⚜️Bölüm 12 "Işıklı Yol"⚜️
"Nemo sine vitio est."
⚜️ ⚜️ ⚜️
6 Sene Önce – Beyazkaya Sarayı / Calabar
Sarayın nispeten tenha olan koridorunda tek başına yürüyen Victor gözlerinin acıdığını hissediyordu. Günlerdir o kadar fazla evrak okuyup rapor çıkarmıştı ki, akşamları odasına gidip kendini yatağına bırakarak hiçbir şey düşünmeden uzanmak onun için paha biçilmez bir lüks haline gelmişti. Şikâyet etmeye hakkı olmadığını biliyordu. Ne için eğitildiğinin farkındaydı, ağabeyi Alban onu adeta bir gölgesi gibi görüyordu. Kabiliyeti içinde olan her şeyi adeta nakış işlercesine ona geçirmenin peşindeydi. Victor, ileride hazine kâtibi olarak kraliyet konseyine katılacağını hayal edemiyordu. Bu durum hoşuna gitse dahi, içinde korkuları vardı. Ağabeyi Alban üzerinde durduğu ince ipte ustalıkla yürürken onun adımlarını takip edip edemeyeceğinden şüphe duyuyordu.
Canını yakan gözlerini ovarak ona ait odanın kapısın açıp içeri girdiğinde başını dahi kaldırmadan söylenmişti. Başına yerleşen ağrı adeta şakaklarını düğümcük düğümcük ediyordu.
"Sib, benim için bir küvet getirtir misin? Bir an önce yıkanıp uyumak istiyorum."
"Maalesef, bu akşam bir an önce uyuyabileceğinizi sanmıyorum Lord Mascarián."
Odasının çift kanatlı kapısını örten Victor, duyduğu ses ile birlikte omuzunun üzerinden arkasına baktığında odadaki küçük masanın sandalyelerinden birinde oturan Alita'yı görmüştü, gülümseyerek onu izliyordu.
"Alita!"
Yüzündeki şaşkınlık yerini yavaşça geniş bir gülümsemeye bırakmıştı. Alita oturduğu sandalyeden zümrüt yeşili elbisesinin eteklerini toplayarak kalktığında koşarak yanını bulmuştu. Aylardır ayrı olduğu sevgilisini kollarına sararak kendine çekmişti. Parmakları serbest bıraktığı siyah saçlarının arasına karışmıştı. Gözlerini acıtan yorgunluğu, baş ağrısı adeta bir anda yok olup gitmişti. Kokusunu uzun uzun içine çekerek saçlarını öpmüştü. Ellerinden biri yanağını kavrayıp omzuna yasladığı başını kaldırmasını sağlamıştı. Yüz yüze geldiklerinde sonsuz bir boşluğu andıran buz mavisi gözlerine bakıp içini çekmişti. Dudakları ilk önce şakağını bulmuştu, sıcak öpücüğünü bıraktıktan sonra gözünün altına inmiş, sonrasında ise yanağını takip etmişti. Hala kollarının arasında olan Alita'nın ilgisinden yana herhangi bir şikâyeti yoktu. Kollarından birini boynuna sarmışken gözlerini kapatmış gülümsüyordu. Dudakları birleştiğinde karşı koymamış ya da geri çekilmemişti, bilakis oldukça davetkârdı. Victor onu ilk öptüğü zamanı hatırlıyordu. Soğuk ve beyaz yanakları ısınarak kızarmıştı, mavi gözlerini kaçırarak ne yapacağını bilemeden geri çekilmişti. O an ise kollarının arasında ona daha fazla sokularak dudaklarını aralıyordu. Bana ait diye düşündü, bu hisle içine kapıldığı tutku yoğunlaşmıştı. Sevgilisinin sıcak dilini hissettiğinde göğsünden kısık bir inleme yükselmişti. Nefes nefese kalan Alita geri çekildiğinde gülümsüyordu, dudakları kızarmıştı. Ellerini göğsünün üzerindeydi, adeta beyaza çalan mavi gözlerini gözlerinden ayırmıyordu. Parmakları yüzüne dokunup yanağını okşarken mırıldanmıştı.
"Beni özledin mi ?"
"Hayır, sadece odamda karşılaştığım kadınlara karşı sıcakkanlıyımdır."
"Demek öyle."
Alita'nın mavi gözleri üzerinde dönüyorken parmağını çenesinin altına yerleştirip sırıtarak kızaran dudaklarını tekrar öpmüştü. Konuşurken nefesleri birbirine karışıyordu.
"Eğer ziyaretin biraz daha uzun sürseydi babana beni defterdar olarak Duviel'e yollaması için yalvaracaktım."
Alita herhangi bir cevap vermeden gülümsemişti. Çenesindeki elini kavrayıp peşinden gelmesini sağlayarak odada ilerleyip küçük balkona çıkmıştı. Güneş gökyüzünü kızıla boyayarak yerini ay ve yıldızlara bırakmaya hazırlanırken, kare şeklindeki ahşap masanın üzerinde mükellef bir sofra onları bekliyordu. Tütsülemiş balık, sebzeli kiş ve iri bir meyve tabağı masayı doldurmuştu. Oturduklarında servislerini Victor yapmıştı, içkilerini dolduracakken masadaki brendi şişesini fark etmişti. Mantar tıpayı açmasıyla birlikte mayhoş bir elma kokusu yayılmıştı. Bardaklarını doldurduğunda, ilk yudumu almasıyla birlikte içini çekmişti.
"Sanıyorum bu şişe sarayın mahzenine ait değil."
"Duviel'den getirdim. Eski bir şişe, elmaları Tabassa'dan toplanmış. Babam için saklanıyordu fakat kendisinin uzun bir süre Duviel'e gidip elma brendisi içebileceğini sanmıyorum."
"Kızının peşinde olmam yetmiyor gibi şimdi de mahzeninden çalınan brendiyi içiyorum. Beni gittikçe majestelerinin gazabına yaklaştırıyorsun."
Alita balığından bir lokma alıp arkasına yaslanmıştı. Elinin altındaki mendille ağzını sildikten sonra gözlerini üzerine çevirmişti.
"Merak etme, her iki durumda da suçu arayacağı kişi benim.
Bir anlığına ne demesi gerektiğine karar verememişti. Alita'nın babası Kral Adon ile arasının pek iyi olmadığını biliyordu. Bunu açıkça hiç konuşmamışlardı. Aralarındaki ilişki bir seneyi devirmişti, artık karşısındaki genç kızı tanıyordu. Hali, tavrı ailesi ile arasının iyi olmadığını gösteriyordu.
Tatsız bulduğu bu konuyu kapatmak için gülümsemişti. Dirseğini masaya yerleştirip başını eline yaslamıştı, aynı zamanda dilimlediği balığından atıştırıyordu.
"Tatilin nasıl geçti? Duviel'deki maceralarını dinlemek için sabırsızlanıyorum."
"Sesindeki bu ima tanıdık geliyor."
"Hayır hayır, samimiyim. Bensiz ne kadar eğlendiğini dinlemek istiyorum."
Alita esen akşam rüzgârı ile birlikte dağılan saçlarını düzeltip bardağına uzanmıştı. Gülmüyor olsa dahi yüzüne muzip bir ifade yerleşmişti. Konuşurken gözlerini özellikle ondan kaçırıyordu.
"Pekâlâ, neredeyse her sabah yağmurda yüzdüm. Akşamları sahilde yürüyüşe çıktım. Kitap okudum, kafamı dinledim. Ivar ve Igor'la denize açıldık, birlikte Walut'ta gittik. Oradaki kuzenlerimle bir hafta kaldım; Dirk ve Ruyka, sana daha önceden bahsetmiştim. Birkaç kez de briscola oynamak için Hénec Kulesi'ne gittim ama yalnız değildim, Amadeus da benimle birlikteydi."
Amadeus'un adını işitmek Victor'un hoşuna gitmemişti. Adamın sadece Alita'ya hocalık yaptığını bilse dahi bu kadar yakın olmalarını normal bulmuyordu. Alita on dokuz yaşındaydı. Artık başından ayrılmayacak bir öğretmene ihtiyacı olmadığını düşünüyordu. Aralarındaki yaş farkı bulundukları durumu onun gözünde daha saçma kılıyordu. Amadeus Alita'dan yirmi otuz yaş büyük değildi, otuz iki yaşındaydı. Aralarında onlardan daha fazla yaş farkı olanların evlendiklerine şahit olmuştu.
"O günah kulesine Amadeus ile gittin demek, işte şimdi içim rahatladı."
"Sevgili Lord Amadeus kuleye giderken bana eşlik edebilecek tek kişi. Diğer erkeklerin aksine bacaklarının arasındaki uzvun onu yönetmesine izin vermiyor."
"İnan bana, bir aziz dahi olsa hiçbir erkek bacaklarının arasındaki o uzvun düşüncelerine engel olamaz. Anladığım kadarıyla Amadeus dinlemiyormuş gibi davranmakta oldukça usta."
Elindeki üç dişli iri çatalla balığından bir lokma daha alan Alita'nın gözleri üzerine dönmüştü. Söyledikleri hoşuna gitmiş gibi durmuyordu. İçini çekerek brendisini dudaklarına götürdü. Onu huzursuz eden diğer bir ayrıntı da buydu; Alita için hocası Amadeus herkesten üstündü. Kimseyi ona denk görmüyor, onunla alakalı herhangi bir şey söylenmesine izin vermiyordu. Birbirlerine, adeta yıllardır eksik kalmış iki parça gibi uyum sağlamışlarken aralarında çıkan tüm pürüzlerin sebebi Amadeus'tan kaynaklanıyordu. O rahatsız olduğunu ima ettikçe Alita bunu kabul etmeyip adamı savunuyordu.
"Lord Amadeus'un bana karşı bir ilgisi olsaydı açıklamak ya da belli etmek için birçok şansa sahipti. Hiçbir zaman böyle bir eğilimi olmadı."
"Belki de henüz cesaret edememiştir. Ona karşı bir adım atmanı bekliyordur."
Sözleri balığını yiyen Alita'yı güldürmüştü. Sadece bir tebessüm göstermiş değildi, oldukça komik bir şaka duymuşçasına kıkırdıyordu. Bu tepkisin neye yorması gerektiğini bilememişti. Kolunu çekerek içkisinden bir yudum alıp arkasına yaslanmıştı. İri, siyah gözleri sevgilisinin üzerinde geziyordu. Hala gülen Alita masadaki mendil ile tekrar ağzını silmişti. Elini göğsüne yerleştirip arkasına yaslandığında yüzüne yerleşen ifade ile ilk kez karşılaşmıştı.
"Victor, özür dilerim. Fakat anlaman gerek, bu şey saçmalıktan daha fazlası değil. Kendini Amadeus ile kıyaslama."
"Bunu biliyorum. Sevgili Lord Amadeus ile kendimi aynı kefeye koymak haddime düşmüyor. Zira ağır basan taraf her zaman o."
"Sevgilim-"
"Lütfen. Açıklama yapma çünkü bunun mantıklı bir yanı yok. Amadeus senin öğretmenin mi, muhafızın mı yoksa dadın mı çözemiyorum. Gölgen gibi sürekli bir adım arkanda duruyor. Sen on dokuz yaşındasın Alita, artık çocuk değilsin. Bu adam sana hala ne öğretebilir?"
Aralarındaki gerilim bir anda yükselmişti. Victor ileri gittiğini düşünmüyordu. Aptal yerine konulduğu hissine kapılmıştı. Alita'nın onu Amadeus ile aldatacağını sanmıyordu fakat adamın ona karşı olan hislerinden emin değildi. Otuz iki yaşındaydı, evlenmemiş, aile kurmamış, hayatının merkezine sadece Alita'yı koymuştu. Böyle bir durumun normal olduğuna inanması imkânsızdı.
"Bilmediğin şeyler var."
"Anlat o halde. Beni içimdeki bu saçmalıktan kurtar."
Alita'nın soluk mavi gözleri üzerine dönmüştü. Yaptıkları konuşmadan hoşlanmadığı oldukça belli oluyordu. Brendisinden bir yudum alıp içini çekerek arkasına yaslanmıştı. Elbisesinin tül kolları esen akşam rüzgârıyla birlikte savruluyordu.
"Anlatamam, bu henüz sana söyleyebileceğim bir şey değil."
Victor dudağını ısırarak başını sallamıştı. Bunun üzerine söylenebilecek herhangi bir sözü yoktu. Biraz önce, Amadeus'un kefede ağır bastığını söylerken mübalağa etmişti. Aldığı cevap bunun gerçek olduğunu gösteriyordu. Uzanıp bardağındaki brendiyi bir kerede içmişti. Onu izleyen Alita, elindeki mendili masanın üzerine bırakıp yavaşça ayağa kalkmıştı.
"Bu akşam konuşamayacağız gibi gözüküyor, ben daireme geçiyorum."
Alita balkondan çıktığında, oturduğu yerden kalkıp onu takip etmişti. Yapmamalıydım diye düşündü, tüm bunları başka bir gün konuşabilirdim. Göğsünde katmerlenerek büyüyen kıskançlığın önüne geçememişti. Aylar sonra bir araya gelmişlerken onu kalbini almadan bırakmak istemiyordu. Uzanıp bileğini kavramıştı. Duraklayan Alita omzunun üzerinden ona baktığında, sokulup belini sararak vücudunu kendine doğru çekmişti.
"Bunu yapmak hoşuma gitmiyor ama önüne geçemiyorum, elimde değil. Seni aylardır görmedim, buradayken bir gölgeye sığınmadan güzel yüzüne dokunamıyorum. Amadeus'un sana benim gibi baktığını düşünmek dahi öfkeden kanımı kaynatıyor."
Alita başını eğerek mavi gözlerini devirmiş, belindeki ellerinden birine uzanıp parmaklarını birbirine bağlamıştı. Bir müddet hiçbir şey söylemeden iç içe geçmiş ellerine öylece izlemişti. Başını tekrar kaldırdığında gözleri onunla karşılaştığı ilk günden beri aşina olduğu ışıkla parlıyordu.
"Eğer kalbimi görebilsen içinde en ufak bir şüphe kalmazdı."
Yüzüne gözlerinden dudaklarına doğru sıcak bir gülümseme yayılmıştı. Güneş batmış, karanlık gökyüzünde ay ve yıldızlar kendini göstermişti. Yazın son günlerinde esen akşam güneşi balkondan odaya doğru esip ikisini de ürpertiyordu. Fakat adeta göğsünün genişlediğini hisseden Victor'un parmak uçlarından vücuduna tarif edemediği bir ateş hâkim olmaya başlamıştı. Tıpkı biraz önce söylediği gibi, kanı kaynıyordu fakat bunun sebebi öfke değil, aşktı.
Avucunda olan soğuk elini dudaklarına götürüp öptükten sonra sokulup yüzüne yaklaşmıştı. Dudakları birbirine değerken Alita'nın elma kokan nefesi burnuna dolmuştu. Gözlerindeki ışığa öylesine yakındı ki adeta ruhuna işliyordu.
"Babanla konuşacağım, isterse cellatlarından kellemi istesin, umurumda bile değil."
Fısıltısı Alita'yı gülümsetmişti, mavi gözlerini gözlerinden bir an olsun ayırmıyordu.
"Bu güzel yüzü seviyorum, kelleni omuzlarının üzerinde tutsan iyi edersin."
Emredersiniz prenses hazretleri diye mırıldanan Victor Alita'nın sıcak nefesine daha fazla karşı koyamayıp dudaklarının arasına sızmıştı. Tıpkı nefesinde olduğu gibi dudaklarında da elmanın tadını alabiliyordu. Bedenleri birbirine sokuldukça onu ne kadar çok özlediğini daha iyi anlamıştı. Hasret kaldığı dudaklarını öperken elleri ince elbisesinin üzerinden belini sıkı sıkıya kavrıyordu, eğer yapabiliyor olsa Alita'yı göğsüne hapsedecekti. Sevgilisini kollarının arasına alabilmek, adeta kendinden geçmesine neden olan dudaklarını öpebilmek bile tarifsiz bir mutlulukken, onun tarafından arzulandığı görmek Victor için paha biçilemezdi. Alita'nın dudakları onunla aynı tutkuya sahipti, göğsünün üzerindeki parmakları tenine ulaşmak için adeta kıvranıyordu. Nefesi sıkıştığında yutkunarak geri çekilmişti, yanağını yanağına yaslayıp alt dudağını dişlerinin arasına almıştı. Tıpkı onun gibi nefes nefese kalan Victor ise durup soluklanmak niyetinde değildi. Eli yükselip kollarının arasındaki sevgilisinin zarif yüzünü kavramıştı. Baştan çıkan dudakları önce kulağının altını, daha sonrasında ise boynunu takip etmişti. Belindeki eli usulca kalçasını kavrarken Alita yakarırcasına adını fısıldamıştı. İçindeki dürtü ne derse desin, kendini tamamen kaybetmemek için çabalıyordu. Victor daha önce birçok kadınla birlikte olsa dahi, Alita'nın hayatındaki ilk erkekti. Buna göre davranması gerektiğini biliyordu.
Fakat Alita'nın fısıltıları onu hiç olmadığı kadar yoldan çıkarmıştı. Dudakları boynunda gezerken, belini kavrayarak kucağına aldığı Alita ile birlikte yatağının ucuna oturmuştu. Ellerinden biri yükselip ince elbisesinin üzerinden göğsünü kavramıştı. Parmakları herhangi bir baskı yapmıyordu, dokunuşu yavaş ve temkinliydi. Boynunu öpen dudakları, bu kez daha büyük bir tutku ile kızaran dudaklarına sahip olmuştu. Birbirine karışan nefeslerinin arasında Alita hala adını sayıklıyordu. Sesi hiç olmadığı kadar sıcaktı. Elleri siyah saçlarının arasında gezip omzunu bulmuştu. Alnını alnına dayayarak geri çekildiğinde gözlerinin içine bakıyordu.
"O günah kulesine Lauron ile birlikte gittim ama aklımda sadece sen vardın."
Alita herhangi bir şey söylemesine izin vermeden dudaklarını dudaklarının üzerine tekrar örtmüştü. İlk kez birbirilerine bu kadar fazla yaklaşmışlardı, o kadar ki Victor avucundaki göğsünü kavrarken ucunun sertleştiğini hissedebiliyordu. Bunu fark etmek onu gülümsemişti. Başparmağı ile elbisesinin üzerinden kendini gösteren göğüs ucunu okşadığında esareti altında olan dudaklarından kısık bir inleme çıkmıştı. Nefes nefese, adeta titreyerek geri çekildiğinde yanakları tenine yayılan ateşle kırmızıya dönmüştü.
"Bakireyim ve bakire olarak kalmam gerek, bunu biliyorsun değil mi ?"
Victor gözlerini Alita'nın dudaklarından alamıyordu. Yüzündeki gülümseme ile birlikte avucundaki göğsünü serbest bırakmıştı. Elleri bu kez elbisesinin yeşil, tül eteğini kavrayarak sıyırmıştı. Parmak uçları iki yanında olan uzun bacaklarının üzerinde gezdiğinde, Alita yutkunarak titremişti.
"Endişelenmene gerek yok, gelinliğinin bağlarını bizzat çözmeden sana sahip olmayacağım."
Kucağında oturan Alita'nın kendini kaybetmiş gibi duran gözleri üzerindeydi, göğsü aldığı her bir düzensiz nefesle birlikte yükseliyordu. Eteğinin altındaki elleri saten kasığına kadar inen iç çamaşırına ulaştığında içini çekerek dudağını ısırmıştı. Omzundaki parmaklarının tırnakları etine batıyordu. Başparmağı bu kez ıslanan kumaşın üzerinden kadınlığını okşadığında gözlerini kapatarak inlemişti. Kendi dilinde durması için yalvarıyordu. Fakat Victor buna niyetli değildi.
"Yine de bu eğlenmemize engel değil."
DC 138 / Güncel Zaman – Calabar
Henüz doğan sabah güneşini yüzünde hisseden Alois, yeşil gözlerini aralayarak esnemişti. Bahçedeki kuş sesleri esen sabah yeli ile birlikte odalarına doluyordu. Uzun parmakları ile gözlerini ovarak yüzüstü uzandığı yatağından kızıla boyanan gökyüzünü izlemişti. Kendine gelmeye çalışırken aynı zamanda gününü planlamaya çalışıyordu. Gustav'ın danışmanı olarak görevine başlamasının üzerinden sadece beş gün geçmişti. Ülkelerinin kuzeydeki deniz aşırı komşusu Réthel'den bir elçi geleceği haberi saraya adamın kendisinden daha önce ulaşmıştı. Duviel üzerinden yolculuk yapan elçinin o gün sarayda olması bekleniyordu. Kahvaltıdan sonra kendisi için tahsis edilen kâtibi Warren Davis ile görüşecekti. Eski Alois, böylesi güzel bir yaz gününü hiçbir koşulda dört duvar arasında harcamazdı. Fakat o an omuzlarına yüklenen sorumluluğun ağırlığını hissediyordu. Bundan tamamıyla hoşnut olduğu söylenemezdi. Birçok insandan şanslı olduğunu biliyordu, içinde bulundukları zamanda soylu bir adamın sevdiği kadınla evlenmesi sık rastlanan bir durum değildi. Evlilikler aileler arasında kurulan gayri resmi ortalıklar olarak görülüyordu. Alita ile evliliklerinde diğer insanlarla aynı temeli paylaşsalar dahi aralarındaki çekimi yadsımak imkânsızdı. Fakat yine de bazı anlar, akşamları hangi yatakta uyuyacağının dahi planını yapmadığı günleri özlediğini hissediyordu.
Yükselen güneşi izleyerek kendi düşünceleri içerisinde kaybolmuşken, yanında uzanan Alita ona sokularak kolunu çıplak beline sarmıştı. Hala yüz üstü olan Alois bununla birlikte sırtını sıcak güneşe verip yatakta ona doğru dönmüştü. Balkondan süzülen altın rengi ışıltılar karısının saçları arasında parlıyordu. Gördüğü en berrak maviye sahip olan gözleri hala uykunun mahmurluğunu üzerinden atamamıştı. İçine derin bir nefes çektiğinde, kısa sürede en sevdiği şeylerden biri haline gelen kokusu burnuna dolmuştu. Onu izlerken, Alois aklından geçenlerin şımarıklıktan başka bir şey olmadığı hissine kapılmıştı.
Her sabah sevdiğim kadının yanında uyanıyorum, daha fazla ne talep edebilirim ki?
Bu düşünceyle birlikte gülümsemişken, sokulup Alita'yı kolunun altına almıştı. Karısının bundan herhangi bir şikâyeti yoktu. Başını omzuna yerleştirmişken mavi gözleri üzerindeydi, soğuk parmak uçları çıplak göğsünde geziyordu.
"Neden gülüyorsun ?"
"Mutluyum."
Aldığı cevap Alita'yı eğlendirmişti. Dirseğinden destek alarak uzandığı yerde doğrulduğunda omzundaki eli çıplak beline doğru sıyrılmıştı. Teni onun aksine soğuktu fakat Alois geçirdikleri kısa zaman içinde nasıl ısıtacağını öğrenmişti.
"Demek seni mutlu edebiliyorum."
Alois'in hala şiş olan gözleri üzerlerindeki örtünün açık bıraktığı göğüslerinde geziyordu, konuşurken kendini tutamayıp sırıtmıştı.
"Fazlasıyla."
Edepsiz diye fısıldayan Alita ellerini Alois'in omuzlarına değen kahverengi bukleleri arasında gezdirmişti. Soğuk parmaklarıyla yüzünü geçip dudaklarını okşamıştı. Onu izlerken, olduğu mağrur prensese yakışmayacak bir şekilde içtenlikle gülümsüyordu.
"Hadi kalk. Bu sabah sıra sende, beni yıkaman gerek."
"Elbette, büyük bir zevkle fakat bir sırayı takip ettiğimizi henüz öğreniyorum."
Alita yüzündeki sıcak gülümseme ile üzerine eğilmişti, parmaklarını dudaklarının üzerinden çekip kısacık öpmüştü.
"Dağınık ve benim isteklerime göre domine edilmiş bir sıramız var, fark etmemiş olman normal."
"Anlıyorum, bu Alois benimle çiçek dolu havuzumda sevişir misin demenin başka bir yolu sanırım."
"Hyvä Skurk, Alois sen gereğinden fazla uzamış, dahi bir bebeksin."
Alois Alita'nın yüzündeki elini kendinden uzaklaştırmıştı. Sahte bir huysuzlukla bebek ha diye mırıldanıyordu. Yatakta, belini kavrayarak çıplak vücudunu altına çekmişti. Avucuna aldığı ince bileklerini başının üzerine yerleştirerek kendinden uzaklaştırmıştı. Bileklerindeki baskısını azaltmadan dudaklarıyla karnından göğüslerini takip eden ıslak bir yol çizmişti. Gözlerini kapatan Alita dudağını ısırarak gülümsüyordu. Bileklerini ellerinin arasından çıkarmak için savaşmamıştı. Onu bu halde görmek Alois'i hiç olmadığı kadar baştan çıkarıyordu. Üzerine eğilerek alt dudağını kendi dişlerinin arasına alarak serbest bırakmıştı. Altındaki çıplak vücudun gittikçe ısındığını hissediyordu. Alita beyaza dönük gözlerini araladığında, burnunu onun hokka burnuna sürterek fısıldamıştı.
"Hala bir bebek olduğumu mu düşünüyorsun ?"
Yutkunarak başını sallayan Alita hala gülümsüyordu. Çenesini kavrayarak dudaklarını öpüp uzandığı yerden doğrulmuştu. Yatağın içinde onunla birlikte otururken gülümsemesi sıklıkla solgun gördüğü mavi gözlerine yansıyordu.
"Evet, bana ait koca bir bebeksin."
Alois karşısındaki kadını izlerken son zamanlarda yaşadığı ikileme tekrar düşmüştü. Alita yapısı gereği soğuk bir kadındı, neredeyse tüm ailesi aynı mizaca sahipti. Bu durumla ilgili bir sorun yaşamıyordu, bilakis karşılaştıkları ilk andan itibaren haline, tavrına adeta hayran kalmıştı. Onu düşündüren karısının farkında olmadan içine büründüğü değişen ruh halleriydi, birçok kez kendini sorgulamasına sebep olmuştu.
Yatakta otururken Alita'ya sokulup önüne gelen siyah saçlarını geriye çekerek okşamıştı. İçi gülen soğuk mavi gözleri ilgiyle üzerinde geziyordu. Sadece beş gün önce ona koca bir göl hediye ettiğinde kucağında ağlamamak için kendini zor tutmuştu. Ondan önceki günlerde de aynı hüznü taşıdığı fark etmişti. Bunu Kral Hagen'ın durumuna yorabilirdi, kimse açıkça konuşmasa dahi kralın hastalandığı fısıltıları etrafa yayılıyordu. Adamın solgun yüzünü, altı çökmüş gözlerini bizzat gören Alois bu söylentinin doğruluğundan emindi. Fakat fark ettiği durum bundan oldukça farklıydı. Ve o an, bunu konuşmak için doğru zamanı yakaladığı düşünüyordu.
"Biliyor musun, aklımı karıştırıyorsun. Sanki içinde birbirinden farklı iki kadın yaşıyor gibi, her gün başka biri ile uyanıyorum."
Sözleri Alita'yı şaşırtmıştı, gülümsemesi yüzünden silinmese dahi ilk anki neşesini kaybetmişti.
"Bu ne demek şimdi ?"
"Bazı anlar öyle sıcak ve yakınsın ki bu kadın bana âşık diye düşünüyorum, bazı anlarda ise yüzümü görmeye katlanamıyormuşçasına benden kaçıyorsun. Bana insanların bilmediği, soğuk prensesin dışındaki Alita'yı gösterdin. Yine de her anımı onunla geçirmeme izin vermiyorsun. Önceleri böyle değildi, şimdi farkı daha net görebiliyorum. Lütfen beni yanlış anlama, şikâyet ediyor değilim. Sadece eğer yanlış yaptığım bir şey varsa, seni mutsuz ediyorsam bunu bana söyleyebilirsin."
Alita'nın yüzüne hâkim olan tedirginlik bir anda yok olup gitmişti. Tek kolunu çıplak omzuna yerleştirerek ona sarılmıştı, parmakları her zaman ne kadar beğendiğini dile getirdiği kahverengi saçlarının arasında geziyordu. Konuşurken gözlerini yeşil gözlerinden ayırmamıştı.
"Haklısın, içimde birçok kadın var ve her biri senin kollarının arasında olmayı seviyor. Basit, sıradan, okunması kolay biri olmayı her şeyden daha fazla istedim Alois. Fakat bu hiçbir zaman mümkün olmadı, belki izin verilmedi belki de ben beceremedim. Keskin uçlarımı, soğuk köşelerimi üzerine alınma, canını yakmamak için çaba gösteriyorum. Dramatik sözlerden nefret ederim fakat sanırım itiraf etmem gerek; ben bir gün mutlu olabileceğime dair inancımı kaybetmiştim. Şimdi, güzel gözlerine bakarken hala bir şansım olduğunu görebiliyorum. Farkında değilsin, ışığın öyle parlak, öyle sıcak ki bana yaşadığımı hissettiriyorsun."
Duyduğu bu sözler Alois'in göğsünde varlığından haberdar olmadığı sıcak bir nehrin sularını serbest bırakmıştı. Bunlar Alita'dan duyabileceği en samimi sözlerdi. Ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu, kalbi öylesine hızlanmıştı ki adeta onunla savaşıyordu. Alita'nın güneşle birlikte parlayan yüzünü kavrayıp onu adeta mest eden sözlerin çıktığı dudaklarını büyük bir tutkuyla öpmüştü. Belini sararak zayıf vücudunu kucağına aldığında, birlikte dairelerindeki küçük havuza geçmişlerdi. Alois, tıpkı söylediği gibi üzerinde çiçekler yüzen sıcak suyun içinde ona tekrar sahip olmuştu. Birlikte yıkandıktan sonra hazırlanıp kahvaltılarını etmişlerdi. O gün Alita'yı bir an dahi bırakmak istemese bile kâtibi ile görüşmek için dairelerinden ayrılmıştı.
Boldmin ile birlikte çalışma odasına geçtiğinde, kâtibi Warren Davis kapının önünde onu bekliyordu. Kırklı yaşlarında, orta boylu ve zayıf bir adamdı. İri, kahverengi gözlerinin rengi güneşle birlikte değişiyordu. Sarıya dönük küllü bir rengi olan saçları gürdü, küçük ve kemikli bir yüze sahipti. Onu gördüğünde ellerindeki deri dosyaları sıkarak başını eğip selam vermişti.
"Lord Hallstein."
"Davis beni mi yoksa işini mi bu kadar çok seviyorsun anlamak mümkün değil."
Adam herhangi bir cevap vermemişti, bir adım arkasında duran Boldmin ise sözleriyle birlikte kıkırdamıştı. Omzunun üzerinden muhafızına bakan Alois odasının kapısın açarak emrine verilen kâtibe içeri girmesini işaret etmişti. Adam masanın önünde duran sandalyeye ilerlerken tekrar Boldmin'e dönmüştü.
"Yaptığım her şakaya gülemezsin, yeni arkadaşımızın kalbini kırıyorsun."
"Özür dilerim Lord Hallstein."
Sırıtan Alois parmağı ile parlak zırhına vurup kapıyı örterek odasına girmişti. Yerine oturduğunda, masadaki sürahiden kendine şarap doldurmuştu. Arkasına yaslanıp bir yudum aldığında Davis'in onu izleyen iri gözlerini fark etmişti. Elindeki bardağı ona doğru uzatarak içmek isteyip istemediğini sormuştu
"Senin için de bir bardak doldurmamı ister misin ?"
"Teşekkür ederim efendim, gündüz vakitlerinde zihnimin bulanmasını istemiyorum."
"Peki öyleyse, o halde bugün neler yapacağız üzerinden geçebiliriz."
Sözleriyle birlikte Davis elindeki deri dosyayı yavaşça masanın üzerine yerleştirip içerisindeki kâğıtları açığa çıkarmıştı. Alois adamı uzun süredir tanımıyordu fakat tam bir işkolik olduğunu çözebilmişti. Kâğıttan, mürekkepten ve sonu gelmeyen politik konuşmalardan büyük bir haz alıyordu.
"Bildiğiniz gibi Réthel'de bir iç savaş baş gösterdi, Elron ve Kegan haneleri taht için mücadeleye giriştiler. Saraya iletilen havadise göre Duviel üzerinden gelen elçi Elron tarafını temsil ediyor. Öyle sanıyorum ziyaret amacı hanesi için gerekli desteği bulmak. Edindiğim bilgiler ışığında sizin için durumu ayrıntılarıyla anlatan bir rapor oluşturdum. Bugünkü görüşmenizden önce incelemeniz fikir edinmenizde yardımcı olacaktır."
Usulca başını sallayan Alois adamın önünde duran deri kapaklı dosyayı çevirerek kendine çekmişti. Davis tıpkı söylediği gibi Réthel'de süregelen savaş ve taraf olan haneler hakkında ayrıntılı notlar almıştı. Bunun için minnettar olsa dahi adamın asıl amacının Lord Gustav'a ajanlık yapmak olduğunu biliyordu. Davis'in iri gözleri her daim üzerindeydi, ağzından çıkan her bir sözü not aldığından dahi şüphe ediyordu. Bu yüzden onun yanında hiç olmadığı kadar dikkatliydi, en ufak bir hatasının Gustav'a iletileceğini biliyordu.
"Bugün herhangi bir görüşme olmayacak Davis, elçiyi senin karşılamanı istiyorum. Kendisine mümkün olan koşullar içerisinde güzel bir oda tahsis et, güzel bir şekilde ağırlanıp dinlenmesini istiyorum. Görüşmemizi yarın sabah gerçekleştireceğiz."
"Elbette Lord Hallstein, benim görevim size hizmet etmek fakat bu hareketinizin altında yatan amacı çözebilmiş değilim."
"Çok basit, güçlü ve büyük bir krallığa sahibiz. Hevesli genç kız gibi her görüşmek isteyene bir anda olanaklar sağlayamayız. Sayın elçi bize taleplerle geliyorsa görüşme onun değil bizim istediğimiz zamanda gerçekleşecek. Önderlik edecek tarafın kim olduğunu hissetmesi gerekli."
Davis'in ince dudakları gülümsemesiyle birlikte genişlemişti. Sözleri onu heyecanlandırmış gibi duruyordu. Oturduğu yerde hareketlenerek ceketini düzeltmişti, iri gözleri merakla üzerinde geziyordu.
"Nasıl isterseniz efendim. Kendisini karşıladıktan sonra iletmemi istediğiniz bir mesajınız var mı ?"
"Hayır, sadece bugün için müsait olmadığımı söyle ve iyi ağırlandığından emin ol. Raporunu okuyacağım, akşam yemeğinden önce tekrar burada olman gerek."
Adam başını sallayarak oturduğu yerde masaya doğru eğilmişti, konuşurken yanında getirdiği dosyayı işaret ediyordu.
"Elbette Lord Hallstein, siz nasıl uygun görürseniz. İhtiyacınız olabilecek her şeyi not aldım, okuduğunuzda görüşmenin seyri hakkında fikriniz olacaktır."
"Benim hâlihazırda görüşmenin nasıl ilerleyeceğine dair bir fikrim var Davis. İki hane taht için savaşıyor, durum pek de karışık olmasa gerek. Elron elçisi bizden maddi ve askeri destek isteyecek, ben de ne herhangi bir yöne çekilmeyecek cevaplar vererek zaman kazanıp kendi görüşlerimle birlikte durumu Lord Gustav'a ileteceğim."
Alois şarabından bir yudum daha alıp ayağa kalkarak masanın üzerinde duran kitaplarını oturduğu sandalyenin arkasındaki kitaplığa yerleştirmeye koyulmuştu. Davis'in bakışlarını sırtında hissediyordu, adamın garip varlığına alışması onun için zaman alacaktı.
"Şu an için oluşan herhangi bir görüşünüz var mı ?"
"Bence yapılması gereken belli, ortada taht mücadelesi varken bir tarafa açık destek vermek acemice olur. Elron elçisi başlangıcı yapmış olabilir fakat kısa zaman içerisinde Kegan tarafından gönderilen misafirimizi de sarayda ağırlayacağımızı düşünüyorum. Burada asıl amaç durumu nasıl lehimize kullanabileceğimiz, herhangi bir askeri yardıma karşıyım fakat gizlice iki tarafa da maddi destek sağlanabilir."
"İki tarafa da oynamaktan yanasınız."
Gökler aşkına diye düşündü Alois, adam tam bir hafiye. Uzandığı kitabı yerleştirirken elinde olmadan gülmüştü. Kitaplığının ahşap rafına tutunarak omzunun üzerinden başını ona doğru çevirmişti. İri gözleri ilgiyle üzerinde dönüyordu. Zihnindeki not defterine birkaç yem daha bırakmakta bir zarar görmemişti. Gustav'ı oltaya getiremeyeceğini biliyordu fakat oyunu onun kurallarıyla oynamakta kararlıydı.
"Politika yapmaktan yanayım."
* * *
Lauron, yanındaki Alita ile birlikte sarayın taht odasına çıkan gösterişli koridorundaydı. Gün ışığı, sonu yokmuş gibi duran beyaz duvarların ucunda yükselen tavandaki cam kubbelerden üzerlerine düşüyordu. Yaz mevsiminin ilk ayına girmeleri ile birlikte güneş sıcak yüzünü göstermeye başlamıştı. Siyah saçlarını ensesinde sıkı bir topuz halinde toplayan Alita o gün zarif gümüş bir taç taşıyordu. Üzerine siyah, tül kolları dirseğinde biten siyah bir elbise giymişti, herhangi bir işlemesi yoktu fakat belinde taşlarla süslenmiş, ince bir bağ vardı. Birlikte yürüyorlarken, soğuk gözleri duvarda asılı duran hükümdarların tabloları üzerinde geziyordu. Bu Beyazkaya Sarayı'nın oldukça eski bir geleneğiydi. Kral tahta çıktığında saray ressamı tarafından yağlı boya ile resmi çiziliyordu. Büyük bir titizlikle üzerinde çalışılan bu tablo, hükümdar vefat ettiğinde taht odasına çıkan, küçük cam kubbeleri ve yüksek mermer duvarları meşhur, ışıklı yol olarak bilinen bu uzun koridora asılıyordu.
"Bu yer süslü bir mezarlık gibi, insanı ürpertiyor."
"Haklısın. Fikrin kimden çıktığını bilmiyorum fakat takdir etmek gerek, ironik ve etkileyici. Kral gösterişli tahtına ilerlerken artık hükümdarlıkları toprağın altında kalan önceki kralları görmek zorunda kalıyor. Kimse ülkenin hükümdarına kibirli olduğunu söylemeye cesaret edemez. Fakat ışıklı yol, tahtın sahibine gerçek gücün aslında onda olmadığı, bir gün öleceğini zarif bir şekilde hatırlatıyor."
Yanı başında ilerleyen Alita hüzünle gülümseyip başını sallamıştı. Tüm bu sözlerin ona babasını hatırlattığını biliyordu. Koridorun solundaki duvarda asılı olan en son tablo ona aitti. Önüne geldiğinde duraklamışlardı. Gösterişli çerçevenin altına sabitlenmiş altın plakada Kral I. Adon yazıyordu. Tahtında otururken bir portre çizdirmemişti, ayakta duruyordu. Üzerinde siyah, işlemeli uzun bir ceket ve deri çizmeler vardı. Omuzlarına elmaslarla süslenmiş gösterişli bir zincir yerleştirilmişti. Ağır Cãstelion tacını başının üzerinde taşıyordu. Ellerinden biri yanında dururken, diğerini uzun kılıcının volkan kayasından işlenmiş başlığına yerleştirmişti. Diğer kralların aksine, arka plandaki duvarda gözüken mozaikler Duviel'deki Kuzgun Tepe Şatosu'na aitti. Sağ ve sol tarafındaki sütunların üzerinde Waldorf arması olan flamalar asılmıştı; kızıl zemin üzerine kanatlarını açmış siyah kuzgun.
"Biliyor musun, bir zamanlar onun hiç ölmeyeceğine inanırdım. Sanki yeryüzündeki hiçbir şey ona zarar veremezmiş gibi geliyordu. Yanında olduğum zamanlar korksam dahi kendimi güvende hissediyordum, beni ondan başka kimsenin incitemeyeceğinin farkındaydım."
Alita'nın babasıyla neredeyse aynı olan gözleri tablosunun üzerinde geziyordu. Bakışlarında hüzün ya da keder yoktu, bilakis korku vardı. Adamın tablodaki cansız gözleri hala onu görebiliyormuşçasına çekiniyordu. Lauron omzuna dokunduğunda, bir anlığına bakışlarını üzerine çevirmişti. Konuşurken tekrar babasına doğru dönmüştü.
"Ona hayrandım Lauron. Güçlüydü, asildi, gerçekti, olmadığı birine dönüşmek için çabalamıyordu. Ne kadar teklemelerse tekmelesin, bir yavru köpek gibi peşinde dolaşıyordum. Beni sevmesi, kabul etmesi için yapmayacağım şey yoktu. Ne var ki onun hayalindeki kız çocuğu ben değildim."
"Kral cenapları sert bir iradeye sahipti, karşısında kontrol edemeyeceğini düşündüğü bir güç olmasından hoşlanmıyordu."
Dikkatini üzerine çekebilmek için kavradığı omzunu sıkmıştı. Bununla birlikte Alita'nın gözleri tekrar üzerine dönmüştü. Dışarıdan bakan birisi için o an hala soğuk ve kibirli prensesti fakat Lauron gözlerindeki ışığı kaybetmesine yol açan acılarını görebiliyordu.
"Sen onun üzerinde bir güçtün Alita, nasıl başa çıkması gerektiğini bilmemek onu korkutuyordu."
"Bu sözleri söylemek zorunda değilsin. Beni sevmediğini kabullenmek canımı yakmıyor. Bilakis, sevgili babama en az sana olduğum kadar borçluyum. Bana asla unutamayacağım dersler verdi."
Bu noktada Lauron'nun Alita'ya katılmaktan başka çaresi yoktu. Waldorflar basmakalıplar halinde yaratılmışlardı; soğuk, ulaşılmaz ve mesafeliydiler, göze sokmasalar dahi kibirleri hissediliyordu. Kral Adon, tüm bu özellikleri taşıyan kızına darbelerini çeliği dövercesine ardı ardına indirmişti. Öyle ki soğuk aurasına rağmen neşeli ve hayat dolu Alita zaman içerisinde hissizleşerek soğumuştu, Lauron bu değişime bizzat şahitlik etmişti.
"Bunların hepsi geçmişte kaldı, temkinli davrandığımı müddetçe artık önünde durabilecek bir güç olmadığını biliyorsun."
"Bilmem neyi değiştirir ki? Bu şeyi gerçekten istediğimden emin bile değilim. Etrafındaki tablolara bak, sahipleri güçlü adamlardı fakat ölümün önüne geçemediler. Babam ailemiz için bir taht elde etti, peki mutlu muydu? Sanmıyorum, tacı ağırdı ve ona daha büyük sorunlar getiriyordu."
Bunları Alita'dan işitmek onu hiç olmadığı kadar şaşırtmıştı. Ses ona ait olmasa, konuşanın başka biri olduğunda şüphe edebilirdi. Uzun ve zarif parmaklarını önünde birleştirmiş, hala önündeki tabloyu incelerken gözleri yavaşça üzerine dönmüştü. Şaka yapıyor gibi durmuyordu, sözlerinde gayet ciddiydi.
"Lütfen beni aydınlat çünkü sözlerinin amacını çözemiyorum."
"Herhangi bir amacı yok, sadece içimden geçenleri söyledim. Seçme şansım olmadığını biliyorum, önümdeki yolun farkındayım. Yine de bu başka heveslere kapılmama engel olmuyor."
"Ne hevesinden bahsediyorsun ?"
"Basit bir hayat, Lauron. Bir adamı sevebilmek, çocuklarını doğurmak, her adımını planlamadığın basit bir hayata sahip olmak; işte buna heves ediyorum."
Lauron Amadeus hayal kırıklığı içinde başını iki yana doğru sallamıştı. Tüm bunlara sebep olan dürtünün kocası Lord Alois Hallstein olduğunu tahmin ediyordu. Onu şimdiden kaybediyorum diye düşündü. Genç adamın prensesi etkilediğini uzun zamandır görebiliyordu. Bu onu rahatsız etmiş değildi fakat Waldorf soyadını taşıyan çoğu kişinin aksine Alita'yı oldukça iyi tanıyordu. İçinde sahip olduğu dengeyi bin bir zorlukla kurmuşken aşk gibi güçlü bir duygu onu yerle bir edebilirdi. Victor'u kaybettiğinde neler olduğunu gayet iyi hatırlıyordu. Öğrencisinin mutlu olmasını her şeyden daha fazla istese dahi sınırlarda gezmesi onun gözünde tehlikeliydi.
"Çevrene bak, her kadın bir adamı sevip çocuklarını doğuruyor. Sen bu kadar sıkıcı ve sıradan olmak mı istiyorsun? Hayatındaki yegâne amacın bu mu ?"
Sözleri Alita'nın gözlerini devirmesine yol açmıştı. İçine düştüğü karmaşayı görebiliyordu, sığındığı soğuk kabuğu parçalanmaya başlamıştı. Hiçbir şüphesi yoktu, henüz ortada bir aşk olmasa dahi Alois prensesin göğsüne işliyordu.
"Bilmiyorum. Beni anlamak gerek Lauron, bunu ancak sen yapabilirsin. Acı çekmekten, mutsuz olmaktan, başkalarını izlemekten sıkıldım. Tüm bu karmaşa beni yoruyor, ben sadece mutlu olmak istiyorum."
"Mutlu olmanı benden daha fazla isteyebilecek kimse yok. Fakat sen Helma değilsin, Brenna değilsin, ne kadar birbirinize benzeseniz dahi Ruyka değilsin; hepsinden çok daha fazlasısın, sevdiğin adamın çocuklarını doğurduğun mutlu bir aile sana yeterli gelmeyecek. Bunun kaderindeki kehanetle alakası yok, ruhun bir erkeğin gölgesinde kalamayacak kadar özgün. Kapıldığın sıcak hislerin seni yönetmesine izin verme."
Gözlerini ondan kaçıran Alita alayla gülümsemişti. İkisinden başka kimsenin olmadığı koridorda bir adım geri çekilerek karşısında durmuştu, bakışlarını kaldırsa dahi gözleri ile birebir bağ kurmaktan çekiniyordu.
"Lütfen sözlerinizi süslemeyin Lord Amadeus, sanırım beni tekrar Alois'e güvenmemem hakkında uyaracaksınız."
"Lord Hallstein'a güvenip güvenmemek sana kalmış, benim tek söylemek istediğim, henüz tanımaya başladığın adama kendini bu kadar hızlı kaptırmaman."
"Evet, bu sözleri sizden evlendiğim günden beri duyuyorum. Fakat neden olduğunu bilmediğim bir şekilde Kraliçe Helma'ya aynı dikkat ve özeni göstermiyorsunuz. Sanırım sizi bir şekilde etkiliyor."
Alita'nın sözleriyle birlikte alnı kırışmıştı. Bu ondan duymayı beklemediği bir başka sözdü. Bir süredir ona karşı olan tutumunun değiştiğinin farkındaydı. Hatasının ne olduğunu bilmiyordu fakat Alita'nın hırçınlaşarak ondan bir adım uzak durmasına sebep olmuştu.
"Sözlerine dikkat et, böyle bir saçmalığı dile getirmediğini var sayıyorum."
"Neden? Onun hakkındaki şüphelerimi size ne zaman anlatsam Helma'nın tarafında olmayı yeğliyorsunuz. Alois'e karşı şüphecisiniz fakat ona karşı sarsılmaz bir güveniniz var. Masum yüzü hayranlığınızı kazanmış olmalı."
"Ne manasız laflar. Ona karşı duyduğun öfke gözünü kör etmiş olabilir fakat ben Kraliçe Helma'yı tanıyorum, hepsi bu."
"Ben de Alois'i tanıyorum, Lord Amadeus. Ve onun hakkındaki güvensizliğinizi dinlemekten bıktım usandım."
Lauron kendi içinde son noktaya ulaşmıştı. Yıllardır, her koşulda, her durumda, yargılamadan, sabırla ve en önemlisi sevgiyle Alita'nın yanında olmuşken bu sözleri işitmeyi hak ettiğini sanmıyordu. Bardağını taşıran tek durum kullandığı sözler de değildi, ona her şeyini anlatan kadın artık aralarına küçük sırlar sokmaya başlamıştı. Öfkeden öte kırıldığını hissediyordu.
"Nasıl istersen. Eğer vizyonun bunu gerektiriyorsa Drindall'a taşınarak sevgili kocanla basit ve mutlu hayatını sürdürüp çocuklarını doğurabilirsin, artık hiçbir şeye karışmayacağım."
"Lord Amadeus."
"Söylenebilecek her sözün bir sınırı var. Ben bu şekilde davranabileceğin biri değilim, benimle bu şekilde konuşamazsın. Aramıza sırlar sokup çirkin ithamlarda bulunuyorsun. Haklısın, yanıldığımı henüz görebiliyorum. Seni eğitebildiğimi düşünürken büyük bir hata etmişim."
Lauron daha fazla konuşmamış, Alita'nın da konuşmasına izin vermemişti. Gün ışığıyla mermer duvarların parladığı koridorda arkasını dönüp yürümeye başlamıştı. Ayak sesleriyle birlikte Alita'nın yükselen nefesini hissedebiliyordu. Sadece bir an sonra gür sesi arkasında yankılanmıştı.
"Benim karşımdan böylece çekip gidemezsin !"
"Öyle mi? O halde iyi izle çünkü gidebiliyorum."
Yazan; İlknur DUMAN
* * *
Selam bebekler ! İşte bir sabah daha yeni bölümle karşınızdayım ! Bu bölümü yazmak neden olduğunu bilemediğim bir şekilde zor geldi, galiba sildiğim kısımları birleştirsem iki farklı bölüm daha çıkardı 👀😂 Ve her zamanki gibi 5000 kelime yazmama rağmen bana kısa geldi, anlamadım 🤷♀️ Durumlar gördüğünüz gibi, çok yakında işler tamamen karışacak, bu şekilde çok mu ayrıntıya giriyorum bilmiyorum ama her bir karakteri ve durumu çözmeniz için adım adım ilerliyorum. Okuyan herkes alt kısımdaki küçük yıldıza dokunup oy verirse beni çok mutlu eder, yorumlarınızı okumaktan büyük, büyük ama bayaa büyük zevk alıyorum, benimle görüşlerinizi paylaşırsanız sevinirim. Hepinizi kocamaan öptüm, diğer bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın 😽♥️♥️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top