Kırmızı♔

BÖLÜMÜ OYLARSANIZ VE YORUMLARSANIZ SEVİNİRİM!

EĞER GÜNCELLEME BİLDİRİMİ GELMİYORSA KÜTÜPHANEDEN ÇIKARIP, BİR DAHA EKLEYİN VEYA BENİ TAKİP EDİN.

Bölüm Şarkısı:  Sia - Where I Belong 

Yayınlanma Tarihi: 17.07.2020 (23:53)

İyi Okumalar!

Herkese merhaba! Öncelikle bu bölüm için valerianwrose  nin görsellerini koyacaktım ama ne yazık ki bilgisayarım bozuldu. Ben de başka bilgisayardan ve telefonumdan bölümü yazdım. Bilgisayarım bozulmasaydı daha erken gelirdi bölüm ama olsun. Ben de 2 bölüm yerine geçebilecek bir bölüm yazdım. Yine de artık bölümler erken gelebilecek. Buna çaba harcayacağım. Lütfen buna göre takip edin. :) 

Larastka Krallığı/Valhares Bölgesi - Mayzen

Arsulay

Ağaca yaslanmış, gökyüzündeki yıldızları izliyordum. Hepsi birbirinden parlaktı. Parlamak adına yarışıyor gibilerdi. Kusursuz ışıltıları büyülerken ayın dolunay hali bu yarışa eşlik ediyordu. Ortaya kusursuz bir görüntü çıkarıyordu. Geceleri gökyüzünü izlemeyi seviyordum. Bunu en çok Esla'nın yıkıntılarında yapıyordu"m. Kafamı dağıtmak, uzun uzun düşünmek adına ara ara yıkıntılara gittiğim oluyordu. Orada hissettiğim rahatlığı hiçbir yerde hissedemediğim bir gerçekti.

Arynad kalbimi görüyordu.Yaptığım hiçbir şeyden pişman değildim. Kaçtığım için kendimi suçlamıyordum. Çünkü buna mecburdum. Artık daha sağlam adımlar atmamız gerekiyordu. Bunu bilerek kaçmıştım. Tek başıma kaçmayı planlarken Nasliza peşime takılmıştı. Ondan uzak durmaya çabalarken neden kendisini yakın tutmaya çabalıyordu? İnsan güvenmediği birisinin yanında olmak için çabalamazdı. Mantıklı olan buydu ama Nasliza'nın mantığı yoktu. Peşime takılmıştı, benimle Valhares'e gelmişti. Onu göndermek için çabalamıştım. Bu bir gerçekti. Gitmesi için kaba bile davranmıştım. Sertçe sözler desem bile Nasliza aldırmamıştı. Bu gerçek seni yansıtmıyor, Arsulay demişti ve kalmıştı. Kaba davranışlarımı görmezlikten gelmişti. Bir süre sonra bende bırakmıştım. Yolculuk arkadaşım olmasına göz yummalıydım.

Birçok şey yaşamıştık. Beraber Azinizar askerlerinden kaçmış, Larastka'nın askerlerinden saklanmıştık. İyi bir yol arkadaşı olmuştu, bunun için şikayet edemezdim. Birbirimizi biraz daha tanımıştık. Babamın dediği olmuştu. İnsanlar birbirini yolculuklarda daha iyi tanır demişti ve biz biraz daha tanımıştık. Tabii bana güvenmesine yeterli miydi, bilemiyordum.Onunla arama mesafe koyma nedenim aramızdakilerin bir türlü adının konmamasıydı. Elimden geldiğince değişmiştim. Ben eski ben değildim, çiçekten çiçeğe koşmuyordum. Oldukça sakin kalmaya çabalıyordum, Nasliza'yı incitmemek adına özen gösteriyordum. Fakat Nasliza bu çabalarımı görse bile korkularının esiri oluyor, benden uzak duruyordu. Açık açık bir gün ona neden böylesin dediğim zaman sana güvenmiyorum demişti. Bu kalbimi yaralamıştı. Değiştiğimi görmesine rağmen bunu demesi incitmişti. Uzak durmak mantıklı olur derken şimdi daha yakındık. Ne Nasliza ile oluyordu ne de Nasliza olmadan. Ne yapacağımı bilemiyordum.

Ormanlık bir alandaydık. Hanlara fazla uğramamak adına dışarıda yatıyorduk. Halimiz berbattı.Sefil halde iken kimse bizi tanımazdı. Serseri hallerimiz insanları bizden uzak tutmaya yeterdi. Yanan ateşi biraz daha harlamıştım. Nasliza ise başını torbasına koymuş, sırtı dönük bir şekilde uyuyordu. Ardından kalkmış, bedenini esnetmişti. Yanıma oturmuştu. Koyu gözleri bendeydi. Ateşin yansıması ona hoşluk katmıştı.

Nasliza "Hadi, sen biraz uyu. Ben beklerim."

"Akşamüstü uyumuştum, şu an uykum yok. Az uyuyan birisiyim, uykusuzluk benim için sorun olmaz." dedim.

Nasliza derin bir nefes almıştı. Gökyüzüne bakıyordu."Biliyor musun, ilk defa Azinkayt ve Nizar dışında bir yere çıktım. Hayatım hep Azinizar sınırları içinde geçti."

"Benim içinde aynısı geçerli. İlk defa Azinizar dışında bir yere çıktım. Ülkemin her şehrini gezmeye fırsatım olmamış iken şimdi bambaşka bir yerdeyim."

Bana bakarak "Kral olduğun zaman ülkenin şehirlerini tanımak adına gezersin." dedi.

Gülümseyerek "Bunu tek başıma yapmak sıkıcı olurdu. Yanımda kraliçem olmalı, o zaman eğlenceli olabilir." dedim. Bu sözüm Nasliza'yı gülümsetmişti. Yumuşak bir gülümseme yüzüne yayılırken kalbimde ufak bir heyecan oluşmuştu. Toy çocuklar gibi heyecanlanıyordum, kendimi kontrol etmeliydim. Nasliza yanımda iken biraz zordu.

Alaycı bir şekilde "Yashpal şehirleri gezmek ister mi, bilemiyorum. Sarayda oturmak onun gibi birisi için daha uygun bence." dedi.

"Nasliza! Yol boyunca sana anlattım, senin de anladığını sanıyordum ama sen anlamamışsın. Benim Yashpal ile aramda bir şey yok, gerçekten yok. Biz onunla en başından beri çocukluk arkadaşıyız en temel ilişkimiz bu. Daha sonra bu biraz farklılaştı ama asla aşka dönüşmedi. Ten uyumu diyebilirsin. Bu uyum ikimizi de sıktı ve başkalarıyla olduk."

"Başka sevgililerin var iken Yashpal'e ne oldu?"

"Arkadaştık. Her daim sınırlarımızı bildik. Ben onun sevgililerine karışmadım, o da benimkilerine karışmadı."

Eline bir odun parçası almıştı. Toprağı odun parçası ile karıştırırken "Tahta göğüslü bulmadı mı?" dedi.

"Asla bulmadı, onlarla dalga geçmedi. Çünkü ciddi olmadığımı biliyordu. Sen ise özelsin, hepsinden özel. Yashpal bunun farkına vardığı için seninle uğraştı."

"Yashpal'den hoşlanmıyorum."

"Tanısan seversin, pek hoş tanışmadınız." dedim ve Nasliza bana ters ters baktı.

"Ne dediğini duymuyor olmalısın. Ben o hainin soyuyla asla konuşmam.Dedesi Dranil onun."

"Ön yargılı yaklaşıyorsun. Onun dedesi Dranil olabilir ama Yashpal dedesi gibi değil. Annesi de değil. Dranil gibi olmaya çalışan Prasad vardı, öldü."

Kafasını iki yana sallamıştı."İnsanların Ostraye soyu hakkında düşüncelerini bilmediğin çok açık. Sarayda olmalarına, size yardım etmelerine bir şey demiyorlar ama fazlasına karşılar. Annen ve baban bunun farkındadır diye düşünüyorum. Fakat sen iyi niyetlisin."

"Saf demek istiyorsun, diyebilirsin. Fakat şunu unutma, bu hayatta en ağır darbeyi saf görünümlü uyanıklar verir."

"Öyle diyorsan öyle olsun. Ben sadece uyarıyorum."

"Yashpal yüzünden sohbetimiz bozulmasın. Kesin olan şeylerden konuşmaya ne dersin? Mesela kraliçemin sen olacağın gibi."

Elindeki çubuğu bırakıp bana bakmıştı.Kaşlarını hafifçe çatmıştı."Kraliçen ben mi olacağım? Tahta göğüslü bir kızı kraliçen mi yapacaksın?"

"Şu tahta göğüs meselesinden sıyrılırsan güzel olur. Aynaya bakarak göğüslerinin tahta olmadığını görebilirsin. Evet, doğru duydun. Benim kraliçem sen olacaksın. Yoksa beğenemedin mi?"

"Kendinden emin konuşuyorsun."

"Benim kraliçem senin dışında kimse olamaz, buna izin vermem. Varissiz mi kalacağım, kalayım. Kardeşlerimin çocuklarından birisi başa geçer."

"Kardeşlerinin çocukları olabileceği garanti mi?"

"Tamayr boşuna mı evleniyor? Bence onun çocukları olacak. Kardeşlerimin de çocukları olmazsa kuzenlerimin çocuklarından seçerim. Eğer hanedan hiçbir şekilde büyümezse hanedanı kuruturum. Bu da senin için yapmış olduğum bir şey olur."

"Esla'da olsaydık buna inanmazdım. Bana olan sevginin bu kadar büyük olduğunu düşünmezdim, şaka yapıyor olmalı derdim. Şimdi ise inanıyorum. Sen bunu yapacak kadar çılgınsın."

Gülümseyerek "Bu yolculuk ikimize yaramış o zaman. Babamın dediği gibi birbirimizi daha iyi tanıdık." dedim.

"Buna katılıyorum. Baş başa kalmak iyi oldu." diye mırıldandı. Eli yavaşça elimin üstüne gelmişti. Parmakları parmaklarımın arasından geçmiş, tutmuştu. Şaşkınlıkla ona bakarken o bana gülümsüyordu.

"Bu ne?" diye fısıldadım.

"Bilmiyorum, sadece yapmak istiyorum. Seninle kenetlenebilir miyim, merak ediyorum. Sana olan güven sorunumu aşmak istiyorum, gerçekten buna çaba harcıyorum."

"Sen de bana karşı boş değilsin yoksa bana güvenmeye çabalamazdın, elimi tutmazdın. Sıcaklığını hissetmek güzel. Nasliza, biz bütün olabiliriz. Tıpkı annemle babam gibi her zorluğun üstesinden gelebiliriz." dedim ve elini öptüm.

Kafasını iki yana sallarken elini çekmişti."Ben bilmiyorum, hala içimde kuşkular var. Sorun gerçekten bende. Seni önceki ilişkilerimle bir tutmamam gerekir ama olmuyor." dedi ve yutkundu. Bakışlarını benden kaçırmıştı."Sonuçta sen Esla'da çiçek çiçek gezdin, beni de o çiçeklerden görmenden korkuyorum."

Elimi yanağına koydum.Bakışları yerde iken bana yönelmişti."Sen herkesten çok farklısın, inan bana. Senden önce kimseye böyle hissetmedim. Sana söz veriyorum, seni asla incitmeyeceğim."

"Verdiğin sözleri sana acı bir şekilde hatırlatırım, Prens."

"Gerçekten mi?" diye fısıldadım. Nasliza ise gülümsemişti."Bence hatırlatmaya hiç gerek yok."

"Hadi, uyu artık. Yarın için oldukça dinç görünmelisin. Ben nöbet tutarım."

"Gerek yok, ben halimden memnunum. Gel beraber yıldızları izleyelim." dedim. İtiraz etmemişti, başını omzuma yatırmıştı.

Başı omzumda iken mutluydum. Tarifi zor bir his içindeydim. İçimde büyük bir rahatlama vardı. Sanki eksik bir parça dolmuştu. Bu parça olmadan da yaşardım ama bu parçayla daha güzel yaşardım. Daha güçlü, daha çok kendine güvenen bir Arsulay olurdum. Nasliza beni daha iyi birisi yapıyordu. Yaptığım ve yapacağım her şeye ilham veriyordu. Babam da annem için böyle hissetmiş midir? Tamayr da Balbina için benim gibi düşünmüş müdür? Onlara bunu sormak isterdim. Sormasam da olurdu. Herkesin hissettiği aşk aynı olmazdı. Herkes için aşkın tanımı farklı olmalıydı. Benim için aşk, ilham demekti. Nasliza benim en büyük ilhamımdı. Bu ömür boyu devam edecekti.

Sen benim ilhamımsın diye mırıldandım ve uykuya dalmıştım. Uyuduğum en huzurlu uykuydu diyebilirdim. Gördüğüm rüya ise geleceği müjdeler gibiydi. Esla'daydım ve yanımda Nasliza vardı. Kraliçem olmuştu. Bunu giydiği giysilerden anlayabiliyordum. Kırmızı ipek bir elbise giymişti. Omuzları açıktı, belinde ince bir kılıç vardı. Koyu saçları beline dökülürken altın zincir saçlarında parlıyordu. Yüzünde ışıl ışıl gülümseme vardı. Sarayın bahçesindeydik. Uzaktan bize gelen 3 çocuk vardı. 2 kız bir oğlandı. Çocuklardan sadece oğlanın saçları siyahtı, kızların saçları benimkisi gibiydi. Bu çocuklar çevremizi sarmıştı. Nasliza onlara şefkatle bakarken onların bizim çocuklarımız olduğunu anlamıştım. Elele tutuşan çocuklar Nasliza ile benim etrafımda dönerek dans ediyorlardı. Bu mutlu rüyadan uyanmamı sağlayan ise Nasliza olmuştu. Onun kraliçe olmuş hali ile şimdiki hali arasında aynı olan tek nokta gözleriydi.

Nasliza "Hadi, uyan artık! Güneş doğdu, yola çıkmamız lazım." dedi. Kafamı hafifçe salladım. Rüyanın etkisinden sıyrılmam lazımdı.

"O zaman yola koyulalım, bugün sarayda olmamız şart." dedim.

Nehirde elimi yüzümü iyice yıkamıştım. Bu bir rüyaydı diyordum. Çok güzel bir rüyaydı. Gece konuşmalarımızın sonucu olmalıydı. Bu tarz rüyalar insana fazla umut veriyordu. Sonuçta Nasliza benimle evlenmek istmeyebilirdi, kraliçe olamam diyerek kaçabilirdi. O zaman ne yapacaktım? Ülkemi bırakamazdım, çocukluğumdan bu yana bana öğretilen en büyük şey devletin her duygudan üstün olduğuydu. Bunu annem derdi. Ben de buna inanırken imkansız bir aşkın peşinde koşamazdım. Aşkımı kalbime gömer, devletim için çalışırdım. Geleceğin varisini ise kardeşlerimin çocuklardan seçerdim. Bu kadar basitti. Babamın dediği gibi her daim yedek bir planım olmalıydı. Yoksa sağlam adımlarla ilerleyemezdim.

Yol boyunca rahattık. Mayzen'e girebilmiştik. Tüccarların arasına karışarak girme fikri Nasliza'nın idi. Bu fikri sevmiştim. Şehir ise Esla gibi değildi. Devasa surların ardındaki şehir için meraklı iken gördüklerim karşısında şaşkındım. Hayal kırıklığıydı. Bize hep anlatılan Larastka kentlerine benziyordu. Sadece insanlar farklıydı. Kuzeyli kibri yoktu. Çekingen havalarıyla sakinlikleri vardı. Meşhur Valhares savaşçıları böyle miydi? Bu topraklarda savaşçılıklarıyla ünlü olan halk, Valhares idi. Larastka gerçekten insanların kimliğini kaybetmelerinde başarılı bir politika yürütmüşlerdi. Bu halleri acınası ve zavallıcaydı. Bu değişmek zorundaydı.

Mayzen Sarayı'na gelmiştik. Sarayın önünde askerler vardı. Onlara Azinizar Prensi Arsulay'ım desem inanmazlardı. Sefil bir haldeydim. Fakat babamın odasından çalmış olduğum mektup bizi saraya sokardı. Nitekim düşündüğüm gibi olmuştu. Askerler elimdeki mektupla benim gerçek Arsulay olduğumu inanmışlardı. Beni ve Nasliza'yı yönetici Gael ve eşi Narnie'nin olduğu kabul salonuna getirmişlerdi. Salon oldukça mütevaziydi. Bizim sarayımızdan bile mütevazi! Annemler de sadeliği severdi ama bu kadar sıradan değildi. Burası herhangi bir asilzadenin evi gibiydi. Fazla sorgulamamalıydım. Her ülkenin gösteriş anlayışı farklı olabilirdi.

Karşımdaki çift ise salon kadar sade giyimlilerdi. Gael sarı saçlı, kahverengi gözlü bir adamdı. Narnie ise kahverengi saçlara sahipti. Eflatun renginde bir elbise giymişti. Gümüş bir kolye takmıştı. Çiftin bakışları meraklıydı. Ayrıca Gael birazcık heyecanlıydı. Gülümseyerek başımı hafifçe eğmiştim.

Gael "İnanamıyorum! Azinizar Prensi Arsulay karşımızda. Üstelik bize bunun olmayacağına yönelik bir mektup birkaç gün önce gelmiş iken şimdi sizi görmek heyecanlandırıcı, Prens."

Gülümseyerek "Ben annemle babam gibi düşünmediğim için kendi kararımı kendim aldım." dedim.

Narnie "Doğru bir karar aldığınızı anneniz ve babanız da görmüş olmalı yoksa buraya ulaşmanız zor olurdu."

"Onların desteği her daim benimle. Yanlış bir şey yaptığıma inansalardı beni mutlaka durdururlardı."

Gael ayağa kalkmıştı. Karşımda durmuştu. Gözleri Nasliza'daydı."Yol yorgunu olmalısınız. Akşam yemeğine kadar dinlenin. Odalarınızı ayarlamamız gerek. Yanınızdaki kız kim, Prens?"

Konuşmama fırsat vermeden Nasliza hızlıca "Yaveriyim!" dedi. Onun bakışmıştık. Omzunu silkmişti.

Gael'in meraklı bakışları bendeydi."Evet, kendisi yaverim olur." dedim.

"O zaman askerlerimizin kaldığı yerde kalması sorun olmaz."

Nasliza "Neden olsun? Bence olmaz. Ben bir askerim, Yönetici. Bana bir hanımefendi gibi davranmayın."

"Nasliza, bundan emin misin? Bana yakın olman senin için iyi olur." dedim.

"Ben halimden memnunum, Prens."

"O zaman sorun yok." dedim ve ellerimi sıktım. Nasliza'nın başına buyruk hareketlerine sabretmem lazımdı.

Gael'in emriyle odalarımıza çekilmiştik. Geldiğim oda gerçekten rahat bir odaydı. Büyük ve ferahtı. İlk önce banyoya girmiştim. Küvetten çıkmamıştım. Topraktan arınmıştım. Saçlarım tekrardan parlar hale gelmişti. Aklım ise Nasliza'daydı. Yabancı bir yere gitmeyi nasıl kabul ederdi? Hemen yanımdaki odada kalabilirdi ama o özel bir muamele istememişti. Bu kızın bu huyları beni deli etse bile bunu bozmak adına uğraşmamalıydım. Onu bu haliyle seven bendim. Yapmam gereken şey güvende olmasını sağlamaktı.Bunu bilmediğim bir sarayda nasıl yapacaktım, bilemiyordum. Zekam yardımcı olacaktı.

Odaya bırakılan Azinizar usulü kıyafetlerimi giymiştim. Odaya çekilmeden önce bunu yöneticiden istemiştim ve yerine getirmişti. Yemeğe kadar biraz uyuduktan sonra kalkmıştım. Odadan çıkmadan önce aynada saçlarıma bakmıştım. Beni farklı yapan, dikkat çekmemi sağlayan saçlarımdı. Odadan çıktıktan sonra askerlerden yemeğin yerini öğrenmiştim. Aslında bir yemek değildi, son anda ortaya çıkan bir ziyafetti. Onuruma düzenlenmişti. Sarayın küçük bahçesi hazırlanmıştı. Nasliza'yı almak için onun odasının olduğu yere gitmiştim. Askerlerden öğrenmiştim. Odasına girdiğimde Nasliza boyundan bağlamalı kırmızı bir elbise giymişti. Elbise ateş gibi kıpkırmızıydı. Onun tenine yakışmıştı. Saçları ise açıktı, beline dalga dalga geliyordu. Ona şaşkın şaşkın baktığımı görünce tek kaşını kaldırmıştı. Sürmeli gözleri sorgulayıcı iken benim yapmak istediğim tek şey o dolgun dudakları tutkuyla öpmekti.

Nasliza "Arsulay, ne oldu?"

"Güzelliğinle beni alev alev yaktın, dilim tutuldu. Daha ne olabilir?" dedim. Genç kızın gözleri irileşmiş, benden kaçırmakla çözümü bulmuştu.

"Abartıyorsun, benden daha güzellerini gördüğüne eminim."

Ona doğru bir adım atmıştım. Karşı karşıyaydık."Bence görmedim."

"Neden odama geldin?"

"Bana eşlik etmeni istediğim için geldim. Buna itiraz etme, yaverimsin." dedim. Gözleri kısıldığı zaman "Yönetici Gael'e ben onun yaveriyim diyen sendin, ben değilim." dedim.

"Gerçeği saklayamayız."

"Burada saklayabilirdik, nişanlım deseydim sorun olmazdı. İstediğin gibi hareket ederdin."

"Yaver lafıma bozuldun değil mi? Ben bunu nasıl bilebilirdim? O an itiraz edemedim, yapamadım. Sana yakın bir odada olabileceğimi düşündüm ama verilen emre uymam gerekti."

"Zaten sadece benim emirlerime uymamazlık yap. Neyse bu durumu bozacak bir şeyimiz yok.Mümkün olduğunca beraber olalım. Bu sarayda yabancıyız, birbirimizi korumak zorundayız."

Kafasını sallamıştı."Haklısın. Buradaki herkes bana iki yüzlü geliyor. İşimiz bittikten sonra hemen gitmemiz gerek."

"Aferin! Hadi odadan çıkalım." dedim.

Odadan çıkmıştık. Nasliza'ya koluma gir dediğim zaman itiraz etmemişti. Gözümün ucuyla ona bakmaktan kendimi alamıyordum. Çok güzeldi. Bu güzelliğin benimle olmasını kendimi şanslı hissetmeme neden oluyordu. Tanrı kalbimi biliyordu, Nasliza'ya delicesine vurgundum. Bu vurgunluk kalbimi işgal ediyordu. Bu işgale karşı savunmasızdım, savaşmak istemiyordum. Kim aşka karşı savaşında kazanmıştı ki ben kazanayım. Bunu bilerek aşka teslim oluyordum.

Sarayın bahçesi ziyafet için acele bir şekilde hazırlanmış olsa bile kötü durmuyordu. Masalar kurulmuştu, yemekler servis edilmişti. İnsanlar konuşuyor, gülüşüyordu. Bize karşı umursamaz davransalar da merakla gizlice baktıklarını görebiliyordum. Küçümseyen bakışlar mı vardı, bana mı öyle geliyordu? Başımı daha dik tutmuştum. Ben Ayashri'an-Dara ve Talayer'in oğluydum. Kimse beni küçük göremezdi. Damarlarımda akrebin ve kurdun kanı akarken beni küçümsememeleri lazımdı. Yüzümde sahte bir tebessümle Yönetici Gael'in masasına gelmiştik. Gael kolumda Nasliza'yı görünce şaşırmıştı ardından Nasliza içinde bir sandalye ve tabak hazırlatmıştı. Onu sıradan bir yaver olarak görmemeliydi. Belki de farkında olmadan geleceğin Azinizar Kraliçesi ile tanışıyordu.

Masaya oturduğumuzda ilk önce çorbalar sunulmuştu. O sırada da Gael'in eşi Narnie tek tek masadakileri tanıtmıştı. Samimi insanlara benziyor olsalar bile bakışları beni huzursuz ediyordu. Valharesliler bu toprakların en iki yüzlü insanlarıdır derlerdi. Buna şimdi katılıyordum. İçten içe hesapları vardı. Bu hesapları çözebilmem gerekliydi. Zekamı kullanmalıydım.

Gael'in büyük oğlu Calhas'ın bakışları içten içe beni sinir ediyordu. Calhas benden 1 yaş büyüktü. Sarı saçları, sinirimi bozan ela gözleri vardı. Bunun nedeni ise ela gözlerini Nasliza'ya dikip, öyle yemek yemesiydi. Sohbet ederken bile ara ara bakışları Nasliza'ya kayıyordu. Huzursuz olmamak elimde değildi. Nasliza iyi ki bu serseriye karşılık vermiyordu. Vermesine gerek bile yoktu. Gael adımı seslenince ona baktım.

Gael "Prens Arsulay, umarım güzelce dinlendiniz."

Calhas "Bence Prens'in dinlendiği saçlarından belli oluyor, baba. Baksana ışıl ışıl parlıyorlar. Sanki bir gümüş kumaş gibi."

Gülümseyerek "Rahatça dinlendiğime emin olabilirsiniz." dedim. Etimi keserken Calhas'ın alaycı bakışları üstümdeydi.

"Peki yaveriniz dinlenebildi mi? O sizden daha çok yorulmuş olmalı, sizin sorumluluğunuz onun gibi genç bir kızı yorabilir."

Nasliza "Hayır, hiç yorulmadım. Sırf kadınım diye yorulacağım, öyle mi? Bu çok komik! Hiç kadın bir asker görmediniz mi? Belki de Larastka sizden savaşçı kadınlarınızı da aldı, böyle düşünmenize neden oldu. Yazık!"

Calhas Nasliza'nın cevabı karşısında bocalarken kız kardeşi Andrina gülümsüyordu. Kahverengi kıvırcık saçları olan mavi gözlü bir kızdı. Tamayr ile yaşıttı. Andrina gülümseyerek "Abim için ilksin, yaver. Kendisi elbette kadın asker gördü ama kadın bir yaver onun için bir ilk." dedi.

Narnie gözlerini devirdikten sonra bana bakarak "Kızım ve oğlum hep böyledir. Umarım davranışları sizi kızdırmaz." dedi.

"Sorun değil. Gerçekten sorun değil." dedim.

Gael "Prens yarınki toplantımıza katılmanız bizim için büyük bir onur olacaktır. Sizin de bizi bu savaş konusunda aydınlatacağınıza inanıyorum."

Calhas "Baba, Prens'i hemen o sıkıcı toplantılarına mı sokacaksın? Bıraksaydın birazcık eğlenseydik. Onunla ava çıkmama müsaade edebilirdin."

"Ava çıkmaya gerek yok. Buraya gelme amacım eğlence değil, iş yapmak için geldim. Önümüzde büyük bir savaş var iken eğlenmeye zaman ayıramam." dedim.

"Ciddi misin yoksa şaka mı yapıyorsun?

Gael "Herkes senin gibi değil, Calhas. İnsanlar sorumluluklarıyla eğlenceyi ayrı ayrı tutabiliyor. Sen bizim varisimizsin ama buna uygun davranmıyorsun."

"Babacığım, ben hayatımdaki sorumlulukları biliyorum. Ayrıca hayatımı yaşamayı da biliyorum. Bunu bilmek suçsa ise beni idam et."

"Sen hayatını fazlasıyla yaşamayı biliyorsun, sorun burada."

Narnie yumuşak bir sesle "Gael, oğlumuzu biraz rahat bırak. Emin ol, başa geçtiği zaman sorumluluklarının farkında olacak." dedi. Kadın gözleriyle kocasını susturmak istiyordu ama Gael'in umurunda değildi.

Alaycı bir sesle "Bu çocuğun bu halleri senin eserin, Narnie. Onu hep şımarttın, şimdi ise baş etmeme engel oluyorsun. Ne istiyorsun? Enrico'nun oğlu başa mı geçsin? Bu gidişle bu olacak." dedi.

"Hayatım, misafirlerimizin önünde bu konuyu tartışmamız anlamsız!"

Calhas "Bence Prens Arsulay'ı ve güzel yaveri Nasliza'yı aileden gördüğümüz için bu anlamsız tartışmayı yapıyoruz, anne. Sorun etmene hiç gerek yok. Valhares misafirperverliğine şahit oluyorlar." dedi. Gael ise oğluna sinirle bakıyordu.

Gergin havayı dağıtmak adına "Yönetici ben burada fazla kalmayacağım. Bu yüzden her şeyi sorun, her şeyi bana gösterin." dedim.

Narnie "Bundan şüpheniz olmasın. Burada fazla kalırsanız tehlikeli bir duruma düşersiniz. Larastka asla size acımaz."

Calhas "Büyük aşkı olan eski sevgilisinin oğlunu öldürmek Larastka Kralı için büyük bir zevk olur." dedi ve içtiğim su boğazımda kalmıştı. Ben öksürürken Nasliza sırtıma hafifçe vuruyordu.

Kumaş peçeteyle ağzımı silmiştim.Sertçe "Calhas ağzından çıkan lafın farkındasındır. Geçmişte yaşanan duygular geçmişte kaldı. Eminim ki Larastka Kralı Jayce ve Azinizar Kraliçesi annem Ayashri'an-Dara burada olsaydı şurada seni öldürürlerdi. Eğer şu an sana bir şey yapmıyorsam bunun nedeni annene ve babana duyduğum saygıdandır." dedim.

"Gerçekler zoruna mı gitti, Prens? Annenle Kuzgun Kral'ın aşkı bilinen bir gerçek iken neden bana kızıyorsun? Kral onu çok arzulamış ama elde edememiş. Şimdiki savaşı da bunun intikamı için olamaz mı?"

"Kral ile annemin arasındakiler kapandı, her iki taraf bundan bahsetmiyor iken üçüncü şahısların bunu bahsediyor olması komik. Acaba neden yapıyorlar bunu? Ölmek istedikleri için mi?"

Gael "Calhas! Edepsizce konuşma. İnsanların geçmişi seni ilgilendirmiyor."

Calhas "Gerçekten Kral Jayce Kraliçe Loya'yı seviyor olsaydı onu zamanında idamla yargılamazdı."

"Yeter! Bu seni ilgilendirmiyor. Sen kimsin, Calhas? Sen nesin?"

"Herkesin düşüncesini dile getirdim. Azinizar bunun farkında değil ise bir rüyada yaşıyor olmalılar." 

Narnie "Calhas istersen sen şuradaki dans grubuna katıl. Masanın gerginliği dağılır, olur mu?" dedi. Annesinin yalvaran bakışları Calhas'ı biraz olsun sakinleştirmişti. Ela gözleri Nasliza'ya yönelmişti. Çapkınca bakıyordu.

"Bir şartla giderim. Prens'in güzel yaveri benimle dans edebilir mi?"  dedi ve gülümsedi. O an o sırıtışı dağıtmak, dişlerini dökmek için istiyordum. İçimde kabaran bu öfkeyi kontrol etmem gerekliydi. Nasliza nasıl olsa kabul etmezdi. Neden etsin ki? Bunun gibi bir serseri ile dans etmezdi. 

Kendimden emin bir şekilde "Bence Nasliza senin düşündüğün birisi değil, Calhas. Başka birisine teklif et." dedim. Şarabımı yudumlamıştım.

Nasliza "Bence de düşündüğünden farklıyım ama bu dans teklifine hayır diyeceğim anlamına gelmiyor." dedi. Şaşkınca Nasliza'ya bakarken o ayağa kalkmıştı. Calhas ise zafer kazanmış gibi sırıtıyordu. Nasliza bu sevimsizin yanına geçtiğimde elimi sıkmıştım. Sakin kal, sakin kal diyordum. Ateş gibi yanan bir öfkeyi kontrol etmek zordu. 

Calhas "Demek ki Prens yanılmış. Güzel yaveri, herkes gibiymiş. Hadi tatlım, seni tanıştırmak istediklerim var. Belki buradaki ortamı seversin, burada kalmak istersin." dedi. İkisi giderken içimin yandığını hissediyordum. Bu yangını nasıl söndürebilirdim? İçimdeki ateşi kontrol edemezsem buraya gelme amacım tamamen bozulacaktı. 

Gael'e gülümsemiştim."İnsanın beklemediği olaylar olabiliyor, Yönetici. Tanıdığını düşündüğün insanlar şaşırtabiliyor." dedim.

Gael "Prens yaşınız oldukça genç, emin olun zamanla alışacaksınız. Öncelikle oğlumun terbiyesizliği için kusura bakmayın. Onun adına ben özür dilerim."

"Yönetici başkası adına özür dilemeyin, herkes kendi yaptığının sorumluluğunu almalı. Bu gece söylenen sözler sizin hatanız değildi, oğlunuzun terbiyesizliğiydi."

Narnie "Bu terbiyesizliği yaşına bağlayabilirsiniz, o da sizin gibi genç. Hayata olgun gözlerle bakamıyor. Zamanı geldiğinde babasının yerini alacak ve olgun bir bakışa sahip olacak." dedi. Oğluna hayran hayran bakarken bu kadını annem nasıl överdi anlamamıştım. Anneme göre Narnie akıllı bir kadındı. Kocasını yöneten, ülkesini düşünen bir insandı. Ona katılmıyordum. Bana göre Narnie akıllı bir kadın olsaydı şu an oğlunun bu sorumsuzluklarının farkında olur, çözüm üretirdi. Sırf erkek diye varis yapmazdı. Her şey uzaktan göründüğü gibi güzel değildi. 

Yemek boyunca Gael ile Narnie'yi dinlemiş olsam da gözlerim Nasliza ile Calhas'ın üstündeydi. Nasliza halinden oldukça memnun duruyordu. Benden tarafa baktığı zamanlarda ise kafamı çevirmiştim. Onu izlediğimi düşünmesine gerek yoktu. Benim bundan rahatsız olduğumu en başından itibaren bilecek, serseri Calhas'dan uzak duracaktı. Hala sinirliydim. Hesap sormak istesem ne olacaktı? Buna karışacak konumda değildim. Sen bana karışamazsın dese haklıydı. Olan bana oluyordu, kendi kendimi yeyip bitiriyordum. Nasliza ise uzaktan uzağa kahkahalar atıyordu. 

Gael'in konuşmalarından bunaldığım için Gael'in kızını dansa kaldırmıştım. Andrina'yı dansa kaldırdığım zaman genç kız heyecanlanmıştı. Mavi gözleri ışıl ışıl parlamıştı. O sırada Nasliza'nın kahkahaları kesilmişti. Kaşlarını çatmış bizi izliyordu. Kızla olan aramdaki mesafeye rağmen yüzündeki ifade çok hoşuma gitmişti. Bu ifadeyi daha da beter hale getirmesini bilirdim ama Andrina'yı bu kötü amaçlarla kullanmak bana yakışmazdı. 

Ziyafet sona erdiğinde Nasliza'yı Calhas'ın pençelerinden kurtarmıştım. Hiçbir şey demeden Nasliza'yı çekmiştim. Açıklama olarak yaverimi daha fazla yormayın, yarın bana lazım demiştim. Calhas'ın ve onun gibi serseri arkadaşlarına Nasliza'yı yem edemezdim. Bu sarhoşların Nasliza'ya bir asker olarak değil de bir kadın olarak baktıkları çok açıktı. Özellikle Calhas'ın arsız bakışları her şeyi ele veriyordu. Bu çakala Nasliza'yı verir miydim? Asla! Yeterince beni delirtmişti. Üstelik Nasliza'yı bu çocukla daha yakın düşünmek beni deli ediyordu. Ben gülümü koklamaya kıyamazken o toprağın söküp atmaya hevesliydi. Buna asla izin vermezdim. 

Nasliza'yı odasına getirdiğimde bana sinirle bakıyordu."Sana ne oluyor? Neden bana karışıyorsun?" diye bağırdı.

"Karışmıyorum, seni bir beladan kurtarıyorum." dedim. 

"Buna hakkın var mı? Sen benim hiçbir şeyim iken buna karışamazsın. Nesin sen? Abim mi, babam mı, sevgilim mi? Yoksa kocam mı? Hiçbir şeyimsin!" 

Gözlerimi kısarak baktım."O çocukla yatmak mı istiyorsun, git yat! Sonra da bir kenara atıl. O zaman ben de kız kardeşi ile yatarım. Kızın bana bayıldığı ortada, birkaç cümleme bakar. Sen nasıl istediğin insanları büyüleyecek cazibeye sahip isen benim de kendimce bir şeylerim var." dedim. Nasliza'nın gözleri iri iri olmuştu.

"Asla!" diyerek tıslamıştı. 

"Nesin sen? Annem mi, ablam mı, sevgilim mi? Yoksa karım mı? Hiçbir şeyimsin!" 

Nasliza yutkunmuştu. Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Oyununu ortaya çıkarmıştım. Küçük bir kıskançlık oyunu oynamak istemişti, başarılı olmuştu. Karşılık vermeyeceğimi sanmıştı ama bu en büyük yanılgısı olmuştu. Öfkeyle "Senden nefret ediyorum!" dedi.

Alaycı bir tavırla "Nefrette güçlü bir duygudur, tatlım. Hiçbir şey hissetmemiş olsaydın bu beni üzerdi, güzelim." dedim.

Parmağıyla kapıyı göstererek "Defol odamdan!" dedi. Bakışları fırtınalıydı, derin derin nefes alıyordu. Ne kadar ateşli olduğundan haberi yoktu. 

"Yarın sabah seni odamın kapısında göreceğim. Yaveriyim dedi isen buna uygun davran. Burası Esla gibi değil. Bunun farkında ol." dedim ve odadan çıktım.

 Kapıya bir şey fırlatılmıştı ve öfkeli bir çığlık yükselmişti. Bu komikti. Bizim de fırtınalı bir ilişkimiz vardı. Zaman zaman durgun zaman zaman şiddetlenen bir ilişkiydi. Sanırım en çok bunu seviyordum. 

Kendi odama geldiğimde ise kıyafetlerimden kurtulmuştum. Yatağımın üstünde ise minik bir not vardı. Calhas'ın kız kardeşinin de Calhas'dan farkı yok gibiydi. Bir çağrış kadar yakınım diyerek not göndermişti. Notu iyice yırtmış, yok etmiştim. Bu notun odamda bulunması hoş olmazdı. Valhares kızının açacağı sorunlarla uğraşmak istemiyordum. Zaten başımda Nasliza gibi bir sorun vardı. Tatlı bir sorundu ama uğraştırıyordu. Bunun bir çözümü olmalıydı. Nasliza ile bağlanmazsak bu akşam yaşadığımız gibi sıkıntılar hep sürecekti. Çünkü biz bir türlü aramızdakileri oturtamıyorduk. Ya beyaz ya siyah olacaktık. Gri yoktu. Ya ayrı olacaktık ya da  bir ömür beraber olacaktık. Direk evlenmek nasıl olurdu ki? Ona direk evlenelim desem ne tepki verirdi? Bana karşı boş olsa bunu asla demezdim. Bana karşı hisleri vardı, olmasaydı bu akşamki saçma oyuna girişmezdi. Hem ona karşı ciddi olduğumun kanıtı olurdu. O benim, ben onun olduktan sonra bana güvenmemesi için bir neden ortada kalmazdı. 

Sabaha kadar bu konuyu düşünüp durduğum için az uyumuştum. Sabah ise kapımın sertçe vurulmasıyla uyanmıştım. Bu gürültünün nedeni Nasliza idi. Dün gecedeki halinden hiçbir iz kalmamıştı. Rüyalarımdaki soluk yansıma gitmişti, onun yerine asker olduğunu hatırlatan kıyafetleri gelmişti. Sadece sürmesi anımsatıyordu. Yaverin olarak uyandırmaya geldim dedi. Dün geceki tartışmayı yaşanmamış sayması güzeldi. Ben bile anımsamak istemiyordum. Kahvaltım için Valharesli askerlere emirler verdikten sonra onunla karşılıklı kahvaltı yapmıştık. Ardından ben giyinmiştim. Gael'in toplantısına katılmalıydım.

Meclis salonunu bulmuştum. İçerisi kalabalık ve havasızdı. Küçücük salona birçok insan sığmaya çalışırsa olacak olan  buydu. Tahta masalarda birçok insan vardı, benim varlığım onları biraz sakinleştirmişti. Gael ve Narnie'nin annemler gibi bir tahtları yoktu. Sadece biraz daha gösterişli sandalyeleri vardı. Beni yanlarına oturtmuşlardı. Daha sonra toplantı başlamıştı. Burada da genel konu büyük savaştı. İnsanlar bu  savaşın nasıl olacağını merak ediyordu. Karşı çıkan yoktu. Buna sevinmiştim. Buradaki müttefikliğimiz sağlamdı. Fakat söz konusu kuzey ülkeleri olunca Valhares onlara güvenmiyordu. Larastka ile aynı tutuyorlardı. Buna itiraz etmem şarttı.

"Efendiler! Öncelikle endişelerinizi anladığımı söylemek isterim. Fakat bu endişeler yersiz. Kuzeyli dostlarımıza güvenin, onları Larastka ile bir tutmayın." dedim.

Kadının birisi el kaldırmıştı. Gael ona söz hakkı verince ayağa kalkmıştı. Simsiyah saçları sımsıkı toplanmıştı. Soluk bir teni vardı. Nazik bir sesle "Prens Arsulay, ülkemize geldiğiniz için büyük bir memnuniyet duyduğumu söylerim. Azinizar'ın güçlü varlığını hissetttik. Benim adım Heleni. Bizim kuzeylilere güvenmeme nedenimiz tarihten geliyor. Larastka dışındaki kuzeyliler de barbarca davrandılar. Simobe ile sorunlarımız vardı."

"Sorunları aşmanın vakti, Heleni. Zor bir zamandan geçiyoruz. En büyük düşmanımızı yenmek adına düşmanlarımızla dost olmamız gerekli. Üstelik iki devletin sömürge olma tarihleri aynı. Bunun nedeni ne biliyor musun? Larastka iki tarafın düşmanlığını kullandığı için. İki devleti savaşa sürükledi sonra da kendisi savaşla aldı. Gördüğünüz gibi Simobe ile düşmanlık size yaramıyor."

Narnie "Bunu ben de anlatmaya çalıştım ama anlamak istemediler."

Gael "Simobe ile sorunlarımız ciddiydi, hayatım. İster istemez geriliyoruz."

Heleni "Simobe ile sorunumuz, Larastka'nın davranışları derken ister istemez kuzeylilere güvenmiyoruz."

"İçiniz rahat olsun. Simobe size karşı değil, siz de onlara karşı olmayın." dedim.

Heleni'nin yanında oturan adam "Peki diğer ülkeler ne olacak? Batı ülkeleri güvenilir mi?" dedi. İri iri gözleri bana bir baykuşu anımsatmıştı.

"Batı ile ilgili gerçekleri sizden saklayacak değilim. Leydi Anita'nın ülkesi Aspanza ile ciddi sorunlarımız var. Kraliçe Naomi ortaklığı bozacak davranışlar içinde. Ülkemize buna yönelik bilgiler geliyor." dedim. Onlara gerçeği demem lazımdı. Yoksa bana karşı şeffaf olamazlardı. İki yüzlü insanlar arasında benim de ikili oynamam şarttı.

Gael düşünceli bir sesle "Bunu tahmin ediyorduk. Kraliçe Naomi yoldan çıktı. Kendisi bize sizleri karalayan bir mektup gönderdi. Bu mektubu size gönderdik, mutlaka varmıştır." dedi.

Şaşkınlıkla "Gerçekten mi?" dedim. Aspanza'nın bu kadar ileri gitmesini beklemiyordum.

"Evet, Prens. Kraliçe açık açık sizi devirmek ve bu büyük savaşın yöneticisi  olmak istiyor. Bizim cevabımız buna katı bir şekilde hayır oldu."

Narnie "Diğer dostlarımıza yolladı, bilmiyoruz."

Heleni "Prens diğerleri sizce yoldan çıkar mı? dedi. Kadının kuşkulu gözleri benim üzerimdeydi.

Sakince "Kuşkunuz olmasın, diğer dostlarımız da bizimle. Bizimle olmasalardı yardımlaşmaz, mektuplaşmazdık. Aspanza bizimle iletişimi kesti, bu ihanetlerinin en büyük göstergesi." dedim.

"Size güveniyoruz, sözünüz altından bile kıymetli."

Heleni'nin yanındaki adam "İhanetin nasıl geleceği belli olmaz, yalanlar üzerine kurulu bir dostluk bile olabilir." diyerek homurdandı.

Kaşlarımı çatmıştım. Bu adam kendini ne sanıyordu? Küstahtı."Sizce biz aptal mıyız, insanlar bizi kolayca kandırabilir mi? Bizim de tedbirlerimiz yok mu? Korkmayın kimse bizi kolay kolay kandıramaz. Kendimizce tedbirlerimiz mevcut."

Gael adama ters ters bakmıştı. Bu konuşmaya ne gerek var diyordu."Prens, siz Artho'nun düşüncesiz sözlerine takılmayın. Yaşlılığı aklını köreltmiş olmalı. Biz size inanıyoruz." dedi ve gülümsedi.

Narnie "Kocam haklı. Bizim güvenimiz tam. Kuzeyliler hakkında içimizi rahatlattığınız için de minnettarım. Acaba Simobe'ye dostça bir mektup göndersem nasıl olur?"

"Harika bir fikir! Düşmanlığınızı geride bırakmanız gerekli. Üstelik aynı cepheyi  paylaşmanız olası iken düşmanlık olmamalı." dedim.

Gael "Aspanza'yı müttefik saymıyorsak  gizli yardımlarımızdan mahrum edilmesi gerekmez mi?"

Kafamı iki yana salladım. Bu konuda yorum yapmak beni aşardı. Bir prens olarak sınırlarımı bilmeliydim."Yönetici, bu soruyu babam ve annem cevaplar. Benim yetkimi aşan bir konu." 

"O zaman Kral Talayer'e bunu soracağım." dedi. Konu daha sonra Narnie tarafından değiştirilmişti. Savaş hakkında eksiklikler tartışılırken sessiz kalmayı uygun bulmuştum. Nerede susup nerede konuşmam gerektiği çok önemliydi.

Toplantı sonrası ise Gael beni askeri kışlalarına götürmüştü. Ordudaki eksiklikleri tespit etmemi istiyordu, bizim ordumuzla uyumlu olmaları için ne gerektiğini soruyordu. Ona ilk önce askerlerin çalışmalarını birkaç gün izlemem gerektiğini, buna göre bir rapor çıkartmam gerektiğini söylemiştim. Bir günde olamazdı. Gael beni anlayışla karşılamıştı, istediğim birkaç güne müsaade etmişti. Ben de ona verdiğim sözü tutmuştum. Burada kaldığım süre boyunca orduyu  izlemiştim. Çalışmalarını, kullandıkları silahları, savaş taktiklerini. Her şeyi öğrenmeye çabalamıştım. Bunun için çok çalışmıştım. Gece gündüz tüm çabalarım buna yönelikti. Nasliza'ya göre kendimi yıpratıyordum. Benim umurumda değildi. Mükemmele ulaşacaksam yıpranabilirdim, asla sorun olmazdı.  

Sarayın kütüphanesindeydim. Raporumu son kez gözden geçiriyordum. Aldığım günlük notlara göre raporum oluşmuştu. Silahların kalitesi artmalıydı, mızrak kullanmayı öğrenmeleri gerekliydi. Bunlar en büyük sorundu. Askerlerin dirençleri güzeldi. Gerçekten de savaşçı bir toplum olduklarını gösteren dayanıklılıkları vardı. Bunu övgü olarak yazmıştım. Eh, hep eleştiri sunamazdım. Bir yerlerde mutlaka iyi özelliklerini belirtmem şarttı.

Kapının açılmasıyla başımı kaldırdım. Bana doğru gelen Andrina'yı gördüm. Mavi, tek omuzlu bir elbise giymişti. Saçları dağınık bir şekilde toplansa da bir buklesi yüzüne yaramazca düşüyordu. Genç kızın elinde bir tepsi vardı. Tepsinin üstünde yeşil ve siyah üzümle beraber gümüş bir sürahi, iki kadeh görüyordum. Tepsiyi masama bırakmış, karşıma oturmuştu. Onu umursamadan  divit kalemi mürekkep hokkasına batırmış, yazmaya devam etmiştim. Andrina ise kendisine ve bana bir kadeh doldurmuştu.Ben kadehe dokunmak niyetinde değildim. Andrina ise çoktan gümüş kadehi dudaklarına götürmüş, içmişti.

Sakin bir sesle "Babam sana çok hayran kaldı,  biliyor musun? Onun aradığı bir oğulsun." dedi.

"Yönetici Gael'in övgüsünü kazandığım için mutluyum." dedim.

"Şu an bile aranızdaki fark açık. Sen kendi ülken olmamasına rağmen bizim için çalışıyorsun, abim ise eğlence peşinde. Senin şu askeri kendisine yapmaya çalışmakla uğraşıyor." dedi ve bir yudum daha içti. Gözleri üstümdeydi, cümlesinin etkisini ölçmeye çabalıyordu."Abim de keşke senin gibi olabilseydi. Bunun için babam her şeyini verirdi." 

"Nasliza'nın peşinde istediği kadar koştursun, Nasliza ona bakmaz."

"Çünkü onun gönlü sende, senin gönlün onda!" dedi ve kalemi bırakıp ona baktım. Mavi gözler yaramazca bakarken, dudaklarında hınzır bir gülümseme vardı.

"Bunu nasıl anladın?"

"Bakışlarınızdan, Prens. Burada biz gözlerin kalplerin yansıması olduğuna inanırız. Kalpte ne geçerse göze yansır. Yaverinin sana olan bakışları, senin ona olan bakışların tutkulu bir aşkı gösteriyor." dedi. Dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra "İlk başta seni baştan çıkarabileceğimi düşünmüştüm. Annem bunu istemişti, sonuçta sen gelecekte kral olacaksın. Senin gibi güçlü bir kralın eşi olursam serseri abime yardım edebileceğime annem inanmıştı. Ona itiraz edemedim çünkü bu bizim topraklarımızın bir geleneği. Üstelik abimi güçlü tutarsam ülkemi güçlü tutmuş olacaktım. Bu yüzden karşı gelemedim. Fakat sen bizim beklediğimiz gibi çıkmadın. Bunun nedenini anlamak ise geç olmadı, Nasliza'ya olan bakışların her şeyi anlatıyordu." dedi.

Derin bir nefes aldım. Valhares böyle bir yerdi. Evlilikler birer siyasi anlaşmaydı. Ailemin en sinir olduğu şeydi, ben de sinir oluyordum. Fakat şu an karşımdaki kıza kızmıyordum. O, masumdu. Annesine kızmam gerekliydi."Annen madem ülkeni güçlü tutmak istiyor, neden abini ısrarla veliaht yapıyor? Bunu sorguladın mı?" dedim. Sesim biraz sert çıktığı için kız ürkmüştü. 

"Çünkü hep erkekler veliaht olur, hanenin başına onlar geçer." diye mırıldandı.

"Sırf tohum veriyor diye bir erkeği veliaht yapmak kadar saçma bir düşünce olamaz. Erkek tohum veriyorsa kadın da o tohumu tutan topraktır. Toprak olmadıktan sonra tohumun ne anlamı var?"

"Bu açıdan düşünmemiştim."

"Düşünmedin çünkü düşünmeni istemediler. Andrina, gücünün farkına var. Seni de gözlemledim, oldukça mantıklı düşüncelerin var. Baban bunu destekliyor, farkında mısın bilmiyorum. Sırf annen ülkenin başına abini istiyor diye geride duramazsın." dedim. Andrina'nın bakışları düşünceli bir hal almıştı."Sen Valhares'i yönetmelisin, zevk peşinde koşan abin değil. Abin istemediği bir evlilik yaparak seni ve ülkeni güçlü kılmalı, sen abini güçlü kılmamalısın." 

"Prens burası Valhares, hiç kadın bir yönetici olmadı."

Gülümseyerek "Neden kaderini başkalarının eline bırakıyorsun? Bırak, kendi kaderini kendin yaz. Kendi hayatının efendisi ol, hakkın olanı ise acımadan al." dedim.

"Bunu yapsam bile beni destekleyen olmaz ki!"

"Destekleyen olacaktır, ben buna inanıyorum. Baban abini varisi yapmak istemiyor. Eğer sen kendini ona kanıtlarsan seni varisi yapacaktır. Buna eminim." dedim. Andrina'ya babasıyla yaptığım konuşmayı anlatmayacaktım. Gael oğlundan memnun değildi, onu varis yapmak istemiyordu. Kızım çekingenliğini atarsa onu varisim yapacağım demişti. Açıkçası Andrina'nın varis olması güzel olurdu. Sınırımda aptal birisinin yönetici olmasını istemiyordum.

"Söylediklerinizi dikkate alacağım. İnanın bana, yolumu aydınlattınız. Belki de bazı şeylerin değişmesinin vakti gelmiştir. Neden başkalarının isteklerine göre yaşayalım, neden başkası için kendimizi kurban edelim? Bırakalım da onlar bizim için çabalasın. Galiba bir yerden sonra bencil olmak lazım. Fedakarlığın fazlası zarar."

"Fazla fedakarlığın sonucu açıktır. İnsanların nankörlüğü, Andrina. Hadi, şimdi şu raporumu oku ve değerlendir. Görüşlerini merak ediyorum." dedim ve ona yazdığım kağıdı uzattım.

Bütün gece çalışmıştık. En sonunda rapor hazır olmuştu. Kısa bir uyku sonrası raporu Gael'e sunmuştum. Gael yazdıklarımı okurken memnun duruyordu. Keyifliydi. Hatta heyecanlanmıştı. Mutlaka Andrina'yı övmem şarttı. Gael kızındaki ışığın farkındaydı ama daha çok bilirse Andrina'nın işi daha kolay olurdu. Gael'den sonra gelecek olan isim güçlü olmazsa Valhares için verilen savaşın bir anlamı olmazdı. Calhas serseri hayatına devam edebilirdi, yönetmekle ilgili bir hevesi olmadığı açıktı. Andrina ise gerçek bir cevherdi,  bunu Gael de fark etmeliydi.

Gael "Raporunuz muazzam, Prens. Dediğiniz her şeyi yapacağız, şüpheniz olmasın." 

"Bu raporu mükemmel kılan kızınızın katkıları, Yönetici. Andrina sayesinde sizi daha yakın tanıdım." dedim. 

Keyifle "Benim kızım akıllıdır." dedi. Tekrardan yazılanlara göz gezdirdi."Ona daha çok sorumluluk vermeliyim."

"Katılıyorum. Buradaki ziyaretimin de sona erdiğini belirtmek istiyorum. Tahmin ettiğimden daha uzun kaldım. Sizi ve kendimi tehlikeye attım. Hoş, buradaki Larastka casuslarının varlığımdan haberdar olduklarına inanıyorum. Sonuçta saraydaki önemli misafiri öğrenmek adına insanların ağızlarını aramışlardır."

"Keşke daha iyi bir zamanda gelebilseydiniz. Sizinle ava çıkmak isterdim ama koşullar bunu gösteriyor." 

"İnanın bana, sorun değil. Tekrardan görüşeceğimize inanıyorum. Üstelik buradaki misafirperverliğinizden memnunum. Kendi evimde sizleri ağırlamaktan memnun olurum."

"Özgür ülkeler olduğumuz zaman mutlaka olacak, siz bizim savaş kardeşimizsiniz."

"Savaş kardeşi mi?"

Gülümseyerek "Aynı savaşta aynı tarafta savaşan askerler birbirlerine bu şekilde hitap eder. Öz kardeşten farklı değildir." dedi.

"Hoş bir terim. Burada farklı şeyler öğreniyorum, bu beni memnun ediyor."

"Sizin sayenizde bizlerde kendi özümüzü keşfetmek adına çabalıyoruz. Valhares'i yeniden eskisi gibi yapacağız."

"Buna inancım tam, şimdi izninizle şehri son bir kez gezmek istiyorum. Yarın sabah yola çıkmamız lazım. Anlaşmamız bu yöndeydi."

"Nasıl isterseniz, Prens. Ben de sizi sınıra kadar götürecek askerleri ayarlayacağım." 

"İyi günler dilerim!" dedim ve odadan çıktım.

Odama çıkmış, üstüme pelerin almıştım. Saçlarımı saklı tutmak başlığını örtmüştüm. Kimliğimi saklı tutmam şarttı. Ayrıca saraydan birkaç asker almıştım. Nasliza'yı da unutmamıştım. O da benim gibi pelerin almış, giymişti. Saçları açıktı. Buradan ayrılıyoruz dediğim zaman sonunda demişti. Ben ise gülmüştüm. Calhas çevresinde pervane olduğu için onu kendisinden uzak tutmakla uğraşıyordu. Benim gözlemlerime de ara ara yardım etmişti fakat asıl görevi başkaydı. Ondan Mayzen içinde bize yönelik  bir ihanet var mı yok mu araştırmasını istemiştim. Sarayın iç yüzünü bilmem lazımdı. Nasliza bu görevi harika bir şekilde yerine getirmişti. Mayzen insanları usluydu. İnsanlar savaşı istiyordu, özgür olmak istiyorlardı. Bize güveniyorlardı. Bu güveni Gael özetlemişti. Biz onların savaş kardeşleriydik.

Aspanza'dan sonra başka bir ihaneti kaldıramazdık. Yıllardır kurulan plan çökerdi. Aspanza bile bizi geriye düşürecekti. Annemle babama o ülkeden kopmamız gerektiğini söyleyecektim. Zamanında hayran oldukları kadının ülkesi diyerek bağları kopartmak istemezlerse bu sefer biraz sert olacaktım. Bu savaşta duygulara yer yoktu. Kraliçe Naomi kendi atasını umursamıyor iken annemler mi umursayacaktı? Saflıktı! Büyük bir saflık. Babam belki uyanık davranırdı ama güvenemiyordum. Söz konusu dostlar ve bağlar olunca ikisi birden fazla iyi niyetli oluyorlardı. 

Şehre bakarken bu topraklarında yakın zamanda kendi öz benliğine kavuşacak olması beni mutlu etmişti.Burası Valhares idi. Savaşçıların Diyarı olarak anılan bu yerin kendine has kimliği olması gerekliydi. Şükürler olsun ki Gael bununla ilgili çalışıyordu. Eğer Andrina başa geçerse o da buna devam edecekti. Valhares de kendi benliğine kavuşmuş olacaktı. Yanımda yürüyen Nasliza'ya baktım.O da etrafı inceliyordu. Aklımda olan bir konuyu ona açmanın zamanı gelmişti. Bu konuyu sormanın yeri miydi, fikrim yoktu. Bunun için kimi erkeklerin özel mekanlar seçtiklerini biliyordum. En basiti Tamayr bunun için çok çaba harcamıştı. En sonunda güllerle donattığı bir bahçede Balbina'ya soruvermişti. Ben ise yabancısı olduğumuz bu şehirde bilmediğimiz bir sokakta yürürken soracaktım, pardon diyecektim. Acaba Nasliza da Balbina gibi süslenmiş bir yer ister miydi? Bunu bilemiyordum. Onu hep asker olarak gördüğüm için bu sorunun cevabı yoktu. Bir kadın olarak görebilseydim bu soruyu yanıtlardım. 

Nasliza "Neden bana dik dik bakıyorsun?" dedi. Bakışları benden yola çevrilmişti.Fazla düşünmenin anlamı yoktu! Söyleyeyim, bitsindi. Ben Tamayr değildim, Nasliza ise Balbina değildi. İkimizi öyle süslenmiş bir yerde düşünemiyordum. Biz onlar gibi olmak zorunda değildik. Önemli olan mekan değildi zaten. Hissettiğimiz duygulardı. 

"Evlen benimle, Nasliza. Buradan dönüşte Khaird Tapınağı'na gidelim, nikahımızı kıydıralım. Evlenelim!" dedim. Bunu bir nefeste dediğim için mutluydum. Nasliza ise durmuş, şaşkın şaşkın bana bakıyordu. Ne dediğimi anlamamış mıydı, şok mu olmuştu? 

Şaşkınlıkla "Ne?" dedi.

"Doğru duydun. Evlen benimle. Ne seninle oluyor, ne de sensiz. Bunu çözmenin yolu ise evlenmemiz!" 

"Şaka yaptığını sanıyordum ama sen ciddisin. Ne oldu? İçkine ilaç mı kattılar?" dedi ve yürümeye devam etti.

"Hayır, ben ciddiyim. Farkında isen biz gri olamıyoruz. Ayrı kaldığımız zaman ikimizde mutsuzuz. Beraber olduğumuz zaman ilişkimizin bir adı yok. Buna bir ad koymak gerekli."

"İnanamıyorum! Sen ciddisin." dedi. Ardından etrafa bakmıştı."Evlenme teklifini ettiğin yere bak istersen. Daha özel olabilirdi."

"Önemli olan mekan değil, bizim ne hissettiğimiz. Sen de bana karşı boş değilsin, ben ise sana deli oluyorum."

"Seninle evlenmek delilik!" dedi ve ofladı.

"Aşkın kendisi delilik. Birbirimizin oluruz,  kötü mü? Bak, sana tüm ciddiyetimle karşındayım. Evlen benimle. Kraliçem ol."

Dudaklarını bastırmıştı."Dengesizin tekisin. Seninle ben ne yapacağım?"

"Evleneceksin!" dedim. Nasliza ise gözlerini devirmişti.

"Bu hemen olacak şey mi? Ailene bile sormadın! Zaten kaçtığımız için Kraliçe Dara'nın öfkesi üstümüzde olacak. Kral'ın laf sokmalarından bahsetmiyorum bile. Öfkeden bile beter. Gizlice evlenirsek ailen daha çok kızmaz mı?"

"Onlar neden karışıyor? Tamayr'dan önce evlendiğim için mi? Bence kızmalarına gerek yok. Hatta memnun olacaklar. Sonuçta çevremde dolanan bir asilzade olmayacak."

"Kararlısın." diye mırıldandı.

"Sen de beni seviyorsun, benden hoşlanıyorsun. Bana güvenemiyordun. Şimdi güvenmen için bir sebep sunuyorum. Senin hayat arkadaşın  olmak istiyorum, sevgilin veya aşığın  değil. Hayat arkadaşı olmak daha fazlası. Birbirimizin iyi gününde değil kötü gününde de destekleyeceğiz,  aşkımız ise sonsuz olacak."

"Sözlerin baldan tatlı ama hemen vereceğim bir karar değil. Bu ciddi bir karar. Evet dersem sadece sana değil Azinizar'a da evet  demiş  olacağım. Büyük bir sorumluluğum olacak."

"Endişe etmene gerek yok. Annemi düşün. Basit bir oyuncuydu, yönetmekle ilgisi yoktu. Babamla ögrendi. Ben de bilmiyorum. Seninle öğreneceğim."  dedim. Ardından elini sımsıkı tutmuştum."Beraber olursak her şeyin üstünden gelebiliriz, elele olursak kimse karşımızda duramaz."

"Düşünmem lazım, Arsulay. Gerçekten istiyor muyum, sana olan hislerimden emin miyim. Ben de farkındayım. Ayrı duramıyoruz, yakın olduğumuz zaman nasıl davranacağımızı bilemiyoruz. Bu ilişkinin adı olmalı."

"Sana söz veriyorum, seni asla üzmeyeceğim." diye fısıldadım.

"Sözünü unutma, diğerlerinin yanına yaz." dedi ve güldük.

Biraz alışveriş yapmıştık. Mayzen'e gelmiş iken buradan bir hançer takımı almadan gitmek olmazdı. Saranzay için ipek kumaş almayı da ihmal etmemiştim. Hançeriyle beraber buna da sevinecekti. Nasliza ise düşünceliydi. Sözlerim ona etki etmişti. Kabul edeceğini biliyordum. O da sıkılmıştı bu belirsizlikten. Bu ilişkiye ad koymamız gerektiğini biliyordu. Basit bir ad olmamalıydı. Direk evlilikle başlasak hiç sorun yaşamazdık. Ruhlarımız birbirini biliyordu, gözlerimiz kalplerimizi görüyordu. O zaman evlenmeme gibi bir nedenimiz yoktu. Tanrım! Nasliza benim eşim ve kraliçem olacaktı. Başka bir hediye istemezdim. Onu mutlu etmek ise benim görevim olacaktı.

Hayır da diyebilirdi. O zaman yapmam gereken saygı duymaktı. Zorba değildim, sınırlarım vardı. Hayatında olmamı isterse olurdum. Hayatında olmamı istemezse olmazdım. Zorla bir şey olmazdı. Neden zorbalığa ihtiyaç duyulurdu ki? Anlamıyordum. İnsanların kalplerinde kötü bir iz bırakmak istiyorsam zorba olabilirdim. Her şeyin bir yolu vardı.

Saraya geri dönmüştük. Buradaki son akşamdı. Bir daha gelir miydim, bilmiyordum. İlk günkü gibi son gün içinde bir eğlence vardı. Samimi gülüşler eşliğinde keşke burada kalsanız sözleri yemekte en çok söylenen sözdü. Ben de onları kendi ülkeme davet etmiştim. Mutlaka Azinizar'ı görmeleri lazımdı. Calhas "Mutlaka Esla'ya geleceğim, Prens Arsulay. Şarabınızı tatmak istiyorum." dedi ve içkisini yudumladı.

"Esla'ya gider gitmez size hemen bir sandık dolusu şarap göndereceğim, Calhas. Bundan kuşkun olmasın." dedim.

Gülerek "Cömertsiniz! Keşke cömertliğinizi başka konularda görebilsek." dedi.

"Nasıl?"

"Yaveriniz burada kalabilir." dedi. Heyecanla bunu derken gözleri Nasliza'nın üstündeydi. Nasliza ise ona ters ters bakmıştı."Sizden çekindiği için burada kalamıyor." 

Gülmemek için kendimi zor tutmuştum."Calhas uzaktan bir efendiye mi benziyorum? Nasliza'nın kendi özgürlüğü var. Burada kalmak istiyorum desin asla karışmam." dedim. Nasliza'ya bakarak "Doğru değil mi, yaverim? İnsanların gözünde beni sert bir prens mi yaptın? Çok ayıp, sana yakıştıramadım."

Nasliza kafasını iki yana sallayarak "Valhares bana göre bir yer değil." dedi. 

Calhas derin bir iç çekmişti. Nasliza'nın son cevabı onu üzmüştü ama yapacak bir şey yoktu. Nasliza'nın yeri benim yanımdı, bunu kabullense iyi olacaktı."Yapacak bir şey yok. Nasliza, seni tanımak büyük bir şerefti." 

Gael "Prens, yolculuğunuzdan oğlum sorumlu olacak. Sınıra kadar size eşlik edecek. Güvenilir askerlerimiz tarafından korunacaksınız, kuşkunuz olmasın."

"Teşekkür ederim, Yönetici." dedim.

"Ayrıca bugün gelen raporuma göre Larastkalı casuslar sizin varlığınızın farkında. Lütfen dikkatli olun. Öldürülme tehlikeniz var." 

Narnie "Bu yüzden güvenliğiniz bizim için önemli. Sıkı tedbirlerle ayrılacaksınız. Zaten kendi sınırınıza girdiğinizde kimse size orada dokunmaz." dedi. Gözlerini kısıp "Umarım dokunmaz." diye mırıldandı.

"Sınıra girdiğimiz zaman bize dokunamazlar. Sonuçta kendi topraklarımda istediğim her yere gidebilirim, buna kuzeyliler nasıl karışabilir?" dedim.

"Kuzeylilere güvenemiyorum. Larastkalılar barbarlar, Prens. O barbarlardan her şey beklenir. İstedikleri kadar ipek giysiler giysinler, değerli mücevherlere sahip olsunlar. İnsanın özü barbar olunca bunların hiçbir önemi kalmıyor."

Gael "Onların da sonu yakın, hayatım. Yaşayacakları büyük yenilgiden sonra Dutarse Hanesi ayakta kalabilir mi? Sanmıyorum!" 

"Bence küçümsemeye gerek yok, Gael. Kral Jayce toparlayamasa bile Prenses Adeline toparlar." dedim.

"Kuzeniniz olduğu için iyimser yaklaşıyorsunuz, anlıyorum. Yine de tavsiyem gerçeği görün. Prenses de mutlaka babasının izinden gitmeye kalkışacak." 

"Buna ihtimal vermiyorum. Prenses Adeline mutlaka babasının hatalarını görüyordur. Kraliçe Loya, onu bu şekilde yetiştirmiştir."  

Narnie "Kraliçe Loya Larastkalıları anlamış olsaydı zamanında idamla yargılanmazdı, Prens. Olaylara gerçekçi yaklaşalım. Prenses, bir kuzeyli, bir barbar. Eğer kaybedilen savaşı sürdürmek isterse karşılığını alacak."

Kafamı iki yana salladım. Adeline'ın savaşı sürdürmek isteyeceğine dair şüphelerim vardı. Çünkü onu kuzeyli olarak görmüyordum. Babasına benzer bir yönetim anlayışı yoktu, en azından Kantre'deki casuslarımızdan böyle raporlar geliyordu."Zaman bize her şeyi gösterecek, sabretmemiz gerekli." dedim. Daha sonra başka bir konu açmıştım. Adeline hakkında daha fazla konuşulmasını istemiyordum.

Gece sonunda odalarımıza çekilmiştik. Güzelce uyumam gerekirken aklım Nasliza'nın vereceği cevabı düşünüyordu. Evet mi, hayır mı diyecekti. Evet demesini istiyordum. Onunla yeni bir hayat kurmak için içimde sonsuz bir güç vardı. Evet demesi yeterliydi. Onun ayaklarına her şeyi sererdim. Annemlerin tepkisini görmek ise eğlenceli olacaktı. Onlar Tamayr'ın evlenmek için yeterince olduğunu düşünüyordu, ben ise uçarıydım. Biraz daha pişmem lazımdı. Fakat işler göründüğü gibi değildi. Kendimi hazır hissettiğim bir sorumluluk için heyecanlıydım. Fazla beklemeye niyetim yoktu. Nasliza'yı bulmuş iken kaçıramazdım. Ben bu hayatta bir tek onunla olabilirdim, başkası olamazdı. 

Babam beni anlardı diye düşünüyordum. O da evlenmek için beklemişti. Annemi bulunca doğru insan olduğunu anlamıştı. Annemin ise babamın doğru insan olduğunu anlaması birazcık uzun sürmüştü. Araya başka insanlar girmiş olsa bile babamın onun için doğru kişi olduğunu anlamıştı. Sonuç olarak hayatları birleşmişti. Omuz omuza bu evliliği sürdürmüşlerdi, savaşları ortak olmuştu. Nasliza ile ben de aynı olacaktık. Aşkta ve hükümde bir olarak ilerleyecektik. Korkmasına gerek yoktu. Ben vardım. 

Gün doğmadan yatağımdan kalkmıştım. Banyodan sonra buraya geldiğimde ne giydi isem onları giymiştim. Kıyafetlerim temizlendiği için memnundum. Kahvaltıdan sonra odadan ayrılmıştım. Dışarıda ise beni bekleyen ufak bir kalabalık vardı. Nasliza atlarla ilgileniyordu. Calhas ise yanındaki askerlerle konuşuyordu. Gael beni görünce babacan bir ifadeyle gülümsemişti. Kızı ve eşi ise sakinlerdi. Onlarla teker teker vedalaştım. Bir daha görüşebilir miydik, bilmiyordum. Umarım savaşta onlara bir şey olmazdı. Buna üzülürdüm. Bana evlerini açmışlardı, haddimden fazla saygı göstermişlerdi. Başlarına kötü bir şey gelmemeliydi. Arynad, onları koru ve gözetle. Yasher'in onları yanına almasına izin verme. 

Atıma bindiğim gibi yola koyulmuştuk. Calhas ara ara mola verelim dese de bunu ben istememiştim. Ne kadar çok mola o kadar çok bela demekti. Larastkalı casuslar buradaki varlığımı biliyor iken mola vererek kendimi açık hedef haline getiremezdim. Calhas istediği kadar mızmızlanıp dursundu. Ona ve askerlerine ihtiyacım yoktu. Ben ve Nasliza yeterince iyiydik. Mola verecek isek ormanlık alanlarda vermemiz daha uygundu. Hanlarda veremezdik. Bunun tartışması da çok oluyordu. Calhas bira içecek diye hanlara uğrayamazdık. Ah, neden Gael'in bize eşlik etmesine izin vermiştim? Aklımın çalışmadığı nadir anlardan birisi olsa gerekti.

Akşamüstü ormanlık bir alanda mola verme kararı almıştık. Burada kalacaktık. Sınıra az kalmıştı. Buna çok seviniyordum. Hala Nasliza'dan bir yanıt almasam da mutluydum. Sonuçta evime dönüyordum. Kamp ateşi yakılmıştı, hepimiz ateşin etrafına toplanmıştık. Nasliza "Yarın sınırı geçeriz gibi duruyor." dedi. 

"Güzel." diye mırıldandım.

Calhas "Sonunda diyebilirim. Hiç bitmeyecekmiş  gibi geliyordu. Prens'in kaprislerine sabretmek çok zordu."  dedi ve bir çalıyı ateşe attı.

"Kaprislerim mi? Tanrı aşkına her hanı geçtiğimizde mızmızlanan kimdi? Bira keyfine engel olduğum için kaprislisin diyorsan evet öyleyim. Keyfi davranarak yol alamazdık. Tedbirli olmamız için hızlı olmamız şart." 

"Şımarık bir prens bozuntusuna yakışan cevaplar." 

"Ben prens değilim, kendi ülkemde nasıl anıldığımı sorabilirsin. Prens kavramından uzak durmaya çalışırım. Sırf senin dediğin gibi olmamak adına." 

"Buna inanmamı istiyorsan yaverini bana bırakırsın, Prens." 

Tam bir şey diyecek iken Nasliza sertçe "Susun! Birileri var, fısıltı duydum." dedi. Herkes sessizleşmişti. Bu sessizliği bölen ise bir ok olmuştu. Üstüme gelen oku yana çekilerek kurtulabilmiştim. Beni iten Nasliza olmuştu. 

Karanlığın için çıkan askerler vardı. Ellerinde kılıçlarla saldırgan bir şekilde duruyorlardı. Göğüslerinde işli olan kuzgun arma ile kim olduklarını anlamak güç değildi. Bize sertçe bakarak duruyorlardı. Teslim olmamızı bekliyorlarsa yanılgı içindeydiler. Teslim olup beni idam etmelerini bekleyemezdim. Ölümümü istiyorlardı, bunu yapmaya hakları vardı. Fakat hiçbir şey bilmiyorlardı. Ben kolay kolay ölmezdim. Savaşmadan ölmek bana göre değildi. Tüm tehlikeleri bilerek bu yola çıkmıştım, risklerin farkındaydım. Risk almadan ilerleyemezdik. Ölüm de bir riskti. Şimdi bu riske karşı koymanın zamanıydı.

Nasliza "Arsulay, ne yapacağız?" dedi. Bana bakarken gergindi.

"Yaptığımız en iyi şeyi yapacağız. Savaşacağız ve bu barbarlara karşı koyacağız." dedim. Kılıcımı kınından çıkarmıştım. Kabzasını sımsıkı tutuyordum. 

"O zaman bu işte beraberiz." 

"Her zamanki gibi."  

Dudakları alaycı bir şekilde kıvrılmıştı. Kılıcını çıkardıktan sonra "Bu askerler saldırmadan önce demek istediğim bir şey var. Bana bir soru sormuştun, mekanını beğenmemiştim. Şimdi ise bu mekanı beğendiğim için ben sana soruyorum. Böylece uygun zaman ve uygun mekan nedir, öğrenmiş olursun. Benimle evlenir misin, Arsulay?" dedi. 

"Ne?"

"Doğru duydun. Evlen benimle, Arsulay. Bu ilişkinin bir adını koymanın vakti geldi."

Gülümseyerek "İlk önce şuradan kurtulalım." dedim. 

Saldırın diye bağırdığımda harekete geçmiştik. Onların saldırmasını beklemeye hiç niyetim yoktu. Zaten eninde sonunda beni suçlu göstereceklerdi. Adım gibi eminim ki beni kaçak olarak yakalamışlardı, tatlı tatlı uyarmışlardı ve ben saldırmıştım. Bu şekilde Kral Jayce'e rapor edeceklerdi ve ölü bedenimi sunacaklardı. Buna izin veremezdim. Kılıcımla bir bütün olarak dövüşürken bakışlarım Nasliza'nın üstündeydi. Başına bir şey gelmesini istemiyordum. Fakat o çok iyi dövüşüyordu. Vahşi ve yırtıcı. İmkanım olsaydı oturup onun güzel dövüşünü izlerdim. Kılıçla dans ediyor gibiydi. Eh, başka zaman olurdu. Sonuçta artık bir ömür bizimdi. Bunun heyecanını kalbimde hissediyordum. Kalbim bir yandan Yasher'e yalvarıyordu. Ne olur bu gece benim canımı alma diyordum. Nasliza'ya kavuşmadan ölmek istemiyordum. 

Valharesli askerlerin ve sevimsiz Calhas da iyi dövüşüyordu. Özellikle Calhas'ın benim için bu kadar uğraşacağını düşünmezdim. Fakat bu nereye kadar gidecekti? Bu barbarların duracağı yoktu. Ne kadar öldürürsek öldürelim onlar acımasızca saldırıyorlardı. Geri çekilmeyecekleri açıktı. Calhas ile sırt sırta gelmiştik. Calhas "Nasliza'yı al, kaç. Biz buradakileri hallederiz. Peşinize düşmezler." dedi ve kan tükürdü.

"Size ne olacak?" dedim.

"Korkma, Savaş Kardeşim. Biz Valharesli Savaşçılar savaşarak ölmeyi düğün gibi görürüz. Bundan daha şerefli bir ölüm var iken kaçmayız. Bizim için endişelenme."

"Senden bu sözleri duymak şaşırtıcı!" 

"Kaç artık. Gelinini fazla bekletme, her an vazgeçmesine neden olabilirim."

Gülerek "İmkansız rüyalarından bahsetme, savaş kardeşim!" dedim. Calhas'a saldıran askerin boynunu kesivermiştim. 

Nasliza'nın yanına geldiğimizde gitmemiz lazım, onlar halledecek dedim. Nasliza ilk defa bana itiraz etmemişti. Calhas ve askerler bizim için kalkan olurken biz atlarımıza binmiştik. Hızla yol almamız lazımdı. Calhas'ın bu geceki iyiliğini unutmayacaktım. Yaşamalarını istiyordum. Valhares Savaşçıları yenilmez denilirdi. Mutlaka öyle olacaktı. Barbarlara boyun eğmeyeceklerdi. Asıl sorun başkaydı. Galiba savaşı başlatma sebebi olmuştum. Benim Valhares sınırından çıkarken görülmem Larastka tarafından affedilecek bir şey değildi. Babamların aradığı fırsatı sunmuştum. Diğer ülkelerde buna hazır. Başka bir şey olmazdı, bunu dert edecek değildim.Yapmamız gereken şey savaşmak ve hakkımız olanı almaktı. 

Sabaha karşı sınırı geçince tehlikeden kurtulmuştuk. Sınırdaki askerlere Prens Arsulay olduğumu söylemek zorunda kalmıştım. Hala peşimden gelebilecek olan Larastka askerlerine saldırmalarını emretmiştim. Karşı gelmemişlerdi. Buna şaşırmıştım doğrusu. Acaba annemlerin de talimatı bu yönde miydi? Belki benden önce demişlerdi, askerler uymuştu. Onların da bu savaşın farkında olduklarını bilmemek için aptal olmam gerekirdi. Esla'ya gittiğimde nelerle karşılaşacağımı merak ediyordum.

Tabii Esla'ya varmadan önce yapmam gereken başka bir şey vardı. Nasliza ile evlenmem gerekiyordu. En yakın Khaird tapınağında nikahımız kıyılmalıydı. Aşkın huzurunda evlenerek bu evliliğin asla bozulamayacağını gösterecektik. Nasliza'ya bakarak "Hala fikrinden vazgeçmedin, değil mi?" dedim.

Nasliza "Neden vazgeçeyim? Bunun için yeterli bir nedenim yoktu. Eğer sen Yashpal ile evlenmek istiyorsan çekilirim."

"Yapma bunu! Bu şakaya hiç gerek yok, Nasliza. Ben seni seviyorum, benim kalbim tamamen sana ait." 

"Şaka yapıyorum, sakin ol. Hem artık vazgeçsen bile seni bırakacak, değilim. Ben diğer kızlara benzemem, Prens." dedi. Kendinden emin bir şekilde gülümsemişti."Benim için önemli olan verilen sözlerdir. Sen ise bu sözü tutacaksın." 

"Hayatımda aldığım en doğru kararlardan birisi bu. Üstelik büyük bir savaş yaklaşıyor iken aklımda keşke olsaydı dediğim bir şey kalmamalı. Savaşı hissediyorum." 

"Korkma, bu savaşı atlatacağız. Hiçbir kış yazın gelişine engel olamaz." dedi ve gülümsedi.

"Bu kış sevdiğim herkesi dondurduktan sonra yazın gelmesinin ne anlamı var? Ben bundan korkuyorum, sevdiğim herkesi kaybetmek istemiyorum."

"Kaybetmeyeceksin. Bak, ben her zaman senin yanında olacağım. Sana söz veriyorum." 

Derin bir nefes aldım. Gülerek "Sözünü sakın unutma." dedim.

Torn'un Khaird Tapınağı'na kısa sürede varmıştık. Tapınak bembeyazdı. Kubbesi soğan şeklindeydi ve altın rengiyle parlıyordu. Şehrin yukarısına kurularak hakimiyetini gösteriyordu. Tapınakta en çok hoşuma giden kırmızı güllerin varlığıydı. Ateş gibi kıpkırmızılardı ve canlılıkları hoşuma gitmişti. Bizi karşılayan tapınağın sorumlusu baş rahibe Narat idi. Çaylaklarının aksine o koyu kırmızı kumaşla sarınmıştı. Tek göğsü açık olsa da simsiyah saçları göğsünü kapatıyordu. Dudakları kırmızı bir boyayla boyanmıştı, gözünde sürme ise simsiyahtı.İlk önce kim olduğumuzu ve ne amaçla geldiğimizi açıklamıştık. Gamzeli bir tebessümle dinlemişti.

"Rahibe Narat, acaba istediğimiz gibi bu nikah burada olur mu?" dedim. Gül kokusunu bir kez daha içime çektikten sonra "Khaird ve Yasher'in farkı yok, bunu bildiğimiz için buraya geldik. Khaird'in bu aşkı kutsamasını istiyoruz." dedim.

Nasliza "Lütfen olabileceğini söyleyin, Rahibe." 

Narat "Elbette olabilir. Khaird'in evi her daim aşıklara açıktır, aşkın evidir. Burada olan her aşk Khaird'e bir ibadettir, yakarıştır. Gerçekleştirilen her yemin ise Khaird'e adanan bir ateştir. Burada olmanızda hiçbir sıkıntı yok." 

"O zaman nikahımız hemen kıyılsın, yemini hemen gerçekleştirelim." dedim.

"Prens çok acele ediyorsun."

"Burada fazla vaktimiz yok, Rahibe. Esla'ya dönmemiz lazım, orada ailem beni bekliyor. Buradan onlara bir ulak göndersem bile çok kalamam."

"Anlıyorum, anlıyorum. O zaman hızlı davranmamız lazım. Normalde 7 gün boyunca Khaird'e dua etmenizi isterdim ama özel durumlar olabiliyor. Fakat Khaird'i kızdırmamalıyız. 2 gün  boyunca dua edeceksiniz, nefretten arınacaksınız. 3. günün sonunda ise evlilik yemininiz gerçekleşecek, nikahınızı kıyacağım." 

Nasliza "Beraber mi dua edeceğiz?" 

"Müstakbel eşinden ayrı ayrı dua edeceksin. Onun kıymetini, yokluğunda nasıl eksik olduğunu anlaman için gerekli." 

"O zaman başlayalım mı? Vakit kaybetmek istemiyorum." dedim.

"O zaman sizi ayrı ayrı tapınağa alacağım. Siz erkek çaylaklarımın kaldığı yerde olacaksınız, Prens. Nasliza, sen benimle geleceksin. Aydak, Prens Arsulay'ı götür. Kalacağı odayı göster, temiz kıyafetler ver. Daha sonra dua edeceği salona götür." dedi.

Nasliza ile orada ayrılmıştık. Birkaç gün sabretmem gerekliydi. Khaird'e ve Yasher'e dua ederek geçirecektim. Bu gerekli ise gerekliydi. Acaba sıradan bir düğün ve nikah şeklinde olsaydı nasıl olurdu ki? Tapınakların hep böyle bir özelliği vardı. Ah, çok yanlış yerde yanlış bir şey düşünüyordum. Sabret ve dua et, Arsulay. Ödülün büyük, bunun için yapman gereken şey ise çok basit. Nasliza gibi olamıyor musun? Kız hiç itiraz etmemişti. Hoş, Nasliza pek duygularını göstermeyi sevmiyordu. Çünkü incinmek istemiyordu. Artık buna gerek kalmamıştı. Kalkanını bana karşı indirebilirdi. Ben ona zarar vermezdim, kalbini kırmazdım. Dahası ben ona kendi kalbimi veriyordum. Acıtabilirdi, kırabilirdi. Yine de aşk tüm bunlara değerdi. Nasliza buna değerdi. 

Erkek çaylakların kaldığı yer, ana tapınağın arkasında kalıyor olsa da sevmiştim. Aydak beni küçük, basit bir odaya getirmişti. Ardından beyaz bir üst, beyaz  bir pantolon vermişti. Ondan karnımı doyurabilecek bir şeyler istediğimde ise bir parça ekmekle beraber peynir ile zeytin getirmişti. Bir de gül çayı vardı. Gül burada çok önemli olmalıydı. Karnımı doyurduktan sonra dua etmem için beni küçük bir salona götürmüştü. Buradaki insanlar minderlerin üstüne oturmuşlardı, karşıdaki Yasher heykeline dua ediyorlardı. Heykel mermerdendi ve renklendirilmişti. Tanrıça'nın yüzü oldukça neşeliydi. Baş rahibe gibi tek göğsü açıkta kalan bir elbiseyle aramızdaydı. Bana ayrılan mindere oturmuş, diğer insanlarla beraber dua etmeye başladım. Aydak da yanıma oturup elindeki dizili boncuk dizileriyle bir şeyler mırıldanıyordu. Nizar dilinde Khaird'e yakarıyordu. Gerçek aşkın bu ülkeyi kötülüklerden korumasını istiyordu. 

Dua ederken rahatladığımı hissediyordum. Hiçbir kötülüğü düşünmüyordum, aklımda güzel anlar vardı. 2 gün boyunca bu şekilde dua etmiştim. Tanrıça'nın kalbimi görmesini istemiştim. Sadece aşka odaklanmıştım. Diğer konulara zaten dönecektim. Beni bekleyen sorumluluklarım, ailem, yaklaşan savaş hepsi bu iki günlüğüne uzak dursundu. Kısa sürede olsa kendime bir şey yapmak istiyordum. Ait olduğum aşka hapsolmalıydım. Nasliza'ya hapsolmalıydım. 

Yemin töreni için hazırlanmıştım. Damat kıyafetlerim oldukça sadeydi. Beyaz pantolon, beyaz gömlek ve ateş kırmızısı yelek giymiştim. Tek omzumdan sarkan kırmızı bir şal vardı. Saçlarım ise düzgündü, omuzlarımdan sarkıyorlardı. Gelinimi alacak mıyım diye sorduğum zaman Aydak gelinimin beni Narat ile beklediğini söylemişti. Ah, acaba nerede ve nasıl bekliyordu? Bunun cevabını keşke verseydi. Birazcık sıkıştırsam da vermemek için inat etmişti. Eh, biraz daha sabredecektim. 

Aydak ve birkaç çaylak rahiple beraber ayrılmıştık. Ellerindeki gül yapraklarını saçarak ilahiler söylüyorlardı. En sonunda tapınağın tam arkasında olan bir yere gelmiştik. Kıpkırmızı güller burada daha da ihtişamlıydı. Güllerin kokusuyla mest olurken ileride kırmızı güllerin sardığı çardakta rahipler ve rahibeler eşliğinde duran Narat'ı gördüm. Yine aynı şekilde giyinse de bu sefer rengi maviydi. Fakat onun önünde ise gerçek bir Nizar gelini vardı. Ateş kırmızısı bir etek  işlemelerle kaplıydı. Ağır denilemezdi ama çok sade de değildi. İncecik belinde altın zincir dolanmıştı. Yarım üstü eteğine göre sadeydi. İşlemeler belli belirsizdi. Sağ omzundan çapraz olarak yerleştirilen şeffaf beyaz tül şal vardı. Bir kolunu kapatıyordu. Simsiyah saçları toplanmıştı. Kırmızı uzun tül kumaş saçlarına tutturulmuştu. Takılarla görmek ise beni daha da şaşırtıyordu. Büyük bir halka burnundaydı ve kulağımla bağlantılı olacak şekilde altın zincir yanağındaydı. Gerdanlığı ise boynumu sarıyordu.Bilezikleri kollarını doldurmuştu. Alnını ise altın bir zincir sarmıştı. Koca koca küpeleri nasıl taşıyordu? Ah, bu Nizarlı gelinde tanıdık tek bir şey vardı. Sürmeli bakışlar! İnsanın içini ısıtan, kanını kaynatan bakışları atlayamazdım.

Gelinim bana gülümsediği zaman rüya olmadığını anladım. Ben de gülümsemiştim, çok güzelsin diye fısıldamak isterdim ama olmamıştı. Dilim konuşamıyordu, kalbim ise heyecanla atıyordu. Ah, Yasher! Şimdi canımı alsan asla sana kızmazdım. Bu güzelliği gördükten sonra ölsem umurumda değildi. 

İkimiz yere serilen sedire çökmüştük. Dualar edildikten sonra Nasliza'ma baktım. Ruhumun sahibine bakarken içimin yandığını hissettim. Şimdi sıra bendeydi. "Ben Sumashd-Arsulay'an Pobeda. Evliliğimiz boyunca Aeje'nin eşi Aevni gibi baba olacağım, ailemizi sırtlanacağım. Khaird'in eşi Daichin gibi savaşçı olacağım, kötülüklere karşı savaşacağım. Ükhel'in eşi Amidral gibi yaşam olacağım ve yaşamın canlılığını sunacağım ve Tanrıça Yasher'in eşi Tanrı Arynad gibi eşimi tamamlayacağım. Bundan sonra senin adın Evleah-Nasliza'an Brashe değil, Pobeda-Nasliza'an Sumashd. Benimle beraber bu yolda yürü. Ruhum ve kalbim senindir." dedim ve parmağıma bastırdığım kınayı avuçlarının içine sürüp, kırmızı kumaşlarla sarmıştım. Şimdi sıra ondaydı.

Nasliza "Ben Evleah-Nasliza'an Brashe, bu adı bırakıyorum. Bundan sonra adım Pobeda-Nasliza'an Sumashd. Evliliğimiz boyunca Tanrı Arnynad'ın eşi Tanrıça Yasher gibi eşimi tamamlayacağım ve Aevni'nin eşi Aeje gibi anne olacağım, ailemizi kuracağım. Daichin'in eşi Khaird gibi eş olacağım, aşkımı göstereceğim. Amidral'ın eşi Ükhel gibi düşmanlarımıza ölümü getireceğim. Benimle beraber bu yolda yürü.Ruhum ve kalbim senindir." dedi ve parmağına bastırdığı kınayı iki avucuma  sürüp, kırmızı kumaşlarla sardı.

Ayağa kalktığımızda rahibe onayladığını söyleyip gökyüzüne gülümseyerek baktı. Ben ise Nasliza'ya heyecanla bakıyordum. Birbirimizin eşi olmuştuk. Ruhlarımız birdi, kalplerimiz birdi daha ne önemli olabilirdi? Tanrım! Bu gerçekti. Nasliza ile evlenmiştim. Ben hayatımın en anlamlı hareketini yapmıştım.

Nasliza gülümseyerek "Gelini öpmeyen damat mı olurmuş? Beni ne zaman öpeceksin?" dedi.

"O kadar güzelsin ki karşında konuşamıyorum, kendimi kontrol edemiyorum. Sen çok güzelsin." diye fısıldadım.

"Artık beraberiz. Bir ömür boyunca her şeye beraber göğüs gereceğiz. Yaverliğine bir ömür boyu devam edeceğim." dedi. 

İlk önce alnını öpmüştüm ardından o davetkar dudaklarına hapsoldum. Dudaklarımız ayrıldığında mutlulukla gülümsedik. Sonrasında yine rahibelerle ve rahiplerle dua etmiştik. Yasher heykeli karşımızdaydı, anaç ifadesi bizimleydi. Yaptığım işin doğruluğunu kalbimde hissetmemi sağlamıştı. Yüzündeki sıcaklık kalbimi ısıtıyordu. Yanımdaki güzel gelinimle şanslısın diyordu ve haklıydı. Hayatımın en güzel gecesi ve günü, evlilik günümdü. Her şey rüya gibiydi. Nasliza'yı kazanmıştım. En büyük savaşımı kazanmıştım ve kendimi yenilmez hissediyordum. Onun yanı başımda olmasına hep şükredecektim. Şimdi büyük savaşa hazırdım, büyük savaşa karşı yenilmezdim. Gerçek aşkımın gücü zırhım olacaktı ve ülkem için en iyisini yapacaktım. Ben kurdun ve akrebin oğluydum. Hiçbir güç beni durduramazdı.

Arsulay-Nasliza ilişkisini nasıl buluyorsunuz? Gelecekte neler yapabilirler?

Valahres ortamı sizce nasıldı? Azinizar onlara güvenebilir mi? Kuzey ülkelerine güvenmemeleri için düşünceniz nedir?

Sizce Larastka Arsulay'ı savaş bahanesi olarak kullanacak mı? Kral Jayce'in tepkisi ne olacak?

Arsulay-Nasliza evliliğini bekliyor muydunuz? Esla'dakilerin tepkisi sizce ne olacaktır?

Bir dahaki bölüm Jayce olacaktır! Kuzey'i özleyen var mıııı?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top