Ara Sıcak : Üç

Senin anladığın veya gördüğün benim kimliğim değildir.

Siz hiç kendi ölümünüzden sonra yaşanacakları düşündünüz mü? Kardeşlerim! 

Aslında evin haricinde yalnız olduğumu söylemek oldukça saçma olur. Hatta bu bir duygu sömürüsünden başka bir şey olmaz. Yalnızlık insanın içindeymiş ve içinin parçalara ayrılarak yalnızlığını gidermekten başka bir seçeneği yokmuş.

İç sesiymiş tek arkadaşı. İç sesi yazdırırmış bu kitabı.

Kin tutamayan kişiliğim ve merhametli karakterime geceler boyu sövmek midir yalnızlık? Babasını annesini hala çok sevmek midir çaresizlik?

Küçükken kendime her zaman 'Keşke zamanı geriye alıp bazı şeyleri değiştirebilsem.' Derdim uyumadan hemen önce. Şunu yapmasaydım, böyle demeseydim, şunları söylemeseydim diye geçirirdim içimden. Her şeyin bir ders olduğunun bilincinde değildim. 'Hak ettiğim şeyler, hak ettiğim hayat bunlar değil' derdim ve isyan ederdim. Acılar annem, hayal kırıklıkları babam, ruhumun parçalanması ise ailemin, dostlarımı oluşturdular.

Herkesin benden çok iyi olduğunu düşünüyordum. Daha iyi biri olursam babam beni sever. Derslerime çalışırsam Annemin takdirini alırım. Okulda fazla sorun çıkarmazsam öğretmenlerim beni sever ve takdir eder. Arkadaşlarımın huyuna suyuna gidersem, istemediğim bir şeyi istiyormuş gibi görünürsem onlar beni arkadaşları olarak görürler.

Herkesin istekleri olabilir ve ben bu hayatta var olmak için hiç kimseye 'Hayır' dememeliyim. Yalnızlıktan korkuyorum. Sevilmemekten korkuyorum. Takdir görmek istiyorsam, sevilmek istiyorsam, yalnız kalmamak istiyorsam uyumlu olmalıyım. İnsanlara 'hayır' dememeliyim. Ruhumun parçalanması, kendi isteklerim ve hayallerim hiç önemli değildi.

Siz hiç intihar etmek istediniz mi? Ben defalarca istedim. Babamı annemi öldüremedim hayal kurarken bile, kendimi öldürdüm.

Bir arkadaşım vardı adı 'Mustafa' ilkokulda iyi arkadaştık. Okulda görüşürdük sadece. Konuşkandı, komikti, yaşıtımız kızlarla konuşur şakalar yapardı. Yaptığı işleri abartırdı. Bir şeyde başarılı oldu mu? O konuda kendini sürekli överdi. Çok iyi atari oynardı. Bu konuda inanılmaz iyiydi, eğer şimdi 8-9 yaşlarında olsaydı inanılmaz ünlü bir gamer olurdu. Çok fazla ataride vakit geçiren biri olarak söylerim ki, hatta konusu açıldığında ortak arkadaşlarımız da bunu söylerler onu yenebilen birine asla rastlamamıştık.

Oldukça kısa boyluydu ve sabahtan akşama kadar bazen okuldan da kaçarak sokaklarda sürter ataride vakit geçirirdi. Kafası benden, beni geçtim yaşıtlarım arasında en çok çalışanlardan bir tanesi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

İyi arkadaştık Mustafa ile. Sınıftaki sayılı arkadaşlarımdan bir tanesiydi. Mustafa'yı erken yaşta kaybettik. Akşam ölmüştü ve ben onu sabah 9-10 sularında görmüştüm. Nasıl olsa sonra konuşuruz diyerek görmezden gelip ilerledim. Oysa onu son görüşümmüş.

Ertesi gün haberi geldi. Cenazesine bizzat katıldım. Ailesinin feryatlarını duyduğumda kalbim sızladı. İnsanın içi sızlar mı? Sızlıyormuş. Gözyaşı dökmedim, dökemedim. Dürüst olmak gerekirse kıskandım onu. Ona verilen değeri, sevgiyi kıskandım.

İnsan bir ölünün yerinde olmak istiyor muymuş? Evet istiyormuş. En azından ben istedim. Sonrasında duydum ki, öldükten sonra insanın kendi cenazesini izlediğini. Her şeyi duyduğunu, gördüğünü ve yaşadığını.

O an ölmek istedim. Bir kerecik beni sevmeleri karşılığında ölmek. O an bunu düşününce adil bir takas gibi geliyordu. Kendimi öldürmek için bir sürü şey tasarladım çocukluk mu? Bebeklik mi? Ne derseniz deyin işte. O ara aşırı bir ölüm isteği oluştu bende.

Kendi kafamda cenazeler tasarladım. Annemin babamın pişman oluşlarını, ağlamalarını, mezarıma yada tabutuma sarılmalarını hayal ettim. Kaç gece hayal ettim bilmiyorum. Zaman geçtikçe planımı nasıl kusursuz bir hale getirebileceğimi düşünüyordum.

İlahi bir güç mü? Yoksa tamamen tesadüf eseri mi? bilmiyorum ama yakın olmayan ama tanıdığımız birinin intihar haberini duydum. Cenazeye katılanlardan 'Sonsuza dek cehennemde yanacak. İntihar edenlerin eskiden cenaze namazları bile kılınmazdı, şimdi kılınıyor.' Gibi cümleler duydum.

'Sonsuza dek cehennem.'

Bu biraz beni etkilemişti. Ne yalan söyleyeyim bundan etkilenmiştim. Annemin ve ailesinin aşırı dindar oluşunun da bir etkisi olabilir bilmiyorum.

Sonrasında birkaç kez o zamanki çocuk bakış açımla birlikte ölümcül kazalar atlattım. Bazısında saniye farkıyla, bazısında bulunmam gereken bir yerden beş dakika önce ayrılmış olmamla veya ayrılmamış olmamla. En net hatırladığım bizim dükkanın önünde dururken kocaman bir kamyon lastiğinin beni sıyırarak yan dükkandan içeriye girmesi olmuştu. Gözlerimin tam önünden geçti lastik ve dükkandan içeriye girdi. Kimseye bir şey olmamıştı.

Kafama düşmesi an meselesi olan saksıları adam yerine koymuyorum. O zamanlar saksıları balkon demirlerine koymak modaydı. Saksı büyük balkon demiri küçük ve en ufak bir sallantıda saksılar kurşun gibi insanların kafasına düşüyordu.

Bir keresinde de Babamla beraber gittiğimiz inşaatların tekinde balkondaydım. Balkondan denize doğru bakıyor hayaller kuruyor, buradan kendi isteğimle atlarsam ölür müyüm ölmez miyim diye kafamda muhakeme ediyordum. Sakat kalırsam problem, sakat kaldığımda pederin beni dövüp dövmeyeceği konusu da tamamen bir parabol. Ama sürekli konuşacağını biliyorum. Sıkıldım içeriye geçtiğim de balkon birkaç dakika sonra çöktü.

Babam o balkona malzeme yığmış olan insanların hepsini, çoluğunun çocuğunun gözünün yaşına bakmadan direk işten çıkardı. Haklarını kuruşu kuruşuna vermiştir.

Dayağın ve şiddetin her türlüsünü bilen benim için bile bunlar çok sıradan şeyler değildi. Dayağın ve şiddetin her türlüsü...

Peder önce konuşur sonra döverdi.

Peder önce soru sorar, cevabını dinlemeden döverdi.

Peder önce soru sorar, cevabını alır tatmin olmaz döverdi.

Peder konuşmadan dalardı. (Bu favorimdir.)

Peder hiçbir şey demeden dalar, sonra uzun uzun konuşurdu.

Peder hem döver, döverken de ara sıra dinlenirken konuşurdu.

Peder önce döver, sonra konuşur, sonra bana ceza verirdi. Evin bodrumunda yatma, harçlık kesme cezası, Akşam yemek yememe vs. vs.

Annem korkunç derecede üvey anne hikayeleri anlatırdı. Anlattığı hikayelerdeki mantık hataları gerçek kesitte, sırlar dünyasında filan yok. İnanılmaz. Otuz hikayenin 29'u üvey anne olurken, arada ulan kocama haksızlık mı ediyorum acaba diyerek bir hikaye de üvey baba hikayesi olurdu.

Dini hikayeler anlatırdı. Allah'ın herkesi çarptığını sanırdım ben küçükken. Cehenneme gidenler, cennete gidenler, ve günah işleyenleri Allah'ın çarptığı hikayeler. Annemin anlattıkları pederinkilerden bile daha korkunçtu. Annem dövmezdi yalan değil, şimdi düşünüyorum da dövse daha iyi olurmuş.

Ne anlatıyordum ben ha intihar?

Sonrasında bu fikir yavaş yavaş kaybolmaya başladı bende. Bunda Cüneyt'in ektisi oldukça yüksekti. Büyüdükçe onun gibi rahat bir hayatım olacağını düşünüyordum. Onun gibi, Can gibi başıma buyruk takılacağımı. Büyüdükçe her şeyin değişeceğini söylerlerdi. Aynı zaman da okumam için mizah dergileri ve kitaplar verirlerdi. Onlar okumazdı ama bana getirirlerdi. Anneme göre ise bunların hepsi sapkın sapık şeylerdi. Kendi izlediği diziler ise inanılmaz düzgün şeylerdi ona göre.

Pederi çok gazladı bu konuda ama peder oralı olmadı ona. Bunun en büyük etkisi karşı gelmemdi galiba. Amcasının karısı ile aşk yaşayan yeğenin dizisini pür dikkat izliyorsun diyerek sesini kesmiştim. Bu biraz da bende milat olmuştu.

Baba tarafım solculuktan kırılırken, anne tarafım ise dindarlıktan kırılıyordu. Babamlar ölmekten korkmuyorlar, ama annemler ölmekten korkuyorlardı. Babam, Amcalarım, Cüneyt cuma namazına gidiyorlardı. Diğerleri Cuma'ya da gitmiyorlardı. En sağ özellikleri bayram namazı kılmalarıydı. Özellikle Dayılarım ve kuzenlerim inanılmaz insanlardı. Her konuda kendilerini över, uzmanı oldukları konuya konuşmayı getirirlerdi. Arabalardan konuşuyorsun mesela, yemek uzmanı hemen yemekle arabayı bağdaştırıyor. Mesela arapça biliyor, hemen konuştuğun bir kelimenin Arapçasını söylüyor.

Bir yaz tatile gelmişlerdi. Bizim orada deniz, sahil vs. görünce burayı Paris sanmaları normaldi. Cüneyt ve Can ile beraber oturuyorduk ve edebiyat hakkında konuşuyorduk. Can her zaman olduğu gibi sağdan soldan duyduğu edebiyatla ilgili şeylere bin katarak bize anlatırken, araya girdi. Arapçada şu demek, böyle demek, kuran da geçen şu kelimenin kökü...

Direk konuyu kendi uzmanlık alanına çekerek, bizi seviyesine indirerek boğdu. Ama o boğduğunun bile farkında değil. Ego tatmini yaparak kendini bizden üstün görme çabasını takdir etmemek mümkün değildi. 

Böyle kendini öven, kendini önemli hissetme olayını belki bende yapmışımdır. Yapmaya da devam ediyorumdur belki. Bunu ben fark edemem. Dikkat çekmeyi her zaman sevdim. Belki bu yüzden bu siktiğimin yerinde yazıyorum ve sen yapacak daha iyi bir işin olmadığı için beni okuyorsun kardeşlerim. 

Burada bana denk bir yazar yok, ve ben buradayım. Bunu edebiyat yazarlık açısından söylemiyorum. Onların kitapları kötü, en iyi benim de demiyorum. Bunlar göreceli şeyler. Benimle denk olan beni anlayan sizsiniz kardeşlerim.  

Biliyorum bu bölümde konudan konuya atladım ve tedaviye yanıt veremedim. Başlarda iyiydi ama şimdi saçmalamaya başladım. Kısmet diğer bölüme kardeşlerim. Görüşmek üzere. 

Eğer kendi intiharınızı düşünecek kadar çaresizseniz gelin ve bunları tekrar okuyun. İntihar bir bitiştir yeni bir başlangıç değildir! Nasıl bir film izliyorsunuz ve filmi kapatmadan izliyorsanız bu da onun gibi bir şey. Belki mutluluk filmin son bir dakikasındadır. Filmin en güzel yerinde olabilirsiniz o an. Hiç kimse bunu bilemez. Bunu yalnızca zaman öğretir insana. 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top