Kar ve Kül♔

BÖLÜMÜ OYLARSANIZ VE YORUMLARSANIZ SEVİNİRİM!

EĞER GÜNCELLEME BİLDİRİMİ GELMİYORSA KÜTÜPHANEDEN ÇIKARIP, BİR DAHA EKLEYİN VEYA BENİ TAKİP EDİN.

Bölüm Şarkısı: Claire Guerreso-Ashes

Yayınlanma Tarihi: 28.04.2020 (00:44)

İyi Okumalar!

Larastka Krallığı - Başkent: Kantre - Ulu Saray

Jayce

Kantre'nin girişindeydim. Kimsecikler yoktu. Bağırdığım zaman duyduğum şey sesimin yankısıydı. Ben de yürümeye karar vermiştim. Karlı yolda tek başıma yürüyordum. Karlar ince ince yağıyordu ve her yeri kaplamıştı. Aslında kül bile diyebilirdim. Hem kar hem kül yağıyordu. Çevreme baktığım zaman şehrim yıkılmıştı. Yanmış ve yıkılmış binalar vardı. Hatta kimi yerler hala yanıyordu. Dumanlar göğe yükseliyordu. Üstelik yerlerde yatan kömürleşen cesetler görmüştüm. Kantre'ye büyük bir yıkım gelmişti. Bu yıkımın nedenini biliyordum. Kaybetmiştim. Her şeyimi savaşta yitirmişti ve durduramamıştım.

Yavaş adımlarla ilerlerken saraya yaklaşmıştım. Yanan Larastka bayrağını görmüştüm. Sarayın en yüksek kulesinden aşağıya atılmıştı. Sarayın dış duvarlarının önünde ölü kuzgunlar vardı. Kar ve kül, onları kapatamamıştı. İçeriye girince göreceğim manzarayı bilmiyordum. Kaçıp gidemezdim. Son bir kez onlarla yüzleşmem şarttı. Dış kapıdan geçmiştim. Kül ve kar yağışı artmıştı. Ciğerlerime dolan duman kokusu rahatsız ediyordu. Sarayın ön bahçesini geçmiştim. Ana giriş kapısında merdivenlerde yatan bedenleri gördüm. Tek tek baktığımda tüm saray halkıydı. Hepsi ölmüştü. Hepsinin yüzünde dehşet ifadesi vardı. Ana kapı yavaşça açılmıştı. Gelen Loya idi.

Koşarak merdivenleri tırmanmıştım. Loya bitkin adımlarla yürüyordu. Zümrüt yeşili elbisesi yırtılmıştı, kan içindeydi. Saçları darmadağın iken bakışları bitkindi. Elinde tuttuğu kırık tacı ayaklarımın dibine atıvermişti. Loya diye fısıldamıştım. Onu düşecek iken tutuvermiştim. Baygın bakışları üzerimdeydi. Yutkunduktan sonra "Neredeydin?" diye fısıldadı.

"Buradayım, geldim. Neler oldu?" dedim.

"Yıkım geldi, her yer mahvoldu. Sen yoktun, biz kaybederken yanımızda değildin. Neredeydin, Jayce? Üstümüze ateş yağdırırlarken sen nereye gittin?"

"Ben buradaydım, yanınızdaydım. Bu kadar hızlı ilerleyeceklerini bilemedim. Ben bunu istemedim."

"Biz savunamadık, kaybettik. Her şeyimiz yandı, kül oldu. Şehirlerimiz insanlarımızın üstüne yıkıldı. Bu topraklar, bu insanlar kül oldu."

Dudaklarım sinirden titrerken ağlamamak adına kendimi zor tuttum."Hiçbir şey bitmiş değil. İnsanlarımızdan yaşayan mutlaka vardır. Onları toplayıp kuzeye gidebiliriz. Dayan, Loya."

Bir eli yüzümdeydi. Titreyen eli yanağımı okşarken "Bitti, Jayce. Biz kaybettik." diye fısıldadı.

"Kaybetmedik! Sen ve ben yaşıyor iken kaybetmiş olamayız. Diren, seni götüreyim. Lütfen Loya. Sen benim her şeyimsin!" dedim. Loya'nın yüzünde ufak bir tebessüm oluşmuştu. Gözlerini yukarıya dikerken gözlerinin rengi çok güzeldi. Yosun gözleri capcanlıydı. Hayat doluydu, yaşamının kahkahası gözlerine yansımıştı. Eli yanağımdan düşünce gözünden bir damla yaş damlamıştı. Hareket etmemişti. Kollarımda Loya ile kalakalmıştım. Loya diye fısıldamıştım ama hareket etmiyordu. Onu kendime bastırmıştım. Yaşlarım akarken bu felakette onu koruyamadığım için kendime kızıyordum. Bu sonumuz olamazdı. Bizim hikayemiz böyle bitemezdi.

Saraya baktım. Bu felaketin sebebi olanla yüzleşmeliydim. Her şeyimi benden alan bu canavarla karşılaşmalıydım. Loya'yı nazikçe kenara bıraktım. Ceketimi çıkarmış, üstüne örtmüştüm. Ardından sarayın içine girdim. Yerdeki cesetleri umursamadan ilerliyordum. En sonunda taht salonuna gelmiştim. Kapıyı açmıştım. Koca salon eski ihtişamını yitirmişti. Karanlık hakimdi. Pencereler kırıktı, içeriye kar ve kül giriyordu. Tahtımın olduğu yer ise gölgede kalmıştı ama birinin oturduğu kesindi. Kimsin sen diye bağırdım. Kahkaha sesi gelmişti. Biraz daha yürümüştüm. Karanlığın dağılmasını istiyordum. En sonunda tahtta oturanı ve yanındakini görmüştüm. Tahtımda oturan Ayashri idi. Bordo elbisesi üstüne tam oturuyordu. İnce altın zincirler kalçasını sarmıştı. Saçları açıktı, başında yakutlarla süslü tacı vardı. Her yakut kan damlası gibiydi. Elinde kılıcını yere saplamıştı. Sert ve gururlu bir yüz ifadesi vardı. Tahtın arkasında ise Talayer'i görmüştüm. Nizarlı uzun koyu sarı ceket giymişti, içinde basit bir gömlek vardı. Ceketinin üstünde akrep işlemeleri vardı. Ukala yüz ifadesini parçalamak istiyordum.

Ayashri kibirle beni süzdükten sonra dudakları kıvrılmıştı."Sonunda gelmişsin. Şehrin, ülken yıkılır iken nerelerdeydin? Kaçtığını düşünmüştüm." dedi.

"Ben kaçmadım!" diye bağırdım.

"O zaman ülkeni yakarken sen neredeydin, Kuzgun Kral? Mazlum insanların intikamını aldığım zaman nereye saklandın? Bu savaşı kazandı isem bunlar tamamen senin sayende oldu."

"Ben kaçmadım, saklanmadım. Ölünceye dek bu ülkeyi savunmak benim görevim."

Ayashri sessizce gülerken Talayer beni süzdü. Birkaç adım öne çıkmıştı. Kollarını kavuşturmuş, beni küçümsercesine bakıyordu."Savaş meydanında yoktun, şehirlerini yakarak ilerken yoktun, sarayını yakarken yoktun. Şimdi mi karşımıza çıkıyorsun? Zavallının tekisin." dedi. Sesindeki alay beni iyice germişti.

Ayashri "Herkes bu hayatta yaptığının karşılığını görür. Sen bu insanlara çektirdin. Şimdi ise sıra sende, Jayce."

"Ben hükmettim! Kanımın hakkıyla bunu yaptım, yönettim. Sen kimsin beni sorguluyorsun?" diye bağırdım.

"Ben o ezdiğin halkların sesiyim, esir olarak büyüsünler dediğin çocukların annesiyim, köle olarak çalışacaklar dediğin insanların kılıcıyım. Her şeyden önemlisi ben Ayashri'an-Dara'yım, senin celladınım. Buz ve ateş dengesindeki ateşim. Seni yok etmekle görevli olanım."

"Sen veya kocan beni yok edemez! Siz bir hiçsiniz."

Talayer "Bizi sen kendin yarattın, kabullen. Beni ve Dara'yı öldürmek için imkanın vardı, yapmadın. Küçük gördün. Şimdi ise kaybettin, kabullen. Larastka yıkıldı. Geriye küllerden oluşan bir krallık kaldı. Küllerin ve kemiklerin hükümdarı olmak istiyorum diyorsan durum bambaşka."

Ayashri "Küllerin ve kemiklerin hükümdarı olmak istiyor musun? Dur, neden bunu soruyorum ki? Sen kaybettin, hiçbir şeye sahip olamazsın." dedi ve ayağa kalktı. Kılıcını bırakmıştı.

Basamaklardan yavaş adımlarla inmişti. Tam karşıma dikilmişti. Soluk yeşil gözleri üzerimdeydi. Bir zamanlar bana sevgiyle bakan bu gözler şimdi düşmanca bakıyordu. Gençliğe dönebilmeyi bazı şeyleri düzeltmeyi isterdim. Ayashri'yi tanımamak isterdim. Onu tanımadan onunla savaşmak daha kolay olurdu. Şimdi onu tanıyordum, o da beni tanıyordu ve ikimizin sınırları yoktu. Dişlerimi sıkarak "Öldür beni!" dedim. Bu işin bitmesi lazımdı.

"Seni öldürmek benim için büyük bir onur olacak. Zavallı Jayce bizim hikayemizin sonu bu. Senin ve benim hikayem bu şekilde son bulacak."

"Buzun olmadığı yerde ateşin hükmü olmaz. İki gücün mutlak dengesi vardır, unutma."

"Senden mi bunu öğreneceğim? Bunu bana diyecek en son kişi sensin." dedi ve hançerini çıkarmıştı.

"Ben Loya'dan öğrendiğimi söylüyorum." dedi ve bana yaklaştı. Bedenlerimiz oldukça yakındı. Bir an için onun eski Ayashri olmasını istemiştim. Benim tanıdığım Aya ile karşımda duran Kraliçe Dara çok farklı insanlardı.

"Her şey farklı olabilirdi, bunu sağlayabilirdik. Birbirimizi destekleseydik olurdu ama sen istemedin. Sen efendi olmak istedin, bunun bedelini ödüyorsun. Hepsi bu!"

"Ben inandığım şeyleri savundum, Ayashri. Bundan pişman değilim. Sen de kendi inandıklarını savundun."

Bana sarılmıştı. O bana sarılırken ben ne yapacağımı bilmiyordum. Yavaş yavaş ona sarılırken kan ve kül kokusunu içime çektim. Kulağıma doğru eğilmişti. "İnatların sonucu bu oldu. Her şey farklı olabilirdi, Jayce. Biz isteseydik her şey çok farklı olabilirdi." diye fısıldadı ve sırtıma artarda hançer saplamıştı. Hiçbiri canımı acıtmamıştı.

O geri çekildiğinde gözleri dolu doluydu. Ben ise zorlukla nefes alırken dengemi kaybettim, yere düştüm. Tavana bakarken üstüme yağan kül ve kar karşısında hiçbir şey yapamadım. Demek ki hayatım bu şekilde son bulacaktı. Bir krallığın düşüşüne neden olacaktı. Bunun olmasını istemezdim. Tüm varlığımla kendimi ülkeme adamış iken bu yenilgiyi kaldıramamıştım. Jayce diye eğilen yüzü gördüm. Ayashri'nin yüzüydü. Onu ilk tanıdığım hali karşımdaydı. Endişeyle bana bakarken ona gülümsemeye çalıştım. Bu kadar çabuk gençleşmesi beni şaşırtmıştı. Başımı usulca kucağına yatırırken ağlıyordu.

Ayashri "Dayan, lütfen dayan. Yardım edin, kimse yok mu?" dedi.Etrafa bakıyordu. Çaresizliği yüzüne yansımıştı.

"Özür dilerim, sana yaşattığım her şey için özür dilerim." diye mırıldandım ve elimi onun yanağına koydum. Ölümü sonsuz bir huzurla karşılamıştım.

Titreyerek uyanıvermiştim. Alnım terlemişti. Basit bir kabustu ama çok gerçekçiydi. Yenilmiştim, ülkemi, insanlarımı kaybetmiştim. Sevdiklerim ölmüştü. Kaybeden bir kral olursam başıma gelecekleri görmüştüm. Kaybedersem her şey yanıp kül olacaktı. Larastka silinecekti. Bunun olmasını istemiyordum. Bunun olmasını istemiyorsam bunun için her şeyi yapmak zorundaydım. Bu kabusun anlamı buydu. Beni en çok sarsan Loya'nın ölümü olmuştu. Onu kollarımın arasında kaybetmek beni yaralamıştı. Ayrıca genç Ayashri'yi görmek, o da ayrı bir konuydu. Son anımda yanımda olması huzursuz etmişti. Gerçi şu anki haline göre daha çok sevilesi birisiydi. Ayashri'yi sonsuza dek 20 yaşındaki haliyle görmek isterdim. O haliyle anlaşabiliyordum. Şu anki Ayashri anlaşılması güç bir insandı.

Banyoya girmiş çıkmıştım. Loya uyuyordu. Onu uyandırmadan balkona çıktım. Günün doğumunu izlemiştim. Güneş usul usul yükselirken şehrimin güzelliğine bir kez daha hayran kalmıştım. Bu şehir mi yıkılacaktı? Kim buna cesaret edebilirdi? Buna cesaret edecek kadar deli birisi vardı. Ayashri ve Talayer yapardı. Bedelini ise ağır öderlerdi. Ülkemi yıkmak isteyenlere karşılık verirdim. Bundan emindim. Bu karşılık ne olurdu, bundan emin değildim. Ölüm olmasını istemiyordum. Mutlak bir yenilgi onları durdurmalıydı. Onları öldürmem için gerekli bir nedenim yoktu.

Loya'nın seslenmesini duyunca arkama baktım. Mavi sabahlığını giymişti, saçları dalga dalga dökülüyordu. Hafif bir tebessümle bana bakıyordu. Yanıma gelmişti, başını omzuma yaslamıştı. Ben de kolumu onun omzuna atmıştım. Sakin bir sesle "Yanımdan kalkıp gitmişsin. Erken uyandın, neden?" dedi.

"Kötü bir kabus gördüm. Ben kaybetmiştim, Loya. Her şeyimi kaybedince neler olacağını gördüm." dedim.

"Böyle bir şey olmayacak, sevgilim. Biz güçlüyüz, biz yenilmeziz. Neden böyle kabuslar görüp canını sıkıyorsun?"

"Bilemiyorum. O büyük sona yaklaştıkça geriliyorum, ne olacağını kestirememek beni bu hale getiriyor. Karşımdaki insanları tanıyorum ve deliliklerini biliyorum. Delilik yüzünden neler yapacaklarını bilmiyorum."

"Senin bu halini bildiğim için ben bir şey yaptım."

"Ne?"

"Azinizar'a casus soktum, şu meşhur icatları olan sönmeyen ateşe erişmeye çalışıyorum ama ne kadar başarılı olurum bilemiyorum."

"Sönmeyen ateşi mi çalacaksın? Loya, emretsek bize verirler."

Loya derin bir nefes almıştı."Emretsek bize ellerindekini vermezler. Kandırmak için mutlaka gelişmemiş bir şeyi sunarlar. Bu zamana kadar hep kapalı kutu oldular. İçlerinde neler sakladıklarını bilemiyoruz. Talayer kuralları mükemmel bir şekilde oynuyor ve gelişimlerini göstermiyorlar. Ben de bunu yaptım."

"Başarılı oldun mu?"

"Şu ana kadar bir haber alamadım. Fakat başka bir konuda bilgilendirme geldi. Azinizar ve Valhares düşündüğümüzden daha samimiler. Belirlenen ticaret sınırı aştığı gözlemlenmiş. Ayrıca Valharesli elçiler Esla'daki sarayla içli dışlı. Casusun yazdığına göre bir evlilik anlaşması olabilirmiş."

"Evlilik mi? Bu yasağı delecek kadar aptal olamazlar. Ayrıca Ayashri'nin çocuklarını zoraki bir evliliğe zorlayacağını düşünmüyorum."

"Bana da bu ihtimal zayıf geliyor fakat Valhares ile samimiyetleri gerçek. Sonuçta onlar Ayashri ile yaptıkları anlaşmayla başa geçtiler."

"Enrico ve Miriam'in devrilmesi iyi oldu, onların devrilmesini istemeseydik müdahale ederdik. Bunu biliyorsun."

"Yine de onların yaşamasını isterdim, elimizin altında yedek olurlardı. İkisi de halk meydanlarında idam edilmişler. Bu emir yeni yöneticilerin emri. Onlar bunu yaparken bize sormaları lazımdı. Fakat sormadılar çünkü gerekli cesareti Ayashri verdi."

"Ayashri insanlara özgürlüğü öğretmeyi kafasını koymuş." diye mırıldandım.

"Bu bizim işimize gelir mi? Buna dur demeliyiz. Biz Larastka'yız, Jayce. Bu ülke ayakta kalacak ise her şeyi yapmamız şart. Bunu çok iyi bilmeni istiyorum."

Dudaklarını öpmüştüm."Ah, Loya. Yanımda olduğun için çok mutluyum. Sen olmasan bu ülkeyi yönetmek zor olurdu." dedim ve bir kez daha onu öptüm.

Gülümseyerek "Hadi, kahvaltıya geçelim." dedi.

Kahvaltıdan sonra meclis toplantısına katılmıştık. Genel konular yeni konulan vergiden gelen şikayetlerdi. Bu şikayetleri bastırmak adına daha çok asker gönderecektik. Sömürge insanları istedikleri kadar karşı çıkabilirlerdi ama geri adım atmayacaktık. O yasaların varolma nedeni yöneticilerinin ayarsız davranışlarındandı. Yöneticileri yola gelirse ben de bu sertliği azaltabilirdim. Buna yönelik bir çaba göremediğim için bildiğim yolda ilerlemeye kararlıydım. Buna kim ne diyebilirdi? Bu ülkenin hükümdarı bendim.

Talayer'in bana verdiği sönmeyen ateş için rapor istemiştim ve gelmiştim. Geliştirmeye yönelik bir adım vardı ama olmuyordu. Güneyliler gibi böyle şeylerden anlamıyorduk. Ateşi kontrol altına tutabiliyorduk ama nasıl söneceğine dair fikrimiz yoktu. Ayashri mutlaka biliyor olmalı, hatta geliştirmiştir diye düşünüyordum. Bu onu güçlü kılıyordu. Bir nebze güçlü kılıyordu. Bu gücü kıracak başka bir şey olmalıydı. Aksi takdirde rüyamda gördüğüm gibi tüm Larastka kül olacaktı. Bu ateşi geliştirmemiz şarttı. En azından nasıl söneceğine dair fikrimiz olmalıydı ama olmuyordu! Kahretsin. Güneyliler bunu büyücülükleriyle yapmış olamazdı. Bu çok komik olurdu.

Madem sönmeyen ateşin gücünü kıramıyordum, ben de diğer güçleri kırardım. Diğer sömürgelerin Azinizar'a desteğini kesmesine dair bir şey bulurdum. Zeka her daim silahlardan üstündür. Ayashri bunu göremeyecek kadar mantığıyla hareket eden birisi değildi. Ben ise bunu görüyordum. Hemen buna yönelik ayarlama yapmalıydım. Birkaç askeri Kantre içindeki diğer sömürge ülkelerinin yöneticileriyle de samimiyeti olan tüccarların uygun bir zamanda akşam kraliyet ailesiyle sohbet amaçlı gelmelerini emretmiştim.Zehrimi akıtmam şarttı.

Kapım tıklandığı zaman gel dememle içeri Keila girmişti. Kızım tüm zarifliğiyle karşımdaydı. Başak sarısı saçları açıktı. Safir mavisi bir elbise giymişti. Yüzünde hoş bir tebessüm vardı. Onunla pencerenin önündeki koltuklara oturmuştuk. İkimize de karadut şerbeti istemiştim. Keila'nın en sevdiği içeceklerden birisiydi. Şerbeti içtiğinde yüzünde oldukça mutlu gözüküyordu.

"Gün ışığım, seni görmek çok güzel!" dedim.

Keila "Ben de seni gördüğüm için çok mutluyum, babacığım. Senin yanına gelmek istemiştim."

"Sık sık gelmen arzum ama derslerini aksatmıyorsun, değil mi?"

"Derslerimi aksatmıyorum. Ben öyle bir kız değilim. Seni daha çok mutlu edecekse şunu demeliyim, abimin nişan balosu için Avelin'e yardımcı oldum. Bilirsin, ablamdan daha zevkliyimdir. Avelin'e öneri yaptım."

Gülerek "Ah, evet! Senin zevkin bambaşkadır. Ablan sadelikten hoşlanır iken sen zarifliğin doğasını anlıyorsun." dedim.

"Buna sadelik diyerek ablamın zevksizliğini kapatıyorsun babacığım. Bana göre o zevksiz, nasıl giyineceğini bilmiyor."

"Keila, ablan duyarsa sana çok kızar kızım."

Omzunu silkmişti."Ben bunu onun yüzüne diyorum ama anlamıyor."

"Ablan nerede?"

Derin bir nefes almıştı. Dudakları memnuniyetsizce bükülmüştü. Kristal kadehe bakarak "Şu tüccar arkadaşıyla buluşmaya gitti." dedi ve kadehini yudumladı.

"Tüccar arkadaşı mı?"

"Sen bilmiyor muydun? Ablamın sömürge vatandaşı olan bir tüccarla arkadaş oldu. Hatırlarsan ablamın hayatını kurtarmıştı. Onunla çok samimi. Alt tarafı hayatını kurtardı, bu samimiyete ne gerek var?"

"O tüccar yarı Larastkalı yarı Azinizarlı. Tamamen bir sömürge vatandaşı değil. Ablanın onunla görüşmesinde ise bir sakınca yok."

"Babacığım ablam bir prenses, o ise bir tüccar! Dikkatini çekerim, herkes kendi rütbesine uygun insanlarla konuşmalı."

"Tatlım ablanın konuştuğu insanlara müdahale edecek değilim. İstediği insanlarla konuşur, buna ben takılmıyor iken sen neden takılıyorsun?" dedim. Arkama yaslanıp kızıma bakarken kendimi annemle konuşuyor gibi hissetmiştim. Keila'nın annem gibi olması bu hayatta isteyeceğim en son şeylerden birisiydi ama güzel kızım annem gibi davranarak beni sınamakta kararlı duruyordu.

"Bizi bir prenses gibi yetiştirdiniz, bizi sarayın kurallarına göre büyüttünüz. Buna takılabileceğini düşünmüştüm. O tüccarın dışlanacağı bir baloya geleceğinden haberin var mı? Üstelik balonun içkilerini de ablam ondan satın aldırdı."

"Ablan istediğini yapmakta özgür. 19 yaşında, kendi hayatından sorumlu olabilecek bir yaşta. Tıpkı senin gibi. Sen de 16 yaşındasın ve hayatından sorumlusun. Hayatınıza aldığınız insanlara karışırsam benim istediğim hayatı yaşarsınız, ben hayatınızdan sorumlu olurum. Bu bana çok ters."

Başını eğmişti."Ben sadece ablamın kendisine yakışanı yapmasını istiyorum. O tüccar bozuntusu, ona yakışmıyor."

Gülmüştüm. Ayashri için Talayer'in yakışmayacağını düşündüğüm zamanlar aklıma gelmişti. Tüccar bozuntusu olarak görüyordum."İnsanlar kendisine yakışanı yapar, bu kaçınılmazdır. Sana göre uymayan şey ona uyuyordur. Zaman geçtikçe kişinin kendine en uygun olanı yaptığını görüyorsun."

"Bunu yaşadın mı?"

"Evet, yaşadım. İnsanlar kendisine layık olan insanı buluyor. Ablanla o tüccar için konuşmak çok erken. Arkadaşlardır belki de ileriye gidecektir. Bu konuda ben yorum yapmıyor iken lütfen sen de yapma."

"Aklımda olacak. Benim arzum ailemin mutlu olması. Olası felaketleri görmek, uyarmak. Ben Aiden felaketi gibi bir felaket yaşamak istemiyorum. Ailem hep birlikte olmalı, aile bütünlüğümüz tehdit altında olmamalı."

"Kızım, o zamanlar çok geride kaldı."

"Bir daha olmayacağını söyleyebilir misin? O zamanları hatırlıyorum, küçük bir kızın hatırlamaması gerekenler anları hatırlıyorum baba. Bunun bir daha tekrarlanmasını istemiyorum. Bu korkularımın mimarı sensin, bu yüzden kalbimin bir yanının seni affetmeyeceğini bilmeni isterim."

Ellerimi sıkmıştım. Keila'nın bu hırçın tavrını yumuşatmalıydım. Karşılık verirsem kalbi kırılacaktı."Ben de ailemizin bütün olmasını istiyorum. Anneni seviyorum, sizleri seviyorum. O zaman zor bir hamle yaptım, yaralayan bir hamle ama bugünlerin huzuru içindi. Beni daha da olgunlaştığın zaman anlayacağına inanıyorum."

Keila kafasını iki yana salladı. Yosun gözleri dolmuştu. Ardından gülümseyerek yaşlarını silivermişti. Ağlamayı kendisine yakıştıramıyordu."Bu sözlerine inanmaktan başka çarem yok. Sen kralsın ve gücünü kullanmalısın. Gücünü bizden yana kullanacağına inanıyorum." dedi ve kapı tıklanmıştı.

Gel sesimle içeri Ronald ve oğlu Sander girmişti. Sander, Ronald'ın büyük oğluydu. Babasıyla aynı boydaydı. Kumral saçları, ela gözleri vardı. Babasının yanında yetişiyordu, babasının mirasını devralacağı belliydi. Çoğu zaman babası adına bazı önemli işlerde bulunuyordu. Ronald, oğluna güveniyordu. Onun izinden gideceğine inancı çoktu. Bunu ben de isterdim. Bu sarayda Larastka adına çalışan, Larastka düşünen insanların sayısı azdı. Menfaatler, kişisel hırslar ön plandaydı. Sander babası gibi ilerlerse büyük işler başaracağına emindim. Kızım Adeline için iyi bir siyasetçi olurdu.

Ronald "Yanlış bir zamanda geldi isek gidebiliriz, efendim." dedi. Gözleri Keila'ya kaymıştı. Keila ise başını dik tutmuş, gülümsemişti. Annesinden taklit ettiği şımarık bir gülümseme yüzündeydi.

Keila "Lord Ronald, benden neden çekiniyorsunuz anlayabilmiş değilim. Ülkenin prensesiyim, unuttunuz mu?"

"Ah, hayır! Sadece baba kız olarak vakit geçirdiğinizi düşündüm, bunu bölmek istemedim."

"Ronald, masanın karşısındaki koltuklara oturun. Keila varken çekinmene gerek yok. O da Adeline gibi bu devletle alakadar." dedim ve ayağa kalktım. Keila bilmiş bir ifadeyle bakarken Ronald derin bir nefes almıştı. Ronald'a bazen kızıyordum. Prenses olarak ciddiye aldığı tek kişi Adeline idi. Keila ve Maida onun için önemsizdi. Nasıl olsa evlenecekler, hanedana katkıları olmayacak gözüyle bakıyordu. Bu dar bakışı kırmak istiyordum ama Keila bunu benden önce yapacak gibiydi.

Ben masaya oturur iken Keila Ronald'ın oğlunun karşısına oturmuştu. Çocuğu gözucuyla süzmüştü. Daha sonra Ronald'a bakmıştı. Sakin bir sesle "Evet, Lord Ronald. Neden geldiniz?" dedi.

Ronald bana bakarken "Cevaplayabilirsin, çekinmemen gerektiğini kaç defa söyledim." dedim.

Sander "Babam adına ben cevaplayayım. Prenses Keila'dan çekinmemize gerek yok. Kantre'nin bazı mahkemelerinde uygunsuzluklar tespit ettik. Aynı hakimin davalarında hep ceza almaması gereken kişiler ceza almış, paralar ödenmiş. Bunu da bir şikayet sonucu fark ettik."

"Rüşvet almış olmalı."

"Evet, majesteleri. Rüşvet alarak adaleti bozmaya kalkışmış. Şimdi ise onun son zamanlarda baktığı ve bakacağı davalarla ilgilenilmesi gerek."

Keila hevesle "Ben ilgilenebilirim!" dedi.

Ronald kuşkuyla Keila'ya bakmıştı."Neden Veliaht Prenses ilgilenmiyor? Ona daha uygun olmaz mı, Prenses Keila?"

"Ablamın işleri çok fazla, birde bu davaları ona sıkıştırmak ona haksızlık olur. Bunu yapmak istemiyorum."

"Makamınız buna uygun mu, şüpheliyim." diye mırıldandım.

"Keila'nın bu davalarla ilgilenmesi ona uygundur, Lord Ronald. Bu davalarla sorumlu olacak kişi kızım Keila olacak."

Keila "Oğlunuz Sander'in de benimle olmasını istiyorum. Bu işi nasıl başaracağımı görür, size anlatır. Böylece benim de prenses olduğuma ikna olursunuz."

Ronald "Size böyle bir hakaret etmek istemedim, Prenses."

Keila'nın parmağına saçını dolamıştı."Bakış açınızı anlıyorum. Ben ve kız kardeşim Maida sizin gözünüzde prenses değil sonuçta ben ve o evlendiğinde kocamızın ailesiyle ilgilenecek, onlarla sorumlu olacak. Bizi gelecekte yok görüyorsunuz ama unuttuğunuz bir şey var. Ablam asla bizi unutmaz, bizi yanında tutar. Bencil birisi değil, kız kardeşlerini ayırmaz. Üstelik babam da bizim varlığımızı biliyor. Yani sizin dediğiniz bana hakaret bile olamaz, içi boş bir cümle." dedi ve gülümseyerek Ronald'ı süzdü. Ronald kızarırken oğlu Sander kıs kıs gülüyordu. Bir yandan da kızıma hayranlıkla bakıyordu.

"O zaman Keila ve Sander, bu mahkemelerden siz sorumlusunuz. Raporları istiyorum. Keila, şu hakimi de sen cezalandır. Adaletine güveniyorum." dedim.

"Hiç korkma, babacığım. Kuzgun adaletini göstermiş olacağım."

"Böylece boş konulara takılmayı bırakmış olacağına inanıyorum." dedim. Keila kafasını hafifçe sallamıştı.

Ronald ve oğlu gittikten sonra Keila bana kağıt oyunu oynamayı teklif etmişti. Akşam yemeğine kadar onunla bunu oynamıştım. Keila kızlarım içinde en soğuk olanıydı, en dikenli olanıydı ama en zarifi oydu. Kelimelerle güzel oynuyordu. Annesine benzemek için çaba harcadığını görüyordum. Annesi olabilir miydi, fikrim yoktu. Bana göre benim anneme daha çok benziyordu. Bunu ona dersem kırılacağını düşünüyorum. Bir süre bu şekilde gidebildiği yere kadar gitsindi. En sonunda duracağı yer olacaktı. Kırılma noktası yaşardı.

Akşam yemeği ise keyifli geçmişti. Adeline bugün yaptıklarını anlatmıştı. Tüccardan saraya kaliteli mallar aldığını eklemişti. Keila ise ablasının bu sözlerine bir şey dememişti. Sessizdi ama keyifli gözüküyordu. Bu mahkemelerle uğraşmak onun kafasını dağıtacaktı. Buna inanıyordum. Saçma noktalara takılıp kalmayacaktı. Bu saçma noktalar yüzünden ailemizde huzursuzluk bile çıkabilirdi. Adeline'ı tanıyordum. Keila'nın bana dediklerini duysaydı mutlaka kızardı, olgunlukla karşılamazdı. Adeline'a kız kardeşinin bana dediklerini diyecek değildim. İki kız kardeş birbirini iyi anlamalıydı. Bu önemliydi.

Loya "Andrej bu nişan balosunu iptal ettirmek istiyor." dedi. Düşüncelerimden dağılmış, oğluma baktım.

"Neden?" dedim.

Andrej "Gereksiz geliyor, baba. Fazla abartılı bulduğum için. Avelin ile konuştum, sen bilirsin dedi."

Şarabımı yudumlamıştım."Bu balo olacak, Andrej. Bir anda iptal ettirilmesi doğru olmaz."

"İnsanlar kraliyet piçi için bu gerekli mi diye sorguluyor, gururum var."

"İnsanların her dediğine takılacak olsaydın şu an piçler şehrin dışında yaşıyor olmalıydı, kendilerine özel bir şehirde bulunmaları gerekirdi."

Loya "Bak, baban kızacak demiştim. Andrej, hassas bir çocuksun ama bazı şeyleri duymazdan gelmen senin için iyi olacak."

Andrej "Bunda bazen zorlanıyorum, kaçmak en doğru çözüm olarak gözüküyor. Ayrıca nişan balosuna yapılacak masrafı da gereksiz buluyorum. Bunun yerine birkaç ailenin vergisini ödeyebiliriz. Bu da bizim nişan kutlamamız olur."

"Ne?" dedim.

"Evet, bu daha hoş olur. O insanlar zorluk çekerken bizim gösteriş yapmamız da bana mantıklı gelmiyordu."

Dudaklarımı birbirine bastırırken Keila abisine bakmıştı."Abi, sen Larastka vatandaşısın. Bu ailenin üyesisin. Bu cümleler sana yakışmıyor. Konumunu hatırla!" dedi ve etini yavaşça kesmişti.

"Kardeşim, ben konumumun farkındayım. Rahatsız olduğum iki konuyu söyledim. İsteklerim bu yönde, Avelin de bana uymayı kabul etti."

"Şaka gibisin! Mızmızlanan bir çocuksun, farkında mısın? Kimsede olmayan imkanlar sana sunuluyor, sen hayır diyorsun."

Adeline "Herkes her imkanı kullanmak zorunda değil, Keila. Bunun farkında mısın? Abimiz böyle istiyorsa bu olabilir."

"Bu nişan balosu aynı zamanda bir güç balosu, bunu anlamayacak kişiler değilsiniz. Bana göre balo olmalı. Bunca hazırlık yapıldı, elbisem bile dikildi. Boşa mı gidecek? Delirmeyin, lütfen."

"Bu balolarla güç gösterenlerin sonu ne oldu? Güç içinde yaşadılar mı? Seni güçlü yapan şey aklındır, attığın adımlardaki cesarettir."

Gülerek "Bu dediğine kendin inanıyor musun?" dedi.

"İnanıyorum çünkü bunun yaşayan örneklerini görmüyor muyuz? Teyzemiz Ayashri ve eşi Talayer örnek. Baloları ile mi yoksa akıllı hamleleri ile mi güçlüler? Diğer sömürgelerin içinde en güçlü onlar."

"Onlarla bizi karşılaştırıyor olamazsın. Biz Larastka'yız, bağımsızız. Onlar ise sömürge, köle! Bu ayrımı yapmadan bana onları övmen gülünç."

Andrej Keila'ya bakarak "Adeline çok doğru konuşuyor, Keila. Küçümsediğin ülkeyi biraz araştır." dedi.

Keila bir şey diyecek iken öksürdüm. Çocukların hepsi bana bakmıştı. Soğuk bir sesle "Öncelikle bu yersiz tartışmayı kesin. Keila doğru söylüyor, onu anlıyorum. Gösteriş, bir güç gösterisidir. Bundan dolayı Andrej nişan balon olacak. Bu nişan kutlanacak. İnsanların sana piç demesi veya dememesine bu kadar takılmayı bırakmalısın. Yakında aile kuracaksın, sorumluluk alacaksın ama mızmız bir çocuk görüyorum." dedim.

"Baba, ben isteklerimi söylüyorum. Bu istekler mızmız bir çocuğun istekleri değil."

"Mızmız bir çocuğun istekleriydi. Özellikle o sömürge insanlarını düşündüğünü söylediğin sözler, kesinlikle bunu kanıtlıyordu. Kendine gel. Sen bir Dutarse'sin, soyadının ne olduğunun bir önemi yok."

Andrej yutkunmuştu. Bir şey demeden başını eğince Adeline bana bakarak "Aslında bu nişan abimin önerisiyle kutlanabilirdi, baba." dedi.

"Hayır, Adel. Biz Larastka isek buna uygun davranacağız. O insanlara merhametimiz yok. Yöneticilerinin göstermediği merhameti ben mi göstereceğim?"

Keila "Babamın bilgeliğini görmemiz gerekli. Göremeyenler hayatları boyunca kör kalır." dedi. Andrej ona ters bakarken Adeline abisini bakışlarıyla uyarmıştı.

Loya "Neden başka bir konu hakkında konuşmuyoruz? Masa fazlasıyla gerildi." dedi ve başka bir konu açmıştı.

Sohbetlerden sonra odamıza çekilmiştik. Akşam yemeğinde konuşulanlar beni gerse de toparladığımı düşünüyordum. Andrej beni şaşırtmıştı. O da benim kanımı taşıyordu,o da bir Dutarse idi. Bu isteklerle karşımda olmasını anlamsız buluyordum. Onun düşüncelerinde sadece ülkesi ve bu ülkenin insanları olmalıydı. Diğer insanlar ikinci planda kalmalıydı. Hiç yapamıyorsa Adeline gibi bunun dengesini kurmalıydı. Fakat oğlumda bunun dengesini kurmak gibi bir çaba yoktu. Kendini o sömürge insanlarına ada, onlar adına çalış desem seve seve yapardı. Ben buna izin veremezdim.

Andrej ne olursa olsun bu ülkenin çocuğuydu, Dutarse kanı taşıyordu. Onun yeri burası iken sömürge insanları hiçti. Baloda da tüm insanlar bunu görecekti. Bir Dutarse'ye yakışan görkemi ona sunacaktım. İtibarı güçlenmiş olacaktı. İnsanlar oğluma saygı duymasını bilecekti. Piç diyerek aşağıladıkları için böyle düşünüyor olmalıydı. Bu durumu düzeltirsem Andrej'in düşüncelerinde değişiklik meydana gelirdi. Bizden olduğuna inanırsa bizim gibi düşünürdü. Evet, yapacağım şey bu olacaktı.

Aradan geçen birkaç gün bu tatsız sohbetin izlerini kapatmıştı. Andrej karşımda saçma önerileriyle durmuyordu. Balo hazırlıklarıyla ilgileniyordu. Bunu gördüğüm için mutluydum. Ayrıca Adeline'ın Casey'i ile tanışmak istemiştim. Keila bile ciddiye aldı ise Adeline için önemli olmalıydı diye düşünüyordum. Tüccar saray bahçesinde karşımdaydı. Onu ben ok atışı yaparken çağırmıştım. Yanımda durmuştu. Fiziksel olarak Larastkalıydı ama giyimiyle Azinizarlı olduğunu kanıtlıyordu.

Casey "Majesteleri sizinle tanıştığım için kendimi şanslı hissediyorum. Arynad'a bunun için beyaz mum yakacağım, sizin dua edeceğim." dedi. Sesi uysaldı, mavi gözleri ise bana karşı temkinliydi. Benim onu ölçtüğüm kadar o da beni ölçüyordu.

"Tanrılara inanan bir Larastkalı mı? Bunu göreceğimi düşünmezdim!" dedim ve okumu bir kez daha germiş, atmıştım. Tam ortadan saplanıvermişti.

"Ben bir Azinizarlıyım, Kralım. Beni öyle görmeniz kalbimin en isteklerinden biridir."

"Neden?"

"Baba tarafım, beni ve annemi istemediğin için. Onlar beni istemiyorsa ben de onları istemem. Larastka'ya sırtımı dönerim."

"Aile ilişkileri zordur, çocuk. Benim de zorluydu ama ülkeme küsmedim. Tersine ülkeme sarıldım. Bu sarılmayla bugünlere geldim."

"Herkes sizin gibi şanslı değil. Ben zor şartlarda büyüdüm. Babamın ölümünden sonra dibi gördüm. O insanlar bana ellerini uzatmadılar tersine beni aşağıladılar. Azinkayt çocuğusun dediler. Bunları diyenlerle nasıl aynı ülkeden olayım ki? Benim ülkem belli."

"Sırtını döndüğünün ülkenin prensesiyle arkadaşsın." dedim. Casey kurnazca gülümsemişti.

Gülümseyerek "Onun da kaderi benimle aynı. Buz ve ateş gücünü ikimizde taşıyoruz. O buzu seçti, ben ateşi. Birbirimizi bu yüzden tanımak istemiş olamaz mıyız?" dedi.

"Adeline için değerli olduğunu biliyorum. Sana verdiği destek, seninle konuşması bunu gösteriyor. Bunun kıymetini bil. Ah, unutmadan. Kızımın canını sıkarsan kendini sınır şehirlerinde bulabilirsin. Son sevgilisini sınır şehirlerine gönderdi."

"Majesteleri benim gibi değersiz bir tüccarın kaderi bu şekilde olmayacaktır, ben buna inanıyorum."

"Tüccarlar neden kaderlerine bu denli inanıyor, anlayabilmiş değilim." diye mırıldandım. Aklıma Talayer'i getirmişti. Talayer de böyle kendisine güvenerek konuşurdu. Sonuç ortadaydı. Bana meydan okuyacak kadar küstahtı.

"Ne bahsettiğinizden anlayabilmiş değilim." dedi ama ne dediğimi anladığı açıktı. Talayer'i anlamış olmalıydı.

"Bir şey olduğu yok, Casey. Sorun sende değil. Aklıma tatsız birisi geldi. Kaderin ona benzer mi fikrim yok."

Bakışları hedef tahtama yönelmişti."Efendim, ben diğerleri gibi değilim. Kendi kaderimi kendim yazarım."

"Kaderini yazarken kızımı incitmeni istemem. Ona kendi düşüncelerine çekmeye çalıştığının farkına varırsam seni üzerim, Casey."

"Kızınıza dair duyduğunuz endişeyi anlıyorum ama ben onu üzmem. Şerefim üzerine yemin ederim."

Bir ok daha hedef tahtasına tam merkezinden saplanmıştı."Yemini tutmaya bakacaksın. Adeline dışarıdan güçlü ama içeriden hassas birisi. En ufak bir hamlen onu üzer. Bundan dolayı uyarıyorum."

"Kızınızdan uzak duramayacağımı da sizin bilmenizi istiyorum. Prenses, çok farklı. Bana güzel şeyler öğretirken onu üzmem nankörlük olur."

"İyi o zaman, Casey. Seni tanıdığıma sevindim. Bu konuşmanın olması güzel oldu."

"Dostluğunuzun göstergesi olarak ok atmama izin verir misiniz?"

"Elbette!" dedim.

Casey yayımı almıştı. Oku yaya germişti. Hedefe odaklanırken hırsla bakıyordu. Bu bakışı Talayer'de de görmüştüm. Neden ikide bir onun hayaletini görüyordum, anlamıyordum. Sinir ettiği gerçekti. Casey yayı iyice germiş, sonunda oku parmaklarının ucundan serbest bırakmıştı. Ok hızla hedef tahtasına saplanmıştı. Genç adamın yüzünde zafer tebessümü vardı. Bana bakarak "Şunu bilin, ben bir şeyi istediğim zaman olur. Odaklanmam yeterlidir. Bu özelliği taşıyan başka bir adamı tanıdınız, şu an kendisi güneyde. Hayat tüccarlara hep güler mi, göreceğiz. İzninizle." dedi. Başını eğmiş, yanımdan ayrılmıştı.

Casey'e baktıktan sonra onun attığı oka baktım. Onunla Adeline bir gelecek kurar mıydı, bilmiyordum. Karşı çıkmazdım. Keila'ya dediğim gibi insanlar her daim kendisine yakışanı yapardı. Attığı adımlar, hayatında olan insanlar, aşık olduğu insanlar hep kendisine yakıştırdığı için vardı. Bunun en güzel örneği ben ve Ayashri olmuştu. O kendisine Talayer'i yakıştırmıştı, ben ise Loya'yı sevmiştim. Adeline kendisine Casey'i uygun görüyorsa buna karşı çıkmazdım. Adel Ayashri'nin soluk yansımasıydı. Casey de Talayer'in soluk yansıması olarak kızımın yerinde alabilirdi. Bunu bozmaya benim gücüm yetmezdi. Benim de yapmam gerekenler vardı sonuçta. Bana yakışan Adeline'a gelecek sunmaktı. Bunu yapmak görevimdi.

Jayce'in rüyası için düşünceniz nedir? Jayce'in planları doğru mu?

Keila'nın düşünceleri için düşünceniz nedir? Ronald'a olan tavırları doğru muydu?

Andrej'in istediği için düşünceniz nedir? Sizce doğru bir istek miydi?

Jayce-Casey konuşması için düşünceniz nedir? Casey Talayer'e benziyor mu yoksa Jayce'in kuruntusu mu?

Bir dahaki bölüm Loya olacaktır. Sevgilerle!

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top