⚜️Bölüm 15 - "Tilba Köşkü"⚜️


"Facilis descensus averno."

⚜️ ⚜️ ⚜️

Beş Sene Önce – Calabar

"Nereye gittiğimizi biraz daha söylemezsen beni kaçırdığını düşünmeye başlayacağım."

     Alita ve Victor, bir at arabasının kabininde yan yana oturuyorlardı. Gün batmak üzereydi, gökyüzü kızıla dönmüşken, Alita araladığı perdeden batan güneşle altın rengine boyanan şehri izliyordu. Çekik gözleri huysuz durmuyordu, bilakis merakı bakışlarına yansımıştı. Victor sırıtarak kucağındaki eline uzanıp parmaklarını birbirine kenetlemişti. Bununla birlikte Alita'nın gözleri üzerine dönmüştü.

"Neden huysuzluk ediyorsun? Seni gerçekten kaçırsam bu muhteşem olmaz mıydı?"

     Alita sözleri karşısında alay edercesine kıkırdamıştı. Şehri izlediği küçük pencerenin perdesini örterek arkasına yaslandığında alnı kırışmıştı fakat gözleri hala ilgiyle yüzünde geziyordu.

"Eğer amacın kendini öldürtmekse, evet olurdu."

"Ne kadar yaratıcısın, benim planlarım bundan biraz daha renkli."

"Öyle mi? Lütfen tahmin etmeme izin ver, birlikte ülke sınırını aşıp kendimize küçük bir dağ kulübesi yapacağız. Sen tüm gün odun keseceksin, ben de keçi sağacağım ve tıpkı bana benzeyen düzinelerce çocuğumuz olacak."

     Bir an Alita'yı keçi sağarken hayal eden Victor elinde olmadan kahkaha atmıştı. Sevgilisinin elini bırakmadan kolunu omzuna dolayarak onu kendine doğru çekip saçlarını öptükten sonra kulağına fısıldamıştı.

"Maalesef, düzinelerce çocuk yapabileceğimizi sanmıyorum. Ama belki güzel bir kızımız olabilir, ne dersin ?"

      Alita kolunun altında hareketlenip sırtını gövdesine yaslamıştı, yanakları birbirine değiyordu. Sıkıca birbirini kavrayan elleri onun göğsünün üzerindeydi. Alt dudağını dişlerinin arasına almışken hala sırıtıyordu.

"Ne zaman anne olacağımı düşünsem gözümün önünde siyah saçlı bir oğlan çocuğu beliriyor."

"Hayır, eğer arkanda bırakacağın bir krallık yoksa oğlan çocukları baş ağrısından başka bir şey değildir."

       Cümlesini bitirmesi ile birlikte Alita dirseğini göğsüne dayayarak ona doğru dönmüştü, gülen yüzüne bir anda huysuzluk yerleşmişti. Victor, bir prensesle birlikte olduğunu sıklıkla unutuyordu, o an da bu sözleri düşünmeden söylemişti.

"Benim bir krallığı yönetemeyeceğimi mi düşünüyorsun ?"

"Elbette yönetebilirsin. Lakin kuralları biliyorsun, taht Prens Hagen'a kalacak gibi duruyor. Yine de sana kendi hükmünü sürdürebileceğin başka bir yer ayarlayabiliriz."

"Sakın bana kalbimde hüküm süreceksin demeye kalkma, seni bir keçiye çeviririm ve bundan bir an bile pişmanlık duymam."

     Tekrar kıkırdayan Victor Alita'nın sahte kızgınlığına aldırış etmeden yanağını kavrayıp öpmüştü. Sevgilisi, büyü yeteneğini onunla ilk paylaştığında adeta dili tutulmuştu, uzun bir süre bu konu hakkında konuşurken kendini garip hissetmişti. Büyücülük Cãstelion'da yüzyıllardır ölümle cezalandırılan büyük bir suçtu, her şeyden öte inançlarında yeri yoktu. Fakat Victor'un içinde Alita'ya olan zafiyeti öylesine büyüktü ki, başka birinde olsa kabul edemeyeceği bu duruma zamanla alışmıştı.

"Bunlar ne güzel sözler, sana sahip olduğum için o kadar şanslıyım ki."

       Alita'nın huysuzluğu bulanan su gibi yavaşça içten bir gülümsemeye dönüşmüştü. Soğuk gözleri sanki her bir ayrıntısını aklına kazımak istercesine yüzünde geziyordu. Victor bundan şikâyetçi değildi, bilakis Alita'nın ilgisi onu altından ve güçten daha fazla tatmin ediyordu.

"İnsanlar tüm gün altın sayıyorsun diye seni ciddi bir adam sanıyorlar."

"Bu ne demek şimdi? Ben ciddi bir adam değil miyim ?"

"Bir ip cambazı olduğunu söylemek daha doğru olur."

     Sözleri Victor'u tekrar güldürmüştü, üzerine eğilmiş fakat bu kez öpmek yerine kemerli burnunu sevgilisinin burnuna sürtmüştü.

"Yaptığım işte başarılı sayılmak için ciddi bir adamdan çok usta bir ip cambazı olmak gerekiyor. O yüzden bu söylediğini iltifat olarak kabul ediyorum."

     El ele tutuşmuş, birbirleri ile atışıyorlarken Victor'a ait araziye giren arabaları yavaşlayarak durmuştu. Arabacıları kapılarını açtığında, parke taşı döşenmiş bahçe yoluna ilk Victor ayak basmıştı. Alita'nın elini tutup inmesine yardım ettiğinde, kızın mavi gözleri gün batımıyla güneşin altın tonlarına bürünen bahçede gezmişti. Araziyi çeviren kemerli, taş duvarlar tıpkı Duviel'deki Kuzgun Tepe Şatosu gibi mozaiklerle süslenmişti, tepelerinden kırmızı sarmaşık güller sarkıyordu. Birlikte ilerledikleri taş döşeli yol bahçeyi ikiye ayırmıştı, her iki tarafta da çimler özenle kesilmişti, gür ağaçlarla çevrelenen çiçeklerin kokuları etraflarını sarıyordu. Çiçekleri belki de her şeyden daha çok seven Alita, heyecanla etrafını izledikten sonra yolun sonundaki taş köşkü fark etmişti. İçini çekerek ona döndüğünde elini hiç olmadığı kadar sıkı kavrıyordu.

"Victor, bu ne demek? "

     Victor herhangi bir cevap vermeden önce arkasına geçip beline sarılmıştı. İkisinin de gözleri önlerinde uzanan arazide geziyordu. Tam altı aydır uykularından feragat ederek o an karşılarında duran manzara için uğraşan Victor hem sevinçli hem de gururluydu. Hiç ummadığı bir şekilde âşık olduğu kadını bulmuş, karşılığında onu dünyanın en mutlu adamına döndüren sevgisini elde etmişti. O an, Alita'yı kollarının arasına almışken hayatında isteyebileceği her şeye sahipti; artık kendine ait bir evi ve onu seven bir kadını vardı.

"Tilba Köşkü; senin için inşa edildi."

     Alita elini işlemeli mavi elbisesinin açık bıraktığı göğsüne koymuştu, yüzüne şaşkınlıkla yarım kalan bir gülümseme yerleşmişti. Çakıl taşı gibi renksiz duran gözleri bahçeyi süzerken bir anda kollarının arasında ona dönmüştü, söylediklerine inanamıyormuş gibi duruyordu.

"Victor, yoksa sen aylardır..."

     Alita sözlerin devam edememişti, hiç olmadığı kadar geniş gülümsemesine rağmen gözlerinde damlalar parlamaya başlamıştı. Esen bahar yeli sadece üst kısmını topladığı saçlarını savururken Victor ellerinden birini yüzünü bulmuş, yanağını okşadıktan sonra hareketlenen saçlarını düzeltmişti.

"Evet, aylardır evimizi bitirmek için uğraşıyorum."

"Hyvä Skurk, ben sanmıştım ki-"

     Bu kez sözlerini bitirmesine o izin vermemişti. Saçlarının arasındaki elini ensesine yerleştirerek üzerine eğilip dudaklarını öpmüştü. Bu kısa ve aceleci olmamıştı, Alita köşkün inşası sırasında kıskançlık dürtüsüyle adeta ruhuna ve bedenine işkence çektirmişken dudaklarının ilgisini hak ettiğini düşünüyordu.

"Senden sıkıldığımı düşündün, sanki bu mümkünmüş gibi."

     Victor bir anlığına geri çekilip sözlerini Alita'nın dudaklarına fısıldamıştı, yüzüne değen nefesini kokusuyla birlikte içine çekiyordu. Batmak üzere olan güneşin son ışıkları sevgilisinin siyah saçlarının arasındaydı. Âşık olduğu yüzünü, mutlulukla dolan gözlerini izlerken elinde olmadan gülümsemişti.

"Karşılaştığımız güne kadar seni aradığımın farkında bile değildim, şimdi ise ne istediğimi biliyorum. Lafı fazla uzatıp süslemeyeceğim, hoşlanmadığının farkındayım. Dediğim gibi, bu ev senin için inşa edildi. Bir şato ya da saray değil fakat bence idare eder. Eğer kabul edersen, burada birlikte yaşayıp birkaç çocuk yapabiliriz, ne dersin ?"

     Alita gülümseyerek içini çekmiş, bunula birlikte gözünde biriken damlalar bir anda yanaklarına akmıştı. Uzun parmakları yüzünü silerken kıkırdıyordu, tıpkı arabada olduğunu gibi alt dudağını dişlerinin arasına almıştı. Victor, onu böyle hissettiren şeyin ne olduğunu biliyordu. Son bir iki aydır aralarındaki ipler oldukça gerilmişti. Alita onu kendisiyle ilgilenmemekle suçlamış, hatta açık açık başka bir kadın olup olmadığını sormuştu. Gittikçe ateşlenen kavgaları onları ayrılığın eşiğine dahi sürüklemişti. Alita'nın öfkeli sesi hala kulaklarında çınlıyordu; ben canın sıkıldığında kenara bırakabileceğin bir kadın değilim, sessizce seni beklemem.

     Yavaşça başını sallayan Alita sokularak göğsüne yerleştirdiği elleriyle omuzlarını sarmıştı. Hala gülümsüyorken, gözlerini kapatarak onu hiç olmadığı kadar istekli öpmüştü. Victor, gözyaşları ile ıslanan dudaklarındaki tuzlu tadı alabiliyordu. İki senedir tanıdığı Alita'nın üzüntülerini bilse dahi ağladığına ilk kez şahitlik etmişti. Bunun iyiye mi yoksa kötüye mi işaret olduğunu kestiremiyordu. Ensesindeki eliyle yanağını kavrayıp usulca geri çekilmişti. Alita'nın parlayan mavi gözleri ona bakarken, başparmağı hala nemli olan yanağını okşuyordu.

"Neden ağlıyorsun ?"

     Alita gülümseyerek omzunu silkmişti. Yanağını okşayan elini kavrayıp avucuna almıştı, tıpkı arabada olduğu gibi parmaklarını birbirine kenetlemişti.

"Mutluyum."

"Bu teklifimi kabul ettiğini mi gösteriyor ?"

"Evet, sanırım bu şartlar altında kendime daha iyi bir koca bulamam."

     Yüzüne geniş bir gülümseme yayılan Victor sevgilisinin zayıf bedenini kollarının arasına alıp sarılarak kendi etrafında çevirmişti. Dönmeleri ile birlikte mavi elbisesinin tül eteği savrulan Alita'nın kahkahaları bahçede yankılanıyordu. Sıkı sıkıya omzunu tutmuşken, çığlık atarak başının döndüğünü söylediğinde, Victor yavaşça kucağından indirip ayaklarının tekrar yere basmasını sağlamıştı.

     Kıkırdayıp birbirlerine sarılarak sıcak ve özlem dolu bir öpücüğü daha paylaştıktan sonra el ele taş döşenmiş yolda ilerleyip bahçenin sağ kanadına geçmişlerdi. Kare şeklindeki bölüm ağaçlarla ve rengârenk çiçeklerle bezenmişti. Alita ilerlerken yapraklarını inceleyip eğilerek her birinin kokusunu içine çekiyordu. Tam ortada mermerden bir süs havuzu vardı, içerisine yerleştiren kadın heykelinin omuzlarından dökülen su kendi içinde devir daim ediyordu. Havuzun çevresine ise yine mermerden banklar yerleştirilmişti. Victor ve Alita, bu banklardan birine oturduklarında gün neredeyse batmıştı, gökyüzü kızıllığını yavaşça koyu maviye bırakıyordu. Victor, siyah gözlerini başını omzuna yaslamış, önlerine uzanan bahçeyi izleyen Alita'ya çevirmişti. Mutluyum dediğinde yalan söylemediğini yüzündeki huzurlu ifadeden görebiliyordu. Bu hali, kalbine ihtiyaç duyduğu cesareti vermişti. Sonucu ne olursa olsun, Kral Adon'a kızıyla evlenmek istediğini duyuracaktı.

"Babanla konuşacağım, daha fazla beklememizin bir anlamı yok. Soylu bir aileden geliyorum, fakir bir adam sayılmam, ileride Alban'ın yerini alıp hazine kâtibi olacağım. Bence ilk anda olmasa bile bir şekilde evlenmemize izin verecektir."

     Sözleriyle birlikte Alita başını kaldırmıştı, bahçede gezen gözleri üzerine dönmüştü. O an, adeta bir rüyadan uyandırılmışçasına şaşkınlıkla bakıyordu, yutkunarak, tuttuğu elini daha sıkı kavramıştı.

"Sakın, şimdi olmaz. Bak, ortada sana söylemem gereken bir durum var. Önemsemediğim için bahsini dahi açmamıştım fakat eğer tüm bunlar olacaksa bilmen gerek."

     Alita'nın sözleri içine, göğsünü kemirmeye başlayan küçük bir kurt bırakmıştı. İfadesi elinde olmadan sertleşmişti, elini bırakmasa dahi alnı kırışmış, gür kaşlarını çatmıştı.

"Sakın bana babanın seni başka bir adamla evlendirmek istediğini söyleme."

"Hayır, tam olarak bu şekilde değil. Aslında her şey annemin başının altından çıktı sayılır. Gustav amcamın oğullarını biliyorsun; Ivar ve Igor. Anneleri onlar çok küçükken öldü, çocukluğumuzdan beri onlarla annem ilgilendi. Bu yüzden ikisini de çok sever."

"Bu sevginin konumuzla ilgisi ne ?"

"İlgisi şu; annem aile içinde, Ivar ve benim evleneceğimize dair bir söylenti başlatmış durumda. İkimizi birbirine yakıştırdığı için bunu hem amcama hem babama hem de Astrid halama iletmiş. Kimse açık açık konuşmuyor ama bu şekilde bir ima var."

     Victor, Alita'nın ellerini bırakıp geriye çekilmişti. Yüzü kırışmışken kendi kendine biliyordum diye mırıldanıyordu. O sene, kış mevsiminin son ayında, Waldorf hanedanının Cãstelion'a gelişini kutlamak için Duviel'de düzenlenen büyük kutlamaya o da davet edilmişti. İlişkilerini hala bir sır olarak sakladıkları için ziyareti boyunca Alita'ya yaklaşamamıştı. Fakat onu Prens Hagen ve kuzenleri ile yan yanayken uzaktan izlemek kendini garip hissettirmişti. Victor, soylu bir aileye mensuptu ve sarayda kabul gören bir mevkiiye sahipti. Yine de, kendini karşılaştığı soğuk ve kusursuz insanlara denk göremiyordu. Bu kendine olan güvenini zedelemişken, soğuk ve mesafeli Alita'nın Hénec kültürüne ait, flüt ve davullarla çalınan garip müzikler eşliğinde kuzeni Ivar'la kahkahalar atarak dans ettiğini görünce deyim yerindeyse tamamen çileden çıkmıştı. Kavgaları Duviel ile sınırlı kalmamış, Calabar'a döndüklerinde bile adama olan yakınlığının abartılı olduğundan şikâyet etmişti. Kıskanç öfkesi karşısında aldığı karşılık ise sürekli olarak aynıydı; Ivar benim kuzenim.

"Victor, öfkelenmeden önce beni dinlemen gerek."

     Alita uzattığı eli ile yüzüne dokunacakken geri çekilerek buna izin vermemişti. O an, içinde kendi kendine yarattığı söylenen kuruntularının gerçeğe dönüştüğünü görüyordu. Öfke hissettiği duygulardan sadece biriydi, kalbini önünü alamadığı bir korku ve hayal kırıklığı sarmaya başlamıştı.

"Ne söyleyeceksin? Ivar'ın kuzenin olduğunu mu? Görünen o ki bu bahane sadece beni değil, kimseyi ikna etmemiş."

"İnsanların neye inandığı umurumda bile değil; gerçek bu. Sana Ivar'la evleneceğim demiyorum, ortada böyle saçma bir yakıştırma dolaşıyor; kanın ari kalması için ortaya çıkan bir öneri sadece. Annemle konuşacağım, bu saçmalık son bulacak."

"Seni uyarmıştım, bu yakınlığın hoş gözükmediğini söylemiştim. Beni ülkenin geri kalanı gibi bağnaz olmakla suçlamıştın. Sanırım soylu ailen benden daha bağnaz düşüncelere sahip, ari kan, aile içi evlilik; bunları başka bir sebebe yoramıyorum."  

     Victor bir anda öfke ile konuşmuştu fakat sözleri hissetmediği duyguları yansıtıyor değildi. Son zamanlarda Alita ile sıklıkla sürtüşüyorlardı, bundan oldukça yorulmuştu. O akşamın yaptığı sürprizle güzel geçeceğini düşünmüştü. Fakat duyduklarından sonra bu mevzuyu kolayca kapatmayacaktı.

"Gereksiz tepki veriyorsun Victor, konuyu aileme getirmenin bir faydası yok."

"Gereksiz mi tepki veriyorum? Benimle alay mı ediyorsun? Biraz önce ailenin seni kuzeninle evlendirmek istediğini söyledin."

"Henüz bunu kimse dillendirmiş değil, sadece böyle bir yakıştırma var. Ivar benim kuzenim, kardeşimden farkı yok. Bu durum annemin başımın altından çıkan bir saçmalıktan fazlası değil. Ben herhangi bir evliliği kabul etmiyorum, Ivar'ın da kabul edeceğini sanmıyorum."

     Hava gittikçe kararırken, hala mermer bankta yan yana oturuyorlardı. Hararetli konuşmaları ile birlikte aralarına mesafe girmişti. Alita'nın sözleri o an karşı karşıya olduğu Victor'un yüzünde kinayeli bir gülümsemeye sebep olmuştu. İçindeki huzursuz şüphenin doğru çıkması Victor'u adeta öfkeden deliye çeviriyordu.

"Bundan o kadar da emin olma derim."

     Cevabı o ana kadar sakin olan Alita'yı öfkelendirmişti. Tıpkı onun gibi ince kaşlarını çatmıştı, bakışları sevecenliğini kaybederek o mağrur tavrına bürünmüştü. Soğuk gözleri onu yargılarcasına üzerinde geziyordu.

"Yeter artık, bu sapkın şikâyetlerini dinlemekten bıktım. Kime güvenmiyorsun? Amadeus'a mı? Ivar'a mı? Yoksa bana mı ?"

"Bunun güvenle alakası yok. İnsanlarla arana mesafe koymayı beceremiyorsun. Niyetinin ne olduğu önemli değil, uzattığın eli karşındaki farklı algılayabilir."

"Öyle mi? O halde şunu dinle; ben eğer isteseydim Amadeus ile birlikte olurdum. Eğer Ivar ile evlenmeye gönlüm olsaydı şu an düğün hazırlıklarına başlanmıştı bile. Ama ben seni seçtim, senin yanında olmayı seçtim. Ne var ki sen bunu anlamamakta ısrar ediyorsun."

     Öfkesi bir ateşe dönüşmüş, gittikçe yükselirken Alita bu sözleriyle söndürmek yerine bir kucak dolusu odun atmıştı. Sevgi, bağlılık, aşk aralarındaki bu engelin önüne geçemiyordu. Yutkunup dişlerini sıkarak yavaşça başını salladı. Alita Waldorf ailesine mensuptu ve bunu ona hissettirmekten hiçbir zaman çekinmemişti. Kibri, soğukluğu ve yer yer büründüğü hoyrat tavrı onu rahatsız etmiyordu. Bilakis sessiz ve bir köşede oturan sessiz kız olmaması hoşuna dahi gitmişti. Fakat dikenlerini onun canını yakmak için bilerek batırdığında, bundan hoşlanmıyordu. O an, hocasının ve kuzeninin adını böylesine cüretkâr kullanmasının altında yatan sebep ona yerini bildirmek istemesiydi.

"Sanırım bu kadar adayın arasında beni seçtiğin için teşekkür etmem gerek."

     Sözleri, sesi öfkesinden çok hayal kırıklığını gösteriyordu. Kırgın tarafını göstermek istemezken kendine engel olamamıştı. Bir an oturduğu yerden kalkmayı düşündü. İçini çekmiş, hareketleniyorken Alita'nın soğuk parmakları yüzüne dokunmuştu. Gururu kırılan Victor bu kadar çabuk teslim olamaya gönüllü değildi, kavradığı bileğini kendinden uzaklaştırmıştı. Fakat söylediklerinden pişman olan Alita pes etmemişti. Bileğini parmaklarının baskısından kurtardığı an oturduğu yerde ona sokulup kollarını geniş omuzlarına sarmıştı. Herhangi bir itiraza fırsat bırakmadan, dudaklarını dudaklarının üzerine örtmüştü. Ona karşılık vermemesini umursamıyordu, omzundaki ellerinden biri siyah saçlarının arasına karışmıştı. Öfkeli Victor, Alita her zaman beklediğinden daha sıcak olan dudaklarını dudaklarına sürttükçe içinde ona karşı ördüğü zayıf duvarların tek tek yıkıldığını hissediyordu. Yine de bu kadar erken pes etmek niyetinde değildi. Belini sarmak isteyen elleri oturdukları mermer bankı kavramışken, Alita'nın ıslak dili dudaklarının üzerinde gezmişti. Genzinden yükselen inlemeyi güçlükle bastırmışken, omuzunu kavrayan eli göğsünü geçerek kasıklarının arasını bulmuştu. Hala büyük bir hevesle onu öperken, dudaklarından beklediği karşılığı sonunda almıştı. Aralarındaki öfke kıvılcımları etrafta hissedebilen sıcak bir tutkuya dönüşmüştü. Victor'un elleri artık soğuk mermeri değil, Alita'nın dolgun kalçalarını kavrıyordu. Öylesine baştan çıkmıştı ki, içine düştüğü bu işkence biraz daha devam ederse bir bahçede oldukları umursamadan genç kıza sahip olacaktı.

     Dudakları adeta tek bir kişiye aitmişçesine birbirine karışmışken, nefes nefese kalan Alita geri çekilip alnını alnına yaslamıştı. Gözlerinin içine bakarken yaptığından gurur duyan yaramaz bir kız çocuğu gibi sırıtıyordu. Hala birbirilerine öyle yakınlardı ki konuşurken dudakları dudaklarını hareketlendirmişti.

"Görmüyor musun? Gerçekten bu kadar kör müsün ?"

     Victor herhangi bir cevap verememişti. Kendini bir uçurumun kenarında gibi hissediyordu, kalbi hiç olmadığı kadar hızlanmıştı, nefesi göğsüne sığmıyordu. Alita kasıklarının arasındaki elini yükseltip tekrar omzuna sarmıştı. Gözlerinin içine bakarken, kızaran dudakları ile onu tekrar öpmüştü, parmakları hala saçlarını okşuyordu.

"Ben sana aitim, sadece seni istiyorum, başka kimse umurumda değil."

DC 138 / Güncel Zaman – Calabar

     Sahip olduğum her şeyi tek tek kaybediyorum! Magnus, benden nefret eden babam, Victor, şimdi de Hagen!

     Ailesi ile birlikte yaşadığı Tilba köşkünde, ona ait olan çalışma odasında tek başına oturan Victor, zihnini kaplayan çığlığı bir türlü duymamazlıktan gelemiyordu. Gözleri, avucunda tuttuğu beyaz mendilin üzerindeydi, parmakları âşık olduğu ellerden çıkan nakışı okşuyordu. Üzerinde, Hénic dilinde yazılan yazının ne manaya geldiğini hiçbir zaman öğrenememişti, ona mavi iplikle işlediği mendili hediye ettiğinde Alita'ya sormuş fakat herhangi bir cevap alamamıştı.

Rakkauteni ei kúole koskaan.

Victor&Stalian.

     Stalian, Alita'nın ikinci ismiydi. Eskiden, ona yazdığı mektupları, herhangi birinin eline geçerse anlaşılmaması için bu isimle bitiriyordu. Bu anıları hatırlamak yüzüne buruk bir gülümseme yerleştirmişti. Onunla geçirdiği her bir an, adeta zihnine kazınıp kalmıştı.

     Alita Stalian Waldorf.

     On gün önce, mahzenden birlikte çıkıp kimsenin olmadığı tenha holde yolları ayrıldıktan sonra tekrar karşılaşmamışlardı. Victor, Alita'nın Amadeus ile birlikte uzaklaşmasını olduğu yerde izlemişti. Daha fazlasını yapamayacağını biliyordu. İlk anda, onları takip etmek aklının ucuna dahi gelmemişti. Olduğu yerde, hareketsizce ikisini izliyorken, Amadeus'un omzunu kavrayarak destek olduğu Alita'yı koridordaki odalardan birine soktuğunu görmüştü. Prensesin iyi olmadığına bizzat kendisi de şahit olmuştu, bilincini kaybetmişçesine titriyordu, soğuk tenine rağmen yüzünde ter birikmişti. Amadeus'un onu izbe bir odaya soktuğunu gördüğünde, fenalaşmış olabileceğinden korkmuştu. Yardım edip edemeyeceğini sormak için koridora girip kapıya yaklaştığında, Alita'nın adeta kulaklarından kalbine inen acı dolu sesini işitmişti.

     Sahip olduğum her şeyi tek tek kaybediyorum! Magnus, benden nefret eden babam, Victor, şimdi de Hagen!

     Bu sözleri duyduğu an, elini kapının kulpuna uzatmışken geri çekilmişti. Yaşadığı şaşkınlığı ifade edebilecek herhangi bir sözcük bulamıyordu. Ne olduğunu anlayamamışken, Alita bağırarak amcasına yakınmış, sonrasında ise içeride büyük bir gürültü kopmuştu. Devrilme seslerinin ardından, Alita değer verdiği her şeyi kaybettiğini haykırmıştı. Ondan başka kimsenin olmadığı koridora kısa bir sessizlik çökmüştü. Temkinli adımlarla kapıya tekrar yaklaştığında kısık hıçkırık seslerini işitmişti. Kardeşinin ölümü karşısında soğuk bir taş gibi tepkisiz kalan Alita'nın sonunda kendini serbest bıraktığını hissedebiliyordu.

     Bir müddet kapının önünde durup çaresizce Alita'nın ağlamasını dinleyen Victor, içinde o gücü bulabildiğinde ağır adımlarla geri çekilip arkasına bakarak ıssız koridorda ilerlemişti. Aradan geçen zaman boyunca bir kez bile karşılaşmamışlardı. Kardeşinin ölümünden sonra herkes Alita'nın iyi olmadığını konuşuyordu. Victor buna şaşırmamıştı, ikisinin birbirine ne kadar düşkün olduğunu biliyordu. Anne ve babasıyla pek anlaşamayan prenses için kardeşleri oldukça değerliydi. Ve Alita ikisini de kaybetmişti.

     Duydukları hakkında hissettikleri ise karmakarışıktı. Onu adeta hiçbir şey yaşamamışlarcasına hissizce terk etmesinin ardından yıllar geçmişti. En başta acı olan gerçeği zamanla kabullenmiş, Alita'nın onu sevmediğine kendini inandırmıştı. Kurduğu küçük ailenin içerisinde huzuru bulmuşken, bir zamanlar ona ait olan prensesi başka bir adamla görmek ummadığı bir şekilde dengesini alt üst etmişti. Alois Hallstein'ın onu deliye çeviren varlığı ile zor başa çıkıyorken, Alita'nın aslında onu isteyerek terk etmediğini düşünmek adeta aklını başından almıştı. Günlerdir, duyduğu çığlığı kafasının içinde sürekli ve sürekli olarak tekrar ediyordu.

Sahip olduğum her şeyi tek tek kaybediyorum! Magnus, benden nefret eden babam, Victor, şimdi de Hagen!

     Avucunda tuttuğu mendilin üzerindeki nakışı okşuyorken, odasının kapısı çalmıştı. Telaşla kumaşı katlayıp önündeki küçük ahşap kutuya yerleştirirken içeri girilmesini söylemişti. Hizmetçileri Sib, ellerini önüne birleştirip başını eğerek karşısına çıkmıştı.

"Akşam yemeği hazır efendim."

"Hemen geliyorum Sib, sen çıkabilirsin."

     Emredersiniz efendim diyen kadın odadan çıktıktan sonra, Victor elinin altındaki ahşap kutuyu kapatıp kilidini geçirmişti. Masasındaki çekmenin altındaki kapaklı göze yerleştirdikten sonra küçük anahtarını pantolonun cebine atmıştı. Tehlikeli olabilecek herhangi bir şeyi dışarıda unutmadığından emin olduğunda, yavaşça sandalyesinden kalkıp odasından çıkmıştı.

     Ona ait olan oda köşkün sol kanadındaydı. Yüksek taş duvarlarla çevrili iki koridoru aşıp ana hole geldiğinde üst kata çıkan merdivenlere yönelmişti. Misafirleri olduğu zaman sağ kanatta kalan büyük yemek salonu kullanılsa dahi, ailecek yemek yiyecekleri zaman sofra salondaki küçük masaya kuruluyordu. Victor, karsını ve kızına eşlik ettiğinde yemekleri tabaklarına servis edilmeye başlamıştı. Ruyka tıpkı ilk hamileliğinde olduğu gibi sıklıkla balık aşeriyordu. Alita'nın düğünü için gelen annesi Astrid'den, doğup büyüdüğü Walut'tan iskorpit getirmesini özellikle istemişti. Tuzlanarak mahzende saklanan balıklar tıpkı o akşam olduğu gibi Ruyka istedikçe pişiriliyordu.

     Yanında, ona özel yapılan yüksek sandalyede oturan kızı Hilde'ye göz kırpan Victor, önündeki balık tabağını ittirerek kendisine patates ezmesi ve salata servis edilmesini istemişti. Hizmetçileri tabağını alarak yenisini hazırlarken gözleri karısına dönmüştü. Üzerinde yasta olduğunu gösteren siyah bir elbise vardı, oval yüzü keyifsizdi. Hagen'ın ölümünün onu da derinden etkilediğini biliyordu. Masanın üzerinde duran eline uzanıp usulca kavramıştı, bununla birlikte Ruyka soğuk gözlerini üzerine çevirmişti.

"Nasılsın  ?"

     Ruyka, kuzeni Alita ile aynı kıvrımlara sahip olan soğuk gülüşünü göstermişti. İfadesi, memnuniyetini ya da durum karşısındaki hoşnutluğunu değil, bilakis mutsuzluğunu anlatıyordu.

"İyiyim, sorduğun için teşekkür ederim."

"Seni ihmal ettiğimin farkındayım. Fakat biliyorsun, Kral Hagen'ın ölümü tüm dengeyi alt üst etti. Söz veriyorum, yakında her şeyi tekrar düzene koyacağım."

"Sorun değil. Önceliklerini biliyorum, sıra bana gelene kadar bekleyebilirim, artık buna alıştım."

     Victor sıkıntıyla içini çekti. Hagen'ın hastalanmasından itibaren saraydaki yükü artmıştı, ölümüyle birlikte tüm yük Gustav ile ikisinin sırtına binmişti. Ruyka'ya bunları anlatsa dahi aldığı karşılık değişmiyordu. Karısı adeta kalbini görebiliyormuşçasına, sessizce, içine büründüğü bu durumda başka bir unsur arıyordu.

     Yüzünü asmamaya çalışarak diğer tarafında oturan Hilde'ye döndü. Sib, onun için balığını küçük parçalara ayırmıştı. Meraklı gözleri annesi ve babası arasında geziyordu. Victor, saçlarını okşayıp tombul yanağını sıkmıştı. Artık, aralarındaki gerilimi o da anlayabiliyordu. Tek isteği, olan biteni ona yansıtmamaktı.

"Yakında kardeşin Dük Huber burada olacak. İstersen Hilde'yi de alıp onunla birlikte Walut'a gidebilirsin. Hem aileni görürsün hem de dinlenmiş olursun. Tahta bir naip çıkana kadar burası kalabalık ve karışık olacak."

     İri çatalı ile önündeki balıktan bir parça alan Ruyka aceleden etmeden, arkasına yaslanıp uzun uzun çiğnemişti. Lokmasını yuttuğunda, soğuk kalması için kapaklı gümüş kaplarla toprağa gömdürdüğü suya uzanmıştı. İçi yanıyormuş gibi kana kana içtikten sonra, masanın üzerinde duran mendiline uzanıp ağzını özenle silmişti, konuşurken kocasının gözlerine bakmamaya özen gösteriyordu.

"Bizi başından atmak mı istiyorsun? Eğer öyleyse açıkça söyleyebilirsin, süslü kalıplara ihtiyacın yok."

"Ruyka, ben sadece sizin için bir öneride bulundum. Gökler aşkına, ağzımdan çıkan her sözün arkasında kötülük arıyorsun."

"Bu benim suçum, öyle değil mi? Şimdi tekrar ne kadar anlayışsız bir kadın olduğumu anlatmaya başlayacaksın."

     Victor kapının önünde bekleyen Sib'e dönüp gelmesini işaret etmişti. Aralarındaki sürtüşme kolayca sona erecek gibi durmuyordu. Kendine hâkim olamadığı an, seslerini yükselttikleri bir kavgaya tutuşabilirlerdi. Yanındaki kızına doğru eğilip saçlarını tekrar okşadı, küçük elini kavrayıp dudaklarına götürerek öpmüştü.

"Hilde, Sib seni odana götürecek. Bu akşam yemeğini onunla birlikte yiyeceksiniz. Uyumadan önce yanına geleceğim, birlikte oyun oynayacağız, tamam mı ?"

      Küçük kız önce ona bakmış, sonrasında annesine dönmüştü. Ruyka kendini zorlayarak gülümseyip başını salladığında, kollarını Sib'in boynuna sarmıştı. Kızları, kadının kucağında salondan çıkarken salondaki diğer hizmetçilerine de çıkmalarını söyleyen Victor, baş başa kaldıklarında Ruyka'ya dönmüştü.

"Senin derdin ne? Kalbini kırmak istemiyorum ama artık sınırı aşıyorsun."

"Benden ne bekliyorsun? Sessizce oturup geri dönüşünü beklememi mi? Gösterdiğin ilgi için minnettar olmamı mı? Bir suçlu aramak istiyorsan kendine bak."

     Oldukça vakur bir öfkeyle söylenen Ruyka bu kez küçük ve çekik olan mavi gözlerini üzerinden kaçırmamıştı. Siyaha çalan, dalgalı koyu kahverengi saçlarını sıkı sıkıya ördürmüştü. Üzerindeki yakası kapalı siyah elbise irileşen karnını serbest bırakacak kadar boldu. Karısı hiçbir zaman gösterişli bir tarza sahip olmamışken, o an baştan aşağı sadeliğe bürünmüştü.

     Victor herhangi bir cevap vermeden önce bardağına uzanıp şarabından içmişti. Dişlerini sıkarak içine derin bir nefes çektiğinde, tıpkı karısı gibi arkasına yaslanmıştı. O akşam, oturdukları masadan aç kalkacağını hissedebiliyordu.

"Özür dilerim. Evinden çıkmayan, kendini ailesine adamış bir adam arzu ediyorsan bir keçi çobanıyla evlenmeliydin."

     Sözleri Ruyka'nın kıkırdamasına yol açmıştı. Eğlenmiş gibi durmuyordu, bilakis amacı öfkesini körüklemekti, onunla açıkça alay ediyordu.

"Kendini aşağıladığının farkında bile değilsin. Bir keçi çobanından bile daha kötü bir koca, daha kötü bir babasın. Kibrin, mevkiin gözünü öylesine kör etmiş ki nasıl bir adama dönüştüğünün farkında bile değilsin."

"Aydınlat beni o halde, Ruyka. Ne kadar kötü bir adamım? Belki senden dinlemek beni kendime getirir."

     Victor, sözlerini tıpkı Ruyka gibi gülerek söylemişti. Fakat aldığı karşılık kendinin kadar sakin olmamıştı. Yüzü yavaşça soğuyup katılaşan kadın su dolu bardağının dökülmesini umursamadan önündeki tabağı öfkeyle ittirip ayağa kalkmıştı. Sesi hala sakindi fakat ona karşı büyük bir hınç taşıyordu.

"Bu saçmalığa daha fazla katlanamayacağım."

"Neye katlanamayacaksın tam olarak? Bir hedef tahtasıymışım gibi sürekli bana saldırmak seni bu kadar mı yoruyor? Biliyor musun, artık olanlara katlanamayacak biri varsa o da benim. Yanımda sürekli benden şikâyet eden, nankör bir kadına katlanamıyorum."

     Taş kemerli pencereden bahçeyi izleyen Ruyka sözleriyle birlikte ona doğru dönmüştü. Yuvarlak, keskin köşeleri olmayan sevimli bir yüze sahipti fakat o an kapıldığı öfke gözlerinden taşarken olabildiğinde tehditkâr duruyordu.

"Ben nankör bir kadın mıyım? Böyle mi düşünüyorsun ?"

"Başka ne düşünebilirim ki? Güzel bir evimiz, muhteşem bir kızımız var, evliyiz. Sana yüzlerce kez söyledim, benim bir görevim var. Ne kadar istesem bile kendimi sadece aileme adayamam. Tüm yapabileceğim bu, elimden gelenin hepsi bu. Benden daha fazla ne istediğini bilmiyorum. "

     Ruyka ona doğru yaklaşıp elini yemek masasının üzerine yerleştirmişti. Üzerine eğilerek gözlerinin içine bakıyordu. Böyle olmasını istemese dahi, ok yaydan çıkmıştı. Sözlü tartışmaları gittikçe hiddetleniyordu.

"Artık seni tanıyamıyorum. Karşımda duran bu siluet evlendiğim adamı andırmıyor bile. Sorunun görevin ya da mevkiin olmadığını sen de biliyorsun Victor. Başka bir şey var, kafanın içinde dolaşan, seni bizden uzaklaştıran başka bir şey var."

     Victor iri, siyah gözlerini karısından kaçırmamak için adeta tüm gücünü harcıyordu. İçten içe vicdanı huzursuzdu ve Ruyka bilerek ya da bilmeyerek sözlerinin hedefini oldukça iyi seçmişti. Arkasına yaslanarak oturduğu gösterişli sandalyede kendini kapana sıkışmış gibi hissediyordu. Peşini bırakmayan lanetli düşüncelerine vicdan azabı eklenirse, hisleri ağır basıp boğabilirdi.

"Kabul etmek ya da etmemek sana kalmış Ruyka. Bu krallık bir yelkenliyse istralyası benim, yelkeni de direği de ben ayakta tutuyorum. Son iki aydır sırtıma binen yükler ağırlaştı, kaygılanmam ve endişelenmem bu sürece dâhil. Senden tek beklediğim biraz daha anlayışlı olman fakat sanırım bunu beceremiyorsun."

"Bunlar önceden hazırlanmış, güzel sözler. Fakat sakın unutma, ben olmasam sen bir hiçsin. Ruyka Huber ile evlendiğin için övündüğün makamında oturuyorsun. Bir parçası olmaktan gurur duyduğun krallık benim kanıma sahip." 

     Victor bir an bağırarak, o henüz ortaya çıkmadan yıllar önce hazine kâtibi olmak eğitildiğini bağırmak istemişti. Sözler adeta ağzından çıkmak için onunla savaşıyordu. Tartışsalar dahi sakinliğini korumuştu, fakat bu sözleri işittikten sonra onun tarafında da eşik aşılmıştı. Dişlerini sıkarak, söyleyebileceği sözleri güçlükle zapt ediyordu.

     Ayağa kalkıp masanın üzerinde duran bardağındaki şarabı bir dikişte bitirmişti. Ağzını masanın üzerinde duran, baş harflerinin nakşedildiği mendile sildikten sonra karısına dönmüştü. Hala öfkeliydi, hala kendini kötü sözler etmemek için zor tutuyordu. Ruyka söylediklerinden pişman değildi, bilakis masanın diğer kenarından cüretkâr bir ifadeyle yüzüne bakıyordu. Victor, sakinleşmek adına içine derin bir nefes çekti, onu baştan aşağı süzerken gözleri bebeklerini taşıdığı karnına takılmıştı. O benim karım diye düşündü, ne olursa olsun önceliğim Ruyka olmalı. Yine de bu düşünce, ağzından çıkan sözlerin önüne geçmemişti.

"Dua et Ruyka, dua et çocuğuma hamilesin."

"Ya olmasaydım? Ne yapacaktın?"

     Victor sözlerine herhangi bir cevap vermemişti. Arkasını dönmüş salondan çıkarken söylediklerini karşılık olarak görmüyordu. İçinden gelen dürtüyü bir anda emire dönüştürmüştü.

"Uzun bir süre yüzünü görmek istemiyorum. Hazırlıklarını yap, kardeşin geldiğinde onunla birlikte Walut'a gideceksin."

*  *  *

     Alois, karısı Alita ile birlikte dairelerindeki ahşap yemek masasında oturuyordu. Gün batmak üzereydi, gökyüzü yavaşça kızıldan laciverte doğru dönüyordu. Hizmetçileri Rinda ve Rita yemek servislerini yapmışlardı. Masaları oldukça zengindi; mevsimde bulunabilecek her türlü meyve önlerinde duruyordu, haşlanmış sebzeler yağ ve baharatla çeşnilenmişti.  Fırında yeni çıkan küçük ve tatlı ekmek dilimleri sepetlerde duruyordu, ızgarada pişirilen taze dana etinin yanında kekikli arpa lapası vardı.

     Masa oldukça iştah açıcı dursa dahi, ikisinin de pek bir şey yediği söylenemezdi. Kardeşinin ölümünün üzerinden on geçen Alita yastaydı. Üzerinde yakası kapalı, bel kısmına kadar üzerine oturan, eteği aşağı indikçe genişleyen siyah bir elbise vardı. Ensesinde, küçük bir topuz yaptırdığı siyah saçlarını odasından çıkacağı zaman siyah, tül şalıyla örtüyordu. Geçen zaman boyunca, pek fazla yemek yediği söylenemezdi. Kurulan her masada yemekten bir iki kaşık atıştırsa dahi karnını doyurmuyordu. Uykuları da tamamen düzenden çıkmıştı. Alois, geceleri uyuyup uyumadığını kontrol etmek için ne zaman gözlerini açsa, onu yataklarının cibinliğini izlerken buluyordu. On gün boyunca ağladığını, yakındığını ya da sitem ettiğini görmemişti. Fakat gün geçtikçe, dolunaya benzettiği parlak, beyaz yüzü hastalığa tutulmuşçasına solmuştu. Gözleri uykusuzlukla torbalanmıştı. Soğuk bakışları ışığını kaybetmiş gibiydi.

     Alois buraya kadar olan kısmı anlayabiliyordu. Uyumamasını, yememesini, kendi içine kapanıp herkesten uzaklaşmasını kardeşinin ölümüyle hapsolduğu acıya vermişti. Fakat fark ettiği birkaç durum onu oldukça endişelendiriyordu. Uykusundan uyandığı bir gece, Alita'yı yatağın kenarına oturmuş, gayet ciddi bir şekilde kendi kendiyle konuşurken yakalamıştı. İnatla soru sorup cevap almayı bekliyordu; Ne yapmam gerek? Söylesene! Şimdi ne yapmam gerek? Hagen öldü, ne yapacağımı bilmiyorum.

     Ona yaklaşıp ne olduğunu sorduğunda herhangi bir cevap alamamıştı. Hiçbir şey olmamış gibi tekrar yatağa girmiş, yataklarını çevreleyen cibinliği izlemeye koyulmuştu. Bunu uyku sersemliğiyle yapmış olduğuna inanmak istese de, duvarı izleyen kadının kendi kendine bana cevap vermiyor dediğini işitmişti. Kimin cevap vermediğini sorduğunda ise tekrar herhangi bir karşılık alamamıştı. Alois bu durumun neye işaret ettiğini düşünmek dahi istemiyordu. Aklından geçenleri, kendi zihninde dahi somut bir cümle haline getirmekten korkuyordu. Tek temennisi, Alita'nın zamanla iyileşip, yaralarını onunla paylaşmasıydı. Yaklaşmadan, konuşmadan, sadece iki hayaletlermiş gibi yan yana oturmaları canını belki de her şeyden daha çok yakıyordu.

"Güzelim, eğer yemekleri beğenmediysen kızlar senin için balık getirebilir, ister misin ?"

     Alita sorusuna sadece yavaşça başını sallayarak cevap vermişti. Alois bunun için dahi minnettardı. Hagen'ın Duviel'e götürülmesinin ardından karısı adeta o yokmuş gibi davranıyordu. Aldığı bu küçük tepki bile onun için kıymetliydi.

     Yemek masasının başında, sessizce oturuyorlarken için çeken Alita çekik gözleri ile etrafına bakınıp acı çekiyormuş gibi avucunda birleştirdiği ellerini sıkmıştı. Bakışları bir şey arıyor da bulamıyormuş gibiydi. Alois, ne kadar istese dahi ona dokunmaması gerektiğini biliyordu; bunu defaatle işitmişti. Fakat yine de, sıkıntısının ağır bastığını hissettiği zamanlarda hep yaptığı gibi sorusunu yinelemişti.

"Senin için yapabileceğim bir şey var mı ?"

     Alita uzun parmakları ile yüzünü ovmuştu. Bunu öylesine şiddetle yapmıştı ki, ellerini tekrar kucağında birleştirdiğinde yanakları kızarmıştı. Soluk, mavi gözlerine biriken endişe nefes alışında dahi hissediliyordu.

"Çan seslerini işitiyor musun ?"

     Alois elini ağzına götürmemek kendini zor tutmuştu. Alita'nın gözleri üzerine dönmüşken, herhangi bir uç tepki vermemesi gerektiğinin farkındaydı. Günler sonra, ona yapmaması gerekenleri söylemesinin dışında ilk kez iletişime geçmişlerdi ve bunu ziyan etmek istemiyordu.

"Hayır, işitmiyorum. Ama sen işitiyorsan bile, bundan korkma. Acı çekiyorsun, zihnin bununla başa çıkmaya çalışıyor olmalı."

     Alita sözlerine aldırış dahi etmemişti. Masadan kalkmış, alnını ovarak ona arkasını dönmüştü. Alois söylediklerinin hiçbir şeye yardım etmediğinin farkındaydı. Fakat böyle bir durum karşısında ne yapması, nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu. Oturduğu yerde, çaresizce onu izlerken Alita acı çektiğini belli eden bir tonla tekrar söylenmişti.

"Benimle konuşması gerek. Bu şekilde hiçbir şey yapamam, bana yolumu o göstermeli."

"Alita, kimden bahsettiğini bana da söylersen belki sana yardım edebilirim."

     Karısı tekrar onu duymamış gibi davranmıştı. Sıkıntıyla içini çekerek önüne dönmüştü. Dolu dolu olan gözleri masanın üzerinde gezmiş, sonrasında ise yeri bulmuştu. Parmakları, kumaşını düzeltiyormuş gibi elbisesinin uzun kollarının üzerinde geziyordu. Alois elinde olmadan onu kaybediyorum diye düşündü. Bir şeyler yapması gerektiğinin farkındaydı fakat bunu ne olduğunu bilmiyordu.

"Bak, eğer istersen Duviel'e gidebiliriz, ya da Drindall'a, nereye istersen. Bir iki hafta buradan uzaklaşmak sana iyi gelecektir."

     Alita ona ne herhangi bir cevap vermiş ne de gözlerini kaldırıp yüzüne bakmıştı. Hala olduğu yerde ayakta duruyorken, sandalyesini ittirerek önünden çekmişti. Yemek masalarının olduğu bölmeden çıkmış, dairenin içine ilerliyorken aynı zamanda mırıldanmıştı.

"Yıkanmak istiyorum."

     Alois herhangi bir şey söylemeden, Alita'nın yanından geçip gitmesini izlemişti. Sıcak su ile dolu havuzlarının başına geçtiğinde ona yardım eden ikiz hizmetçileri ile üzerindeki elbiseyi çıkartıp tıpkı söylediği gibi yıkanmaya başlamıştı. Kızlardan derisini yüzercesine vücudunu tekrar tekrar ellerindeki lifle ovmalarını istiyordu. Alois onu izlemesinden rahatsız olabileceğini biliyordu. Bu yüzden, şarap doldurduğu bardağı ile birlikte balkona geçmişti. O şarabını içerek yıldızlı gökyüzünü izliyorken, Alita yıkanmış, saçlarını hizmetçilerine ördürüp kalın askılı beyaz geceliğini giyerek yataklarına geçmişti. Bir müddet sonra Alois de üzerini değiştirerek ona katılmıştı. Evlendikleri ilk zamanlarda, birbirlerine sarılarak uyuyorlarken son on gündür aralarında büyük bir boşluk bırakmaya dikkat ediyorlardı. Sırt üstü uzanan Alita'nın gözleri tepelerindeki tül cibinliğin üzerindeydi. Alois bir müddet onu izlemiş, sonrasında rahatsız etmemek için arkasını dönmüştü.

     Gece, üzerinin açılmış olduğunu hissettiği bir anda uykuyla yatakta sağına dönmüştü. Örtüyü kavramış, omzuna çekiyorken Alita'nın yerinin boş olduğunu fark etmişti. Şiş olan yeşil gözlerini araladığında, yatakta tek başınaydı. Hala tam anlamıyla kendinde olmayan zihni bir anda alarma geçmişti. Telaşla etrafına bakınıyorken, Alita'nın balkonda olduğunu görmüştü. Tıpkı Hénec kulesinde olduğu gibi çıplak ayakları ile mermer tırabzanların üzerine çıkmıştı. Esen rüzgâr odanın içinde gezerken, beyaz geceliğinin eteğini savuruyordu.

     Alois'in kalbi, bir anda hiç olmadığı kadar hızlı atmaya başlamıştı. O kadar ki, sanki tırabzanların üzerinde kendi dikiliyormuşçasına bacakları uyuşmuştu. Dirseklerinin üzerinde doğrulduğu yataktan yavaşça kalktı. Panik ve korku dolu bir heyecan tüm vücuduna yayılırken, kendini sakin olmaya zorluyordu. Bağırırsa ya da birden hareket ederse Alita'nın irkilmesine sebep olabilirdi. Bu yüzden, yavaşça ayağa kalkıp adeta nefesini tutarak sessiz adımlarla balkona ilerledi. Hava karanlık olsa dahi şafağın sökmesi yakındı. Odalarınki mumların neredeyse hepsi uyumadan önce hizmetçileri tarafından söndürülmüştü. Alois, bu loş ışıkta bir şeye çarpmak istemiyordu. Çıplak parmak uçlarında, adeta kıl bir ipin üzerinde yürüyormuşçasına dikkatle ilerleyip balkona çıktığında, içine derin bir nefes çekip Alita'nın beline sarılarak kendine doğru çekmişti. Birlikte yere yuvarlandıkları an, Alita'nın şaşkın haykırışı aralarında yankılanmıştı. Alois, düşmeleri ile birlikte başını mermere vurmuştu. Gözlerini kapatmış, acıyla inleyerek dişlerini sıkıyorken Alita onun üzerine yığılmıştı. İkisi de nefes nefeseydi, o an günler sonra birbirlerine hiç olmadıkları kadar yakınlardı. Yaşadığı şaşkınlık kısa süren Alita kendini yana devirip dizlerinin üzerine doğrulmuşken öfkeyle bağırıp adeta pençesini avına geçirircesine geceliğinin üstünü kavramıştı. Alois kafasını çarpmasıyla birlikte sersemlemişti, bağıran Alita'nın sesi katlanamayacağı bir işkenceye dönüşmüştü, adeta kulaklarını delip geçiyordu.

"Ne yaptığını sanıyorsun? Aptal! Aptal !"

     Canı fazlasıyla yanan Alois gözlerini birkaç kez açıp kapadıktan sonra Alita'nın vücudunu sarsan ellerini kavrayıp kendinden uzaklaştırmıştı. Düştüğü yerde, güçlükle doğrulduğunda karısı da onunla birlikte ayağa kalkmıştı. Mavi gözleri daha önce hiç karşılaşmadığı bir öfke ile yanıp tutuşuyordu. Ne hissetmesi gerektiğini bilememişti. Korku ve panik hala damarlarında dolaşıyorken kalbi adeta göğüs kafesiyle savaşıyordu. Sersemlemişti, korkmuştu ve şaşkındı. Hisleri birbirine geçmiş bir yün yumağını andırırken Alita üzerine yürüyüp hınçla kolunu kavramıştı.

"Benimle konuşacaktı! Sonunda benimle konuşacaktı! Her şeyi mahvettin !"

     Alois silkelenerek canını yakan elinden kurtulmuştu. Dairenin içine geçerken kolunu kavradığı kadını kendisiyle birlikte sürüklemişti. Balkondan çıktıkları an, yaz boyunca ardına kadar açık duran ahşap çerçeveli, çift kanatlı cam kapıyı örterek mandalını çevirmişti. Tekrar Alita'ya döndüğünde, kontrolünü kaybetmişçesine üzerine saldırıp yumruk haline getirdiği ellerini ardı ardına göğsüne vurmaya başlamıştı.

"Benimle konuşacaktı, ne yapmam gerektiğini söyleyecekti! Alois, sana lanet olsun !"

     Dişlerini sıkarak içini çeken Alois göğsünü yumruklayan ellerini bileklerinden kavrayıp tekrar onu kendinden uzaklaştırmıştı. An itibariyle, o da kendini kaybetmek üzereydi. Kontrolü vücudundan çıkıp giderken, saldırmak için uygun anı bekleyen bir yırtıcı gibi onu izleyen karısına parmağıyla arkasında kalan balkonu işaret ediyordu.

"Sen aklını kaybetmişsin. Kendini öldürecektin, eğer uyanmasaydım kendini aşağıya atacaktın."

"Aptal! Sen bir budaladan daha fazlası değilsin! Hiçbir şey bildiğin yok! Ne kendimi öldürecektim ne de aşağıya atlayacaktım! Efendimle konuşmaya çalışıyordum! Ve sen her şeyi mahvettin !"

     Alois gözlerinin dolduğunu hissediyordu. İçini çekerek elleriyle yüzünü kapatıp arkasını döndü. Kendi kendine sen delirmişsin diye mırıldanıyordu. Hâlihazırda Alita ile ne yapacağını bilmiyorken, her şey onun için başa çıkması imkânsız bir karmaşaya dönüşmüştü. Ağlamak istemiyordu fakat tüm olanlardan sonra gözyaşlarının önüne geçememişti. Gümüş yüzüklerinin olduğu parmakları ile yüzünü siliyorken aynı zamanda çaresizlikle bağırmıştı.

"Hiçbir şey bildiğim yok çünkü benimle konuşmuyorsun!"

     Sesi dairelerinin mermer duvarlarında yankılanıp tekrar ona döndüğünde, Alois ıslanan gözlerini silip içine derin bir nefes çekerek Alita'ya dönmüştü. Bakışları hala aynı öfkeye sahipti, birkaç adım ötesinde durmuş onu izliyordu. Kendinde değil diye geçirdi içinden, düzgün düşünemiyor. Sözleri canını yaksa dahi, bunu bilinçli yaptığını sanmıyordu.

"Tüm bunların senin için ne kadar zor olduğunu biliyorum. Lütfen, beni kendinden uzaklaştırma, yanında olmama izin ver. Bu şekilde ne kendine ne bana ne de başka birine yararın yok. Her şey daha kötüye gitmeden, lütfen, yalvarıyorum yanında olmama izin ver."

     Alois gözlerinin içine bakarak yapabildiği en uysal tonda konuşmuştu. Aralarında hala birkaç adımlık mesafe vardı. Alita onu izlerken öfkeyle soluyordu. Evlendikleri günden beri birlikte yaşadıkları dairelerine büyük bir sessizlik çökmüştü, tek duyulabilen ikisine ait gürültülü nefeslerdi. Gözleri birbirine kenetlenmişken Alita dişlerini sıkarak fısıldamıştı.

"Yanımda mı olmak istiyorsun ?"

     Alita'nın ses tonu bir anda öylesine ürkütücü bir hale bürünmüştü ki Alois ne demesi gerektiğini bilememişti. Hala gözlerinin içine bakıyorken yavaşça başını salladığında, Alita avuçlarını kaldırarak ona doğru çevirmişti. Mavi gözleri bir an beyaz bir ışıkla parlamıştı. Daha bunu anlayamamışken, nereden geldiğini bilmediği soğuk rüzgâr kaşmir bir şal gibi vücudunu sarmıştı. Şaşkınlıkla etrafına bakıyorken, anlamlandıramadığı, neye ait olduğunu bilmediği kalın bir ses kulaklarına çökmüştü. Vücudunu saran rüzgâr kuvvetlenip ensesine değen saçlarını savururken darbe almış gibi göğsüne bir ağırlığın oturduğunu hissetmişti. Nefes alamayacağını düşünüp boğazını kavradığında gözleri Alita ile karşılaşmıştı. Avuç içlerini ona çevirmişti, açık herhangi bir pencere ya da kapı olmamasına rağmen rüzgâr onun olduğu yönden esiyordu. Bu kısa bir anlığına, Duviel'de, başının üzerinde yıldırım patlattığı anı aklına getirmişti. İrkilerek bir adım geriye çıktı, dehşetle onu izliyorken Alita ellerini yavaşça aşağı indirmişti. Bununla birlikte vücudunu saran yoğun rüzgâr kesilmiş, işittiği korkunç gürültü susmuştu. Dizinin bağları çözülen Alois, olduğu yere yığılmıştı. Vücuduna herhangi bir zarar gelmemişti, nefesi kesilmemiş ya da bayılmamıştı. Soluk soluğa mermer zeminde sırt üstü uzanıyorken yeşil gözleri Alita'ya dönmüştü. Karısı biraz önce sahip olduğu öfkeyi kaybetmişti. Ellerini tekrar kaldırmıştı, şaşkınlıkla avuç içlerine bakıyordu. Mırıldanarak bu nasıl olur dediğini işitmişti. Fakat artık ne dediğini umursamıyordu. Korku ve paranoya vücuduna zehir gibi yayılmaya başlamıştı.

"Beni öldürmeye çalıştın! Seni aklını kaybetmiş kaçık, beni öldürmeye çalıştın !"

Yazan ; İlknur DUMAN

* * *

Bu bölümü Kuzguni'ye başladığım ilk günden beri burada olan

MirenaWhite

sarikanaryaaa
ve
Vesairevesaire77'ye

ithaf etmek istiyorum. Onlar olmasa sanırım çoktan heyecanla yazdığım bu hikayenin peşini bırakmıştım. 🙏♥️

*  *  *

Kabul edin, olaylı bir bölüm oldu 😂 Aslında araya Helma'yı koyacaktım fakat an itibari ile bölüm 5800 kelime, onu da ekleseydim okuması da yazması da işkence olacaktı. Yansıtmam gereken olayları önem sırasına koyunca Alita'nın delirmesi daha ağır bastı diyelim 👀 Ben herhangi bir yorum yapmayacağım, görüyorsunuz her şey ortada 🤷‍♀️ Alita ne yapmak istedi, ne yapamadı, neden olmadı yorumlarda buluşalım. Ayrıca rica ediyorum, lütfen, lütfen ve lütfen ; okuduğunuz hikaye için küçük bir yıldıza dokunup oy vermek bu kadar zor olmamalı, tek başıma çalıp oynuyormuş gibi hissediyorum bazen 👀 Lütfen, bölüm hakkındaki fikirlerinizi paylaşmaktan ya da oy vermekten geri durmayın ♥️ Hepinizi kocamaan öpüyorum, diğer bölümde görüşene dek kendinize iyi bakın ! 😽♥️♥️

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top