Sürgün mü, Hediye mi?♔
BÖLÜMÜ OYLARSANIZ VE YORUMLARSANIZ SEVİNİRİM!
EĞER GÜNCELLEME BİLDİRİMİ GELMİYORSA KÜTÜPHANEDEN ÇIKARIP, BİR DAHA EKLEYİN VEYA BENİ TAKİP EDİN.
BİLDİRİM GELMESİ ADINA BÖLÜMÜN YAYINLADIKTAN SONRAKİ GÜN BİR ÖNCEKİ BÖLÜMÜ GÜNCELLİYORUM, BİLGİNİZE!
Bölüm Şarkısı: LP - The One That You Love
Yayınlanma Tarihi: 28.07.2020(17:01)
**Bildiğiniz üzere malum olaylar olunca bir süre bölüm yayımlamadım. Fakat şimdi daha sık bölüm yayımlayacağım. Adım adım finale gidiyoruz, bilginiz olsun.**
İyi Okumalar!
♔
Larastka Krallığı - Kantre - Ulu Saray
Loya
Jayce'in son bahsettiği durumu düşünüyordum. Andrej'in bize karşı asi tavırlarının bu kadar büyük olduğuna inanmak istemiyordum. Keila'nın yalanı olmalıydı. Abisini sevmiyordu, onu gözden düşürmek istiyordu. Bunun için her şeyi yapardı. Kaisra'nın torunuydu. Onun gibi yalanlara başvurmaktan asla çekinmezdi. Jayce'in gösterdiği her belge, her yazışmada Andrej'in mührü olsa bile inanmayacaktım. Andrej'in ağzından duymadıkça buna inanmayı reddediyordum. Bu gerçek ise bunun sonucunun çok ağırdı. Kalbim buna dayanacak gücü nasıl bulacaktı? Andrej, benim masum oğlum, sana olan sevgim bile seni yaşayacaklarından koruyamazdı.
Yaklaşan bir savaş da vardı. Yıllardır beklenen savaştı. Bu savaşı istiyor muydum? Evet, istiyordum. Çünkü kangrenleşen bir parmak vardı. Bu parmak ya kesilecekti ya da tedavi edilecekti. Bunun için savaş gerekliydi. Azinizar ciddi bir sorun haline gelmişti. Larastka'yı zayıflatıyordu. Larastka güçlü kalmalıydı. Adeline'ın yöneteceği Larastka güçlü olmak zorundaydı. Kızıma güzel bir ülke bırakmak istiyordum. Benim savaşım buydu. Savaşı kazanmak için birçok savaş vermem gerekiyorsa verecektim.
Kapım tıklanmıştı. Gelen Adeline idi. Bakır saçlarını toplamıştı. İki tutamı yüzüne yayılıyordu. Minik gümüş tacı saçlarındaydı. Lacivert bir elbise giymişti. Sadeliği onun doğal güzelliğini daha çok yansıtıyordu. Jayce'in bana anlattığı her şeyi ona anlatmıştım. Taşıdığım yükün ağırlığı fazla gelmişti. Bir başkasıyla taşımak istiyordum. Adeline ise gönüllü olmuştu. Yargılamadan dinlemişti, bir yorum yapamamıştı. Abisini kötülemediği için memnundum, Keila gibi konuşsaydı buna dayanamazdım. Fakat abim bunu yapmaz demesini de çok istemiştim. Oysa dememişti. Bunu dememesi kalbimi yaralıyordu. Babası gibi o da abisinin bunu yapabileceğini düşünüyordu.
Yanan şöminenin karşısındaki koltuklara oturmuştuk. Ihlamur çayı ve kurabiyeler istemiştim. İsteğim hemen yerine getirilmişti. Çayımı yudumladıktan sonra "Ne oldu, Adeline?" dedim.
Adeline "Seni merak ettim. Yaşananlar ağır geldiği için sana destek olmam gerektiğini düşündüm."
"Senden istediğim gibi o belgelerin gerçekliğini araştırdın mı? Andrej ile çalışan tüccarı konuşturdun mu?" dedim. Dudaklarımı birbirine bastırdım."Ona yakın insanları konuşturdun mu?"
"Anne, inanmak istemiyorsun. Haklısın ama Keila haklı. Abim gerçekten Larastka'ya ihanet etmiş. Casey ile tüccarı konuşturdum. Tek tek anlattı. Galyza ve Valhares'e ciddi yardımlar söz konusu. Azinizar'a teklif etmiş ama onlar kabul etmemiş."
"Andrej." diye fısıldadım ve derin bir nefes aldım.
"Biliyorum, bunun yalan olmasını çok istiyordun. Keila'nın kıskançlığından uydurmasını çok istedin. Ben de istedim, anne. İnan bana, çok istediğim için Keila'nın üstüne yürüdüm, yalanlarınla abime iftira atma dedim. Fakat gerçekle yüzleştiğim zaman Keila benimle alay edince çok utandım."
"Keila, düşündüğümden daha zeki bir kız. Benim kızımın gözünden hiçbir şey kaçmıyor. Sevmediği insanları yok etmekte çok başarılı. Tıpkı benim gibi."
"Bu sıkıntılı günlerden kurtulacağız, ben buna inanıyorum. Her daim güçlü bir şekilde ilerledik. Önemli olan bundan sonra ne olacak? Babamla abim hakkında ne karar vereceksiniz? Bana kalırsa bu işlediği suç şu an açığa çıkmamalı. Büyük bir savaşın eşiğindeyiz.Bu suçla uğraşacak zamanımız yok."
"Endişelenme, bu konuda çözümümüz var. Abini kuzey şehirlerine üst konumda bir yönetici olarak göndereceğiz. Kimse bunu sorgulamayacak."
"Keila susacak mı? Ben ona güvenmiyorum. Abimin çöküşünü sağladı, bunu yayarsa abimin idamına bile neden olabilir. İnsanlar basit bir sürgünle yetinmeyecektir. İhanetin her daim bedeli ölümdür."
"Larastka'nın bu kanunu bana mı öğretiyorsun? Geçmişte ihanet yüzünden ölümle yargılandım. Bunun ne demek olduğunu biliyorum. Andrej'i korumak için her şeyi yapacağım. O, ihanetle yargılanmayı hakketmiyor."
"Keila duracak mı? Onun duracağına inanıyor musun?"
"Durmak zorunda! İstediğini alacak, Andrej'i bizden koparacak, bu ona yetmeli. Daha fazlasına izin vermeyeceğim."
"Keila ile konuşmamı ister misin? Sen konuşursan bunu çok ters algılayabilir. Ben ona daha yakınım."
Kafamı iki yana sallayıp "Hayır, Adel. Keila ile benim konuşmam lazım." dedim.
"Anne, lütfen üzülme. Bu zor günleri atlatacağız, sen bize bunu öğrettin. Her zorlu kışın ardından tatlı bahar gelir. Biz bu kışı aşacağız, her şey düzelecek."
"Benim en çok üzüldüğüm çocuklarımın arasındaki bu çekişme. Hepinizi eşit sevdim, eşit bir şekilde ilgilendim. Anlaşılan sevgim Keila'ya yetmemiş, onun sevgisini abisi olarak görmesini istediğim Andrej'e verdiğime inanmış. Bu hastalıklı düşünce onun bu hamleyi yapmasına neden oldu."
"Abime de kızmıyor musun? O da hatalı, onun da suçu var. Çok iyimser! Bu iyimserliği onun sonu olacak, farkında değil."
"Ona da kızıyorum. Aptallığı canımı sıkmıyor mu? Sıkıyor. Onu korumak istiyorum ama yapamıyorum. Çünkü gerçekten suçlu, gerçekten cezalandırılması lazım. Bunu düşündükçe ona daha çok kızıyorum." dedim.
Kapı açılmıştı. Gelen Jayce idi. O bana göre çok sakindi, çok kontrollüydü. Soğuk maskesini ardında neler hissettiğini bir tek ben biliyordum. İçinde fırtınalar vardı. Bunu kontrol etmeye çalışıyordu, buna dair çabasını takdir ediyordum ama kontrol edemezse olacakları bilmek içimi ürpertiyordu. Gülümseyerek ayağa kalkmış, ona sarılmıştım. Zor zamanlarda birbirimize destek olmamız şarttı. Bütün olmazsak fırtınaları aşamazdık. Dudaklarına minik bir öpücük kondurduktan sonra "Hayatım seni görmek çok güzel!" dedim.
Jayce gülümsemişti."Seni görmek istedim, hep sen benim yanıma gelecek değilsin." dedi ve alnımdan öpmüştü.
Adeline neşeyle "Sizi hep böyle görmek, beni çok mutlu ediyor." dedi. Ona gülümseyerek bakmıştım. Adeline haklıydı. Zorlu kışın ardından mutlaka tatlı bir bahar gelecekti.
Jayce ve Adeline ile kağıt oyunu oynayarak vakit geçirmiştim. Akşam yemeğinde ise hiçbir sorunumuz yokmuş gibi davranmak ise yorucuydu. Naomi'nin yanında kusursuzu oynamam gerekliydi. Ayrıca Andrej'e karşı da sakin olmalıydım. Hala o bizim hiçbir şeyi bilmediğimizi düşünüyordu. Sakince suçunu itiraf etmesi lazımdı. İhanetinin bedelini ödeyecekti. Larastka'nın kuralları katıydı. Yumuşatmaya çalıştığım kurallar şimdi başka bir sevdiğimi yutacaktı. Alışmış olmam gerekirdi. Aiden'den ders almalıydım ama olmuyordu. Ders almadığım için başıma bunlar geliyor olmalıydı. Aiden'den sonra kimseyi kaybetmeyeceğim diye kendime söz vermiştim ama verilen sözü tutamamıştım. Andrej'i kollarımın arasından yitirmek üzeredeydim.
Gece ise daha tuhaftı. Jayce uykusunda çok gergindi. Ellerini sıkarak uyuyor, terliyor ve hayır diye mırıldanıyordu. Ben bunu istemiyorum dedikten sonra uyanıveriyordu. Yine uyanmıştı, onu sakinleştirmiştim. Daha sonra ise beraber güneşin doğuşunu izlemiştik. Karlı Kantre manzarası ikimize iyi gelmişti. Son zamanlarda kabuslar görmesi iyi değildi. Acaba saray hekimiyle konuşsa mıydım? Üstelik sürekli aynı rüyayı görüyordu. Ayashri'nin ölümü! Onu bu konu geriyor olduğu için bu tarz rüyalar görüyordu. Vadim kocamın üstüne gidiyordu. Ayashri'nin ölmesini istiyordu ve Jayce'i zorluyordu. Belki de Vadim'in sesini kesmem gerekliydi. Sert bir konuşma yeterli olurdu. Yamuna'yı da uyaracaktım. O da Vadim'i kontrol etmeliydi. Vadim istiyor diye Jayce yapacak değildi. Üstelik Ayashri'yi öldürmek kadar anlamsız bir çözüm olamazdı. Ayashri'nin ölümü demek tüm dengelerin bozulması demekti. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı anlamına geliyordu. Bunu bilemeyecek kadar aptal olunmazdı.
Meclis toplantısından sonra ise Naomi ve Albert'ın açıklamalarını dinlemek üzere küçük toplantı salonuna geçmiştik. Onların itirafları gerekliydi, bize sunacakları kanıtlar mühimdi. Beklediğimiz savaşın bahanelerini onlar sunacaktı. Naomi bunun farkındaydı. Savaşı başlatmaktan memnundu. Larastka'nın doğru taraf olduğunu söylediğini biliyordum. Fakat bizimle olması ölümü olacaktı. Naomi en başından beri asiydi. Bu asiliğin cezalandırılması gerekliydi ve olacaktı.Tabii ilk önce Larastka için oynadığımız oyunun parçası olmalıydı.
Jayce'in yanına oturduktan sonra Naomi'ye bakarak "Evet, Naomi. Seni dinliyoruz." dedim.
Naomi ilk önce önümüze sandık bırakmıştı. Sakin bir sesle "Bu sandıkta Azinizar'ın ve diğer asi ülkelerin bize gönderdiği mektuplar var. Hepsi tarih tarih ayrılmış halde. Son mektup ise Azinizar tarafından gönderildi. Bizi hainlikle suçluyorlar. Güya ben Ayashri'yi öldürtmek istemişim, bu konu üstünde saldırganca yazılmış bir mektup." dedi.
Jayce mektuplardan birisini alıp sessizce okumaya başladı. Kağıdı bıraktıktan sonra "Hangi ülkeler Azinizar ile işbirliğinde? Tek tek bu mektuplara bakmak istemiyorum." dedi.
Albert "Başta Azinizar var. Ardından Valhares, Galyza, Simobe, Lüzber ve son katılan Giyazre var."
Jayce "13 sömürge ülkesinin yedisi isyanda. Bizden kurtulmak isteyen ne kadar çok ülke varmış. Sanki biz olmadan yaşayacaklarmış gibi isyana kalkışıyorlar. Ölümlerine imza attılar, haberleri yok!"
"Majesteleri hepsi kendini bilmez, hepsi Azinizar'a güveniyor. O ülkenin büyücülüğüne inanıyorlar. Sönmeyen bir ateşle isyanı kazanacaklarını sanıyorlar."
Naomi "Azinizar onların buna inanmasını sağlıyor. Ateşlerinin yenilmez olduğunu iddia ediyorlar ama yalan."
Vadim "Nasıl yalan olabilir?"
"Çok güçlü bir şey olsaydı lordum, çoktan müttefikleriyle paylaşırlardı. Oysa onlar saklıyor, insanları kandırmayı seçiyorlar. Onlar yalancı."
"Naomi, ellerindeki ateş gerçekten güçlü. Larastka casuslarından aldığım raporlar bunu kanıtlıyor." dedim.
"Gerçekten mi? Ben güçsüz olduğu için paylaşmak istemediklerini düşünmüştüm."
"O ateş düşündüğümüzden daha güçlü ve nasıl durduracağımızı bilmiyoruz. Keşke sizin de bu konuda fikriniz olabilseydi." dedim. Sandığa bakarken Azinizar'ın fazlasıyla kurnaz oynadığını düşünüyordum. Müttefiklerine bile güvenleri zayıftı, kendilerine ait olanı paylaşmıyorlardı."Bu ateş savaşın kaderini belirleyecektir." diye mırıldandım.
Albert "Kraliçe Loya, size ateş konusunda fikir veremesek de hangi cephelerde savaş olacağını söyleyebiliriz. Planları çok basit. Larastka'yı dört bir yandan sıkıştırmak. Arzuları bizimle beraber sömürgelerin iletişimi kesmek, yardım alınmasını engellemek."
Jayce sert bir şekilde "Bunu başarabileceklerini sanıyorlarsa yanılıyorlar. Onlar diz çökecek, Albert. Kazanan biz olacağız." dedi.
"Dört bir yanımızı kuşatmaları imkansız olacak. Sizin doğruyu görmeniz çok iyi oldu. Batı cephesi bizimle." dedim.
Adeline merakla "Asker sayılarını biliyor musunuz? Hangi cephe daha zorlu geçecek, fikriniz var mı?" dedi.
Vadim "Prenses doğru bir soru sordu."
Naomi "Güney cephesi diyebilirim. Azinizar sizden sadece bağımsızlık istemiyor, Kahrar şehrini de almak niyetindeler. Talayer sürekli olarak Eski Azinizar sınırlarımızda değiliz, Kahrar'ı bu savaşta alacağız diyor. Bunun için Güney cephesi zorlayıcı olacaktır."
Jayce "Küstahlara bak! Bağımsızlık almak istedikleri gibi Kahrar'ı almak istiyorlar, öyle mi? Onların saçma hayalleri yüzünden Larastka'mın toprak bütünlüğü tehlikeye giriyor."
"Bu hayalleri yüzünden birçok kişinin ölümüne neden olacaklar, majesteleri. Onlar bunun farkındalar ama bencilliklerinden umursamıyorlar. Önemli olan tek şey kendi hayalleri."
Vadim "Bunun bedelini ödeyecekler elbette. Canlarıyla ödeyecekler. Kurdukları hayaller gerçekleşemeyecek, şehirleri yıkılacak, heykelleri devrilecek. İnsanları onları lanetle anarken cesetleri bilinmeyen bir yerde parçalanmış halde çürüyecek." dedi. Hırsı ve öfkesi karışmıştı. Jayce'e bakarak "Doğru demiyor muyum, Jayce? Larastka'nın düşmanlarının sonu bu değil mi?" dedi.
Jayce "Bedel ödemekten kim kaçtı ki onlar kaçabilsin? Ne bağımsız olabilecekler ne de Kahrar'ı alabilecekler. Sahip olduklarıyla yetinmeyi bileceklerdi."
Naomi gülümsüyordu. Duydukları onu memnun etmişti. Neşeyle "Adaletinizi göstereceğime en başından beri inanıyordum. Ah, majesteleri! Keşke en başından beri sizinle olsaydım. Fakat yine de girdiğim kötü yoldan dönmeyi bildim, size fayda sağladım." dedi. Aptal kadın, Jayce'i gerçekten tanımış olsaydı kendisinin de çoktan ölmüş olduğunu anlardı.
Saçımı parmağıma dolamıştım. Sakin bir sesle "Adaletin kılıcı her daim keskindir, Naomi. İşlenen suçları her daim cezalandırır." dedim. Onun bu sahte neşesi bozulmuştu. Zaten bunun için söylemiştim. Yapmacık insanlara dayanamıyordum.
Jayce "Kraliçem her zamanki gibi doğruları söyleyerek yolumuzu aydınlatıyor. Başka anlatacağınız bir şey yoksa bu toplantı bitmiştir." dedi ve sandığı alıp, salondan çıktı.
Ondan sonra dağılmıştık. Salon kapısının önünde ise beni bekleyen Yamuna vardı. Bakır saçları topluydu, incili ağla kaplanmıştı. Bordo elbisesi üstündeydi. Gergin bir bekleyişe sahipti. Onu burada görmeyi beklemiyordum. Vakıf işleriyle uğraşmasını istemiştim, bütün gününü alırdı. Fakat o buradaydı. Ne var dediğimde bana özel salonumda beni bekleyen özel misafirlerim olduğunu söylemişti. Bunu derken bile sesi donuktu. Ondaki bu tuhaflığı anlayamamıştım. Üstelik bu karlı günde kim saraya gelecekti? Aklı olan sıcak evinden çıkmazdı. Bu yıl kış çok zorluydu, çok yoğundu. İnsanlar evlerinden çıkamıyordu. Eh, misafirim varsa ev sahibi olarak iyi olmam gerekliydi. Ben de buna uygun davranacaktım.
Salonuma geldiğimde Irene hemen ayağa kalkmıştı, saygıyla başını eğmişti. Onunla beraber pelerinli 3 kişi de oturdukları minderden kalkmışlardı. Ben ise kendi koltuğuma oturduktan sonra oturmaları için izin vermiştim. Başlıklarından dolayı yüzlerini göremiyordum. 3 kişi karşımdaydı. Siyahlara bürünmüşlerdi, kim oldukları belli değildi."Kimsiniz? Neden geldiniz?" dedim.
Yamuna "Kraliçem, bu 3 kişi bu sabah benim evime geldiler. Kendileri Ükhel Rahibeleri oluyor. Söylemek istedikleri önemli bir konu varmış."
Ben şaşkınlıkla Yamuna'ya bakarken Irene hızla "Yamuna! Nasıl buraya sapkın inançlara sahip 3 kadın getirirsin? Saray burası." dedi. Yamuna umursamamıştı.
"Ben de saray olduğunun farkındayım. Fakat konu önemli olmasaydı, getirmezdim." dedi. Rahibelere bakarak "Başlıklarınızı çıkartın, Kraliçe'ye saygısızlık etmeyin." dedi.
3 karartı birbirine baktıktan sonra pelerinlerinin başlıklarını çıkarmışlardı. 3 Nizar kadını karşımdaydı. Koyu sürmeli gözler, burunlarındaki hızma onları bu topraklardan olmadıklarını haykırıyordu. Yüzleri donuktu. Bakışlarında ise gerçekten ölümü görüyordum. Ölümün soğuk nefesini hissetmek ürpermeme neden olmuştu. Onlardan korktuğumu belli etmemem lazımdı."Bir şey içmek ister misiniz? Belki sandalyede oturmak sizi memnun edebilir." dedim.
Ortadaki kadın "Biz yerimizden memnunuz, Kraliçe Loya. Kendimizi tanıtalım. Ben Kamcabek, sağımdaki Yalav solumdaki ise Ayaba. Ükhel'in Smeryn'deki rahibeleriyiz. Esla'daki sarayla bağlantıdayız."
"Burada ne işiniz var? Neden geldiniz? Ölmek mi istiyorsunuz? Kral sizin varlığınızı öğrenirse öldürür. Ben de asla karışmam."
"Buraya ciddi bir konu için geldik. Ölüm tehlikesinin farkındayız, hoş bizim için ölüm bayram gibidir. Ükhel'e hizmet ediyoruz, ölümle tehdit edemezsiniz."
Yalav "Buraya sizi uyarmak için geldik. Baş Rahibe bunu istedi."
Irene "Uyarınıza ihtiyacımızın olduğunu düşünmüyorum. Kraliçe'nin bir inancı olabilir ama uyduruk kelimelere inanacak birisi değil. Üstelik sizi Azinizar'ın göndermediğini nereden bileceğiz?"
"Biz dinin iktidar gücü için kullanılmaması gerektiğini savunuruz. Saray ile ilişkimiz bu yöndedir, kuşkunuz olmasın."
"O zaman neden buradasınız, açıklayın." dedim. Sabrım kalmamıştı.
Ayaba "Sizin uydurduğunuz Ükhel kehaneti, gerçek Kraliçe Loya."
"O kehanet saçmalığını biz uydurmuştuk. Talayer'in korkması lazımdı, ders alması gerekiyordu ve bu fikri ben verdim. Sevdiği insanı kaybetme korkusu nedir, bilirim. İnsanı içten içe çürütür. Şimdi bu uydurduğum saçmalığın gerçek olduğunu söylüyorsunuz."
"Farkında olmadan geleceği gördünüz, Ükhel ölüm izleri üzerinizde. Büyük ölümler olacak."
"Ölecek miyim? İnanın bu umurumda bile değil."
Kamcabek alaycı bir sesle "Sizin ölümünüzü gördüğümüzü kim dedi?Sizin ölümünüz sadece Larastka'yı ilgilendirir." dedi.
Ayaba "Bizim gördüğümüz ölümler ise tüm kıtayı ilgilendiriyor. Geleceği sarsacak ölümler. Öleceklerin boşluğu asla doldurulmayacak, asla hiçbir şey eskisi gibi olmayacak."
"Size inanmıyorum." dedim.
3 rahibe birbirine baktıktan sonra Ayaba yere kırmızı kumaş sermişti. Kamcabek heybesinden kemikler çıkarmıştı. Ne kemiği olduğunu sorgulamak istemiyordum. İnsan kemiğine benziyordu ve tiksindirmişti. Gözümüzün önünde kemikleri salladı, Ayaba'nın yere serdiği kırmızı kumaşa attı. Kemikler yere saçılmıştı. Her biri ayrı yere saçılmıştı. Özellikle iki kemik kumaşın en uç noktalarında yerlerini almıştı. Yamuna merakla "Bu neydi?" dedi.
Ayaba "Bize inanmanız için yaptık. Bu kemikler, insan kemikleri. Ölüm görüleri bunlarla yapılır. Her kemik ayrı ayrı dağıldı. Ükhel dağıttı. Ölüm işaretlerini görüyorsunuz." dedi ve elleri kemiklerde gezdi.
"Tiksindirici!"
Irene "Bir avuç mezardan çaldığınız kemiklerle buna inanacak değiliz. Çok yanlış yere geldiniz."
Kamcabek "Yanlış bir yere gelmedik. Bu ölümleri durdurabileceğine inandığımız kişinin karşısındayız. Ölüm onu istemiyor çünkü Ölüm onun bunu durduracağına inanıyor. Amidral'den gelecek olan hediyeleri durduracak kişi, Kraliçe Loya."
"Ben mi?" dedim.
"Evet, siz. Ükhel birçok kişiyi işaretledi ama Amidral de sizi işaretledi. Ölümü durduracak Yaşam sizin kelimelerinizde saklı." dedi. Eline bir kemik almıştı. Kemiğe bakarak "Savaşı durdurursanız Ükhel'in işareti silinecek." dedi. Gülümsemesi kılıç kadar keskindi.
Kafamı iki yana salladım."Bu savaşı durduramam, bunun için çok geç kaldınız. Belki de bu ölümleri istediniz. Ükhel'e inanırken neden bu ölümleri durdurmak istiyorsunuz?"
"Dengenin korunması için çabalıyoruz. Biz Mortale'ye inananlar gibi değiliz, yaşamın devamı için ölümler olmalı aynı zamanda ölümlerin olması için yaşam olmalı. Denge korunmalı."
"Kabul etmezsem ne olacak?"
Kamcabek "Yeni bir denge kurulur, Kraliçe. Bu yeni denge kurulurken eskiye dair ne varsa yok olur."
"Savaş durmayacak, Rahibe. Çünkü eski denge korunacak, düşündüğünüz ölümler olmayacak. Kocam dengeyi bozacak bir iş yapmak istemiyor, dengenin korunması adına çalışıyor. Bundan kuşkunuz olmasın."
"Anlamıyorsunuz. Kocanız dengeyi sarsarken nasıl koruduğunu iddia edebilirsiniz? Dengeyi korumak isteseydi Kraliçe Ayashri'ye istediğini verirdi. Fakat Daichin'in fısıltılarına uydu. Bu savaşın başlamasına izin verdi."
Irene "Yüce devletimiz sizin uydurmalarınız uğruna parçalanacaktı, öyle mi? Çok küstahsınız! Tıpkı kraliçe olarak andığınız o hain kadın gibi."
Ayaba "Büyük bir yıkımdan korunmak için bu gereklidir, bunu göremiyorsanız başınıza gelecek olan her şeyi hakkediyorsunuz."
"Savaşı kaybedeceğiz sizin dediklerinize göre."
"Herkesin kaybettiği bir savaş olacak bu. Kimse kazanamayacak. Hayaller gerçeğe dönüşse bile hayal edenler bunu göremeyecek. Tabii Kraliçe Loya bunu durdurursa her şey değişebilir. Kaderin örgüsü bir daha örülür."
Üç rahibeye baktım. Dediklerinde ciddi olabilirlerdi, kehanetleri güçlü olabilirdi. Fakat aptal bir kehanet uğruna Larastka'nın geleceğiyle oynayamazdım. Güçlü olan biz iken Jayce'e dur demem aptallık olurdu. Dengenin korunması uğruna devletimin parçalanmasına evet diyemezdim.Askerler diye bağırdım. Kapımın önündeki muhafızlar gelmişti. Sert bir sesle "Bu üç cadıyı alın, zindana atın. Yarın sabaha karşı öldürün. Cesetlerini yok edin." dedim.
Muhafızlar rahibeleri yerden kaldırırken Ayaba "Kraliçe! Bizi öldürmeniz geleceği değiştirmeyecek. Ükhel bugünü unutmayacak." dedi.
"Ben bugünü unutacağım, zamanımı harcadınız. Ükhel'in ne yaptığı beni ilgilendirmiyor. Sizi yaşatmam demem sağda solda bu konuşmalarımızı yaymanız demek. Buna engel olmalıyım. Hoş, şu an sizi Ükhel'e kurban edersem bendeki görevi alır."
Kamcabek "Ükhel dengeyi yeniden sağlayacak, siz ise bir şey yapamadan izleyeceksiniz. Eskinin ve yeninin ortasında sıkışıp kalacaksınız. Aklınız varsa yeni denge kurulurken hızlı davranırsınız. Yeniyi destekleyin." dedi ve odadan sürüklenerek çıkarıldılar.
Ben ise derin bir nefes aldım. Bu rahibelerin söyledikleri ciddiydi. Talayer için uydurduğum yalanın gerçek olması can sıkıcıydı. Düşünme, Loya. Senin ciddiye alacağın gerçekler, hurafeler değil. Bunu biliyordum. O zaman o rahibeleri düşünmeyecektim. Irene'ye bakarak "Kocana söyle, bu rahibeleri Jayce'e bildirmeyecek. Jayce duyarsa daha beter olur. Jayce'in bunu duyarak daha da gerilmesini istemiyorum." dedim.
Irene başını hafifçe eğmişti. Gülümseyerek "Nasıl arzu ederseniz, kraliçem." dedi.
"Yamuna sen de bir daha ne olduğu belirsiz insanları bana getirmeyeceksin. Böyleleri ile uğraşmak istemiyorum."
Yamuna "Nasıl istersen. Ben sadece dinlemen gerektiğini düşündüm." diye mırıldandı.
Irene "Bu konuda ders al, Yamuna. Yıllardır bizimlesin, bizim gibi oldun. Böyle insanları ciddiye alman komik." dedi. Sesi yumuşak olsa da Yamuna rahatsız olmuştu. Peki, peki diyerek geçiştirmişti.
Akşam yemeğine kadar kitap okumuştum. Yemek ise sakindi. Andrej'i gözlemlemiştim. Sohbete katılıyor, hiçbir şey yokmuş gibi içkisini içiyordu. Bu kadar nasıl rahattı? İhanet etmesine rağmen insanların yüzüne rahatça nasıl bakabiliyordu? Tanrım! İçimde büyük bir öfke kabarırken sakin kalmak bana ilk defa acı veriyordu. Şu an Andrej'i sarsmak, kendine gel demek istiyordum. Fakat tek yapabildiğim gülümsemekti. Hiçbir sorun yokmuş gibi Andrej ile konuşuyordum. Sonuçta o benim oğlumdu. Ne yaparsa yapsın bu değişmeyecekti. Onun annesi olmak için illa rahmimde taşımama gerek yoktu ki! Onu büyütmek için elimden geleni yapmıştım. Sevgimi eksiksiz sunmuştum. Hastalandığı zaman başında beklemiştim, en iyi eğitimi almasını sağlamıştım. Kendi çocuklarımdan ayırmamıştım. Anne olarak her şeyi eksiksiz yapmıştım. Bunun karşılığı bu ihanet mi olacaktı? Ben bunu hakketmemiştim.
Birkaç gün geçmesini beklemiştim. Keila ve Andrej ile ayrı ayrı konuşmak için zaman ayarlamam lazımdı. Üstelik uğraşmam gereken ufak meseleler olmuştu. Naomi'nin getirdiği her mektubu okumuştum. Bunun dışında Jayce için endişeleniyordum. Gördüğü kabuslar azaltmanın bir yolu olmalıydı. Dışarıdan her ne kadar sakin dursa da içi huzursuzdu. Ükhel'in o deli rahibelerinin dediğini yaparsam tüm bu sorunlar çözülürdü. Fakat bu delilikti. Larastka için bir yıkıma yol açardım. Jayce'in gerginliğini azaltmanın farklı yolunu bulacaktım. Bitkisel ilaçlar bunu sağlardı ama Jayce kabul etmezdi. Kocamı tanıyordum. İnatçı bir insandı. Bu inadını değiştirmeye çalışsam da hiç değişmemişti. Eh, onu bu haliyle kabulleniyordum.
Saray hekimi karşımdaydı. Ondan sakinleştirici bitki çaylarının listesini istemiştim. O da bana vermişti. Bu ikimizin arasında bir sır olarak kalacaktı. Jayce'in sakinleşmesi adına böyle şeyler kullandığı duyulursa insanlar üstünde iyi bir etki bırakmayacağını düşünüyordum.
Listeye bakarken "Bu listeden kimsenin haberi yok değil mi, Hekimbaşı?" dedim.
Hekimbaşı "Evet, majesteleri. Kimseye söylemedim, kimse de bunu bilmeyecek. Kralımıza bu listedeki bitkisel çaylar iyi gelecektir."
"Son zamanlarda çok gergin, uykusunda bile huzursuz. Onu rahatlatmak istiyorum. Sence hangisini daha öncelikli kullanmalıyım?"
"Anlık rahatlamalar için lavanta çayını öneririm fakat uzun süreli olması ve uykusunda daha rahat olmasını istiyorsanız kediotu çayı daha iyi olur."
"O zaman kediotu çayı kullanacağım. Bağımlılık riski oluşmaz değil mi?"
"Endişelenmeniz gerek yok. Bu çayı uyumadan önce bir bardak içmesini sağlayın, yeter. Hatta lavanta ve melisa ile karıştırılabilir. Tabii duruma bağlı."
Gülümseyerek "Fazla sakinleşmesine gerek yok. Sadece huzurlu bir uyku çekmesini istiyorum. Lavanta ve melisa da kullanırsam Kral'ı pamuk kadar yumuşak yaparım. Buna hiç gerek yok." dedim.
"O zaman dediğim gibi gece yatmadan önce 1 bardak içsin. Bu efendimizin sinirlerini yatıştıracaktır."
"Hekimbaşı, senin bu kadar bilgili olmanı seviyorum. Daha önceki hekimlere göre otlardan daha çok anlıyorsun."
"Annemden kalma bir miras, efendim. Kendisi sizin gibi Azinkaytlı idi. Ayrıca saraya girmeden önce Nizar'ın Smeryn şehrinde de çalıştım."
"Güzel. Senin gibi faydalı insanların bizimle olduğunu gördükçe mutlu oluyorum. Hoş, senin gibi birisi nasıl hekimbaşı olabildi ki? Ronald gibileri bunu durdurmadı mı?"
"İşimi doğru yaptığım için Kral beni başa getirdi. Diğerleri buna karışmadı, karışamazlar."
"Anlıyorum, şimdi gidebilirsin. Eğer birinden bu konu hakkında en ufak şey duyarsam canından olursun."
"Kuşkunuz olmasın, Kraliçe." dedi ve başını eğdikten sonra odadan gitmişti.
Onun ardından saray mutfağında olan kişisel hizmetkarımı çağırmıştım. Ona her gece kediotu çayı istediğimi, bunu yatak odama bırakmasını emretmiştim. O da kafasını sallamıştı. Bu sorun böylece çözülmüştü. İnsanlar benim huzursuzluğuma aldırmazdı ama Jayce'in huzursuzluğu insanlar için ciddi bir sorundu. Günden güne çökmesini istemiyordum. Dayımı biliyordum. İçten içe çökmüştü, bu yenilgisine yol açmıştı. Aynı şey Jayce'in başına gelmeyecekti. Buna engel olmak benim görevimdi. Onu güçlü tutmalıydım. Ükhel rahibelerinin gördüğü ölüm işareti bizden uzaktı. O iz düşmanlarımızın üzerinde olacaktı. Bu olmak zorundaydı.
Ben yaşayacak olsam da evlatlarım ve Jayce'in de yaşamasını istiyordum. Bunun için elimden gelen her şeyi yapmaya hazırdım. Yaratıcılarla pazarlık bile yapardım. Yeterince acı çekmemiş miydim? Bu hayatta zorluklarım fazlaydı. Gerçekte bir piçtim, yalanlar üzerine kurulan bir hayatım olmuştu. Bana ön yargıyla yaklaşan bir ülkenin kraliçesi olmuştum, onlara kendimi kabul ettirmek adına çok fazla şey yapmıştım. Kocam beni ihanet suçuyla idamla yargılanmıştı, benim için kıymetli olan bir dostum intihar ederek kendi hayatını bana feda etmişti. Bundan sonra olmamalıydı. Korkuyordum. Daha fazla acı çekmekten korkuyordum. Bunu önlemek için aklımı kullanacaktım. Aklım kılıcımdı. Bu zamana aklımla gelmiştim. Jayce'in aşkına sığınarak yükseldiğimi düşünmüyordum. Zaman zaman o aşkın benim canımı nasıl acıttığını biliyordum. Zaten bir aşkla bir yerlerde yükselenebileceğine inanmıyordum. Masallarda bu olurdu.
Akşam yemeğinden sonra ufak bir eğlence olmuştu. Eğlence sonrası odamıza çekilmiştik. Kediotu çayı biz odamıza çekildikten sonra gelmişti. Kapıdan tepsiyi almıştım. Jayce'in oturduğu koltuğa koymuştum. Porselen fincana çayı doldurmuştum. Jayce bana kuşkuyla bakarken ona iç dedim. Jayce ise bir yudum almıştı.
Merakla fincana bakarken "Bu berbat kokulu şey ne?" dedi.
"Senin için, hayatım. Son günlerde çok huzursuzsun, uykunda bile gerginsin. Seni gevşetmesi ve rahat uyuman için hazırlattığım bir çay." dedim.
"Loya, buna gerek var mıydı? Ben gerçekten iyiyim."
"İyi değilsin. Günden güne daha az uyumaya başladın, daha çok geriliyorsun. İçinde fırtınalar kopuyor ama dışa belli etmiyorsun. Bu seni öldürür, Jayce. Bunun bir önlemi almazsam seni kaybederim. Seni kaybetmek istemiyorum. Seni çok sevdiğim için bunları yapıyorum."
"Yanımda olduğun için çok mutluyum." dedi ve çayını yudumlamıştı."Ben de seni çok seviyorum." diye fısıldadı.
"Her gece bu çaydan bir bardak içeceksin. Sana iyi gelecek, gevşeyeceksin."
"Umarım iyi gelir. Sana sormak istediğim bir şey var. Neden saraydan 3 Ükhel rahibesinin cesedi çıkarıldı?" dedi. Merakla bana bakıyordu. Gerçeği demekle dememek arasında kalmıştım. Gerçeği dersem o daha çok gerilirdi. Bir fincan değil, binlerce fincan kediotu çayı içse bile gevşemezdi. Jayce takıntılı bir insandı. Üstelik o Ükhel rahibelerinden nasıl haberi olmuştu? Irene söyledi ise çok fena fırçalayacaktım.
"Nereden öğrendin?"
"Stanley söyledi. İdam edilen mahkumları denetliyormuş, öyle bulmuş. Bu emri ben vermedim, benim dışımda verecek kişi ise sensin. Şimdi söyler misin?"
Dudaklarımı ısırdım. Yalan söylemek beni kötü hissettiriyordu ama başka çarem yoktu. Çok hassas bir konuydu. Jayce'in delirmemesi lazımdı. Sakin kalmalıydım."Talayer'in casuslarıydı. Ükhel rahibesi kılığına girerek burada yaşayan Azinizarlıları kışkırtmaya çalışıyorlarmış. Kehanet denilen saçma tekerlemeleri kullanarak bunu yapmaları çok iğrenç."
"Klasik Talayer oyunu. Ondan her şeyi beklerim, inan bana o adam her şeyi yapar. Pislik herif!"
"Zamanında bastırdım. Sorunu çözdüm sadece canını sıkmak istemedim. Zaten yeterince gerginsin, birde bu salakça oyunu mu düşüneceksin? Küçük bir meseleydi, önemsiz."
"Sana inanıyorum, aşkım. Benim yosun gözlü, güzel kraliçem ne derse o." dedi ve elimi öpmüştü. Bu güveni kötüye kullanmak kötü hissettirse de onun iyiliği içindi. Gerçeği bilmeyecekti. Ben ne dersem ona inanacaktı.
Sabahın erken vakitlerinde Naomi ve Albert'ı uğurlamıştık. Aspanza kafilesini saraydan ayrılmıştı. Sonunda diyordum. Naomi çok bile kalmıştı. Eh, ölümüne yürüyordu. Jayce ona savaş izni vermişti. Ya Galyza ile savaşacaktı ya da Azinizar ile. Bana kalırsa Azinizar destekli Galyza ile savaşa girecekti. Azinizar büyük savaş öncesinde asla savaşa girmezdi, buna ihtimal vermiyordum. Talayer izin vermezdi. Jayce ise olabileceği düşüncesindeydi. Ayashri'nin öfkesine güveniyordu. Eh, sonuç önemli değildi. Bu savaşın olması Azinizar'ın gücüne darbeydi. Bu güzel bir gelişmeydi.
Savaştan sonra Azinizar'ın kaderi açıktı. Pobeda-Sumashd ailesi yönetimden alınacaktı. Azinizar'a büyük hizmetleri olmuş olsa bile isyan etmeleri yönetimi hakketmediklerini gösterirdi. Sürgün hayatı yaşayacaklardı. Hatta nesillerinin çoğalmasını bile önleyebilirdim. İlaçlarla durdurulurdu. Sonuçta Ayashri'nin hikayesinin temeli bir intikamdı. Babamızın ölümü onu hırçın yapmış, hain olarak ölmesi intikam alma hırsına dönüşmüştü. Şimdi aynı hikaye neden ikinci defa yaşansın ki? Buna gerek yoktu. Önlemini almazsam ileride büyük sorun olurdu. Kökleri kurursa kimse intikam peşine düşmezdi. Abshek'in soyu benden yürürdü. Hayatın tuhaf bir oyunu diyebilirdim.
Azinizar yönetimine ise kendi soyumdan birisini geçirmeyi planlıyordum. Jayce'e daha dememiştim ama kabul ederdi. Sonuçta Azinizar'ın başına yine bir Pobeda kanı taşıyan geçecek, yönetecekti. Halkı bu şekilde bastırabileceğime inanıyordum. Keila veya Maida arasında karar vermem gerekliydi. Yaş bakımından Keila daha uygundu. Yönetebilirdi. O ne kadar kendisini Larastkalı görse de yaptığı hamleler bana göre Azinkaytlı tarafından geliyordu. Buradakiler gibi yalanlarla oyun oynamıyordu. Gerçekleri kullanarak oyunlarını oynuyor, istediğini alıyordu. Tuttuğunu bırakmıyordu. Bunu ona desem kesinlikle gülerdi. Fakat gerçek buydu. Keila, Kaisra görünümlü bir Loya idi. Azinizar'ın başına geçerek benim yarım kalmış rüyamı tamamlayacaktı. Böylece dayımın ruhu da huzurlu olurdu. Onun ilk hayali buydu. Huzur içinde olsun.
Naomi'nin gitmesi iyi olmuştu. Artık ilgilenmem gereken konularla daha çok ilgilenebilirdim. Okuduğum kitabı kapattıktan sonra Keila'yı çalışma odama çağırmıştım. Güzel kızım gelmişti. Gülümseyerek bana bakıyordu. Oturması için masamın karşısındaki koltuğu gösterdim. İkimiz için gül çayı istemiştim. Çay hemen gelmişti. Çayı yudumladıktan sonra "Neden geç geldin, Keila?" dedim.
Keila "Sander ile kütüphanedeydim, anne. Yeni bir yetimhane planlıyorduk. Bunun için çalışıyoruz." dedi. Sander'in adını söylerken yüzünde yumuşak bir gülümseme vardı.
"En son ona kızıyordun, kalbini kazanmayı bilmiş bakıyorum."
"Basit bir yanlış olduğunu açığa çıkardı. Hepsi o uğursuz Edvin'in planıymış. Kız kardeşini o Sander'in başına bela etmiş." dedi. Kaşlarını çatmıştı."Neden biliyor musun? Ona göre Sander bana yakışmıyor. Tamam, abi kardeş gibi büyüdük ama sınırını bilmeli."
"Sander ile barışmak seni mutlu etmişe benziyor."
"Evet, etti. Çünkü onun bana değer verdiğini görmek hoşuma gidiyor. Mesela bu yetimhane için arazi satın almış. Sırf beraber ilgilenelim diye bunu yapmış, anne. Çok hoş değil mi? Hem kimsesiz çocuklara yardım edeceğiz hem de beraber daha çok vakit geçireceğiz."
"Sander kalbini fethetmişe benziyor, Keila. Seni böyle aşk sarhoşu görmek güzel."
"Anne! Ben ona aşık değilim, onun kalbimi fethettiği yok. Hem ne aşkı bu yaşta? Beni ablamla karıştırma. Ben gayet mutluyum." dedi. Sesi ukala olsa da bakışları her şeyi ele veriyordu. Keila Sander'den hoşlanıyordu, onunla vakit geçirmeyi seviyordu. Bu tatlı hoşlanma basit bir hoşlanma değildi, aşkın kendisiydi. Zamanla anlayacaktı.
"Sen ne diyorsan öyle olsun. Senin adına sevindim. Fakat Edvin'in senden hoşlanmadığına eminsin, değil mi?"
"Anne, Edvin ve ben akrabayız. Babamın kuzeninin oğlu bile olsa akrabayız. Böyle bir düşünce asla bu topraklarda uygun karşılanmaz. Babasıyla aynı sonu paylaşmak istiyorsa bilemiyorum. O zaman kendisine başka birisini bulsun. Ben bu çirkin oyunda yokum."
"Sakin ol, baban gibi hemen sinirleniyorsun. Basit bir soruydu, öfkelenmene gerek yok. Ben de biliyorum böyle bir şeyin asla olmayacağını ama soruyorum."
"Bir daha sorma. Edvin'e bile ima etme, sakın! O aptal başka anlamlar çıkarabilir."
Fincanımı tabağına bırakmıştım. Şimdi asıl konuya girmenin zamanıydı. Direk sorabilirdim. Konuyu uzatmanın, saklamanın anlamı yoktu. Derin bir nefes aldım."Şimdi soracağım soruda bana dürüst olmanı istiyorum. Bunu özellikle annen olarak soruyorum, kraliçen olarak değil. Sen de kızım olarak cevap vereceksin. Keila, neden abinin gözden düşmesini istedin? O sana ne yaptı? Neden onu en başından beri sevmiyorsun? Neden ailemize zarar vereceğine inanıyorsun?"
Kızımın bakışları donuklaşmıştı. Andrej'e olan nefreti bunu yapmıştı. Az önce aşktan utanan kız gitmişti, yerine sert bir prenses gelmişti."Andrej benim abim değil. Onu sen doğurmadın, emzirmedin, neden abim olsun ki? Üstümüzde bir yükten başka bir şey değil. Nankörün teki o! Senin sevgini hakketmedi, babamın sevgisini hakketmedi. Ailemize layık değil. Bu yüzden onu istemiyorum. Ailemize zarar vereceğine inanıyorum çünkü bu bir his. Hislerime güveniyordum, doğru çıktı. Baksana, sömürgelerimizin isyanına destek veriyor. Bunu bildiğin halde onu savunuyor olamazsın."
"Bir çocuğu evladın olarak görmen için illa doğurman gerekmiyor. İlla emzirmen gerekmiyor. Sevgin bile onun annesi olmana yeterli olurken bunu diyor olman bana Kaisra'yı hatırlattı. O da böyle düşünüyordu. Fakat ben sendeki sorunu görebiliyorum. Sen abine verdiğim sevgiyi kıskandın. Onu hep ötekileştirmek istedin. Çocukluğundan beri bu vardı. Özellikle benim davamdan sonra bu daha çok arttı. Kafanda kurdun. Abinin olmaması gerektiğine inandın. Bu yüzden adım adım ilerledin. Andrej'in en ufak açığını yakaladın, önümüze sundun. Yalanlar söylebilirdin, iftira atabilirdin ama bunların gerçekler kadar sağlam olmayacağını bildiğin için bunu yaptın."
"Andrej'i kıskandım, öyle mi? Bu kendine söylediğin basit bir yalan. Ben onu neden kıskanacağım? Neden? O beni kıskanmalı. O bana imrenmeli. Ben bir prensesim, senin ve babamın öz kızıyım. Kanım, Dutarse kanı. Soyadım Dutarse iken bence Andrej kıskanmalı."
"Ondan daha önde olduğunu biliyorsun, buna rağmen onunla uğraşman onu sahip olduklarına rakip olarak gördüğünü gösterir. Andrej oysa senin sahip olduklarını asla istemedi, asla benim olsun demedi. Ne tacın onun ilgisini çekti ne de kanın! Tek isteği sevilmek ve kabul edilmekti. Sen bunu kıskandın. Buna müsaade etmek istemedin. Şimdi amacına ulaştın."
Gülerek "Elbette ulaşacağım. Kusursuz bir plandı, itiraf et. İstesen bile onu kurtaramazsın." dedi.
"Aile içindeki huzursuzlukla mutlu olabiliyorsun. Andrej bizden birisiydi. Onu sizden asla ayırmadığımızı gördün, bunu yaşadın. Bunlar olmamış gibi davranman beni üzüyor."
"Birkaç gün üzülürsün sonra alışırsın. Benim doğru bir şekilde davrandığımı fark etmiş olursun. Ben doğru olanı yaptım. Andrej bu aileye bir yüktü, sizi bu yükten kurtardım."
"Aile ne demek bunu bilmiyorsun. Bilseydin Andrej'in bir yük olmadığının farkına varırdın. Onu gerçekten sevdiğimizi görürdün. Keila, sen bu olmamalısın."
"Ben buyum, anne. Kimsenin de onayına ihtiyacım yok. Andrej bir yüktü, sizi bu yükten kurtardım. Bana teşekkür etmen gerekir iken benim onun gibi bir zavallıyı kıskanacağımı düşünüyorsun. Sen de haklısın, en çok değer verdiğinin nasıl hain olduğunu gördün. Artık kanından olanların sana sadık olduğunu görürsün."
Sözleri daha çok öfkelenmeme neden olmuştu. Zehirlenmişti. Yarattığı yıkımın farkında değildi. Üstelik bunu savunuyor olması dayanılmazdı. Kapıyı göstererek öfkeyle "Çık odadan! Daha fazla konuşmak istemiyorum. Kaprislerin ve kıskançlığının eseri olmuşsun." dedim. Keila ise hırçındı.
Ayağa kalktıktan sonra "Anneme gerçeği söyledim, takdir bekledim ve suçlu ben oldum. Olsun. Ben yaptıklarımdan pişman değilim." dedi. Ardından odadan çıkmıştı. Kapıyı sertçe kapatmıştı.
Dudaklarımı bastırdım. Ağlamamak adına kendimi tutuyordum. Gerçekten Andrej'i kurtarabilmem mümkün değildi. En iyi ihtimalle işlediği suç saklanacaktı, kuzey şehirlerimizde sakin bir yaşam sürecekti. Bu gerçekten iyi olacaktı. Keila bunu bozmazsa bu olacaktı. Kızım kontrolsüzdü. Onu durdurursam bana ömür boyu küs olacaktı. İstese herkese Andrej'in ne yaptığını yayardı. Bu konuda merhametli olması lazımdı. Andrej'in ölümünü isteyecek kadar nefret etmemeliydi. Onun bir suçu yoktu. Yıllar önce ben onu Jayce ile kurduğumuz ailenin bir parçası yapmak istemiştim. Bunun bedeli bu kadar ağır olmamalıydı. Nefes almak bile zor geliyordu.
Andrej benim oğlum olmuştu. Ona bağlanmıştım. Yaşamında her şeyin en iyisini sunmaya çalışmıştım. Fakat hata ettiğim bir konu vardı. Bu sarayın ona bakışını yeterince değiştirememiştim. Değiştirmiş olsaydım kendi öz kızlarım bile sorun çıkarmazdı. Andrej asileşmezdi, farklı olmazdı. Şimdi yapabileceğim tek şey yaşamasını sağlamaktı. Onu kabullenmeseydim ne olacaktı?Jayce'i ikna ederdim, Arnav ile Esla'ya gönderebilirdim. Arnav ile mutlu olabilirdi. Bu saraydan uzakta yetişirdi. Esla'da bulduğu bir kızla evlenirdi, bu sarayı tanımadan yetişmiş olurdu. Daha mutlu bir Andrej olurdu. Esla'da yaşayıp ölürdü. Kimin umurunda olacaktı ki? Jayce'in otoritesi zayıf olsaydı endişelenirdim ama Jayce otoriter bir kraldı. Hüzünlü bir hikayesi olmazdı.
Andrej'in hayatını mahveden bendim. Daha mutlu bir hayatı olabilecek iken onu büyütmek istemiştim. Bu düşüncelerim bunu gösteriyordu. Bencilliğimin sonucu buydu. Zamanı geri alamazdım, olan olmuştu. Bundan sonra yapmam gereken Andrej'in yaşamasını sağlamaktı. Planım basitti ve uygulanması oldukça kolaydı. Sakin kalmalıydım. Andrej hala yaşıyordu, hala bizimleydi. Bunun farkındaydım. Onu yaşatmak için yapacağım hamleler kimsenin dikkatini çekmezdi. Zaten tüm saray savaşa odaklanmıştı. Bu Ükhel rahibeleri meselesini sarayda dedikodu olarak yaymam işime gelirdi. Tamamen dikkatler Azinizar üstünde olacaktı. Andrej'i hızlıca kuzey şehirlerine yollardım. Bu güzel bir plandı. Jayce itiraz etmezdi.
Rahatlamıştım. Bu plan oturmuştu. Eksiksiz duruyordu. Eksik olan Keila'yı susturmaktı. Andrej'in ölümünü istiyor olsaydı çoktan yayardı. Onun isteği Andrej'in bizden uzak olmasaydı şimdi istediğini alacaktı. Şükürler olsun ki, Larastka tahtını istemiyordu. İstiyor olsaydı ne yapardım, fikrim yoktu. Onu durdurmak zor olabilirdi. Kapım tıklandığı zaman düşüncelerimden sıyrılmıştım. Gel dememle içeri Adeline ile Yamuna girmişti. İkisi mutlu gözüküyordu. Keşke ben de onlar gibi mutlu olabilseydim.
Karşımdaki koltuklara oturduktan sonra "Bakıyorum ikiniz çok mutlusunuz, ne oldu?" dedim.
Adeline "Çünkü çok güzel bir haber aldık! Bu yağışlı kış gününü bile ısıtacak bir haber, anne." dedi. Sesindeki neşe içimdeki huzursuzluğu bastırmıştı.
"Ne olduğunu söyleyin, bileyim. Böyle gizlerseniz nereden bilebilirim?"
Yamuna gülümseyerek "Andrej ve Avelin'in bir çocukları olacak. Avelin hamile!" dedi.
Şaşkın şaşkın "Gerçekten mi?" dedim.
"Evet, gerçekten Loya. Bugün öğrendik. Birkaç gündür halsizdi. Nedenini öğrenmiş olduk. Saraya minik bir misafir geliyor."
"Bunu kutlamalıyız! Akşam yemeği oldukça gösterişli olmalı, herkes bu mutlu haberi öğrenmeli. Tanrım! Çok sevindim."
Adeline "Merak etme, ben hepsini hallettim. Akşam yemeğinde büyük bir ziyafet olacak. Abim bunu istemedi ama ısrarlarım sonucu ikna oldu."
Yamuna "Böylesine zor günlerde bu haberi duymak, beni çok mutlu etti. Karanlık günlerimizi aydınlatan minik bir ışık oldu. Şimdi sabırla bekleyeceğiz. Bu sarayı neşeye boğacak." dedi. Adeline ile bakışmıştım. Yamuna gerçeği bilmiyordu. Bilseydi tepkisi bu olur muydu, merak ediyordum.
"Tüm ülkeyi neşeye boğacaktır. Sağlıklı bir şekilde doğsun, ailesiyle mutlu olsun. Önemli olan bu, tatlım." dedim.
Akşam yemeğine ise fazlasıyla özenmiştim. Zümrüt yeşili elbisem, zümrüt gerdanlığım ve zümrüt tacımla gerçekten Larastka Kraliçesi idim. Gül kokumu boynuma sürerken Jayce odaya girmiştim. Gülümseyerek boynumdan öpmüştü. O, bu hamilelik haberini duyunca mutlu olmuştu. Andrej'in yaptıkları silinmiş gibiydi. Sadece bu haberin mutluluğuna odaklanmıştı. Bu haber Andrej'i bağışlanmasına yetmezdi elbette ama yaşaması için başka bir sebepti. Şimdi bebeği için yaşayacaktı. O minik canın babaya ihtiyacı vardı. Babasız büyümek çok zordu. İnsan hayatında sırtını yaslayabileceği bir çınara ihtiyaç duyuyordu. O çınar olmadan büyümek ise daha zorlu hale getiriyordu yaşamı.
Yemek salonuna geldiğimizde herkes yerini almıştı. Yüzlerde mutluluk maskesi vardı. Sadece Keila yoktu. Bunun nedenini ise Maida söylemişti. Ortanca kızım kendisini rahatsız hissettiğini, birazcık üşütmüş olduğundan gelemeyeceğini anlatmıştı. Avelin ise Keila'nın tebriklerini zarif bir çiçek buketiyle ilettiğini söyleyince sorun etmemiştim. Kendi tercihiydi. Bugün yaşadığımız tartışmadan sonra normal bir yemek olsaydı da geleceğini düşünmüyordum. Kendisi bilirdi. Zaten gelmediği iyi olmuştu. İkide bir Andrej'e laf sokmaya çalışırdı, bu mutlu günü zehir ederdi. O bunu yapardı.
Jayce tavuğunu keserken "Bu mutlu haber için sizi tekrardan kutluyorum." dedi.
Avelin utangaç bir şekilde "Teşekkür ederim, efendim." dedi. Ardından bakışları Andrej'in üstündeydi. Ona hayran hayran bakıyordu.
Andrej "Teşekkür ederim, baba."
Ronald "Artık sorumluluğunuz artıyor, Lord Andrej. Bir çocuk büyütmek bu dünyadaki en zor, iş. Resmen geleceği belirliyorsunuz. İyi yetişen bir çocuk iyi bir gelecek demek, kötü yetişen bir çocuk kötü bir gelecek."
Irene "Ronald, bence genç çift bunun farkındalar. Üstelik çevrelerinde onları doğru yönlendirecek insanları var."
"Hayatım, bir çocuğu çevrenin yol göstermesiyle yetiştirmek saçmalık! İleride anlaşılan kendi torunlarımızın yetiştirilmesine çok karışacaksın. Buna izin vermeyeceğim, oğullarımızın eşlerine de karışmalarına izin vermeyin diyeceğim."
Irene buna zoraki bir gülümseme ile karşılık verirken ben gülmemek için kendimi tutmuştum. Irene'nin oğullarıyla evlenecek olan kızlara şimdiden üzülmüştüm. Irene'nin her şeye karışma gibi hevesi vardı. Gülümseyerek "Bence de karışmaya gerek yok." dedim.
Jayce "Zaten karışmamız mümkün olmayacak. Andrej ve Avelin'e bebek haberinin hediyesi olarak Parsal'e gönderiyorum. Andrej Parsel'in yöneticisi olacak." dedi ve şarabını yudumladı.
Ortam sessizleşmişti. Bu hediye miydi yoksa sürgün müydü? Birçok kişinin aklında olan soru buydu."Güzel bir hediye! Parsal iyi gelecektir."
Ronald şaşkınca "Böyle bir hediyeyi doğum sonrası bekliyordum. Şaşırdım."
"Neden şaşırıyorsun? Parsal yöneticisi olacak. Oğlumuza uygun bir hediye oldu. Avelin de sevecektir."
Andrej düşünceli bir şekilde "Böyle bir hediyeyi beklemiyordum. Ömür boyu bu sarayda kalacağımı düşünürken bu hediye şaşırttı." dedi. Bakışları Jayce'in üzerindeydi."Hediye için teşekkür ederim, baba."
Jayce "Önemli değil. Bir ay içinde hazırlanır ve gidersiniz. Parsal sizin için iyi bir başlangıç olacak. Doğacak bebeğin büyüyeceği güzel bir şehir."
"Bebeğin doğumundan sonra gitmemiz daha uygun olmaz mı? Yollar karlı, Parsal ile dağlık bir şehir. Oraya ulaşım zor."
"Sen bir Larastkalısın. Karda nasıl yaşayacağını biliyorsun. İnsanlar kış mevsimindeyiz diyerek işlerini aksatmıyor, tersine daha sıkı çalışıyorlar."
Avelin "Bence de yeni yerimize bir an önce gitmeliyiz, Andrej. Bebeğin doğumunu Parsal da istiyorum."
Vadim'in kaşları hafif çatıktı. Kızına kuşkuyla bakarak "Avelin, beni şaşırttın. Kışın yolculuk yapmayı sevmezdin. Şimdi ise bu konuda ısrarcı görüyorum." dedi.
Genç kadın, babasına huzursuzca baktı. Bir şeyler demek istiyordu ama diyemiyordu. "Baba, Andrej ve benim için en iyi olan şey bir an önce Kantre'den ayrılmamız. Kral bize bu fırsatı sunmuş iken kaçırmamız aptalca."
"O zaman kararına saygı duymaktan başka yapabileceğim bir şey yok. Sen bu şekilde mutlu olacağına inanıyorsan bu olsun."
"Mutlu olacağız, baba. Olmak zorundayız." diye mırıldandı. Andrej'e ise endişeyle bakıyordu. Gözlerinde korku vardı. Ters bir durumdan korkuyordu. Kocasının işlediği suçun farkında olmalıydı.
Andrej "Sürgün gibi gözüken bir hediye." dedi ve bize bakıyordu. Baygın bakışlarında öfke vardı."Acaba bu karar hanginizin kararı, hanginiz beni sürgün etmek istedi?"
"Andrej, bu bir sürgün değil. İstediğin zaman bu saraya dönebileceksin, istediğin zaman burada kalabileceksin. Bu saray senin evin, bu gerçeği kimse değiştiremez." dedim.
"Daha öncesinde benim burada kalacağımı söyleyip duruyordunuz. Kız kardeşim Adeline'a yardımcı olacaktım. Şimdi ise Larastka'nın sınır şehrine gönderiliyorum. Bunu sorguluyorum."
"Babanla bu şekilde uygun gördük. Bunu sorgulama, Andrej. Kendi sınırını, yerini bil. Senin hakkında verdiğimiz karara karşı çıkma."
"O zaman bu konuyu seninle yarın baş başa tartışmak istiyorum, anne. Birbirimize dürüst olabileceğimize inanıyorum."
"Ne zaman istersen o zaman gelebilirsin. Seni ikna edeceğime inanıyorum." dedim.
Yemekten sonra derin bir sohbete dalmıştık. Andrej istediği kadar susabilirdi, bu kutlama güzel geçmişti. Jayce'in hediyesini bir sürgün olmadığını anlayacaktı. Yarın konuştuğumuz zaman yaşaması gerektiğinin farkına varacak, bize teşekkür edecekti. Artık baba olacaktı, ailesi büyüyordu. Tatlı hayallerden sıyrılması şarttı. Çocuğunu düşünmeliydi. Maceralara atılırsa kendisinin değil, ailesinin hayatını da karartacaktı. Bu Parsal'a yerleşme onun hayatı için ikinci bir şanstı. Bunu görmesini istiyordum. Yarınki konuşmamızda görecekti. Jayce çayını içerken ona düşündüklerimi anlatmıştım. O da beni haklı bulmuştu. Sevgili kocamla aynı düşünüyorduk. Onun benden önce bu adımı atmasından memnun olduğumu söylediğimde gülümsemişti. O da benim gibi düşünüyordu. Doğacak bebek adına Andrej kendisini düzeltmeliydi. Yeni bir yaşamı karartmaya hakkı yoktu.
Meclisin toplantısından sonra odama çekilmiştim. Andrej'in odama gelmesini istemiştim. Oğlum ise beni bekletmemişti, emrimi hemen yerine getirmişti. O da benim gibi bu konuşma için sabırsızdı. Pencerenin önündeki tekli koltuklara karşılıklı oturmuştuk. İçecek bir şey ister misin diye sorduğumda hayır demişti. Dikkatle bana bakıyordu. Ellerini birleştirmişti, gergindi. Bu konuşmada birbirimize açık olmak zorundaydık. Bu yüzden direk gerçekleri açığa çıkararak konuşmaya başlayacaktım. Yalanlarla işimin olmadığını bilmesi gerekliydi.
"Andrej, odama geldiğin için oldukça mutluyum. Dün yemekte ufak bir atışma yaşadık, bugün ise bu atışmayı çözeceğimize inanıyorum." dedim.
Andrej "Ben de buna inanıyorum, anne. Burada her şey çözülecek. Neden sürüldüğümü, neden beni gözden çıkardığınızı merak ediyorum. Cevaplarını duymak için hazırım."
"Bu bir sürgün değil, bu seni hayatta tutmak için başvurduğumuz bir yol. Yaptığın hainliği görmezlikten gelerek seni yaşatmak adına seni Parsal'a gönderiyoruz."
Kaşlarını hafifçe çatmıştı. Kuşkuyla bana bakarak "Hainlik mi? Ben ne yaptım?" dedi.
"Yalancılık sana yakışmıyor. Her şeyi biliyorum, Andrej. Sömürge ülkelerine para yardımı yaptığının farkındayım. Sadece ben değil, baban ve kız kardeşlerinden de biliyor. Onlar da işlediğin suçun farkındalar. İnkar edeceksen sakın etme. Bu meseleyi daha fazla çirkinleştirme."
Oğlum suskundu. Başını eğmişti. Ne diyeceğini merak ediyordum. Bir yanım inkar etmesini istiyordu, anne ben yapmadım desin istiyordu. Bunu derse bu çirkin olaydan kurtulacaktık. Silinip gidecekti. Yine huzurlu olacaktık. Ona inanmaya hazırdım."Yaptığım şeyi neden inkar edeyim? Bir şeyi yapıyorsam bunun sorumluluğunu almalıyım, bunu bana sen öğrettin." dedi ve kalbime bir hançer saplanmıştı. Bu görünmeyen hançer canımı acıtırken buruk bir tebessüm yüzümdeydi.
"Gerçekten mi? Neden yaptın? Neden?"
"Çünkü o insanların davasına inanıyorum. Onları haklı buluyorum. Kendi hayatımın ezilişine göz yumdum ama başkalarının hayatları değişebilir. Ben buna inanıyorum."
"Bu sarayda ötekileştirilmeye çalıştın ama buna engel olmadım mı? Seni ailemizden sayarak bunu herkese göstermedik mi?"
Kafasını iki yana salladı."Sadece aileden sayılma bunu çözer mi? Çok safsın, Kraliçe Loya. Kanım benim piç olduğumu kanıtlıyor, istediğin kadar beni kendi oğlun say. Bu gerçek değişmedi. İnsanlar bunu bilerek üstüme geldi, beni ezdi. Kimse beni senin oğlun olarak görmedi."
Alaycı bir sesle "İlla oğlum olman için seni doğurmam mı gerekliydi? İlla sütümü mü vermeliydim? Böyle annelik mi olur?" dedim. O bu dediklerimi umursamamıştı.
"Evet! Larastka için geçerli olan bu. Sen ve ben buna istediğimiz kadar karşı çıkalım. Gerçek bu."
"Sen ise bu gerçeğe dayanarak Larastka'ya sırtını dönüyorsun! Herkesin dediğine takılsaydım ben çoktan tacımı bırakmıştım. Takılmadım, pes etmedim. İnatla savaştım ve bak! Şimdi bu ülkenin hükümdarıyım. Tek bir kelimemle dağlar yerinden oynar. Sen ise savaşmadan pes ediyorsun, bunu sana öğretmiş olamam."
"Larastka uğruna savaşacak bir şey görmüyorum. Burası bir bataklık, ben ise bu bataklıktan kurtulmak istiyorum. Bu bataklığın kuruması gerekli. Böylece daha mutlu bir yer olabilir. Çiçekler açabilir."
Sinirle "Biz bile senin için önemli değiliz, senin ailen değiliz." dedim.
"Ailem olmadığınızı dün kanıtladınız. Beni Parsal'a sürüyorsunuz. Kuzeyin kuzeyine sürgün ne demek, fikrin var mı? Buradan daha beter insanlarla uğraşmam demek. Oysa bana ömrümün sonuna dek kalacağım söylendi."
"Senin yaşaman için aptal!" diye bağırdım.
"Ben orada da yaşayamam, Kraliçe. Buradakilerden farkları olmayacak. Herkes bana piç diyor, onlar mı demeyecek?" dedi. Dudaklarını birbirine bastırmıştı, ellerini yumruk şeklinde yapmıştı."Keşke beni idam etseydiniz, bu daha iyi olurdu."
"Bir anne, baba için evladının ölüm emrini vermek ne kadar kolay? Sen bizi ailen olarak görmeyi bırakmışsın fakat biz senin aileniz. Jayce seni oğlu gibi seviyor, ben de öyle. Kızlar için bir abisin. Neden bunları görmüyorsun? Neden yaptığının hata olduğunun farkında değilsin?"
"En başından farkında olsaydınız. Biz asla aile olamazdık. Ben sizin oğlunuz olarak büyütülsem de başkalarının gözünde asla olamayacağım için her daim aşağılanmaya, ezilmeye mahkumum. Dediğim gibi kendi hayatımda bunu değiştiremem ama başkaları için değişebilir. Sömürge ülkeleri ezilmekten kurtulabilir. Bu yüzden yardım ettim. Yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim."
"Bu sözlerini benim oğlum söylüyor olamaz."
"Gerçek Andrej söylüyor. Dışlanan prens konuşuyor, aşağılanan piçin gerçekleri bu. Larastka asla benim vatanım olmadı, sizler ise dün gece gerçek ailem olmadığınızı açıkça gösterdiniz."
Derin bir nefes aldım. Ne dersem diyeyim faydası olmayacaktı."Bu hale geldiğine inanamıyorum. İçim acıyor."
"Bana acımana gerek yok. Merhametine muhtaç değilim. Merhametini göstermen gereken kişiler, sömürge vatandaşları. Onları bu kanlı savaşa kurban etme, bunu durdur."
"Asla! Larastka'nın geleceğini karartamam."
"Senin de Kral Jayce'den farkın kalmamış, Kalplerin Kraliçesi Loya olarak anılmayı hakketmiyorsun. Sana olan hayranlığımın ne kadar boş olduğu açıkça ortaya serdin."
"Sözlerin yaptıkların kadar canımı acıtmıyor, Andrej. Seni oğlum olarak gördüm, pişman değilim. Ne dersen de, umurumda değil. Aynaya nasıl bakacaksın, merak ediyorum. Seni büyüten insanlara ihanet ettin, nankörlükle karşılık verdin. Bunun için hiç mi için sızlamayacak? Hiç mi canın acımayacak?"
Andrej derin bir nefes aldı, gözlerini kapattı. Ardından yavaşça ayağa kalkmıştı."Ailem onlar benim ne yaşadığımı umursamadığı için, hayır. Burada en güzel öğrendiğim şey bencillik. Ben de bu konuda bencilce davranacağım." dedi. Bana bakıyordu. Donuk bakışları ruhsuzdu. Bana olan sevgisinden bir parça göremiyordum."Nankör evlat veya hain evlat olmak, umurumda değil. Bugünden sonra hiçbir şey değişmeyecek. Sözde ailemin son isteği olan Parsal'a gitmeyi kabul edeceğim. Belki bu nankörlüğümü azaltır."
"Defol, Andrej! Defol!" diye bağırdım ve kapıyı gösterdim.
O odadan çıkarken yaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu. Andrej'i kaybettiğim açıktı. O çoktan bizi bırakmıştı. Düşüncelerine göre o bir kimsesizdi. Bu zamana kadar ailesi olmamıştı. Oysa biz onun gerçekten ailesi olmak istemiştik. Gerçek anne babasının yerini alamasak bile kendimizce annelik babalık yapmıştık. Şimdi ne olmuştu? Bunun karşılığı olarak nankörlük ve hainlik vardı. Bu sorun ömür boyu çözülmezdi. Yapılması gereken şey ise yollarımızın ayrılmasıydı. Bundan sonra Andrej yolunda tek başına yürüyecekti. Parsal da sakin bir yaşam sürecekti. Belki bu akıllanmasını sağlardı, elindekilerin değerini bilmesini sağlardı. Tekrardan benim küçük, utangaç oğlum olurdu. Keşke her daim çocuk kalabilseydi. O zaman onu herkesten saklardım, hayatın ona incitmesini önlerdim. En önemlisi ise savaşmayı öğretirdim. Böylece onun da bağlanabileceği bir yer olurdu. Hatalarımın bedelini ödüyordum ve canım çok yanıyordu.
♔
♔Loya Ükhel Rahibeleri'nin uyarısını ciddiye almayarak doğru mu yaptı? Jayce'e yalan söylemesi doğru muydu?
♔Keila-Loya konuşması için düşünceniz nedir? Keila düşüncelerinde haklı mı? Sizce Keila neden yaptı?
♔Andrej'i Parsal'a göndermek sizce doğru bir çözüm müydü? Başka bir çözüm olabilir miydi?
♔Andrej-Loya konuşması için düşünceniz nedir? Andrej sizce nankör birisi mi?
Bir dahaki bölüm Keila olacaktır! Sevgilerle!
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top