Kör Nota | Tanrı'nın Sesi ➡ÖZEL BÖLÜM
Unutmayanlara ithafen.
Parça: Çağan Şengül - 22
Merhaba, seksi bağyanlaAarr... Sürpriz bir özel bölümle geldim. Koşa koşa olmasa da seri adımlarla geldim, döne döne geldim, halay çeke çeke geldim, çakma balerin gibi geldim. Pekâlâ, kimler hâlâ burada? :b
Eh! Son söz bölümünde belirttiğim gibi, Deniz'in kazadan sonra ölmediği birkaç özel bölüm atacağımı söyledim.
Bu bölümler, kitap basılırsa orada olmayacaktır. Yani orijinal hali 'Kader Çizgileri' bölümüne kadardır. Çok önceden yorumlarda aldığım bir rica, bir öneri üzerine bu bölüm, Deniz'in anlatımıyla kaleme alınmıştır.
İçinizi ısıtacak bir bölüm olduğunu düşünüyorum. Kahkahanız hiç değilse sırıtmalarınız bol olsun. Bana da bu bolluk, çok çok çok çooook yorum olarak geri dönsün. ( Seri Amin! )
Burayı özlemişim,lan! 💙
Kör Nota | Tanrı' nın Sesi ➡ ÖZEL BÖLÜM
Ölülere ikinci bir şansın verilmeyeceği söylenir. İnsan, geri dönüp daha iyi biri olarak yaşamak için yavrarırken 'Aklın neredeydi? ' sorusunu tüm gerçeğiyle yüzüne vuracaklardır. Ben de ölmüştüm ama yalvarmadan bana ikinci bir hayat verildi ve aklım başıma getirildi. Tanrı'nın sevdiği kuluydum belki de. Sanki bir el sırtıma vurup 'Git ve daha iyisini yaşa.' der, gibiydi yaşadıklarım.
Hayatta her şey belli bir amaca hizmet ediyordu. Rüzgârda uçan kumunda, devrilen dağlarında bir gayesi vardı. Kazalar ve sonuçları ise bir çeşit imtihandı. Bazen gidene, bazen kalana, bazen de benim gibi yarı yoldan dönene. Ölseydim, ölümüm muhtemelen bir şeyler doğuracaktı. En azından boşuna ölmeyecek kadar dolu bir hayat yaşadığımı düşünüyordum. Ölmemem ise başlı başına Tanrı'nın bir lütfuydu benim için.
Boğulmak, ölmek için yalvarırken, hapsolduğum karanlığı Tanrı'nın bir cezası görüp içten içe isyan ederken aldığım nefeslerin, etrafımdaki güzelliklerin kıymetini bilmezken başıma gelen kazayla belki Allah, sonunda dileğimi yerine getirmişti. Boğulmak isteyen birisinin kafasını zorla suda tutarak istediğini yerine getirirken ölüme ramak kala can havliyle nefes alması gibiydi olanlar.
Bana ikinci bir şans verildi. Gözlerime şükretmem için, beni sevenleri üzmemek için, kıymet bilmem için, iyi bir insan olmam için kocaman bir şans verildi. Neredeyse bir ay önce yeniden doğarken bu şansı oldukça iyi değerlendiriyordum. Ölümden dönmemin hizmet ettiği amaç ise buydu: Daha iyisini yaşamak.
Sonra insan, ölümün kıyısında kulaç atarken nefes alan karanın kıymetini daha iyi anlıyordu.
Derin bir nefes alıp dudaklarıma değen kaşıkla yüzümü buruşturdum.
" Aaa! " dedi, ince sesiyle bir anne gibi kızarak. " Aç bakayım ağzını. Amma huysuzluk ettin be, Deniz. "
Yaşanılanlardan büyük bir ders çıkarmam, Füsun'a nazlanmayacağım anlamına gelmiyordu.
Çorbayı içip cevap verdim. " Kendim içebilirim, güzelim. "
" Olmaz, hastasın sen. "
" Hastaneden çıkalı bir ay oldu. " dedim, sitemle. " Beni bu yatakta zorla tutan sensin. "
Bir kaşık daha çorba içirirken " Ölme diye. " dedi, kısık sesle.
" Daha başına çok bela olacağım. " dedim, gülerek. Çok belli etmemeye çalışsa da en az benim kadar onu da yıpratmıştı olanlar ve içinde oluşturduğu travma yüzünden saçımın teline zarar gelecek diye içi gidiyordu.
" Burda birisi bela olacaksa o benimdir. " dedi, " Senden olsa olsa lütuf olur. "
Her seferinde beni yüceltmeyi ve bunu yaparken aslında kendisinin yücelerek beni kendine hayran bırakmasını bir türlü anlayamıyordum.
Çorbadan bir kaşık daha aldığımda kaşığın boş kasede bıraktığını sesi duydum ve kaşlarımı çattım. " Çorba üç kaşık mıydı? " diye, sordum.
" Iımm! " gibi bir ses çıkardı. " Şey, çok güzel olmuş. Sana içirirken dayanamadım ben de içtim ama sanırım çoğunu ben içtim. "
Kahkaha atmamak için kendimi tutarken ' Cık-cık ' sesleri çıkarıp başımı iki yana salladım. " Böyle hastaya mı bakılır? Ziyarete gelenlerin getirdiği meyve sularını, kekleri de sen ye tam olsun. "
" Ayy! " dedi, telaşla. " Hastanede aşırdıklarım oldu, kolonyaları da ben aldım. "
" Kolonyaları ne yapacaksın? "
Ziyaretime kolonya ve yiyecek getirenlerin çoğu müzik okulundan tanıdığımdı. Babamın ahbapları, kendileri gelmeyip çiçeklerini göndermişlerdi.
" Limon kolanyasına bayılırım çünkü. " dedi, çok önemli bir şeyden bahseder gibi. " Hatta birisi lavanta kokulu. Sare getirdi, pahalı ha! Kıymetini bil ya da bilme ben senin yerine biliyorum. "
" Lavantaysa vermem. " dedim, net bir dille.
" Cimri misin ya? " dedi, hayretle. " Hem ben onu yurda götürdüm bile. "
" Bana ne? " dedim, sinelerimi kaldırıp. " Geri istiyorum. "
" Püü! " dedi, sonra sandalyenin zeminde sürtme sesi geldi. Ayağa kalkmıştı sanırım. " Besle kargayı, oysun gözünü. "
Ben de yerimden doğrulup ayaklarımı yataktan sarkıttım. " O sözü doğru yerde kullandığına emin misin? "
Sorumu görmezden gelip kendince içli olduğunu düşündüğü ama bana komik gelen laflarına devam etti. " Tamam ya bir lavanta kolanyası kadar değerimiz yokmuş. "
" Lavanta bu, boru mu? "
Biraz sessiz kaldı. " Düşündüm de. " dedi. " Haklısın, ben de paylaşmazdım. "
Artık daha fazla dayanamayıp kahkaha attım. Kahkahalarımın arasında ayağa kalkıp elimi öne doğru uzatarak Füsun'u aradım.
" Gelmeyeceğim. " dedi, bozulmuş bir sesle. " İki saattir dalga geçiyorsun benimle. Her seferinde uslanmaz bi' balık gibi geliyorum oltaya. "
" Gel buraya, benim küçük balığım. " dedim, sesine doğru iki adım atıp.
" Bana ne ya. "
Sesi dolabımın önünden geliyordu. Nerede olduğunu az çok tahmin ediyordum.
" Tamam. " dedim, gülümseyerek bir adım daha attım. " Şaka yaptım sadece. "
" Kolonyayı vermem. " dedi, pazarlık yapar gibi.
" Sen iste, seni Kolonya Cumhuriye Başkanı yapayım."
Keyifle kıkırdadı. " Benden güzel siyasetçi olur bak. " dedi, " Herkese lavanta kolanyası getirme vaadiyle kandırır sonra limonları itelerim. "
Koluna dokunduğumda elimi kaydırıp elinden tuttum. " Parti kur, oy vereyim. "
Bu sefer kahkaha attı ve sarıldı sıkıca. " Kolanya kokulu ülke de sen de benimsin. Ama en güzel koku, fesleğen. "
Ellerimi beline koyup göğüs kafesimin üzerindeki saçlardan gelen çiçek kokusunu içime çektim. Derin nefes almamla karnımdaki dikişler sızlayınca hafifçe inledim.
" Ay! " dedi, geri çekilip. " Acıttım mı? "
" İyiyim, güzelim. "
" Hadi yatıralım seni yerine. " dedi, telaşlı çıkan sesiyle.
Omzumdan tutup yatağa yönlendirdiğinde durdum. " İyiyim, Füsun. " dedim, telkin edercesine. " Hadi sen de yurda git, dinlen biraz. "
" Yorgun değilim. "
Yorgun olduğu sesinden belliydi ama etrafımda pervane olmaktan bir an bile gocunmuyordu. Hastalıkta ve sağlıkta sözünü daha en başından tutmaya başlamıştı çünkü o zaman zorlayıp da araladığı kapı hastalıklı bir zihne açılıyordu. Sadece zihnimin bir kıvrımında barınması bile yetecekken o, hastalığı iyileştirme cürretinde bulunmuştu ve iyileşiyordu da. Hem fiziksel hem de mental olarak iyileşiyordum. Füsun'un sihirli elleri yardımıyla zihnimden akan irin, orayı berraklaştırıyordu, aydınlatıyordu. Öyle ki bu aydınlık fiziksel karanlığıma bile çalınan ışıktı.
Füsun, bana karanlığın olmayan Güneş'ten çok zihinle alâkalı olduğunu göstermişti ve kendisi, zihnimin meşaleseydi.
Düşencelerim, kopan tespih taneleri gibi oradan oraya dağılırken kolundan tuttum.
" Hadi, uğraştırma beni. " dedim, itiraz istemez bir ses tonuyla. " Hem benim de Bulut'la işlerim var. "
" Emin misin? "
Olumlu anlamda başımı salladım.
"Pekâlâ. " dedi, iç çekip.
Elimi yüzüne koydum sonra eğilip dudağına küçük bir öpücük bıraktım. " Seni seviyorum. " dedim, fısıltıyla. Bıkmadan hep söyleyeceğim iki kelime buydu sanırım bir de ismi.
İki yanağımdan da kocaman öptü. " Sen son zamanlar da iyice hassaslaştın ya. " dedi, gülerek. " Son yarım saattir, yedince kez beni sevdiğini söyledin. "
" O gün, bayılmadan önce yarım kalmıştı... Yarım kalmayalım. "
Elini yüzümde, uzamış sakallarımın üzerinde gezdirdi. " Endişelenme, ikimiz hep bir bütün olacağız. "
Gülümseyip avcundan öptüm.
Elini çekip uzaklaştı yanımdan. " Hadi yavrum, görüşürüz. "
" Görüşürüz, güzelim. "
Odamın kapısı kapandığında yatağıma oturup komodinin üzerinden aldığım telefonla abimi aradım. Birkaç çalıştan sonra açtı.
" Abi! "
" Efendim. "
" Yardımına ihtiyacım var. " dedim, nefesimi seslice üfleyip.
" Söyle, kardeşim. " dedi, tok sesiyle. " Hallederiz. "
" Evdeysen, odama gelir misin? "
" Evde değilim. " dedi, yanından gelen gürültülerde bunu doğrular nitelikteydi. " Acilse gelebilirim. "
" Yok, işimiz dışarda aslında. "
" E tamam, Gökhan seni yanıma getirsin. "
Artık ayağa kalkabildiğimi biliyordu. Beni zorla yatakta tutan Füsun'du. İzin vermiyordu ki dışarı çıkıp bi' nefes alayım. Devamlı dışarısının tehlikeli olduğunu ve her tarafta kötü büyücüler dolaştığını söylüyordu. Ben de bir çocuktan farksız korkmuş gibi yaparak onun koynuna saklanıyordum. Hoş, her ne kadar şikayetçi olsam da son bir aydır, Füsun'un kollarında uykuya dalmak paha biçilemezdi. Uyandığımda, genelde yurduna dönmüş oluyordu ama beraber uyanacağımız günler de gelecekti.
" Neredesin sen? " dedim, boşlukta Füsun'lu düşüncelere sırıtırken.
O hayatıma girdiğinde beri, kendi kendime gülmek artık bir alışkanlık haline gelmişti. İnsanlar, kendi kendine gülmeye delilik diyordu ama bunu yapan aşktan başkası değildi. Gerçi, aşk da bir çeşit delilik değil miydi? Yine de bu gülme olayını frenleyebiliyordum. En azından Füsun gibi içimden kendi kendime espri yapıp milletin içinde sebepsizce kahkaha atmıyordum. Ama ona göre bir sebebi vardı tabii: İç seslerimden birisi çok komik bir espri yaptı, Deniz.
Kadın, tam bir çatlaktı ve ben bu çatlağa hayrandım.
" Şirkete geçiyorum şimdi. "
" Tamam, bir saate gelirim oraya. "
" Görüşürüz. "
Telefonu yatağıma bırakıp üzerimi değiştirmek için dolabımdan kıyafet çıkardım. Ne renk olduklarını bilmesemde bir kot pantolon ve tişörttü aldığım. Yavaş hareketlerle, daha tam iyileşmemiş dikişlerime dikkat ederek pantolonumu giydim ama tişörtümü kafamdan geçirmek benim için biraz zor olacaktı. Etek kısmını kıvırırken kapım çalındı ve açıldı.
" Benim, oğlum. " dedi, babam. İmdadıma yetişmiş bir kahramandan farksızdı.
" Gel, baba. " dedim.
" Nasıl olduğuna bakmaya geldim. " Sesi daha yakından geliyordu.
" İyiyim, dışarı çıkmak için hazırlanıyordum. "
Yatağıma, yanıma oturdu. " Çıkmasaydın ya biraz daha. " dedi, tedirgin çıkan sesiyle.
" Biraz işlerim var. Hem çok oyalanmam. "
" Ben de geleyim yanında. "
" Abimle hallederiz. "
" Ha! " dedi, rahatlamış gibi. " Tamam o zaman. "
" Baba. " dedim, yüzüne bakmaya çalışarak. " Benim için endişelenme artık, iyiyim ben. "
" Biliyorum ama sanırım ömrümün sonuna kadar abin ve senin için endişeleneceğim. " dedi, iç çekip devam etti. " Eh! Babayım, ben. Olsun o kadar. "
Elimdeki tişörtü ona doğru uzattım ve gülümsedim. " Giydirir misin? " dedim, " Bu da baba görevi. "
Belki de bir babanın basit gibi görünen en zor görevi. Diye geçirdim içimden.
Tişörtü alıp yavaşça geçirdi üzerime. " Beyaz yakıştı. " dedi, gurur duyar gibi. " Tam bi' babasının oğlusun. Yakışıklı velet. "
Kıkırdadım. " Beni mi övdün yoksa kendini mi? "
" Tabii ki kendimi. " dedi. " Bana ne senden? "
Benim babama, abimin de anneme benzediğini söylerlerdi ama gözlerimin rengini annemden almıştım.
" Kırk sekiz yaşına geldiğimde ben de böyle kendimi beğenmiş olacağım çünkü başkası beğenmeyeceği için buna ihtiyacım olacak."
" Sen bana laf mı soktun? " dedi, sinirlenmiş gibi ama sırıttığını tahmin edebiliyordum.
" Bilmem. " dedim, omzumu silkip " Öyle mi yaptım? "
" Kaç kadın peşinde babanın senin haberin var mı? "
" Cemiyetin yaşlı kurdu seni. "
" Sensin yaşlı. " dedi, bu sefer gerçekten kızmış gibiydi. " Hergele! "
Gülmemek için dudaklarımı sıkı sıkıya kapattım.
" Hep diyorum, keşke evlenseydin tekrar. " dedim, ciddişelerek. Babamla konuşurken konu bir şekilde buraya geliyordu. Abim de ben de zamanında evlenmesi için çok ısrar etmiştik.
İç çekti. " Annenden sonra hiçbir kadına duygusal anlamda bir şey hissedemedim. Sonra basit fiziksel çekimler için de biriyle evlenmeyi içime sindiremedim işte, biliyorsun. "
" Yirmi dört yıl, fazla değil mi? "
" Ayben olmadan zaman durmuş gibiydi benim için. " dedi, " Ama geriye dönüp baktığımda da koşturmanın içinde akıp gitmiş. Önce sizi büyütmeye odaklandım sonra eğitiminiz, bir taraftan geliştirdiğim şirket. Ekmek derdi ve çocuklarım derken yeni birisiyle olma fikrine hep uzak kaldım. "
Gülümsedim boşlukta elini ararken. Bulduğumda sıkıca tuttum. " Biz büyüdük ve kendi yolumuzu bulduk. Bir gün kendi ailemizi kuracağız. Artık hayatına bak baba daha fazla geç kalmadan. Bak bana! Ölümün eşiğinden döndüm ve inan hayatın her şeye rağmen devam ettiğini böyle anladım. Kendimi hapsettiğim karanlıktan çıkmak için zifiri bir karanlığa düşmem gerekiyormuş. Senin için de hiçbir şey geç değil... Hem! " dedim, sonradan neşeli sesle. " Yaşlı kurtların cazibesi bir başka olur. "
" Eşek sıpası! " diyerek, omzumdan çekti, hafifçe sarıldı.
✶
Dışarıda işimiz bittiğinde abimle beraber şirkete geçmiştik. Buraya gelmekten pek hoşlanmasam da yine de bir görünüp çıkıyordum. Abimin yardımıyla masanın önünde duran koltuklardan birine oturdum.
" Rahat mısın? " diye, sordu abim. " İstersen çift kişilik koltuğa uzan. "
" İyiyim, abi. " dedim, gülümseyerek.
" Heyecanlı mısın? " diye, sordu. Sesinden sırıttığını hissettim.
İç çektim. " Hiç bu kadar heyecanladığımı hatırlamıyorum. Umarım her şey istediğim gibi olur. "
Neşeli bir şekilde güldü. " Orada olmak isterdim. "
" Aman olma. " dedim, " Rezil falan olursam bu anı sadece bende kalsın. "
" Sanmıyorum ama yine de Füsun'un sağına soluna belli olmaz. "
" Beni korkutan da bu ya. "
" Bu arada ne içersin? "
" Türk kahvesi. "
Telefondan bir tuşa basıp birisiyle konuştu. Birkaç dakika sonra kahvelerimiz gelmişti.
" İşler nasıl gidiyor? " diye, sordum hiç umurumda olmamasına rağmen. Ben, genelde parayı nerden geldiğini bilmeden yiyen çocuktum ama züppe değildim.
" Her şey yolunda gibi. " dedi, biraz durdu. " Bir ihale ile uğraşıyoruz, biraz sıkıntı çıkarıyor. "
" Önemli bir sıkıntı mı? "
" Halledilir diyelim. "
" Hangi şirket? "
" Atakan'lar. " dedi, " Adam babasının yerine geçeli bir sene oldu ve babasına kesinlikle benzemiyor. "
Kahvemden bir yudum aldım. " Kim, ben tanıyor muyum? "
" Devrim Atakan. "
Hiç düşünmeden cevap verdim. " Hayır, tanımıyorum. " İş camiasında tanıdığım birkaç isim vardı ve bu adam onların arasında yoktu.
" Senin tanıdığın insan sayısı iki elimin parmağını geçmez zaten. " dedi, abim gülerek.
" Haklısın, kemanımın ekseninden çıkamadım. "
" Kaç ay oldu ama hâlâ bir sevgilin olduğuna inanmak zor. "
Kahkaha attım. " Kemanımın eksenine girmeseydi olmazdı aslında. "
" Aman. " dedi, Abim umursamazca. " Gıy gıy ne anlıyorsun bilmem. "
" Ruhsuzsun, Abi. " dedim, " Bu boğucu oda bütün ruhunu emmiş. "
" Boğucu mu? " dedi, hayretle. Takıldığı yerin burası olması daha hayret vericiydi. " Genişliğini geçtim, muhteşem bir manzarası var. "
Bildiğim, gördüğüm en güzel manzara, Füsun'un sesiydi.
Ben daha cevap vermeden odanın kapısı tıklatıldı ve birisi girdi.
" Bulut Bey. " dedi, ince sesli kadın. " Yarım saat sonra toplantınız başlıyor, hatırlatmak istedim. " Sonra bana hitaben devam etti. " Geçmiş olsun, Deniz Bey. "
" Teşekkür ederim. "
" Biliyorum, neden kırk kere söylüyorsun? " dedi, abim kızarak kendi konularına döndü.
" Bu benim görevim, efendim. "
" Beni darlamak mı? "
" Evet yani hayır. " dedi, kadın telaşla devam etti. " Asistanınız olarak hatırlatmak zorundayım ki hatırlatmadığım zamanlar da kızıyordunuz. "
Abim birkaç saniye sessiz kaldığında verecek bir cevabı olmadığını anladım. Muhtelemelen bakışlarıyla hazır cevap kadını parçalıyordu.
" Tamam, geliyorum birazdan. " dedi, buz gibi çıkan sesiyle. Paylanan ben değildim ama yine de bu sesten rahatsız olmuştum. Suç işlemiş bir çocuk gibi koltuğa sinesim vardı.
Arkamda bir yerlerde duran kadın çıkmadan önce söylenirken duydum ama sesimi çıkarmadım. Huysuz Öküz. Haklı bir benzetmeydi.
" Dövseydin kızı. " dedim, kinayeli çıkan sesimle.
" Nasıl kıyarım? " dedi, boş bulunup sonra öksürdü. " Yani kadınlara el kaldırılmaz. "
Gafletinden faydalanıp sıkıştırdım. " Sen bu kızdan hoşlanıyor musun ya? "
" Hayır. " dedi, net bir dile.
" Aşıksın o zaman. "
" Yok daha neler? "
" Anladım, aşıksın. "
" Deniz! "
" Tamam, bir şey demedim. " dedim, ellerimi teslim olur gibi havaya kaldırıp. " Patron, asistan aşkı beni aşar ama şu yaptığın psikolojik şiddeti de yapma. "
" Nasıl davranayım? " dedi, tedirgin çıkan sesiyle.
" Saçının ne kadar güzel olduğunu söyle. "
" Yok, kardeşim. Bence direkt aşık olduğumu söyleyeyim. "
" Bulut! "
" Tamam, denerim. "
İnşallah manitacılık oynamaya başladıktan sonra kız, psikolojik sorunlarından kaçıp bizim eve sığınmazdı. Hayır, abim tek başına yaşayan seksi patron değildi ki.
" Abi. " dedim, merakla. " Senin ayrı bir evin var mıydı? "
" Evet. " dedi, sorarcasına.
" Sorun yok o zaman. "
" Ne sorunu? "
" Bir an Gülseren teyzenin mutfakta, sadece tişörtüyle duran bir kız gördüğünü düşündüm de. "
" Abiciğim ne saçmalıyorsun sen? "
" Hiç. " dedim, omzumu silkip.
" Bence şu, Füsun işini bir gözden geçir. " dedi, kinayeli çıkan sesiyle. " İyice bir tuhaf oldun. "
Soğuyan kahvemden son bir duyum alırken kocaman gülümsedim.
✶
Müzikle tanıştığımda altı yaşındaydım. Evrenin evimizin dört duvarından ibaret olduğunu sanan içine dönük, donuk bir çocuktum. Yaşıtlarımla oynamayı sevmezdim. Ne zaman aralarına katılma kararı alsam daha bir adım atamadan ayağıma çelmelerini takarlardı. Görme engelli olmak beni çocuk olmaktan soyutlamıştı.
Vaktimin çoğu Sevim teyzeyle geçerdi. Babam, işten geldiği zamanlarda ilgilenirdi benimle. Tek oyun arkadaşım benden dört yaş büyük olan abimdi ama o da bir süre sonra benden sıkılır, kendi arkadaşlarının yanına koşardı. Ben koşamazdım çünkü ayağım takılırdı. Ben merdivenlerden sekemezdim çünkü düşerdim. Ben top atamazdım çünkü yönümü seçemezdim. Hayatımda bir kez isabet ettirdim, o da Füsun'a attığım kar topuydu. Hayatımda ilk kez gerçek bir çocuk ve aynı zamanda gerçek bir yetişkin olmayı o zaman, şimdi penceremden izlediğim bahçede tattım.
Yaşamım, etrafımda sürekli beni koruyan ve karanlığıma kilit vuran insanlarla geçerken notalar karanlık zihnime ışık oldu. Evren'in aslında bir evden ibaret olmadığını, sonsuz olduğunu ilk kez keman çaldığımda anladım. Tellere her dokunuşumda, Evren'in bilmediğim bir köşesini keşfediyordum sanki. Her nota, bilmediğim bir kapıyı zorluyordu. Her nota, bir sır veriyordu ve her nota, beni baştan yaratıyordu. Çocukluğumda tutunduğum dal, sığındığım liman olan notaların yıllarca benden bir sır sakladığını Füsun'u tanıyana kadar fark edememiştim.
Sol anahtarı, ilk kez aşka yöneldiğinde Evren'in bütün notalarının yetersiz kaldığına yemin edebilirdim.
Daha önce birçok kez besteler yaptım. Zihnimin tüm gizli çekmecelerini karıştırdım, kalbimdeki oyukların hepsine baktım, kör karanlığa mum tuttum ve hiçbir yerde Füsun'un yüreğime kazınan sesi gibi bir beste bulamadım.
Yazdığım besteler; isyan yüklü, karamsar, boşluk temalıydı. Bunlar bildiğim şeylerdi ama ilk kez aşk için notaların ellerinden tuttuğumda, titrediğimi hatırlarım. Notalar güneş gibiydi ve ben üşümüştüm. Onların kasvetli havasına, sislerin ardından belli belirsiz var oluşuna alışkındım. Güneş bana yabancıydı ki bilmediğimden korkardım. Füsun, duvarlarımı yumruklarken de korktuğum gibi. Sonradan gülümseyerek o duvarlara çiçekler ekti, ölümden dönerken sulamayı akıl edebildim.
Penceremin önünden çekilip temkinli adımlarla piyanonun koltuğuna oturdum. Bestelerin arasında en üstte duranı aldım. Begonvil. Kazadan birkaç gün önce tamalamıştım besteyi. Yıllarca çiçeklerden nefret edip bir çiçeğe aşık olacağımı bilemezdim.
Tanrı, kullarını güzel seviyordu.
Besteyi katlamadan yeni aldığım kitabın arasın koydum.
✶
Evren'in sizden yana olduğunu bildiğinize hayat çok daha katlanılabilir hâl alıyordu. Yaz sıcağında ense kökümden başlayıp vücuduma keyif veren hafif rüzgâr, arabanın radyosundan yayılan eski bir şarkı, akıp giden yollar ve Füsun'un sahile benden önce varmış olması. Tüm bunlar, Evren'in benden yana olduğunun kanıtlarıydı. Beni hayata geri iten o el, yine sırtımdaydı.
" Koluma girmek ister misiniz? " dedi, Gökhan abi.
Kemanımı sıkı sıkıya kavrarken olumsuz anlamda başımı iki yana salladım. Kumların üzerinde yalpalaya yalpalaya yürüdüğümde Gökhan abi de yanımda sessizce eşlik ediyordu.
" Güneş battı mı? "
" Hayır, efendim. " dedi, biraz durup devam etti. " Hafif hafif turuncuya dönüyor daha. "
Ben bir şey demeden Füsun'un sesi geldi. " Deniz! " dedi, biraz uzağımdan gelen sesi.
" Ben sizi yalnız bırakayım. " Yanıma bir şeyler bırakıp uzaklaştı.
Rüzgar, saçlarımın arasında gezerken onunda eteğinin uçlarının uçuştuğunu hayal ettim. Yine gülümseyerek bakıyordu ve belki de geç fark ettiğim gamzeleri oradaydı. Elinden önce kokusu dokundu tenime. Begonvil boynuma öpücük bırakırken Süleyman'ın rüzgârını benim için gönderdiğine yemin edebilirdim.
" Deniz! " dedi, tekrar koluma dokunurken. " Nasılsın? "
Heyecanlıyım, kalbim yerinden çıkmak üzere.
" İyiyim. " dedim.
Poşetlerden ses geldiğinde onları aldığını anladım. " Sen nasılsın? " dedim.
" Bilmem. " dedi, durgun sesiyle.
Koluma girip beni yönlendirirken eline dokundum. " Bir sorun mu var, güzelim? "
Nefesini seslice üfleyip " Bilmem. " dedi, " Burada son güzel günümüzü geçirmiştik sonrası işte malum. "
" Aradaki o bir ayı unutmak için buradayız. "
" Her şey güzel olacak. " dedi, mırıldanır gibi.
Biraz sonra kumlara oturup omzundan tutarak kendime çektim. Şakağına küçük bir öpücük kondurdum.
" Poşetlerde ne var? " dedi, çocuksu bir sesle. Marketten gelen babasının elindeki poşete koşan çocuklar gibi kurcalama sesleri geldi.
" Enerji içeceği. " dedi, içindekileri tek tek saymaya başlarken. " Bira, sigara, çikolata, çerez, kitap ve prezervatif. "
" Ne? " dedik aynı anda.
" Prezervatifi ben almadım. " dedim, panikle.
" Kimin bu Deniz? "
" Bilmiyorum yani kitap hariç diğerlerinin alışverişini ben yapmadım. "
" Gökhan abi. " dedi, sorarcasına.
" Evet şey karıştırdı sanırım. "
Kıkırdadı. " Korktum bir an. "
" Ben de. " dedim, mırıltıyla. " Yani yanlış anlamandan korktum. Buraya prezevatif kullanmaya gelmedik sonuçta başka bir amacımız var. Aslında kullanabiliriz de yani sen, ben. Sen kullanmayacaksın tabii ki ben... Ben de kullanmayacağım, canım. Neden kullanalım ki? Kullanmadan da yapılır. Yapalım demiyorum, yapalım mı, yapmayalım mı? Off! Allah'ım sana ge- " derken sözlerimi patlama sesi böldü.
" Balon gibi şişirip patlattım. " dedi, gülerek. Saçmalıyor olmamı, kime ait olduğu belli olmayan prezervatifle oyun oynamasını bir an olsun garipsememişti.
Derin bir nefes alıp elimle kitabı buldum. Füsun hallerime çok takılmasa da benim aklım başka şeylere kaydığı için acilen konu değiştirmem gerekiyordu.
" Sana bir hediyem var. "
Uzattığım kitabı aldı, " 27 Saniye. " dedi, mırıldanarak. " Bu kitabı daha önce hiç duymamıştım. "
" Kitapçıya gittiğimde bana bir sürü popüler kitap önerdi. " dedim, " Ama hiçbirisi içime sinmedi, ondan rafın arkalarında kalmış bir kitap istedim. Bu yaptığımı pek anlamadı fakat bu kitabı çıkardı. Bulut, açıklama kısmını okuduğunda biraz hoşuma gitti. Üzerinde hissetiğim tozları üfleyip kitabın fiyatını sordum. "
" Fiyatı benim için önemli değil. " dedi, araya girerek.
" Biliyorum ama ben verdiğim en pahalı hediyenin fiyatını söylemek istiyorum. "
" Deniz senin böyle bir insan olmadığını biliyorum da. " dedi, tedirgin çıkan sesiyle. " Söylememen daha doğru değil mi? "
" Yavrum bi' dinler misin? "
" Peki, peki. "
" Kitabın arka kısmına bir not düşülmüş; ücret için satıcı ile birbirinize içten bir şekilde gülümsemeniz yeterlidir. "
" Cidden mi? " dedi, şaşırarak. " Pes vallahi, bu kadar da uçuk fiyat istenmez ki. "
Olumlu anlamda başımı salladım. " Almadan popüler kitap bölümüne yöneliyordum nerdeyse ama sana değer diye düşündüm. "
" Teşekkür ederim. " dedi, içten bir şekilde. " Madem 27 Saniye'nin değeri gülümsemek o zaman ben de sana gülücüklü bir öpücük vereyim. "
Ben bir şey demeden dudaklarını hafif açık bir şekilde yanağıma değdirdi ve biraz öyle kaldı. Sanırım gülümsüyordu. Sonra öpücüğü bırakıp geri çekildi.
" Kitabın sayfalarını karıştırmayacak mısın? "
" Bir dakika. " dedi, sonra " Begonvil. " diye, söylendi. " Bu beste... "
" Senin için. " dedim, kocaman gülümserken. " Arkasına baksana. "
Bana bir çiçeği koklayarak nasıl nefes alacağımı öğreten, çiçek kadınıma; sevgili Füsun'a.
O okumadan notu söyledim.
" Ya Deniz. " dedi, heyecanla. " Bu, bu çok güzel. Ben inan ne diyeceğimi bilmiyorum. "
Ellerini bulup dudağıma götürdüm. " Bu besteyi yazan ellerim, öptüklerimden daha güzel olamaz. "
" Püü! " dedi, " Sallama çarpılacaksın. "
Ah! Bozmasa şaşardım.
" Ben en iyisi besteyi çalayım. "
Kemanımı alıp ayağa kalktım, Füsun'da benimle kalkıp karşımda durdu. Gözlerimi, gözlerine denk getirdiğimi umarak besteyi çalmaya başladım.
Rüzgâra karışan notalar, bizi sarıp sarmalarken hayatımın en heyecanlı gösterisini yapıyordum. İlk kez sahne aldığımda dahi bu kadar heyecanlanmamıştım. Ellerim hafiften titrerken Füsun'un kokusunu hissetmek işimi daha da zorlaştırıyordu ama en nihayetinde bitirdim parçayı. Birkaç saniyelik sessizliğin ardından hafif ritmik bir alkış sesi duyuldu ve ardından burnunu çekti. Ağlıyor muydu?
" Füsun. " dedim, sorarcasına. " Güzelim, ağlıyor musun? "
" Ağğh! " dedi, ağlaması gürültülü hale dönerken. " Hayır, gözüme emek kaçtı. "
Kendimi tutamayıp kahkaha atarken çiçeğimi kollarımın arasına alıp sıkıca sarmaladım. Bir süre gözyaşları göğsüme düştü sonra burnunu çaktırmamaya çalışarak tişörtüme silip geri çekildi. Bu hareketine daha çok gülerken tekrar kucakladım. Bu kız beni öldürürdü ama gülmekten.
" Ben bunun altında kalamam. " dedi, boğuk çıkan sesiyle. " Ben de sana şiir okurum o zaman. "
" Oku tabii. "
" Ben yazdım bak ama çirkinse gülme. "
" Sen yazarsın da çirkin olur mu hiç? "
Başını göğsümden çekmeye çalıştığında tutup geri bastırdım. " Burada oku. "
" Gözlerin sevgili ey gözlerin. " dedi, kesik sesle. İlkokulda zorla şiir okutulan çocuktan farkı yoktu.
" Okyanus mavisi.
Gökyüzünden biraz koyu.
Karanlıktan biraz açık.
İkisinin ortası gözlerin.
Kafam kadar güzel gözlerin.
Ondan da güzel memelerin.
Yerim ben onları.
Yani gözlerini.
Amanın o gözlerini.
Yandan yandan gözlerini. "
Göğsümden çekildi ve " Bitti. " dedi, " Nasıl? "
" Tek kelime kullanarak şiir yazabilmen çok başarılı, bayıldım. "
" Biliyor musun hiç yalan söyleyemiyorsun. "
" Memelerimi yiyecek olman hoşuma gitmedi değil ama. "
Kıkırdadı ve hafif çıkan sesiyle bir şiir döküldü dudaklarından.
" Bir mum alevinin güneşe savaşıydı benimkisi.
Koca yüreklerde başlamış ihtilâller.
Titrek ellerimde sana tuttuğum silah,
Ciddiye almıyorsun.
Ölmek için önce sevmek gerekir, biliyorsun.
Ve yine ölmek için sevilmemek gerekir.
Namlunun ucu kalbimde, ihtilâllerim yarım.
Affet!
Ama ne güzel gülüyorsun.
Sancılı bir karanlık.
Mum ışığında asılı gülüşün;
Ah! Ne güzel ölüyorum. "
Aramızda kısa bir sessizlik oluştuğunda dudaklarına küçük bir öpücük kondurdum ve geri çekilmeden önce aralık dudaklarına doğru fısıldadım.
" Tanrı'nın sesi. "
" Efendim. " dedi, sorarcasına.
Kumlara otururken onu da çektim. " İçecekleri çıkarır mısın? "
Biraz sonra elime birayı ve yaktığı sigarayı tutuştururken sabırsızlıkla yeniden sordu. " Tanrı'nın sesi derken. "
Parmaklarımın ucundaki zehirden bir nefes alıp karanlık boşluklarımdan bir yer seçerek bakışlarımı oraya sabitledim.
" Zamanın birinde, büyük bir zâta sormuşlar; neden bazı sesler kulağımıza hoş gelir? " dedim, biramdan bir yudum alıp devam ettim. " Zât cevaplamış; Tanrı ruhları yarattığında bütün kullarına o muhteşem sesiyle, kelamıyla seslenmiş. Sonra insan Dünya'ya gelince unutmuş o sesi fakat nerede hoşa giden bir ses duysa, o ilk duyduğu sesi, Tanrı'nın sesini anımsarmış ve bu yüzden ses hoşuna gidermiş aslında. "
" Deniz. " dedi, o yumuşak sesiyle.
" Senin sesin benim kulağımla gördüğüm en güzel manzara, güzelim. Bir de şiir duymak; Tanrı'nın sesini anımsamak gibi. "
" Seni alıp böyle göğüs kafesimin içine sokasım var. " dedi, biraz yüksek sesle devam etti. " Çok seviyorum ya. "
Kahkaha attım. " Başka türlü olamaz zaten. "
İç çekti, biraz sustu. Denizden gelen dalga sesleri doldurdu sükutumuzu. Huzurlu susmazlarımızı seviyordum. Kendimize bir iç çekilişlik zaman veriyorduk. Yan yanaydık fakat ayrı alemlerde birbirimizi yaşatıyor, başka başka seviyorduk. Sanırım, bedenden ötesini sevmek böyle bir şeydi.
" Şiir yazmada bu kadar güzel olduğunu bilmiyordum. " dedim, sessizliği ilk ben bozarken.
" Bana ait olduğunu nerden bildin? "
" Daha önce birkaç kısa hikayeni okuduğum için tahmin etmesi zor değil. "
" Beğenmene sevindim. " dedi, bir an da durgunlaşan sesiyle.
" Nasıl gidiyor yazma işleri? " diye, sordum. Öylesine sorduğum soruyla farkındalık kazanıp afalladım. Daha önce kaç kere Füsun'un uğraşlarını merak etmiştim? O notalarımla dans ederken ben onun kelimelerine doğru dürüst denk gelmemiştim bile. Gözlerimi sıkıca kapatıp birkaç anıyı hatırladım; resimlerime dokunarak görmek ister misin, Deniz? Ne demiştim ben o zaman? Ertelemiş miydim? " Bitirmem gereken bir beste var, güzelim. " Hayır, işlerim bittiğinde sormamıştım bile. Ne garipti şu insan, ölüm yok gibi yarına erteliyordu an'ı.
" Biliyorsun. " dedi, sonra muhtemelen sigarasını üfledi. " Hayallerimden birisi yazar olmak. "
Bilmiyordum... Öylesine umursamamıştım ki hayalden çok kariyer planı gibi düşünmüştüm. Bir kere bile hayallerini sormak gelmemişti aklıma. Ya ölseydim. Hayallerini bilmeden ölseydim. Onları gerçekleştiremeden ölseydim.
Ben Füsun gibi değildim. Daha çok anı yaşayarak sevmiştim. Onun gibi geçmişi, geleceği karıştırmamıştım. Biliyordum, gülüşlerinin arkasında ne fırtınalar koptuğunu ama bir kere bile o gülüşleri aralamak istememiştim. Belki göreceklerimden korkmuştum, belki sadece yanı başımda sürekli gülen birisinin sıcaklığını yitirmek istememiştim.
Füsun ben gibi değildi. Ben kuytularıma saklanırken o, arayıp bulmuştu. Siyah duvarlarımı rengarenk boyayıp çiçekler ekmişti. Bense onun gülümseme duvarlarına soluk bir gül bir bile yerleştirememiştim.
İçime derin bir pişmanlık çökerken uzanıp elini tuttum. Nasıl da kocaman bir yüreği vardı. Nasıl da yüce gönüllüydü. Bir kere şikayet etmemişti.
" Sonra denize dokunmaktı mesela birisi. " diye, devam etti. " Gerçekleşti o hatta Yankı'da vardı yanımda. "
Yankı'nın ismini duyduğumda sırtım gerildi.
" Bu çok saçma gelebiliyor insanlara, basit bir su birikintisi nasıl hayal olabilir. Hoş sen yadırgamamıştın boynumdaki şişeyi. Sanırım en çok bu yüzden sen. Ama hayallerimi gerçekleştirdikçe yeni bir şeyler istiyorum. Doyumsuz insanoğlu işte, yetmiyor. " dedi ve sigarasından bir nefes aldı. " Denize kavuştum ya şimdi de en derinlerinde kulaç atmak istiyorum, yüzmek istiyorum. "
" Yüzme bilmiyor musun? "
" Hayır, çok merak ediyorum suyun içinde güneş nasıl görünüyor? "
" Yarın gelelim. " dedim, heyecanla. Hayalini gerçekleştirmeye dair bir coşku kapladı içimi. " Beraber girelim denize. "
" Yüzme bilmiyorum dedim ya yavrum. "
" Ben biliyorum, tutarım seni. "
" Gerçekten mi? "
" Gerçekten ya. "
" Beni daha ne kadar mutlu edebilirsin bilmiyorum. "
Son bir hamlem kaldı dedim, kendi kendime. " Hani doyumsuz hayaller dedin ya. "
" Evet. " dedi, sorarcasına.
" Seninle hayal kurmaya başladığımı yağmurun altında seni severken söylemiştim ama bu tek bir hayalle bitmiyor, her geçen gün seninle ilgili yeni bir şeyler düşlüyorum. "
" Nedir? Merak ettim. "
" Bir dakika ayağa kalkar mısın benimle, güzelim? "
" Tabii. "
Karşılıklı durduğumuzda derin bir nefes alıp heyecanımı hafifletmeye çalıştım ama Füsun, bana bu kadar yakınken bununla baş etmesi çok zordu. Bir ömür bu hisse nasıl dayanacaktım?
" Seni dinliyorum, Deniz. "
" Şu kör, kusurlu iki gözümün çiçeği. " dedim, ellerini tutup.
" Deniz deme öyle. " dedi, uzanıp gözlerimden öptü.
" Ben uzatmak istemiyorum. " diye, devam ederken ince kapüşonumun cebinden yüzüğü çıkardım. Tek taş değildi, Füsun'a yakışacak kadar zarif, gösterişsiz bir yüzüktü.
" Bu. " dedi, kısık çıkan sesiyle.
" Ben isitiyorum ki; ihtiyar bir bunak olduğumda da beni böyle heyecanlandır. Güzel kızım, evlensek ya biz. "
Birkaç saniyelik sessizliğin ardından sızlanarak konuştu. " Bu ne Deniz? Ne yaptın sen? "
" Anlamadım, kötü bir şey mi yaptım? "
" Önce ben evlenme teklifi edecektim. "
" Ne? " dedim, gülerek.
" Sana alacağım alyans için para biriktiriyordum. " dedi, üzülmüş gibi. " Bütün planlarımı bozdun. "
İnanamayarak başımı iki yana salladım. " Önce davransaydın banane? "
Kıkırdadı.
" E cevap vermedin. "
" Ha! " dedi, yeniden hatırlamış gibi. " Kenarları buruşmuş gözlerinden öpmek için mecbur takacağız yüzüğü. "
Parmaklarını avcuma bıraktığında dikkatle geçirdim parmağına.
" Çok güzelmiş. " dedi, hayran kalmış gibi sonra ben daha ne olduğunu anlamadan kucaklayıp kaldırmaya çalıştı.
" Füsun. " dedim, omuzlarından tutup uzaklaştırmaya çalışırken. " Ne yapıyorsun, delirdin mi? "
" Madem evlenme teklifini sen yaptın, mutluluktan havalara uçurma işi de bende. "
Etrafında dökmek için bir adım attığında " Düşeceğiz bak. " dedim fakat demeye kalmadan düştük. Yan düşüp omzum kumlarla buluştuğunda dişlerimin arasında inledim.
" Ay! Acıdı mı Deniz? "
" Füsun. " dedim, sinirle sonra kahkaha atmaya başladım.
" İyi misin? "
Yanımda uzanan deli kadının üzerine çıktığımda hâlâ kahkaha atıyordum.
" Oğlum ne gülüyorsun ya benim de gülesim geliyor. "
Kahkaha atmaya başladı. " Sırf sen gülüyorsun diye. " dedi, gülüşlerinin arasında.
" Acaba biz bu evlilik işini biraz daha mı düşünsek? " dedim, nefesleri yüzüme vururken alnından öptüm.
" Öne alalım, diyorsun. "
" Öyle anlamak istiyorum, diyorsun. "
" Hı hım. "
" Ya da tersten mi gitsek? " dedim, saçını okşayıp.
" Önce nikah yaparız sonra gelir ailenden isterim seni. " dedi.
Güldüm yine. " Hayır, daha tersten. "
" Ha önce halay çekelim, diyorsun. "
" Zeki olup aptal ayağı yapmak nasıl bir duygu anlatsana. "
" Güzel, genelde zor anlardan kaçmak için bire bir. "
" Mantıklı ama mantık burada sökmez. "
" O zaman halay ve hayal deneyelim. "
Ben bir şey demeden devam etti. " Ne demiş, Mahmut Einstein Tuncer abi; halay ve hayal sizi her yere götürebilir. " dedi, " Halay çekelim mi? "
" Yok. " dedim, dudaklarına yaklaşıp " Ben oyumu hayalden yana kullanıyorum. "
" Bence hayal çe-" derken, usulca dudaklarını örttüm dudaklarımla. Ateşin ortasında cennet bahçesi bulan İbrahim gibi, Tanrı'ya şükredercesine içtim dudağının kenarından.
Tanrı'dan çalınan ses fısıldadı belli belirsiz. " Seni seviyorum. "
Dudaklarım dudaklarına değerken gülümsedim.
Cennet bahçesinin etrafı kırış kırış olduğunda da öpmeme izin verdiğin için teşekkür ederim, Füsun.
ÖZEL BÖLÜM SONU
12.06.2020
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top