile konuştum, tereddütleri olsa dahi o da bu duruma onay veriyor. Kanı ari tutmamız gerek, aile içi evlilik ihmal edilen bir geleneğimiz."
Kocasının sözlerinin başına onu eklemesi Brenna'yı sıkıntıya sürüklemişti. Senenin başında, kendi içinde uzun zamandır düşündüğü konuyu Adon ile paylaşmıştı; Alita ve Ivar'ı birbirine yakıştırıyordu. Hem Ivar hem de Igor çocukluklarından beri neredeyse onun elinde büyümüşlerdi. Brenna, küçük yaşta annesiz kalan ikizleri kendi çocuklarından hiçbir zaman ayırmamıştı. Bu yüzden, onlarla aralarında her zaman özel bir bağ olmuştu. Fakat yaptığı yakıştırma, kendisinin çocuklarla sahip olduğu bu özel bağla alakalı değildi. Ivar ve Alita'nın birlikte ne kadar iyi anlaştıklarını görebiliyordu. Son zamanlarda, yan yana geldikleri her an onları dikkatle izlemişti. Aralarındaki fiziki ve ruhani uyum onu neden olmasın diye düşündürmüştü. Kızı evlilik çağına gelmişken, Ivar'ın ona iyi bir koca olacağına neredeyse emindi. Bu fikrini ilk önce kocası ile paylaşmıştı, Adon en başta bu fikre komik bir şakaymışçasına gülerek karşılık vermişti. Daha sonra, durumu kardeşleri Gustav ve Astrid ile paylaşmıştı. Waldorf Hanedanı için aile içinde gerçekleşen evlilikler yeni bir durum değildi. Cãstelion'a ilk ayak bastıkları yıllarda, oldukça uzun bir süre aile dışında kimse ile evlenmemişler, sonrasında ise kuzeyli diğer şehirlerle evlilik bağı kurmuşlardı.
Brenna, Alita ve Ivar'ı birbirine yakıştırdığını söyleyerek söylentiyi başlatan isim olmuşsa dahi, etraflarındaki herkes bu fikre sıcak bakmıştı. Kimse açıkça iki kuzenin evlendirilmesi üzerine konuşmasa dahi yakıştırma aile içinde dönüyordu. Kızı, bunun için ona birçok kez oldukça ateşli bir şekilde çıkışmıştı. O zamanlar Victor'un varlığından bihaber olan Brenna, bunu kuzenini kardeşi gibi görmesine yormuştu. Asıl nedeni öğrendiği günden beri, Alita ve Ivar hakkında tek kelime etmese dahi, bir kere fitilin ucunu ateşe vermişti, sönmek bilmiyordu.
"Alita Ivar ile evlenmek istemiyor, bunu birçok kez kesin bir şekilde belirtti."
Adon, arkasında bekleyen hizmetçiye gelmesini işaret ettikten sonra masanın üzerinde duran boş bardağı avucuna almıştı. Doldurulan brendiden bir yudum içtikten sonra, tıpkı onun gibi arkasına yaslanmıştı. Brenna, oluşan bu durumun onu da sıkıntıya düşürdüğünü gözlerinde görebiliyordu. Kim için endişelendiğini kestiremese dahi verdiği karardan tamamıyla hoşnut değildi.
"Alita'nın ne istediğinin bir önemi yok. Bu evlilik, onun adına alabileceğimiz en doğru karar. İkisinin de sapkın dürtüleri olduğunun farkındayım, fakat bir aradayken birbirlerine zarar vermiyorlar. Ivar, Alita'yı ehlileştiriyor. Bu şekilde ikisini de kontrol altında tutabiliriz."
Brenna, durumun bu kadar kolay çözülemeyeceğini anlatacakken küçük yemek salonunun kapısı çalınmış ve Alita içeri girmişti. Üzerinde, gül rengi, dökümlü, kolları uçuş uçuş tül olan bir elbise vardı. Siyah saçlarının üst kısmını toplamıştı, alt kısmı ise elbisenin omuzlarına dökülüyordu. Başına zarif, incilerle süslenmiş bir taç takmıştı. Masaya yaklaştığında, ellerini önünde birleştirip dizlerini kırarak selam vermişti.
"Geciktiğim için özür dilerim majesteleri, lütfen kabalığımı mazur görün."
Adon soğuk sesiyle yerine geçebilirsin dedikten sonra doğrulan Alita, meraklı gözlerle onu süzerek masadaki yerine oturmuştu. Hizmetçileri tarafından yemek servisi yapılırken, hiçbirinden ses çıkmamıştı. O akşam, masalarına deniz kestanesinden istiridyeye kadar türlü deniz ürünü serilmişti. Büyük davet masaları dışında ailecek nadiren birlikte yemek yedikleri için Brenna menünün kızının ve kocasının damak tadına hitap edecek şekilde hazırlanmasını istemişti.
Alita, en sevdiği yemek olan tütsülenmiş köpek balığını büyük bir iştahla yiyorken, bakışları devamlı olarak annesi ve babası arasında gidip geliyordu. İkisi günlük meseleler hakkında konuşuyorlarken, balığı ile birlikte tereyağlı istiridye yemeği tercih eden Adon, elinin altında duran mendil ile ağzını silerek arkasına yaslanmıştı.
"Annenden bana iletmesini rica ettiğin mesele hakkında uzun zamandır düşünüyorum. Ailemizden birkaç kişiyle daha görüşüp fikir aldım. Konuşmamı uzatmayacağım. Vardığım nihai karar bu evliliğin gerçeklememesinden yana, seni ve Lord Mascarián'ı birbirinize uygun bulmuyorum."
Babasının dolandırmadan ya da tereddüt etmeden, bir anda kararını açıklaması Alita'yı şaşırtmıştı. Elinde tuttuğu iri çatalı yavaşça tabağının kenarına bırakırken bakışları annesine dönmüştü. Brenna, ondan yardım istediğini anlasa dahi o andan sonra elinden herhangi bir şey gelmeyeceğini biliyordu. Kocası bir karara vardıktan sonra onu caydırmak neredeyse imkânsızdı.
"Özür dilerim baba, amacım size karşı gelmek değil. Fakat bu karara varmanıza ne sebep oldu anlamıyorum. Lord Mascarián soylu bir aileye mensup, sarayda bizzat sizin iradenizle tecelli edilen oldukça iyi bir mevkiiye sahip, geleceği de oldukça parlak. Eğer sizin kulağınıza, benim bilmediğim, evliliğe mani olacak kötü bir özelliği geldiyse lütfen bunu benimle de paylaşın."
"Hayır hayır, Lord Mascarián ile alakalı herhangi bir sorun yok. Söylediklerine katılıyorum, kendisi gelecek vaat ediyor. Tam da bu yüzden seninle birlikte olmasını istemiyorum. Kendisi ağabeyi Alban tarafından oluşturulan sisteme tamamen adapte edildi, zamanı geldiğinde onun yerini alacak. Özenle yetiştirilen, böylesine kıymetli bir genç adamı senin karanlık öfke nöbetlerine kurban edemem."
Başını öne eğen Alita sıkıntıyla içini çekmişti. Brenna, oturduğu yerden sandalyesinin kulpunu nasıl sıkı sıkıya kavradığını görebiliyordu. Bakışlarını telaşla kocası Adon'a çevirdi, adama ince kaşlarını kaldırarak devam etmemesini tembihlese dahi buna pek oralı olmamıştı.
"Bu durumu kişisel algılama, gerçekçi olmamız gerektiğini biliyorsun."
"Karanlık öfke nöbetlerimden bahsediyorsunuz, bu durum gayet kasti ve kişisel."
"Varsayalım ki öyle, konuştuklarımın gerçek dışı olmadığını söyleyebilir misin ?"
Adon, sohbetleri sırasında oldukça ifadesiz ve rahattı. Gözleri hala kızının üzerindeyken brendisini içerek istiridyelerini yemeye devam etmişti. Eğdiği başını kaldıran Alita'nın hayal kırıklığı ise ince yüzünden okunabiliyordu. Bakışlarını tekrar destek beklercesine annesine çevirmişti. Brenna, biraz önce vücut diliyle yaptığı uyarıyı bu kez seslendirme gereği duymuştu.
"Adon, bu konuyu daha sonra tekrar konuşabiliriz, bence Alita'nın üzerine daha fazla gitmemeliyiz."
"Konuşulacak hiçbir şey yok. Bu konuyu sürekli olarak tekrar etmeyeceğim. Kararımı verdim, başta Alita olmak üzere herkes kabullenmekle yükümlü. Eğer bir evlilik gerçekleştirilecekse bu Alita ve Ivar arasında olacak. Benim son sözüm budur."
Adı Ivar ile birlikte anıldığı an, Alita babasından aldığı çekik, soğuk mavi gözlerini tekrar Brenna'ya çevirmişti. Bakışları çaresizlik yavaşça öfkeye dönüşüyordu. Dişlerini sıkarken, boğuk sesiyle senin yüzünden diye mırıldanmıştı. Sinirden gözlerinde damlalar birikirken Adon araya girmişti.
"Annenin bu durumla bir alakası yok."
Alita ağlamamak için dudaklarını birbirine kenetlemişti. Hala üzerinde gezen gözleri Brenna'ya olan öfkesini tüm gücüyle kusuyordu. Konuşurken sesi öylesine boğuk ve güçsüz çıkmıştı ki kadının göğsü sızlamıştı. Kızını böyle gördükçe kendini hiç olmadığı kadar suçlu hissediyordu.
"Her şeyi yersiz, sapkın bir dedikodu ile o başlattı."
"Bugüne kadar içinde bulunduğun birçok durum sapkıncaydı, Alita. Fakat Ivar ile evlenmek senin için ancak bir lütuf olur. Gerçekte kim olduğunu gördüğü zaman, Victor'un seni isteyeceğini mi sanıyorsun? Arkasına dahi bakmadan kaçacaktır, tabi onu ecelinden önce, sapkın dürtülerine kurban etmezsen."
"Gerçekten bunu göremeyecek kadar kör müsünüz? Ivar ile evlenemem, bu ensest sayılır."
"Ivar senin kardeşin değil. Olsa bile, ailemiz Hénec'te yüzyıllar boyunca kanı ari tutmak için bu evlilikleri gerçekleştirdi."
Ağlamaklı olan Alita'nın öfke dolu yüzünde alaycı bir gülümseme belirmişti. Brenna, kendini kaybedecek düşündü, bu hali onu korkutuyordu.
"Neden böyle sapkın ve hastalıklı bir aile olduğumuz şimdi anlaşıldı, insanların bizi topraklarımızdan sürmesine şaşmamak gerek."
" Öyle mi? Sevgili kuzenin ile Hénec Kulesi'nde gizlice buluştuğun o akşam da ne kadar sapkın ve hastalıklı bir aile olduğumuzu düşündün mü? "
Duyduğu sözler, Brenna'yı büyük bir şaşkınlığa sürüklemişti. Elinin ağzına gitmesine engel olamamıştı, çatalı bir anda önündeki gümüş tabağın içine düşmüştü. Şaşkın bakışları Alita'nın üzerindeydi, kızının yanakları bir anda utançla kıpkırmızı olmuştu. Sadece biraz önce, öfkenin verdiği cesaretle anne ve babasının üzerinde gezdirdiği bakışlarını ikisinden de kaçırmıştı. Kucağında birleştirdiği ellerini birbirine kenetlemiş, eklemlerini beyazlatırcasına sıkıyordu.
"Sakın benden herhangi bir şeyi saklayabileceğini düşünme, sakın. Her yerde bir gözüm, her yerde bir kulağım olduğunu sakın aklından çıkarma. Yaptıklarına ses çıkarmamam sana güven vermesin."
Alita sözlerine karşılık gittikçe kısılan sesiyle hataydı diye fısıldamıştı. Gözünden yuvarlanan bir damla yanağına doğru akıyordu, onu ağlatan Brenna'nın umduğu gibi öfke değil utanç olmuştu. Onu böylesine şaşkınlığa düşüren, adı Ivar ile anıldığı andan itibaren ateşli bir biçimde duruma itiraz eden kızının kuzeni ile herhangi bir yakınlık kurmuş olmasıydı.
"En kısa zamanda Duviel'e gideceksin. Bu saçmalık burada son bulacak, döndüğünde Ivar ile olan nişanını duyuracağız."
Yanakları hala kıpkırmızı olan Alita eğdiği başını güçlükle kaldırmıştı. Bakışları, ilk anki kadar cüretkâr olmasa dahi babasını bulmuştu.
"Asla, bana asla bunu yaptıramazsın. Ben Victor'u seviyorum, onunla evleneceğim."
"Böyle bir şey olmayacak Alita."
Alita, sandalyesini gürültü ile ittirerek ayağa kalkmıştı. Titreyen parmaklarıyla yüzüne gelen bir iki damlayı silmişti. Onu etkisi altına alan utanç ve öfke nefesini sıklaştırmıştı. Babası ile konuşurken göğsü hızla inip kalkıyordu.
"Ya Victor ile evlenirim ya da sonsuza kadar bekâr kalırım. Hiçbir güç bana istemediğim bir şeyi yaptıramaz."
"Sanmıyorum, sırların seni sandığından daha güçsüz birine dönüştürüyor. Victor ile konuş, ilişkinize nokta koy. Araya ben girersem sonuç senin için daha kötü olur."
DC 138 / Güncel Zaman – Calabar
Altın Bahçe'de tek başına ilerleyen Lauron Amadeus, parlayan sabah güneşi altında, salkım söğüdün gölgesine kurulan masayı olduğu yerden dahi görebiliyordu. Belli aralıklarla etrafını saran muhafızların zırhları öylesine parlaktı ki adeta gözleri kamaşmıştı. Ağır adımlarla ilerliyorken, masada tek başına oturan Alita'nın esen rüzgârla birlikte saçlarının savrulduğunu fark etmişti. Üzerinde koyu kahverengi, kolları dirseğine kadar inen bir elbise vardı. Kral Hagen'ın öleli yirmi üç gün oluyordu, inançlarına göre yas süresi bitmişti. Fakat o, Alita'nın başına örttüğü şalı ya da giydiği siyah elbiseleri bu kadar çabuk bir kenara bırakmasına şaşırmıştı.
Muhafızların arasından geçip, üzerine beyaz bir örtü serilmiş yuvarlak masaya yaklaştığında Alita gülümseyen yüzünü ona çevirmişti. Bakışlarında, birkaç gün önce gördüğü o çaresiz, acı çeken havadan eser yoktu. Alita, Hagen'ı hiç kaybetmemişçesine, bir anda eski haline dönmüştü.
"Lord Amadeus, davetimi kırmadığınız için teşekkür ederim."
Lauron, herhangi bir cevap vermeden sandalyesini çekip öğrencisinin karşısına oturmuştu. Sıcak yaz gününde, söğüdün altına kurulan kahvaltı masası adeta bir vaha gibiydi. Önce masayı, sonrasında ise etrafını süzdükten sonra bakışları tekrar Alita'yı bulmuştu.
"Nazik davetin için ben teşekkür ederim. Fakat keşke bu mükellef kahvaltı masasını benim yerime Lord Waldorf ile paylaşsaydın. Hem söylentilerin önünü kesmiş olurdun hem de uzun zamandır görüşmediğin kuzenin ile vakit geçirirdin."
"Ivar ile saraya geldiği ilk gün görüştüm. Konuşmamız pek kendisinin istediği yönde ilerlemedi, bir iki gün daha benimle aynı masaya oturmak isteyeceğini sanmıyorum. Söylentilere gelirsek, açıkçası umurumda değil. İnsanlar her zaman konuşur, onların isteklerine göre hareket edecek değilim. On iki senedir benim yanımdasınız, artık herkesin bu duruma alışması gerekli."
Lauron elinde olmadan kaşlarını kırıştırmıştı. Alita'nın kuzeni ile gayet iyi anlaştığını biliyordu, hangi konuda ters düşmüş olabilecekleri hakkında herhangi bir fikri yoktu. Masanın etrafındaki hizmetçilerden biri, onun için elma kurusundan kaynatılan çayı ikram etmişti. Burnuna gelen keskin kokudan Alita'nın da papatya çayı içtiğini çıkarabiliyordu.
"Eğer özel değilse Ivar ile ne konuştuğunu sorabilir miyim ?"
"Bazı devlet meselelerinde ters düştük diyelim. Fakat bu durumun uzun süreceğini sanmıyorum. Oturup düşündüğünde bana hak verecektir, sadece biraz zamana ihtiyacı var."
"Sen ve Ivar devlet meseleleri hakkında konuştunuz demek? Gerçekten ilginç zamanların içindeyiz."
Alita'nın soğuk bakışları üzerine dönmüştü, yüzüne yavaşça kibir dolu bir gülümseme yayılmıştı. Masadaki otlu peyniri ve tereyağını tabağına bizzat kendi servis ediyorken aynı zamanda söylenmişti.
"Bana olan bu inancınız bazen gözlerimi yaşartıyor sevgili Lord Amadeus."
"Bunun sana duyduğum inançla bir alakası yok. Yine de siz ikinizi oturmuş, ciddi meseleler hakkında konuşurken hayal edemiyorum."
"Artık ikimiz de çocuk değiliz. Önümüzde, herkes için oldukça zor geçecek bir süreç var. Eğer istediğimiz gibi ilerlemezse, haddinden fazla kan dökülecek. Birlik olmamız gerek, bunu başaramazsak yok olmaya mahkûmuz."
Lauron bu sözlerin altında yatan imayı az çok çıkarabiliyordu. Alita sadece iki gün önce heyecanla yanına gelmiş, efendisinin ona yürümesi gereken yolu gösterdiğini heyecanla anlatmıştı. Yıkandıktan sonra, dairesinde tek başınayken bayılarak yere yığıldığını, kendinden geçtiği o anda bir görüye sahip olduğunu söylemişti. Ne gördüğünü, ne yapması gerektiğini o gün ona anlatmamıştı. Fakat o an, kahvaltı masasında otururken bunun için uygun vaktin geldiğini düşünüyordu.
"Aklından ne geçiyor ?"
"Olacakları görmek zor değil. Seçim için oy hakkı olan dört dükten üçü Calabar'a geldi, Harvey Dúpont'un ise henüz yola dahi çıkmadığı söyleniyor. Size soruyorum, başkent Duviel'e mi daha yakın yoksa Reneen'e mi? Kuzenim Ivar kralın cenazesi ile ilgilenmek zorunda olmasına rağmen saraya geldi."
Bu konuda Alita'ya katılmaması mümkün değildi. Calabar ile Duviel'in arasındaki mesafe hava koşullarına göre değişiklik göstermekle birlikte on beş yirmi günü buluyordu. Reneen ise başkente Karaburun şehirleriyle kıyaslandığında beş altı gün daha kısa yolculuk yapılabilecek kadar yakındı. Kızı Kraliçe Helma kocasını kaybetmiş, karnındaki bebekle böylesine perişan bir haldeyken hala Calabar'a gelmemiş olması sadece Alita'nın değil sessiz çoğunluğunda dikkatini çekiyordu.
"Dük Dúpont'un bir şeylerin peşinde olduğundan şüphe ediyorsun."
"Şüphe etmiyorum, bundan eminim. Artık attığımız her adım istesek de istemesek de bizi savaşa götürüyor. Dük Dúpont bunun farkında, gecikmesinin sebebi de bu. Elini güçlendiriyor, Lauron. Eğer istediklerini ona vermezsek bir ayaklanma başlatacak."
"Haklı olabilirsin. Dük Dúpont'un ilk anda saldırgan bir tavır sergileyeceğini sanmıyorum fakat Kral Hagen ölmüşken torununu kullanarak sarayda, hatta tahtta nüfus edinmeye çalışacaktır."
Ona katılmak istediğini gösterircesine başını sallayan Alita fincanını eline alıp çayından bir yudum içmişti. Tıpkı onun gibi, küçük servis kaşığıyla tabağına aldığı tereyağını henüz o sabah pişirildiği belli olan esmer ekmeğine sürerken aynı zamanda sıkıntıyla söylenmişti.
"Sıkıntı bu kadarla da sınırlı değil. Dün öğleden sonra Ruyka ziyaretime geldi. Tahmin et benden nasıl bir ricada bulundu ?"
Masadaki vişne reçeline uzanmış, tereyağı sürdüğü ekmek diliminin üzerinde gezdiren Lauron bununla birlikte bakışlarını masadan kaldırmıştı. Ruyka'nın adının sıkıntı bir durumun içinde geçmesinin ne kadar tehlikeli olduğunu biliyordu.
"Tahmin etmemeyi tercih ederim."
"Victor'un onu aldattığını düşünüyor. Arada başka bir kadın olduğuna emin. Son iki üç aydır ne onunla ne de Hilde ile ilgilenmediğini, aklının sürekli başka bir yerde olduğunu anlattı. Kim olduğunu bulmak için benden yardım istiyor."
Lauron, böldüğü ekmeği yerken masanın üzerinde duran mendil ile ağzını kapatarak gülmeye başlamıştı. Alita, soğuk ve hoşnutsuz bakışları ile onu izliyordu. Elindeki mendille ağzını sildikten sonra arkasına yaslanmıştı. Masanın üzerinde duran su bardağına uzanıp birkaç yudum içtikten sonra konuşabilmişti.
"Özür dilerim, lütfen affet. Sadece bir an kendimi tutamadım."
"Özür dilemene gerek yok, trajikomik bir durum, farkındayım. Tüm hayatım kötü bir şaka gibi, önünü alamıyorum."
"İyi yönünden bak, senden şüphelenmemiş. Yardım etmiş gibi gözükür, sonra hiçbir şey bulamadığı söylersin. Bir süre sonra kuruntu yaptığına inanıp peşini bırakacaktır."
"Ruyka bir yerden sonra peşini bırakacaktır fakat Victor için aynı durumun geçerli olduğunu sanmıyorum. Sinsi bir yılan gibi Alois'in etrafında dolaşıp kulağına olur olmadık şeyler fısıldıyor. İşin kötüsü, onu arkadaşı olduğuna ikna etmiş. Alois'i sana karşı biliyor, buna inanabiliyor musun ?"
Lauron bu duruma şaşırmamıştı. Lord Mascarián'ın yıllar önce Alita ile sevgiliyken dahi kendisinden hoşlanmadığını biliyordu. Yakınlıklarından her zaman şikâyet etmiş, sevgilisini her zaman ondan kıskanmıştı. Onu şaşırtan, aradan geçen zamana rağmen, bir aile kurmuş olmasına aldırış etmeden hala Alita'ya olan takıntısını sürdürmesiydi.
"Ne yapacaksın peki?"
"Onunla konuşacağım. Derdi seninle değil, Alois'i hazmedemiyor. Eğer öyle olmasa kuyunu kazmak için bunca yıl beklemezdi. Aklı sıra benden intikam almaya çalışıyor."
"Bu durumu Lord Gustav'a iletebilirsin. Victor ile konuşmanın ortalığı daha çok karıştırmasından korkuyorum."
Tekrar çayından içen Alita gülümsemişti. Arkasına yaslanmış, parlak güneşin altında önlerine serilen kraliyet bahçesini izliyorken içini çekerek mırıldanmıştı.
"Sevgili amcam, evliliğimin sona ermesini avuçlarını ovarak bekliyor. Öğüdüne uyup kendisinden özür dilemeye gittiğimde, benden Alois'i boşamamı istedi. Gelişen yeni şartlar altında Ivar ile birlikte olmamın daha uygun olacağını düşünüyor."
"Bundan kuzeninin haberi var mı peki ?"
"Sanmıyorum. Eğer Ivar'ın böyle bir isteği olsa hissederdim, onu tanıyorum. Tüm bunlar hastalıklı bir zihnin saçmalıkları, Hagen'ın bebeğine alternatif olarak tahta çıkabilecek bir Waldorf çifti istiyor."
"Ne olursa olsun Alita, Lord Gustav'ı karşımıza alamayız. Eğer naibe olmak istiyorsan, ilk önce onun desteğine sahip gerek."
Sıkıntı ile içini çeken Alita, avucunda tuttuğu fincanı masanın üzerine bırakarak oturduğu yerde sırtını dikleştirmişti. Elinin altında duran küçük bıçağı parmak uçları ile olduğu yere sağa sola çevirerek oynarken gözlerini ondan kaçırıyordu.
"Amacım naibe olmak değil, bundan daha fazlasını istiyorum. Siz haklıydınız, Lord Amadeus. Sevdiğim adamın çocuklarını doğurduğum mutlu bir aile bana yeterli gelmeyecek. Kaderimde daha fazlası yazılı, benim olanın elimden alınmasına izin vermeyeceğim."
Lauron, öğüdünün karşılık bulmasına sevinse dahi Alita'nın sesindeki tehditkâr hava onu tedirgin etmişti. İki gün önce, heyecanla yanına geldiği anı bir kez daha düşündü, sesi tekrar kulaklarında çınlamıştı; artık ne yapmam gerektiğini biliyorum, efendim Skurk bana yürümem gereken yolu gösterdi!
"Bunun için bir planın var mı ?"
"Evet, üzerine epey düşündüm. Güce ulaşmamın tek bir yolu var; Hagen'ın bebeğini ortadan kaldıracağım."
* * *
"Alois."
Alois, sabah kahvaltısı için anne ve babasına tahsis edilen dairedeki geniş balkona kurulan kahvaltı masasına yaklaştığında, en içten karşılamayı annesi Inge'den görmüştü. Kırklı yaşlarının sonunda olan kadın, oturduğu yerden kalkıp, tıpkı onları saraya geldikleri ilk gün karşıladığında yaptığı gibi ona sıkıca sarılmıştı. Boyu, oğluna göre kısa kalıyordu, başını göğsüne yasladığında Alois kollarını omuzlarına sarıp çocukluğundan beri aşina olduğu, ona evini hatırlatan kokusunu içine çekmişti.
"Bana olan sevginin böyle artacağını bilsem yanından daha önce ayrılırdım."
"Saçmalama Alois, ikinizi burada bırakıp gittiğim günden beri ne yaptığınızı düşünmekten gözlerime uyku girmiyor."
Alois annesinin sözlerine sadece gülmüştü, babaları Alva ile birlikte kahvaltı masasında oturan kardeşi Abel ise alayla homurdanıp mırıldanmıştı.
"Boş yere endişelenmişsin anne, sevgili Lord Hallstein'ın keyfi yerinde, devlet meselelerinden başını kaldıramıyor. O kadar yoğun bir takvimi var ki kardeşi dahi olsanız sağ kolu Davis'e haber verip randevu talebinde bulunmadan kendisi ile görüşemiyorsunuz."
Omzunu okşadığı annesinin sandalyesini çekerek oturmasına yardımcı olan Alois, kendi yerine geçtiğinde yorgun olan yeşil gözlerini kardeşinin üzerine çevirmişti. Abel'e karşı beslediği en yoğun duygu sonu gelmeyen bir bıkkınlıktı.
"Karım kardeşini kaybetti, kafası meyhane süngerine dönmüş bir ayyaşa ayıracak pek vaktim yok."
"Ah doğru, kendisinin asli görevi prenses becermek, unutmuşum."
"Abel, seni bir kez daha uyarmayacağım; bu şekilde devam edersen karşılığı kötü olacak."
"Gökler aşkına, ikiniz de kesin şu saçmalığı."
Alva'nın araya girmesi ile birlikte aralarındaki sürtüşme sözlü olarak bitse dahi kötü bakışları birbirinin üzerinden ayrılmamıştı. Alois, Kral Hagen ölmüşken ondan kurtulup kurtulamayacağını bir kez daha düşündü. Lord Gustav ile son zamanlarda oldukça sık görüşseler dahi gündemleri öylesine yoğundu ki sıra kardeşine gelmemişti.
"Prenses hazretleri nasıllar? Kendisinin kahvaltı için bize katılacağını ummuştum."
Alois gözlerini güçlükle kardeşi Abel'den alıp oturduğu yerde Alva'ya dönmüştü. Masaya dizilen kahvaltılıklar gümüş tabaklara servis edilmişti, babası seyahat ettiği şehirlerde sıklıkla yaptığı gibi kendi maiyetinin hizmet etmesini uygun bulmuştu. Alois, onunla alakalı hoşlanmadığı birçok özellik sayabilirdi fakat adamın bu kadar tedbirli olmasını, bastığı adıma dikkat etmesini saygıyla karşılıyordu.
"Ben istemedim, Abel'in olduğu bir masada ağırlanmasını doğru bulmuyorum. Belki siz Drindall'a dönmeden önce üçümüz akşam yemeği yeriz."
Sözlerine karşılık karşısında oturan Abel tekrar alayla homurdanmıştı. Fakat bu kez onun bu tavrına sadece Alois değil babası Alva da pek oralı değildi.
"Annen de ben de bundan memnuniyet duyarız. Kendisine taziyelerimizi ilet lütfen, eğer mümkünse kendisi ile bizatihi görüşmek isterim."
Alois bu sözlere sadece kibarca gülümseyerek cevap vermişti. Kahvaltı yaparlarken, hep birlikte Drindall üzerine konuşmuşlardı. Abel, ona göre şüphe kaldırmaz bir şekilde en sevdiği kardeşi olan Aksel hakkında sorular soruyordu. Annesi, ağabeyleri olan genç adamın ikisini de oldukça özlediğini söylemişti. Fakat Alois buna inanmıyordu, Aksel'in ölse dahi onun arkasından üzülmeyeceğinden, özlemeyeceğinden emindi. Araları hiçbir zaman pek iyi olmamışken, artık neredeyse kanlı bıçaklıydı.
"Dün öğleden sonra Lord Gustav ile görüşme fırsatım oldu. Kendisi ile hem senin hem de Abel'in hakkında konuştuk."
Hala ağzındaki soslu sosisi çiğneyen Alois, lokmasını yuttuktan sonra suyunu içip ağzını silerek babasına dönmüştü. Neredeyse iki buçuk aydır devam ettirdiği görevi hakkında belki de ilk kez geri dönüş alacaktı.
"Öyle mi? Umarım duydukların seni memnun etmiştir."
"Memnuniyet için henüz erken fakat şaşırdığımı söylemek doğru olur. Lord Gustav senden ve hizmetlerinden övgü ile bahsetti. Onu etkilemişsin gibi duruyordu, buna sevindim."
Oturduğu ahşap sandalyede arkasına yaslanan Alois elinde olmadan gülmüştü. Babası Alva, başarısız olacağına öylesine emindi ki övgü duymak adamı açıkça şaşırtmıştı. Bu duruma sevinse mi yoksa üzülse mi kestiremiyordu.
"Sanırım sandığın kadar işe yaramaz biri değilim."
"Durumu dramatize etme. Yaşın genç, hiçbir tecrüben yok, her şeyi eline yüzüne de bulaştırabilirdin. Ki kulağıma gelen haberlere göre o yönde birkaç adım atmışsın."
Alois bunu duymayı beklemiyordu, kaşlarını kaldırdığında alnı kırışmıştı. Neyi yanlış yapmış olabileceği hakkında herhangi bir fikri yoktu.
"Hangi adımlardan bahsediyoruz ?"
"Lord Gustav ile sohbet ederken sınır kapılarından bahsetmişsin. Böyle ucu açık bir gücün dukalıkların eline bırakılmaması gerektiğini, gümrüklerin krallık denetimine girmesi gerektiğini savunmuşsun. Böyle hassas konular hakkında fikir belirtmek sana mı kaldı Alois? Bu adamlar liman ticareti ile uğraşıyorlar, verdiğin aklı takip ederlerse tüm ticaret yollarını kendi lehlerine çevirirler."
"Ben şahsi çıkarları göz etmeden, devlet yararına konuştum. Söylediklerimin doğru olduğunu sen de biliyorsun."
"Alois, sana kendi aralarında bir koltuk vermeleri onlardan biri olduğun anlamına gelmez. Devlet halka değil, tahtta kim oturursa ona hizmet ediyor. Senin bu saraydaki amacın devlete değil, ailene hizmet etmek, bunu sakın unutma."
Babasının sözleri Alois'i duraklatmıştı. Doğru olabilir mi diye düşündü, böyle bir durumu kötüye kullanabilirler mi? Cevabı çok sürmeden kendi içinde almıştı. Sadece iki aydır içinde bulunduğu aile kesinlikle gücü manipüle edip lehine çevirecek potansiyele sahipti.
"Diğer bir husus, kardeşin Abel. Öyle sanıyorum ki Lord Gustav'a bir şekilde Abel'in ordu dışında herhangi bir mevkide başarılı olamayacağını empoze etmişsin. Adam bunun için benden icazet istedi. Böylesine önemli bir konuda, bana danışmadan nasıl karar verebiliyorsun ?"
"Ne yapabilirim? Bana fikrim soruldu, yalan mı söyleseydim? Bunca yıldır fark etmemiş olabilirsin fakat oğlun iki lafı bir araya getirmeyi beceremeyen avalın teki, onu bu sarayda ciddi herhangi bir göreve getirmek ailemizi rezil etmekten başka işe yaramaz."
Babası sesini fazla yükseltmemekle birlikte Alois diyerek çıkışmıştı. Abel'in ise onun kadar sakin olduğu söylenemezdi. Saray muhafızlarının ve kraliyet ordusuna mensup kişilerin görevleri süresince evlenmelerine ve bir aile kurmalarına izin verilmiyordu. Bu kararı bu kadar önemli kılan en büyük etmen katı olarak uygulanan bu kuraldı. O ana kadar hakkında konuşulanlardan bihaber olan Abel, duydukları ile birlikte adeta öfke kusmuştu.
"Seni şerefsiz p*ç! Sen kimsin ki bana sormadan benim adıma karar alıyorsun ?!"
"Bir karar alınmış değil. Sadece fikrim soruldu, ben de gerçeği söyledim. Allayıp pullayıp seni satamazdım, özür dilerim."
Öfkeden yüzü bir anda kırmızıya dönen Abel oturduğu yerden hışımla kalkmıştı. Üzerine doğru yürüyecekken annesi kollarından tutmuştu, onu geri çekiyordu. Kardeşinin küfürleri karşısında herhangi bir karşılık vermeyen Alois, arkasına yaslanmış onu izliyorken dışarıdan duyulacağını bildiği gür sesi ile muhafızına seslenmişti.
"Boldmin !"
Kısa bir an sonra, Boldmin gürültülü parlak zırhı ile birlikte kapı çalma gereği dahi duymadan içeri girmişti. Dairenin içerisinde ilerleyip, kahvaltı masasının önüne geldiğinde onun karşısına dikilip selam durmuştu.
"Lord Hallstein."
"Kardeşim Abel'e dairesine kadar eşlik et. Eğer güçlük çıkarırsa kaba kuvvet kullanmaktan çekinme."
"Emredersiniz efendim."
Boldmin aldığı emirle birlikte birkaç adım ötesinde nefes nefese olan Abel'e dönmüştü. Cüsseleri aynı olsa dahi boyu ondan uzundu. Zırhı ve gösterişli kılıcı ile oldukça tehditkâr duruyordu. Herhangi bir hamlede bulunmadan, Abel'i kendi rızası ile ilerlemesini beklemişti. Alois'ten böyle bir hamle beklemeyen anne ve babası durumu şaşkınlıkla izliyorlardı. Kendi rızası ile dışarı çıkmayı kabul eden Abel ise hala oldukça öfkeliydi.
"Sen küçük bir soytarıdan daha fazlası değilsin Alois. Bir gün sevgili karın da bunu anlayacak, işte o gün seni ellerimin arasında ezeceğim."
* * *
Victor, sarayın gün geçtikçe kalabalıklaşan koridorlarında karşılaştığı insanlara başıyla selam vererek ilerliyordu. Kralın ölmesi tüm krallığı çalkalamaya başlamışken, tahta bir naip seçilecek olması durumu içinden çıkılmaz bir hale getirmişti. Soylu dükler, seçim için tek tek saraya toplanıyordu. Ortada somut olarak dillendirilen bir aday olmamakla birlikte saray adetleri hükümdar yeterli olgunluğa erişene kadar bir önceki krala hizmet eden danışmanının devlet işlerini üstlenmesini ön görüyordu. Tarih boyunca taht naipleri danışmanlar arasından seçilmişti, hükümdar akrabalarının da bu güce ulaştığı olmuştu. Bu durum düşünüldüğünde, Lord Gustav taht naipliği için adeta biçilmiş kaftandı. Fakat adamın ağzından buna yönelik herhangi söz çıktığına şahitlik etmemişti, imasına dahi şahit olmamıştı.
Zihnini kurcalayan düşüncelerle dalgın olan Victor, kendi odasına açılan, nispeten tenha koridorda ilerleyip çalışma odasına girdiğinde onu hiç ummadığı bir sürpriz bekliyordu. Başını yerden kaldırdığı ilk an, masasının arkasındaki ona ait gösterişli ahşap sandalyede oturan Alita ile göz göze gelmişti. Elinde olmadan, yıllar öncesinden aşina olduğu sıcak heyecana kapılmıştı. Herhangi bir şey söylemeden önce odanın kapısını yavaşça örtmüştü. Bu ziyaretin gizli gerçekleştirilmesi gerektiğini biliyordu. Yüzüne her zaman sahip olduğu kibar gülümsemeyi yerleştirerek bir adım öne çıktı. Kollarını sandalyenin deri kaplanmış kulplarına yerleştirmiş, görmeye alışkın olduğu kibirli ifadesiyle arkasına yaslanmış onu izleyen Alita ile bir kez daha göz göze gelmişlerdi. Bu dahi, Victor için yıllar içinde güçlükle sahip olduğu büyük bir lütuftu.
"Prenses hazretleri. Sizi görmeyi beklemiyordum."
Yastan çıktığını ilan eden Alita, siyah saçlarını açarak serbest bırakmıştı. Tül kolları bollaşarak omuzlarından dökülen, işlemeli, kahverengi bir elbise giyiyordu. Ne taç, ne kolye ne de küpe; herhangi bir takısı yoktu. Sadece bileğine, yılan şeklinde zarif bir bilezik takmıştı. Yıllardır olduğu gibi güzelliğini hayranlıkla izleyen Victor, masanın önündeki sandalyelerden birini çekmişken Alita soğuk sesiyle onu uyarmıştı.
"Oturabileceğini kim söyledi ?"
Böyle bir çıkışı beklemeyen Victor şaşırmıştı. Eli hala sandalyenin üzerindeyken gözlerini devirerek kinaye ile gülümsemişti. Dişlerini alt dudağının üzerinde gezdirmiş, içine derin bir nefes çektikten sonra geri çekilerek eğdiği başını yavaşça kaldırmıştı.
"Haddimi aştım, özür dilerim."
Alita herhangi bir karşılık vermemişti. Keskin, soğuk gözleri ile onu izliyordu. İlk anda sahip olduğu yüzündeki kibirli gülümseme yavaşça silinmişti. Victor, kadının iç ürperten soğuk öfkesini herkesten daha iyi tanıyordu. Fakat bu hali onu ürkütmemiş, bilakis heyecanlandırmıştı. Kral Hagen'ın ölümünden sonra karşılaşmadığı prensesi görmek için can atıyorken, o ayağına gelmişti.
"Herhangi bir yanlış anlaşılma olmaması için çok açık konuşacağım. Bir hamamböceği gibi Alois'in etrafında dolaştığını biliyorum. Kulağına saçma sapan, olur olmadık şeyler fısıldıyorsun. Bu durum artık canımı sıkmaya başladı. Her an ayağımın altında ezilebilirsin."
"Yüce affınıza sığınarak söylemek zorundayım, beni yıllar önce ezip geçtiniz, belki ayaklarınızla değil fakat sözlerinizle yaptınız bunu. Hala kendime gelememiş olmam sadece benim suçum sayılmaz, öyle değil mi ?"
Söylediği cesur sözler Alita'yı gülümsetmişti. Victor, aradan geçen zamana rağmen, kadının gülümsemeyi nasıl keskin bir bıçak gibi tehditkâr kullanabildiğine şaşırıyordu. Oturduğu sandalyeyi geriye ittirerek yavaşça ayağa kalkıp ağır adımlarla ilerleyerek karşısına geçmişti. Uzun zaman sonra ilk kez bu kadar net bir şekilde gözlerinin içine bakıyordu.
"Demek ki pek de değerli değilmişsin."
"Belki de. Aslına bakarsanız, uzun yıllar boyunca bu fikre inandım; değersiz olduğuma. Fakat son günlerde düşüncelerim şekil değiştirmeye başladı. Belki de bir yanılsamanın kurbanı oldum, kim bilir ?"
Alita karşılık olarak, söyledikleri komik bir şakaymışçasına kıkırdayarak gülmüştü. Victor onun bu tavrını gayet iyi biliyordu, rol yapıyor diye düşündü. Bu hali onu daha fazla umutlandırmıştı.
"Aptal olma, beni güldürüyorsun."
"Güzel yüzünüzü güldürmekten ancak şeref duyarım, tıpkı göz yaşlarınızın arasında adımı zikrettiğinizi duyduğum gibi."
Alita o ana kadar oldukça rahattı. Hoşnutsuz ve öfkeli olsa dahi kontrollüydü ve Victor'a göre maskesini gayet iyi taşıyordu. Fakat bu sözleriyle birlikte, kibirli gülüşü adeta kireç gibi yüzünden ufalanarak dökülmüştü. Bu kadar yakında rengi ancak seçilebilen, donuk gözlerini birkaç kez üst üste kırpmıştı.
"Bu ne demek şimdi ?"
İleri doğru bir adım atan Victor, aralarındaki mesafeyi oldukça kısalmıştı. Fakat bu onun için yeterli değildi. Gözlerinin içine özgürce bakabildiği kadının üzerine doğru gelmişti, konuşurken yıllar önce olduğu nefesini hissetmesini istiyordu.
"Mahzenden çıktıktan sonra Amadeus ile birlikteyken seni duydum. Birkaç isimle birlikte benim adımı da söyledin. İnsan, terk ettiği, değersiz gördüğü sevgilisini elinden alınmış, kaybetmiş saymaz, öyle değil mi ?"
Yutkunan Alita gözlerini devirmişti. İlk anda verdiği bu basit tepki bile Victor'a doğru yolda olduğunu gösteriyordu. Göğsüne önüne alamadığı, garip bir sevinç daha o anda hâkim olmaya başlamıştı. Kendini bir kuruntu olduğuna ikna etmeye çalıştığı düşüncelerinin gerçek olduğunu hissediyordu.
"Kendimde değildim, ne söylediğimi hatırlamıyorum bile."
"Neden gözlerime bakıp konuşamıyorsun o halde ?"
"Victor, şu saçmalığı kes! Ben Alois ile evliyim, kabul etsen de etmesen de onu seviyorum !"
"Bunu bir de gözlerime bakarak söylemeyi dene."
Öfkeyle içini çeken Alita gözlerini yerden kaldırdığında hırsla koluna vurmuştu. Victor sendeleyerek üzerinden bir adım geri çekilmek zorunda kalmıştı fakat aldığı darbe onu korkutmamış bilakis güldürmüştü. Hala birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlarken aralarındaki mesafe Alita'ya yeterli gelmemişti. Geriye doğru ilerlerken kızgın bir yılan gibi öfkeyle fısıldıyordu.
"Alois'i seviyorum, sen gözümde koca bir hiçsin."
"Öyle mi ?"
"Kes şunu dedim! Senden nefret ediyorum, beni duydun mu? Senden nefret ediyorum !"
Victor geri geri ilerleyen kadının üzerine yürüyordu. Aralarındaki mesafe hâlihazırda oldukça kısayken, Alita'nın sırtının duvara değmesi ile birlikte sıfıra inmişti. Beklediği darbe bu kez kolunu değil göğsünü bulmuştu. Ellerini göğsüne yaslayarak onu ittirmeye çalışan Alita'nın bileklerini kavramıştı. Gözleri önce alev alan gözlerini, sonrasında ise yıllardır ayrı kaldığı dudaklarını bulmuştu. Bununla birlikte vücudunu üzerine yasladığı kadını mermer duvara hapsetmişti. Aradan geçen onca zamandan sonra, hasretle ve büyük bir tutkuyla dolgun dudakları ile buluştuğu ilk an herhangi bir karşılık almamıştı. Fakat buna aldırış etmiyordu. Ruhunu ürperten soğuk nefesini yüzünde hissetmek, aşina olduğu kokusu içine solumak onun için paha biçilemezdi. Bileklerini göğsüne çekerek sıkıca kavradığı Alita ittirmek için çabalamıştı. Victor, eğer isterse onu kolaylıkla diğer duvara fırlatabileceğini biliyordu. Lakin Alita sıktığı yumruklarını birkaç kez beceriksizce göğsüne yaslayarak onu ittirmeye çalışmış, sonrasında ise içini çekerek bundan vazgeçmişti. Onunla savaşmayı bıraktığı anda, tereddüt eden dudaklarını yavaşça aralamıştı. Hala karşılık veriyor değildi fakat tutkusuna teslim olmuştu. Victor, dudaklarını dudaklarıyla eziyorken, vücudunu tamamen ona yaslamıştı, açık pencereden esen yaz rüzgârı bile boşluk bulup aralarına sızamıyordu.
Sıcak dili dudaklarını arasına sızmışken, Alita bir anda tüm gücüyle göğsüne vurarak onu kendinden uzağa itmişti. Sersemleyen Victor dengesini kaybetmiş sendeliyorken masasına tutunarak durmuştu. Hala sırtı duvara dayanmış olan Alita tıpkı onun gibi nefes nefeseydi, inip kalkan göğüsleri elbisenin derin yakasından gözüküyordu. İri dudakları kızarmıştı, Victor bir kez daha aralarına sızmak için can atıyordu.
Bir müddet hiçbir şey söylemeden, nefes nefese birbirlerinin gözlerinin içine bakmışlardı. Kısa sessizlikten sonra Alita elbisesinin eteğini düzeltip olduğu yerde doğrulmuştu. Hareketlenmiş, ona hiçbir şey söylemeden gitmeye hazırlanırken Victor ileri çıkıp bileğini bir kez daha kavramıştı. Omuzunun üzerinden ona bakan Alita'nın gözleri hala alev alevdi. Fakat bunu umursamıyordu, içindeki köz tekrar alev almışken durmaya niyetli değildi.
"Bana bak, eğer küçücük bir şans dahi varsa, o küçücük şans için bu sarayın altını üstüne getiririm. Hiçbir şey umurumda değil, beni duydun mu? Senden başka hiçbir şey umurumda değil."
Yazan; İlknur DUMAN
* * *
https://youtu.be/QMP-o8WXSPM
Bu bölüm her yere bir mesaj yerleştirdim - multimedya, latince girişimiz ve hikayenin içerisinde saklı bir sürü küçük durum jsjdfs - bir de sizinle benim için ilk andan beri Alita ve Victor'u anlatan bu güzel şarkıyı paylaşmak istedim, çünkü neden olmasın ? 👀 Dinlemeseniz dahi sözlerine bakmanızı tavsiye ederim, okuduğunuzda buradan size kıpss yapacağım lkjsd 👀😏😂
* * *
Patron çıldırdı arkadaşlar 🤷♀️ Alita delirmesin ağlamasın, biz onu eskisi gibi istiyoruz sesleri yükselmeye başlamıştı, buyurun kendisi full evil mode'a geçti, vatana millete hayırlı uğurlu olsun 😈Yorumlarınızı okumak için inanın sabırsızlanıyorum çünkü bence bomba bir bölüm oldu, bundan sonra ne olur bilemem artık 👀 Bahis oranlarına yeni bir düzenleme gelecek, onu hissediyorum ama 😂 Ben yazarken çok eğlendim ve keyif aldım, umarım siz de beğenirsiniz. Hepinizi kocamaan öpüyorum, kendinize iyi bakın 😽♥️♥️
Not ; Söylemeyi unutmuşum, 30 oy kuralı devam ediyor arkadaşlar, üç sene bekleme konusunda hala kararlıyım 😽♥️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top