Larastka'ya Sadakat♔

BÖLÜMÜ OYLARSANIZ VE YORUMLARSANIZ SEVİNİRİM!

EĞER GÜNCELLEME BİLDİRİMİ GELMİYORSA KÜTÜPHANEDEN ÇIKARIP, BİR DAHA EKLEYİN VEYA BENİ TAKİP EDİN.

Bölüm Şarkısı:Coldplay - Princess Of China ft. Rihanna

Yayınlanma Tarihi: 21.07.2020 (20:25)

İyi Okumalar!

Larastka Krallığı - Başkent: Kantre - Ulu Saray

Jayce

Gri bulutları izliyordum. Kışın habercisiydi. Kış gelmişti. Bu kış diğerleri gibi değildi. Bu kış savaşın geldiğini haber veriyordu. Beklediğim ve arzuladığım savaştı. Üstelik savaşı başlatmam için gerekli bahanem elimdeydi. Larastka'nın en büyük yasağını delen bir prens vardı. Bu prensi cezalandırmak içinKantre'ye getirilmesini istemiştim, karşılığında ise sert bir dille yazılan küstah bir mektup bulmuştum. Bu mektup ve asi prens savaş için gerekli bir bahaneydi. İstesem şu an üstlerine yürürdüm ama benim de  hamlelerim vardı. Koşulları ben belirleyecektim ve kazanacaktım. Onlara ne olacaktı? Gözümün önünde idam mı edilmelilerdi yoksa sürgün mü etmeliydim? Buna yanıt veremiyordum. Sonuçta bir zamanlar bu mektubu yazan kadınla büyük şeyler yaşamıştım. Ona aşık olmuştum, hayatımda bir anlam olmasına izin vermiştim. Onunla savaşacak olsam bile ölümünü emretmek benim için çok zordu. 

Bu noktaya nasıl geldiğimiz açıktı. İkimizde farklıydık. Birbirini öldürebilecek  farklılıklar. Ölümcüldü. Bu savaşı ben kazanırsam onun savunduğu her şey ölecekti, o kazanırsa benim savunduğum her şey ölecekti. Her şey farklı olabilir miydi? Buna bir yanıt bulamıyordum. Her şey farklı olamazdı, her şey yine bu noktaya gelirdi. Kaçınılmaz olan bir sondan kaçamazdık. Yazılan hikayeler bozulamazdı. Ayashri ve benim hikayemde bir şekilde birbirimizin sonu olma vardı. Ateş ve buz yan yana duramadığı gibi biz de duramazdık. Onlar gibi birbirimizi tüketmeye mahkumduk. 

Kapım tıklandığında gel dedim ve arkamı döndüm. Gelen Vadim idi. Benim sadık askerim, dostumdu. İçimdekileri bilen insandı. Loya'ya bile anlatamadığım sıkıntıları o biliyordu. Ah, Loya. Tatlı Loya'm. Keşke beni tam anlamıyla anlayabilseydi diyorum. Birbirimizi seviyorduk, birbirimize aşıktık ama birbirimizi anlamakta zorlandığımız konular vardı. Mesela benim bu sert duruşumu anlamıyordu. Ben de onun bu vicdanını anlamıyordum. Bu mesele bir gün çözülecekti, buna inanıyordum. Tıpkı savaşla beraber Ayashri ile aramdakilerin çözüleceği gibi. Abshek'in iki kızının da hayatımda bu kadar büyük etkisi olacağını nereden bilebilirdim? Babam bunu bilseydi çok gülerdi. Sonuçta Abshek'in idam emrini veren oydu. Bu kararın cezasını ise ben çekiyor olmalıydım. Çok komikti. Hayat er yada geç intikam almasını biliyordu. Yaşayıp yaşamamak önemli değildi. Buna sessizce gülmüştüm.

Masama geçtiğimde Vadim tuhafça bana bakıyordu. Neden güldüğümü merak ediyor olmalıydı. Açıklamayacaktım. Açıklasam anlamazdı."Neden dik dik bakıyorsun?" dedim.

Vadim "Seni bu kadar keyifli en son ne zaman gördüm, onu düşünüyordum." 

"Andrej ve Avelin'in düğününde gayet keyifliydim. Sanki sürekli suratım asık geziyormuşum gibi konuşuyorsun."

"Bilemiyorum. Yaşanan son olaylardan sonra seni daha mutlu olur diye düşünürken sen sessizliğe büründün."

"Birçok şey yaptık, mesela Azinizar ile Aspanza şu an sayemizde savaş durumundalar. Ayashri'ye ayarladığımız sahte suikast ile Talayer'in aklını oynattığımıza eminim. Kendine çok güveniyordu, güveninin ne kadar boş olduğunu görmesi lazımdı."

Vadim gülerek "O sahte kehanet fikri de güzeldi. Ükhel rahibeleri ölüm gördü düşüncesi de o kurnaz tilkinin kuşkuya düşmesine neden oldu." dedi.

"Eh, Vadim. Bizim de oyunlarımız var elbette. Talayer'in bu hayattaki tek serveti Ayashri ve çocukları. Bu onun en büyük zaafı iken bunu kullanmamam aptallık olurdu." 

"Bunu hakkettiler. Prenslerinin vatandaşlarımıza çıkardığı yasa bile sınırı aştıklarını gösterir, Jayce." 

"Fakat onların da haklı olduğu taraf var. Naomi bizim adımızı kullanmamalıydı. Hoş, Ayashri hemen hükmü vermiş ama Naomi'nin yaptığı yanlıştı." dedim. Derin bir nefes aldım. Bu konu da Ayashri bana göre doğru davranmıştı. Naomi'nin cezalandırılması gerekliydi."Cezalandırılmalı." 

"Cezalandırılacak zaten. Ona vereceğin görev bir intihar görevi değil mi? Azinizar'a karşı açacağı savaşı kazanamayacağı açık. O zaten ölecek." 

"Ölmeli. Yaşamın kıymetini bilmeyenler bu hayattan silinip gitmeli." diye mırıldandım.

Vadim dikkatle beni incelemişti. Merakla "Jayce, senin neyin var? Neden durgunsun?" dedi.

"Ben önümüzdeki savaştan sonra olacakları düşünüyorum. Bunu düşündükçe içimde sıkıntı oluyor. Naomi'nin iddia ettiği herkesi idam ettireceğim kesin ama konu Azinizar olunca emin olamıyorum." dedim. Bunu demek beni rahatlatmıştı. Elimi saçımdan geçirmiştim."Neden emin olamadığımı biliyorum, orada yaşadıklarım beni etkiliyor. Esla benim hayatımın dönüm noktası oldu. Oradaki hatıralarım kıymetli. Eğer o insanların ölümünü emredersem hatıralarımın ölümüne neden olacakmışım gibi hissediyorum." 

"Bunu yapmak zorunda olduğun açık. Senin ölmesini istemediğin insanlar değil, tek bir insanın ölmesini istemiyorsun. Ayashri o da. Fakat Jayce o kadının hayatına ne kadar büyük zarar verdiği açık. Devletine tehdit. Savaşı kazandığımızda onu öldürmelisin, böylece ikinci defa bu aptal tehditle karşı karşıya kalmazsın." 

"Dediğin çok kolay sanki. Ben senin kadar duygusuz değilim."

"Ayashri seni öldürsün o zaman. Savaş meydanında bunu yapsın, sen de asilce anıl. Jayce, aptal olma. O kadın seni gözünü kırpmadan, acımadan öldürür. Sen ise ona gereksiz merhamet gösteriyorsun. Bırak, kocası ve çocukları onunla beraber ölsün." 

"Bunu emretmek çok zor." diye fısıldadım.

"Bu savaşta merhamete yer yok, acımasız olmak zorundasın. Merhametin olursa kaybeden sen olursun. Loya'yı ve çocuklarını düşün, Jayce. Kaybedersen onlar da kaybedecek. Onların hayatını Ayashri denilen fahişeyle Talayer piçine mi bırakacaksın?"

Öfkeyle "Asla!" dedim.

"O zaman Ayashri ölecek. Kazandığımız zaman o fahişenin ölümünü zevkle izleyeceğim." 

"Ayashri'yi öldürünce sorunlarım bitecek mi? Ben onu öldürecek kadar nefret etmiyorum, Vadim. Ona karşı bir şey hissetmemek daha sağlıklı. Ondan nefret edersem sağlıksız kararlar alırım, ileride beni pişman edecek kararlar. Bunu istemiyorum."

"O kadından bir gün nefret edeceksin, Jayce. O kadını öldürmek zorunda kalacaksın." 

Alaycı bir şekilde "Bundan nasıl emin olabiliyorsun? Yoksa kahin misin?" dedim.

"Kahin değilim, ikinizi tanıyorum. Ayashri bir hata yapacak, ölümcül bir hata yapacak ve senin nefretini kazanacak. Sen ise onu öldüreceksin. Savaşı kazansak da kaybetsek de bunu yapacaksın." 

Gülerek "Çılgın bir kahinim eksikti, sayende oldu." dedim.

"Sen beni ciddiye alma, alay et ama gerçek bu. Ayashri'nin ömrü kısaldı, dostum. Son kışını yaşıyor."

Derin bir nefes aldım. Vadim'in bu sözlerini ciddiye almayacaktım."Belki de hepimiz son kışımızı yaşıyoruz, bunu kimse bilemez." dedim. 

Kapı tıklandığında gel sesimle içeri küçük kızım Maida girmişti. Saçları toplanmıştı, tatlı bir gülümseme yüzündeydi. Tatlı bir sesle "Aspanza'nın yöneticisi ve eşi geldi, babacığım. Annem seni çağırıyor." dedi. 

Vadim "Son kışını yaşayan başka birisi daha!" dedi ve gülümsedi. Bir şey demeyecektim. Bu konu daha fazla uzamamalıydı.

Odadan çıkmıştık. Sarayın önünde Naomi için bekleyiş vardı. İyi bir ev sahibi olarak onları karşılamalıydım. Ayrıca Naomi'den öğreneceklerim kıymetliydi. At arabası gelmiş, durmuştu. Arabadan ise iki kişi inmişti. İlk inen siyah saçlı, keçi sakallı bir adamdı. Simsiyah pelerin giymişti. Naomi'nin eşi Albert olmalıydı. Albert'ın yardımıyla da Naomi inmişti. Naomi hatırladığım gibi değildi. Onu düğünümüzde görmüştüm. Utangaç bir kızdı. Şimdi ise kendine  çok güvenen bir kadın vardı. Kahverengi saçları açıktı, zümrüt yeşili pelerinine dökülüyordu. Kalp şeklindeki yüz hatları bana Kraliçe Anita'yı hatırlatıyordu. Yeşil gözleri ve gamzeli masum gülümsemesi onun hala utangaç kız olduğunu gösterir gibiydi. Fakat değildi. Benim adımı kullanarak sahte bir elçiyi Azinizar'a göndermiş, Ayashri ile beni karşı karşıya getirmek istemişti. Bunun cezası idamdı. İstesem idam ederdim ama Naomi'yi başka amaçlar için kullanacaktım. Kullandığım amaç uğruna ölecekti. 

Naomi ve eşi karşımda durmuşlardı, resmi bir şekilde başlarını eğmişlerdi. Onlarla beraber arkalarındaki maiyetleri de başlarını eğmişlerdi. Loya "Aspenza Yöneticisi Naomi Kuard ve Albert Kuard, Larastka'ya hoş geldiniz." dedi. 

Naomi "Kralım ve Kraliçem sizlerin karşısında olmaktan büyük bir gurur duyduğumu belirtmem gerekir. Davetiniz için ben ve ailem minnettarız." 

"Gelmek zorundaydın, Naomi. Buraya geliş amacını unutma." dedim.

Yeşil gözleri hırsla parlamıştı."Asla unutmadım. Buraya kralıma ve kraliçeme hizmet etmek için geldim. Hainlerin kellerini kopartmak için gereken gerçeği size sunacağım." 

"Umarım mektubunda yazdığın sözü hatırlarsın, her şeyi öğrenmek istiyorum. Bu zamana kadar olanları anlatacaksın, ben ise onlara adaleti sunacağım. Şimdi dinlenmek için odanıza çekilin. Leydi Yamuna size gösterecektir." dedim ve arkamı dönüp saraya geçtim.

Yatak odasına girdiğimde peşimden Loya da gelmişti. Yanıma oturmuştu. Yosun gözlerinden düşünceli olduğu açıktı. Yanağını okşadığım zaman gülümsemişti. Keşke onunla sakince yaşayacağım bir yer mümkün olabilseydi. Loya'mla bunu hakkediyorduk. İkimiz de mutlu olmak istiyorduk. Taşıdığımız tacın ağırlığı bizi ezdikçe sakin bir yaşamı arzular olmuştuk. Belki bir gün olurdu. Her şeyi bırakabileceğimiz bir gün gelirdi. Adeline biz olmadan da yapardı. Bu saraydaki herkesi dizginleyecek güçte bir kızdı. Üstelik kardeşleri de onunla olunca yapamayacağı bir şey yoktu. Belki tahttan çekilmemiz düşündüğümden daha yakındı.

Loya'nın yanağını okşarken "Neden düşüncelisin?" dedim. 

Loya "Naomi'yi düşünüyordum. Samimiyetsizdi." diye mırıldandı.

"Yeşil gözlerindeki hırstan rahatsız oldun değil mi? O gözlere baktıkça ne kadar kör bir hırsa sahip olduğunu hissettin."

Loya şaşkınca gülümsemişti."Bunu nasıl anladın? Hislerimi tarif ettin, Jayce!"

"Kaç yıldır beraberiz, sevgilim. Elbette birbirimizin içini okuyabileceğiz, aynı hisleri hissedeceğiz. Sen bensiz, ben senim."

Heyecanla "Madem sen de böyle hissediyorsun, o kadını neden çağırdın? Mektuplarında bile bunu hissediyordum." dedi. 

"Dediği her şeye ihtiyacımız var, sevgilim. Bize ihanet eden herkesi öğrenmem lazım, Naomi ise bunun için bir araç." 

"İhanetin bedeli ağır olur derdi dayım. Bizim de bu ihanetin bedelini ağır ödetmemiz lazım. Koruduğumuz her şeyi kaybedemeyiz." 

"Korkma, ihanetin bedeli ağır olacak. Kuzgun çığlığı duydukları en son ses olacak." dedim ve yanağını öptüm.

"Sonra ne olacak? Belki de yeni bir düzen getirmeliyiz. Sömürgeleri kendi topraklarımıza katarsak Larastka halkı yok olur." dedi. Daha sonra parmağına saçını dolamıştı. Onun bu hareketine bayılıyordum. Gülümseyerek "Belki de artık ülkelerdeki her yöneticini Larastkalı olmasının vakti gelmiştir." dedi. 

"İlk önce bu savaşı atlatalım, sevgilim. Ardından neler olacağını düşünürüz. Tek isteğim kızıma iyi bir Larastka bırakmak."

"Bunu biliyorum, kızımız da biliyor. Sakın endişelenme. Sana destek olacağım." dedi ve başını göğsüme yasladı. İşte o an içimdeki dert, sıkıntı her şey gitmişti. Loya'm, benim güzel, tatlı Loya'm. Her an yanımda olmana her zamankinden çok ihtiyacım var. Yolum gittikçe karanlığa karışırken bir tek senin gülümsemen yolumu aydınlatabilir. Karanlığa karışmama engel ol, Loya. Buna ihtiyacım var. Ben korkunç bir adam olmak istemiyorum.

Akşam yemeğine kadar Loya ile odada dinlenmiştik. Yemek için hazırlanmıştık. Loya her zamanki gibi muazzamdı. Zümrüt yeşilinin ona ayrı bir yakışıyordu. Gözlerini daha çok ortaya çıkıyordu. Boynunda da ona hediye ettiğim zümrüt gerdanlık vardı. Çok güzel olmuştu. Ona baktıkça baharı hissediyordum. Çok güzelsin dediğim zaman eşsiz tebessümü yüzündeydi. Beraber yemek salonuna inmiştik. Naomi için vereceğim davet yarın olacaktı. Bugün basit bir akşam yemeği daha uygun olurdu. Naomi ve ailesinin fazlasıyla abartılmaması lazımdı. 

Masaya en son biz gelmiştik. Bizim gelmemizle beraber yemek başlamıştı. Masadaki herkes Aspenza'dan gelen misafirlerimize soğuk ve temkinli yaklaşıyordu. Bakışlar bunu ele veriyordu. Sözler sıcak, samimi olsa bile bakışlar gerçeği anlatıyordu. Misafirlerimiz ise bunu umursamıyor gibiydi. Bulundukları ortamın tadını çıkarmakla meşgullerdi. Naomi buraya 2 çocuğunu getirmişti, diğer 2 çocuğu ülkesinde kalmıştı. İkizleri Keila ile yaşıttı. Kızı annesi gibi kahverengi saçlara, yeşil gözlere sahipti. Oğlu ise babasına benziyordu. Çocukları benim çocuklarımla konuşmaya çalışsa da arada bir mesafe vardı. Özellikle Adeline mesafeli davranıyordu. Onları gözlemliyordu. Güvenmeyeceği açıktı. Keila ablası gibi değildi. Mesafesine rağmen samimiymiş gibi davranıyordu. Mesafesi bakışlarında saklıydı. Hatta hafif küçümseme bile vardı.Yine de anlaşıyormuş gibi yapıyordu. Onun bu hali bana annemi anımsatmıştı. 

Albert "Majesteleri bizi sarayınıza davet ettiğiniz için müteşekkir olduğumuzu belirtmek isterim." dedi. Şarabını keyifle yudumladıktan sonra "Siz ne isterseniz yapmaya hazırız." dedi.

"Sizin en büyük hizmetiniz bize anlatacağınız sırlar olacak, Albert." dedim. 

"Her şeyi getirdik, ihanetin belgeleri var. Hatta elçilerimiz de burada. Her şeyi kullanmalısınız ve size karşı olanlara adaletinizi göstermelisiniz." 

Naomi "Bizi bağışlamanızı istiyoruz, efendim. Bir yanlışın esiri olduk, zehirli sözler bizi kör etti."

Loya "Önemli olan yanlıştan dönebilmek, Naomi. Kraliçe Anita'nın açtığı bu yolu kapatan sen olacaksın, bununla gurur duy."

"Keşke beni büyüten kadın da bunun yanlış olduğunu görebilseydi. Anneannemin bu hatasını temizlemek bana düşüyor." 

Albert alaycı bir şekilde "Kendisi yaşasaydı bu hatadan döner miydi, merak ediyorum." dedi. Cevabını bildiği soruları neden soruyordu ki? Asla dönmezdi. 

"Cevabını bildiğiniz soruları sormanın anlamı yok, Leydi Anita veya Kraliçe Anita inatçı bir kadındı. Doğrularını sonuna kadar savunup, inat ederdi. Muhtemelen yaşasaydı ölürdü." dedim.

"Fakat artık o yok, biz varız. Aspenza halkına doğru yolu gösteriyoruz, Kraliçe Anita'nın izlerini siliyoruz. Larastka'ya sonsuz sadakat duyduklarına dair şüpheniz olmasın."

Adeline "Sadakat bu zamanlarda çok nadir bulunan bir şey oldu. İhanet çok yaygın. Peki biz size nasıl güvenebiliriz? Bir zamanlar içinde bulunduğunuz ittifakın sırlarını vermek sadakati sağlar mı?" dedi. Sesinde herhangi bir duygu yoktu, bakışları ise Aspenza çiftinin üstündeydi. 

Naomi zoraki bir gülümsemeyle "Prenses emin olun asla o ittifakın içinde olmadık. Onlarla yan yana olmuş olsak bile kalpten bağlı değildik."dedi.

"Şimdi bize bağlı olacaksınız, ne kadar hoş! Evinize geri döndünüz." dedi. Sesindeki alay Naomi'yi huzursuz etmişti. Bir şey demek istiyordu ama diyemezdi. Sonuçta Adeline geleceğin hükümdarıydı. Onunla zıtlaşırsa kendi hükmü tehlikeye girerdi.

Loya "Adeline haklı. Sadakat basit bir şekilde sırları söylemek değildir, Naomi. Bundan daha fazlası lazım." 

"Daha fazlasını yerine getireceklerine dair kuşkum yok, Kuard çiftine güveniyorum. Sonuçta daha fazlası olmazsa neler olabileceklerinin farkındalar." dedim. 

Naomi'nin yeşil gözlerinde korku vardı. Albert gerilen eşinin elini tutup, ona bakmıştı. Albert "Kralım ve Kraliçem, bizden asla şüphe etmeyin. Emirlerinizi seve seve yerine getireceğiz." dedi. Adeline'a bakarak "Sonuçta sadakat sadece kirli sırları ortaya dökerek gösterilmez." dedi ve kadehini Adeline'a doğru kaldırıp içti.

Adeline gülümseyerek "Sadakatin bir anda kazanılmadığını bildiğinizi görmek inanın beni çok mutlu etti. En sadık sömürgemiz sizsiniz, Kral Albert." dedi.

"En sadık biz miyiz, bilemiyorum ama size sadık olmak için elimizden gelen her şeyi yapacağımıza emin olun, Prenses."

Naomi merakla "Majesteleri acaba diğer ülkelerden hiç haber var mı? Size hala raporlarını sunuyorlar mı, bunu merak ediyorum." dedi.

"Bu seni neden ilgilendirdi, Naomi?" dedim.

"En son Ayashri vergileri ödememek, rapor vermemek konusunda bir mektup göndermişti. Bundan dolayı sordum." 

"İçin rahat olsun, her şey kusursuzca ilerliyor." dedim ve etimi kestim. Naomi'nin bakışları Andrej'e yönelmişti. O bütün yemek boyunca sessizdi. Bu sessizliğin nedeni açıktı. Sömürgelere karşı duyduğu merhamet onu bizden koparıyordu. Onlara olan desteğini bir türlü törpüleyememiştim. Canımı çok sıkıyordu.

"Prens Andrej, öncelikle evliliğiniz için sizi kutlarım. Eşiniz ile bir ömür boyu mutlu olun." dedi. Andrej'in baygın bakışları Naomi'ye yönelmişti.

Andrej mesafeli bir şekilde "Öncelikle bana prens demenize gerek yok, ben bir prens değilim. Lord Andrej demeniz daha uygun. Teşekkür ederim." dedi.

"Düğününüzde olmak isterdik ama şartlar uygun değildi. Umarım hediyelerimizden memnunsunuzdur." 

"Hediyelerden memnun olup olunmadığını bence bana değil, bağışladığım kimsesiz çocuklar evine sormalısınız. Düğün hediyelerinin hepsini o evlere bağışladım." 

Naomi şaşkınca bakarken Loya gülümseyerek "Andrej ve Avelin'in kararı oldu. Gelen her düğün hediyesini bağışladılar." dedi. Konuyu daha fazla uzatmadan Loya değiştirmişti.

Yemekten sonra Keila ve sarayın müzik orkestrası bize ufak bir müzik şöleni yaşatmışlardı. Keila'nın narin sesi salonda yayılırkeon onun bu kadar güzel şarkı söylemesini hayranlıkla izliyordum. Bu sesin verdiği huzur harikaydı. Şarabımı içerken Keila'yı dinliyordum. Bir yandan da Naomi ve Albert'ı düşünüyordum. Yemekte bize gerçekten sadık gibi duruyorlardı. Her şeyi diyeceklerdi ama yalanlarla karışık derlerse ne olacaktı? Yalanlarla gerçekleri iyice ayırmam gerekliydi. Getirdiği mektuplar gerçek mektuplar olduğuna dair şüphem yoktu. Onda kandıramazdı. Mühim olan anlatacaklarıydı. Bunda gerçekle yalanı ayırt edebilmemi sağlayacak şey ise güneyi tanımış olmam gibi duruyordu. Ayashri ve Talayer'in sınırlarını, neleri yapıp neleri yapamayacaklarını biliyordum. Umarım Naomi de bunun farkında olurdu, beni kandırmaya çalışmazdı.

Yatak odasına çekildiğimizde aklımdaki düşünceleri anlattım. Düşüncelerine ihtiyacım vardı. O da benim gibi düşündüğünü söylemişti. Naomi'nin yalanları olabileceğini ve buna karşı dikkatli olmamız gerekli olduğunu söylüyordu. Üstelik bize sadık kalan diğer sömürgelerin de düşüncelerine ihtiyacımız var demişti. Mutlaka onlarla görüşmeliyiz diyordu. Bu konuyu ona bırakmıştım. Nasıl olsa o hallederdi.  Onun yapamayacağı bir şey yoktu.

Sabah dinç bir şekilde uyanmıştım. Kahvaltıdan sonra meclis salonuma Loya'm ile girmiştim. Albert ve Naomi bugünlük bu toplantıda olmayacaktı. İlk önce kendi içimizde konuşmamız lazımdı. Kuard çiftini fazlasıyla içimize sokarak iç işlerimize şahit olmalarını istemiyordum. Onlarla ilgilenecek olan Vadim onların dikkatini güzelce dağıtabilirdi. Bu konuda ona güveniyordum. Bugünkü konu ise günlerdir tartışılan savaş konusuydu. Meclis bu konuda benden daha öfkeliydi. Bir an evvel saldırıya geçmeliydik. Hainlerin kanı dökülmeli, ihanet Larastka'dan temizlenmeliydi. Oysa sabır lazımdı. Sabır her başarının ardında gerekli olan güçtü. Hainler gidecekti, ihanetin bedeli ağır olacaktı. İstediklerini almalarına izin vermeyecektim. Larastka parçalanmayacaktı.

Hafif bir öksürük sesimle bağırışlar kesilmişti. Tartışmaları yeterince dinlemiştim."Dostlarım! Hepinizin endişesinin farkında olduğumu belirtmek isterim. Korkmayın, ben de ülkemin ve yüce halkımın iyiliği için çalışıyorum. Bu ülkeye ve bu halka ihanet edenlerin bedelini ödetmeye hazırım." dedim.

Ronald coşkuyla "O zaman neden bekliyoruz? Larastka'ya zarar verenlere cezasını vermemiz gerekmez mi? Hainleri kanını akıtmak gerekmez mi?" dedi ve arkasındaki gruptan alkış sesleri yükseldi. Ah, Ronald! İnsanları bu kadar kolay etki altına alman senin zekanı mı kanıtlardı yoksa kurnazlığını mı gösterirdi? Bunu gerçekten sorguluyordum. 

"Hainlerin kanı akacak, ihanetin bedeli ödenecek bundan kuşkunuz olmasın. Fakat bunu barbarca yapmayacağız. Larastka gibi yapacağız." 

Stanley merakla "Nasıl?" dedi. 

"Bildiğiniz üzere Aspenza'nın kraliyet çifti burada. Onlara Azinizar konusunda görev vereceğim. Azinizar'ın gücünü kıracak bir savaş olacak. Ardından Azinizar'ın ve diğerlerinin üstüne yürüyeceğiz."  dedim.

"Azinizar'ın Aspenza ile savaşacağına emin misiniz?" 

Gülümseyerek "Savaşmaları için bahaneleri var. Azinizar, kraliçeleri olan Ayashri'ye suikast düzenleyenler olarak Aspenza'yı biliyor. Savaşmak zorundalar. Onları tanıyorum, intikamı severler." dedim.

Ronald "Majesteleri,Azinizar Galyza'yı bu savaş için kullanamaz mı? Onlar adına Galyza savaşabilir, Galyza bunu bahane edebilir. Sonuçta onlarla Aspenza sorunluydu." dedi. Kuşkulu gözlerle bana bakıyordu.

"Savaşsın, yine kârlı olan biziz. Çünkü Azinizar müttefikine yardım edecektir. Aspenza'yı ikisi beraber bastırmak bile onları yoracaktır. Onların yorulduğu anda biz bastıracağız. Savaştan kaçışları olmayacak."

Loya "Üstelik kuracağımız ordu sadece Larastka ordusu olmayacak. Bize sadık olan diğer ülkelerin ordusu da olacak. Onlardan kalabalık olacağız." dedi. Meclisteki herkesin yüzüne tek tek bakmıştı."Ayrıca Azinizar'ın meşhur sönmeyen ateşi bizde de mevcut. Bazıları bu ateşten korkuyor, bunu duydum. Korkmanıza gerek yok. Aynı güce bizde sahibiz." 

"Zafer çığlıklarını duyun ve sabırlı olun. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak." 

Edvin elini kaldırınca ona söz hakkı verdim. Sakin bir sesle "Majesteleri bu savaşı kaldırabilecek güçte miyiz? Halkımız bu savaşı destekliyor ama vergilerin artışından korkuyorlar." dedi. Aiden'in oğluna yakışan bir soruydu. O da yaşasaydı muhtemelen buna benzer bir soru sorardı. Savaşların insanları nasıl yorduğunu biliyordu. Keşke yanımda olabilseydi.

"Vergileri artırmamıza gerek yok. Hazinemiz sömürgelerimiz sayesinde ağzına kadar dolu. Para gücümüz yüksek iken bunu sorun edemeyiz." 

Ronald "Acaba burada yaşayan sömürge vatandaşlarını  şehirden göndermeli miyiz? Sonuçta bize ihanet ettiler, doyduğu topraklara tükürdüler!" dedi. Yine fanatik bir kesim Ronald'ı haklı bulmuştu. Bu gruba para mı veriyordu? Her düşüncemi alkışlayın, haklı gözükeyim diyerek bunu yapmış olabilirdi. Lord Jason bir zamanlar bu numarayı yapmıştı, ondan görüp yapıyorsa asla şaşırmazdım.

Adeline "Asla!" diye bağırdı. Tüm bakışlar ona çevrilmişti. Kızım ise dehşete düşmüş bir şekilde Ronald'a bakıyordum. Bu dehşet hızla öfkeye dönüşmüştü.Sinirle "Ülkelerin işlediği suçları ülkesinde bile yaşamayan masum insanlar ödeyemez!" dedi.

"Prenses, o insanların sağda solda kendi ülkelerini överek konuştuklarını bilmiyormuş gibi konuşmayın."

Stanley "İnsanların hepsini kötü göstermeye çalışmazsın." dedi. Ronald ise onu umursamışa benzemiyordu.

"Bence Prenses'in neden koruduğu açık. Aşığı bir tüccar ve sömürge vatandaşı olmakla gurur duyuyor." 

Adeline "Onun kanı benim kanım gibi. Yarısı kuzeye ait, yarısı güneye. O da benim gibi her iki tarafıyla barışık iken siz nasıl bunu çarpıtıyorsunuz?"

"O tüccar sizin için savaşır mı, Prenses? Sizin için Larastka'yı savunur mu? Hayır! Kendi adamlarıma onu takip ettirdim, araştırdım. O güneyli olmakla gurur duyuyor, kuzeyli olmakla değil."

"Küstahlığınız sınır tanımıyor, lordum. Siz kimsiniz? Ne oluyorsunuz? Kendi babamla annem karışmıyor iken size ne oluyor?"

"Geleceğin hükümdarının eşi olacak birisi elbette araştırılmalı, buna layık mı değil mi..." dedi ve Ronald dedim. Bakışları bendeydi.

Kaşlarımı çatmıştım."Kız senin çocuklarından birisi değil, eşinin akrabası değil iken sana ne oluyor? Ne hakla Adeline'ın hayatına karışma ihtiyacı duyuyorsun? O yetişkin birisi ve hayatına istediği insanı alabilir." dedim.

Ronald gerginlikten dudakları incecik olmuştu, bir şey diyememişti. Adeline ise bana mutlulukla bakıyordu. Casey denilen o tüccar bozuntusuyla beraber olduğunu biliyordum. Buna karışmıyordum, karışamazdım. Bu onun seçimiydi. Kendisine uygun olan insan o ise ne yapabilirdim? Eh, tüccar olması benim hoşuma gitmiyordu. Bu hayatta en hoşlanmadığım kişi bir tüccar olmuştu. Bunun dışında bir sorunum yoktu. Kızımı mutlu etsin, yeterdi. Birde umarım devlet yönetimini anlayacak kadar zeki birisiydi. Devletimi mahvedecek birisini kendisine eş olarak Adeline'ın seçmediğine inanıyordum. 

Loya "O zaman bugünkü meclis toplantısını bitirelim mi? Yeterince yoğun geçti, fikirlerimizi ortaya koyduk. Son sözü olan var mı?" dedi ve Andrej elini kaldırmıştı. Söz hakkını Loya verince ayağa kalktı.

Andrej "Benim aklımda bir soru. Neden her şeyi savaşla çözmek istiyoruz? Kanın dökülmesi şart mı?" dedi ve koca salon derin bir sessizliğe gömülürken herkes Andrej'e bakıyordu. O ise bana bakıyordu.

"Sen ne dedin?" dedim. Söylemiş olduklarını yanlış anlamak istiyordum. Yanlış anlamış olmalıydım, başka bir soru sormuş olmalıydı. Yutkunduktan sonra "Başka bir şey sormak istedin, değil mi? Ben yanlış anladım." dedim. Andrej ise hala donuktu.

"Beni doğru anladınız, neden her şeyi savaşla çözmek istiyoruz? Neden ihanet olarak algılıyoruz?" dedi ve etrafına baktı."O insanlar sefalet içinde yaşadı, buna biz mahkum ettik. Elbette karşımızda olacaklardı, elbette isyan edeceklerdi. Bu sonsuza kadar sürmez. Her devrin sonu vardır, bunu bilmiyor olamazsınız. Her şeyin çözümü savaş olamaz." 

Ben ellerimi sıkıyordum. Bunları nasıl diyebiliyordu? Delirmiş olmalıydı, hayır hayır. Delirmemişti, bilinçli olarak yapıyordu. Babasını düğününe davet ettirmediğim için bunları yapıyordu, benden intikam alıyordu. Zaten sömürgelere duyduğu bir merhamet vardı. Üstelik babasının Azinizar övgülerinden de etkilenmişti. Abim de müthiş bir Azinizar hayranlığı vardı. Mektupları kontrol ederken hep Azinizar'ı övüyordu. Bunları görmezlikten gelmenin bedelini ödüyordum. İhanetle ödemek canımı acıtıyordu.Ben onu oğlum gibi görürken onun bu hain düşüncelerini duymayı hakketmemiştim. 

Ayağa kalktım.Soğukça "Toplantı bitmiştir. Lord Andrej, dediklerinizi ciddiye almamakla beraber duymamış varsayıyorum. Lütfen konumunuza ve ailenize layık davranın." dedim. Ardından bir şey demeden salondan çıktım.

Çalışma odama geçmiştim. Askerlere kimseyi görmek istemediğimi içeriye kimsenin alınmayacağını söylemiştim. Kimseyi ne görmek istiyordum ne de duymak! Kar yağıyor olmasaydı atıma atlayıp saraydan uzaklaşırdım. Fakat kar yağışı yoğundu. Kahretsin! Sarayda kilitli kalmıştım. Masamın üstündekilerini öfkeyle dağıttım. Biraz rahatlatmasını ummuştum. Sinirimi, hıncımı nasıl atabileceğimi bilmiyordum. Normalde hep kontrollü olmuştum. Öfkemi içime atmayı bilmiştim. Şimdi neden kendimi kontrol etmekte zorlanıyordum? Bu kontrol kaybının nedeni neydi? Galiba sevdiğimiz insanlardan gördüğümüz ihanete belli bir süreden sonra katlanamıyorduk. Andrej'i sevmiştim, kendi oğlum gibi görmüştüm. Bana karşı olan asi tavırlarını her daim görmezlikten gelmiştim. Fakat şimdi sözleri bana değil, ülkeme ihanetti. Larastka'ya karşı sadakatsizliğini gösteriyordu. Bana olan ihanetini umursamazdım ama ülkeme olan ihanetin bedelleri ağır olurdu. 

Şimdi ne yapacaktım? Andrej'in ahmakça sözlerini herkes duymuştu. Zaten saraydaki konumunu insanlar kabul edemiyordu bu sözlerle asla burada barınamazdı. Ölümü bile istenebilirdi. Çıkmaza sürüklenmiş olamazdım. Acaba sürgün mü etseydim? Kuzey şehirlerinin yöneticisi olabilirdi, küçük sessiz bir hayat sürerdi. Çok sevdiği babasından uzak olurdu ama sözlerinin bedeli olmalıydı. Onu yaşatmamın yolu buydu. Ah, neden hemen saraydakilerin Andrej'in ölümünü isteyeceği düşüncesine kapılmıştım? Belki bu mesele hemen toparlanacaktı, kimse Andrej'in ne dediğini umursamayacaktı ve oğlum bizimle kalacaktı. Sürgün etmeyecektim, Loya üzülmeyecekti. Larastka'ya karşı da sadıklaştırmanın yolunu bulurdum.

Kar yağışını izlerken kapım tıklandı, gel dememle açıldı. İçeri asker girmişti. Sertçe "Rahatsız edilmek istemediğimi söylemedim mi? Ölmek mi istiyorsun?" dedim. Asker masadaki dağınıklığı gördükten sonra gerilmişti. 

Elindeki zarfı masaya bıraktı."Azinizar'dan bir mektup geldi, majesteleri. Bunun için sizi rahatsız etmek zorunda kaldım." diye mırıldandı.

"Anladım, şimdi odadan çık. Odaya da kimse girmeyecek!" dedim ve asker başını sallayıp hızla odadan çıktı. 

Ben ise zarfı alıp pencerenin önündeki koltuğuma oturdum. Kendime bir kadeh şarap doldurmuştum. Şarabımı yudumladıktan sonra zarfa baktım. Okumasam ne olurdu? Gerçekten kendimi tükenmiş hissediyordum. Loya'ya gönderebilirdim, o çok iyi uğraşıyordu. Onların dilinden anlıyordu. Mektubu yazan kişi ise Ayashri idi. Damgadan anlamıştım. Damgayı bozdum, mektubu zarftan çıkardım. Bakalım bana nasıl hakaret etmişti, okuyacaktım.

Larastka'nın Kuzgun Kralı Jayce

Bu mektubu yazarken sinirlerime nasıl hakim olacağımı bilmediğimi eklemek isterim. Önceki mektubunuzdaki kibriniz hem mide bulandırıcı hem de çok sinir bozucu. Kendinizi ilah gibi görmenizden sıkıldım. Sizi artık kralım olarak kabul etmediğim bir önceki mektubumda belirtmeme rağmen siz inatla kralım olduğunuzu iddia eden bir mektup göndermişsiniz. Anlamadınız sanırım. Siz benden oğlumun ölümünü istediğiniz sürece ben sizi kral olarak tanımıyorum. Ülkemi Larastka'dan saymıyorum. Bunu asilik olarak değerlendirin, inanın umurumda değil. Koptuk, Kral Jayce. Bundan sonra size uymuyorum, emirlerinize karşı geliyorum.

Her şeyin bittiği yerdeyiz, Kral. Sonun başlangıcı olarak görebilirsiniz. Bir devir kapanıyor, yeni bir devir başlıyor. Birbirimize karşı kılıçlar çekildi, geri dönüşümüz yok. Geri dönmek istiyor muyum? Hayır! Çünkü zincirlerimden kopmanın zamanı geldiğine inanıyorum. Aradığım savaş bahanesini ise oğlum bana vermiş oldu. Daha önceki mektuplarım da asiliğimin kanıtıydı. Karşılıklı savaş bahanelerimiz hazır. Sizinle savaşmaktan korkmuyorum. Size meydan okuyorum. Cesurca davranıyorum.

Bu savaşta yalnız olmayacağım, benim gibi sizin adaletsizliklerinizden bıkmış olan dostlarım var. Köle olmak istemeyen insanlar var. Bu sefer her şey farklı. Karşında tek bir devlet yok, tek bir halk yok. Halklar var, özgür olmak isteyen halklar var. Bu hayatta sadece Larastkalılar özgür ve güçlü değil, bizler de varız. Kulaklarınızı tıkadığınız, acı çekmesini zerre umursamadığınız insanlar. Bu insanları dinlemek istemediniz. Şimdi bunun bedelini ödemenin zamanı geldi. Bizden çaldığınız hayatlarımızı geri alacağız, boğdunuz zincirlerde sizler boğulacaksınız. Yaktığınız esaret ateşinde siz yanacaksınız. Döktüğünüz kanda boğulacaksınız. Eski düzen yıkılacak, yeni bir düzen kurulacak. Herkesin özgür olduğu, istediği dine inandığı, kendi kimlikleri olacak bir düzen. 

İstediğiniz kadar benden nefret edin, benimle savaşırken buna ihtiyacınız olacak.  Nefret, merhameti öldürür. Merhametiniz ölmeli ki bana karşı en güçlü şekilde savaşın. Merhametinizi istemiyorum, bu savaşta merhamete yer yok. Bunu sakın unutmayın. Ben karşınızda en sert halimle olacağım. Kazanmak için her şeyi yapacağım.

Yalnız değilim, korkmuyorum. Bu savaşı başlatan bir ateşim, sönmeyeceğim. Zincirleri kıracağım, halkları özgür bırakacağım. Adaletsizliğe baş kaldırıyorum. Karanlığa sürüklenebilirim, acı çekebilirim ama bu amaca ulaşacağım. Tarih bu hikayeyi asla unutmayacak. 

Azinizar Kraliçesi 

Sumashd-Ayashri'an-Dara Pobeda

Yazdığı her kelimeyi bir daha okumuştum. Açık açık koptuğunu ilan eden bir mektuptu. Elimdeki kağıdı buruşturmuştum. Bu noktaya gelmiştik. Beklenen olmuştu, Ayashri bağımsızlığını bu mektupla ilan ediyordu. Meydan okuyordu. Savaşmak istiyordu. Ona istediğini verecektim. Savaşacaktık. Önümde bir kez daha diz çökecekti. Aynı aşağılanmayı bir kez daha yaşayacaktı. Bunu o istemişti. Benden kopmak istemişti. Bedelini esaretiyle ödeyecekti. Ondan nefret etmemi istese de ben ondan nefret etmiyordum. Bunu yaparsam kendimden de nefret ederdim. Ona olan nefretim kendime olan nefrete dönüşürdü. Bu şekilde açıklayabilirdim. Buruşan kağıda baktım. Bu kelimelere bakılınca o benden nefret ediyordu. Uzun zamandır nefret ediyordu. Nefretini kazanmak kolay olmuştu. Aşkını kazanmaktan daha kolaydı. 

Bu mektup planlarımı bozmuyordu. Sadece içimi rahatlatıyordu. Doğru yolda olduğumu gösteriyordu. Ayashri her şeyin farklı olabileceği bir dünya var mıydı? Sen bu kelimeleri yazarken, cümlelerinde isyanını başlatırken acaba her şey farklı olabilir miydi diye düşünmüş müydün? Bu savaşın sonunda her şeyin değişeceğini hissediyordum. Herkesin kaybedeceği bir savaş olacaktı. Kimse eski benliğinde kalamayacaktı. Büyük bir yıkım gerçekleşecekti. Kuzgun çığlığı duyulacaktı. Bunun anlamı basitti. Dutarse hükümdarlarının tüm kıtaya zalimlik getirmesiydi. Larastka için bu yapılmalıydı. 

Kapı tıklandığı zaman git diye bağırdım. Yavaşça açıldığında arkama baktım. Gelen Loya idi. Jayce diye fısıldadı, yanıma hızla geldi. Önümde çökmüştü. Güzel gözleri endişeyle bana bakıyordu. Yanağımı okşamıştı."Ağlamışsın." dedi. 

"Ağlamış mıyım? Farkında bile değilim." dedim ve yanağımı sildim. Gerçekten ağlamıştım. Elim ıslanmıştı. Oysa farkında bile değildim. 

"Neyin var? Bugün bu odadan çıkmamışsın, masanın hali berbat. Elinde ise buruşmuş bir kağıt var." dedi. Mektubu elimden almıştı. Göz gezdirirken "Bana da Talayer'den mektup geldi. Ayashri'den daha nazik kelimelerle bağımsızlıklarını ilan ediyordu." dedi.

"Talayer'in mektubu yerine Ayashri'nin mektubunu tercih ederim." 

"İkisinin sonucu aynı olduğu için bana fark etmiyor. Ayashri biraz daha sakin bir mektup yazabilirdi. Karşısındaki insanın ne düşündüğünü umursamadan yazıyor. Gerçekten bu mektuba mı üzüldün? Azinizar'ın isyanına bu kadar üzüleceğini tahmin etmezdim."

"Buna üzülmüyorum. Bu olacak bir şeydi. Hoş, beni üzen şeyi bilemiyorum. Ağladığımın bile farkında değildim. Düşündüğüm şey kuzgun çığlığıydı." 

Yanağımı okşamıştı tekrardan. Bunun verdiği huzur içimdeki huzursuzluğu dağıtıyordu."Sen güçlüsün, sevgilim. Herkesten, her şeyden çok güçlü. Gireceğimiz bu savaştan zaferle ayrılacağına inanıyorum. Devletimiz ayakta kalacak, kimse bu devleti yıkamaz. Endişelenme."

"Ne olursa olsun benimle olacağını bilmek beni mutlu ediyorum. Beni herkes terk edebilir, herkes sırtını dönebilir. Bunu umursamam ama sen bunu yaparsan bu benim için ölümden beter olur." 

"Sana sırtımı dönmem seni öldürmem demek olur. Ben seni öldürmem, Jayce. Sana kızsam bile sana olan aşkım sana sırtımı dönmeme engel olur."

"Beni asla bırakma, ben sensiz yapamam." diye fısıldadım. Yutkunmuştum. İçimdeki o tarifsiz sıkıntı bu olmalıydı. Kaybetme korkusuydu."Seni de kaybedemem."

"Beni asla kaybetmeyeceksin. Ne olursa olsun ben senin yanında olacağım. Dün olduğu gibi yarın da olacak. Herkes gitse bile ben yanında olacağım."

"Benim gibi bir adamı sevdiğin için teşekkür ederim, Loya. Ben seni hakketmiyorum."

Gözleri iri iri olmuştu."Öyle deme, sen korkunç bir adam değilsin. Tamam zamanında hataların oldu ama hiçbir zaman bana karşı aşkını yitirmedin. Senin kalbin var, bunun en güzel kanıtı bana olan aşkın."

"Seni seviyorum." dedim ve ona sarıldım. Kokusunu içime çekerken rahatlamıştım. Loya benimleydi. Bu bana yeterdi. Kalbim onundu. 

Akşamki ziyafet için hazırlanmıştım. Bu büyük bir ziyafet olacaktı. Naomi'nin Larastka'nın gücüyle etkilenmesini istiyordum. Loya da bunun yollarından birinin büyük bir ziyafet olduğunu söylüyordu. İnsanlar zenginlikten etkileniyordu. Loya bu yüzden bu ziyafeti en ince ayrıntısına kadar planlamıştı. Bizim kıyafetlerimiz buna uygun özel dikilmişti. Lacivert ve gümüşün uyumuna bayılmıştım. Salonda lacivert ve gümüş renkleriyle süslenmişti. Her şey, herkes uyumluydu. Naomi ve Albert bu uyumdan keyif alırken bakışlarında hayranlık görüyordum. Bunu görmek beni mutlu etmişti.

Ziyafet eğlenceli geçmişti. Herkes eğlenmişti, herkes neşeliydi. Andrej'i gözlemlediğim zaman sakin duruyordu. Avelin yanındaydı, onunla ara ara dans etmişti. Sonra Adeline ve sevgilisi Casey ile sohbet etmişti. Ters bir durum yoktu. Keila'yı gözlemlediğim zaman o değişikti. Abisine olan tavırları hırçındı. Ah, zaten Andrej'den hoşlanmıyordu. Ona haddinden fazla değer verdiğimizi düşündüğünü biliyordum. Tavırları bunu gösteriyordu. Bugün yaşananlarla abisine olan hıncı artmış olmalıydı.Mecliste söyledikleri beni ve Loya'yı üzmüştü. Keila bunu görmüştü. Bizi üzen her şeyi tehdit olarak algılıyordu. Şimdi Keila'nın zihninde abisi bir tehditti. Bu tehdidi bastırmak ise onun göreviydi. İleriye gideceğini düşünmüyordum. Yapacağı şey basitti. Abisinin hayatını burada daha zor kılmaktı. Fakat Andrej yeterince zorluğa alışmıştı. Keila'nın zorluklarından yılmazdı.

Ziyafetin sonunda odaya geçtiğimizde kendimi yorgun hissediyordum. Başımı yastığa koyar koymaz uykuya dalmıştım. Kendimi yıkıntılarda bulmuştum. Burada hissettiğim huzuru özlemiştim. Esla'ya baktığım zaman kar ve kül yağıyordu. Şehir harabeye dönmüştü. Dumanlar yükseliyordu. Üşümüyordum. Sadece içim acımıştı. Bu güzel şehir böyle olmayı hak etmiyordu. Adım fısıldanınca arkamı döndüm. Karşımda Ayashri vardı. Onu ilk tanıdığım haliyle karşımdaydı. Üstünde yamalı mavi tuniği vardı. Saçları rüzgarda savrulurken gözlerinden kan akıyordu. Evet, kan ağlıyordu. Çıplak ayaklarla bana doğru yürümüştü. 

"Kan ağlıyorsun." dedim.

Ayashri burukça gülümsedi. İçi acısa bile kendini gülümsemeye zorlamıştı."Neden yaptın, Jayce?" dedi. 

"Ne yaptım?"

"Neden bu şehri yıktın? Neden sevdiğim insanları öldürdün? Ben bunu hakketmedim!" 

Kafamı iki yana salladım."Biz savaştaydık, savaşta korkunç şeyler olur. Bunu bilmiyor olamazsın." 

"Sevdiğim herkesi elimden almak zorunda değildin. Ben sadece özgür bir yaşamın hayalini kuran birisiydim. Bunu biliyordun, en başından beri sana söylemiştim."

"Larastka için yaptım. Devletim için her şeyi yapmak zorundayım, bunu bana sen öğrettin. Beni Azinkayt için bırakmıştın." dedim. Ardından gülerek "Aldığın en doğru karar oldu." dedim.

O dediklerimi duymuş gibi değildi. Kanlı yaşları yanaklarından süzülüyordu. Bu sefil haline içim acımıştı."Beni öldürmeliydin. Yaşamak benim için bir ceza." diye fısıldadı. 

Ona doğru yürüdüm. Tam karşısına dikilmiştim. Soluk yeşil gözlerindeki kanı silmiştim. Kan ağlamasına dayanamıyordum."Seni öldüremem, Ayashri. Seni öldürürsem kendimi de öldürmüş olurum. İkimizde denge için varız. Ateşin olmadığı yerde buzun hükmü olmaz. Buzun olmadığı yerde ise ateşin hükmü olmaz." 

"Senden nefret ediyorum, Jayce! Senden nefret ediyorum!" diye bağırdı. 

"İstediğini hissetmekte özgürsün."

"Öldür beni, lütfen beni öldür. Her şeyimi benden almış iken ben bu halde yaşayamam. Senin yanında olamam." dedi ve derin bir nefes aldı. Çaresizliği canımı acıtıyordu."Beni yaşatmak zorunda değilsin."

Öfkeyle "Yeter! Şehrin bu hale geldi ise sorumlusu sensin. Senin doymak bilmeyen hırsının eseri oldu. Elindekilerin kıymetini bilmedin, Ayashri. Her şeye sahiptin. Seni seven bir eşe, seninle mutlu olan çocuklara, adilce hüküm sürdüğün ülken vardı. Fakat bunlar sana yetmedi. Her daim daha fazlasını istedin." dedim. Ayashri ise korkmuş gibiydi. Geri geri yürümüştü.

"Hayallerime kavuşmak istedim."

"Tek başına kurduğun hayaller! Kendinden başkasını umursamadığın hayaller bunlar. Çevrendeki herkesi de bu hayaller onların hayalleriymiş gibi inandırdın. Onların ölümüne sebep oldu isen bunların hepsi senin suçun." 

"Sakin ol, Jayce. Sen böyle bir adam değilsin." 

"Beni bu hale sen getirdin, kendi canavarını kendin yarattın." diye bağırdım. 

Elimde bir hançer belirmişti. Loya'nın hediyesi olan hançerdi. Bu hançeri Ayashri'ye saplamak için dayanılmaz bir istek duymuştum. Onu öldürürsem her şey geçecekti. Tüm sıkıntılarımdan kurtulacaktım. Öfkeyle hançeri tam kalbine saplamıştım. Ayashri ise bir çığlık atmıştı. Attığı çığlık yankılanırken yere düşmüştü. Kanı kara yayılıyordu. Ellerim titrerken Ayashri'ye baktım. Ölmüştü. Gözleri gökyüzüne bakıyordu. Yanağını yavaşça okşadım. Ben ne yaptım diye fısıldadım. Onu öldürmemeliydim. O yaşamayı hakkediyordu. Kendi kontrolümü bu kadar kolayca kaybedemezdim. Kollarımın arasına aldığım Ayashri'ye sarılarak ağlıyordum. Bu ağıt bir ömür boyu sürecekti, biliyordum.

Titreyerek uyanmıştım. Derin derin nefes alırken gördüğüm rüyanın etkisinden çıkmaya çabalıyordum. Loya da uyanmıştı. Endişeyle bana bakıyordu. Bir bardak suyu bana verirken ellerim titriyordu. Loya "Canım iyi misin?" dedi.

"Korkunç bir kabus gördüm. Ayashri'yi öldürdüm, Loya. Ben onu öldürmek istemiyorum." dedim.

"Biliyorum, sen bunu istemiyorsun. Yapmayacaksın." dedi. Yanağımı okşadıktan sonra yanağımı öpmüştü."Sen katı bir adam değilsin. Senin kalbin var."

Kafamı hafifçe salladım."Benim kalbim var." dedim ve ona sarıldım. Ona sarılmak tüm endişelerimi gideriyordu. O berbat kabusun izleri siliniyordu. Bu kabusu unutacaktım. 

Kabusun izleri silinmişti. Önümüzdeki günler daha sakin geçtiği için o kabusu unutmam daha kolay olmuştu. Ayrıca zihnimi oyalayacak başka konular da bunda etkiliydi. Mesela Andrej. Sonraki günlerde de sömürge ülkelerini savunmuş, onlara bağımsızlık vermeliyiz demişti. Bunu savunması ona sertçe bağırmama neden olmuştu. Herkesin içinde ona bağırmıştım, küçük düşürmüştüm. Fakat beni kışkırtmıştı! Karşımda o asi sömürgeleri savunmaya hakkı yoktu. Kendi ülkesini desteklemesi gerekirken nasıl bunları diyebiliyordu? Şaşkındım. Soyadımı taşımasa bile o Dutarse idi. Dutarse kanına layık olmak zorundaydı. Kanına ve ülkesine sadık olmalıydı. Aptal çocuk! 

Naomi ile henüz konuşmamıştım. Çünkü kendimi hazır hissetmemiştim. Planlarım hazır olmadan Naomi'den asileri öğrenemezdim. Her şey kusursuz olmalıydı. Ördüğüm ağ dayanıklı ve kurtulması imkansız olması gerekliydi. Planlarım üstünde daha fazla çalışmalıydım. Hazır olduğuna inandıktan sonra Naomi ile konuşacaktım. Zaten onun da acelesi yoktu. Kendisi burada bizimle olmaktan mutluydu. Kantre'nin zenginliğinin tadını çıkarıyordu. Eh, yaşadığı son kış olduğu için buna izin vermeliydim. Ne kadar yardımcı olsa da o da ölmeliydi.

Kapım tıklandığı zaman gel dedim ve elimdeki kitabı kapattım. Gelen kızım Keila idi. Başak sarısı saçları açıktı. Buz mavisi elbisesi ona yakışmıştı. Yüzünde narin güzelliğini kanıtlayan  gülümsemesi vardı. Karşımda oturmuştu."Keila, seni görmek harika oldu. En sıkıntılı anlarımda senin yüzünü görünce sıkıntılarımdan arınıyorum." dedim.

Keila "Babamın sıkıntılarını hafifletiyorsam ne mutlu bana! Benim tek amacım sana layık bir evlat olmak." 

"Her daim öyle olduğunuzu biliyorsun. Ben evlatlarımla gurur duyuyorum. Ablan, sen, kız kardeşin Maida ve abin Andrej. Sizlere sahip olduğum için şanslıyım."

Annesini andıran gözleri iri iri olmuştu."Gerçekten mi?" dedi. Saçının buklesini parmağına dolarken "Abimin tüm davranışlarına rağmen bunu diyor olman senin harika bir baba olduğunu gösterir." dedi.

"Keila, neden geldiğin belli oldu. Abini mi kötüleyeceksin?" dedim. Keila ise duruşunu bozmamıştı.

"Abimi kötülemeyeceğim, uyarmak için geldim. O, tehlikeli birisi baba. Ailemizi geçtim, devletimiz için tehlikeli olmaya başladı. Meclisteki konuşmaları yetmezmiş gibi kendisi sömürge ülkelerine para yardımı yapıyor. Onlara silah gönderiyor."

"Ne dediğinin farkında mısın? Bu ciddi bir suçlama." 

"Keşke farkında olmasaydım, keşke abimin bu suçunu görmeseydim ama gerçek bu. Lord Ronalde'ın oğlu Sander ile açığa çıkardık. Onun şüpheli hareketlerini izledik. Ortaya çıkan ise korkunç." 

Bunların yalan olmasını isterken Keila ciddi duruyordu. Dediği her şey ağır bir suçlamaydı. Asilere yardım etmek onu asi yapardı."Keila bu senin yalanın ise senin başın yanar."

"Gerçeği söylüyorum, abimin hainliğini bildiriyorum. Anlamıyorum, abim gerçekten suçlu iken onu nasıl savunuyorsun? Bu kadar kör olamazsınız!"

"Sence ne yapılması lazım? Ne öneriyorsun?" 

"Sürgün edilmeli, ömür boyu Kantre'ye girmemeli. Bence bu ona çok uygun olacak. Avelin ile kuzeyde daha mutlu olur."

"Dediklerin yalan çıkarsa senin başın yanar. Bir daha sen bu şehre adım atamazsın, Keila. Seni sürgün ederim, ömür boyu kimseyle görüşmemeni sağlarım." dedim. Kızım korkmuşa benzemiyordu. Yüzü ciddiydi."Oyun oynamanın bedeli ağır olur."

Gülümseyerek "Ben masumum, baba. Ben sana ve devletime sonsuz bir sadakat duyuyorum. Kanımın gücü bu." dedi.

"Abin de benim kanımı taşıyor." 

"Senin öz oğlun değil, onun kanı Prens Arnav'ın kanı. Bunun ayrımını yapman gerekli. Sadece senin kanını taşıyan çocukların senin devletine sadık olur. Baba, bu sana ağır geliyor olabilir fakat gerçek bu. Abim Andrej asla bizi sevmedi."

Sinirle "Keila! İleri gidiyorsun, sınırı geçme." dedim.

"Sınırı geçmiyorum, gerçeği söylüyorum. Abim bizi sevseydi sana ve anneme ihanet etmezdi. Ülkesine sadık olurdu."

"Larastka'ya sadakatini oluşturamadı isem bu benim suçum değil mi? Onu bizim gibi yetiştirememişim." 

"Sen bu hayattaki en iyi babasın. Bazı şeyler içten gelir. Abimin özü bozuk ise sen ne yaparsan yap, değişmez."

Ben ise koltuğumun arkasına yaslandım. Bu konuyu tartışmak istemiyordum. Yorulmuştum. Yorgun bir sesle "Git, Sander ile bu konuyu toparla. Yarın sabah masamda istiyorum." dedim.

Keila odadan çıkmıştı. Ben ise penceremin önüne geçtim. Yağan karı izlemek içimdeki huzursuzluğu dağıtabilirdi. Bu kışın diğer kışlardan farklı olacağı açıktı. Andrej'in ihanetinin bu denli büyük olmasını istemiyordum. Benim oğlumdu. Benim canımdı. Birbirimizden bu kadar uzak olamazdık. Aramızdaki uçurum büyük olamazdı. Andrej, neden bunu yaptın? Neden? Kendi kanına ve ülkene sadık olman gerekirdi. Sadakatsizliğin cezası büyük olurdu. Bu cezayı ben vermesem bile hayat verirdi. Hayatın seni adilce yargılamasını istememden başka çarem yoktu.

Naomi'nin Larastka'ya gelişini nasıl yorumluyorsunuz? Jayce'in planladığı gibi ölür mü? Sizce gerçekleri anlatır mı?

Meclisteki tartışma için düşünceniz nedir? Andrej'in ani çıkışı için yorumunuz nedir?

Ayashri'nin mektubu için düşünceniz nedir? Sizce Jayce ona zarar verir mi? 

Keila sizce abisi hakkında gerçekleri mi söyledi yoksa onun oyunu mu? Andrej ülkesine ihanet etmiş olabilir mi?

Bir dahaki bölüm Loya olacak. Sevgilerle!

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top