⚜️Bölüm 17 - "Ivar Lucian Waldorf"⚜️
"Fluctuat nec mergitur."
⚜️⚜️⚜️
6 Sene Önce – Dúpa Adası / Duviel
"Hala vazgeçmek için vaktin var. Merak etme, kimseye korkup kaçtığını söylemem."
Ivar, kuzeni ile Alita ile birlikte, adeta sonsuzluğa uzanıyormuş gibi duran soğuk denize bakıyordu. Gökyüzü koyuluğunu terk etmeye başlamıştı, hala tepelerin arkasında gizlenen güneşin doğması an meselesiydi. Denize açılan derin uçurum, birkaç adım ötelerinde duruyordu. Üzerinde cılız rüzgârın savurduğu, geceliği andıran beyaz bir elbise olan Alita'nın bakışları gökyüzü ile denizin arasında gidip geliyordu. Uzun parmaklarını siyah saçlarının arasından geçirip bileğindeki toka ile sıkıca toplamıştı. Ona bakarken tekinsizce sırıtıyordu.
"Korkuyorum ama kaçmayacağım. Eğer sen yapıyorsan ben de yapabilirim."
"Ben ciddiyim, eğer tereddüt ediyorsan aşağıya inip atların yanında bekle. Paniğe kapılırsan güzel yüzünü kayalıkların dibinden kazımak zorunda kalırım. Bu hiç hoşuma gitmez."
Sözleriyle birlikte Alita histerik bir kahkaha atmıştı. Heyecanlı olduğunu görebiliyordu fakat bunun tek sebebi korku değildi. Bir uçurumdan atlayacak olmak tıpkı onun gibi kuzenine de garip bir haz veriyordu. Ivar bu hisse uzun yıllardır aşinaydı. Dúpo'ya babası ve kardeşi Igor ile birlikte çocukluğundan beri geliyordu. Adadaki her bir ayrıntı tıpkı özenle çizilmiş bir harita gibi aklındaydı. O an buldukları kayalıklardan denize dalmak birçokları için delilikten, Ivar bunu on beş yaşından beri yapıyordu. Babası Gustav, birçok kez onu sapkınlıkla suçlayıp azarlasa da umursamamıştı. Yüksekliğin, uçurumun, saldırmak istercesine insanları gözetleyen kayalıkların yarattığı korkuya meydan okumayı seviyordu.
Bunu Alita'ya ilk anlattığında, gözleri irileşerek heyecanla parlamıştı. Kuzenin de en az onun kadar gözü kara olduğunu biliyordu. Alita gün doğmadan, yağmur yağarken sahile inip kimseyi umursamadan yüzer, bazen hiçbir şey yapmadan suyun onu sürüklemesine izin vererek gökyüzünü izlerdi. Ivar bu durumu garip karşılamıyordu. Kuzenleri, çocukluklarından beri pek de öngörülebilecek türde davranıyor değildi. Bilakis, Ivar'ın tehlikeye olan düşkünlüğü aile içinde şikâyete sebep olsa da aralarında en delibozuk olan oydu. Bu durum, çocuklukları boyunca ikisini birbirinden ayırılmasına yol açmıştı. Alita ile birlikte mükemmel bir oyun arkadaşı olsalar dahi, amcası Adon ve babası Gustav birlikte vakit geçirmelerine izin vermemişlerdi.
O an ise, birlikte denize dalmak için uçurumun kenarında duruyorlardı. Alita, her yaz olduğu gibi tatil için başkent Calabar'dan Duviel'e gelmişti. Igor ile birlikte önce Walut'a açılmışlar, sonrasında ise Ruyka ve Dirk'ü de alarak Dúpa'ya geçmişlerdi. Amcaları Adon'un tahta oturması ile birlikte prens olan Hagen, geleceğin kralı olarak görüldüğü için sorumlukları artmıştı. Onlar gibi kafasına göre hareket edemiyordu. Tek başına Duviel'e gelen Alita buna hem üzülmüş, hem de sevinmişti. Eğer Hagen aralarında olsa, onunla birlikte gün doğmadan kayalıklara gelemeyeceğini biliyordu.
"Önce hangimiz atlayacağız ?"
Hala heyecanla sırıtan Alita merakla ona bakıyordu. Ivar, kısa bir an yaptıklarının doğru olup olmadığını düşündü. Karşısında Ruyka olsa, bir an bile düşünmeden elinden tuttuğu gibi uçurumdan aşağı indirirdi. Fakat Alita'yı tanıyordu, sıradan biri olmamasının yanı sıra kızın olağanüstü güçleri vardı. Yapabileceğine emindi fakat yine de tereddüt ediyordu.
"Birlikte atlayacağız. Yapman gereken tek şey var, kendini ileri doğru fırlatacaksın. Su derin, paniklemediğin sürece her şey yolunda gidecek."
Gözlerinin içine bakan Alita heyecanla başını sallamıştı, hala sırıtıyordu. Ensesinde duran atkuyruğunu iki yandan tutarak sıkılaştırmıştı. Ellerini yüzünde gezdirip içine derin bir nefes çektikten sonra tekrar ona doğru dönmüştü. Yüzünde saklı olan gülümsemesini dudağını ısırarak saklamaya çalışıyordu.
"Tamam, hazırım."
"Peki. Üçten geriye sayacağım, sonra birlikte atlayacağız."
Alita tekrar başını sallamıştı, birlikte birkaç adım daha geri çekilmişlerdi. Ivar göz ucuyla onu kontrol ediyordu. Elleriyle üzerindeki elbisenin eteklerini kavramıştı. Hala dudaklarını ısırarak gülümsüyordu. Bacakları bileklerinin biraz üzerine kadar açılmıştı, titriyormuş gibi durmuyorlardı. Yapabilir diye düşündü, dünya üzerinde kendine denk görebileceği biri varsa bu kesinlikle Alita'ydı. Tıpkı onun gibi içine derin bir nefes çekti ve bağırarak üçten geriye doğru saymaya başladı.
"Tre, to, en !"
Geri sayımı bittiğinde, birlikte uçuruma doğru koşmuşlardı. Kendini boşluğa bıraktığında, Alita'nın çığlığının kayalarının arasında yankılandığını hissetmişti. Ne olduğunu anlamasına fırsat kalmadan kendini soğuk suyun içinde bulmuştu. Vücudu bir çivi gibi dibe doğru inmişken, hızla kendine gelip kulaç atarak suyun yüzüne çıkmıştı. Yüzüne gelen saçlarını geri çekerek, beyaza dönük mavi gözleriyle Alita'yı arıyordu.
"Alita !"
Çağrısına herhangi bir karşılık alamamıştı. Bir an, korkuyla arkasına dönüp kayalıkların oluşturduğu çıkıntılara baktı. Eğer Alita kendini ileri savurmayı becerememiş olsa, kanının kıyıyı süsleyeceğini biliyordu. Dibe batıp çıkamamasından korktu. İçine derin bir nefes çekip tekrar soğuk suya daldığında, yirmi otuz kulaç ilerisindeki Alita'yı fark etmişti. Suyun içerisinde, gözleri kapalı hareketsizce duruyordu. Onu kendinden geçmiş, suyun içerisinde savruluyorken görmek, uçurumdan atlamaktan daha korku dolu bir deneyimdi. Nasıl yaptığı bilmeden, hızla yanına yüzüp belini kavrayarak suyun üzerine çıkarmıştı. Kuzeni kollarının arasında baygın bir halde duruyorken, o korkuyla adını sayıklıyordu.
"Alita! Hyvä Skurk, aç şu lanet gözlerini !"
Ivar korku içinde bağırıyorken, kucağında tuttuğu Alita'nın yüzünde yavaşça bir sırıtış belirmişti. Oyuna geldiğini fark ettiği an, suda onu kendinden uzağa savurmuştu. Dengesini kaybeden Alita, tekrar batıp suyun yüzüne çıktığında kahkaha atıyordu.
"Ruh hastası."
Tokası çözülen Alita yüzünü ovarak dağılan saçlarını geriye atmıştı, dediğine aldırmadan uzaktan gülerek onu izliyordu. Gözleri bir an atladıkları uçurumu bulmuştu. Yaptıklarına inanamıyormuşçasına başını iki yana doğru sallayarak kayalıkları süzdükten sonra yüzerek yanına gelmişti.
"Haklıymışsın Ivar, insan bu uçuruma bakıp atladığını düşündükçe kendini ölümsüz hissediyor."
Hala kayalıkları izliyorken, sırıtarak ona doğru dönmüştü, suyun içinde kolunu omzuna dolayarak yanına yaklaşmıştı. Ondan bir şey isteyeceğini bakışlarından yüzüne yayılan bu ifadeden biliyordu.
"Calabar'a gitmeden önce beni bir kez daha buraya getirir misin ?"
"Elbette hayır, sence bunu hak ediyor musun ?"
"Hadi ama, gerçekten öldüğüme inandın mı? Bence oldukça kötü bir oyunculuk sergiledim, gülmemek için suyun altında dudaklarımı sıkıyordum."
Ivar herhangi bir cevap vermek yerine ruh hastası diye mırıldanıp aldığı bir avuç suyu yüzüne fırlatmıştı. Homurdanarak geri çekilen Alita, ilk anda elini yüzüne siper etmiş, sonrasında tıpkı onun gibi üzerine su fırlatmıştı. Bir müddet soğuk suyun içerisinde yüzüp dibe daldıktan sonra birlikte Bakire Koyu'na yüzmüşlerdi. Dúpa'daki kalede çalışan hizmetlileri Tosco kıyıda atları ve eşyaları ile birlikte onları bekliyordu. Onun çizmeleri, Alita'nın ayakkabıları uçurumun kenarında kalmıştı. Üzerinde beyaz gömleği ve deri pantolonu vardı. Alita ise ince, uzun kollu beyaz bir elbise giymişti. Göğsünün etrafını, tıpkı yaralanmış gibi kalın bir kumaşla sarmıştı. Fakat kalçaları sudan çıktığı an üzerinde hiçbir şey yokmuşçasına kendini belli etmişti. Denizden çıktıklarında, sahilde birkaç balıkçı teknesi vardı. Günün bu saatinde, görünürde ne bir tekne ne de bir yelkenlinin olmadığı denizden insan çıkması balıkçıları şaşırtsa dahi bir tepki verememişlerdi. Birinin yakınından geçiyorlarken, pruvadan tekneye ağ çeken genç bir adam eğdiği başını kaldırıp Alita'yı süzmüştü. O an, kıyıda olan herkes ikisinin de kim olduğunu gayet biliyordu. Karaburun içerisinde, uçuk mavi göz, beyaz ten ve kuzguni siyah saçların neye işaret ettiğini bilmemek aptallık sayılırdı.
Buna rağmen, genç balıkçı içinden yükselen erkeksi dürtüye ve merakına engel olamayıp kuzenini süzmüştü. Bunu sadece o değil, Alita'da fark etmişti. Elbisesinin bacağına yapışan eteklerini toplayıp başını kaldırarak teknedeki balıkçıya dönmüştü. Adama belli belirsiz gülümsemiş, sonrasında ise göz kırpmıştı. Onun bu tavrı Ivar'ı güldürmüştü. Birlikte, atlarının başında bekleyen Tosco'nun yanına geldiklerinde, adamın tuttuğu uzun, siyah pelerini elinden alarak bizzat kuzeninin omuzlarına yerleştirmişti.
"Zavallı balıkçının kasıkları günlerce ağrıyacak."
"Güzel gözleri var. Bilirsin, güzel gözleri olan erkeklere karşı koyamıyorum."
"Bu sözlerini gizemli sevgilin duyarsa çok üzülür, daha dikkatli olmalısın."
Pelerinin yakasındaki bağını sıkıca düğümleyen Ivar, adamın kendisi için tuttuğu, nispeten daha kısa olan pelerini giydikten sonra kenardaki çizmelere uzanmıştı. Alita ise atının eyerini tutarken yanı başlarında bekleyen Tosco'ya seslenmişti.
"Tosco, eğilmek istemiyorum. Ayakkabılarımı giydir lütfen."
Emredersiniz majesteleri diye mırıldanan adam, genç kızın önünde diz çökmüştü. Açık mavi ayakkabılarını giydirip ince ipliklerini dikkatle bağladıktan sonra başını eğerek geri çekilmişti. Teşekkür eden Alita, onun yardımı olmadan atının üzerinde yerini aldığında, bakışları üzerine çevirmişti.
"Gizemli sevgilim kimmiş ?"
"Lauron Amadeus. Saklamaya çalışma, hepimiz o adamı yatağına aldığını biliyoruz."
Alita bir kez daha söylediğine inanamıyormuş gibi kahkaha atmıştı. Hareketlenen atının dizginlerini kavramışken başını geriye yaslamış, neşeyle gülüyordu.
"Sakın birlik olup arkamdan bunun dedikodusunu yaptığınızı söyleme."
"Seninle burada kelime bilgisi üzerine tartışmak istemem fakat dedikodu gerçek dışı söylentiler için kullanılır."
"Bu ne demek şimdi? Gerçekten Amadeus ile yattığıma mı inanıyor musun ?"
"Bu kadar iyi at sürmeyi ondan öğrendiğini düşünüyorum."
Alita kıkırdayarak adi herif diye homurdanmıştı. Çizmelerini giyen Ivar, doğrulup üzerini düzeltmişti. Tıpkı kuzeni gibi atının üzerindeki yerini aldığında, ellerini önünde birleştirmiş, göz ucuyla onları izleyen Tosco'ya dönmüştü. Otuzlu yaşlarının ortalarındaki adam bakışlarını üzerinde hissettiği an korkuyla gerilmişti.
"Tosco, bu sabah Alita ve ben yürüyüşe çıktık, öyle değil mi? Bizi ne uçurumda ne de koyda görmedin, konuşulanları da duymadın."
"Elbette efendim, siz nasıl uygun görürseniz."
Güzel diye mırıldanan Ivar, atının eyerine yerleştirilen küçük, kadife heybedeki altın kesesini çıkarıp adamın üzerine fırlatmıştı.
"Söylediklerimi kıyıdaki balıkçılara da ilet, ellerine bir iki altın tutuştur, kalanı senindir."
Altın kesesini havada kapan Tosco emredersiniz efendim diye mırıldanarak heyecanla atılmıştı. O uzaklaşırken, dizginlerini kavradığı atını siyah kumsalın taşlık yola karıştığı yöne çevirmişti. Islak saçları rüzgârla savrulan Alita, yanı başında at sürerken onunkilere göre küçük ve çekik olan gözlerini üzerine çevirmişti.
"Sana bir sır vermemi ister misin ?"
"Başımı belaya sokmayacaksa neden olmasın ?"
"Kalbimde biri var, Amadeus değil, başka biri."
Ivar atının dizginlerini çekerek yavaşlatıp Alita'dan uzağa çevirmişti. Şaşkın bakışları yüzündeki gülümseme ile onu izleyen kuzenini bulmuştu. Yalan söylemediği bakışlarında görebiliyordu.
"Şuraya bak, utanmadan öğretmenini mi aldatıyor musun ?"
"Kes şunu Ivar, bu ciddi bir mesele."
"Demek öyle. Peki, bu ciddi meseleye bulaşan beyefendi kim ?"
Alita sorusuyla birlikte gözlerini devirmişti. Ivar, yüzündeki aptal gülümsemeyi olduğu yerden dahi seçebiliyordu. Âşık olmuş diye düşündü, kuzenini bu halde görmek onu hiç olmadığı kadar eğlendirmişti.
"Henüz kim olduğunu söyleyemem. Ama onunla evleneceğim, bundan eminim. O gün geldiğinde, kim olduğunu herkesle birlikte öğrenirsin."
DC 138 / Güncel Zaman – Calabar
Yataklarının önünde duran divana oturmuş, parmağındaki gümüş yüzüğü ile oynayan Alois, yeşil gözleri ile yere döşenmiş, açık mavi ve krem rengi desenleri olan seramiği izliyordu. Uyanmasının üzerinden bir hayli vakit geçmişti. Gözlerini açtığında, güneş henüz doğuyordu. Yanı başında uyuyan Alita'ya aldırmadan kalkıp üzerindekileri çıkarıp uzun uzun yıkanmıştı. Bir müddet, sıcak havuzun içinde oturup hiçbir şey düşünmeden boşluğu izlemişti. Yaşadığı hayal kırıklığı onu dalından kopan yaprağa dönüştürmüştü; kendini içi oyulmuşçasına boş ve hafif hissediyordu, nereye gideceğini bilmeden savruluyor gibiydi.
Kavgalarının üzerinden üç gün geçmişti. Tarifsiz bir hayal kırıklığına kapılan Alois, bağırarak sitem ettikten sonra üzerini değiştirerek dairelerinden çıkmıştı. Peşinden gelen Boldmin'e onu rahat bırakmasını söylemiş, bir müddet nereye gideceğini bilmeden sarayın içinde dolaşmış, sonrasında ise kendini çalışma odasında bulmuştu. O akşam, gün doğana kadar gözünü kırpmadan boşluğu izlemişti. Zihninde tek bir soru dolaşıyordu; neden? Neden benimle evlendi? Bu soru için birçok cevabı vardı, her biri canını ayrı ayrı yakıyordu.
Geçen üç gün boyunca, ikisi de olanlar hakkında konuşmayı reddetmişti. Alita onu soğuk gözleriyle uzaktan izlese dahi tek kelime etmiyordu. Bu tavrının altında neyin yattığını çıkaramamıştı. Alita, kardeşinin ölümüyle birlikte adeta aklını kaybetmiş gibi davranıyorken, kavga ettikleri akşamın ardından eski haline dönüşmüştü. Neşeli ya da konuşkan değildi, hala kardeşi için tuttuğu yası sürdürüyordu. Fakat hali, tavrı bilincini kaybetmiş birine değil herkesin görmeye alışkın olduğu Prenses Alita'ya aitti.
O sabah, birlikte kahvaltı masasında oturuyorlarken, iştahı kapalı olan Alois birkaç lokmayı güçlükle yuttuktan sonra ağzını silerek yerinden kalkmıştı. Daireden çıkacakken, Alita konuşmak istediğini söyleyerek seslendiğinde içini çekerek divana oturmuştu.
Kısa bir an sonra Alita, üzerine giydiği, yürüdükçe eteği savrulan siyah elbisesi ile kahvaltılarını yaptıkları bölmeden çıkıp karşısına dikilmişti. Hala parmağındaki yüzüğü ile oynayan Alois başını kaldırdığında gözleri birbirini bulmuştu. Bu kadar sakin olabilir mi diye düşündü. Aralarında geçenler onun kalbini adeta bin parçaya bölmüşken, karısı karşısında bir heykel gibi hissiz duruyordu.
"Bu şey sürekli böyle mi devam edecek Alois ?"
Dizlerini kavrayarak yavaşça ayağa kalktı. Karşısında dikilen Alita bir kadına göre uzun olsa dahi ondan beş, altı parmak kısa kalıyordu. Ona baktığında, elinde olmadan dudağının iç kısmını ısırdı. Gözleri renksiz ve ruhsuzdu fakat onu hala heyecanlandırıyordu. Alois, Kral Hagen ölmeden önceki hayatlarını bir kez daha düşündü. Henüz on sekiz gün geçmesine rağmen ona bir asır öncesiymiş geliyordu.
"Gerçekten bu kadar umursamaz mısın yoksa güçlüyü mü oynamaya çalışıyorsun ?"
"Durumun güçle ya da umursamamakla alakası yok. Beni tanıdığını ummuştum, o an öfke ile konuştuğumu sen de biliyorsun."
İçine düştüğü ironi ile birlikte asabı bozulan Alois elinde olmadan gülmüştü. Derin bir nefes alıp ellerini saçlarının arasında gezdirdikten sonra önünde birleştirmişti. Konuşurken aynı zamanda gözlerinin içine baktığı karısının üzerine eğiliyordu.
"Ben hiçbir şey bilmiyorum, anladın mı güzel sevgilim? Hiçbir s*k bildiğim yok."
Alita çıkışmak için ağzını açmış, sonrasında ise gözlerini kapatıp yutkunarak geri çekilmişti. Eliyle üzerindeki elbisenin uzun kollarını düzeltiyorken, bakışlarını ondan öteye çevirmişti. Tıpkı onun gibi, içine derin bir nefes aldıktan sonra hoşnutsuzca mırıldanmıştı.
"Eğer istediğin çocuklar gibi küsüp konuşmamaksa devam ettirebilirsin."
"Hayır, hayır. Bunun suçunu sadece benim üzerime bırakamazsın. Geçen akşam, şurada, yatağımızda beni sevmediğini, bana güvenmediğini söyledin. Ne bekliyorsun? Sana aşkla sarılmamı mı ?"
"Öfkeyle, bir anda söyledim diyorum. Asıl sen ne yapmamı istiyorsun? Özür dilediğimde mi bu saçmalığın peşini bırakacaksın ?"
"Sen kalbinden geçenleri söyledin Alita, o sözler öfkeyle ağzından çıkmadı."
O durumu kabullenmedikçe Alita öfkelenmişti. Bunu sıktığını dudaklarında, parlayan gözlerinde açık seçik görebiliyordu. Alois, Alita'nın söylediklerinin aksine herhangi bir özür beklentisi içerisinde değildi. Karşısındaki kadında samimi bir pişmanlık görse, olanları acısına vermeye dahi yatkındı. Fakat Alita öfke dışında herhangi bir duygu göstermiyordu.
"Ne olacak peki? Böyle mi devam edecek? Yoksa benden boşanacak mısın ?"
Alois hayal kırıklığı içinde başını iki yana doğru sallamıştı. Sessizliğin, konuşmalarından daha iyi bir seçenek olduğunu o an daha iyi anlıyordu. Kelimeler, karşılıklı kuşandıkları silahlara dönüşmüştü.
"Günlerdir, bir aptal gibi senden gelecek tek bir adımı bekliyorum. Karşıma geçmiş bunu nasıl sorabiliyorsun ?"
"Adım attım işte, buradayım. Öfkeyle bir anda konuştum diyorum, o sözler gerçek değildi. Acı çekiyorum Alois, kendimde olmadığımı biliyorsun."
"Lütfen, yalvarırım beni kandırma, olur mu? O akşam kendindeydin Alita, bana bir şeyler söylemek için kıvrandın ama beceremedin. En sonunda da kalbinde ne varsa ortaya döktün. Bir şeyleri düzeltmek istiyorsan daha fazla yalan söyleme, artık dürüst ol."
Alita'nın gözlerindeki öfke cılız mum ışığı gibi bir anda sönmüştü. Sözleriyle tasdik etmese dahi haklı olduğunu o da biliyordu. Alois, evlendiği kadının kibri ile birçok kez karşılaşmıştı. Fakat haksızlığını kabul etmemekteki ısrarı bunu ona bir kez daha gösteriyordu. Hatasını kabullenmemekte inatçıydı, bu yetmezmiş gibi durumu uzattığını söyleyerek onu suçlu çıkarmaya çalışıyordu.
"Ben okuman için seni bekleyen açık bir kitap değilim, her şeyi bir anda önüne yığmamı bekleyemezsin."
"Bu sözleri Lord Amadeus'a da söylüyor musun ?"
Odadaki boş şöminenin önünde karşı karşıya duruyorlarken, Amadeus'un adı geçtiği an Alita'nın kaşları kırışmıştı. Akıl hocasının konuya dâhil olmasından hoşlanmış gibi gözükmüyordu.
"Kendini Amadeus ile kıyaslama."
"Ben senin kocanım, Alita. Gökler aşkına, kendimi o adamla kıyaslamıyorum elbette. Keşke sen de bu gerçeğin biraz farkında olsan."
Alois içine girdikleri tartışmayı devam ettirmek istemiyordu. Geri çekilerek üzerindeki ince, kasıklarından aşağı inen koyu lacivert ceketi düzeltti. Alita hala onunla konuşmak istese dahi elini kaldırarak susturmuştu.
"Geç kaldım, artık çıkmam gerek."
Alita'nın gözlerine tekrar aşina olduğu o öfke oturmuştu. Alois bunu umursamadan arkasını dönüp ilerlemişti. Dairelerine ait kemerli, geniş kapının tek kanadını açıp araladığında, avucunda tuttuğu kulp bir anda elinden kaçmıştı. Önünde durduğu kapının öylece, kendiliğinden kapanmayacağını biliyordu. İrkilse dahi, korkusu uzun sürmemişti. Yılgınca içini çekerek omzunun üzerinden arkasına baktı. Alita olduğu yerde durmuş, hala onu izliyordu.
"Ne o? Seni sıkıyor muyum? Benimle evlenirken kim olduğumu biliyordun Alois. Sana her şeyi anlatmamış olabilirim ama kim olduğumu asla saklamadım."
Anlam veremediği bir karmaşaya düşen Alois'in alnı kırışmıştı. Kendi içinde bu da nerden çıktı diye düşünüyordu. Alita'dan sıkılmış değildi, sadece içinde bulundukları durum onu üzüyordu. Sevilmediğini işitmek onun için ağır gelmişti.
"Ciddi sorunların var, senin için gerçekten üzülüyorum."
Kapıyı bir kez daha aralamış, bu kez herhangi bir zorlamaya maruz kalmadan dışarıya çıkabilmişti. Kapılarının önünde iki zırhlı muhafız bekliyordu. Küçük hol ve koridor boyunca belli aralıklarla bekleyen birkaç muhafız daha vardı. Alois dışarı çıkıp onu bekleyen muhafızı Boldmin'e doğru bir adım attığında, dairenin içinde bir gürültü kopmuştu. Alita ondan alamadığı hırsını kapıdan alıyordu, fırlattığı şey önce ahşaba çarpmış sonrasında ise tiz seslerle yerde sürüklenmişti. Gözlerini kapatarak içini çeken Alois, tek eliyle yüzünü ovduktan sonra başını kaldırmıştı. Koridor boyunca ilerlerken, Boldmin de onu takip ediyordu. Bir adım arkasında olan adama dertle yakınmıştı.
"Boldmin, benden sana altın değerinde bir tavsiye; sakın evlenme."
"Saray muhafızı olduğum müddetçe evlenmem yasak efendim."
"O halde çalışmaya devam et. İnan bana, hovardalık daha onurlu bir yaşam tarzı."
Sözleri Boldmin'i güldürmüştü. Birlikte sarayın iç avlusundaki görkemli ön bahçeye indiklerinde, Lord Victor Mascarián ihtişamlı kemerle çevrelenmiş, altın işlemeli gösterişli saray kapısının açıldığı mermer merdivenlerde bekliyordu. Çevresinde birkaç görevli, muhafız ve hizmetli vardı. Kral Hagen'ın ölüm haberinin ulaklarla ülkenin dört bir yanına iletilmesinin ardından, Batıkent, Gölvadi, Güneykapı ve Karaburun dükleri kraliyet naibinin seçimi için başkent Calabar'a davet edilmişti. Güneykapı ve Drindall Dükü olan babası Alva Hallstein iki gün önce annesi ile saraya varmıştı. Batıkent ve Rabat Dükü Matta Káde onlardan bir gün önce maiyeti ile birlikte gelmişti. O sabah ise, Karaburun ve Duviel Dükü olan Ivar Waldorf'u bekliyorlardı. Dük Káde'yi Victor karşılaşmıştı, ailesi için ise Alois kendinden başka herhangi kimseyi istememişti. Fakat söz konusu Waldorf ailesinden biri olunca, ikisi de sabahın erken saatlerinde sarayın ana kapısında hazır bulunmuşlardı.
"Özür dilerim, geç kaldım."
Merdivenlerde, Victor'un yanını bulan Alois mırıldanarak özür dilemişti. Giydiği ceketi bir kez daha düzeltirken, hazine kâtibinin iri, siyah gözleri üzerini bulmuştu. Onun aksine, yüzünde eğlenen bir ifade vardı.
"Bu halin ne Alois? Alınma fakat meyhane kaçkınına benziyorsun."
Ceketiyle ve içine giydiği gömleğin kollarıyla oynayan Alois elinde olmadan içini çekmişti. Adamın neyi kast ettiğini biliyordu. Saçlarını uzun zamandır kestirmemişti, ensesine uzanan dalgaları gittikçe vahşi bir hal almıştı. Sabah yıkandıktan sonra tarayıp düzeltmiş olsa bile dairelerinde, Alita ile kavga ederken birden çok kez ellerini saçlarının arasından geçirmişti. Ne hale geldiğini tahmin etme bile istemiyordu.
"Düzeltmeye vaktim olmadı, o kadar kötü mü gözüküyor ?"
"Eğer kraliyet hanedanına mensup birini karşılamıyor olsak çekici olduğunu söyleyebilirdim. Fakat resmi gözle bakıldığında dağınık duruyor."
Alois uzun parmaklarını, koyu kahverengi dalgalarının arasında gezdirip açılmasını sağlamıştı. Ön kısmını belirgin olmamasına dikkat ederek sağa yatırdıktan sonra dalgalıdan kıvırcığa dönen saç uçlarını düzeltmişti. Daha iyi gözüktüğünü düşündüğünde, başını kaldırıp gömleğinin boynundaki bağını gevşeterek önüne dönmüştü. O kendi ile uğraşırken, Victor yavaşça omzuna vurarak ona yaklaşmıştı.
"Anlaşılan sizin tarafta suları durultamamışsın."
Alois içini çekerek gözlerini devirmişti. Birkaç gün önce konuştukları Victor'a üstü kapalı şekilde evliliğindeki sorunları anlatmıştı. Alita'nın kendini kapadığından, onunla konuşamadığından bahsetmişti. Adamın tavsiyesi bunun için şükretmesi üzerine olmuştu. Kendisi de Ruyka'nın hiç durmadan ondan şikâyet ettiğini anlatmıştı.
"Ne mümkün."
"Canını sıkma. Sana söyledim, ben Ruyka ile senelerdir evliyim. Hala taş*klarımdan kan süzüyor."
Adamın sözleri karşısında Alois gülmemek için dudaklarını sıkmak zorunda kalmıştı. Suların onun tarafında da durulmadığını görebiliyordu.
"Alita bir müddet daha benimkilere dokunmaz, en azından bir çocuğumuz olana dek."
"Majestelerini tenzih ederek söylüyorum fakat kadınlar için yegâne görevimiz bu biliyor musun; onlara bir çocuk vermek. Bebeklerini kucaklarına aldıkları an evlendikleri adamlar gözlerinin önünde su buharı olup uçuyor."
Alois bir an için Alita'yı anne olarak hayal etmek istemişti. Daha önce hiç düşünmese sahi, o an karısını kucağında tuttuğu bebeklerini emzirirken gözünün önüne getirdiğinde içi ısıtmıştı. Nasıl bir baba olacağı hakkında herhangi bir fikri yoktu. Fakat bir hayalin peşine düştüğü o kısa anda karısına anneliği yakıştırmıştı.
"Belki de haklısın fakat ben dikkat çekme konusunda iyiyimdir. Kolay kolay buharlaşacağımı sanmıyorum."
İkisini kendi aralarında mırıldanıyorken, siyah bir at arabası kemerli mermer girişte kendini göstermişti. İki tarafında belli aralıklarla zırhlı muhafızların olduğu taş döşeli yolda ilerlemiş, merdivenlerin biraz ilerisinde yavaşça durmuştu. Alois tam bu anda hafifçe Victor'a doğru eğilerek mırıldanmıştı.
"Dük hazretleri ile senin ilgilenmen mümkün mü? Benim bizimkilerle kardeşim hakkında konuşmam gerek."
Victor tekliften hiç hoşlanmamıştı, bunu saklamakta da bir sakınca görmüyordu. Siyah gözleri bir anda üzerine dönmüştü.
"Hayır, bu adamı üzerime yıkamazsın."
Aldığı tepki Alois'i hem şaşırtmış hem de güldürmüştü. Açıkça sırıtamasa dahi karşısındaki adamın yüzünün böylesine ekşimesi onu eğlendirmişti.
"Tamam, sormadım farz et. Sadece Waldorflar senin büyük bir hayranın olduğu için söylemiştim."
Önüne dönen Victor'un ifadesi yavaşça ciddileşmişti. Tıpkı onun gibi giydiği ceketi düzelterek mırıldanmıştı.
"Hepsi değil, birazdan anlarsın."
Onlar kendi aralarında konuşuyorlarken, Ivar Waldorf siyaha boyanmış, üzerinde Waldorf flamalarının olduğu arabasından muhafızların eşliğinde inmişti. Alois, karşılarındaki adamın görünüşü mensup olduğu aileye benzemese dahi kolaylıkla kuzeyli bir soylu olduğunu söyleyebilirdi. Ivar, onların aksine ceket değil, kasıklarının altına inen siyah bir pelerin giymişti. Kolları için hem sağ hem sol tarafında yer açılmıştı, istediği zaman çıkarabiliyordu. Pantolonu ve çizmeleri de simsiyahken, üzerindeki tek leke pelerinin göğüs kısmına işlenmiş, kan kırmızı kuzgundu.
Taş döşeli yolda, arkasında onu takip eden muhafızlarla birlikte ilerlerken Alois yüzünü bir kez daha dikkatle incelemişti. Adamla, neredeyse dört ay önce Duviel'de ilk kez karşılaşmışlardı. Alois için her şey değişmiş olsa dahi karşısındaki adam aynı duruyordu. Gür siyah saçları onun gibi sağa doğru ayırmıştı. Yüzü, ailesindeki çoğu erkek gibi geniş ve köşeliydi. Çıkık elmacık kemikleri, biçimli burnu ve bir erkeğe göre gösterişli olan dudakları bir ressamın elinden çıkmış gibi duruyordu. Karısının aksine, uzaktan bakıldığında insanı korkutacak kadar renksiz duran gözleri iriydi. Boyu en az onun kadar uzun duruyordu, pelerinin altında kalan omuzları geniş ve kalındı. Alois bir an için bu nasıl bir ırk diye düşündü. Hiçbirinde, fiziki olarak en ufak bir kusur dahi yoktu.
Ağır adımlarla merdivenleri tırmanan Ivar karşılarına dikildiğinde, hem o hem de Victor ellerini önlerinde birleştirip başlarını eğerek selam vermişlerdi. Bir müddet aralarında, esen hafif rüzgârla birlikte uçuşan flamaların hışırtısı dışında herhangi bir ses olmamıştı. Ivar, babasından aldığı ifadesiz gözleri ile onları süzdükten sonra konuşmuştu.
"Lord Mascarián. Lord Hallstein."
Adamın selam vermesi ile birlikte doğrulmuşlardı. Victor, yüzündeki hoşnutsuz ifadeyi yumuşatmış gibi duruyordu. Makamı gereği, ondan önce söze başlamak durumunda kalmıştı.
"Dük hazretleri, sizleri görmek büyük şeref. Lütfen kral cenaplarının vefatı için en içten taziyelerimi kabul edin."
Ivar sözlerine karşılık taziyesini aldığını göstermek istercesine başını eğmiş ve Alois'e dönmüştü. Göz göze geldiklerinde, bir anlığına kendini adeta Lord Gustav'ın karşısında duruyormuş gibi hissetmişti. Karşısında duran adam babasına pek benzemese dahi bakışları kesinlikle onu andırıyordu.
"Hoş geldiniz Dük Waldorf, keşke sizi daha hoş bir vakitte ağırlayabilseydik. Ailenizin kaybı hepimizi derinden etkiledi, lütfen acınızı paylaştığımızı bilin."
Gözlerinin içine bakan adam bu kez başını eğmeye dahi gerek duymamış, sözlerine sadece dudaklarını sıkarak karşılık vermişti. Karşısında başka biri olsa, Alois bu durumu garip bulurdu. Fakat söz konusu bir Waldorf olduğunda, aldığı tepkinin içten bile olduğu söylenebilirdi.
"Lord Mascarián, lütfen söyleyin, sevgili kuzenim Ruyka nasıl? Onu uzun zamandır görmedim, en son hamile olduğu müjdesi elime ulaşmıştı."
"Majestelerinin kaybı kendisini derinden sarstı. Fakat sağlığı gayet yerinde, her şey yolunda giderse iki ay sonra doğumu olacak."
Ivar'ın yüzünde soğuk ve kibirli bir gülümseme belirmişti. Alois, bu ifadeyi Alita'dan tanıyordu. Karşısındaki adam mutluluğunu değil üstünlüğünü göstermek ister gibiydi.
"Şükürler olsun, minnettar olmak için ne çok sebebiniz var."
Alois, bu kibir dolu nazik kelimelerin altında gizlenen anlamı gayet iyi biliyordu; Aşağılık bir sefilsin fakat yine de lütfedip Ruyka ile evlenmene izin verdik, o yüzden ailemize şükran duymalısın.
Böyle düşündüğünde, gülmemek için dudaklarını ısırmak zorunda kalmıştı. Ivar dikkatini Victor'a verdiği için içten içe mutluydu. Hâlihazırda asabı bozukken böylesi bir diyaloğa girmeye kendini hazır hissetmiyordu. Bu sözleri aynı kaderi paylaştığı arkadaşı kadar sakin karşılamayabilirdi. O an bile gülmemek için kendini zor tutuyordu, adam onunla böyle konuşsa kahkaha atabilirdi.
"Dük Huber'in de size eşlik edeceğini umuyorduk. Ruyka büyük bir hevesle kardeşinin ziyaretini bekliyordu."
"Ben böyle uygun gördüm. Limanlar son günlerde oldukça hareketli, hepimizin burada olmasına gerek yok."
Victor elbette, siz nasıl emrederseniz diye mırıldanmıştı. Alois, adamın nasıl bir işkenceye maruz kaldığını açık seçik görebiliyordu. Kendini araya girmek zorunda hissetti. İkisinin arasındaki hoş sözlerle sarmalanmış gerginlik fark edilmeyecek gibi değildi. Geçmişte bir sorun yaşayıp yaşamadıklarını düşündü. Victor, Lord Gustav tarafından oldukça saygı gören bir adamken oğlunun ondan pek hoşlanmadığı gayet açıktı.
"Sohbetinizi bölmek istemem dük hazretleri fakat uzun yolculuğunuz sizi yormuş olmalı. Daireniz hazırlandı, arzu ederseniz size eşlik edebilirim."
Ivar'ın gözleri üzerine dönmüştü. Yüzünde aynı kibirli ve tiksinen gülümseme vardı. Bu öylesine donuk bir ifadeydi ki, yasını bozduğunu dahi söyleyemezdi.
"Teşekkür ederim, önce kuzenimi görmek istiyorum."
Tıpkı Victor gibi nasıl isterseniz diye mırıldandıktan sonra muhafızlarıyla birlikte onları geçip ilerleyen adamı takip etmeye koyulmuştu. Alita'yı en son dairelerinde bırakmıştı. Hala orada olduğunu düşünüyordu. Niyeti adama eşlik etmekken Ivar duraklayarak ona doğru dönmüştü. Yüzünde hala o kibirli ifade asılıydı.
"Lütfen, eşlik etmenize gerek yok. Yolu tek başıma bulabilirim, eminim sizin ilgilenmeniz gereken daha önemli devlet meseleleri vardır."
Ivar bunu öyle bir tonda söylemişti ki Alois'in ilgilenmesi gereken herhangi bir mesele yoksa bile artık vardı, olması gerekiyordu. Yanı başındaki Victor ile birlikte duraklamışlardı. Şaşkın gözükmemeye çalışarak, güçlükle ve tüm kibarlığıyla tekrar nasıl isterseniz diyebilmişti. Ona eşlik eden muhafızları ile birlikte uzaklaşan adamı izlerken Victor yanına sokulmuştu. Artık aynı hoşnutsuzluğu paylaşıyorlardı.
"Haklıymışsın."
"Sana söylemiştim."
* * *
"Majesteleri Prenses Alita geldiler efendim, kendileri huzurunuza kabul edilmeyi bekliyorlar."
Çalışma odasının çiçekler ve heykellerle süslenmiş geniş balkonuna oturmuş, gün batımını izleyen Gustav uşağının sözleri ile birlikte yavaşça başını sallamıştı. Bu görüşmeyi yeğeninden bizzat kendisi talep etmişti. Ona acısı ve yası için yeterli süreyi verdiğini düşünüyordu. Konuşulması gereken konular birikip çuvalı aşmıştı.
"Prenses hazretlerini içeri alın."
Ellerini önünde birleştirerek ona arkasını dönmeden geri çekilen adam, tıpkı söylediği gibi yeğenini odasına kabul edip balkona kadar kendisine eşlik etmişti. Alita, siyah, kolları uzun, dökümlü bir elbise giyiyordu. Aynı renk, omuzlarından dökülen ipek bir şalla sıkıca topladığı saçlarını örmüştü. Şalı sadece başını değil, elbisesinin yakasını da kapatıyordu.
"Alita, lütfen otur."
Alita, teklifiyle birlikte sağ tarafında kalan oval kesim ahşap sandalyeye oturmuştu. Aralarında, gümüş bir sürahi ve bardakların olduğu yüksek bir sehpa vardı. Kendisi şarap içen Gustav, onun için de bir tane dolduracakken Alita önünde duran bardağı parmakları ile kapatmıştı. İşaret parmağındaki aile armalarını taşıyan yuvarlak, gümüş yüzüğü ancak o an seçebilmişti.
"Teşekkür ederim, içmek istemiyorum."
Gustav, elindeki sürahiyi yerine bırakarak arkasına yaslanmıştı. Alita'nın çekik gözleri üzerinde olsa dahi birebir onu bulmuyordu. Bir önceki görüşmelerinin aksine öfkeli ya da kontrolsüz değildi. Hissettiği acı yüzüne yansısa dahi kendini kaybetmiş gibi durmuyordu, bu onu sevindirmişti.
"Hagen'ın yüzüğünü taşıyorsun."
"Evet."
"Bu yüzük ondan önce babana aitti, biliyorsun değil mi ?"
Alita cevaben sadece başını sallamıştı, ondan kaçırdığı gözleri usulca üzerine dönmüştü. Gustav, yeğeninin hükümdarlık nişanı olan bu yüzüğü duygusal bir bağ ile parmağında taşımadığından emindi. Bu hareketin, beklediğinden uzun bir süre sessiz kalan Alita'nın ilk hamlesi olduğunu düşünüyordu.
"Aile hatıranı korumak istemeni anlıyorum. Fakat bu yüzük bir kadın için ağır ve büyük, parmağında eğreti durabilir."
"Baş sarraftan eriterek daraltmasını istedim. Parmağıma tam oturuyor, artık benden başka kimsenin taşıyabileceğini sanmıyorum."
Gustav karşılık vermek yerine uzanıp şarabından bir yudum almıştı. Aralarında süregelen bu soğuk çatışmadan hoşnut değildi. Alita'yı karşısında değil, yanında görmek istiyordu. Fakat genç prenses öylesine tahmin edilemezdi ki atacağı adımlar konusunda kararsızdı. Hagen'ın ölmeden önce kardeşi hakkında söylediği sözleri düşündü; Onu tanıyorum, ben öldüğümde yalnız kaldığını düşünüp saldırganlaşacaktır, böyle olmadığını hissetmesi gerek.
Kardeşinin son isteğini henüz yeğeni ile paylaşmamıştı. Bunu saklamak niyetinde değildi, o gün Alita ile görüşmek istemesinin başlıca sebeplerinden biri de buydu. Bölge dükleri tek tek saraya toplanırken nabız yoklaması gerektiğinin farkındaydı.
"Hagen'ın ölümü tüm dengemi alt üst etti. Son birkaç günde aklımı kaybettiğimi dahi düşündüm. Bunu anlatmak güç, bahane olarak kabul etmeyebilirsin. Yine de, mahzende söylediklerim ve yaptıklarım için özür dilerim, amca. İnan bana, kendimde değildim."
"İnsanın kardeşini kaybetmesi nasıl bir histir bilirim. Bunu senin gibi gençken, beklenmedik bir anda yaşamak daha da acı olmalı. O yüzden, seni ne o gün ne de daha sonrasında hiç yargılamadım. Aramızda özür dilemeni gerektirecek herhangi bir durum yok. Seni daha iyi gördüm, bu beni sevindirdi."
Alita dudaklarını sıkarak, güçlükle ve hüzünle gülümsemişti. Yutkunmasıyla birlikte soğuk gözleri buğulanmıştı. Çektiği acıyı ondan saklamaya gerek duymuyordu. Bu Alita'nın birine kendini yakın gördüğünün en büyük göstergesiydi.
"Onu kaybetmeden önce güçlü olduğumu sanıyordum. Kendimi hiçbir acının, hiçbir felaketin beni yıkamayacağına inandırmıştım. Güvendiğim, beni ayakta tuttuğuna inandığım güç bir illüzyondan ibaretmiş, şimdi görebiliyorum."
"Birçokları için anlaması bir ömür süren bir gerçeği kavramışsın. Gücün kendisi göz kamaştırıcı bir illüzyondan, bir yanılsamadan ibarettir. Bu saray, gösterişli kıyafetler, parlak taşlar, ailemizin taşıdığı ihtişamlı taç; hepsi illüzyonun bir parçası. Bu gösteriyi devam ettirmek, gücü elimizde tutmak elbette önemli. Fakat bizi diğerlerinden ayıran, ayakta tutan yegâne olgu inanç; kendimize, ailemize ve geleceğimize olan inancımız hanedanımızı daima muzaffer kılacak."
İçini çeken Alita uzun parmakları ile yüzü ovduktan sonra tamamıyla arkasına yaslanmıştı. Yüzündeki bulutlu, ağlamaklı hava yavaşça dağılıp yok olmuştu. Gustav, ne kadar iyi gözükse de yeğeninin hala tam olarak toparlanamadığını görebiliyordu. Soğuk ve tepkisiz olarak bildiği Alita'nın böylesine keskin ruh geçişleri yaşadığına daha önce şahit olmamıştı.
"Peki sen, tıpkı Hagen'a inandığın gibi bana inanıyor musun amca ?"
"Bu karşılıklı olarak sağlayabileceğimiz bir durum; sen bana inanıyor musun ?"
Alita gözlerini kaldırarak yüzüne bakmıştı, cevabını verirken herhangi bir tereddüdü yoktu. Varsa bile bunu ustaca saklamıştı.
"Elbette, her zaman sana kendi babamdan daha çok güvenip inanmışımdır."
"O halde, bana bu sabah Ivar ile ne konuştuğunuzu anlatabilirsin. Kendisi saraya ayak basar basmaz seni görmek istemiş. Siz ikiniz ne zaman gizli kapılar ardına kaçsanız beni endişelendiriyorsunuz."
"Hagen'a olan düşkünlüğümü o da biliyor. Nasıl olduğumu görmek istemiş. Ayrıca annem hakkında konuştuk. Duymuşsundur, Ivar ile gelmeyi reddetmiş. İyi olmadığını söyledi, Duviel'den ayrılmak istemiyormuş."
Gustav, kuşku dolu gözlerle yeğenini süzmüştü. Oğlu Ivar ile konuştuğunda, ondan da aynı cevapları almıştı. Ya doğruyu söylüyor ya da ağız birliği yapmışlar diye düşündü. İkisinin yakınlığından rahatsız değildi, sadece aralarında geçenleri bilmek istiyordu.
"Şimdi, lütfen sen söyle; sevgili Helma seni gözyaşları ve tatlı ile nasıl kandırdı ?"
Sohbetleri istediği yöne doğru evrilmeye başlamıştı. Alita'nın sözü bir şekilde Helma'ya getireceğini tahmin ediyordu. Bu onun için, çözdüğü istihbarat ağının sağlamasını yapması için güzel bir fırsattı.
"Bu ne demek şimdi ?"
"Onunla konuştuğunu biliyorum, amca. Sana emanet ettiğim mektubu nasıl geri verebilirsin? O küçük şeytanın yazdıkları yerine ulaşsa kapımızın önüne bir ordu yığılabilirdi."
Gustav'ın yüzüne soğuk bir gülümseme yayılmıştı. Elinde tuttuğu şarap bardağını aralarında duran masanın üzerine bırakarak oturduğu yerde yeğenine doğru dönmüştü. Takındığı rahat tavırdan hoşlanmadığı belliydi.
"Sendeki bu tutkulu nefrete hayran olmamak mümkün değil. Gözünü kararttığını, muhakeme yeteneğini körelttiğini düşünüyordum. Yanılmışım, sen gayet bilinçlisin, Helma'nın ayağını kaydırmak için ağır ve ince çalışıyorsun."
Hayranlık içeren sözleri yeğenini memnun etmemişti. Bakışları bir anda tehditkâr bir havaya bürünmüştü. Oturduğu sandalyenin iki yanındaki kulplarını kavrayarak ona doğru eğilmişti. Konuşurken sesi adeta bir yılanın fısıltısını andırıyordu.
"Sakın bana onu savunma."
"Benim kimseyi savunduğum yok. O mektubu Helma'ya bilerek verdim. Seninle konuştuğumuz günden beri yanına birini sokmuş olduğundan şüphe ediyordum. Helma'yı ziyaret ettiğimde nedimesi Saline'in dışarı çıkmasını özellikle istemedim. Mektup, haberin sana ulaşıp ulaşmayacağını kontrol etmek için bıraktığım bir yemdi. Seni öfkelendireceğini biliyordum."
Alita yaptığı hatayı görmüştü ve bu onu daha fazla öfkelendirmişti. Gözlerini üzerinden ayırmadan, dişlerini sıkarak arkasına yaslanmıştı. Aralarında bir anlığına hâkim olan o yumuşak hava, bir sis bulutu gibi dağılarak yok olmuştu.
"Bu bir sır değildi. Arkamdan iş çevirmek yerine açıkça sorsan, sana her şeyi anlatırdım."
"Bundan şüpheliyim. Kabul edersin ki henüz aramızda karşılıklı iyi niyete dayalı bir güven kurulmuş değil."
"Peki o güveni böyle mi kurmayı planlıyorsun? Ben Helma'nın mektubunu sana getirerek ilk tuğlayı bıraktım. Sen bu yaptığınla üzerine yenisini eklemek yerine var olanı yok ettin."
Gustav sözleri karşısında tekrar soğuk gülümsemesini göstermişti. Alita'yı çözmek zordu fakat imkânsız sayılmazdı. Birbirine girmiş ip yumağının ucunu bulmuştu, takip ettiğinde sonunu getirebileceğinden emindi.
"Sevgili Alita, kabul edelim ki bundan sonra istesek de istemesek de birlikte hareket etmek zorundayız. Ben bu andan sonra seni daha yakından tanımak için mesai harcayacağım. Eğer bu konuda özverili hareket edebilirsek süreç ikimiz için de daha verimli ilerler. Bu noktada sana verebileceğim ilk ve en önemli öğüt, beni başkaları ile karıştırmaman üzerine olur. Yeteneğini takdir etsem de, ben kolaylıkla manipüle edebileceğin biri değilim. O mektubu bana getirdiğinde sahip olduğun iyi niyeti tartışmıyorum, ailemizi düşündüğüne eminim. Fakat ikimiz de biliyoruz ki asıl amacın bu değildi. Öfkeyle hareket eden biri yazılanları okuduktan sonra bunun hesabını sorardı. Sen durdun, düşündün, Hagen yerine bana getirmeyi tercih ettin. Çünkü Helma'yı yalnızlaştırmak istiyordun. Hagen'ı istediğin gibi yönetebileceğinden emindin, senin için belirsizliği ben yaratıyordum."
Sahip olduğu rahat tavır, açıkça söylediği sözler, hâlihazırda öfkeli olan Alita'yı oldukça rahatsız etmişti. Bakışlarına oturan ifade öfkeden daha fazlasıydı, amacı bu olmasa dahi gardını aldığını hissediyordu. Aklı başında, mağrur prenses bir anda yıllar önce tanıdığı o saldırgan genç kıza dönüşmüştü.
"Ben konuşmamı senin kadar uzun tutmayacağım. Eğer birlikte hareket edeceksek attığın her adıma, ağzından çıkan her söze dikkat etmeni tavsiye ederim. Benimle aynı yolda yürümediğini hissedersem sonuçları pek hoş olmaz."
"Maalesef sözlerimi yanlış anlıyorsun. Benim amacım yollarımızı ayırmak değil, bilakis birleştirmek. Sana baktığımda, güçlü, hırslı ve tutkulu bir kadın görüyorum. Bu beni mutlu ediyor. Öfkenin seni kontrol etmesine izin vermediğin müddetçe, mükemmel bir lidere dönüşebilirsin. Bu yüzden, sana ve olduğun kadına saygı duyuyorum. Tek istediğim, aynı şekilde karşılık görmek; beni aptal yerine koymaya kalkarsan bunu hissederim."
Onu dinleyen Alita'nın dudaklarına manidar bir gülümseme yerleşmişti. Üzerinde olan bakışları oturduğu sandalyenin geniş ahşap kulpuna yasladığı eline dönmüştü. Başparmağı ile adeta onu rahatsız ediyormuş gibi taşıdığı hanedan yüzüğü ile oynuyordu.
"Çizgilerimizi çiziyoruz, öyle değil mi? Tüm bu konuşmanın amacı bu."
"Birbirimiz tanıyoruz demek daha doğru olur."
Hala parmağındaki yüzükle oynayan yeğeni önüne eğdiği başını yavaşça sallamıştı. Gustav, içine düştüğü karmaşanın onu nasıl da bilinmeze sürüklediğini görebiliyordu. Alita güçlü bir rüzgâra kapılmıştı, ayakta durmak için ilk adımını atsa dahi dengesini kaybetmekten korkuyordu. Tutunmak istediği dalın çürük çıkması Gustav'ın en büyük endişelendiren biriydi.
"Lord Hallstein ile sorunlarınız olduğunu işittim. Umarım çözülemez boyutta değildir."
Böyle bir şey duymayı beklemeyen Alita, sözleriyle birlikte başını kaldırmıştı. Şaşkınlık ve utanç bakışlarına aynı anda hâkim olmuştu.
"Bu nereden çıktı ?"
"Her yerde kulağı olan bir tek sen değilsin."
Alita tekrar gözlerini devirmişti. Sıkıntısı gün gibi ortada olsa dahi bunu dile getirmekten hoşlanmıyordu. Birlikte oturdukları balkona esen akşam yelinin bozduğu şalını düzeltirken neredeyse duyamayacağı kadar kısık sesle mırıldanmıştı.
"Yanlış işitmişsin, ortada büyütülecek bir şey yok."
"Topal bir evliliği yürütmek mecburiyetinde değilsin. Eğer Lord Hallstein ile devam etmekte zorlanacağını düşünüyorsan, henüz hamile değilken bu birlikteliği sona erdirmek en doğrusu olur."
Sözleriyle birlikte Alita ısırdığı alt dudağını serbest bırakmış, kucağında birleştirdiği ellerini birbirine kenetlemişti. Devirdiği bakışları usulca yükselip kızıla boyanan gökyüzünü bulmuştu.
"Hallstein'larla ittifak kurmamızı sen istemiştin. Şimdi Alois'ten boşanabileceğimi söylüyorsun."
"Koşullar değişti, Hagen'ın öleceğini hiçbirimiz tahmin edemezdik."
Alita, gökyüzünü izliyorken söyledikleri adeta komik bir şakaymışçasına kıkırdamaya başlamıştı. Bunu yaparken öyle içtendi ki, oturduğu yerde zayıf omuzları dahi sarsılıyordu. Bir anda büründüğü bu hali, Gustav'ı öfkesinden daha çok korkutmuştu.
"Lütfen tahmin etmeme izin ver; evliliğimizin tamamlanmadığını iddia ederek Alois'ten boşanacağım. Kocamın yeterince erkek olmadığını söyleyerek onu aşağılayacağım ve sevgili kuzenim Ivar ile evleneceğim. Tıpkı çocukluk günlerimizde olduğu gibi el ele tutuşarak Hagen'ın tahtına oturacağız. Sen de sevinçle ve gururla bizi izleyeceksin. Hyvä Skurk, ne hoş bir manzara !"
"Alita-"
Sadece biraz önce kıkırdayarak gülen Alita bir anda ayağa kalkıp inleyerek aralarında duran sehpayı yerle bir etmişti. Gümüş sürahinden akan kırmızı şarap mermeri kırmızıya boyamıştı. Hala sandalyesinde oturan Gustav'ın ifadesiz bakışları önce yeri, sonrasında ise karşısına dikilen Alita'yı bulmuştu. Yeğeni öylesine öfkeliydi ki, parmağını ona doğru uzatmışken elleri titriyordu.
"Seninle çok açık konuşacağım; bu akşamdan sonra Alois'in burnu dahi kanarsa bunu senden bilirim. Ve inan bana, bedeli çok ağır olur."
* * *
Kafasında, onu ağırlaştıran düşüncelerle sarayın gün batımı sonrası tenhalaşan koridorlarında ilerleyen Alois bir adım arkasında onu takip eden Boldmin ile birlikte dairesinin önüne geldiğinde, nöbet tutan muhafızların sabahkinden birkaç tane daha fazla olduğunu fark etmişti. Küçük holdeki dairelerine açılan her bir kapının önünde iki muhafız vardı, birkaçı duvar dibinde birkaçı da koridor boyunca bekliyordu. Etraf öylesine kalabalıktı ki yolunu kaybeden biri, kralın dairesine geldiğini dahi düşünebilirdi.
Alois, yılgınca içini çekerek başını iki yana doğru salladı. Karısının hareketleri gün geçtikçe normale dönse dahi içine kapıldığı paranoya kötüleşiyordu. Kardeşinin ölümü onu tam anlamıyla bir kontrol hastası haline getirmişti.
Boldmin'e iyi geceler dileyerek arkasında bıraktığında, dairelerinin ana kapısını aralayıp içeri girmişti. Vakit neredeyse gece yarısını geçiyordu, bu yüzden Alita'nın uyumuş olabileceğini düşünmüştü. Ağır adımlarla içeri girdiğinde, sessiz olmaya dikkat ederken karısını gecelikleriyle yataklarının önündeki divanda otururken bulmuştu. Onu fark ettiğinde eğdiğini başını kaldırmıştı, karanlık odanın içinde ıslak yüzü pencereden süzülen ay ışığıyla parlıyordu.
"Alita, her şey yolunda mı ?"
Konuşmasıyla birlikte yerinden kalkan Alita hırsla karşısına dikilmişti. Ona doğru eğildiğinde, Alois yüzünü daha iyi seçebilmişti. Kadının çekik gözleri ağlamaktan şişmişti, konuşurken sesi genizden geliyordu.
"Bu saate kadar neredeydin ?"
"Sen iyi misin ?"
Dişlerini sıkarak içine derin bir nefes çeken Alita hırsla göğsüne vurmuştu. Ağlamasına rağmen öfkeliydi, bağırırken gözyaşları bir sicim gibi yanağına akıyordu.
"Değilim, duydun mu ?! Değilim! Neredeydin, lanet olası bu saate kadar neredeydin ?!"
"Alita-"
"Neredeydin ?!"
Yumruklarını ardı ardına göğsüne geçiren Alita, en sonunda katılarak ağlamaya başlamıştı. Alois, bir an ne yapacağını bilememiş, sonrasında ise bileklerini kavradığı karısını yavaşça durdurmuştu. Elinden kurtulmak için onunla savaşan Alita'yı güçlükle kendine doğru çekmişti. Bağırarak, kendini kaybetmişçesine ağlıyorken sarsılan vücudunu göğsüne sarmıştı. İlk anda onu ittirerek kollarından çıkmaya çalışan Alita, bir müddet sonra kavga etmeyi bırakıp sırılsıklam olan yüzünü omzuna yaslamıştı.
Alois, bir müddet hiçbir şey söylemeden ağlayan karısına sıkıca sarılmıştı. Omzunu ıslatan gözyaşları kalbini kızgın demirle dağlanmışçasına yakıyordu. Günler boyunca Alita'nın soluk bir hayalete dönüşmesini izlemişti fakat ağladığına ilk kez şahit oluyordu. Onun gibi birini bu halde görmek, böylesine âşık olmasa dahi canını yakardı.
Sırtındaki ellerinden birini, tereddüt ederek serbest bıraktığı saçlarına götürdü. Uzun zaman sonra, onu sarhoşa çeviren kokusunu özgürce içine çekebilmişti. Parmakları saçlarını okşuyorken, yatışan Alita usulca başını omzundan kaldırmıştı. Bıçak kadar keskin olan gözleri ağlamaktan küçücük olmuştu, dolgun dudakları bir çocukmuşçasına titremeye başlamıştı. Yutkunarak içini çeken Alois, saçlarının arasındaki elini adeta canını yakmaktan korkuyormuşçasına dikkatle yanağına yerleştirmişti. Başparmağı ile usulca gözyaşlarının bıraktığı ıslaklığı silerken, Alita'nın ceketini kavrayan elleri yavaşça belini sarmıştı.
"Böyle olmamızı istemiyorum."
Dudaklarını sıkan Alois başını sallamıştı, hala kavradığı yanağını okşayarak gözyaşlarını siliyordu.
"Ben de."
"Söylediklerimi unut, olur mu? Sadece gözlerimin içine bak. Seni sevmediğime inanıyor musun ?"
Böyle bir soru karşısında elinde olmadan, çaresizlikle içini çekmişti. Alita'nın gözlerine baktığında günler aradığı üzüntüyü, pişmanlığı görebiliyordu. O sözleri bir anlık öfke ile söylemiş olduğuna inanmayı her şeyden daha çok istese bile, şüphe siyah bir leke gibi zihnine düşmüştü. Alita'ya sevginin teslimiyetten geçtiğini söylemişti. Fakat o an, karşılaştıkları ilk günden beri kalbini neşeyle dolduran sevginin varlığından şüphe ediyordu.
"Bunları şimdi konuşmak zorunda değiliz."
"Alois, bana inanmıyor musun ?"
"Sana inanmayı her şeyden daha çok istiyorum. Güzel yüzüne baktıkça kalbim titriyor. Bu aptallık, biliyorum ama umurumda bile değil. Gözlerin üzerime döndüğü günden beri aklımı kaybetmişçesine sana aşığım. Buna hakkım olmadığını biliyorum, senin yanında durması gereken adam ben değilim, benim gibi birisi değil. Ama..."
Yeşil gözleri dolan Alois konuşmaya devam edememişti. Birkaç kelime daha ederse ağlamaktan korkuyordu. Başını öne eğerek yüzünü ovmaya başladığında, Alita belindeki ellerini yükselterek sıkıca omzuna sarılmıştı. Islak dudaklarıyla ardı ardına boynunu öpüyordu, baskısını damarının üzerinde hissetmişti. Konuşurken sıcak nefesi sesiyle birlikte kulağında geziyordu.
"Sakın, sakın bunu bir kere daha söyleme."
Alita'nın omzundaki ellerinden biri, tıpkı onun gibi yanağını kavrayarak başını kaldırmıştı. Aptalın tekiyim diye düşündü Alois, bu hissin önüne geçemiyordu. Göz göze geldikleri an, Alita ona doğru eğilip alnını alnına yaslamıştı. Nefesleri birbirine karışıyordu, elinde olsa, zamanı durdurmayı dilerdi.
"Bu dairenin dışında kalan herkesle savaşırım, hiçbiri umurumda değil. Senin onlardan biri olmanı istemiyorum Alois, yabancıya dönüşmeni istemiyorum. Dışarıda elimi bırakmanı bekleyen onlarca insan var, ayrılmamızı bekliyorlar. Onları haksız çıkarmak zorundayız, bu saçmalığını bitirmek zorundayız."
Yazan ; İlknur DUMAN
* * *
Hadi yeni bir etkinlik yapalım ! Buraya hikayeyi okurken güldüğünüz, sizi etkileyen ya da aklınızda kalan bir söz bırakın. İlk ben başlıyorum ;
"Kendini Amadeus ile kıyaslama."
Alita Waldorf
Güldüğünüzü biliyorum ama siz de biliyorsunuz ki kendisi bir gün kraliçe olursa bu sözü sarayın duvarlarına yazdıracak 🔪🥳
* * *
İşte yeni bölüm ! Ivar'ı hikayeye sokmayı uzun zamandır bekliyordum, sonra birden neden bu bölüm olmasın dedim 🤷♀️ Kendisi hakkındaki görüşlerinizi merakla bekliyorum 👀 Gördüğünüz gibi ortalık karışık, daha da karışacak, bazen ne yapmam gerektiğine ben bile karar veremiyorum, maalesef o kadar karışık 😕 Aslında Alois'in olduğu bölüme ailesi ile olan görüşmesini de eklemiştim fakat konuşmalarla birlikte Alita kısmını ekleseydim bölüm asla bitmezdi, fazlaca da uzun olacaktı. O yüzden o bölümü çıkarıp direk son kısma geçtim, kopukluk olduysa sebebi bu bilmenizi isterim, çok fazla kesip biçtim. Okuyan herkesten küçük de olsa görüş bekliyorum, oy vermeyi unutmazsanız çook mutlu olurum. Hatta radikal bir karar aldım 30 oy gelmedikçe isterse üç sene geçsin yeni bölümü eklemeyeceğim, hadi bakalım sonunda ben de delirdim kljsdf 🤷♀️😂 Daha fazla uzatmayıp hepinizi kocamaan öpüyorum, üç sene sonra diğer bölümde görüşmek üzere sdfd 😂😽😽♥️♥️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top