Leydi Prenses♔

BÖLÜMÜ OYLARSANIZ VE YORUMLARSANIZ SEVİNİRİM!

EĞER GÜNCELLEME BİLDİRİMİ GELMİYORSA KÜTÜPHANEDEN ÇIKARIP, BİR DAHA EKLEYİN VEYA BENİ TAKİP EDİN.

Bölüm Şarkısı: Indila - Tourner dans le vide

Yayınlanma Tarihi: 01.08.2020(19:49)

İyi Okumalar!

Larastka Krallığı - Kantre - Ulu Saray

Keila

Önümdeki renk renk kumaşlara bakıyordum. Hepsi birbirinden güzel, birbirinden kıymetliydi. Yumuşacık dokuları vardı. Hepsi bana yakışırdı, bundan hiç kuşkum yoktu. Önemli olan hangisinin daha çok yakışacağıydı. Ablam gibi sadelikten hoşlanmıyordum. Varlığımı belli etmek istiyordum. Parlamalıydım. Bunun içinde her türlü silahımı kullanmaktan çekinmemeliydim. Bakışım, kelimelerim, dış görünüşümün yanında giydiklerim de önemliydi. Ablama da bunu diyordum ama beni anlamamakta ısrarcıydı. Zevksizliğini kabullenmiyordu. Bu onun aptallığıydı. 

Sadece kumaş incelemiyordum. Değerli mücevherlere de bakıyordum. Kendimi şımartmak adına Kantre'nin en ünlü ve güvenilir tüccarlarına haber göndermiştim. Ellerindeki kaliteli malları saraya göndermelerini istemiştim ve gelmişti. En değerli ürünler karşımdaydı. Sınırsız alışveriş hakkım vardı. Bunu kullanmalıydım. Sonuçta her şey istediğim gibi gitmişti. Andrej'i gözden düşürmüştüm, onun ne kadar nankör olduğunu ve bizi hakketmediğini kanıtlamıştım. Nankörün tekiydi. Bunu kanıtladığım için mutluydum. Artık o burada olmayacaktı, bizimle beraber olmayacaktı. Hakkettiğini bulacaktı. O soğuk Parsal'da donup ölebilirdi. Zerre umurumda olmazdı. 

Benimle kumaş inceleyen Evelyn vardı. Bir zamanlar ona sinir olsam da sonradan üzülmüştüm. Abisinin salakça oyununun kurbanıydı. Sander ile dans ettiği için bir süre ona sert davranmıştım. Durumun göründüğü gibi olmadığını görünce tekrardan tavırlarım yumuşamıştı. Ona da açık açık anlatmıştım. Gerçekleri bilince gülmüştü. Tekrardan aramız düzelmişti. Abisine ise fazlasıyla kızmıştı. 

Evelyn "Keila şu pembe kumaş bana yakışır mı?" dedi ve üstüne tuttu. 

"Bence yakışmadı, neden böyle koyu bir renk seçtin ki?" dedim. Elime toz pembe bir kumaş geçince onu Evelyn'e verdim."Bu sana daha çok yakıştı. Yumuşak bir ton, teninle uyumlu oldu. İncilerle süsleyebileceğin bir elbise olabilir." 

Kumaşlara baktı."Daha fazla almayacağım, harcamalarımı kontrollü yapmalıyım. Abim uyardı. Bunlardan daha fazla alırsam terziye ödeyeceğim para olmayacak. Hatta bu pembe kumaşı bile almasam daha iyi." 

"Evelyn! Bunu yapmana gerek yok."

"Yapmama gerek var, Keila. Benim ve abimin durumunu biliyorsun. Teyzemin gözetiminde büyüdük. Bize miras olarak kalan para ise kısıtlı. Ömrümüz boyunca yetmesi için kısıtlı harcamalar yapmamız şart."

"Leydi Irene ve Lord Ronald size yardım edebilir." 

"Onların gözetiminde büyümek bile bir yük iken para mı isteyeceğiz? Ah, hayır! Bunu yapmaktansa gider, çalışırım. Onlara daha fazla yük olmak istemiyoruz."

"Evelyn, onlar sizden sorumlu iken böyle  hissetmeyin."

"Anlamıyorsun, Keila. Annem idam edildi, babam ise onurlu bir savaşcı olarak intihar etti. Bu onurlu intiharı sayesinde hain olarak anılmıyoruz ama insanların bakışları bize karşı acıma içeriyor."

"İnsanlar sizin ne yaşadığınızı biliyor mu? Ailenizin ölümlerinden dolayı yargılanmanız çok anlamsız. Sizler kraliyet ailesiyle akrabasınız, kimse size acınası bakışlarla bakamaz." dedim. Bu durum beni aşırı sinir etmişti. "Sizlerin asaleti onlardan üstün."

"Kimse senin gibi düşünmüyor. Babamın hakkında denilenlere mi üzüleyeceğim, annem hakkında denilenlere mi? Bunlarda yetmezmiş gibi Leydi Irene'nin yükleri olarak anılmaya nasıl dayanacağım? Teyzem elbette bize kötü davranmıyor, bizi çok seviyor ama bizim hakkımızda bunların denilmesi bizi rahatsız ediyor."

"Bu toprakların insanını biliyorsun, Evelyn. Buradaki insanlar birbirini ezmeye bayılır. Senin de yapman gereken dimdik durman. Annenin yaptıklarından sen sorumlu değilsin. Bununla yargılanamazsın."

"Bunun çözümü var. Zengin ve soylu bir lordun oğluyla evlenirsem üstümüzdeki bu leke temizlenir. Belki de abim soylu ve zengin bir kızla evlenir. Bizim için çözüm bu. Hoş, bizimle kim evlenmek ister ki?" 

"İlla evlenmeniz şart değil. Evlilik denilen bağın çirkin bir alışverişe dönüşmesi hoşuma gitmiyor. Bence yapılması gereken şey ikinizin kendisini kanıtlaması. Birilerine sığınarak adınız temizlenemez. Kendi adaletinizi kendiniz sağlayın." 

Mavi gözleri benim üstümdeydi. Dediklerim onu etkilemişe benziyordu."Bu nasıl olacak?" diye mırıldandı.

"Abin sürekli Lord Ronald'ın yanında geziyor. Bana kalırsa Lord Stanley'in yanında yer almalı. Dayınızın yolu daha uzun, Lord Ronald ise gelebileceği en yüksek mevkiye geldi. Lord Stanley'in yolu ise uzun. Ablamla güzel anlaşıyorlar, ablamın çevresinde daha çok olacağını düşünüyorum." 

"Ben ne yapmalıyım?"

Gülümseyerek "Ablamla daha samimi olacaksın, tatlım. Benimle olduğun gibi. Leydi Yamuna'nın kızlarından daha çok işe yararsın, buna inanıyorum. Kendi ayaklarınızın üstünde durmak istiyorsanız başkalarının gölgelerinden çıkmanın vakti geldi." dedim.

"Dediklerini abime ileteceğim, şüphen olmasın. Mantıklı bulacaktır. İlla çözüm evlenmek olmaz, olamaz. Kendi ayaklarımızın üstünde durursak buna gerek bile olmaz."

Almak istemediği pembe kumaşı elime aldım."Bugün istediğin kadar kumaş, takı al. Hepsini ben ödeyeceğim. Bilirsin arkadaşlarıma hediye vermek her daim hoşuma gider." 

"Keila!"

"İtiraz istemiyorum. Kumaşları seçeceksin sonra saray terzihanesine göndereceğim. Güzel elbiselerimiz olacak." 

"Beni mahcup duruma düşürüyorsun."

"Ah, tatlım. İleride sen de bana bir elbise diktirirsin, ödeşmiş oluruz. Hem kıyafetlerin çoğalıyor, nasıl itiraz edebiliyorsun?"

"Tamam o zaman. İleride bir gün ben de sana bir elbise diktireceğim, bu kumaşların yerine geçecek." 

Aklıma bir soru gelmişti. Konudan alakasızdı ama sormak istiyordum. Evelyn mutlu mutlu kumaşlara bakarken sorabilirdim. Buna takılacağını düşünmüyordum. Takılırsa azarlardım. Sakince "Hiç Sander benim hakkımda konuştu mu?" dedim. Kumaşları bırakmış, Evelyn'i inceliyordum.

"Abim, ben ve onunla konuştuğumuz zaman birkaç kez bahsetti. Senin hem ekşi, hem tatlı birisi olduğunu söyledi. Bundan memnunmuş." 

"Hem ekşi, hem tatlı." 

"Doğru düşünüyor. Sinirlendiğin zaman oldukça çekilmez birisi oluyorsun. Hatırlasana, kaç ay beni görmezlikten geldin. Ekşi yanın bu. Tatlı yanın ise herkese göstermediğin yanın. Özünde iyi birisin, yumuşak kalpli. Sander bunu görebilmiş."

"Ekşi olduğumu düşünmesi hiç hoşuma gitmedi. Böyle olma nedenim açık. Kimsenin beni incitmesini istemiyorum. Kimse kalbimi kırmasın, kimse zarar vermesin istiyorum. Bu yüzden hırçınım. Hayat bana hırçın olmayı öğretti. Babamın anneme yaptıklarından sonra hırçın olmayıp ne olacaktım?" Evelyn duraksamıştı. Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Gerçeği diyebilirdi. Babam geçmişte annemin canını acıtmamış mıydı? Çok! En beteri onu idamla yargılamasıydı. Küçük yaşta bir kızın görebileceği en acımasız dersti."Hayat, bana bunu öğretti. Yaşamak istiyorsam hayata karşı hırçın ve asi olmam gerek. Aksi takdirde beni kırarlar."

"Sander'in  seni kıracağını düşünmüyorum. O gerçekten senden hoşlanıyor, Keila. Bunu daha önce konuştuk. Onun gözünde sen bambaşkasın."

"Bir gün bana olan hisleri biterse ne olur? Bir gün bana olan hislerinden daha önemli bir amaç çıkarsa ne olur? Ben buna dayanamam, Evelyn. Ben annem gibi değilim."

"Babanın annene yaptığı o korkunç olaydan korkuyor olabilirsin ama gerek yok. Sander, baban gibi bir adam değil. Sensizliği asla düşünmez, seni korkunç bir hayata sürüklemez." 

"Bu sarayda yaşamasaydık hiç tereddüt etmeden Sander ile olurdum. Onun aşık olduğu kadın olmak beni şımartırdı. Hiçbir şeyi düşünmezdim. Hayatın oyununa bak, biz bu saraydayız. Bu saray, bizim efsane dediğimiz aşkları bile sınıyor. Aşkın önüne geçiyor, tıpkı kıskanç bir sevgili gibi davranıyor. Sander bugün bana iyi davrandı, yarın ne olacak? Yarın bu saray uğruna beni ezip geçerse ne olacak? Annem gibi bir kenara atılmayı kabullenemem. Ablam gibi görmezlikten de gelemem. Yapacağım şey hem onun hem kendi canımı almak olur."

"Keila, saçmalama!" diye bağırdı. Dehşete düşmüş gibiydi. Oysa ben gerçekleri konuşuyordum.

"Ben kendimdeyim, kendi mantığımla konuşuyorum. Sander de bunu biliyor, korkma. Bu düşüncelerime rağmen beni kabulleniyor. Ablamın âşık olduğu Casey'i çılgın sanırdım ama Sander ondan daha çılgın. Onu öldürebilecek birisini seviyor." 

"Sonunuzun mutlu olmasını isterim, bana göre  asla aşktan vazgeçme. Geleceğin bize ne getireceği belli olmuyor. Sadece hissettiklerine odaklan. Tıpkı babam gibi." dedi ve eline koyu mavi kumaş almıştı."Bu nasıl, beğendin mi?" dedi. Gülümseyerek kafamı salladım. Böylece konu yine kumaşlara ve mücevherlere gelmişti.

Kumaşları seçtikten sonra terziyi çağırmıştım. Ona satın alınan kumaşları göstererek Evelyn ile bana kıyafetler dikmesini emretmişti. O da yanındaki yardımcılarıyla bizim beden ölçülerimizi not almıştı. Buna göre elbiseler dikecekti. Terziler odadan çıkarken ablam odaya gelmişti. Oldukça mutlu gözüküyordu. Bu mutluluğun sebebi kesinlikle tüccar olmalıydı. Onunla olmak ona çok iyi gelmişti. Daha mutlu daha canlı birisine dönüşmüştü. Tek sorunu insanların tüccarı küçümsemesiydi. İlk başlarda buna takılsa da ona umursamaması gerektiğini söylemiştim. Sonuçta onunla olacak olan oydu. Kendisine seçtiği kişinin doğru olduğuna inanıyorsa başkalarının ne dediğinin ne önemi vardı? 

Ablam "Keila, bu akşam yemeğini benimle dışarıda yiyeceksin. İtiraz istemiyorum." 

Evelyn ile bakışmıştık."Bu soğuk Kantre gününde neden dışarıdayız? Hava buz gibi." dedim.

"İtiraz istemediğimi söylemiştim. Üstelik kalın giyinirsen hiçbir şey olmaz, tatlım. Bugün hava daha ılık." 

"Tek başına gitsen olmuyor mu? Casey ile buluşmayı planlıyorsan bana ihtiyacın yok. İstediğin gibi saraydan çıkabiliyorsun. Zorlama beni."

"İtiraz istemiyorum, git hemen hazırlan. Aşağıda at arabasında bekliyor olacağım."

"Peki, peki." diye mırıldandım.

Odama döndüğümde ilk önce dolabımdan en kalın elbisemi seçmiştim. Gerçekten üşümek istemiyordum. Çabuk hastalanıyordum. Hasta olunca da dayanılmaz birisi oluyordum. Lacivert elbisemi giymiştim. Kumaşı kalındı. Saçlarımı alttan toplatmıştım, lacivert renkli yarımay başlığımı takmıştım. Başlığa bağlı olan kumaşı düzeltmiştim. Minik inci küpelerimi taktıktan sonra yatağımın üstüne attığım lacivert pelerinimi giymiştim. Aynanın karşısında pelerinin kürk parçalarını düzelttikten sonra eldivenlerimi giyip odadan çıkmıştım. Ablam neden bu karlı kış gününde dışarı çıkmak istemişti? Dışarıda ne vardı? İnsanlar evlerinden ayrılmak istemiyor iken biz dışarıda olacaktık. Hiç mantıklı değildi. Akıllı bir insan yapmazdı. 

Sarayın dışına geldiğimde bir at arabası bekliyordu. Hava ablamın dediği gibi ılıktı. Kar ise her yerdeydi. Kaymamak adına yavaş yavaş merdivenlerden inmiştim. Arabanın kapısını ise sürücü açmıştı. Ben de binmiştim. Ablam benden önce gelmişti.Gidebiliriz dediği zaman araba hareket etmişti. Yavaş gitmesiydi. Ablama bakarak "Umarım beni bu karlı  havada dışarı çıkardığına değer." dedim.

Ablam "Keila, mızmızlanma. İnan bana, çok mutlu olacaksın. Sarayın bunaltıcı havasından sıyrılmak daha iyi gelecek." 

"Ben halimden memnundum."

Gözlerini devirmişti."Nasıl memnun olabilirsin, anlamıyorum. Saray bana çok boğucu geliyor, insanların samimiyetsizlikleri mide bulandırıcı." 

"Geleceğin kraliçesinin dediklerine bak. İleride o sarayın hakimi sen olacaksın, farkında değil misin?" 

"Farkındayım. Benim kraliçeliğimde her şey değişecek. O saray sıkıcı bir yer olmayacak. Yalakaları temizleyeceğim için daha mutlu bir yere dönecek."

"Bunu görmek için meraklıyım. Sen ve tüccarının dönemi herkesten farklı olacak. Casey içinde zorlayıcı olacaktır. Annem gibi kendisini kabullendirmesi gerekecek." 

"Ben onu kabullenmiş iken diğerlerinin ne düşündüğünün önemi yok. Babam da annemi olduğu gibi kabullenmiş iken diğerleri neden karışıyor?" 

Omzumu silkmiştim."Burası Larastka, ablacığım. Güneyde yaşasaydık her şey farklı olurdu. Orası bizim gibi kuralcı değil." 

"Güneyli kanımız var olduğunu biliyorsun. Annemiz bir güneyli. Bence güneyli yanımızı buradaki safkan kuzeyliler görmesin. Bir güneylinin yapacakları çok açık." 

Gülerek "Kuzenimiz Arsulay'ın yaptığı gibi mi? Deli birisi olduğu çok açık. Resmen savaşı başlattı." dedim.

"Üstelik yaveriyle gizlice evlenmiş. Onların inancındaki Aşk'ın Yüzü olan Khaird'in tapınağında nikahları kıyılmış. Oldukça tatlı. Onlara nikah hediyesi olarak hançer takımı gönderdim ve tebriklerimi ilettim. Umarım ulaşmıştır." 

"Ben de gönderdim, merak etme. Annelerinin işlediği suçlardan dolayı çocukları yargılayamayız. Onlar bizim kuzenlerimiz."

"Bu düşüncelerini duymak şaşırtıcı. Seni onlara karşı mesafeli sanıyordum." 

"Fazla samimi olmayı planlamıyorum ama konuşmayacağım anlamına gelmiyor. Onlar kuzenlerimiz dediğin gibi ayrıca geleceği temsil ediyorlar. Aramız neden kötü olsun? Sen de bunu düşünerek hareket etmiyor musun?" 

"Ben içimden geleni yapıyorum. Arsulay ve kardeşleri için bir planım yok. Onlarla kanımızın yarısı aynı. Biz ve onlar, Abshek'in soyuyuz."

"Bu gerçeğe itirazım yok. Kimileri için hain bir adam, kimileri için büyük bir halk kahramanı. Onunla tanışmak, gerçek Abshek'i görmek isterdim." dedim. Arabanın penceresinden dışarı bakarken "Acaba idam edilmeseydi annemizi yanına alır mıydı, merak ediyorum. Bence alırdı. Annemizi yaşatmak adına onu öldüren adama vermesi bunu göstermiyor mu?" dedim.

"Karışık bir mesele." dedi ve araba durmuştu. 

Ablam kapıyı açtığında Casey'i görmüştük. Gülümseyerek bize bakarken ablama elini uzatmıştı. Ablamda onun elini tutarak inmişti. Daha sonra benim inmeme yardımcı olmuştu. Ah, çok sıkıcı bir gece olacağı kesindi. Onların aşk kuşu olmalarını izlemek zorunda olduğuma inanmıyordum. Aptal kafam, nasıl kabul etmiştim? İstediği gibi dışarı çıkabilirdi, bana gerek bile yoktu. Peşinden beni sürüklemesine hiç gerek yoktu. Annem ona istediği özgürlüğü sağlıyordu. Babam gibi sarayda ol demiyordu. Ablama sinirle "Beni peşinden sürüklediğine inanamıyorum. Benim burada ne işim var?" dedim.

Ablam beni umursamamıştı. Casey gülümseyerek "Bence buraya sürüklendiğine değecek, Prenses Keila. Arkana dönersen anlarsın." dedi.

Arkamı döndüğüm zaman Sander'i görmüştüm. Sakince bana bakıyordu. Ela gözleri, kumral saçları, kirli sakalı. Gerçekti. Tamamen gerçekti. Kalbim hızla atarken eteğimi sıktım. Onu gördüğüm için heyecanlandığımı belli edemezdim. Sonuçta ben Prenses Keila idim. Prenses Adeline'a asla benzemezdim. Onun gibi serseri değildim. Gerçek bir kuzey prensesiydim. Aşka tutsak olmak yerine mantığın efendisi olmayı tercih ederdim. Dışarıdan kasıntı desinlerdi, umurumda değildi. Hayatta kalmanın yolu buydu. Bu gerçeği inkar edemezdim. Hayatın öğrettiği kuralı erken yaşlarda öğrendiğim için kendimi şanslı sayıyordum. 

Sander karşımda hafifçe eğildikten sonra ona gülümsedim."Seni burada görmeyi beklemiyordum." dedim. Sesim oldukça utangaç çıkmıştı. Ah, hayır! Kontrollü olmam lazımdı.

Sander ablama bakarak "Prenses Adeline beni davet etti. Nedenini ilk başta anlamamıştım ama leydi prensesi görünce şimdi gayet anlıyorum." dedi.

Ablam neşeyle "Hadi akşam yemeğimizi yiyelim! Gece uzun." dedi ve Casey'in koluna girdi. 

Kantre'nin en iyi lokantalarından birisine girmiştik. İçerisi kalabalıktı. İnsanlar yemeklerini yiyor, içkilerini içiyordu. Köşede ise birkaç müzisyen çalgılarını çalıyorlardı. Ufak çocuklar ise şöminenin başında oyunlarını oynuyorlardı. Beni memnun eden şey ise içeri girer girmez bizi sarmalayan sıcaklıktı. Bize pencere kenarındaki bir masa göstermişlerdi. Ardından istediklerimizi söylemiştik. Açıkçası ablam benim adıma karar vermişti. Sık sık geldiği bir yer olduğunu ve yemeklerinin lezzetli olduğunu deyince yemek seçimimi ona bırakmıştım. Sonuçta benim böyle yerlerle işim olmazdı. 

Ablam eldivenlerini çıkarırken "İyi ki dışarı çıktık. Keila içinde iyi oldu. Zavallı sarayın içinde kuruyacaktı." dedi.

"Ben halimden memnundum ama dışarı çıktığımız iyi oldu. Hoş bir değişiklik." dedim. Eldivenlerimi çıkarıp yanıma koymuştum.

Casey "Sarayın o berbat gerici havasından sonra buna ihtiyacınız vardı, Adeline. Kısa bir mola." 

Sander "Benim için de güzel oldu. Meşhur Tüccar Casey'i yakından tanıma fırsatı bulmuş oldum. Seni kıskanan çok asilzade var, Casey. Arkandan denilenleri duysaydın öfkelenebilirdin." 

"Açıkçası istediklerini desinler, Sander. Hakkımda denilenleri umursamış olsaydım çoktan bu şehri terk etmiş olmam gerekirdi. Benim önemsediğim tek şey, Adeline. Onunla olan aşkımız. Eğer o bana kötü bir şey derse umursarım."

Adeline "Zamanla alışacaklar. Alışmaktan başka çareleri yok." 

"Bunu yapmanı da beklemiyorlardı, ablacığım.Bir Larastka Prensesi'nin bir tüccarla olduğu nerede görüldü? İnsanların yadırgaması normal. Zamanla bence de alışırlar. Sonuçta anneme alıştılar." dedim.

Çorbalarımız önümüze gelmişti. Yeşil mercimekli çorba itiraf etmeliyim ki güzel kokuyordu. Bir kaşık tatmıştım. Güzeldi sadece tuzu azdı. Azıcık tuz eklemiştim. Ablam "Sevdin mi?" dedi ve kafamı salladım.

Casey "Kraliçe Loya gibi  ben de kendimi kabul ettireceğim. İnanın, beni burada tutan tek şey Adeline. İstesem Esla'ya gitmiştim." dedi. Ablama baktığımda o sakindi. Galiba bunu çoktandır biliyordu."Prenses ile tanışmadan önce planım buydu." 

Sander "Casey sen her ne kadar ben güneyliyim desen de kuzey kanın da var. Bu topraklarda yaşamak senin de hakkın." 

Ablam alaycı bir şekilde "Acaba sevgili baban Lord Ronald bunu duydu mu? Eminim seni destekler." dedi.

"Adeline, beni biliyorsun. Ben babamın gölgesi olacak birisi değilim. Kendi hür irademle istediklerimi söylerim. Babam buna karışamaz. Bu düşüncelerimi onun yüzüne dediğim zaman bana hep dayımın etkisinde kaldığını söylüyor. Oysa bununla alakası yok." 

"Lord Ronald bana çok fanatik geliyor. Aşırı Larastka'yı düşünüyor. Bu aşırılığı yüzünden diğer insanların hayatlarını umursamıyor. İzlenilen yanlış politikaların verdiği zararı görmüyor."

"Babama göre her şey, herkes Larastka'dan üstündür. Buna göre adımlarını atar, planlar."

Casey "Sevgilim ileride ona ihtiyacımız olacak, bunu hatırlamanı isterim." dedi. Casey'in bu cümlesine bakılırsa onlar çoktan evlenmeye karar vermişti. Geleceğe yönelik planlarını merak etmiştim.

Ablam "Tecrübeli birisi olduğu kesin. Hükümdarlığımızın ilk yıllarında ona olan ihtiyacımız doğrultusunda bizimle olacak sonra ise kenara çekilmesini sağlayacağız. Bahçıvanlıkla uğraşması ona iyi gelecektir."

"Gelecekte yanınızda olacakları belirlediniz mi?" dedim.

"Kimlerin olmayacağı belli diyebilirim, kardeşim. Bu ülkeye yarardan çok zarar sağlayan, eski düşüncelere hapsolmuş insanlar gidecek. Ben babam gibi değilim, her insanı Larastka insanı olarak görmek istiyorum." dedi. Yeşil gözleri bunu derken alev alevdi. Hırsla "Herkes beni kraliçesi olarak görecek." dedi ve gülümsedi.

"Bundan yana asla kuşkum yok. Biz Kraliçe Loya'nın kızlarıyız, kendimizi kabul ettiririz. Nerede olursak olalım, bu bir gerçek." dedim. Çorbalarımızdan sonra  yemekler masaya servis edilmişti. Köz patlıcan mezesi, acılı meze, yeşil salata ortaya konulmuştu. Tabaklarımızda ise bulgur pilavı ile bezelyeli tavuk vardı. Kokuları cezbediciydi. İçecek olarak pirinç şarabı vardı. 

Casey "Yanımızda kesin olmayacak bir ismi konuşmaya ne dersiniz?" 

"Kim?" 

Ablam bana bakarak "Abimiz, kardeşim. Onun hakkında konuşalım mı?" dedi. Yüzü ifadesizdi. Beni sorguya çekebilirdi, beni yargılayabilirdi. Fakat bu hiçbir şeyi değiştirmezdi. Abimiz hakkında karar verilmişti. O, bizden uzak olacaktı. Ait olduğu yerde unutulacaktı.

"Konuşacak bir şey kaldı mı? Karar verildi, o buradan sürülecek. Hakkettiği ceza bu mu, bilemiyorum. Bildiğim şey herkes için en iyisinin bu olduğu." 

"Neden bunu yaptın demeyeceğim, bunu demek haddim değil. Annen değilim sonuçta ama şunu diyebilirim. Bu yaptığına değdi mi, Keila? Abimizi uzaklaştırmak, annemle babamı ne kadar üzüyor farkında değil misin?" 

Konuşacak iken Sander "Prenses Adeline, acaba Andrej'in işlediği suçun farkında mı? Hainliğinin bedeli olmalıydı. Normalde bunun cezası ölüm iken Kral ve Kraliçe oldukça merhametli davrandı. Bunu açığa çıkardığımız için pişman değiliz" dedi. 

Casey "Umarım tüm bunlar düşündüğünüz gibi olur. Andrej buradan ayrılmak istemiyor." 

Ablam "Hakkındaki karar verildi. Buna uymaktan başka yolu var mı? Cezası bile bir ödül."

"O zaman neden sorun oluyor? Bana teşekkür edilmesi gerekirken kızılan, öfke duyulan ben oluyorum. Kimse onun yaptığı kötülüğü sorgulamıyor. Bana göre verilmesi gereken ceza ölümdü. Hainler asla affedilmemeli." dedim.

"Bu senin görüşün, Keila. Senin atladığın konu, bu hain dediğin kişinin ailemizden olması. Ailenden birini cezalandırmak nedir, bilmiyorsun."

Gülümseyerek "Sence ben onu ailemizden olarak görüyor muyum? Bunu sorgula." dedim. 

Ablam bana sinirle bakarken Casey "Olan olmuş artık. Bunu tartışarak kalplerinizi kırmaya hiç gerek yok. Bunun yerine bu güzel gecenin tadını çıkaralım. Hadi, kadehlerinizi kaldırın." dedi. Kadehini kaldırmıştı. 

Onun ardından Sander kadehini kaldırmıştı. Heyecanla "Bu akşamla beraber bu dörtlünün asla ayrılmayacağını görmüş olmadık mı? Hadi kızlar. Tartışmanın anlamı yok." dedi. Onunla göz göze gelmiştik. Ela gözlerinin pırıltısına kapılmamak elimde değildi. 

Ablam da kadehini kaldırmıştı. Buruk bir tebessümle "Haklısınız. Olanları değiştiremeyiz." dedi. Ben de kadehimi kaldırmıştım."O zaman geleceğe diyelim!" dedim ve kadehlerimizi tokuşturduk. 

Yemekten sonra lokantadan ayrılmıştık. Ablam ısrarla gezelim demişti. Neyin ısrarıydı bu? Ne güzel sohbet ediyorduk. Bu sıcak ortamdan ayrılmak istemiyordum. Üstelik hafif hafif kar yağmaya başlamıştı. Beni asıl şaşırtan insanların dışarıda eğleniyor olmasıydı. Hala mallarını satmaya çalışan insanlar vardı. Eğlenen insanlar her yerdeydi. Karın yağışı önemsizdi. Ablamla Casey önümüzde yürürken ikisi mutlulardı. Ablam Casey'e bir şeyler anlatıyor, gülüyordu. Casey ise onu dinlerken bakışlarında saf sevgi vardı. Onlar gerçekten birbirini tamamlıyordu. Ablamın deli dolu hallerini Casey dizginleyecekti. Yeri geldiğinde ablamla coşkulu olacaktı. Onların hükümdarlığı acaba güneydekilere benzer miydi? Duyduklarıma göre insanlar güneyin yöneticilerine hep kalp ve akıl diyordu. Kraliçe Dara her daim kalbiyle hareket ederken eşi Kral Talayer aklıyla hareket ediyordu. Bu bana ilk başta uyumsuz geliyordu. Nasıl uyumlu olabilirdi ki? Ablamla Casey'i görünce aslında çok uyumlu olabileceğini anlamıştım. Akıl ve kalp yeri geldiğinde kusursuz bir  uyum gösterebilirdi. Şartı ise basitti. Koşulsuz, saf aşk. Bu aklın ve kalbin uyumunu sağlardı.

Sander elimi tuttuğunda ona baktım. O ise bana değil, önümüzde yürüyen ablamlara bakıyordu. Elimi çekmek istesem bile çekemiyordum. Bu tuhaf sıcaklık beni hapsetmişti. Hoş, elimi çekmek istediğimden bile emin değildim. Benliğim onun benliğine hapsolmamasını istiyordum ama Sander'in sıcaklığı kendime koymuş olduğum tüm kuralları teker teker yakıyordu. Benim asıl benliğime ulaşması böyle mi olacaktı? Prenses Keila, sen böyle basit bir el tutmasıyla eriyecek kız mıydın? Duvarlarını yıkan bu sıcaklığa teslim olamazsın diye bağıran ses gittikçe cılızlaşmıştı. Onun yerine bırak, kendini bu sıcaklığa teslim et diyordu. Yağan kar, yanımızdan geçip giden insanlar, yükselen sesler. Sanki her şey bu el ele tutuşmak için uygundu. Onun elini tutmuştum. Birbirimize baktığımızda onun yüzünde anlamsız bir gülümseme vardı. Hatta salakça bir gülümsemeydi. Hoş, aynı gülümseme benim yüzümde de vardı.

Sander yumuşak bir sesle "Leydi prensesim." dedi. Bunu demesiyle tüm sıcaklık bedenimi ele geçirmişti. Bana defalarca bu şekilde seslenebilirdi, hiç sorun etmezdim. 

"Sander." diye fısıldadım. Binlerce kelime beynimden geçiyordu, binlerce söz vardı. Hatta onun gözlerine bakarak şarkılar bile söyleyebilirdim. Elimi tutmuştu sonuçta. Bu sıcaklığın verdiği sarhoşlukla istediğim şeyi yapardım. Oysa benim yapabildiğim onun adını fısıldamak olmuştu. 

"Adımı söylemen bu hayattaki en güzel şarkı." dedi ve yanaklarım kızarmıştı. Bir şey demek yerine bu anın tadını çıkarmayı tercih etmiştim. Yıkılmaz sandığım duvarlarıma ağlamanın vakti değildi. 

Saraya dönerken kendimi sarhoş gibi hissediyordum. Tüm dertlerimden sıyrılmıştım, tüm sorunlarım benimle değildi. Tek düşündüğüm Sander idi. Hala ellerimde onun sıcaklığı vardı. Bu tatlı hissin kaybolmamasını istiyordum. Aşk gerçekten böyle bir şey miydi? Basit bir el tutuşuyla buzdan duvarlar eriyor muydu? Gerçekten aşk denilen şeyin beni bulacağına inanmıyordum. Kendimi fazla kontrollü olmaya zorlamıştım. Böyle olursam kırılmam diyordum. Şimdi işler değişmişti. Basit bir el tutuşuyla Sander'e hapsolmuştum. Sadece elimi değil, kalbimi tutmuştu. Benliğim benliğine karışmıştı. O da benim gibi hissetmiş olmalıydı. Hatta benden daha fazla hissettiği kesindi. Sonuçta ilk elimi tutan oydu. Yağan karın altında oldukça tatlı bir andı. Her genç kızın tatlı rüyasıydı. 

Yol boyunca ablamın Sander hakkında alaylarını görmezlikten gelmiştim. Sonunda âşık olan Keila'yı gördük diyerek dalga geçiyordu. İstediğini desindi. Ben bu gece kalp sarhoşuydum. Odama geri döndüğümde kendimi yatağa bıraktım. Elime baktığımda sırıtıyordum. Bu en unutulmaz gecemdi. Bu geceyi unutmayacaktım. Kafesinden çıkan bir kuşun yeniden dünyayı keşfetmesiydi. Dışarıda olan hayat düşündüğüm kadar korkunç değildi. Aksine eğlenceliydi. Bu eğlencede tehlikeler vardı. Yine de hayatın yaşamaya değer olduğunu görmüştüm. Dışarıdaki hayatı daha çok keşfetmem gerekliydi.

Yataktan kalktım, boy aynamın karşısına geçtim. Pelerinimi ve başlığımı çıkartmıştım. Saçlarımı ise bozunca başak sarı saçlarım dalga dalga belime dökülmüştü. Kendi yüzüme bakıyordum. Anneme benzeyen gözlerimde farklı bir ışıltı vardı. Çocuksuluk gitmişti yüzümde. Kesinlikle gitmişti. Onun yerine daha olgun bir ifade gelmişti. Kızaran yanağıma dokundum. Ateş gibiydi.Bu sıcaklığı unutmamak için elimden gelen her şeyi yapardım. Sander'e mutlaka teşekkür etmeliydim. Bu hislerin mimarı oydu. Onun dışında hiçbir erkekte böyle hissetmemiştim. Duvarlarımı yıkmıştı.

Birkaç gün aşkın verdiği sarhoşlukla çevremdeki hiçbir şeyi umursamadım. Aklımda sadece Sander vardı. Ufak ufak hediyeleşmeler, tatlı tatlı sohbetler ediyorduk. Onun yanında düşündüğümden daha rahattım. Bu rahatlığımı çevremdekiler de fark etmişti. Annem ilk fark edenlerdendi. Bana her daim böyle mutlu ol dediğinde bir şey demedim. Açıkçası ona kırılmıştım. Andrej'i savunurken görmek kalbimi sızlatmıştı. Şimdi ise umursamıyordum. Galiba Sander sayesinde olmuştu. Anneme olan kırgınlığım silinip gitmişti. Yine de bazı şeyler aşka rağmen düzelmiyordu. Andrej'in bana olan bakışlarında bir değişiklik vardı. Nefret mi, öfke mi anlamlandıramıyordum. Rahatsız ediciydi. Ben de ona dik dik bakıyordum. Beni diğerleri gibi sanıyorsa yanılıyordu. Ben kimsenin bakışları altında ezilecek birisi değildim. En basiti o bir piçti, ben ise prensestim. Aramızdaki fark çok açık iken kendisine dikkat etse iyi olurdu. 

Sarayın kütüphanesinde kitap bakarken hafif bir öksürük sesi duydum. Arkamı döndüğüm zaman Edvin'i gördüm. Dikkatle beni inceliyordu. Sertçe "Senin burada ne işin var?" dedim. 

Edvin "Konuşmak istedim, Keila. Sana teşekkür borcum var. Evelyn'e hediyelerin için gelmiştim."

"Önemsiz bir şeydi. Kardeşine yaptım, sana değil."

"Söylediğin fikirler de onunla benim içindi. Senden bunu demeni beklemezdim. Göründüğün gibi değilsin. Oldukça olgunsun." 

"İnsanların yaşlarıyla akıllarını kıyaslamak bence bu zamana kadar yapılan en büyük hata. Mesela kimileri yirmi yaşında olur ama akıl yaşları beşten fazla olamıyor." 

Benim bu sözlerime biraz bozulmuştu. Eğer o olmasaydı Sander ile ilişkim daha erken başlayacaktı. Kara bir gölge gibi aramıza sızmıştı. Bana doğru yaklaşmıştı. Mavi gözleri oldukça sakindi."Bana kızgınsın, anlıyorum. Özür diledim. Gerekli nedenimi sundum." 

"Pek inandırıcı bir neden değil. Sander beni senin söylediğin gibi kullanmak istemiyor. Yanıma yakışan birisi." dedim. Onun bahanesini söylemek iyi olmuştu."Sana ne oluyor üstelik? Sen kimsin ki bana karışıyorsun?" 

"Ben sadece senin iyiliğini istiyorum. Beraber büyüdük, biliyorsun." 

"Abi kardeş gibi büyüdük." dedim. Bilerek bunu vurgulamıştım. İçindeki gerçek niyeti öğrenmem lazımdı. Düşündüğüm şeyi ona yakıştıramıyordum.

Aramızdaki mesafeyi kapatmıştı. Ben geri geri giderken sırtım kitaplığa değmişti. Yana kayacak iken iki kolunu kitaplara dayamıştı. Haddinden fazla bana yakındı. Kendimi avlanmış hissediyordum. Midem kasılırken kontrolü elinden bırakma diyordum. Acaba bağırsam ne olurdu? O zaman işler daha berbat hale bürünebilirdi. Dişlerimi sıkarak "Bırak beni!" dedim.

Edvin gülümsemişti."Neden bırakacağım? Bırakmam için bir şey söyle." 

"Sınırını aşıyorsun, Edvin. Ben prensesim, sen ise asilzadesin. Akraba olmamız sınırları aşacağın anlamına gelmiyor."

"Beni buna zorlayan sensin, Keila. Üstelik düşündüğün kadar yakın akraba değiliz. Babalarımız kuzen." 

"Bırak beni! Yoksa bağırırım. Rezil ederim seni." 

Alaycı bir şekilde "Kime bağıracaksın, merak ediyorum. Herkesi dışarıya çıkarttım. Prenses Keila, rahatsız edilmek istemiyor bana iletti dedim." dedi. 

"Pislik!" diye tısladım.

"Baş başa kalmamız lazımdı. Senin beni dinlemen lazımdı. Uygun şartları sundum. Şimdi her zamanki gibi uslu bir prenses ol ve beni dinle." 

"Dinleyecek ne var? Sen bir oyun oynadın, bitti. Senden uzak durulması gerektiğini anladım. Şimdi ise karşıma geçmiş, beni kısıtlıyorsun."

"Dinle beni, lütfen. O oyunu yaptım çünkü sen bana lazımsın, Keila. Seninle evlenmeyi hayal ediyorum." dedi ve gözlerim iri iri oldu. Aptal çocuk! Ne diyordu? Dediklerinden acaba haberi var mıydı? 

Şaşkınlıkla "Delirmişsin. Sen delirmişsin, Edvin." dedim.

"Neden delirmiş olayım? Apaçık bir şekilde niyetimi söylüyorum. Seninle evlenmek istediğimi belirtiyorum. Bunun neyi delilik? Benimle olabilmen için önümüzdeki her engeli kaldırırım." 

"Biz akrabayız! Olmaz. Üstelik ben sana asla senin bana baktığın gibi bakmadım. Ülkemde rezil olmak istemiyorum." dedim. Onun gözlerine bakarken Evelyn'in dedikleri aklıma gelmişti. Adlarını temizlemek adına zengin ve soylu insanlarla evlenmeyi planladıklarını demişti. Edvin'in planını daha da çok ortaya koyuyordu. Benimle evlenirse, bu asla olmayacak, gerçekten adı temizlenirdi. Ailesinin suçları unutulurdu."Adını temizlemek için beni kullanamazsın!" 

"Bu kadar basite indirgeme. Gerçekten biz bence yakışıyoruz. Abin için düzenlenen o kutlama gecesinde nasıl dans ettiğimizi hatırlayabilirsin. Keila, bir çocuk değilsin. Artık  yetişkin sayılırsın. İlk başta sana karşı niyetim dediğin gibi olsa da sonradan değişti. Yetişkin halini gördükçe bu işin düşündüğümden daha karmaşık olduğunu anladım." 

"Yetişkinim, evet. O yüzden asla olmayacağını söylüyorum. Sınırını unutma. Adını temizlemek için illa bir prensesle evlenmene gerek yok. Babanın başına gelenleri hatırlasana. Yanlış insana çekildi, mahvoldu. Kendi sonunu getirme."

"Ben babam gibi olmayacağım. Kaybedeceğim savaşa asla girmem. Sonunda kazanacağımı biliyorum." 

"Nasıl kazanacaksın?" 

"Dediğin gibi ablana ve sana yakın olmak bazı insanları emrine almayı kolaylaştırıyor. Sana yakın olan bir hizmetçiyi konuşturdum. Andrej'in durumunu öğrendim. Gerçekten bir hain. Kraliyet ona fazlasıyla insaflı davranmış. Bu öğrendiğim bilgiyle ilk önce Andrej'in aklına girdim. Artık kendisini mahvedenin sen ve Sander olduğunu biliyor. Özellikle Sander'in etkisinde fazlasıyla kaldığına inanıyor." dedi. Ben şaşkınlıkla onu dinlerken o mutluydu. Zafer kazanmış gibiydi."Saf Andrej. Sadece kendini değil, seni de yakacak. Tabii Sander'i de unutmamalıyız." 

"O yüzden bakışları bana karşı değişti, benden tiksinerek bakma nedeni bu." 

Kafasını hafifçe salladı."Üstelik sadece bununla da sınırlı kalmayacağım. Başka planlarım da var. İşin sonunda Sander gözden düşecek, sen ise bana kalmış olacaksın. Bence harika bir plan."

"Sen böyle olamazsın. Kalbin bu kadar katı olamaz."

Yüzü yüzüme yaklaşmıştı."Benim kalbimi katı yapan, hayat oldu. İncittiler, kırdılar. Ben de kendime duvarlar ördüm. Kimsenin geçmesine müsaade etmediğim duvarlar. Beni anlarsın diye düşünüyorum."

"Seni kimse anlamaz. Şeref yoksun, pisliğin tekisin." 

"Yanlış adımlar atmıyorum. Birbirimize benziyoruz, zamanla anlayacaksın. Sander yerine benimle olmayı tercih edeceksin." dedi ve dudaklarıma eğilmişti. Beni öperken onu ittirmiştim. Bana istese engel olabilirdi, yapmamıştı. Daha fazla bu iğrençliğe katlanamazdım.

Öfkeyle "Bir daha sakın yanıma yaklaşma, sakın! Öldürürüm seni." diye bağırdım. Ardından koşarak kütüphaneden uzaklaştım.

Hızla odama girmiştim. Banyoma girdiğimde aynadaki kendime baktım. Darmadağınıktım. Yüzümü yıkıyordum. Edvin'in izi silinsin istiyordum. Bu iz kalmamalıydı yoksa Sander'in yüzüne nasıl bakardım? Utanıyordum. Buna nasıl izin vermiştim? En başta ondan kaçmam gerekiyordu. Aptal kafam! Aptal Keila! İnsanlara verdiğin önem çok fazlaydı. Onları dinledikçe zarar gören sen oluyordun. Sadece kendine ve ailene önem vermen lazımdı. Böylece canın yanmazdı. Bunu hala öğrenememiş olman senin aptallığını gösteriyordu. Aynaya tekrar baktığımda hala kendimi kirlenmiş gibi hissediyordum. Hala Edvin'in izi vardı. Kokusu tüm bedenime sinmiş gibi geliyordu. Pis kokuyordum. Ben de hizmetkarlarıma hemen banyodaki küvetimi doldurmalarını emretmiştim. Sıcak suyun içine girince kendimi bir nebze rahatlamış hissetmiştim. Çiçek kokularının etkisi olmalıydı. Ayrıca kendimi sertçe keselemiştim. Tenimi aşırı derece kızartmıştım. Yine de gerekliydi. Edvin'in kokusu, izi çıkmalıydı. Sander'e bakarken kendimi rahat hissetmeliydim. O an bedenimden silindiği gibi ruhumdan da silinmeliydi.

Akşam yemeğine inmek istemesem de mecburen inmiştim. Çevremdekiler bir sorunumun olduğunu düşünmemelilerdi. Yemek boyunca tabağımdakilerle oynuyordum. Nohutlu pilavı yiyebilmiştim. Başka bir şey istemiyordum. Ablam durumumu fark etmiş olacak ki bana endişeyle bakıyordu. Ablam merakla "Keila iyi misin?" dedi. 

"İyiyim, sadece başım ağrıyor. Bu da iştahsız olmama neden oldu." dedim.

Babam "Güzel kızım bu gece babasına şarkı söyleyemeyecek mi?" dedi ve ona baktım. Mavi gözlerindeki sıcaklığı hissetmek iyi gelmişti. 

Gülümseyerek "Babamın arzusuna asla karşı gelmem. O istesin gece gündüz şarkı söylerim, bülbül gibi öterim." dedim.

"Loya, Keila kesinlikle senin tatlı tatlı konuşma huyunu taşıyor."

Annem "Buna katılıyorum. Tatlı tatlı konuşarak istediklerini yaptırıyor." dedi ve şarabını yudumladı.

Andrej "Bu tatlı tatlı konuşmayla neleri elde ettiğini merak ediyorum. Üstelik sadece tatlı tatlı konuşma istediklerini elde etmek için yeterli mi? Bunu da sorgulaması lazım." 

Ona bakarken onunla uğraşacak durumda değildim."Senden daha çok şey elde ettiğim kesin. Vasıfsız değilim en azından." dedim. Annem Keila derken Andrej sinirle bana bakmıştı. 

Yemek salonunun kapısı açılmıştı. İçeri bir asker girmişti. Saygıyla başını eğdikten babamın kulağına eğilmiş, ona bir şeyler fısıldayıp gitmişti. Babam ise öfkeyle yumruğunu masasına vurmuştu. Annem endişeyle "Ne oldu, hayatım?" dedi.

Babam "Valhares sınırımıza saldırmış. Simobe ile birleşip bunu yapmışlar, Loya." 

"Savaş gittikçe yaklaştı." diye mırıldandı.

"Naomi'nin tahmin ettiği olmadı. O savaşın kuzeyden başlayacağını demişti fakat batı bize saldırdı. Bu basit saldırıyla savaş başlamadı mı? Kışkırtıyorlar."

"Hemen ordularımızın bir kısmını göndermemiz şart."

Ablam "Baba, bizimle olan sömürgelerle savaşmalıyız. Onların askerlerini istemeliyiz. Bunun için bir toplantı düzenledim."

Babam "İlk önce kazandıklarını düşünmelerine izin vereceğiz. Ardından onlar gevşeyecek, biz saldırımızı yapacağız ve köklerini yok edeceğiz. Hepsi ölecek, herkes yaptığının bedelini bu hayatta öder. Taştan evleri yıkılacak, kül içinde kalacaklar. Kemikleri özgür olacak, nefesleri değil."

Andrej "O insanlar özgürlükleri için savaşıyor." diye mırıldandı ve babama baktı.

"İstedikleri için savaşsınlar ama efendileri biziz. Onlar ise hizmetkarlarımız. Zincirlerini koparmak isterken kendi zincirlerinde boğuluyorlar. Bunu görmüyor olman çok yazık, Andrej."

"Başka bir çağ başlıyor, baba. Bunu görmüyor musun? Bizim dönemimiz bitti."

"Sus, Andrej!" diye bağırdı. 

"Gören de seni sömürge yöneticisi Ayashri sanır." dedim.

Andrej bana bakarak "Keşke onun yanında olsaydım, düşüncelerime daha çok değer verirdi." dedi. 

Tam bir şey diyecek iken annem  "Tartışmayın! Keila, abine anlayışlı ol. Andrej sen de buradaki son günlerinin tadını çıkar, kimseyle tartışma." dedi. İkimizde bakışmıştık.

Babam önündeki tabağı bırakıp salondan çıkmıştı. Annem ise peşinden gitmişti.Savaş gerçeği bir kez daha karşımdaydı. Bu savaşın hayatlarımızı değiştireceğini düşünüyordum. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Yeni bir dönem olacaktı. Eskiye dair her şey gidecekti. Ben nerede olacaktım? Buna yanıtım yoktu. Ülkemin kaybetmediği bir dönemde olsam, yeterliydi. Ailemle hükümranlığımız bitmesindi. Kimi zaman bu tarz kabuslar görüyordum. Ailem ölmüştü ve kimsesizdim. Bu kabus beni hep korkutuyordu. Fakat gerçekleşmeyeceğini biliyordum. Zamanında annem kulede hapis iken hep onun gözümün önünde idam edildiğini görmüştüm.Sonuç ne olmuştu? Ölmemişti, yanımdaydı. O yüzden kabuslarımı ciddiye alacak değildim. Rüyalarla, kehanetlerle hayatımızı yönetemezdik.

Yemekten sonra babam beni çalışma odasına çağırmıştı. Yanında annem vardı. Babamın hali kötüydü. Düşünceli duruyordu. Suskun ve düşünceliydi. Karşımda Kral Jayce yoktu, babam yoktu, Jayce vardı. Bıkkın ve düşünceli. Ayrıca biraz korkmuş haldeydi. Anneme bakınca o hala Kraliçe Loya idi. Güçlü ve ayakta durabilen kadındı. Annem benden şarkı söylememi istemişti. Babanı mutlu et, Keila deyince onu kırmadım. İstediğini seve seve yerine getirmiştim. Kendi çocuksu dertlerimden sıyrılmıştım. Babamın dertlerini dağıtacak isem birçok şarkı söylerdim. Elime çalgımı almıştım. İlk önce neşeli şarkılar söylemiştim. Ardından babamın isteğiyle hüzünlü şarkılar söylemiştim. Hep acı hissettiren şarkılardı. Bu şarkıları söylerken annemle babam derin düşüncelere dalmışlardı.

Ah, lal olsa kalbim.

Karşında bir şey diyemesem.

Hayat bizi buluşturursa

ne diyeceğimi hiç bilmesem.

Bunu babamla beraber söylemiştik. Sonunda ise beni durdurmuştu. Sonra çekilebilirsin dediklerinde odadan çıkmıştım. Onları bir parça mutlu etmiştim. Yatak odama girdiğimde ise Sander'den bana gönderilen çiçekleri bulmuştum. Çiçeklere bakarken kendi hayatımın da kontrolümden çıktığı düşüncesi beni kahretmişti. Edvin ile aynı evdeydi. Edvin onun yüzüne nasıl bakıyordu? Pislik herif! Ya ona bugünü derse ne olacaktı? Yalan söyleyebilirdi. Ah, hayır hayır. Olmazdı. 

Sabaha kadar bunu düşündüğüm için uyuyamamıştım. Tam uyuduğum sırada odamın kapısı öfkeyle vurulmuştu. Bugün kimsenin beni rahatsız etmemesini sabaha karşı kapımdaki hizmetkarlarıma söylemiştim. Bütün gün uyumak istiyordum. Sabahlığımı giydikten sonra kapıyı açtım. Karşımda ablam vardı. Öfkeliydi. Beni odaya ittikten sonra kapıyı kapatmıştı. Sonra yüzüme tokat atmıştı. Canım acıdığı gibi ne olduğunu da anlamamıştım. Gözlerimi doluvermişti.

Elim yanağımda "Ne yaptığını sanıyorsun?" diye bağırdım.

Ablam "Asıl sen ne yapıyorsun? Andrej'i, abimizi, ifşalamak ne oluyor?" diye bağırdı.

"Ne?" diye fısıldadım.

"Sayende tüm saray abimizin hainliğini biliyor. Her yerde senin hizmetkarının itirafları konuşuluyor. Ronald'a itiraf etmiş, bunu sen emretmişsin." 

"Ah, hayır." diye fısıldadım.

"Tebrik ederim! Abimi ölüme mahkum ettin. Abim tutuklandı, Avelin çok kötü oldu. Hamileliğini riske attın." dedi. Karşımda öfkeliydi."Nefretinin sınırları yok." 

"Ben onun ölümünü isteseydim en başta yapardım. Bunu istemedim, abla. Bana inan. Bunu ben yapmadım." 

"Kim yaptırdı? Birisi senin yerine emir mi verdi?" 

Bakışlarındaki öfkeyi görünce bana inanmayacağını anlamıştım. Ne dersem diyeyim boştu. Öfkesiyle karar verecekti. Sakin olsaydı derdim ama ablamın sakinleşmeye niyeti asla yoktu."Ne dersem diyeyim bana inanmayacaksın. Şunu bil, ben yaptırmadım. Asla da olmasını istemem. Tamam, vasıfsızın önde gideni ama siz ona değer veriyorsunuz." 

"Sana inanamıyorum. Benim kız kardeşim böyle olamaz. Kıskançlığının, kininin esiri oldun." 

"Bunu sana ispatlayacağım. Abimi o çukurdan kurtarmasını bileceğim. O zaman benden özür dileyeceksin."

"Yaşattığın felaketi görmüyorsun, özür bekliyorsun. Bir ailenin yıkımına neden olduğun gerçeğiyle yüzleş." 

"Bizim ailemizde zaten ona yer yoktu. Neden bunu kalın kafan almıyor? Neden? O her daim nankör bir piçti. Ölümünü istememem bizden birisi olmadığı gerçeğini değiştirmiyor."

"Seni tanıyamıyorum!" dedi ve odadan çıktı. 

Ben ise derin bir nefes aldım. Yaşlarım yanaklarımdan inerken Edvin'e lanetler okuyordum. Yaratıcılar gerçekten varsa Edvin'i lanetlemeliydi. Beni soktuğu durum karşısında lanetlenmeyi hakkediyordu. Bu durumu nasıl toparlayacağımı ise biliyordum. Yapacağım tek şey onu kaçırtmaktı. Azinizar'a giderse kimse ona orada dokunamazdı. Tıkıldığı delikten çıkarmam için Sander'i kullanabilirdim. Cezalandırılmak umurumda değildi. Yapmak istemediğim bir şey üstüme kalmıştı. Bunu temizlemem lazımdı. Bundan sonra Edvin'in planı neydi? Şu an onun karşısına geçip bağırmak, onun yüzünü parçalamak istiyordum. Bunu yapamazdım. Ben prensestim. Buna uygun davranmam gerekliydi.

Bir şeyler atıştırdıktan sonra Sander'i çağırmıştım. O da yaşanan kaosun farkındaydı. Birlikte plan yapmıştık. Ardından gözyaşlarımla ona gerçeği açıklamıştım. Edvin'in niyetini, onun yaptığı hareketi her şeyi açıklayınca beni rahatlatmıştı. Onun bana kızmaması, bana destek vermesi beni daha da mutlu etmişti. Edvin'den bunun hesabını beraber soracaktık. O tekti, biz ikimiz idik. Birlikte daha güçlüydük.

Gece vakti Sander ile zindanlara inmiştik. Burayı sevmesem de planı uygulamak zorundaydım. Sander babasının ismini kullanarak burayı boşaltmıştı. Askerleri göndermişti. Andrej'in kaldığı yer koridorun başıydı.  Kaldığı hücrenin demir parmalıklı kapısını açarken öksürüyordum. Buradaki rutubet beni rahatsız etmişti. 

"Andrej!" dedim ve karanlığın içinden çıkmıştı. Üstü başı darmadağın olmuştu. Loş ışıkta öfkeli bakışları belliydi.

Andrej "Alay etmek için mi geldin, Keila? Defol buradan!" diye bağırdı.

"Alay etmek istiyorsam neden kapını açayım, aptal." 

"Sen her şeyi yaparsın. Benimle eğlenmek için elinden geleni yapacağın her şey açık. Düşmüş halimden nasıl zevk aldığını görüyorum." 

Sander "Andrej, hiçbir şey göründüğü gibi değil. Biz seni buradan çıkarmaya geldik. Senin ölümünü isteseydik en başta bunu sağlardık. Bunca zaman beklemenin anlamı asla olmazdı."

"Acı çektirmeyi seven iki şımarıksınız. İstediğiniz oldu. Ben kaybettim, siz kazandınız."

"Ay, çok duygusalsın. Resmen duygusallığın kralı olacaksın. Hala acındırma peşindesin. Azıcık aklını kullan. Ölmezsin." dedim.

"Size inanmam için bir nedenim yok. Yaptığınız kötülük ortada. Beni düşürdünüz,  sarayın kahramanı oldunuz. Herkes sizi övüyordur. Lord Ronald, oğluyla gurur duyduğu gibi geliniyle de duyacak."

"Sarayın kahramanı olmak istseseydim seni kurtarmazdım. Bana inan, Andrej. Seni kurtarmak istiyorum."

"Ne dersen de inanmayacağım. Sen kendinden başka kimseyi düşünmezsin."

Sander "Vaktimizimi harcama, Andrej. Sana yardım etmek için buradayız."

Elimi ona doğru uzattım. Bana inanmalıydı, bu leş kokulu yerden çıkması lazımdı. Tek bir cümle onu buradan çıkartmaya yeterdi. "Seni kaybetmek istemiyorum, abi."

Abi dediğim zaman Andrej'in bakışları yumuşamıştı. Ben bile şaşkındım. Dudaklarımdan abi sözcüğü çıkıvermişti. Abi olarak görseydim onu bu hale düşürmezdim. Şu an onu buradan kurtarma nedenim ailemin mutlu olması içindi. Tek gerçek buydu. Lütfen diye fısıldadım. Andrej ise elimi tutmuştu. Karanlıktan aydınlığa çıkmıştı. Bana bakarken bakışları yumuşaktı hatta sevgi doluydu. "Sana inanıyorum, kardeşim." dedi. Sesindeki yumuşaklık içimde bir şeyleri eritmişti.

Sander elindeki torbayı göstererek "İlk önce kıyafetlerini değiştirelim. Bu halde kaçamazsın." dedi.

Andrej kıyafetlerini askerlerin kullandığı tuvalette değiştirmişti. Üçümüz sarayın gizli geçitinden çıkmıştık. Bu gizli koridoru Andrej, ablam ve ben keşfetmiştik. Gizli gizli saraydan çıkışımız buradan olurdu. Annem anlayınca kilitlemişti. Şu an neden açıktı fikrim yoktu. Belki de hayat bize yardım etmek istiyordu. Sarayın arka tarafına geldiğimizde Sander'in sadık uşağı ile atım vardı. Kar hafif hafif yağıyordu. Yolculuk etmesi zor olmazdı. Zaten kendi atımı veriyordum. Daha hızlı olması için elimden geleni yapıyordum. Azinizar da aradığı mutluluğu bulacaktı.

Andrej şaşkınca ata baktıktan sonra bana baktı."Kendi atını bana mı veriyorsun?" dedi ve kafamı salladım.

"Daha hızlı olabilmen için yaptım. O, hızlı ve vahşi bir attır. Fakat seni dinleyeceğine eminim. Benim dışımda bir tek sen onu kontrol edebildin." dedim.

"Bu çok nazik bir düşünce. Senden beklemezdim." diye mırıldandı.

"Herkes benim bencil bir kaltak olduğumu düşünüyor ama değilim. Benim de sınırlarım var, Andrej. Ben de insanım. Bu hayata sırf kötülük yapmak için gelmedim."

"Benim kaçmama yardım ederek başını belaya sokuyorsun." dedi. Bakışları düşünceli bir hale bürünmüştü."Ben bu kadar değerli miyim? Senin için bu kadar değerli olduğuma inanamıyorum."

"Bunu senin için mi yaptığıma inanıyorsun? Bu ailem içindi. Onların üzülmesine izin veremem. Bu kadar kendini abartmana gerek yok. Üstelik seni koruyan ailem beni de koruyacaktır. Yoksa canlarını sıkarım."

"Keila, kendini kandırmana gerek yok. Ben senin ailenim. Bunu kanıtladın. İtiraf edemiyorsun ama gerçek bu. Bana yaptığın kötülüğü bu yaptığın iyilik temizledi."

"Sen kendini böyle kandır. Ben ablam değilim." dedim. Sonra aklıma ablamın attığı tokat gelmişti. İlk defa bana bu kadar sert davranmıştı. Canımı acıtmıştı. Yine de o benim ablamdı. Elbet bir gün beni dinleyecekti. "Umarım ablam beni anlar." diye fısıldadım.

"Bundan asla kuşkun olmasın, Adeline seni anlayacak." dedi ve bana sarıldı. Ben ise ona sarılamıyordum. Bedenim kasılmıştı. Yaşadığımız her şeyi hatırlıyordum. Oynadığımız oyunlar, onun beni kovalaması, neşeli çığlıklarımız. Hepsini hatırlıyordum. Yaşlarımın yanaklarından süzülmesine yeterliydi. "Sen benim kardeşimsin, Keila. Ne olursa olsun." diye fısıldadı.

"Hoşça kal, abi. Azinizar'da mutlu ol." dedim ve sıyrıldım. Yaşlarımı sildim. Ağladığımı görmesine gerek yoktu.

Andrej atına gitmişti. Ona bindikten sonra ayrılmıştı. Ben ise Sander'e sarıldım. O da beni kendisine bastırdı. Her şeyin bitmesini istiyordum. Mutlu olmak benim de hakkımdı. Ben de insandım. Canavar değildim. Kendimi korumak adına attığım adımların beni bataklığa sürükleyeceğini nereden bilebilirdim? Kendimi kurtarmıştım ama bundan sonrası beni korkutuyordu. Yaşananları düşündükçe geleceğin kabuslardan daha beter olduğu açıktı. Yetişkin bir kızın öğrenmesi gereken bir dersti. Yetişkin olmak düşündüğüm gibi  kolay değildi. Duvarlarım bile artık beni koruyamıyordu.

Sander-Keila için düşünceniz nedir? Birbirilerine olan hisleri gerçek mi?

♔ Edvin-Keila konuşması için düşünceniz nedir? Edvin'in planları için düşünceniz nedir? Keila ne yapmalı?

♔Valhares saldırısı için düşünceniz nedir? Jayce'in karşılığı ne olacaktır?

♔Andrej'in kaçışı için düşünceniz nasıl? Keila'nın adımı doğru muydu?

Bir dahaki bölüm Adeline olacaktır. Sevgilerle!

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top