⚜️Bölüm 14 - "Kaybettiklerim"⚜️
"Ducunt volentem fata,nolentem trahunt."
⚜️⚜️⚜️
Beyazkaya Sarayı, ihtişamlı mermer duvarların arasında adeta acıyla inleyen çanların ardından büyük bir sessizliğe gömülmüştü. Durmak bilmeyen bir çarka benzeyen saray düzeni bir anlığına durmuştu. Kralın öldüğü haberi adeta bulduğu her bir delikten sızan su gibi etrafa yayılıyordu. Tüm başkent, saraydan yükselen çanlarla birlikte sokaklara dökülmüştü. Herkes birbirine ne olduğunu sorarken, kralın ölüm haberi saray ulakları ile birlikte şehrin belli bölgelerinde duyurulmuştu. İnsanlar haberi duyduklarında kısa bir an genç kralın ölümüne üzülmüşlerdi. Arkasında bıraktığı tahtın akıbeti onları duydukları üzüntüden daha büyük bir merak ve endişeye sürüklemişti.
Saraya ve tüm başkente hüzünlü bir endişe çökmüşken, Victor, Alita ve Lord Gustav ile birlikte sarayın mahzenindeki soğuk bir odanın içerisindeydi. Gün batmak üzereydi fakat bulundukları yerde herhangi bir pencere yoktu, toprağın altındaydılar. Etraflarını duvara sabitlenmiş meşaleler aydınlatıyordu. Duvar diplerine, hem dini ritüeli tamamlamak için hem de yayılan rutubet kokusunu bastırmak için tütsüler yakılmıştı. Bulundukları oda, sarayın geneline göre oldukça serindi. Bu yüzden vakit henüz öğleyi geçmişken ölen kralın naaşı buraya taşınmıştı. O an, karşılarında yükseltilmiş, soğuk mermerin üzerinde uzanıyordu. Başında Skurk inancına mensup, gözlerine mil çekilmiş, siyah cübbeli bir rahip vardı. Mahzene taşındığında, yüzünde ve boynunda kan izleri hala duruyordu. O an, ellerini önünde birleştirmiş, adeta krala gözcülük eden rahip yanındaki birkaç arkadaşı ile adamın vücudunu soğuk su ile yıkayıp etrafında tütsü gezdirerek Victor'un tek bir kelimesini dahi anlamadığı Hénic dilinde dualar ettikten sonra vücuduna tuz serpmişlerdi. Ritüeli tamamladıklarında, ölen krala en ince kıyafetlerini giydirip soğuk mermere uzanmasını sağlamışlardı. Sürece dâhil olan dört rahip adeta adam yaşıyormuşçasına ellerini önlerinde birleştirip selam verdikten sonra odayı terk etmişti. Bir tanesi ise nöbet tutarcasına Hagen'ın başından ayrılmıyordu.
Victor, kralın öldüğü haberini Alois'in yanından çıktıktan sonra işitmişti. Odasında, evraklarının arasında adeta kaybolmuşken onun için çalışan adamlardan biri yanına gelip kralın öldüğünü söylemişti. Bununla birlikte olduğu yerden kalkıp olan biteni öğrenmek için Lord Gustav'ın yanına gidiyorken saray bir anda çan sesleri ile yankılanmaya başlamıştı. Victor Kral Hagen'ın hasta olduğunu ve iyiye gitmediğini biliyordu, yine de ölümünü beklediği söylemezdi. Çanların sesi adeta bir çığlık gibi kulağını tırmalamıştı. Göğsünü kaplayan huzursuzlukla krala ait olan daireye gittiğinde, içeri kabul edilmese dahi muhafızlardan aldığı haberle birlikte onu derin bir hüzne sürükleyen gerçekle yüzleşmişti; Kral Hagen hasta yatağında son nefesini vererek buz mavisi gözlerini sonsuza dek kapatmıştı.
Yaşanılan acı oldukça büyüktü. Kral Hagen genç yaşta, hiçbir rahatsızlığı yokken bir anda sebebi bilinemeyen bir hastalığa tutularak acı içinde ölmüştü. Bu karanlık haberin herkesin üzerinde gösterdiği etki farklıydı. Karnında ölen kralın çocuğunu taşıyan Kraliçe Helma'nın acı haberi aldığında adeta dili tutulmuştu, bir an sonrasında ise yere yığılarak bayılmıştı. Gözlerini açsa dahi kendinde olmadığı söyleniyordu. Bir oğlunu daha genç yaşta ve oldukça acı bir şekilde kaybeden Ana Kraliçe Brenna ise derin bir sessizliğe gömülmüştü. Sessizce ağlamak dışında herhangi bir tepki vermiyordu, bakışları sahip olduğu dengeyi kaybetmişti. Magnus'un acısı ile birlikte iç dünyası allak bullak olmuşken, herkes Hagen'ın ölümünün onu tamamen alt üst etmesinden korkuyordu.
Alita ise ondan beklenmeyecek bir tepkisizliğe sahipti. Victor, onu ilk olarak krala ait olan dairenin önünde beklerken görmüştü. Muhafızlarla çevrili koridordan adeta soğuk bir rüzgâr gibi geçip kardeşi Kral Hagen'a ait olan daireye girmişti. İçeriye aileden olmayan kimse kabul edilmiyordu. Bu yüzden hem Victor hem Amadeus hem de onların hemen arkasından koridorda beliren Alois beklemekten başka hiçbir şey yapamamıştı. Bir müddet sonra, krala ait muhafızlardan biri Lord Gustav'ın emrini iletmişti; Lord Victor Mascarián haricindeki herkesin koridoru terk etmesi isteniyordu.
Bir müddet daha olduğu yerde bekleyen Victor, ağır zırhlı bir muhafız tarafından dairenin içine kabul edildiğinde ne yapması gerektiğini bilememişti. Alita, yatağında uzanan kardeşinin başucunda oturmuştu. Uzun parmakları siyah saçlarının arasındaydı, sanki uyuyormuş gibi okşayarak seviyordu. Zarif yüzü ifadesizdi, çoğu zamanın aksine fırtınaya hazırlanan bir deniz gibi sakin ve uysaldı. Ağlamıyordu, konuşmuyordu, renksizmiş gibi duran gözleri Hagen'ın üzerindeydi. Saçlarını okşayan parmakları hastalığı ile birlikte zayıflayıp solan yüzünde gezmiş, gamzeleri olan yanağını kavramıştı. Kapının birkaç adım önünde, olduğu yerde kalmışken ne olduğunu anlaması uzun sürmemişti; Alita onu arkasında bırakan kardeşiyle sessizce vedalaşıyordu. Yatağın solunda kalan mermer duvara sırtını yaslamış, kollarını göğsünde bağlayarak yeğenlerini izleyen Lord Gustav uzunca bir süre dairenin içindeki sessizliği korumuştu. Victor ağır ve temkinli adımlarla yanına yaklaştığında gözleri üzerine dönmüştü. Victor bir an için konuşup konuşmamakta kararsız kalmıştı. Her zaman sarsılmaz bir kaya gibi duran adamın adeta ruhuna işleyen üzüntüyü görebiliyordu. Kral Hagen'ın ölümü babasıyla aynı etkiye sahip değildi, kimse söylemeye cesaret edemese de genç adam arkasında daha çok seven bırakmıştı.
"Lord Gustav, lütfen taziyelerimi kabul edin. Ailenizin kaybı için kalben üzgünüm, bilmenizi isterim ki acınızı paylaşıyorum."
Omuzlarını yasladığı duvardan çeken Gustav herhangi bir şey söylemeden sadece başını sallamıştı. Bakışları hala Alita ve Hagen'ın üzerindeydi. Bu durumun iyiye işaret olmadığını o da biliyordu. Alita ve Hagen'ın birbirlerine olan bağlılığına sadece yakınlarındakiler değil tüm ülke şahitti. Kardeşini kaybettikten sonra Alita'nın bu kadar tepkisiz kalması ikisini de korkutuyordu.
"Brenna ve Helma'yı kontrol et, sonrasında saray ulaklarını haberi iletmeleri için şehir merkezine yolla. Buradaki işimiz bittiğinde Ruyka'nın yanına gidebilirsin, Duviel için yola çıkmadan önce kuzeninin yanında olması gerekli."
Gustav'ın sözleri ile birlikte Alita başını kaldırıp ona çevirmişti. Ölen kardeşi ile aynı renge sahip soğuk gözleri boş bakıyordu. Elleri hala Hagen'ın üzerindeydi, kan izleri olan gömleğinin üzerinden acısını dindirmek istercesine yavaşça göğsünü ovuyordu.
"Yalnız mıydı? Ölmeden önce, yanında biri bekliyor muydu ?"
Alita'nın sesi de gözleri ve ifadesi gibi soğuktu, herhangi bir his taşımıyordu. Sorusu karşısında Victor gözlerini kaçırmış, Gustav ise sıkıntıyla içini çekmişti.
"Bunu bana üç kez sordun."
"Bir kere daha soruyorum, yalnız mıydı ?"
"Hayır değildi, son ana kadar Hagen ile birlikteydim."
Alita cevabı karşısında herhangi bir karşılık vermeden tekrar Hagen'a dönmüştü. Göğsündeki ellerini bir kez daha saçlarının arasında gezdirip okşadıktan sonra yavaşça ayağa kalkmıştı. Gözlerini bir an olsun kardeşinin üzerinden ayırmıyordu.
"Onu mahzene götürmeliyiz, üzerini temizlememiz gerek."
Gustav tekrar, usulca başını sallayarak içini çekmişti. Üçünün yolu burada ayrılmıştı. Victor, tıpkı adamın söylediği gibi Brenna ve Helma'yı kontrol ettikten sonra saray ulaklarını kralın ölümü duyurmaları için şehre göndermişti. Her şey böylesine bir karmaşanın içine düşmüşken köşke gidebileceğini sanmıyordu. Bu yüzden, kendi muhafızlarından ikisini Ruyka'yı saraya getirmeleri için evlerine yollamıştı. Yapması gerekenleri yerine getirdikten sonra mahzene, Alita ve Gustav'ın yanına inmişti.
O an, tıpkı Hagen'ın dairesinde olduğu gibi soğuk mahzende de büyük bir sessizlik vardı. Hagen Waldorf, tıpkı babası Adon ve kardeşi Magnus gibi Duviel'deki aile mezarlığına gömülecekti. Çıkacağı yolculuğa hazırlanmıştı, kraliyet konseyi üyesi olan, donanma muhafızı Ramon Wagner ve Kraliçe Brenna ona eşlik edeceklerdi. Soğuyan bedeninin kötüleşmemesi için gün batımından sonra yola çıkılacaktı.
Kardeşi yıkanırken dahi yanından ayrılmayıp ıslak saçlarını okşayan Alita bir adım ileriye çıkıp temkinlice mermer yükseltiye yaklaşmıştı. Soğuk gözleri uzun uzun ölen kralın üzerinde gezmişti. Halinde, tavrında bir kabullenmeyiş yoktu fakat Hagen'a bakışı her an ayağa kalkmasını bekliyor gibiydi. Kardeşinin uzandığı mermerin başucunda durup nemli saçlarını, soğuk yüzünü tekrar okşamıştı. Yüzü ifadesiz olsa dahi sıktığı dudakları titriyordu.
"Alita, artık gitmemiz gerek. Gün battıktan sonra Lord Wagner Hagen'ı Duviel'e götürecek."
Alita amcasının sözlerine herhangi bir karşılık vermemiş, titreyen dudağını dişlerinin arasına almıştı. Gözleri hala Hagen'ın üzerindeydi, yüzündeki elleri üzerindeki gömleğin yakasını düzeltip göğsünü bulmuştu. Sanki onu avutuyormuşçasına uzun uzun okşadıktan sonra uzanıp elini avucuna almıştı, konuşurken sesi boğuluyordu.
"Bir gün bu soğuk mahzenlerin birinde benim senin elini tutacağım aklıma gelmezdi."
Alita'nın sözleri ile birlikte Lord Gustav'ın gözünden bir damla serbest kalmıştı. Yanağına düşmesine izin vermeden kıvırdığı işaret parmağı ile gözünü temizlemişti. Hissettiği acı aldığı nefeste bile fark edilse dahi adam kontrolünü bir an olsun bırakmıyordu. Lord Gustav'ın Waldorf ailesini ayakta tutan sarsılmaz bir sütun olduğu herkesin kabul ettiği bir gerçekti. Victor, Hagen'ın ölümüne oldukça üzülüyordu fakat iradesine hem saygı hem de hayranlık beslediği Gustav'ı böyle görmek onu daha çok etkilemişti.
Alita, Hagen'ın avucunda tuttuğu soğuk elini dudaklarına götürerek öpmüştü. Kokusunu içine çektikten sonra canını yakmaktan korkarcasına dikkatle mermerin üzerine yerleştirirken boğuk sesiyle mırıldanmıştı.
"Hoşça kal kardeşim."
Alita'nın bu hali Victor'un göğsüne adeta bir cam gibi batmıştı. Tüm tepkisizliğine rağmen, içine düştüğü acıyı hissedebiliyordu. Kendine yakın gördüğü insanların sayısı bir elin parmağından azken, her daim arkasında duran Hagen'ı kaybetmek onun için felakete eşdeğerdi.
Genç prenses kardeşinin başından güçlükle geri çekildiğinde Gustav ve Victor da hareketlenmişti. Üçü birlikte mahzenden çıkarlarken, Alita'nın hissiz gözleri sıklıkla arkasına dönmüştü. Gitmek hepsi için zordu fakat Alita adeta adım atmakta güçlük çekiyordu.
Birlikte yürüyorlarken Gustav önlerindeydi, Victor ise Alita'nın yanında ilerliyordu. Mahzendeki odadan geniş bir koridora çıkmışlardı. Meşalelerin asılı olduğu duvar diplerinde Hagen'ın zırhlı muhafızları bekliyordu. Siyah gözlerini yanındaki kadına çeviren Victor, onunla konuşmak için pek fazla imkânı olmadığını biliyordu. Alita'nın elini tutamaz, sarılıp ona yanında olduğunu hissettiremezdi, bu uzun bir zaman önce yasaklanmıştı. Fakat acısını paylaştığını bilmesini istiyordu.
"Kaybınız için üzgünüm. Kral Hagen arkasında güzel sözlerle anılacak bir isim bıraktı. Bu gözlerini hayata kapatan herkesin sahip olabileceği bir lütuf değil."
Alita ne gözlerini üzerine çevirmiş ne de bir cevap vermişti. Aldığı tek karşılık yutkunarak dudaklarını daha fazla sıkması olmuştu. Birlikte koridoru geçip bir üst kata çıkan merdivenleri tırmanırlarken tekinsiz bakışları önünde ilerleyen amcasının üzerindeydi. Victor bu halin iyiye gitmediğini tahmin edebiliyordu. Bir an, hiçbir şeyi önemsemeden bileğini kavrayıp onu durdurmak istemişti. İçinden bu düşünce geçtiğinde, Alita adeta onun hislerinin farkına varmış gibi duraklayarak elini göğsünün üzerine yerleştirmişti. Tepkisizliğini adeta mermerden yontulmuş bir heykel gibi korumuşken, o an yüzündeki kaslar seğiriyordu. Aldığı nefesler sıklaşmıştı, soluğu ona yetmiyormuş gibi duruyordu.
"Majesteleri, iyi misiniz ?"
Victor tekrar herhangi bir cevap alamamıştı. Lakin sesi Alita'nın değilse bile Gustav'ın dikkatini çekmişti. Omzunun üzerinden arkasına bakan adam yeğenin boğuluyormuşçasına eli göğsünde, nefes nefese kaldığını gördüğünde olduğu yerde ona doğru dönmüştü.
"Alita ?"
Alita'nın gürültülü nefesi sessiz ve boş merdivenleri dolduruyordu. Victor, soğuk bakışlarının bir anda nasıl acı ve öfkeyle dolduğunu görmüştü; adeta boş bir gökyüzü kara bulutlarla kaplanmış gibiydi. Hala sarayın mahzeninden çıkmış sayılmazlardı, güneş ışığı bir kat daha üstlerinde kalıyordu. Bulundukları karanlık merdivenler tıpkı geçtikleri koridor gibi meşalelerle aydınlatılıyorken Alita ve o ilk basamaklarda duruyorlardı, Gustav ise birkaç adım ötelerindeydi.
"Hagen benim kardeşimdi."
Alita'nın sesi, mahzendeki karanlık odada boğuk çıkmıştı. Fakat o an açıkça titriyordu. Victor, onu bu kadar iyi tanımasa içine büründüğü hali sadece acısına verebilirdi. Birlikte geçirdikleri onca zamanın ardından, sesi titreten hissin üzüntüden öte olduğunu görebiliyordu, öfkesi gözlerine, yüzüne ve son olarak da sesine yansımıştı. Fakat Gustav bu durumu pek de önemsemiyordu.
"Kimse öyle olmadığını söylemedi."
Alita onu arkasında bırakıp basamakları yavaşça çıkmıştı. Gustav ile gözleri adeta birbirine kenetlenmişti. Aralarındaki mesafe azalsa dahi adam hala ona yukarıdan bakıyordu. Onun sahip olduğu soğukkanlılığı Alita usulca kaybetmeye başlamıştı.
"Hagen benim kardeşimdi, öldüğünü tüm şehirle birlikte öğrendim."
"Süreç herhangi birine haber verebileceğim kadar uzun değildi. Yüce efendimiz merhamet gösterip bahşettiği nefesi acı çektirmeden aldı."
"Yalan söylüyorsun. Onu görmemi istemedin, yanında olmama izin vermedin. Bilerek yaptın, son anında onun yanında olmama izin vermedin."
Gustav yeğenini baştan aşağı süzmüş, sonrasında ise umursamaz bir eda ile mırıldandıktan sonra arkasını dönerek merdivenleri çıkmaya devam etmişti.
"İstediğin gerçekliğe inanmakta özgürsün."
Alita'nın gürültülü nefesleri adamın sözlerinden sonra daha da hızlanmıştı. Gözlerini hala amcasının üzerinden alamıyordu. Onun bu halinden korkan Victor basamakları çıkarak yanına gelmişti. Ağlamasa dahi soğuk gözlerinin buğulandığını o an fark etmişti. Gustav'ın arkasından bakarken, acı çekiyormuşçasına kısıkça inleyerek derin bir nefes almıştı. Bir anda, duvardaki meşalelerin ateşi titremişti. Ne olduğunu anlamayan Victor etrafına bakıyorken loş mahzendeki tek ışık kaynakları olan meşaleler yavaşça sönmüştü. Karanlığın içine hapsoldukları anda hissedebildiği tek şey yanındaki Alita'nın nefesiydi; öfkeli ve gürültülüydü.
"Beni yok saymanızdan bıktım usandım."
Victor sağında olduğunu bildiği Alita'ya dönmüştü. Bununla birlikte ayağının altında kalan seramik zemindeki birkaç küçük taşın sesini işitmişti. Çıkan sürtünme sesinden, bir tek hareketlenin o olmadığını anlamıştı.
"Alita bu saçmalığı bir an önce kesmen herkesin yararına olur."
"Beni hep canavar olarak gördünüz, kardeşlerimden uzak tutmak istediniz. Hagen öldü ve ben yanında değildim, bu senin suçun."
"Hagen hastaydı ve dinlenmesi gerekti. Hastalığının bulaşıcı olmasından korkulduğu için yanına kimse alınmadı, benimle dahi ince bir tülün arkasından konuşuyordu."
Karanlık merdivenlerde kısa bir sessizlik olmuştu. Ne yapacağını bilemeyen Victor olduğu yerde duruyorken, etrafındaki duvarlar Alita'nın gür sesiyle adeta inlemişti.
"Sen bir hiçsin !"
Alita'nın haykırışının ardından merdivenlerde güçlü ve serin bir rüzgâr dolaşmaya başlamıştı. Karanlığın içine hapsolmak Victor'u germişti. İçine kapıldığı dürtü ile birlikte herhangi bir şeye karşı tetikte bekliyorken, yanındaki Alita'nın hareketlendiğini hissetmişti. Birkaç basamak yukarıda duran Gustav'a saldıracağını tahmin etmek onun için zor olmamıştı. Bir anda, adeta refleks gösterircesine karanlığın içinde ona doğru atılıp soğuk bedenini kollarının arasına çekmişti. Bununla birlikte Alita çırpınarak bağırmaya başlamıştı, hiçbir şey göremese dahi yüz yüze geldiklerini içine soluduğu huysuz nefesinden anlayabiliyordu.
"Alita !"
"Bırak beni! Ona bunun bedelini ödeteceğim !"
"Hayır! Alita hayır! Gökler aşkına!"
"Victor ellerini üzerimden çek !"
Alita ve Victor karanlığın içerisinde adeta birbirleri ile savaşıyorlarken sesleri işiten bir dizi muhafız ellerindeki meşalelerle merdivenin başında ve sonunda kendilerini göstermişlerdi. Alita hala kollarının arasında çırpınıyorken Victor yüzünü ilk kez görebilmişti. Soğuk, renksiz gözleri adet alev almıştı. Dişlerini bilemiş, ona hala yukarıdan bakan amcasına saldırmak için can atıyordu.
Merdivenlerdeki meşaleler alt kattan gelen muhafızlar tarafından tekrar yakılmıştı. Merdivenin başında gözüken muhafızlar ise Gustav'ın etrafını çevrelemişlerdi. Ortada kalan Alita bir kez daha kollarından çıkmak için çırpınsa da yapamayacağını anladığında nefes nefese pes etmişti. Tehdit saçan gözlerini amcasının üzerinden ayırmıyordu. Onun alev almış öfkesinin karşısında Gustav oldukça sakindi. Korkmaması imkânsız diye düşündü Victor, Alita'yı tutmamış olsa ne yapabileceğini tahmin bile etmek bile istemiyordu. Karşılarında duran adam, yüreğinde bir parça korku hissetmişse bile bunu yansıtmamakta oldukça ustaydı. Bakışları, yüzü boş bir kâğıt gibiydi, içinden geçenleri anlamak imkânsızdı.
"Kardeşinin ölümü majestelerini sarsmış olmalı, kendisine dairesine kadar eşlik edin."
Yeğeninin gözlerinin içine bakarak emrini veren Gustav, çevresini saran muhafızları ile birlikte merdivenleri çıkıp yavaşça ortadan kaybolmuştu. Hala kollarının arasında tuttuğu Alita, sonu soluk soluğa bırakan öfkesiyle bir müddet amcasının arkasında kalan boşluğu izlemişti. Merdivenin alt basamağında olan zırhlı muhafızlar etraflarını sardıklarında, Victor kollarında tuttuğu kadını yavaşça serbest bırakmıştı. Hala tam olarak kendinde olmadığını görebiliyordu. Onu bu halde yalnız bırakamam diye düşündü. İri, siyah gözlerini etraflarını saran muhafızlarına çevirerek çıkışmıştı.
"Prenses hazretlerine ben eşlik edeceğim."
Gustav'ın emrinden sonra tereddüt etseler dahi omzunu kavradığı Alita ile birlikte merdivenleri tırmanmaya başladıklarında muhafızların hiçbiri onları takip etmemişti. Birlikte, tek kelime dahi konuşmadan toprak altındaki mahzenin ikinci katını da arkalarında bırakıp gün ışığına çıktıklarında Alita'nın omzunu usulca bırakmıştı. Labirenti andıran mahzenlerin giriş kapısı onları aydınlık mermer koridora getirmişti. Hagen'ın cenazesinin yeraltındaki soğuk odalardan birinde bekletiliyor olmasından mütevellit, normal bir günde oldukça tenha olan koridor o an birçok muhafız ve saray görevlisine sahipti. Yan yana ilerleyen Alita ve Victor'u gördüklerinde her biri başlarını eğerek selam durmuşlardı. Hala oldukça öfkeli olan Alita, o an çevresindeki herhangi bir şeye aldırış etmiyordu. Yüksek duvarlarına rağmen, sarayın geri kalan kısmına göre gösterişsiz kalan koridoru arkalarında bırakıp başka üç koridorun daha bağlantı noktası olan küçük hole çıktıklarında, Lord Amadeus karşılarında belirmişti. Onları fark ettiği an, adımlarını sıklaştırarak yanlarını bulmuştu. Karşı karşıya geldikleri ilk an gözleri önce Victor'un üzerinde gezmiş, sonrasında ise yanındaki Alita'yı dönmüştü. Kabul etmek hoşuna gitmese dahi, telaşlı ve endişeli gözüktüğünü seçebiliyordu.
"Alita, şükürler olsun seni bulabildim."
Amadeus Alita'ya adıyla hitap ettiğinde, Victor elinde olmadan dişlerini sıkmıştı. Bu cesareti ona öğrencisinin verdiğini biliyordu. Yıllar sonra bile, bu ana katlanmak onun için adeta işkence gibiydi. Adam Alita'ya istediği gibi dokunup istediği gibi seslenebiliyordu. Bu onun sahip olamadığı bir ayrıcalıktı. Kadın öfkeyle kendinden geçmiş olmasa Victor ona ne dokunabilir ne de adıyla hitap edebilirdi. Yan yana geldikleri an gözlerinin ona dönmesine dahi hakkı olmadığını biliyordu. Yine de bu, içindeki üzüntüyü dahi alt ederek gün yüzüne çıkan kıskançlığının üstün gelmesine engel değildi.
Kendi içinde kapıldığı dürtüyü kontrol etmeye çalışırken, mahzende fark etmediği bir ayrıntı ayrımsamıştı; bir adım öne çıkıp Amadeus'a yaklaşan Alita adeta sıtmaya tutulmuş gibi titriyordu. Elini uzatıp adamın kolunu sıkı sıkıya kavramıştı, gürültülü nefesi hala düzene girmiş değildi. Endişeyle onu izleyen Amadeus koluyla sırtını sarıp omzunu kavramıştı. İkisi de birbirlerinin gözlerinin içine bakıyordu, Victor kelimeleri kullanmasalar dahi konuştuklarına emindi. Bu ana şahitlik etmek canını daha çok sıkmışken, Amadeus'un kolunu kavrayan Alita bir an için başını çevirerek ona dönmüştü. Hala tekinsiz duran gözleri yüzünde gezmişti. Konuşurken hem sesi hem de biçimli dudakları titriyordu.
"Bir daha sakın beni durdurmaya çalışma."
Victor ne yöne çekmesi gerektiğini bilmediği bu sözlere herhangi bir karşılık verememişti. Bir şeyler söylemesi gerektiğini düşünüyordu fakat Alita buna fırsat vermeden yavaşça arkasını dönmüştü. O olduğu yerde duruyorken Lord Amadeus bir kez daha öğrencisini kanatlarının altına almıştı. İkisinin gözleri birbirini bulduğunda Victor hissettiği nefreti perdelemek için herhangi çaba göstermemişti. Bakışları içinde uyanan her bir tehditkâr dürtüden izler taşırken, Amadeus başını eğerek ona selam vermiş ve omzunu kavradığı Alita ile birlikte holün sol kanadındaki koridora doğru yol almıştı.
Victor ise uzun yıllardır yaptığı gibi sadece onları izlemekle yetinmişti.
* * *
Lauron, elinin altında titreyen Alita'nın kendinde olmadığını hissedebiliyordu. Boğuluyormuşçasına elini boğazına yerleştirmişti, nefesi sık ve gürültülüydü. Bir hastalığa tutulmuş gibiydi, vücudu insanı ürpertecek kadar soğuk olmasına rağmen alnında ter birikiyordu.
Bu halde onu daha fazla yürütemeyeceğini düşündü. Mahzene açılan holü henüz arkalarında bırakmışlarken, Alita'nın omzunu daha sıkı kavrayarak kendi ile birlikte sağ tarafta kalan ahşap kapıya yönlendirmişti. Pirinç kulpu çevirdiğinde, dört tarafı raflarla çevrili, toz kokan küçük bir odayla karşılaşmışlardı. Kemerli penceresinin kalın perdeleri çekilmiş olduğundan gün ışığı içeri güçlükle giriyordu. Tam ortada, üzerinde mumları sönmüş bir şamdan ve kâğıt yığını olan küçük bir masa vardı. Uzun zamandır herhangi bir ziyaretçiye ev sahipliği yapmadığı belli olan odaya birlikte girmişlerdi. Lauron arkalarında kalan kapıyı kapattığında, Alita adamın omzunu kavrayan elinden sıyırılıp ilerleyerek terleyen avuçlarıyla önündeki masaya tutunmuştu. Başını eğmişti, dudaklarından adeta yaralanmış gibi kısık bir inleme yükseliyordu. Lauron, temkinli adımlarla yanına yaklaştığında bir müddet sesiz kalıp herhangi bir şey söylememişti. Sakinleşmesi için zaman tanıması gerektiğini biliyordu. Alita'nın içinde tehlikeli Keia'nın ne zaman ağır basacağını kestirebilmek mümkün değildi. İkisinin artık kusursuz bir uyum yakaladığını, Alita'nın bedenini paylaştığı ruha hükmedebildiğini bilse de bu ondan çekiniyor olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.
"Her şeyi kaybediyorum. Benim olan her şeyi kaybediyorum."
Alita'nın titreyen sesi aynı anda birçok duyguyu barındırıyordu; üzgündü, hayal kırıklığına uğramıştı, acı çekiyordu. Fakat her şeyden önemlisi ve tehlikesi; öfkeliydi. Kontrolünü tamamen kaybetmesine ramak kalmıştı, eğer bir an önce sakinleşmezse gözlerine oturan ateşle önüne çıkan her şeyi küle çevirebilirdi. Yanı başında duran Lauron, onu ürkütmemeye çalışarak yaklaşıp yavaşça omuzlarına dokunmuştu. Sarılmamış ya da üzerine eğilmemişti, aralarında hala kendini güvende hissedebileceği kadar büyük bir boşluk vardı. Alita'nın böylesine güçlü öfke nöbeti geçirdiği anlarda kendisine yaklaşılmasından hoşlanmadığını biliyordu. Omuzlarını kavramasının tek amacı ona yanında olduğunu hissettirmekti.
"Bana aitti, hepsi bana aitti. Ama yoklar, onları kaybettim."
"Yalnız değilsin, acı çektiğini, canının yandığını biliyorum ama yalnız değilsin."
Sözlerini Alita'yı yatıştırmak için söylediyse dahi işe yaramamıştı. Genç kadın silkelenerek omuzlarındaki ellerinden kurtulup hızla ona dönmüştü. Bedeni hala bir yaprak gibi titriyordu, zarif yüzündeki kaslar dahi kontrolünden çıkmıştı. Alita onu çaresiz bırakan bir acıya mahkûm olmuştu, öyle ki bu güçlü duygu içindeki öfkeyi bir anda körüklemişti.
"Göremiyor musun? Kimse bana yardım edemez! Sahip olduğum her şeyi tek tek kaybediyorum! Magnus, benden nefret eden babam, Victor, şimdi de Hagen! Ben lanetliyim, hayatım kara bir girdaptan daha fazlası değil!"
Alita'nın sesi öylesine gürdü ki etraftan duyulmasından korktu. Bulundukları koridorda kimseyi görmemişti, Victor'u holde bırakmışlardı. Fakat yine de bu hali onu tedirgin ediyordu. Alita hissettiği acıyla birlikte kontrolden çıkmıştı. Hagen'ın ölümü göğsüne hapsettiği eski yaralarını tekrar örselemişti.
"Hayır, bunun doğru olmadığını sen de biliyorsun."
"Bana haber vermedi! Kardeşim ölüyordu ve bana haber vermedi! Beni hala istemiyorlar, onların kanını taşıyorum ama beni istemiyorlar !"
"Alita-"
Cümlesine başlayamadan Alita çığlık atarak arkasını dönmüş, tozlu masanın üzerinde ne varsa yere devirmişti. Şamdan gürültüyle seramik kaplı zeminde yuvarlanmış, üst üste yığılmış olan kâğıtlar etrafta uçuşmuştu. Öfkesi kolaylıkla dinecek gibi değildi. Lauron ona yaklaşmasının her şeyi daha kötüye sürükleyeceğini düşünüp bir adım geri çekildiğinde, titreyen ellerini sıkarak yumruk haline getirip önündeki masaya geçirmişti.
"Ben ne aptal bir prenses ne de benden nefret eden bu insanları evine götüren lanetli kuzgun olmak istemiyorum! Değer verdiğim herkesi kaybettim! Artık dayanamıyorum! Yok sayılmaktan, nefret edilmekten, arkada bırakılan olmaktan bıktım !"
Bağıran Alita'nın sesi çatlamıştı, nefes nefeseydi. Olduğu yerde yavaşça ona doğru dönse dahi bakışlarını üzerinden kaçırıyordu. İçini çekmesiyle birlikte gözyaşlarına daha fazla karşı koyamamıştı, damlalar yanağına süzülürken hıçkırıklarını bastırmak için masaya vurmasıyla kızaran parmaklarını ağzına örtüyordu. Bacakları artık onu taşıyamıyormuş gibi yavaşça olduğu yere yığılmıştı. Sırtını ahşap masanın ön tarafındaki korunağa vermişken, ilk andan beri içinde tuttuğu gözyaşları adeta sicim gibi yüzünü ıslıyordu.
Genç bir delikanlı iken tanıştığı Hagen'ın ölümü Lauron'u derinden sarsmıştı. Herhangi bir kan bağı olmamasına rağmen ailesinden birini kaybetmişçesine büyük bir üzüntü duyuyordu. Fakat ona asıl acı çektiren, karşısındaki manzaraydı. Yere yığılan Alita, başını önüne eğmiş, elleriyle yüzünü kapatarak hıçkırıklarla ağlıyordu. Lauron, onu bu hale getiren hissin ne olduğunun farkındaydı. Alita o an sadece kardeşinin ölümüyle değil, en büyük korkusuyla yüzleşiyordu; yalnız kalmak. Hagen onun için ailesinin gülen yüzüydü. Küçüklüklerinden beri, herkes babasının korkusuyla ona sırtını dönerken kardeşinin yanında olduğunu ona sayısız kez anlatmıştı. Kuzgun Tepe'deki soğuk mahzene her kapatıldığında bir tek Hagen'ın onu yalnız bırakmamak için yanına geldiğini, demir parmaklıklardan elini tuttuğunu sayısız kez dinlemişti. Alita herkesin çekinebileceği büyük bir güce sahip olsa dahi o güne kadar sırtını kardeşine yaslamıştı. Hagen'ın ölümü onun için ayağının altındaki zeminin kaymasıyla eşdeğerdi.
Lauron bir müddet olduğu yerde kalmış, sonrasında ise Alita'nın tam karşısına geçerek dizlerini kendine doğru çekip yere oturmuştu. Konuşmasalar dahi mavi gözleri üzerindeydi. Hıçkırıkları biraz olsun dindiğinde Alita başını usulca kaldırmıştı. O an, insanların görmeye alışkın olduğu prensesten oldukça farklı bir haldeydi. Soğuk gözlerindeki acı adeta göğsüne işliyordu, yüzü sırılsıklamdı. Dudakları hala bir çocukmuşçasına titriyordu. Kısa bir an göz göze gelmişlerdi. Bundan güç alan Lauron, Alita'ya doğru yaklaşıp dizlerinin üzerine çökmüştü. Aralarında hala belirli bir mesafe vardı, ona dokunmaktan imtina ediyordu. Biraz daha yatışmış olsa dahi tamamen sakinleşmediğinin farkındaydı. Onu izlemeye devam ediyorken, içini çeken Alita'nın boğazından bir hıçkırık daha yükselmişti. Bu kez gözlerini ondan kaçırmamış, yüzünü örtmemişti. Dizlerinin üzerindeki parmaklarını sıkıyorken Lauron bakışlarındaki ürkek manayı anlamıştı. Gözlerinin içine bakarak, tereddütle elini uzattığında, Alita dizlerinin üzerine doğrulup bir anda ona sarılmıştı. İlk anda olduğu gibi hıçkırıklarını saklamak için uğraşmıyordu, ıslanan yüzünü omzuna yaslamışken ona sımsıkı sarılmıştı. Lauron boynunda hissettiği nefesinin dahi buz gibi olduğunu fark etmişti. Elbisenin omzundan dökülen tül kollarını sıyırıp tenine dokunduğunda soğukluğu onu ürkütmüştü, bunun normal olmadığını biliyordu. Herhangi bir şey söylemeden ellerini ısınması için kollarında, sırtında gezdirmişti. Alita'nın bu hali onu hiç olmadığı kadar endişelendiriyordu. Ne kadar istemese dahi geçmiş anıları gözünde tekrar canlanmıştı. Alita daha önceleri böylesi bir öfke nöbeti geçirdiğinde yanında sadece Lauron olmuştu. Kendine ya da çevresine zarar verecek herhangi bir şey yapmasa dahi söyledikleri aylarca uykusunu kaçırmaya yetmişti. O an, tekrar aynı sözleri duymaktan oldukça korkuyordu.
"Benim olan her şeyi kaybettim."
Hıçkırıkları kesilen Alita başını omzuna yaslamış, adeta kendinde değilmiş gibi fısıldayarak konuşmuştu. Sesi boğulmamış ya da titrememişti fakat bağırması ile birlikte yıpranıp çatallaşmıştı. Lauron, sırtındaki ellerini kaldırıp özenle, onu ürkütmekten sakınarak ıslak yanaklarına dokunmuştu, başını kaldırdığında yüz yüze gelmişlerdi. Bakışlarındaki yakıcı ateş yerini kan donduran soğukluğa bırakmıştı, ağlamaktan şişen gözleri ruhunu kaybetmişçesine boştu. Onu bir kez daha kaybettim ve geri kazandım diye düşündü Lauron, tekrar yapabilirim.
"Her ne olursa olsun, ben hep seninleyim."
Alita başını yana eğmiş, hissizleşen gözlerini kapatarak yanağındaki elini kavramıştı. Kucağına çekeceğini düşünmüştü fakat genç kadın gözyaşları ile ıslanan avucunu sıkı sıkıya tutup kokusunu içine çekmişti. Başparmağının altında kalan dudakları da tıpkı yüzü gibi ıslaktı.
"Ona tutamayacağın sözler verme Lauron."
Lauron duydukları ile birlikte neye uğradığını şaşırmıştı. Konuşan Alita olsa dahi işittiği ses ona ait değildi. Bir an geri çekilmeyi düşündü, elini soğuk ve ıslak yüzünden çekecekken Alita kapattığı gözlerini aralamıştı. Korkuyla tüyleri ürperirken Alita hala burada diye düşündü, Alita hala burada. Yine de, üzerinde gezen bir çift beyaz göz ona kendini güvende hissettirmiyordu.
"Prensesin canı yanıyor. Birlikte kötü şeyler yapabiliriz. Öğrencine göz kulak olsan iyi edersin."
* * *
"Emin misin Boldmin? Nerede olduğunu kimse bilmiyor mu ?"
Alois, kollarını göğsüne bağlamış, Alita ile ona ait olan daireyi bir ileri bir geri giderek arşınlıyordu. Çanların sesini çalışma odasında, Réthel'den gelen elçiyle olan görüşmesinin notlarını çıkarırken işitmişti. İlk anda ne olduğunu anlayamamış, pencerenin pirinç mandalını çevirerek dışarıya bakmıştı. Yükselen herhangi bir duman yoktu, yanık kokusu almamıştı. Koridora çıktığında, diğer insanlarında onun gibi çevresini sorguladıklarını görmüştü. Kısa bir an sonra ise kralın öldüğü haberi önce tüm saraya, sonrasında ise şehre yayılmıştı.
Çan seslerinin duyulmasının üzerinden saatler geçmişti, Alois ise hala Alita'ya ulaşamıyordu. Kralın dairesinin önünde Amadeus, Lord Mascarián ve diğer soylularla birlikte herhangi bir haber için beklemişlerdi, tek duydukları ise malumun ilanı olmuştu. Alita, amcası Gustav ile birlikte kardeşinin başındaydı, içeri sadece devletin üçüncü adamı olarak bilinen Lord Mascarián kabul edilmiş, koridorda biriken, onunda dâhil olduğu endişeli topluluğa ise işlerini başına dönmeleri söylenmişti.
O an, Alita'nın hizmetçileri Rinda ve Rita, muhafızı Boldmin ile birlikte karşısında duruyorlardı. Alois, kızların dilsiz olduğunu aynı soruyu defalarca tekrarlayıp karşılık alamadığında öğrenmişti. Hâlihazırda endişeliyken, bu durum onu daha fazla çileden çıkarmıştı. Boldmin'i yollayıp tüm sarayı soruşturmasını söylemişti. Fakat anladığı kadarıyla, geri dönen muhafızın onun için iyi haberleri yoktu.
"Maalesef efendim. Majesteleri en son Lord Gustav ve Lord Mascarián ile mahzenden çıkarken görülmüş, sonrasında nereye gittiğini bilen kimse yok."
Dairedeki kemerli, taş şöminenin önünde duran Alois içine derin bir nefes çekip başını arkasına yaslayarak uzun parmaklarını yüzüne kapatmıştı. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Kral Hagen'ın öldüğünü hala kendi içinde kabullenememişken, Alita'nın ortadan kaybolması onu tamamen çaresiz bırakmıştı.
"Aklımı kaybedeceğim. Nereye gitmiş olabilir? Bir yerde fenalaşıp bayılmış olsa bu zamana kadar muhakkak biri bulurdu."
Adeta inleyerek kendi kendine mırıldanan Alois, dairelerinin çift kanatlı kapısının açıldığını işittiğinde ellerini yüzünden çekerek doğrulmuştu. Tüm gün ulaşamadığı karısı Alita karşısındaydı. Alois onu gördüğü an içine derin bir nefes çekmişti. Ne yapması ya da ne söylemesi gerektiğini tam olarak bilmiyordu. Fakat sonunda onu görebilmek saatlerdir içini kemiren kurdun önüne geçmişti.
"Çıkabilirsin Boldmin. Rinda, Rita, siz de elbisem ve şalımı getirin, üzerimi değiştirmem gerek."
Boldmin başını eğerek emredersiniz majesteleri dedikten sonra daireden çıkmıştı. Adamın arkasından Rinda ve Rita da dairelerindeki, girişi şöminenin sağında olan küçük odaya ilerlemişlerdi. Alois endişeli yeşil gözleri ile Alita'yı izliyordu. Karısı hiç olmadığı kadar soğuk ve tepkisizdi. İlerleyip onu geçerek yataklarının önünde duran divana oturmuştu. Dirseklerini bacaklarına dayayıp başını ellerinin arasına alarak öne eğmişti. Onun bu hali Alois'i korkutmuştu. Ne yapması, nasıl yaklaşması gerektiğini bilmiyordu. Bir müddet hiçbir şey söylemeden onu izledi. Üzerindeki mavi elbisenin etekleri adeta biriyle boğuşmuşçasına toz olmuştu. Siyah saçlarının dağınık gözüktüğünü söyleyemezdi fakat sabah onu bıraktığı gibi toplu durmuyordu. Herhangi bir duygu taşımayan gözlerini önündeki boşluğa dikmişti. Tepkisizliği, suskunluğu bakışları ile birleşip çevresinde tüyler ürperten soğuk bir hare oluşturmuştu.
Alois çekinerek, ağır adımlarla ona doğru yaklaşmıştı. Yanına oturmayı düşünmüş, fakat onu rahatsız edebileceğini düşünerek vazgeçmişti. Alita varlığı karşısında herhangi bir tepki vermiyordu. Önünde durmasına rağmen bakışlarını dahi oynatmamıştı. Onun bu hali Alois'i hiç olmadığı kadar korkutuyordu. İçini çekerek, yavaşça önünde diz çöktü. Yüzleri aynı hizaya geldiğinde, Alita başını kaldırıp gözlerini üzerine çevirmişti. Bakışları hiç olmadığı kadar soğuk ve uzaktı. Alois çektiği acıyı tahmin bile edemiyordu. Doğduğu günden beri kardeşleri ile arası hiçbir zaman iyi olmamıştı. Fakat buna rağmen onlardan birinin öldüğünü hayal dahi edemiyordu. Alita, yıllar önce aralarından ayrılan Magnus'un ölümünü bile kabullenememişti, kardeşinin hatırasını anılarıyla canlı tutuyordu. Hagen'ı kaybetmek onun için bir yıkım olmalı diye düşündü. Kendini Alita'nın yerine koyduğunda, acısını derinden hissetmişti.
"Sevgilim, çok üzgünüm."
Fısıldayarak üzerine eğilen Alois yanağına dokunacakken Alita elini kavrayıp onu durdurmuştu. Parmakları avucunu öyle sıkı kavrıyordu ki canını yakmıştı.
"Bana dokunma."
Yutkunarak başını sallayan Alois elini kendine doğru çektiğinde Alita'nın parmaklarını çözmüştü. Kadın tırnaklarının izini avucunda bırakmıştı. Alois bunu önemsememe karar verdi, asabının bozulmuş olabileceğini düşündü.
"Tamam, nasıl istersen. Senin için yapabileceğim bir şey var mı ?"
Alita dişlerini sıkarak yutkunmuştu. Gözlerini kapatarak parmaklarıyla yüzünü örtmüş, soluğunu dışarı vererek çaresizce fısıldamıştı.
"Yok, bana kimse yardım edemez."
Karısının bu hali Alois'in canını oldukça yakmıştı. Kolları ona sarılmak için adeta iradesiyle savaşıyordu. Yapabilse, Alita'yı göğsüne çeker, parlak saçlarını okşayarak onu asla yalnız bırakmayacağını fısıldardı. Fakat isteğini böylesine keskin bir dille belirtmişken elinden hiçbir şey gelmiyordu. Tek yapabildiği kırışan alnı, endişeli gözleriyle onu izlemekti.
"Acını tahmin bile edemiyorum ama benimle paylaşmak istersen seni dinlerim. Gerekirse konuşmam, sana dokunmam, sadece yanında otururum."
Sözlerinin karşısında Alita acı çekiyormuşçasına dişlerini sıkarak içini çekmişti, yüzünü kapatan elleri alnında yumruğa dönüşmüştü. Ne kadar böyle düşünmek istemese de, ona katlanamıyormuş gibi duruyordu.
"Beni yalnız bırak, olur mu ?"
Dudaklarını sıkan Alois herhangi bir şey söylemeden başını sallayarak doğrulmuştu. Yeşil gözleri bir müddet ne yapacağını bilemeden etrafta gezmişti. Dışarı çıkmayı düşünürken, Rinda ve Rita ellerindeki eşyalarla birlikte arkasında belirip yanlarına gelmişlerdi. Bununla birlikte Alois geri çekilip kızlara yer vererek dairelerindeki, yemek yedikleri küçük odaya doğru yürümüştü. Masanın etrafındaki sandalyelerden birine oturduğunda, gözü hala dairenin içerisindeydi. Alita hizmetçileri ile birlikte üzerindekileri çıkarıp getirdikleri uzun kollu siyah elbiseyi giymişti. Tekrar kadife kaplı divanlarına oturduğunda, kızlardan biri çıkardığı elbiseyi katlamaya koyulmuş, diğeri ise üst kısmı örülü saçlarını çözüp taradıktan sonra ensesinde küçük bir topuz haline getirmişti. İnce, siyah şalını başına örtüp bir ucunu omzundan aşağı bıraktığında yavaşça oturduğu yerde ayağa kalkmıştı. Buz mavisi gözleri, ilk andan beri onu izlediğinden haberdarmışçasına üzerine dönmüştü.
"Lord Wagner Hagen'ı Duviel'e götürecek, onu uğurlamamız gerek."
Alois sözlerine herhangi bir karşılık vermeden ayağa kalkıp dairenin içine geçmişti. Dışarı çıktıklarında, aralarında oldukça belirgin bir mesafe bırakarak onları takip eden hizmetçi ve muhafızları ile birlikte ilerleyip birlikte sarayın iç avlusundaki ihtişamlı ön bahçeye geçmişlerdi. Alois kralı uğurlamak için büyük bir kalabalığın oluşacağını düşünmüştü. Fakat yüksek ve gösterişli altın kapının açıldığı mermer basamaklarda gördüğü yüzlerin hepsi Waldorf ailesine yakın isimlerdi; toplamda on beş kişiyi geçiyor ya da geçmiyorlardı. Alois karısı ile aralarına katıldığında yanı başında Victor vardı. Tıpkı Alita gibi siyah bir elbise giyip saçlarını örten karısı Ruyka, Kraliçe Brenna ve Lord Gustav ile birlikte onların bir basamak önündeydi. Gözleri bir an Kraliçe Helma'yı aramıştı. Zavallı kadının acı haberi aldığında bayıldığını duymuştu. Hala kendine gelememiş olmalı diye düşündü. Kral Hagen'ın ölümünün tüm ülkeyi etkileyeceğinden şüphesi yoktu. Fakat ona göre en büyük darbeyi karısı Helma almıştı.
Yanından ayrılan Alita bir alt basamağa inip ailesine karıştığında, kuzeni ile birbirlerine sarılmışlardı. Hâlihazırda birbirlerine benziyorlarken, o akşam yana yana durduklarında onları ayırmak oldukça güçtü.
Fakat Alois'in dikkatini çeken durum bu benzerlikten daha fazlasıydı. Bir oğlunu daha oldukça genç yaşta kaybeden Kraliçe Brenna metanetli dursa dahi gözyaşları yüzünü ıslıyordu. Kadının iç çekişlerini olduğu yerde Alois dahi işitebiliyorken, Alita yanından geçtiği annesine oralı dahi olmamıştı. Ruyka'ya sarılmış, sonrasında ise geri çekilerek ellerini önünde birleştirerek bakışlarını devirmişti. Alois Alita'nın soğuk bir kadın olduğunu biliyordu. Fakat bu durum ona tarif edemediği bir şekilde garip gelmişti.
Gökyüzü kararmaya başlamışken, meşaleler etraflarını aydınlatıyordu. Merdivenlerin sonundaki taş döşenmiş yolda üzeri kapatılmış, dört tarafına siyah bir perde örtülmüş, açık bir vagonu olan siyah bir at arabası duruyordu. Kral Hagen'ın tabutu bu vagona yerleştirilmişti. İki hizmetçi ileri çıkıp onlara bakan kısmın perdelerini açarak ellerindeki kan kırmızı parlak şeritlerle vagonun kalın direklerine bağlamışlardı.
Onlar geri çekildiğinde, Alita ve Ruyka mermer basamakları inmişlerdi. Arabaya yaklaştıklarında, önlerine tıpkı onlar gibi siyah bir cüppe giyen Skurk rahibi çıkmıştı. Başını öne eğerek ikisine doğru katlanmış, parlak bir kumaş uzatıyordu. Alita kumaşı eline almış, açtıktan sonra bir ucunu da Ruyka vermişti. Birlikte, Hénic dilinde ilahi olduğunu düşündüğü acı bir ezgiyi söylemeye başlamışlardı. Aynı zamanda, üzerinde kırmızı bir kuzgun motifi olan ince kumaşı dikkatle Hagen'ın tabutu üzerine örtmüşlerdi. Skurk inancına ait olan kısa tören bittiğinde, Alita kardeşinin tabutu okşayarak kuzeni ile birlikte geri çekilmişti. Arkası onlara dönüktü. Fakat yüksek sesle, Alois'in ritüelin bir parçası olduğunu düşündüğü sözler etmişti. O tek kelimesini dahi anlamamıştı, Alita'nın ise konuşurken sesi acı ve öfke doluydu.
"Gözyaşlarınızı silin. Çünkü ölülerimiz tekrar doğacak. Düşenler tekrar ayağa dikilecek. Hepimiz denize akan bir damla yağmur gibi efendimize döneceğiz. Ve o, özgür bıraktığı ruhlarımızı sonsuza dek koruyacak."
Yazan ; İlknur DUMAN
* * *
https://youtu.be/Eje2r90MkGE
Yeni uygulamamıza hoş geldiniz ! Artık bölüm sonlarına benim için hikayedeki karakterleri anlatan şarkılar ekleyeceğim, çünkü neden olmasın ? 🤷♀️😂 Mesela şöyle bir düşünün, sizce bu şarkıyı hangi karakterimizi yazarken ya da kurgularken dinliyor olabilirim ? Evet, doğru bildiniz Alois ! 🙋♀️ Dinleyip sözlerine baktığınızda, bence nedenini anlayacaksınız ksdfs 👀
* * *
İşte yeni bölüm ! Çok şey söylemek, çok şey anlatmak istiyorum ama sizin için hikayeyi mahvedebilirim jsdsfs 😂 En iyisi okuyun ve yorumlarda buluşalım, ne dersiniz ? 😂 Gördüğünüz gibi mahallenin delisi hepten delirdi, artık tutabilene aşk olsun. Bu arada bu bölüm herkese değinemedim - özellike Helma - çünkü bölüm 54746856454 sayfa sürebilirdi. Fakat gelecek bölümde Hagen'ın ölümü insanları nasıl etkiledi tek tek anlatacağım, kıppss 🙋♀️😂Maalesef yine çok konuştum, okuyan herkes küçük yıldıza dokunup oy verir ve bölüm hakkındaki yorumlarını bırakırsa çok mutlu olurum. Hepinizi kocamaan öptüm, kendinize iyi bakın 😽♥️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top