Buz ve Ateşin Dengesi♔
BÖLÜMÜ OYLARSANIZ VE YORUMLARSANIZ SEVİNİRİM!
EĞER GÜNCELLEME BİLDİRİMİ GELMİYORSA KÜTÜPHANEDEN ÇIKARIP, BİR DAHA EKLEYİN VEYA BENİ TAKİP EDİN.
Bölüm Şarkısı: KADEBOSTANY - Castle in the Snow
Yayınlanma Tarihi: 08.08.2020(19:14)
İyi Okumalar!
♔
Larastka Krallığı - Kantre - Ulu Saray
Adeline
Kollarının arasında olduğum adamın yanında huzurluydum. Gerçekten onun yanında tüm sorunlarımdan sıyrılıyordum. Hissettiğim aşk ise öncekiler gibi değildi. Derin ve tutkuluydu. Bu yaşadığım aşk ise diğerleri neydi diye sorguluyordum. Casey, benim gerçek aşkımdı. Bunca zaman neredeydi diye sorguluyordum. Keşke daha önce karşıma çıksaydı diyordum. O zaman annem bana gülüyordu. Onun inandığı yaratıcılara göre her olayın bir zamanı vardı. Zamanı gelince olurdu. Üstelik bu olayın yaşanması için insanın hazır olması gerekliydi. Yaratıcılara inanmıyordum, bana göre olan bir şey değildi. Yine de güzel düşünceler vardı.
Casey'in yanına gelme nedenim ise sarayda bunalmış olmamdı. Abim saraydan kaçmıştı. Nasıl olduğunu ise sadece belirli kişiler biliyordu. Abimin kaçışının ertesi günü annemle bana itiraf etmişti. Keila'nın itirafına tepkisiz kalmak beni zorlamıştı çünkü planını en başından beri biliyordum. Sander Keila'dan saklayarak bana anlatmıştı. Ben de abimin kaçmasına yardımcı olmak adına sarayın gizli geçidini açtırmıştım. Keila'ya bu gerçeği diyecektim ama zamanı vardı. Keila'dan özür dilerken itiraf edecektim. Onu suçladığım için kendime kızıyordum. Ani bir öfkeyle yüzüne tokat atmış, suçlamıştım. Oysa durum bambaşkaydı. Keila gerçekten yapmış olsaydı abimi kurtarmak için kendini riske atmazdı. O, göründüğü kadar bencil değildi. Yumuşak, altın kalbi vardı. Bir daha asla bundan şüphe duymayacaktım.
"Artık gitmem lazım, akşam yemeğinden önce sarayda olmam gerekiyor." diye mırıldandım. Casey saçlarımdan öpmüştü.
Casey "Gitme, bu gece burada kal. Saraydan seni bir geceliğine çalmak istiyorum. Hala tenine doyabilmiş değilim, kokun ise beni çılgınlıklara sürüklüyor."
"Bir ömür boyu beraberiz, bunu unuttun mu? Bu zorlu dönemi atlattıktan sonra aramızda hiçbir engel kalmayacak." dedim. Dudağına minik bir öpücük kondurdum."Sana söz veriyorum, bir daha asla ayrı olmayacağız."
"Sana inanıyorum, prenses. Bu zor günleri atlatacağız sonra güneşli günleri göreceğiz."
"Her geçen gün daha zorlaşıyor. Savaş artık başladı, Casey. Azinizar'ın isyanı tüm topraklara yayıldı. Valhares ilk adımı atan oldu. Bundan sonra daha büyüğü gelecektir. Kazanmak zorundayız. Bize yakışan olan bu."
"Size öğretilen şey bu, Adeline. Larastka her daim kazanır, her daim güçlüdür. Fakat bu bir yalan. Bir devlet her daim güçlü olamaz. Gücü sarsılır."
"Larastka gerçekten güçlü, bunu biliyorsun. Yıllardır sömürgeleri yönetiyoruz, çıkan her ufak isyanı bastırdık."
Yanağımı okşadı."Sevgilim, benim güzel prensesim, bu zaman farklı bir zaman. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Elbette ülkenin güçlü olmasını istiyorsun ama zayıf düşebileceğini de hesapla. O zaman nasıl kaldırılacağını düşün."
"Ne diyeceğimi bilemiyorum. Haklısın, bize her daim Larastka'nın en güçlü olduğu söylendi. Bunun tersini düşünmek benim için çok zor. Beni anlaman lazım. Mesela Azinizar her daim sömürge kalacak desem ne olur?"
"Buna gülerim."
"Bak, sen de her daim Azinizar'ın basit bir sömürge olmadığını düşünerek büyüdün. Sana göre bir gün Azinizar bağımsızlığını kazanacak. Bunun tersini asla düşünmedin."
"Adeline, birbirimizi nasıl susturacağımızı biliyoruz. İkimizde haklıyız, değil mi? Gerçekten tartışmak istemiyorum."
"Tartışmaya gerek yok. Sen de haklısın, ben de haklıyım." dedim ve sedir yataktan kalktım.
Casey'in dükkanının deposunda günümü geçirdiğim için pişman değildim. Bu depoyu tutkulu bir aşk yuvasına çevirmek kesinlikle yaratıcı bir işti. Yerde kıyafetlerimiz dağılmıştı.Kıyafetlerimi giymiştim. Sorun saçlarımdı. Buraya gelmeden önce topluydu. Şimdi darmadağınıktı. Saçlarımı düzgün bir hale sokmadan ayrılmak istemiyordum. Durumumu kurtaracak bir şekilde toplamıştım. Başlığımın altında gizleneceği için sorun olmayacaktı. Casey ise benden sonra giyinmişti. Beraber depodan ayrılmış, dükkanın içine girmiştik. Herhangi bir sorun gözükmüyordu. Pelerinimi sandalyenin üstünden almış, giymiştim. Bu soğuk havada üşütüp hasta olmamam lazımdı. Eldivenlerimi de giymiştim.
Casey "Saraya kadar sana eşlik edeyim, ne dersin?"
"Neden? Gerek var mı?" dedim.
Bana doğru gelmişti. Çenemi hafifçe kaldırmıştı. Gözlerim gözlerindeydi. Ciddi bir sesle "Azinizarlı insanların olduğu mahallede zarar görmeni istemem. İnsanların ne yapacağına belli olmaz, Adeline." dedi.
"Zarar verecek olsalardı şimdiye dek verirlerdi."
"Geleceğim, sevgilim. Yoksa gerçekten huzurlu olmam. Burası da Azinizar gibi asileşti, kraliyetten birinin burada olduğunu anlarlarsa inan bana hiç iyi olmaz."
"Sana zarar verirlerse ne olacak? Bunu yapabilirler. Sonuçta kraliyetten birisiyle yakın ilişki içindesin."
"Bana verecekleri zarar benim umurumda olmaz fakat sana verecekleri zarar benim umurumda olur." dedi. Daha sonra siyah pelerinin üstüne geçirmişti.
Beraber dükkandan çıkmıştık. Kar ise hafif yağıyordu fakat geceye doğru sıklaşacağından emindim. Casey dükkanını kilitledikten sonra at arabasına binmiştik. Başımı onun omzuna yasladım, o ise elimi tutmuştu. Saraya dönünce gerçekten bu sefer neyle karşılaşacağım diyordum. Bazen saray olmadan hayatım nasıl olurdu, merak etmiyor değildim. Casey ile mutlu bir ömür sürerdim yüksek ihtimalle. Maceracı bir hayatım olacağı da kesindi. Güneyde olduğu gibi ben de bir asker olurdum. Duvarlar ardında hapsolmak bana göre değildi. Hareketli yaşamı seviyordum. Casey'in de bana uyacağından asla şüphem yoktu. Gölgem kadar bana sadıktı. Ben nereye gidersem o da peşimden gelecekti. Bunu biliyordum.
Şu an ise koşullarımız buydu. Ben geleceğin hükümdarıydım, o ise benim eşimdi. Onun dışında biriyle evlenmeyi hayal etmiyordum. Veliahtsız kalmak umurumda olmazdı. Kız kardeşlerimin çocuklarından birisi başa geçerdi. Bu düşünceyi Casey'e dediğim zaman gülmüştü. Ona göre biz asla ayrılmayacaktık. Bu yüzden böyle yedek bir plan yapmam ona komik geliyordu. Bizim birçok çocuğumuz olacaktı, krallığımızda mutlu olacaktık. Geleceğe dair saf ve mutlu planlarımız var iken bunun bozulabilme ihtimali beni korkutuyordu. Düşünmemeye çalıştığım savaş bunu bozabilirdi. Casey'in savaşa gidip dönememe ihtimalini düşünmek mideme ağrılar sokuyordu. Savaştı, ölebilirdi. Babamın tek emriyle herhangi bir cepheye giderdi. Buna kim itiraz ederdi ki?
"Casey, sakın benden habersiz bir şey yapma." diye mırıldandım.
Casey "Bu da nereden çıktı?"
"Seni kaybetmek istemediğim için böyle diyorum. Bunu düşünmek beni korkutuyor. Önümüzdeki geleceğin karanlığı beni korkutmaya başladı."
Elimi öpmüştü."Korkmana hiç gerek yok. Ben senin yanından asla ayrılmayacağım, güzel prensesim. Sen benden bıkasıya kadar hep seninleyim."
"Bunu biliyorum ama hayatın bize getireceklerini bilmiyorum. Hayatın sürprizlerine karşı hazırlıksız olmak çok can sıkıcı."
"Hayata hükmedemezsin. Bunu öğretmediler mi?"
"Hayır, öğretmediler. Ne annem ne de babam. Onlara göre her isteğim olabilir, yeter ki mücadele edebileyim. Fakat görüyorum ki bazı şeyler ben ne kadar mücadele edersem edeyim engellenebilir, beni durdurabilirler."
"Sen de kendini hazırlayacaksın. Yapman gereken tek şey bu. Mücadeleni ver ama kötü sonuçlara da hazır ol."
"Kötü sonuçlara hazır olmam gerekli." diye mırıldandım. Buna ne kadar hazır olabilirdim, bilemiyordum.
Saraya gelmiştik. Casey'i ise tekrardan at arabasıyla göndermiştim. Yemek teklifime hayır demişti. Saray ortamı onu biraz geriyordu. Kendi odama girdiğimde ise ilk işim banyoya girmek olmuştu. Kirden tozdan arınmam gerekliydi. Banyodan çıktıktan sonra saçlarımı kurulamıştım, üstüme ise basit bir elbise giymiştim. Herhangi bir ters durum yoktu. Artık her saraydan uzak olduğum zamanda ters bir şey olacak diye tedirgin oluyordum. Saray sürekli olaylıydı. Olaysız geçen bir gün var mıydı? Yoktu! Eh, olaysız olsaydı sıkıcı bir yere dönüşürdü. Bundan da şüphem yoktu. Acaba benim dönemimde de bu kadar olaylı olur muydu? Bu sorunun cevabını gelecek yıllarda nasıl olsa alacaktım. Azıcık sabırlı olmam gerekliydi.
Kapım tıklanmıştı. Gel sesimle içeri annemin nedimelerinden birisi girmişti. Bu akşam yemeğini Lord Ronald'ın evinde yiyeceğimizi, buna göre hazırlanmam gerektiğini söyleyip gitmişti. Bu yemek ne zaman planlanmıştı? Ah, dün söylenmişti ve ben unutmuştum. Hızla hazırlanmam şarttı. Lord Ronald, bana göre eski düşünceli bir adamdı ama ona ihtiyacım olduğu kesindi. Yönetimi biliyordu. Üstelik onu yanımda tutunca diğer eski düşünceli olanlar bana boyun eğecekti. Fakat birkaç yıl içinde Lord Ronald'ı sakin bir yaşama sokacaktım. Bahçıvanlık ona yakışırdı. Torunlarını da sevebilirdi. Keila ve Sander o zamana kadar evlenmiş olurlardı. Çocukları olabilirdi. Lord eminim o çocuklarla daha çok ilgilenmeyi tercih edecekti.
Soluk pembe elbisemi giymiştim. Korsem fazlaca sıkılmıştı. İnci kolye ve küpe tercih etmiştim. Saçlarımı açık bırakmıştım ve incilerle süslü tacımı takmıştım. Boynuma da kokumu sürdükten sonra Siyah kadife pelerinimi almıştım. Odadan çıkmıştım. At arabalarıyla gitmiştik. Keila oraya gitmek istemediğini söyleyip duruyordu. Neden diye sorduğum zaman yanıt vermemişti. Onunla uzun uzun konuşmam gerekliydi. Ciddi bir sıkıntısı olduğu açıktı. Sander'i görecek olması onu mutlu eder sanıyordum ama o mızmızlanıyordu. Evelyn ile sorunu yoktu, çözmüştü. Edvin yüzünden olabilir miydi? Hala dans mevzusunun kinini güdüyor olamazdı. Gerçi Keila'nın kinci bir yapısı vardı. Fakat buna bu kadar takılacağını da düşünmüyordum.Başka bir şey olması gerekliydi.
Lord'un köşküne gelebilmiştik. Bir an evvel içeriye girmek istiyordum. Lapa lapa yağan kar hoşuma gitmemişti. İçeri girdiğimizde sıcaklık bizi karşılamıştı. Aynı zamanda Lord Ronald'ın ve eşinin sıcak karşılaması da vardı. Oldukça tatlı ev sahipleri rolünü güzel oynuyorlardı. Yemek salonunda ise iki farklı masa vardı. Tek konuk biz değildik. Lord Stanley ve ailesi de vardı. Lord Ronald ile Lord Stanley'in arası iyi değildi. Anlaşılan Leydi Irene kardeşini ve eşini çağırmıştı. Güzel de olmuştu. Lord Ronald, babamı kolay kolay zehirleyemezdi. Lord Stanley mutlaka doğruyu söylerdi.
Yemek masalarına geçtiğimizde ise Keila'nın gerginliği artmıştı. Sander'i görmek bile onu gevşetmemişti. Huzursuzluğunu yansıtmamaya çalışsa da olmuyordu. Sahte gülümsemesinin altında büyük bir gerginlik gizliydi. Yemeğe odaklanmaya çalışıyordu. Sander'in ona olan iltifatlarına yanıtlamaya çabalıyordu. Fakat bakışları sinirle Edvin'e yöneliyordu. Edvin ise sakindi. Keila'nın huzursuz bakışlarına hiç aldırış etmiyordu.
Evelyn "Avelin nasıl oldu?" dedi ve ona baktım. Abisine göre daha saf bir genç kızdı. Kendi dünyasında olmak ona yetiyordu. Bu yönünü seviyordum.
"Abimin gidişi onu çok kötü etkilediği doğru ama bebeği için güçlü duruyor. Saray hekimleri sayesinde iyi bir hamilelik geçireceğine inanıyorum." dedim.
"Ah, zavallı kız. En mutlu günleri böyle olmamalıydı. Bebeğinin babası yanında olması gerekliydi. Andrej çok bencilce davrandı."
Keila "O, her zaman bencildi. Kendinden başka kimseyi düşündü mü? Hep bana olanlar, bana yapılanlar deyip durdu. Kendi sonunu kendi getirdi."
Edvin "Yine de Avelin'e yazık değil mi, Keila? Tek başına kalmayı hakkediyor muydu? Üstelik Andrej'in bir daha dönmeyeceği açık. Dönerse idam edilecek. Teyzemden duyduğuma göre vatan haini damgası yemiş."
"Aklı varsa dönmez. Kim bile bile ölüme yürür? Bu kadar aptal var mı?"
"Babam yürüdü ve aptal değildi." dedi. Şarabını yudumlamıştı."Tabii babamla Andrej'in durumu aynı değil. Benim merak ettiğim nasıl kaçmayı başarmış olduğu. Bu konu sonuçlandı mı, Adel?"
"Hayır, sonuçlanmadı. Birkaç güne sonuçlanacağına inanıyorum. Titizlikle araştırılıyor." dedim.
"Buna sevindim. Sarayın içi hainlerden temizlenmeli. Andrej'e yardım edenin Andrej'den farklı düşündüğünü sanmıyorum. Ona hayranlık duyan birisi olmalı."
Kafamı hafifçe salladım."Buna ben de katılıyorum." diye mırıldandım.
Evelyn "Zamanla her şey yoluna girecektir. Bu saray, bu şehir birçok olay gördü. Bunu da atlatacaktır. Her şeyin normale dönmesini çok istiyorum."
Edvin "Kardeşim, inan bana her şey normale dönecek. Çok güzel günler bizi bekliyor." dedi ve Evelyn kıkırdadı. Abisinin bu sözleri ona daha çok umut vermiş olmalıydı.
Keila alaycı bir şekilde "Abi kardeş, çok iyimsersiniz ama gerçekleri söyleyeceğim. Daha kötü günler yakında! Her şey bir anda normale dönemeyecek." dedi. Evelyn'in gülüşü solarken Edvin Keila'yı süzmüştü.
"Gerçekçiliğine hayranım, Keila. Keşke herkes senin kadar gerçekçi olabilse diyorum. Gerçekleri acımasızca haykırabilmek önemli bir özelliktir."
"Bu özelliğin getirmiş olduğu bir şey var. İki yüzlü, sahtekar insanlara katlanamıyorum." dedi. Ses tonu buz gibiydi. Edvin'e bakışları ise sertti. Aralarında başka bir şey vardı. Bambaşka bir şey. Bunu çözmek zorundaydım.
Gerginliği dağıtmak için "Edvin, yarın sömürgelerle buluşacağım. Benimle gelmeni istiyorum. Senin de görüşüne ihtiyacım var." dedim. Edvin politika konusunda yetenekliydi. Babası gibi asker olmak istemiyordu. Ben de onu ileride kuracağım danışman kadrosunda bulundurmak istiyordum.
Edvin gülümseyerek "Memnuniyetle kuzenime eşlik ederim." dedi. Etini keserken "Başka birisi olacak mı?" dedi.
"Casey'i soruyorsan o olmayacak. Mal sayımı yapması gerekiyor, bu yüzden bana eşlik edemeyecek." dedim. Yarın hiç görüşemeyecek olmak beni çok üzüyordu. Bir günlük özlem bin yıllık özleme denkti.
Sander "Ben de gelebilirim, istersen." dedi. Ela gözleri ısrarcıydı. Fakat ona ihtiyacım yoktu. Fazla dikkat çekmemem lazımdı.
Keila "Tatlım, sana en çok ihtiyacı olan benim. Ablamla değil, benimle ilgilenmelisin. Yarın bizm bakacağımız başka bir mesele var. Valhares'e gönderilecek olan ordunun malzeme denetimi!" dedi ve bana göz kırpmıştı. Kurtarıcım olmuştu.
"Evet, bunu benim yerime Keila'nın yapmasını istedim. Keila'nın yanında ona yardım etmen daha iyi olacak, Sander." dedim. Sander ise bana ve kardeşime bakıyordu.
Edvin "Prenseslere karşı çıkmayacaksın değil mi, Sander? Bence Prenses Keila'nın sana gerçekten ihtiyacı var. Üstelik yeni yeni beraber iken bunun tadını çıkarın." dedi. Keila ve Sander'e bakarak şarabını yudumlamıştı."Zamanın kıymetini bilin, birlikte olan her anınızın tadını çıkarın."
Evelyn "Çok yakışan bir çift oldunuz! Umarım bu çiftin düğününü görürüz. Nedimen olurum değil mi, Keila? Biz birlikte büyüdük, lütfen hayır deme."
Keila gülümseyerek "Evelyn ortada daha evlilik adına bir şey yok, sakin olmanı istiyorum. Tatlı bir aşk rüyasının içindeyiz." dedi.
Sander "Evlilik için erken, birbirimizi tanımamız önemli. Şu an her şey sorunsuz ilerliyor. Bir bahar rüyasındayım. Daha önce hissetmediğim hisleri Keila için hissediyor olmak beni mutlu ediyor." dedi. Keila'ya olan bakışları aşkla doluydu. Kardeşim ise ona mutlu bir şekilde bakıyordu. Fakat bakışlarında bir tuhaflık vardı. Saf mutluluk olması gerekirken gizli bir korku, gizli bir endişe görüyordum.
Edvin "Dikkatli ol, Sander. Keila'nın ilk ve son aşkı olmayabilirsin. Sonuçta ablası gibi olabilir. Adeline'ın birçok sevgilisi olmadı mı?" dedi. Ses tonundaki gizli alay Sander'in kaşlarının çatılmasına neden olmuştu."Hoş, her kardeş aynı olmayabilir. Keila bizi şaşırtır ve ilk aşkıyla evlenir."
"Bu konu seni aşmıyor mu, Edvin. Kendi kardeşinle ilgilenmen daha doğru"
"Kraliyetle bir miktar akrabalığım var. Sonuçta babamın teyzesinin torunları onlar. İlgilenmem için bir sebep. Üstelik onlarla neden hep yakın olduğumu gösteriyor."
"Kendini çok önemsiyorsun, düşündüğün kadar önemli misin bunu düşün. İnsanların sana olan bakışı açık. Hain bir anne ile deli bir babanın oğlusun. Bu seni Kantre için önemli yapar mı?" dedi. Edvin'in alaycı tebessümü yüzünden silinirken Sander zafer kazanmış gibi gülümsüyordu. Sözleri can acıtmıştı. Evelyn ve Edvin'in her daim şikayetçi oldukları bir konuydu. İnsanlar onları ailelerinin geçmişlerine göre yargılıyordu. Yaşadıkları bu evde bile bu varken delirmemiş olmaları büyük bir mucizeydi.
Edvin ayağa kalkmıştı."En azından benim ismim bir şekilde anılıyor, önemseniyor Sander. Umarım senin de bir gün ismin önemsenir, unutulmazsın. Benim iştahım kaçtı, size afiyet olsun." dedi ve gitti. Evelyn de kalkacak iken Edvin kalmasını söylemişti. Salondan çıkarken teyzesi arkasından bakmıştı.
Keila "Sander fazla ağır olmadı mı? Kimse ailesi yüzünden yargılanamaz."
Sander sinirle "Bunu hakketti. Böylesine arsız birisini başka nasıl susturabilirim? Söyledikleri normal miydi?" dedi. Edvin'e sinirlenmişti. Onun canını acıtmak bu siniri yatıştırmıya benzemiyordu.
"Yine de doğru değildi, Sander. Yanlışa yanlışla karşılık vermek sana yakışmadı." dedim.
Konuyu değiştiren Keila olmuştu. Edvin'in masadan ayrılışı onu rahatlatmıştı. Kesinlikle Edvin ile ilgili ters bir durum vardı. Ne olabilirdi, bilemiyordum. Aklıma bir şeyler geliyordu ama Edvin'e yakıştıramıyordum. Hadi canım, olmaz diyordum. Sonuçta çok ters bir durumdu. Fakat düşüncelerimi doğrulayan davranışları Edvin geri döndüğünde görmüştüm. Kart oyunu için geri gelmişti Edvin ve bakışları Keila'nın üstündeydi. Kardeşim onu umursamıyor gibi davransa da tedirginliği ve öfkesi belliydi. Düşündüğüm şey ise Edvin'i sertçe uyarmam gerekliydi. Burası Larastka idi. Asla onun düşündüğü uymazdı. Belki ben abartıyordum ama Sander de kuzenine iyi bakmıyordu. Eğer benim düşündüğümü daha önce fark etti ise kötüydü. Edvin'e bu evde huzur vermezdi. Keila'dan da uzak tutmak adına her şeyi yapardı.
Gecenin sonunda ise köşkten ayrılmıştık. Keyifli bir gece olmuştu. Oldukça düşündürücü sorular zihnimdeydi. Hislerimi ve düşüncelerimi yansıtmadan vedalaşmıştım. At arabasına binmiştik ve araba hareket etmişti. Keila bu gergin gece bittiği için rahatlamış duruyordu. Fazlasıyla birçok şeyi içine atıyordu. Kimse tek başına olamazdı. Birilerine ihtiyaç duyardı. Kardeşimin bunu öğrenmesi gerekiyordu. Ona gerekli desteği verecektim. Edvin asla ona ters düşüncelerle yaklaşmayacaktı. Buna izin vermeyecektim. O, benim kız kardeşimdi. Onu kaybetmek istemiyordum. Mutluluğu herkesten önemliydi. Bunu Keila da bilecekti. Tek olmadığının farkına varacaktı. Kendime de kızıyordum. Keila'ya yeterince destek olamıyordum. Kendime ve devlete fazlasıyla kapılmıştım. Çevremdeki sorunlara kör olmuştum. Eğer biraz daha farkında olabilseydim her şey farklı olurdu.
Saraya döndüğümüzde ise Keila'ya yatak odama gel demiştim. İlk başta itiraz etse de peşimden gelmişti. Odamda yanan şöminenin karşısındaki tekli koltuklara oturmuştuk. Pelerinlerimizi ve eldivenlerimizi çıkarmıştık. Keila merakla bana bakıyordu. Ateşin verdiği yansımayla onu biraz anneme benzetmiştim. Annemin genç bir kopyası karşımda oturuyordu.
Keila "Ne oldu, abla? Neden beni odana çağırdın?"
"Çünkü senden özür dilemek istiyorum. Kardeşim sana tokat attığım için özür dilerim." dedim.
Tek kaşı kalkmıştı."Prenses Adeline, ilk defa birisinden özür diliyor. Bu görülmüş bir şey değil."
"İstediğin kadar alay et, umursamıyorum. Seni dinlemeden abimiz konusunda sana tokat atmam yanlıştı. Sen düşündüğüm gibi birisi değilsin."
"Bunu sonunda anladığın için tebrik ederim. Hiç anlamayabilirdin. Herhalde abimizin kaçmasına yardım ettiğimi itiraf ettiğim için bana karşı merhametli oldun."
"Hayır, bu planı ilk Sander'den duyduğum andan itibaren kalbim sana karşı yumuşadı." dedim. Keila şaşırmıştı."Gizli geçit kapılarını açtıran bendim. Başka nasıl abimiz kaçabilirdi?"
"İnanamıyorum! Anneme itiraf ettiğim zaman nasıl suskun kalabildin?"
Omzumu silkerek "Kral Jayce'in kızıyım. Ondan bir şeyler öğrendim." dedim.
"Sen harika bir oyuncusun." diye mırıldandı.
"Özrümü kabul ettin mi, kardeşim?"
"Evet, ettim. Tokatının izini bu yardımla sildin. Fakat bir daha beni dinlemeden tokat atma. Yoksa konuşmam."
"Söz veriyorum bir daha sana öfkeyle yaklaşmayacağım. Şimdi seninle biraz dertleşmek istiyorum. Biz abla kardeşiz. En yakın arkadaşız, kanımız bizi bir yapıyor. Bir madalyonun farklı iki yüzü olsakta aynı madalyonuz."
Kardeşim derin bir nefes aldı. Eteğini sıkıyordu, çekingendi. "Her şey üstüste geliyor."
"Sorunun Edvin değil mi? Sana ters bir şey mi yaptı? Keila, sakın itiraz etme. Bugün yemekte sizi inceledim. Onun sana olan bakışları, konuşmaları hiç hoşuma gitmedi. Hele oyun sırasındaki gizli gizli kur yapması mide bulandırıcıydı. Şimdi bana anlat, ne oldu?"
Kardeşim dudaklarını ısırmıştı. Gözlerinden yaşlar akıvermişti. Ardından baştan sona her şeyi anlatmıştı. Kütüphanede yaşanan konuşmayı, Edvin'in onu öpmesi, Keila'nın günler boyu kendisini kirli hissetmesi. Üstelik Edvin abimizin hapse atılmasına neden olmuştu. Keila'ya ise suçu atmıştı. Hoş, kimse bunu suç olarak görmüyordu. Kardeşim sarayın gözünde kahramandı. Keila yanaklarını sildikten sonra "İşte her şeyi biliyorsun. Bugün bile Edvin'i karşımda gördükçe kendi katilimi görüyor gibi oldum. Aklıma o kirli anlar geldi. Dudaklarını dudaklarıma bastırdığı andan kurtulmak istiyordum, abla. Zihnimi bu kirli andan arındırmak istiyorum." dedi.
"Kardeşim, neden bunu en başından anlatmadın? Ona o an ceza verirdik."
"Yapamadım. Çünkü şoka girdim. Kendimi yıkadım. Cildimi kazır gibi keseledim. Bu kirden arınmak istiyordum. Sonrasında zaten abimizin konusu sarayın gündemindeydi. Sana ise ulaşmak zordu. Öfkeden beni görmüyordun."
"Ben sorumsuz bir ablayım. Kendi bencilliğimden sana ne olduğunu hiç sormadım."
"Kendini suçlama. Ben Edvin ile mücadele edebilirim, beni korumana gerek yok."
Derin bir nefes aldım ve elimi karnımın üstüne koydum. Midem sinirden ağrıyordu."Edvin'e inanamıyorum. Bu istediği şey Larastka kurallarına aykırı. Yakın akraba değiliz ama uzakta değiliz. Seninle evlenmesi imkansız."
"Bunu ona sor, sana ne diyecek abla. Ben de ilk başta inanamadım. Onu bir abi gibi gördüğümü söylesem de o beni ciddiye almadı. Anlaşılan beni akraba olarak görmüyor."
"Sander'in bilmesi iyi olmuş. En azından Sander karşısındaki düşmanın varlığından haberdar." dedim. Edvin, Keila için her şeyi yapardı. Onu tanıyordum. Hırslıydı. "Sander'i tuzağa çekebilir."
"Edvin'i durdurmanın bir yolu olmalı. Her şeyi o yaptı desem saray onu alkışlar. Edvin ise aldığı güçle Andrej'i kaçıran Sander der. Bunu kanıtlaması onun için zor olmaz, en azından o bunu dedi."
"Annemin babasına yaptığı gibi başka biriyle evlendirelim diyeceğim ama bu da olmaz. Lord Aiden ve Leydi Anisa'nın evliliği Kantre'nin gördüğü en korkunç evlilikti. Leydi Anisa, sırf annemiz ölsün diye şahitlik yaptı."
"Aptal kadın, kendi kocasının sadakatsizliğini anneme yüklemeye çalıştı ve delirerek öldü. O kadına acımıyorum, abla."
"Aşk denilen duygu ölümcül bir ilaç. Fazlası insanı kör ediyor, gerçekle hayal ayrılamıyor. Azı ise seni hissiz yapıyor. Dengeyi ayarladığın zaman hayatı daha farklı yaşıyorsun."
"Bu dengeyi bulduğuma inanıyorum. Ufak sorunlar olsa da Sander ile mutlu olacağım. Belki bir gün bu aşk bitecek, belki de bu aşk ömür boyu sürecek. Umurumda değil. Umursadığım bugün yaşadıklarımız."
Gülümseyerek "Doğru olan bu, kardeşim." dedim.
"Edvin sorunu ise çözülecek, değil mi? Yanımda sen var iken bunun çözülmemesinin imkanı yok. Onu ortadan kaldıracağız." dedi. Yutkunmuştu. Edvin'in adını anmak bile onu geriyordu."Amacına asla ulaşamayacak."
"Endişelenmene gerek yok, ben yanındayım. Yarın onu da sertçe uyaracağım. Bundan emin olabilirsin. Sınırını bilecek."
Keila ayağa kalkmıştı."Uykum geldi, bu gecelik sohbet yeter. İyi geceler, ablacığım."
"İyi geceler, Keila." dedim.
Kardeşim odadan çıkmıştı. Ben ise şöminenin ateşini biraz daha harlamıştım. Ardından kıyafetlerimden kurtulmuş, geceliğimi giymiştim. Saçımı tararken aklımda Edvin meselesi vardı. Bunu bir an evvel çözmek zorunda olduğumu hissediyordum. Keila'nın iyiliği içindi. Anlattıklarına bakacak olursam Edvin kurnaz oynuyordu. Bir sonraki adımını ön görmem yeterliydi. Yarınki konuşmaya göre çözüm bulunurdu. Düşündükçe sinir oluyordum. Yükselmek için birçok yol vardı. Zekasını öne çıkarabilirdi. Mesela Lord Ronald'ı o konuda takdir ediyordum. Kendi becerilerini ortaya koyarak yükselmişti. Leydi Irene'yi asla o amaçla kullanmamıştı, gerçek bir aşk evliliği olmuştu. Edvin keşke evinde büyüdüğü adamı birazcık örnek alabilmiş olsaydı.
Sabah ise kahvaltıdan sonra toplantıya katılmıştım. Konu Valhares'e gönderilecek orduydu. Babam ordunun başında olmayacaktı. Fakat orduya verdiği emir kesindi. Yakın ve yıkın. Valhares'i darmaduman edilmesini istiyordu. İsyanın karşılığı olmalıydı. Bağımsız olsalar bile ağır hasar olmalarını istiyordu. Buna itiraz etsem bile ciddiye alınmamıştım. Zalimce davranmak o insanların haklı olduğunu gösteriyordu. Babamı hatasından annem döndürebilirdi diyordum ama karışmıyordu. Bakışlarında onaylamama vardı. Daha önceden konuşmuş olduklarına emindim. Sonuç ortadaydı. Babam ölümcül bir karar alıyordu. Larastka'nın zalimliğini bir kez daha yaşatacaktı ve herkes zarar görecekti.
Toplantı sonrası ise odama geçmiştim ve hazırlanmıştım. Bugün sömürgelerle olacak olan toplantım önemliydi. Onları bilerek sarayın dışında tutmuştum. Dikkat çekmek istemiyordum. Şanslıydım ki hava bugün güzeldi. Kar yağmıyordu, bulutlu bir gündü. At arabamın yanında Edvin bekliyordu. Saygıyla başını eğmişti. Mavi gözleri nazikçe bakıyor olsa da onun içindeki çirkinliğin farkındaydım. Keila'mı incitmeye çalışmıştı, ona öfkeliydim.Soğuk bir tebessümle karşılık verdim. Arabamın kapısını açmıştı ve binmiştim. O da binmiş, karşıma oturmuştu. Araba harekete geçmişti.
Edvin "Nereye gideceğiz?"
"Kantre'nin dışındaki bir hana gidiyoruz. Kantre casus dolu, dikkat çekmemeliyiz." dedim.
"Savaş geldi, Adeline. Bu savaş basit bir savaş değil. Herkesin hayatı bu savaştan sonra değişecek. Senin, benim ve diğerlerinin hayatı aynı kalmayacak."
"Şu an önemli olan bu savaşı kazanmamız. Değişimler olacak, bu kaçınılmaz."
"Kaybedebiliriz, farkındasındır diye düşünüyorum."
"Kazanabileceğimize dair inancım daha yüksek. Çünkü bu devlet asla yıkılmadı, batmadı. Kimse bu devleti deviremez."
"Adel her şey göründüğü gibi değil. Karşımızdakiler birlik oldular. Açıkçası ben bu savaşta kimi yerleri kazanıp kimi yerleri kaybedeceğimiz düşüncesindeyim. Bunu sana itiraf ediyorum çünkü senin akılcı yaklaşımını biliyorum."
Derin bir nefes aldım. Edvin dedikleri doğruydu. Düşmanlarımız birlik olmuştu, bu bizi zayıf kılıyordu. İyimser yaklaşmanın anlamı yoktu."Kazansak da kaybetsek de ben ülkemle olacağım. Kantre yıkmaya gelseler bile buradan ayrılmayacağım."
"Savaştan sonrası çok önemli. Larastka her türlü hasar alacak. Tarihin en büyük savaşına giriyoruz hatta girdik. Bu savaş bittikten sonra özellikle senin atacağın adımlar çok önemli olacak."
"Benim aklımda birleştirici olmak var. Ne olursa olsun birleştirici olma. İnsanlara hakkettikleri değeri vermek istiyorum. Kibirle yaklaşmak bana göre değil."
"Doğru olan bu. Herkese değer verildiğinin gösterilmesi. Larastka'yı içten içe çürüten bu oldu. İnsanlar hemen öteki olanı ezmek istiyor, bunu seviyorlar. Bunu yıkarsan bambaşka bir hükümdar olarak anılacağına eminim."
"Bana güveniyorsun."
Kafasını hafifçe salladı. Gülümseyerek "Çünkü sen farklısın. Diğerleri gibi insanlara kibirle yaklaşmıyorsun. İnsanı geçmişiyle, ailesiyle veya geldiği ülkeye göre yargılamıyorsun. Bu seni farklı yapar." dedi.
"İltifatın için teşekkür ederim."
"Önemli değil. Gerçekleri söyledim." dedi.
Araba durmuştu. Geleceğimiz hana gelmiştik. Dışarıdaki masaları boştu. Fakat oynayan çocuklar vardı. Kimileri kardan adam yapmaya çalışıyorlardı, kimileri ise karda yuvarlanıyordu. Çocukça eğlenceydi. Onların saf neşesine ortak olmak isterdim ama sorumluluklarım vardı. Hana girdiğim zaman yemek salonuna yönelmiştim. İçeride emrettiğim gibi sadece bize sadık olan sömürgelerin elçileri vardı. Hepsi huzursuz duruyordu. Ben gelince ayağa kalkmışlardı, başlarını eğmişlerdi. Masanın baş köşesine oturmuştum. Edvin ise solumdaki boş sandalyeye geçmişti. Oturun dediğim zaman oturmuşlardı. Kendime hemen bitki çayı olarak adaçayı istemiştim. Çayım gelmişti. Sıcak çayı yudumlamıştım.
Karşımdaki insanların korkusu beni daha donuk olmaya itiyordu. Soğuk davranırsam gerçek sadakatlerini görebilirdim. Sonuçta onların da asilerin yanında olmamak için bir nedeni var mıydı? Bunu çok sorguluyordum. Toplamda 13 sömürge ülkesi vardı. Bir kısmı bize karşı iken diğerler neden sadıktı? Ortada bir sorun varsa herkes bu sorunu görmeliydi. Babam kabul etmiyor olabilirdi ama ortada gerçekten bir sorun vardı. Bu soruna düzgünce yaklaşmam gerekiyordu. Babam gibi olursam insanlar beni içten sevmezlerdi.
"Merhaba! Ben Larastka Veliaht Prensesi Ce-Adeline Dutarse. Yanımda gelen ise kuzenim Nu-Edvin Kramos. Şimdi sizleri tanıyalım. Bazılarınızı daha önce gördüm ama tekrardan duymak istiyorum." dedim ve tek tek herkes kendisini tanıttı.
Edvin "Buraya neden toplandığımızın farkındasınız. Ülkemizde büyük bir kaos var ve bu kaosu bastırabilmek adına sizlerin desteğine ihtiyacımız var."
"Başta Azinizar olmak üzere Valhares, Galyza, Simobe, Lüzber ve Giyazre ülkemize savaş açtılar. Bağımsızlık talep ediyorlar ve buna izin vermeye niyetimiz yok. Sizden isteğimiz ise bizimle olmanız. Onların davetini kabul etmediğinize göre bizimle olduğunuzu düşünüyorum."
Pergomontlu Fonn "Her daim size sadığız, Prenses." dedi. Fonn iri yarı bir adamdı. Omuzlarında kürk vardı. Saçlarını kazıtmıştı, keçi sakalında boncuklar vardı. Bizden daha kuzeyli gözüküyordu."Sizinle ülkemiz rahat ve güvende. Güneyliler ve doğulular pisliğin teki." dedi ve masadaki herkes onayladı, sadakatlerini belirtmişlerdi. Bundan memnundum.
İmtier temsilcisi Abydos "Peki nasıl destekleyeceğiz, efendim? Sizinle aramızda Valhares var. Size asker göndermemiz zor." dedi.
Gülümseyerek "Bunun içinde çözümümüz var. Sınır komşunuz olan Zamtar ile Valhares'e saldıracaksınız. Bu haber çoktan İmtier Yöneticisi'ne gönderildi. Onların bize olan planı dört bir yandan saldırmaktı. Bizde aynısını yapacağız. Düşmanımızla savaşırken düşmanımıza benzeyeceğiz." dedim.
Edvin "Valhares bizimle mi savaşacak yoksa sizinle mi?"
Abydos "Bu plandan Kral'ın haberi var mı?"
"Evet, var. Bunu öneri olarak sunduğumda oldukça sevdi. Birlikte daha güçlü olacağız."
Rinor sandalyesinin arkasına yaslandı. Ela gözlerine baktıkça onu tilkiye benzetiyordum. Tamirkliden hoşlanmamıştım. Birasını yudumladıktan sonra "Koskoca Larastka'nın bize muhtaç olduğunu göreceksin deseler asla inanmazdım. Neden size yardım edelim? O büyücüleri kabul etmedik sonuçta onların bizden farkı var mı? Sizi de biliyoruz, Prenses. Oldukça katı ve zalimsiniz. Bu masadaki her insanın halkına çektirdiğiniz acıları biliyoruz. Kanlı bir tarihiniz var." dedi.
Edvin ile bakışmıştık. Bunu diyeceklerini tahmin ediyordum. Dememeleri için bir neden var mıydı? Dudaklarımı bastırmıştım."Bu kanlı tarihi inkar edecek değilim, atalarımı kendime kızdıramam. Fakat geleceğin de kanlı olmasına engel olabilirim. Bu savaştan sonrasında eski düzenin sürmeyeceğinin farkındayım." dedim.
"Daha beter bir geleceğe sürükleneceğiz, bunu mu demek istiyorsunuz? Hadi, Prenses. Siz bir Dutarsesiniz. Bize nasıl zalim bir hükümdarlık süreceğinizi anlatın."
Edvin "Tamirkli, sınırını aşıyorsun! Sadakatini sunduktan sonra bunu söylemen doğru mu?"
"Edvin sorun değil, gerçeği diyor. Burada bir kısmının aklından geçeni söyledi, buna cesaret etti. Hepiniz yardım edeceksiniz ama aklınızda korku ve zalimlik olacak. Bunu değiştiremem, geçmişi yeniden yazamam ama geleceği yazabilirim. Bu savaşta kimse kazanamayacak. Bunun farkındayım. Tek isteğim az hasarlı atlatmak ve güzel bir gelecek kurabilmek."
Rinor "Bu güzel gelecek nasıl olacak? Bunu öğrenebilme şerefine ulaşabilecek miyiz?"
"Meclisimde sizlere yer vereceğim. Sömürge ülkelerinin temsilcileri, danışma meclisimde olacak. Böylece ülkeniz adına kararlar alınırken karara ortak olabileceksiniz."
Abydos "Prensesim, bu söylediğiniz inanılmaz bir lütuf! Diğerlerinden farklısınız."
"Ben diğer Dutarse hükümdarlarına benzemem, Abydos. Bunu hükümdarlığım süresince inanacaksınız. Hatta Rinor seni mecliste görmek isterim. Şu an burada yapacaklarımı anlatmak, boş bir iş. Yaptıklarıma şahit olmak seni bana inandırır."
Rinor gülümseyerek "Memnuniyetle, Prenses Adeline. Tabii siz bunu yapabilirseniz yanınızda olurum." dedi.
"Sarayımda küflenmiş olan her şey temizlenecek. Bana taze insanlar lazım. Yenilikçi düşüncelerime eşlik edecek olanlar. İçi küflenmiş insanlarla işim olmaz."
"O zaman sizinle olacağım, bundan kuşkunuz olmasın. Tabii ilk önce bu savaşı başarıyla atlatmamız lazım."
"Savaştan korkmayın, kaybetmekten korkmayın. Zafere odaklanın. Eğer Larastka'nın hasarı büyük olursa bunun zararını sizlerde göreceksiniz. O asiler özgür olunca rahat duracak mı? Valhares mesela kendi topraklarıyla yetinecek mi? Hayır! Sınır komşularından açgözlülükle toprak isteyecek, saldıracak."
Fonn'un yanında oturan Zintrasalı Elanna "Prenses'in dediği doğru. Fonn sence Giyazre boş durur mu? İlk işi bize saldırmak olacak o domuzların. Topraklarımıza açlar." dedi.
Fonn homurdanarak "Buna asla izin veremeyiz, Elanna. Bu yüzden buradayız." dedi.
"Bu korkunç gelecek bu yüzden dur dememiz şart. Bizi yöneten Larastka olmalı, onların güdümünde hayatlarımız sorunsuzca ilerliyor." dedi. Rinor hafif kaşlarını çatarak ona baktı. Herkesi kendisi gibi düşüneceğini sanıyorsa yanılıyordu.
"Dostlarım bu savaş size aynı zamanda yıllardır sürdürdüğünüz düşmanlıkları da sona erdirme fırsatı sunacak. Bu hırsla daha çok savaşmış olacaksınız. Tarih sizi kazanan olarak yazacak iken bizimle olmamak ahmaklık olur." dedim.
Edvin "Size gerekli desteği sağlayacağımıza kuşkunuz olmasın. Savaşa tamamen hazırız. Hatta ilk adımı atan da biziz. Valhares'e ordu gönderiyoruz. Niyetimiz İmtier ve Zamtar onlara saldırasıya kadar oyalamak. İmtier ve Zamtar saldırdığı zaman onları bastıracağız."
Abydos "Savaşçılıklarıyla övünen Valhares'e ne olacağını merak ediyorum."
"Ne olacağı açık. Ezilecek!"
Rinor düşünceli bir şekilde bana baktı. Sakin bir sesle "Peki Azinizar ne olacak? Onunla kim ilgilenecek?" dedi.
"Babam. O tarafla bizzat kendisi savaşacak ve yenecek. Bu sorunu ortaya çıkaranlarla yüzleşmek istiyor." dedim.
"Kral'ın bu davranışı oldukça ondan beklenen bir şey." dedi. Birasını yudumladıktan sonra yüzünde bir gülümse oluşmuştu."Hayat çok garip. Kral'ın hikayesini düşününce bunu diyebiliyorum."
Aklına gelen şeyi tahmin edebiliyordum. Babamla Kraliçe Dara'nın geçmişiydi. Bu düşünceyi uzaklaştırmak adına başka konulardan bahsetmiştim. Savaş süresince vergilerin alınmayacağını, her ülkeye silah takviyesi olacağı gibi savaş konularını anlatmıştım. Onların sorduğu her soruyu yanıtlamıştım. Onları kendime bağladığıma inanıyordum. Sadakatler bana ve Larastka'ya olmalıydı. Geleceğe dair ilk vaadimin onları memnun ettiğini görebilmiştim. İlk defa mecliste kendilerine yer bulabileceklerdi. Bu artık gerekliydi. Onları da insan olarak görüldüklerini göstermem şarttı. Bir hayvan muamelesi yapamazdım. Aynı zamanda onların diğer ülkelerden soğuması için biraz kışkırtmıştım. Bu da başarılı olmuştu. İsyancılara karşı biraz öfkeyle saldırmaları iyi olacaktı.
Handan ayrılmıştık. Edvin de memnun duruyordu. Karşısındaki insanları etkilemişti ve benim eksik kaldığım noktaları tamamlamıştı. Bu kadar hünerli iken neden kirli oyunlara bulaşıyordu ki? Zekasıyla ilerlerse kimse onu küçümseyemezdi. Lord Ronald gibi yükselirdi. Keila ile evlenince ne olacaktı? İnsanların ona saygı duyacağını düşünüyorsa yanılıyordu. Burada hoş karşılanan bir şey değildi. Durumunu daha çok zora sokacaktı. Üstelik kendi babasının da bunu onaylayacağını düşünmüyordum. Edvin keşke geçmişten doğru şeyleri ders alabilseydi.
Edvin "Adel, bir şey mi oldu?" dedi ve tek kaşını kaldırdı. Direk konuya girebilirdim. Hiç sorun olmazdı. Keila için her şeyi yapardım. Edvin onun mutluluğuna engel ise ortadan kaldırırdım. Bu konuda korkak değildim. Kimse kardeşimden değerli değildi.
"Evet, oldu Edvin." dedim.
"Ne olmuş olabilir ki? Handa her şey doğru gitti. Hiçbir sıkıntı olmadı, neyden memnun değilsin?"
"Konu handaki toplantı değil, sensin. Sende beni rahatsız eden bir durum var. Davranışın hiç hoşuma gitmiyor. Zeki birisin, konunun ne olduğunu anlarsın."
Bunu dedikten sonra Edvin kahkahalarla gülmüştü. Gülerek "Konu Keila değil mi? Ah, tatlı çiçeğim cidden bu kadar korktu mu? Senin eteklerine sığındı mı? Gururundan ve kibrinden bunu yapmaz diyordum." dedi.
"Onu rahat bırak, kirli planlarında ona yer verme. O sana göre birisi değil. Üstelik düşüncelerin çarpık!"
"Neden çarpık olsun? Sizinle yakın akraba değilim, babalarımız kuzen çocukları. Soyadlarımız farklı. Bunda rahatsız olma."
"Akraba evliliği sence Larastka kabul eder mi? Bir prenses bile yapmış olsa insanlar asla onaylamaz. Adını bu şekilde temizleyemezsin."
"Bence insanlar bizi kabul edecektir. Keila'yı tanımıyormuş gibi konuşma, o kendisini her daim kabul ettiren birisi." dedi. Pencereden dışarı bakıyordu, yağan hafif karı izliyordu. "Sen Casey'i herkese kabul ettirmeyi başardı isen Keila da bunu başaracak."
"Küstah!"
"Gerçeği dediğim zaman mı küstah oluyorum? Gerçek bu. Siz prensesler oldukça sıradışısınız. Annenizden gelen bir özellik olmalı. Attığınız her adımla Larastka'nın çürümüş kurallarını siliyor, yeniden yazıyorsunuz."
"Bu durum farklı. Edvin delirmiş olamazsın. Oldukça zekisin, siyaset oyunlarında başarılı olacağın açık. Neden Lord Ronald gibi olmuyorsun? Neden? O bu zamana kadar kendini siyasi zekasıyla bahsettirdi. Babasının geçmişi bu şekilde unutuldu. Teyzenle evliliği onun adını temizlemedi."
"Lord Ronald benim gibi değil. Annem delirdi, idam edildi. Babam ise onun vatan hainliğini temizlemek adına intihar etti." dedi. Ellerinin sıkıyordu."İnsanların bize olan bakışını değiştirmeye benim siyasi başarılarım asla yetmez. Kardeşim ve benim için bu evlilik olmak zorunda."
"Buna izin verecek miyim sence? Beni tanıyorsun, bu zamana kadar yakındık. Kardeşimin tek bir gözyaşı bile senin yok olmana sebep olur."
Kafasını iki yana sallamıştı."Adeline geç kaldın. Üzgünüm ama gerçekten geç kaldın. Ben bu planı yavaş yavaş ördüm, sabırla işledim. Her şey benim planladığıma göre olacak. Bunu bozmaya senin gücün yetmeyecek, gücünü kullanamayacaksın."
"Kendini yenilmez sanıyorsun."
"Çünkü öyleyim! Ben babama benzemiyorum, duygusallığımı bana karşı kullanamayacaksınız. Onun yapamadığını yapacağım, gerçekten sevdiğim kadınla mutlu bir hayat süreceğim ve kirlenen adım temizlenecek. Onun gibi sevmediğim bir kadına mahkum olmayacağım. Bunu yapamayacaksın."
Eteğimi sıkıyordum. Edvin'in dediği her şey beni sinirlendirmişti."Hayatın babandan farklı olmayacak. Hep uzaktan bakacaksın, Keila'ya. Bir ömür boyu ona ulaşamamanın verdiği acıyla kıvranacaksın. O zaman ben sana bu iddialı sözlerini hatırlatacağım. Hayal dünyasında yaşamanın ne kadar büyük bir yanlış olduğunu göreceksin." dedim. Araba durmuştu.
Edvin ben arabadan inmeden önce "Keşke mutluluk dileseydin, Adel. Öfkeni bağışlamayı tercih edeceğim için şanslısın." dedi. Onu umursamadım.
Saraya girmiştim. Sinirden yanaklarım alev alev yanıyordu. Edvin kimdi? Nasıl bu kadar emindi? Düşündükçe çıldırasım geliyordu. Kardeşimi asla alamayacaktı, onu mutsuz eden bir evliliğe sürüklemeyecekti. Keila mutlu olacaktı. Sander ile bunu hakkediyordu. Edvin ise başka bir soylu kız bulacaktı. Ondan bunu da beklemezdim. Bu kadar delirmiş olamazdı. Eh, annesi Kantre'nin en ünlü delisiydi. Oğlu neden deli olmasındı? Emin olduğum şey ise Lord Aiden'in asla buna izin vermeyeceğiydi. Keşke yaşayabilmiş olsaydı. Kantre'den uzakta olacaktı, çocukları yanında olurdu. Onun gözetiminde büyürlerdi, böyle planlar olmazdı. Kantre'ye gelirler miydi bilemiyordum. Babam Lord Aiden'i asla bu topraklara sokmayacağına göre çocukları neden gelsin ki? Anlamı yoktu. Belki annem izin verirdi.
Bu konu bile dersti. Çocuklar ne olursa olsun annelerinin ve babalarının izlerini taşıyordu. Başarılılar ise o başarılar çocuğu takip ediyordu, çocuk bununla daha rahat bir şekilde toplumda yerini alıyordu. Eğer hainler ise ne oluyordu? Çocuk hırçınlaşıyordu. Annesinin veya babasının işlediği suçu alnında bir damga olarak taşıyordu, insanlar ayıplıyordu. Çocuk bu damgadan kurtulmanın yolunu arıyordu. Kimileri hayattan intikam almayı tercih ediyordu. Kraliçe Dara buna örnekti. Babasının hain damgası ona asi olmayı, hayattan intikam almayı öğretmişti. Tüm yaptıklarının nedeni buydu bana göre. Bu hain damgası onu asileştiriyordu. Bu damga olmasaydı annemden farkı olur muydu? Bunu çok düşünmüştüm. Cevabını bulamamıştım. Her hain damgası taşıyan çocuk asileşmek zorunda değildi. Edvin gibi kendine ulaşılmaz bir hedef seçerek temizleneceğine inanırdı. Bu hedefe ulaşmak adına kirlenmek umurunda olmazdı. Bir damga silinirken diğer kirlilik ne olacaktı? Bunu düşünmüyordu. Kendi hayatını harcayacaktı.
Bunu değiştirebilir miydim? Bu düzeni bozmanın yolu var mıydı? Her defasında düşündüğümde yanıtını bulamamak canımı sıkıyordu. Bu düzen bozulursa Kraliçe Dara, Edvin gibiler daha mutlu olurdu. Herkesin mutlu olabildiği dünya yaratılırdı. Ah, hayalcilik! Bu tatlı hayallere kapılmanın anlamı yoktu. Herkesin memnun olduğu bir dünya olamazdı. Denge bozulurdu. Dünya tamamen aydınlık veya tamamen karanlık olamazdı. Her şey dengeli bir şekilde olmalıydı ve hayat işleyebilsindi. Bu dönemde bir şeyler fazla olmalıydı ki bu savaş meydana gelmişti. Dengenin yeniden sağlanması için ortaya çıkan bir savaştı. Eskinin ve yeninin savaşında yapılması gereken şey basitti. Kim kazanırsa kazansın dengeyi korumasını sağlamaktı. Ben böyle olacaktım. Dengeyi koruyacaktım. Yeni ve eskiyi, aydınlıkla karanlığı, buzla ateşi dengeleyecektim. Ben diğerleri gibi değildim. Ne tamamen buzdum ne de tamamen ateş. İkisi de benim kalbimde eşitlerdi. Bu dünyaya gelme amacım basitti. Dengeyi korumak ve adaleti sağlamaktı. Her şeye rağmen, herkese rağmen buz ve ateşin dengesini sağlayacaktım. Adalet ise kılıcım olacaktı.
Akşam yemeğinde babamlara her şeyi anlatmıştım. Memnun olmuşlardı. Bir ara Edvin'den bahsedip bahsetmeme arasında kalmıştım ama bahsetmemek en doğrusuydu. Bu yoğun gündemde Edvin'i sıkıştıramazdım. Sonraki günler ise çok yoğundu. Savaş sarayın konusuydu. İnsanlar çalışıyordu, planlıyordu. Valhares'e giden ordu eksiksiz olmalıydı. Diğer cepheler içinde ayrı planlar yapılıyordu. Hepsinde bulunmak zorunda kalıyordum. Sabaha kadar süren bu toplantılarda kendime bile zaman ayıramıyordum. Casey'imle buluşamıyorduk. Sadece mektuplaşıyorduk. Günlük Casey'den gelen mektuplar bana hayat veriyordu. Mektuplarını okuduktan sonra kaldığım yerden devam ediyordum. Askerlerin giyecekleri, silahları, tuzaklar, savaşa dair stratejilerde kayboluyordum. Yüküm ağırdı ama taşımak zorundaydım. Keila için bir şeyler yapmak istiyordum ve yapacağımı bulmuştum. Edvin'i güney cephesine gönderecektim. Savaşın kalbinde olacaktı. Bunu ilk önerdiğimde Edvin karşı çıkmamıştı, alaycı bir sırıtışla bakmıştı. Bu sırıtışı babam heves olarak yorumlasa da ben gerçeği biliyordum. Bu sırıtışa zafer gülümsememle karşılık vermiştim. Orada ölürse kimsenin umurunda olmazdı. Belki ölebilirdi, bu daha uygun olurdu. Savaşta ölen birisi olarak anılmak kardeşi için bir onur olurdu.
Bugünkü toplantı daha erken bittiği için mutluydum. Direk uyuyacaktım. Kendimi yorgun hissediyordum. Herkes çıkmıştı. Artık salondan çıkabilirdim. Salondan çıkmadan önce babam adımı seslenmişti, ona bakmıştım. Yorgun, mavi gözlerinde bana duyduğu gururu görmek beni mutlu etmişti. Babam gülümseyerek "Adeline sen harika bir kraliçe olacaksın." dedi.
"Teşekkür ederim, babacığım. Beni sen ve annem yetiştirdi. Sizden öğrendiklerimle buradayım." dedim.
Annem "Bu zor günlerde bir sorun yok değil mi? Sizlerle ilgilenemiyoruz, malum önümüzde büyük bir savaş var. Hatta savaştayız." dedi. Yeşilimsi kahverengi gözleri benim üzerimdeydi. Nasıl anlayabilmişti? Annelik böyle bir şey olmalıydı."Bizden bir şey saklamıyorsunuz diye düşünmek istiyorum."
"Bir sorun vardı, hallettim."
"Sorun da Edvin olmalı. Onunla ilgili şüphelerim vardı. Keila'yı konuşturunca öğrendim." dedi. Düşünceli bir yüz ifadesi yüzündeydi."Bunu ona hiç yakıştıramadım."
Babam merakla "Ne oldu?" dedi.
"Öğrenmemen daha iyi, sevgilim. Adeline gerçekten çözdü. Güney cephemizde ölmesi iyi olacak."
"Ölmesi mi? Loya, ne planlıyorsun?"
"Ben değil, Adeline planlıyor. Edvin'in ölmesini istiyor. Doğru değil mi?"
İkisinin bakışları bendeydi. Planımın bu kadar karanlık hale gelmesinden pişman değildim. Edvin gerçekten ölmeliydi yoksa Keila'ya sorun olacaktı."Evet, istiyorum. Keila'nın iyiliği için onun ölmesi şart, baba. Azinizar savaşına gidecek ve peşinden gönderdiğim suikastçı onu öldürecek." dedim.
Babam "Edvin seni çok kızdırmış, Adel. Bu karanlık yanın hoşuma gitti." dedi. Heyecanla anneme baktı. "Adeline'ın gelecekteki düşmanlarının hiçbir şansı yok."
Annem "Buna ben de katılıyorum. Sorunları ortadan kaldırma konusunda yetenekli. Hadi, Adeline. Git ve dinlen."
"İyi geceler." dedim. Sonra içimden geldiği için küçük bir kız çocuğu gibi ikisinin yanaklarından öptüm. Sevgimi belli etmeye ihtiyacım vardı.
Yatak odama gitmiştim. Kıyafetlerimden kurtulduktan sonra yatağımın içine girmiştim. Biraz olsun uyumak istiyordum. Günlerdir az uyuyordum. Kapım sertçe vuruluyordu. Kim buna cesaret edebilirdi? Yataktan öfkeyle kalktım. Sabahlığımı giydikten sonra kapımı açmıştım. Karşımda iki asker vardı. Sinirle "Umarım iyi bir nedenle karşımdasınız yoksa öldünüz." dedim.
Asker "Ekselansları inanın sizi rahatsız etmek istemezdik. Sarayın dış kapısının önünde Esvita ve Maribel isminde iki kişi var. Üstleri darmadağın halde ve sizi görmek istiyorlar. Çok inat ettikleri için sizi rahatsız ettik."
Esvita ve Maribel. Casey'in ailesi! Panikle "Ne? Onlar nerede?" dedim ve onları ittirdim.
Hızla yürüyordum. Dışarı çıktığımda soğuk hava yüzüme çarptı. Sarayın dış duvarının önüne geldim. Esvita ve Maribel, askerlerin yanındalardı. Yüzleri isti, darmadağınık haldelerdi. Beni görünce Maribel bana sarılmıştı. Maribel "Adeline, seni gördüğüm için çok mutluyum. Yardım et, lütfen." dedi.
"Ne oldu?" dedim.
Esvita "Evimize ve dükkana saldırdılar. Yangın çıktı, her şey bir anda oldu. Casey bizi evden çıkardı ama kendisi kaldı. Yardım et, ne olur."
"Hemen, hemen! Hanımefendinin emrini duydunuz. Hemen denilen adrese gidilecek. Ayrıca hanımefendi ve kızıyla hekimler ilgilenecek." dedim.
Emrim hızla yerine getirilmişti. Ben de kıyafetimi değiştirmiştim, kendi atımla gitmiştim. Casey aklımdaydı. Sömürge mahallesine geldiğimde ise yanan dükkanla evi söndürmeye çalışıyorlardı. Casey'i göremiyordum. Korkuyordum. Bu neden olmuştu, nasıl olmuştu bilemiyordum. Aklıma bir şey gelmiyordu, umursamıyordum açıkçası. Şu an tek isteğim Casey'in sağ olmasıydı. Atımdan indim, Casey diye bağırdım. Lütfen, lütfen benimle ol. Bu soğuk kış gecesinde senden kopamam. Casey diye bir kez bağırdım. İnsanların umurunda değildim. Bu daha çok canımı acıtıyordu. Casey'e dair bir iz görememek beni delirtecekti.
İsmimi bir fısıltı gibi duymuştum. Cılız ama içtendi. Sağa döndüğümde Casey'i gördüm. Yorgana sarılmış haldeydi. Saçı darmadağınıktı. Yüzü isliydi ve kan akıyordu. Öksürüyordu. Yanına koştum. Ellerimle yüzünü kavradım. Kafamı iki yana sallarken "Bunun bedelini ödeyecekler, kim yaptı ise ödeyecek. Buradaki herkes ölecek." dedim. Yaşlarım yanaklarımdan akıyordu.
Casey "Sorun yok, Adeline. Sakin ol." dedi ve öksürdü.
"Sorun yok mu? Şu sefil haline bak! Sana bunu neden yaptılar?"
"Seninle olduğum için oldu. Beni tamamen kraliyetten birisi olarak gördüler, hepsi bu. Son günlerde zaten sözlü olarak sataşıyorlardı. Prenses'in Oyuncağı diyorlardı." dedi ve ellerimi sıktım. Sırf benimle olduğu için miydi? Bu yüzden mi? Mantıksızdı. Delirmiş olmalılardı. Öfkemin tadına bakmak istiyorlarsa bu olurdu."Sakın kızma, aşkım. Sakın öfkeyle hareket etme. Bu insanları kaybetmek istemezsin."
"Ben sağlıklı düşünemiyorum, buradan gidelim. Hemen! Yoksa herkes tek bir emrimle ölecek." dedim.
Hızla saraya geri dönebilmiştik. Sarayın şifahanesinde Casey ile hekimler ilgilenmişti. Ben ise bütün gece başında kalmıştım. Olanları düşünüyordum. Benim güvenliğim için endişelenirken o güvende değildi. Beni korumak isterken kendini ve ailesini koruyamamıştı. Öfkeyle hareket edersem o mahallede herkesi yok ederdim. Hepsinin yanarak ölmesini zevkle izlerdim. Canımı acıtanların canını acıtırdım. Fakat mantıklı olmalıydım. Uykusunu izlediğim adama bu şekilde söz vermiştim. Casey mantığını kaybetme demişti. Bu çok zordu. Onu bu halde izledikçe mantıklı olmak çok zordu. Tüm sömürge mahallesini yaksam ne kaybederdim? Benden bu beklenmez miydi? Kral Jayce'in kızı olurdum. Onların acı çekmesi umurumda olmazdı.
Kafamı iki yana salladım. Bu karanlık düşünceleri yaparsam savaştığım şeye karşı yenilirdim. İçimdeki bu canavarla mücadele etmeliydim. Ben canavar değildim, olmayacaktım. Gerçek suçlular cezalandırılacaktı. Dengeyi sağla, Adeline. Bunu yapmak zorundasın. Kendi dengeni kaybedersen nasıl dengeyi koruyacaksın? Sakin olmalıydım. Gerçek suçlular cezalandırılacaktı. Masum insanlar ölmeyecekti. Onları öldürürsem kendimi öldürmüş olacaktım. Mücadele ettiğim her şeyi kaybedecektim. Lütfen, kendimi kaybetmeyeyim. Lütfen! Casey'e verdiğim sözü tutmalıydım. Mantığımla hareket etmeliydim.
Casey uyurken onun başından ayrılmamıştım. Bütün gün onunla olmak istiyordum. Saraydan uzak kalmak istiyordum. Kapı açıldığında arkamı döndüm. Gelen Keila idi. Yanıma geldiğinde gözleri dolu doluydu."Ne oldu?" dedim ve yanıma oturdu.
Keila "Sander tutuklandı çünkü Andrej'in kaçışını itiraf etti."
"Ne?" dedim. Tüm günü burada geçirince nasıl bunlar olmuştu? Neden kontrolü kaybediyordum? Neden?
"Doğru duydun, Sander itiraf etti. Çünkü aptal Sander Edvin sayesinde konuştu. Edvin ona gerçekleri açıklamazsa beni herkese diyeceğine dair baskı yapmış. Hatta Lord Ronald'a imasında bulunmuş. Sander de itiraf etti. Sarayın kapattığı konuyu açığa çıkardı. Beni korumak için yaptı."
"Sakin ol, bunu toparlayacağız. Edvin'e suçu atarsak her şey düzelecek."
Keila kafasını iki yana salladı."Hiçbir delil yok, ispat yok. Üstelik o gece nöbetçi olan her asker Sander'i suçladı."
Keila'nın yüzüne dokundum."İftira atarız, bir tanem. İlla doğrularla savaşmak zorunda mıyız? Canımızı yakanın canını daha beter yakarız. Bunu yapmanın yolunu biliriz. Biz Kral Jayce'in ve Kraliçe Loya'nın kızlarıyız. Kimse canımızı acıtamaz, kimse bizi öldüremez."
"Kabullen, yenildik! Edvin kazandı." diye bağırdı. Sesi tüm yatakhanede yankılanmıştı. Casey huzursuzca kıpırdanmıştı."Uykusuzluk, yorgunluk ve Casey'in yaşadıkları seni mahvetmiş. Delirmişsin."
"Hayır, hayır yenilmedik. Edvin savaşa gidecek, orada ölecek. Onu orada öldürteceğim. O ölürse seni korumuş olacağım."
"Sander'in kurtuluşu Edvin'in elinde iken buna izin mi vereceğim?"
"Ne dedi?"
"Onunla evlenirsem Sander'in hayatını kurtarabilirmiş. En azından idamını önlerim dedi."
"Kabul edecek değilsin. Keila, ablana güven."
"Sana güveniyorum ama bitti. Bu oyunu kaybettik. Sander'in yaşamasını istiyorum, bunun için Edvin yaşayacak ise buna razıyım."
"Kardeşim, beni affet. Seni koruyamadım." diye fısıldadım.
Keila yaşlarını silmişti. Buruk bir tebessümle "Teklifini kabul ettim diye evlenmek zorunda değilim. Bir yolunu bulurum, onun icabına ben bakarım." dedi.
"Her zaman seni destekleyeceğimi bil, ben her daim seninleyim." dedim ve elini öptüm.
Edvin yapacağını yapmıştı. Bu hamlesini bozamamıştım. Çünkü zamanım yoktu. Bir yandan savaşın sorumluluğu, bir yandan Casey beni sıkıştırmıştı. Keila'ya odaklanamamak beni kahretmişti. Kardeşim hayatı ellerimden kayıp gitmişti. Keila gerçekten bu evliliği bozabilecek miydi? Bilmiyordum. Edvin'in oyunları güçlüydü. Fakat Keila'yı tanıyorsam ona boyun eğmezdi. Sander ile olacaktı, bunun yolunu bulacaktı. Biz yenilgi bilmeden büyümüştük. Kazanmak her daim bize öğretilendi. Hayattaki savaşlarımızda da bu geçerliydi. Yenilgi yoktu, olmayacaktı. Her daim kazanacaktık.
Birkaç günün sonunda her şey sakinleşmişti. Casey toparlanmıştı, Sander idamdan kurtulmuştu. Edvin sözünü tutmuştu. O gece orada nöbetçi olan askerler ifadelerini değiştirmişlerdi, başka bir lordun oğlunun ismini söylemişlerdi. Sander'in ise o çocuğu koruma nedeni o çocuğun kız kardeşinin önceden sevgilisi olmasıydı. Hala onu unutamamıştı bundan dolayı kızın abisini korumak istemişti. Bu hikaye saray içinde inandırıcı olmuştu. Beni şaşırtan kızın da bu hikayeye uygun davranmasıydı. Ufak bir sorun vardı. Sorun sadece Sander ile Edvin'in savaş için yer değiştirmesiydi. Edvin Kantre'de kalacaktı, Sander Azinizar'a gidecekti. Bunu da isteyen Edvin idi. Sander kendisini saraya affettirmeliydi, bunun için bir şeyler yapmalıydı. Durum böyle olunca Sander savaşa gidenler arasına katılmıştı. Edvin ise ciğerlerinin yetersizliği bahane eder çekilmişti. Domuz burada kalmıştı.
Casey çorba içmesinde yardım ediyordum. Toparlanır toparlanmaz odama aldırmıştım.Tüm bu olanlarda dert ortağımdı. Ona göre yapılacak başka bir şey kalmamıştı. Bundan sonrası Keila'nın mücadelesiydi. Çorbasını bitirince Casey "Sevgilim, seni bugün daha iyi gördüğüm için mutluyum. 2-3 gündür hayalet gibiydin." dedi.
"Aşırı yorgun ve bıkkındım. Her şey üstüste geldi, beni boğuyordu." dedim.
"Bak, her şey normale döndü. Sakinleşti. Rahat ol."
"Sakinleşmedi, Casey. Daha beter şeyler olacak. Bu daha başlangıç. Zorlu günler kapımızda."
Yanağımı okşadıktan sonra öpmüştü."Ben yanındayım, yalnız değilsin." diye fısıldadı.
"Ben korkuyorum, aşkım. Sizleri koruyamamak beni korkutuyor. O gece delirmemek için zor tuttum. Seni o hale getirdikleri için oradaki herkesin ölmesini istedim. Masum veya suçlu ne fark eder diye düşündüm."
"Fakat sen kendini tuttun. Bak, sen farklısın. Sen özelsin."
"Ya bir daha kendimi tutamazsam ne olacak?" dedim. Yutkunmuştum. Casey'in evini yakanlar yakalanmıştı ve idam edilmişlerdi. O idamı izlerken nasıl mutlu olduğumu hatırlamıştım."Ben canavar olmak istemiyorum."
"Olmayacaksın. Çünkü yanında ben olacağım. Senin gücünü kontrol edeceğiz. Unuttun mu? Buz ve ateş, bizim damarlarımızda aynı anda dolaşabiliyor. Biz her iki tarafa aitiz. Her iki tarafı kontrol etmesini bileceğiz."
"Sana güveniyorum."
Gülümsemişti."Seni seviyorum, Adeline. Hayatımda olduğun kendimi çok şanslı hissediyorum."
"Ben de seni seviyorum, Casey. Tüm kalbimle ve ruhumla seviyorum." dedim ve onu öptüm.
Onu öpünce beni kendisine çekmişti. Kollarımı boynuna dolamıştım ve kendimi ona bıraktım. Öpüşünün, dokunuşunun tutkusunda kayboldum. Fısıltılarımız gece aşk dolu sözler bırakırken ruhlarımız aşk ateşinde yanıyordu. Dengeyi koruyamamaktan korkmayacaktım. Yanımda Casey var iken bu dengeyi sağlardım. O, benim güvenli limanımdı. Korkmamayı öğrenmeliydim. Zor günleri aşacak güç benim içimde vardı. Bu güçle geleceğe umutla bakacaktım. Kendi dönemime hazırlanacaktım. Larastka'nın en unutulmaz hükümdarı olacaktım. Buz ve ateş, Larastka topraklarında hükmedecekti. Bu ben ve Casey sayesinde olacaktı.
♔
♔Adeline-Keila kardeşliği için düşünceniz nedir? İlişkileri sizce nasıl?
♔Sömürge toplantısı sizce nasıldı? Savaşı kazanmalarında yardım ederler mi?
♔Casey'e yapılan saldırı için düşünceniz nedir? Adeline sizce kendini kaybediyor muydu? Adel'in tepkisi için ne diyeceksiniz?
♔Adel'in Edvin planı sizce nasıldı? Edvin'in planı nasıldı? Keila ile Edvin evlenir mi?
Bir dahaki bölüm Tamayr olacaktır. Sevgilerle!
-Sıralama değişti. Tamayr sonrasında Arsulay gelecektir. Nedenini bölümde anlayacaksınız. :)-
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top