Ara Sıcak : iki
Babamın baskıları devam ederken bende bazı sorunlar ortaya çıkmadı. Annemin de çok umurunda olduğunu düşünmüyorum.
Konuşma sorunlarım başladı başlangıçta. Sonrasında ise gece uyuyamamaya başladım. Geceleri herkesle kavgalar ediyordum. O gün içinde bir şey olduysa, neden şunu demedim, neden bunu yapmadım gibi bir sürü hayali senaryo uyduruyordum kafamda.
Öfke patlamaları yaşıyordum.
Çocukken kendinizi kötü hissettiğinizde? Çaresiz hissettiğiniz de? Yalnız hissettiğiniz de kiminle konuşurdunuz kardeşlerim?
Benim konuşacak bir sürü kişi vardı yanımda ama onların da beni anlayacaklarını düşünmüyordum. Birkaç kere denedim denemedim değil ama hep aynı cevapları aldım, hep kendilerinden bahsetmeye başladılar. Sonra da vazgeçtim.
Kendi kendime konuştum, kendi kendime sorular sordum ve çözüm yolu aradım. İçimde büyük bir çığlık, büyük bir öfke, kocaman bir taş ve acı vardı.
Biliyor musunuz? Kardeşlerim, ben küçükken tüm aileler böyle sanırdım. Bütün babalar döver, anneler dizi izler ve kendi akrabalarını senin önünde tutar.
Kendimden koptum ve kişiliğim parçalandı. Birden fazla kişiliğim oluşmaya başladı. Yalnız kaldığımda, ailemin yanında ve ailemin olmadığı durumlarda.
Can vardı, Halamın oğlu. Halamın kaçarak evlendiği, sonra da adamın dedemleri, babamı, amcamları, sülalemizde eli ekmek tutan herkesi (ben hariç- Beni adam yerine koymadığından beni dolandırma girişiminde bulunmamış olabilir.) dolandırarak son bulan aşkın çocuğuydu.
Babası gibi kafası sadece 'it'liğe çalışırdı. Oldukça eğlenceli komik bir o kadar da neşeliydi. Fakat hiçbir yere sığamazdı. Babası gibi eli uzundu. Dükkandan kaç sefer para çalarken yakalanmıştı bilmiyorum. Babası olmadığı için kimse onu dövmezdi. En çok ona para verirlerdi aslında. En çok onun yaptıkları görmezden gelinirdi. Her istediği olurdu. Dayıları, dedem ona istediği her şeyi alırlardı. Şeytan tüyü vardı ama hiçbir yere sığamazdı.
Dükkanda çalışmaz, aylaklık eder, bir şey taşınacağı zaman, yada bir iş olduğunda ortalardan kaybolur sonrada işin sonunda gelir ve tüm övgüyü alırdı. 'Taşıdık. Arkadaşlarda yardım etti.' Derdi. Herkes gerçeği bilirdi ama kimse onu bozmazdı.
Oldukça iyi yalan söylerdi. Yalan mekanizması oldukça iyiydi. Çevrede çalışan ne kadar kız varsa hepsiyle konuşurdu. Onunla takılmak harikaydı. Bir gün bana 'keşke benim de babam yanımda olsaydı da, beni dövseydi' demişti. Bu cümleyi unutamadım. Belki de o haklıydı, belki de ben. Yer değiştirmediğimiz sürece bu konuda hangimizin haklı olduğunu hiçbir zaman anlayamayacağız kardeşlerim.
Bazen kitap okurdu ve bana anlatırdı. Anlatırken o kitapları sanki yaşardı. Bazen de bana okumam için kitaplar verirdi. Genel de o kitapları başkalarından çarpardı ve bir daha vermezdi. Kötüydü ama eğlenceliydi. Yalancı güvenilmez biriydi ama kızlar ona aşık olurlardı. İşsiz güçsüz serserinin tekiydi ama insanlar onu dinlemeye bayılırlardı.
Cüneyt vardı amcamın oğlu. Yakışıklı uzun boyluydu. Benden de yaşça büyüktü. Onunla çok takılırdık. Benimle konuşurdu. Biz bir dükkandayken, oraya babam gelirse, beni alır başka dükkana götürürdü. Yolda da atariye filan giderdik.
Beraber balığa çıkardık, birlikte bisiklete binerdik, beraber takılırdık, internet kafe, atari salonlarında vakit öldürürdük.
Teraviye diye kaçardık ve soluğu ataride yada internet kafede alırdık.
Uzun bir süre onlarla vakit geçirdim. Cüneyt daha derli toplu biriydi. Daha ağır ağır konuşan, çok daha efendi, dersleri çok iyi olmasa da, geçmesini bilen biriydi. Can ise devamsızlık, ve derslerindeki sorunları sürekli ailemizden birileri çözerdi. İte kaka okurdu.
Can'ın felsefesinde şu vardı; "Yakalanmadıysan sorun yok, ölümüne inkar." Herkesle oldukça iyi konuşurdu. Onları överdi, ve onların tabiri caiz ise götlerini kaldırırdı. Yapacağından da geri kalmazdı. Benimle konuşur ve felsefesini uzun uzuna anlatırdı.
Cüneyt ile Can'ın araları bozulmadığı zamanlarda harika vakit geçirdik birlikte. Bir keresinde balığa açılmıştık ve hava Ağustos ayının ortasında birden şiddetli fırtınaya döndü. Teknenin motoru bir türlü çalışmadı ve fırtınanın ortasında kaldık. Yüzme de bilmiyorum. Sonrasında sahil güvenlik teknelerinden bir tanesi bizi fark edip kıyıya getirmişti.
Oldukça korkmuştuk ve ölüme hiç bu kadar yakından tanık olmamıştım. O heyecan gariptir hoşuma gitmişti. Bu heyecan babamın beni dövmesinden bile daha yüksek bir şeydi. Bambaşka bir şeydi ve gururum onurum ve ruhum da yara almamıştı. Bu anlattığım hikaye ben orta okula giderken yaşanmış olsa da, çok hoşuma gitmişti kardeşlerim.
Can bu hikayeyi kızlara anlatırken orada olsaydınız ve dinleseydiniz 'Titanik' batıyor sanırdınız. Sanırsınız Marmara denizinde değil de, Pasifik okyanusunun ortasında fırtınaya yakalandık. Dalgaların boyu bir anda beş metre oluverdi. Alabora olmamak için büyük bir savaş veriyormuşuz. Sonra kayığın yelesine geçen Can motoru çalıştırmayı başardı ve bizi sağ sağlım kıyıya ulaştırdı. Bizden daha çok bağırıyordu oysa sahil güvenliğe biz buradayız kurtarın bizi diye.
Can'dan hikaye anlatma, sözlü hikaye anlatma sanatını çok iyi öğrendim. Sadece o değil tabi, onun gibi bir sürü esnaf abiden de bu konuda birçok şey öğrendim. Şimdi haklarını yemek yanlış olur. Yazın çay bahçesinde otururken onları dinlemek kişisel gelişimim hakkında büyük bir etki bıraktı.
Böyle bir kişilik bölünmesi yaşadım ve hayatıma böyle devam ettim uzun bir süre. Bu parçalanmış ruhumu, kişiliğimi toparlayamadım. Olmadı beceremedim. Yapamadım. Tutunamadım. Çünkü bir anda depresif bir kişiliğe bürünebiliyorum, bir anda neşeli olabiliyor, bir anda çekingen bir tavır sergileyebiliyorum. Benim tanımlamama göre üç, psikoloğuma göre 9 farklı kişiliğim varmış. Gün içinde değişiyormuş bunlar. Bazısı uzun süre ortaya çıkmazken, bazısı ise haftalarca hüküm sürebiliyormuş bünyemde.
En baskın kişiliğim ise, neşeli hayatı takmayan, kimseyi umursamayan, korkusuz savaşçı renkli yanımmış. Fakat aniden aklıma gelen bir anı, bir cümle ile diğer kişiliklerinden bir tanesi ortaya çıkarak duygu değişimime sebep oluyormuş.
Aslında bunu şizofreni diye düşünmeyin. Şizofreni olduğunu bende düşündüm ilk başta kardeşlerim. Ama değilmişim. Şizofreni olmadığımı öğrendiğimde bir rahatlama geldi. Toplum olarak korktuğumuz bir hastalık. Terapiye daha fazla devam etmediğim için teşhis konusunda ikiye bölünmüş durumdayım. Bu daha çok çoklu kişilik bozukluğu dermişim de olabilir, ama duygu durum bozukluğu diye geçiyor. Belki de çoklu kişilik bozukluğum var bilmiyorum. Çok ta umursamıyorum. İki ucu boklu değnek kardeşlerim.
O yüzden bu kitapta konudan konuya geçtiğimde, yada ani duygu durum değişikleri ile karşılaşabilirsiniz. Bunlara ben alıştım belki sizde alışırsınız. Beni böyle sevin kardeşlerim.
Neyse Konumuz Bu Değil!
Can ve Cüneyt'in arası çok yoktu. Kız meselesi yüzünden başlayan ufak bir sorun büyümüştü. Can'ı dinlediğimde yüzde bir milyon haklıydı, Cüneyt'i dinlersem o da haklıydı. Onların arası daha bozulmadığı zamanlarda genel de üçümüz takılıyorduk. En küçükleri bendim hem yaş olarak hem de fizik olarak. Genel de başka mahallelerden geçerken, yada futbol oynarken çocuklar bana sataşırlardı. Hakiki kavga çıkardı. Dayak yemek veya dayak atmanın önemli olmadığı kavgalar. Bu beni oldukça değiştiren bir şey oldu, bana cesaret getirdi ve korkaklığımı üzerimden attım. Can'ın girişkenliğiyle birlikte çekingenliğim üzerimden kalktı. Bazen hem korkaklığım hemde çekindiğim şeyler olmuyor değil ama genel anlamda özellikle ortaokuldan sonra üzerimden kalkmıştı. Aşağılık kompleksimi yenmeye çalışıyordum.
Konuşma bozukluğum da genel olarak üzerimden atmıştım.
Sonra Can askere, Cüneyt ise üniversiteye gitti. Can askere giderken uğurladım ve onu bir daha görmedim, Cüneyt ise kısa bir süre sonra üniversiteyi bıraktı ve askere gitti. Cüneyt döndüğünde eskisi gibi değildi. Oldukça oturaklı ağır başlı biri haline gelmişti. Yine de iyi arkadaştık. Bir sorunum olduğunda çözerdi. Para desem para, araba desem araba, bir şey varsa o. Benim için elinden geleni yapardı. Bende onun için yapardım. Onun için az dayaklar yemedik. Sahilde az sabahlamadık. Ama ben lise'deydim o ise askere gidip gelmişti. Artık benimle çok fazla takılmaması o zamanlar zoruma gitmiş olsa da, şimdilerde anlayabiliyorum. Çünkü ben liseli bir çocuktum o ise askerliğini yapmış biriydi.
Dikkat çekmek için elimden geleni yaptığım sefil zamanlardı. Genel de başkasının başından geçmiş büyük ihtimal ile o da başka bir yerden duymuş hikayeleri benim başımdan geçmiş gibi anlatırdım. Yada bir tanıdığın. Öyle ego tatmini yapardım sefilce. Yalan söylerdim ve bu bir soytarılıktı. Belki de rezillikti. Şimdi aklıma geldikçe bazı zamanlarda utanıyorum.
Anne ve babamın beni sevmemesi beni parçalara ayırmasına bu kitapta birinci elden şahit olacaksınız.
Neyse Konumuz Bu Değil! Kısa bir hikaye ile bu bölüme son veriyorum. Ara Sıcak iki.
Sınıf arkadaşlarımdan bir tanesi bir gün evine davet etti. Derslerim filan iyi hatta çok iyi, okulda parmakla filan gösteriliyorum. Matematik zekam korkunçmuş hiç inandırıcı değil. Pederin korkusundandı bu. Çünkü o, kendinin başaramadığı her şeyi benim başarmamı istiyordu. Ben okuyamadım sen oku, ben şunu yapamadım sen başar, sen şöyle yap böyle yap.
Belki kendi başaramamış olduğu her şeyi benim yapmamı istemesi bir noktaya kadar anlaşılabilir. Fakat bu oldukça anlamsız bir şey. Bunu bütün aileler çocuklarına yapıyor sanırım. Anneler, kızlarına, babalar da oğullarına. Fakat bu çocuklara zarar veriyor.
Neyse konumuza dönelim, Volkan'ın babası sigortacıydı. Bizim dükkana oldukça yakın bir yerde dükkanları vardı. Bir gün evlerine davet etti. Sonra oyuncaklarını çıkardı. Benim çok oyuncağım olmadı, ve oynamaktan da çok hoşlanmazdım. Değişik geldi oyuncaklar. Özellikle çizgi film karakterlerinin olduğu oyuncaklar bunlara etkendi.
Kısa bir süre sonra annesi geldiğinde 'Seni annen merak eder, hadi evine.' Diyerek beni kapı dışarı attı. Çok fazla merakımda yoktu, zaten çağıran kendisiydi vs. vs. Eve dönerken kadının beni kovduğunu anladım. Aslında fena çocuk değildi Volkan ama onla arama mesafe koydum. Onun bir suçu yoktu bu konuda. Kurunun yanında yaşın yandığını babamdan öğrenmiştim ve bu konuda oldukça başarılıydım kardeşlerim.
Anneannem hacıdan gelirken oyuncak vs. getirmişti. Böyle büyük piller ile çalışan muhtemelen Türkiye'de üretilen oyuncak jeeplerden. Bir numarası yok. Soketi opene doğru getiriyorsun başlıyor denyo gibi ilerleyip ışık yapmaya, sonrasında ise duvara vs. denk gelince de ters takla atarak yoluna devam ediyor. Tüm numarası bu.
Onun dışında birkaç bir şey daha getirmiş. Eve döndüğümüzde pillerine peder el koydu zaten. Eski tipli fenerin pilleri bitmişti. O pillerle benim pilleri takas etti. O piller de onu çalıştırmadı. Kaldırdım koydum kenara.
Anneannem ölmeden önce bize gelmişti. Odam da oturmuş ve arabaya bakıyorken gördüm. Hacıdan getirip sağlam kalan tek şeyin bana verdiği şeyler olduğunu söylemişti. Çok aldırmadım. Kuzenlerim benden yaşça büyüklerdi (2-3 yaş) hepsini kırmışlar.
İşte o kadardı benim oyunla, oyuncakla merakım. Anlamını yitirmişti ben daha ilkokulun başlarındayken. Bunları neden anlattığımı bilmiyorum. Bazen aklıma gelen birbirinden kopuk salak saçma anılar işte Kardeşlerim!
Bunları neden mi anlatıyorum? Belki de bir bölüm daha fazla yazabilmek içindir. Ben kendim de bilmiyorum. Biri beni durdursun.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top