Kör Nota | Serenade

Parça: Schubert - Serenade

Kör Nota | Seranade

Hep bir şeyler eksik kalıyordu. Hiçbir zaman tam olarak her şeye sahip olamıyorduk. Mükemmel, kusursuz diye bir şey yoktu. Sanırım buydu en büyük hatamız; kusursuzu arzulamak. Karşımızdakinin her haliyle bizi tatmin etmesini beklemek.

İstanbul, güzeldi. İstediğim her şeye burada sahip olabilirdim ama yıldızı yoktu. Ne büyük bir eksiklik ama! Köyde o kadar çoklardı ki neredeyse gece de hiç lacivert yoktu. Hele ki yeni ay doğduğunda, sanki güneş ilk ışıklarını saçıyordu yeryüzüne. Şimdi ne yıldız vardı ne ay. Şehrin ışıkları, onları sanki kötü bir canavar gibi yutmuştu.

Avuç içlerimi pencere pervazına yaslayarak derin bir nefes aldım ve rüzgârı genzime çektim. Gayri ihtiyarı toprak, çimen ve tezek kokusu beklerken burnumu yakan bu egzos, asfalt kokusu hayal kırıklığına uğratmıştı. Hiçbir şey tam değildi. Denize, özgürlüğüme, okuluma, hayallerime kavuşmuştum ama bazı güzelliklerin de üstüne basmam gerekmişti.

Şişemin kapağını açıp biraz dışarıya doğru tuttum. Yakaladığım üç beş yıldızı, hilâl şeklindeki ayı ve bolca laciverti içine tıktım ve hızlıca kapattım, şehir çalmadan. Pencerenin önüne sıkıştırdığım terliği alıp, kapattım. Yatağıma oturdum ve bir süre Ekim'i izledim. Onu izlediğimin farkında bile değildi.

" Neden öyle bakıyorsun? " dedi, telefondan başını kaldırmadan. Tamam, farkındaymış.

" Ekim! " dedim.

" Hı! "

" Neden benimle hiç konuşmuyorsun? "

Telefonu yavaşça kenara koyup gözünün üzerine düşmüş bir perçem saçı kulağının arkasına sıkıştırdı. " Ne konuşacağız? "

" Hadi ama. " dedim, " Buraya geleli kaç gün oldu? Daha hiçbir tanışma girişiminde bulunmadın. "

" Bak ben. " dedi, ellerini dizlerine vurup dudaklarını yaladı. " Bak ben geriliyorum, tamam mı? "

" Nasıl geriliyorsun? "

" İnsanlarla iletişim kurarken işte, rahatsız oluyorum. "

" Ama gördüm. " dedim, telefonunu işaret ederek. " Sosyal medyada arkadaşların var? "

Gülümsedi. " Onlar beni görmüyorlar, sesimi duymuyorlar, sadece nasıl olduğumla ilgileniyorlar. "

" Bak benim de sanal arkadaşlarım, bir şeyler yazdığım bir bloğum var ama senin gibi gerçek dünya ile bağımı koparmıyorum. "

" Neydi adın, Füsun'du değil mi? "

Ne kadar güzel, adamı bile zor hatırlıyordu. Sorusunu başımı sallayarak onayladım.

" Bak Füsun, sen benimle arkadaş olmak istiyorsun ama ya sen de diğerleri gibiysen? O kızı senin bavulunu taşırken gördüm. "

Sinirle yerimden kalktım. " Ön yargılarını yıkmalısın. " dedim, parmağımı öne doğru uzatarak. " Daha tanımadan beni diğer insanlarla bir tutamazsın. Her neyse, istediğini yap. Gidiyorum ben. " diyip odadan sinirle çıktım. Koridordaki aynada kendimle burun buruna geldiğimde ne yapacağımı bilemedim. İyi artistlik yapıp çıkmıştım ama gecenin bu saatinde nereye gidecektim?

Gözlerimi tavana dikip gürültüyle nefesimi dışarı verdim ve tekrar odama geçtim. Bu sefer daha sakindim. Kapının açılmasıyla dikkatini bana veren Ekim'e bakmamaya gayret ediyordum. Fiyakam biraz çizilmiş olabilirdi ama yine de kuyruğu dik tutmak lazımdı. Yatağıma geçip battaniyeyi burnuma kadar çektiğimde yan bir bakış attım. Gülmemek için dudaklarını sıkı sıkıya kapatmıştı. Bu hali daha çok sinirimi bozmuştu. Hırsla kıçımı ona dönüp uyumaya çalıştım.

Bir süre sonra, tam uykuyu dalacakken kısık sesle " Yarın... " dedi. Devam etmesi için bekleyip cevap vermedim ama bana çok uzun gelen bir süre boyunca sustu. Lafı ağzından cımbızla falan mı almamı bekliyordu? Bir şeyler söylemek için hareket etmişken nihayet devam etti sözlerine. " Yarın sinemaya gidelim mi? "

Allah'ım! Bunu söylemek bu kadar zor muydu? İnsan flörtüne karşı bu kadar çekingen olmazdı.

" Düşünmem lazım. " dedim, sırıtarak. Gülümsemem sesime de yansımıştı.

" Bak ya. " dedi, kafama yastığı fırlatıp. Yere düşen yastığı almak için uzandım ama dengemi kaybedip kafamın üstüne düştüm. " Ağğh! " Ağzımda çıkan ritmik inleme sesi Ekim'i güldürmüştü.

" İnsan bir yardım eder. " dedim, toparlanıp.

" Düştüysen kalkmasını bileceksin, yeğen. " dedi, sesini kalınlaştırarak.

" Seni engellerim. " diyip bende olan yastığını suratına fırlattım. Refleks olarak kapıp başının altına aldı ve uzandı.

" Teklifimin geçerlilik süresi için son beş saniye. "

Gözlerimi devirdim. " Okul çıkışı gideriz. "

Gülümseyip gözlerini kapadı. Ben de kalkıp ışığı kapattım ve yatağıma geçerken loş ışıkta biraz yüzünü izledim. Çok güzel bir kızdı. Koyu siyah saçları ve bembeyaz teni vardı. " İyi geceler, Füsun." dedi.

Korkuyla yerimden sıçrayıp " İyi geceler. " diye, mırıldandım. Gözlerim yavaş yavaş kapanırken içimde doğru bir karar vermenin huzuru vardı. Herhangi bir saf, bir arkadaş grubu seçmemiştim. Kutuplaşmaya, düşman olmaya lüzum yoktu. Pekâla onları bile barıştırabilirdim. Evet, evet onları barıştıracaktım. Ekim ile Niğman'ı. Sonra beni satarlardı falan. Oralara çok girmeyelim. Neyse...

" Freud, çocuklarda cinsel gelişimi altı dönemde ele almıştır. Bunlardan ilki; oral dönem, 0-1 yaş arasıdır. Bu dönem de haz ağız bölgesidir. " dedi, pencereden dışarıyı izlerken.

" Hocam yetişemiyorum. " dedi, ön sıralardan bir kız. " Biraz yavaş söyler misiniz? "

" Yazma o zaman. "

Bölüm başkanı olan Hikmet Hoca'nın sert bir mizacı vardı. Bu dördüncü dersimiz olmasına rağmen ben adamın bir kere gülümsediğini görmemiştim.

" Nasıl yazmayayım? " dedi, sesini bir tık yükselten kız. Aptaldı sanırım. Üniversite hocalarının zalimliğinden haberdar olmasa gerekti. Kaşları havalanan hoca iki adımda kızın önüne gelip durdu. En arkada olduğum için ne yaptığını göremiyordum ama çıt çıkmayan sınıfı, uğursuz bir kağıt yırtılma sesi doldurdu.

" Ne yapıyorsunuz? " dedi, kız ayağa fırlayarak. " Notlarımı neden yırttınız, hocam? "

" Nasıl yazamayacağını gösterdim. "

" Ama bu haksızlık. " dedi, kız ağlamaklı bir sesle.

Hocanın yüzünde çarpık bir gülümseme peydah olurken kız hışımla sınıftan çıktı. " Bu sene kesin sınıfta kalacak olan belli oldu demek. " dedi, kapıya bakarken. Olayları izleyen sınıftan hiçbir ses çıkmamıştı. Bu durum sinirlerimi daha çok bozarken stresten terleyen ellerimi siyah kotumun dizlerine sildim.

" Belli başlı davranış biçimleri olarak emme ya da içine alma gösterilebilir. " diye, hiçbir şey olmamış gibi konuyu anlatmaya devam etti. Diğer taraftan ise tahtaya ' Anal dönem ( 1-3 yaş ) ' yazıyordu. Bunu fırsat bilip telefonumu kaptığım gibi çaprazımda duran ikinci kapıdan dışarı çıktım. Koskaca sınıfta yokluğumu fark etmezdi ki zaten imzayı atmamıştım. Gözlerimle kızı arayarak bahçeye vardığımda onu çardakların birinde otururken gördüm. Yanına gidip sessizce oturdum. Çanta taşımayı sevmediğim için genelde cebimde taşıdığım sigaramı çıkarıp bir dal uzattım önüne doğru. Bir şey demeden aldı ve yakmama izin verdi.

" Seninle uğraşacak. " dedim, ilk dumanı üflerken.

" Uğraşsın, umurumda sanki. " dedi, ama ben gelmeden önce ağlamışa benziyordu.

" Dersten bırakacağını söyledi. "

" Ne? " dedi, bağırarak.

" Sakin ol! "

" Hangi hakla ya hangi gerekçeyle? "

" Herhangi bir gerekçeye gerek yok. " dedim, omzumu silkerek. " Canı isterse yüz aldığın bir sınava sıfır diyebilir. "

" Orospu çocuğu! "

Kıkırdadım ve koluna dokundum. " Hadi topla kendini. "

" Ders bitti mi? " dedi, imzaritini ayağının altında ezerken.

" Hayır, kaçtım ben. "

Bu sefer o kıkırdarken ayağa kalktım. " Hadi kantine gidelim. Sana moral çayı ısmarlamak istiyorum. "

Ayağa kalktığında kendini tanıttı. " Bu arada ben, Sare. "

" Füsun. " dedim, gülümseyerek.

Sare, kalıpların dışında bi kızdı. Üç numara kestirdiği saçlarıyla ve yan tarafına attırdığı çizikle fazlasıyla dikkat çekiyordu. İnce ve uzundu. Koyu kahverengi gözleri, küçük burnu ve ince dudaklarıyla hoş bir insandı.

Kantine doğru giderken uzaktan gördüğüm çocuğu tanımamla küçük bir şok geçirdim. Bu Yankı'ydı.

" Yankııı! " dedim, bağırarak ve seke seke yanına gitmeye başladım. Arkadaş grubunun içine daldığımda ensesine vurup konuştum. " Sen okulda da mı beni takip ediyorsun ha? "

" Senin ne işin var burada? "

" Asıl senin ne işin var? "

" Ben burada okuyorum. "

" Ben de. " dedim, gülerek. " Görüyor musun evren bizi bir araya getirmek için uğraşıyor. "

Yanındaki arkadaşlarından " Ooooo... " gibi, bir nida yükselmişken yüzümü buruşturdum. Bu arada arkada kalan Sare de yanımıza gelmişti.

" O ne ya, o ne o. " dedim, sitemle.

" Sübniminal reklam mı veriyorsun? " dedi, gruptan kumral bir çocuk.

Gözlerimi devirdim. " Hayır, ergence tepkiler veriyorsunuz diyorum. "

" Düzgün konuş. "

Ben çocuğa dil çıkartırken Yankı araya girdi. " Tamam çocuklar, hadi siz gidin ben geliyorum. "

Çocuklar gittiğinde tekrar bana döndü. " Bir sakin durmayı beceremiyorsun. "

Yan bir bakış atmakla yetinip Sare'ye döndüm ve onu Yankı'yla tanıştırdım. Kantine geçip çaylarımızı yudumlarken hoş bir muhabbete dalmıştık. Yankı nasıl tanıştığımızdan bahsetmiş, Sare'de sınıftaki olayı anlatmıştı.

Yankı, psikoloji bölümünde okuyordu. Hem okuyup hem çalışıyordu aslında. Özel şirkette orta düzey yönetici olduğunu söyledi. Yirmi beş yaşındaydı ve bu ikinci üniversitesiydi. Kitaba Ankara'dan katılıyordu.

" Ne kitabı, Füsun? " dedi, Sare.

" Hıh!" dedim.

" Kitap falan diye mırıldandın biraz önce. "

Elimi havada salladım. " Boş verin, siz anlamazsınız. "

Yankı, gülümseyip saçlarımı karıştırdı. " Yine tuhaflığın tuttu. "

" Sanki uzun zamandır tanışıyor gibisiniz. " dedi, Sare çayından bir yudum alırken.

Birisiyle iyi anlaşmak için, sevmek için, değer vermek için uzun zamana ihtiyaç yoktu. Hayatımın gerisinde kalan bir arkadaşım 'sevginin zamanla olacağına inanmıyorum.' derdi. Tıpkı güzel şeylerin birden bire olduğu gibi. Sare'ye bir cevap verecekken masada çekilen sandalye dikkatimi dağıttı.

" Merhaba. " dedi, Ekim ortaya daha çok bana bakarak.

" Bitti mi dersin? " diye, sordum.

" Evet, gitmiyor muyuz? "

" Gideceğiz ama Yankı ve Sare de gelsin istiyorum. "

Onlara sormamıştım ama hayır demeyeceklerini düşünüyordum.

" Nereye gidiyoruz? " dedi, Sare başını yana yatırarak.

" Aynen, insan bir önceden ön ayak falan yapar. " diye, destekledi Yankı.

" Sinemaya. " dedim ve gözlerimi kocaman açıp gülümsedim. " İlk defa gideceğim biliyor musunuz? "

Masada bi' gülüşme oluşurken. " Cidden mi? " dedi, Ekim.

" Oohoo! " dedim, elimi sallayarak ve sallarken Yankı'nın yüzüne çarpmıştım.

" Hasiktir! " dedi, elini gözüne götürürken.

" Ay! Dur bakayım. " derken ayağa kalkmaya çalıştım ama ayağım sandalyenin ayağına takıldı. Yankı'nın üstüne doğru ağır çekimde düşerken Ekim, belimden tutup dengemi sağladı. Olanlara haykırarak gülen Sare ve Ekim kıpkırmızı geçmişti. Yankı, ayağa kalkıp benden birkaç adım uzaklaştı.

" Füsun! Uzak dur benden. "

Ellerimi havaya kaldırdım. " Tamam, bak geçti. " dedim, " Şimdi sana sakince iki adım atacağım ve gözüne bakacağım. "

" Kanka, bırak boş ver. " dedi, Ekim.

Ekim. Bana. Kanka. Şaşkınlıkla kıza dönerken oda en az benim kadar şaşkındı. " Cin misin, Füsun? " dedi.

" Ya sizi yerim! " dedim, Ekim'e sarılmak için hamle yaparken. Bir adım atmıştım ki o lanet olası sandalyeye bacağımın üst kısmını çarptım. " Aah! " Elimle bacağımı tutarak birkaç kere olduğum yerde sektim. Sare gülmekten masayı yumruklarken Yankı ve Ekim yanıma geldiler.

" İyi misin? " dedi, Yankı endişeyle yüzüme bakıyordu. " İyiyim. " dedim, gözlerine bakarken. Gözünde bir şey yoktu ama yakından bakınca fark ettiğim bir yara izi gördüm. Sağ kaşından şakağına doğru uzanıyordu. " Buraya ne oldu? " dedim, dokunarak.

Gözlerini kaçırırken " Önemli bir şey değil, küçük bir çizik. " dedi, ama yalan söylüyordu. Yara yeni değildi, büyük bir darbeden kalıcı bir iz kalmıştı. Kızların yanında irdelemeyip inanmış gibi davrandım ama o yutmadığımı biliyordu.

Günün geri kalanında hep beraber sinemaya gitmiştik. Mısırları alıp önlerden bir koltuğa yerleştiğimizde alt yazılı yabancı bir film oynamaya başladı. Yarım saat boyunca gözlerimi devirip oflarken biraz seslice söylendim.

" Şovu kes ya- " derken hemen solumda oturan Yankı, eliyle ağzımı kapattı. " Ne bağırıyorsun? "

Elini itip cevap verdim. " Bağırmıyorum. "

" Bağırmıyorum derken bile bağırıyorsun. " dedi, diğer tarafımdaki Ekim.

" Ya derken. " dedi, Sare fısıltıyla.

Ağzımı kapatıp kıkırdadım. " Şovu kes yaprağım. " diyecektim.

Kıkırtılar arttığında birisi öksürerek bizi uyardı ve tekrar filme döndük. Sarışın, başrol kadın Dünya'yı kurtarıp filmin başından beri flört ettiği adamla öpüşünce final jeneriği çalmaya başladı. Sare'yi uyandırıp dışarı çıktığımızda söylenmeden edemedim.

" Çok saçma bir film seçip ilk sinema tecrübemi boka çevirdiniz. " dedim. " Ben o kadından daha iyi ışın kılıcı sallıyorum. "

" Kaç kere ışın kılıcı kullandın, Füsun? " dedi, Yankı alayla.

Cevap verecekken Sare söze atıldı. " Elinde mor bir ışın kılıcıyla doğdu o. "

" Demek dalga ha! " dedim ve belimden hayali bir kılıç çıkardım. " Bunu sen istedin Sareyuskonfinçus. " diyerek hayali kılıcımı göğsüne doğru salladım.

" Ah! " dedi, Sare eliyle karnını tutarak. " Kızdırdın beni, Füsunnoviziştiz. "

Kendi etrafında havalı bir şekilde dönerek çantasının kenarından usta bir şekilde selfie çubuğunu çıkarıp bana doğru tuttu. Sahte bir dehşetle gözlerimi sonuna kadar açıp koşarak Ekim ve Yankı'nın arkasına saklandım. Sare üstüme gelirken panikle bağırdım. " Abla yapma büyüksün, abla. "

Arkadaşlarım gülmeye başladığında ben de oyunu bırakıp gülmeye başladım. Gülerek yola devam ettik. Sanırım hiç bu kadar eğlenmemiştim bugüne kadar. En çok da Yankı'yı döverken eğlenmiştim.

" Oh! Üç kızı da birden götürüyorum. " dedi, sigarasını içerken. Önden Ekim'le beraber yürüyorlardı. Yanına gidip dizine tekme attım. Ekim kafasına, Sare de koluna vurdu.

" Ne yapıyorsunuz ya? " dedi, birkaç adım uzaklaşarak.

" Kim kimi götürüyor, Yankı Bey? " diye, çemkirdi Sare.

" Sakin olun kızlar, isterseniz siz beni götürebilirsiniz. Benim için fark etmez. " dedi, gülerek.

Ekim, " Bak yaa. " diye, söylenirken koşarak gidip sırtına atladım. " Beni sırtında götür, böyle daha iyi. "

Sırtına atladığımda bacaklarımdan tutup koşmaya başladı. Kahkalarla gülerken bir sağa sola giderek daha çok sarsılmama sebep oluyordu. Birkaç dakika sonra durağa geldiğimizde yere bıraktı.

" Ağırmışsın he. " dedi, nefesini gürültüyle dışarı verirken.

Dil çıkarıp gülerken otobüs de gelmişti ama hiç binesim yoktu. İçimi birden tuhaf bir his kapladı. Ne olduğunu bilmiyordum ama sadece binmemem gerekiyordu. Hepsi bindiğinde " E hadi! " dedi, Ekim.

" Siz gidin, ben biraz daha yürüyeceğim. "

" İnelim o zaman. " dedi, Yankı.

" Hayır, yalnız kalmak istiyorum. "

Bir an da durgunlaşmama bir anlam veremeseler de çok irdelemediler. " Yurda gittiğinde haber ver. " dedi, Sare dolmuşun kapısı kapanırken.

Onlar uzaklaştığında ellerimi ceplerime sokup yavaş yavaş cadde boyu yürümeye başladım. Neden yalnız kalmak istediğimi bilmiyordum ama Ekim'in bir değişiği de bendim. Uzun süre insana maruz kalınca bir süre sonra bunalıyordum. Derin bir nefes çekip havayı soludum. Sonbahar, iyiden iyiye belli ediyordu kendini. Serin olmaya başlamıştı geceler.

Yanından geçtiğim bir dükkanın yansımasından kendimi izledim. Perişan görünüyordum. Örgü olan siyah saçlarım dağılmış, elektriklenmişti. Yanaklarımın yine kızardığına emindim. Ortalama bir görüntüm vardı. Beyaz ten, siyah saç, siyah göz, dolgun dudaklar, çarpık dişlerim, gamzelerim... Pekâla ortalamanın biraz altındaydım.

Örgümü çözüp giderken kulağıma ilişen piyano sesiyle başımı yerden kaldırdım. Etrafıma bakındım ve bir restorantın önünde duruyordum. Sesin geldiği yönü anlamak için biraz daha dinledim. Evet, ses içeriden geliyordu. Kimin çaldığını merak etmiştim. İçeri doğru yöneldiğimde ikinci kapıdan sonra kapıda garson kıyafeti giyimli birisi bekliyordu. Elinde ise liste tarzı bir kağıt vardı. Sanırım birileri için özel bir akşamdı bu. Şimdi bu adam beni hayatta içeri almazdı. Tam geri dönmeye niyetlenmişken duyduğum sesle vazgeçtim. " Anıl, bi' bakar mısın? "

İçeriden gelen ses, kapıdaki adamı çağırıyordu. Adam bir an tereddüt etse de kağıdı bırakıp içeri geçti. Fırsat budur diyip hızlıca daldım mekana. Büyük bir kalabalıkla karşı karşıya geldiğimde fark edilmemek için hemen duvar kenarına geçtim.

Lüks mekanın süsleri olan şatavatlı giyimli insanlar, ellerinde şaraplarıyla yüzlerinde mütemadiyen taşıdıkları gülümsemeyle sohbet ediyorlardı. Çalan piyano çok umurlarında değil gibiydi. " Tatlım, bu yaz Paris'teydim. Adnancığım, Eyfel Kulesi'ni üstüme yaptıracaktı ama zor vazgeçirdim. " dedi, tiz bir kahkaha atarak yakınımda duran bir kadın.

Söylediğine gülmemek için ağzımı kapatırken kıyın kıyın uzaklaştım oradan. Nihayet görüş alanıma piyano girdiğinde çalan kızı izleyerek keyifle dinledim. Parça: Beethoven, Ay Işığı Sonatı'ydı. Kız kapalı gözleriyle adeta notalarla sevişiyordu ve bunu koca salonda kimse görmüyordu.

Parça bittiğinde salonu ruhsuz bir alkış sesi alırken kız başını hafifçe sallayıp parmaklarını esnetti. Yeni bir parçaya geçecekken yanındaki birisine bir şey söyledi ama duyamamıştım. Kızın konuştuğu tarafa baktığımda insanların arasından boynunun altına keman sıkıştırmış genç bir adam gördüm. Biraz yana kayıp yüzünü net bir şekilde gördüğümde sol tarafımda ufak bir sıkışma hissettim. Kaşlarım çatılırken o kadar kalabalığın içinde adamla göz göze gelmiştim. Bir an panikle ne yapacağımı bilemedim. Gitmek, ait olmadığım yerden başıma bela almadan kaçmak istiyordum ama ayaklarım düşüncelerime ihanet edercesine yerinden kımıldamıyordu. Bir an da sırıtıp el salladım ama çocuktan herhangi bir tepki gelmedi. Bana bakıyordu ama sanki görmüyor gibiydi. Hazırlıklarını tamamlayan kız, işaret verdiğinde çalmaya başladı. Çocuk, hâlâ yüzüme bakıyordu ve başı yana doğru hafif eğikti.

Notalar ellerinden çıkıp kalbime dokunuyordu sanki. Onun böylesine güzel çalmasından mıydı yoksa Serenade benim sevdiğim bir parça olduğu için miydi bilmiyordum. Bir süre sonra kız da piyanosuyla eşlik etmeye başladı. Tanrım! Çok güzeldi.

Parça bittiğinde kız ayağa kalkıp çocuğun yanına geldi ve gülümseyerek insanları selamladı. Kıvırcık uzun saçlarını geriye doğru itip adamın kulağına bir şey fısıldadı. Adam, duyduklarından sonra hareketlenip insan kalabalığını yararak benden tarafa gelmeye başladı ve ben de masaların olmadığı yöne gidip önüne geçmeye çalıştım. Bu güzel performansı için onu tebrik edecektim. Bana doğru yaklaştıkça heyecandan ellerim terliyordu. Avuç içlerimi birbirine bastırıp beklerken birkaç adım daha yaklaştı ve tam önümde durdu. Mavi gözleri, siyahlarıma değerken yutkundum. Bir şey demek için hazırlanırken benden önce davradı.

" Önümde biri mi var? "

Duyduklarımla afallerken ne yapacağımı bilemedim. Gayri ihtiyari elimi gözünün önünde salladım ama herhangi bir tepki vermedi. Nefesimi tutup bir adım kenara kayacakken kolumdan tuttu. " Kimsin sen, neden önümde duruyorsun? "

" Be- ben..." diye, kekelerken ellerinden kurtuldum. " Özür dilerim. " diyip oradan uzaklaşmaya başladım. Ben hızla çıkışa doğru giderken o hâlâ orada bekliyordu.

¤¤¤

13.03.2019 | 23.58

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top