Ara Sıcak: Beş
Aslında banyoya kilitlenmem bana bir şey öğretti. Sessizliğimde saklı olan şeyi. 'İRADE'
Bunu yalnızca kendi annem babam için söyleyemem. Bir çok anne baba bunu yapıyor. Çocuğun onlara muhtaç olduğunu bildiklerinden her şeyi yapma haklarını kendilerinde buluyorlar. Bunu da 'Onun İyiliği' adı altında yapıyorlar.
Fakat o gün bir şeyi anladım 'İRADE' ve 'Sessizlik'
Banyoya kilitlendiğim de ilk başta buradan çıkmak için bağırıp çağırmam ve ağlayarak göz yaşı döküp tabiri caiz ise yalvarmam gerekiyordu. Bu onlara ego tatmini olarak geri dönecek ve kendilerini önemli biri olduklarını hissedeceklerdi. Onları haklı beni de haksız duruma düşürecekti bu durum. Sonra da üstüne bir sürü nasihat.
Düşünmedim değil, parayı aldığımı kabul etmeyi ve bu cezadan daha ufak bir hasar ile sıyrılmayı. Aylardan yaz ve tüm arkadaşlarım dışarılarda. Bir de gurur var işin başka bir durumu.
Sessiz kaldım kardeşlerim. İrademi ortaya koydum. Ben onlara muhtaçtım ama o zamanlar bunu bilemiyordum. Annem babam hayatımın merkezindeydiler. Ekmek yemek için bile onlara ihtiyacım vardı.
Özellikle Annem'in 'Elini Keseceğim' cümlesi bana çok koymuştu. Yalan değil. Bir sürü saçmalığına cahil diye ses etmeyip, kafamda onu ve babamı binlerce kez affetmek için sebepler bulurken bu cümlesi beni derinden etkilemişti. Elimi keseceği için değil ki kesmezdi, banan inanmamasıydı problem.
Başımı dik tuttum ve cezama razı geldim. Sesimi bile çıkarmadan o karanlık banyoda birkaç gün geçirdikten sonra peşine bir lütuf gibi cezamın bittiğini söylediler.
O gün bir şey anladım. 'Sessizlik.'
Ailemden uzaklaşmaya başladığımın ilk adımı bu olmuştu galiba. Evin içinde çok fazla konuşmamaya, ortalıkta çok fazla gözükmemeye başladım. Kendime yeni bir dünya kurmuştum. Okuluma gider gelir, sonrasında biraz takılır akşam yemeğinde soru sorulmadıkça konuşmazdım. Zaten onlardan bir şeyler istemeyi çoktan bırakmıştım. Harçlık verirlerse alır, vermezlerse onu bile istemezdim.
Annem babam gibi hissetmemeye de o sıralarda başladım. Yüzlerine bakınca anne baba gibi hissetmiyordum. Kin tutamayan ve ilahi merhametli tarafım onları çoktan affetmişti ama ben artık eski ben değildim.
Babam veya annem farkına bile varamadılar. Evet onları seviyordum ama onlardan artık uzaklaşmaya başlamıştım ve yabancı gibi hissediyordum. Rahat edemiyordum onlarla aynı yerde bulunduğumda. Sadece onlardan değil herkesten uzaklaşmaya başlamıştım.
Belki de Allah'a her gece ettiğim dualar sonrasında umudumu kaybetmiştim.
Babam ve Annem yaptığım bir hata yüzünden yüzlerce kez aynı hatayı suratıma suratıma vurmakta oldukça ustalardı. Her gün hatırlatırlardı bunu. Hatta saat kırmışım da dört yaşında filan onu bile tekrar tekrar söylerlerdi. Liseye kadar filan söylediler. 12 yıl filan varın siz düşünün gerisini.
Deniz kenarında bir Pazar günüydü. Babamın sandalını boyayacaktık. Babam beni de yanında götürmüştü. Gelmek istemiyordum. Onla aynı ortamda bulunmak beni rahatsız ediyordu. Gitmeyip ne yapacaksın. Macunladığımız sandala boya atacaktık hepsi bu kadar. Bir tarafını o boyuyor diğer tarafını da ben boyuyorum. Ama benim elimdeki rulo fırça rezalet. İz bırakıyor. Bunu da söyledim babam da düzelir filan diyor çok umursamadı. Sonra benim yaptığım tarafa geldiğin de 'bu nasıl bir şey' dedi, 'söyledim sana, dinlemedin ki beni' dedim, "Daha düzgün söylesene rezil oldu tekne' dedi ve boya karıştırmak için kullandığı metal çubuğu kafama vurdu. Kafamın sol tarafında geldi bu demir. Sol gözümün bitiş noktasına filan. "Git dedi aletleri topla."
Babam da düzeltmek için bir çare filan düşünüyor. Bir yandan da söyleniyor kendi kendine. Böyle boya mı sürülürmüş hiçbir şey öğrenememişim. Falan filan.
Bir insanın kafa derisinin çok fazla kanadığını o gün öğrendim. Aletleri topladım. Orada bir taşın üstüne oturdum babamı bekliyorum.
Kafamdan sıcak bir şey akıyor. Ulan dedim boya mı akıyor. Şöyle elimi yanağıma götürdüm. Başta dedim kırmızı boya mı sürdü acaba ondan mı benim tarafta iz kaldı diye geçirdim içimden. Onun kan olduğu hakkında en ufak bir ihtimalim bile yok.
Elime bulaşmış kanı elliyorum filan boyaya da benziyor. Kokluyorum yine aynı. Sonra bana dönüp baktı. Gözlerinde bir dehşet ibaresi belirdi. 'Korku'
Beni hemen aldı ve doktora götürdü. Pansuman filan yapıldı. Tipik şeyler söylendi. Uyumasın şöyle olmasın böyle olmasın.
Doktor nasıl oldu? Diye sorduğunda 'Babam vurdu' demeye utandım biliyor musunuz? Düştüm dedim. Hepsi tamamdı da, o yediğim tetanos iğnesi sonrasında bir hafta kolumu kaldıramadım. O felaket bir şeydi.
Ertesi günlerde yanlış fırça seçtiği ortaya çıktı. Özür dilemedi ama bana bilgisayar almayı teklif etti. İhtiyacım yok diyerek kabul etmedim. Bisiklet dedi onu da istemedim. Kendince özür diledi ama hiç birini kabul etmedim. Kafamı okşayıp kusura bakma demesi yeterliydi ama onu yapmadı. Kafamda bir faça izi ile hayatıma devam etmek zorunda kaldım. Ne yapacaksın hayat işte Kardeşlerim.
O faça izinden utandım. Belli bir yaşa gelene kadar. Sonra da gururla taşıdım. Dikkat çekiyordu ve bu benim hoşuma gidiyordu.
Belki Can ve Cüneyt olmasa içine iyice kapanmış kendini ifade etmekte zorlanan biri olabilirdim. Bilemiyorum. Belki de karakterim böyleydi onun da bilmiyorum. Geriye dönüp baktığımda birçok şey anlamını yitiriyor. Anlamsız geliyor bir sürü şey, saçma geliyor. Şöyle yapsaydım böyle yapsaydım ise hiç geçmiyor.
Herkesin ailesi böyle sanırdım ben küçükken. Çocuklar babalarına annelerine 'of' bile demediğini. Her babanın dövdüğünü sanırdım. Sonra anladım ki, ailelere has bir özellikmiş bu. Babam akrabaların evlatlarına aşırı iyi davranırdı. Annem de kendi abisinin kardeşinin çocuklarına. Bayramlarda çıkartır en büyük banknot hangi paraysa onu verirlerdi onlara. Giyim kuşam olarak hiçbir zaman derdim olmadı, fakat asla cebime de öyle paralar konmadı. Bir düğünde veya başka bir şeyde babamın ve annemin göz hizasından onların başka çocuklara olan ilgisini izlerdim. Başlangıçta içimde garip bir şey vardı. Öfkeydi galiba. Tam ismini koymakta zorlandığım bir şeydi. O çocuklarla kavga çıkartmak filan isterdim. Onlara zarar vermek, onların varlığını silmek. Çünkü bir tek bunu biliyordum.
Annemin hakkını yemeyeyim her zaman kötü davranmazdı. Arada sırada.
Anlam veremezdim bana neden böyle davranmadıklarına. Düşünürdüm neden diye? Geceleri... Geceleri ağlardım... Sonrasında başka bir şey oldu.
Bir gün sokakta Can ile aylak aylak geziyorduk. Can'ın bir dubarası çıktı. Bende dükkana inceden yol aldım. Dubarası çıkmak: Dubara : Hile – kolpadan İşi çıktı. Sopa yememe sebep olan hatırlarsanız yaratıcı bir ceza verilmesine sebep olan (paspastan ayrılmama cezası)na sebep olan parka gittim. Tay sikildiği çayırı özlermiş.
Parkta oturup insanların aile saadetini izledim. Sapık gibi onların aile saadetlerini izlerdim. Çok fazla izlemezdim birkaç dakika. Sonra yanıma doğru aileler gelir ve sorgu sual başlardı. Parkta oynayacak, yaştaydım ve kenarda köşede takıldığım için olabilirdi bu sorgu sual. Ya da iyi giyimim dikkat çekiyordu bilmiyorum.
O gün bir şey fark ettim. Belden aşağısı felç bir çocuk vardı. O dikkatimi çekti. Neşe doluydu ve kardeşini izliyor onunla sohbet ediyordu. Garip bir yaşama sevinci vardı üstünde. Çaktırmadan onu izledim. Baktığımı fark etmiş olacak ki bana gülümseyerek selam verdi. Şaşırdım. İlk defa birisi bana gülümsüyordu. Ne yapacağımı bilemedim. Bende gülümsedim. Selam verdim. Sonrasında ise oradan hızla kaçtım.
'Beterin Beteri.'
Oradan kaçtıktan sonra tüm gün o kızı düşündüm. Ertesi gün orada olup olmayacağını bilmiyordum ama onu görmek için oraya gittiğim de oradaydı. Tüm cesaretimi toplayarak onunla tanıştım. Havadan sudan konuştuk. Neden bu durumdasın diye bir şey sormadım sormaya cesaret edemedim. Anlatmak isterse anlatırdı. Her gün parkta buluşuyorduk. Bir saat kadar sohbet ederdik. Buluşuyorduk derken sözleşme filan yoktu. Her gün geliyoruz diyordu hepsi bu. Ben de ona göre orada bulunuyordum.
Pederin durumuna göre, işin yoğunluğuna bakarak kaçabiliyorsam parka kaçıyordum. Komikti, konuşkandı, hayat doluydu. Şakalar yapardı, başından geçen yada geçmesini hayal ettiği hikayeler anlatırdı. O kadar neşeli ve mutluydu ki onun yanında zaman dururdu sanki. Sonra Eylül'e doğru sana bir şey diyeceğim dedi. Artık parka gelemeyecekmiş ve taşınıyorlarmış. Babası askerdi. Beş yılda bir tayin mevzusu varmış. Üzüldüm onun gidişine ama ona belli etmemeye çalıştım. Kardeşiyle eve dönecekleri zaman elimi tuttu. Bana gülümsedi. Arkadaşlığım için teşekkür etti. Belki yazın yaz tatillerinde gelebileceğini söyledi. Dükkanın yerini biliyordu. Öyle vedalaştık.
Hayatıma kısa sürede çok etki yapmıştı. Hayat dolu olması beni çok etkilemişti. Bazı zamanlar onu düşünürdüm. Nasıl iyi mi? Neler yapıyor? Hayatı nasıl? Mutlu mu? Ve cevabını bilmediğim bir sürü sorular... Sonra gelmesini beklemeye başladım. Evlerini biliyordum ama o istemediği için onu yolcu etmeye gitmedim. Belki de beni düşündüğü için gelme dedi bilmiyorum. Çünkü bunu kaldıracak kapasitede biri değildim. Yazın gelmesini bekledim, sonra da onun gelmesini. Gelmedi... Gelmedi... Gelmedi... Sonra da ben beklemekten vazgeçtim...
Aşk acısı mıydı o hüzün bilmiyorum. Aradan yıllar geçse de, çok sular aksada üzerinden sesini hatırlıyorum, suratını hatırlıyorum, konuşmasını hatırlıyorum. Evet bir başkasının yardımı olmadan yaşayamıyordu, evet güzel bir kız değildi. Fakat o yaşta bana güzelliğin fiziksel değil karakter meselesi olduğunu öğretmişti. O yaşta bana ne olursa olsun hayatın devam edebildiğini hatırlatmıştı. Aşk acısı çekmem normal ama unutmamam normal değil.
Tüm kaybolanlar
Kaybolmuşlara rastlarsa
Zamanın birinde
Tek bir damla gözyaşım
Göle düşerse
Ellerimden kayıp gidince
Sonunda görürüz belki
Sen de ben de uçsuz bucaksızız
Bu yalnız şehirde
Yaşam sevincin duruyor mu hala içinde
Sustun konuşmadın sözcükler bitince
Teoman
Ara sıcak bölümler umarım hoşunuza gitmiştir kardeşlerim! Ana hikayeden kopuk hatıralarımla dolu ara sıcak hikayeler bunlar. Biraz daha fazla anlaşılmak istiyorum belki, belki de öylesine yazıyorum bilmiyorum. Gelecek bölümde görüşmek dileğiyle.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top