-TEK BÖLÜM- (PART 4)

Jafer ve Simsar, Jafer'in ayaklarını sürüyerek zor bela bir şekilde yola koyulmuşlardı; güneş, tam tepelerine vardığında açlık ve susuzluk hissi, alınlarındaki terler gibi belli olmaya ve yorgunluk da işin içine girince büyük zahmetler baş göstermeye başlamıştı. Jafer, aniden yığıldı kaldı. Simsar da onun yanına çöktü. İkisinin kapanmakta olan gözleri, ne kadar yorgun olduklarının göstergesiydi. Simsar, gözleri kapalı bir şekilde:

"Dayanmalıyız Farslı!" dedi. Jafer, bedenindeki son kuvveti:

"Gücüm kalmadı!" diyerek bir nebze kullandı.

"Eğer Rojava sınırına varırsak, belki kurtuluruz!" diyen Simsar, bir ara başını kaldırıp ileriye baktı. Uzaktan bir toz bulutu gördü. Birkaç arabadan yükseldiği belli oluyordu.

"Gelenler var!"

"Bence teslim olalım!" diyen Jafer, dudaklarını emerek:

"Türkler insaflı milletlerdir!" diye ekledi.

"Kobani'den değil, Rojava tarafından gelenler var!"

Jafer, birden dirildi; zor bela bir şekilde ayağa kalktı, ayakta durmaya çalışarak yan cebinde duran dürbünü zorla çıkardı ve toz bulutunun yükseldiği tarafa çevirdi. Gülmesi, Simsar'ı da gülümsetti.

"Bunlar Behram ve ordusu Simsar! Kurtulduk oğlum!" diyerek müjdeyi ona da verdi. Aklına bir şey esti. Bu sefer de dürbünü Kobani tarafına çevirdi. Suratı asıldı.

"Bu taraftan da Türkler geliyor!" diyerek ortamdaki sevinci yok etti. Simsar, onun kolundan tutup:

"Acele etmeliyiz!" dedi. Jafer, başını sallayıp son gücünü verdi ve Simsar'la birlikte yürümeye başladı.

Behram, ön koltukta, şoförün yanında oturmakta olan adamının:

"Efendim, birileri bize doğru geliyor!" demesiyle, uzatılan dürbünü aldı ve gösterilen yöne baktı.

"Jafer ve Simsar bunlar! Arkalarında da birileri var!"

Şoför, dikiz aynasından ona bakarak:

"Ne yapalım efendim?" diye sordu. Behram, dürbünü adamına uzatarak:

"Onları bu halde bırakamayız, masa kurallarına ters! Onları da alıp Zordest'e gidelim!" dedi. Şoför, başını sallayarak emre amade oldu.

Jafer, önlerinde duran araçları görünce ellerini çırparak sevindi. Simsar, olduğu yerde çömeldi. Behram, araçtan indiğinde ikisinin yerde olduğunu gördü.

"Bu kadar koyuvermeyin kendinizi gençler!" diyerek dalga geçen Behram'a:

"Eğer bizi hemen götürmezsen, hepimize koyacaklar!" diyen Jafer, Simsar'ın zor bela gülmesine neden oldu. Behram, adamlarına el etti. Birkaç kişi, Jafer'le Simsar'ı araçlara koymak için yanlarına gelirken Behram, dürbünle Kobani tarafına baktı. Merdan ve yanındakilerin hızla onlara doğru gelişini izledi.

Sadid militanları başsız kalmış, bir o yana bir bu yana savrulup durmuş ve çıkış yolları aramıştı; işin içine peşmerge grupları da katıldı, ateşin şiddeti artınca birkaç Sadid militanı, çareyi kaçmakta buldu ama o da fayda etmedi ve düşüp hayatlarından olurken peşmerge grupları bastırdı.

Şeyh, ateş ederek mevzi değiştirirken omzundan vuruldu.

"Şeyh vuruldu!" yaygarası, müritleri atağa geçirdi. Düşen iki mürit, Kerem'le Dersim'i üzse de Azat Ağa, ateş ederek şeyhe yaklaştı. Şeyh, sırtını duvara dayamış bir şekilde:

"Yok bir şeyim, iyiyim ben! Sadece sıyırdı!" diyerek ortamdaki telaşın dozajını düşürmek istedi. Müritler, şeyhin etrafına halka oluşturmak için yaklaştılar ama birkaç kişi düştü. Şeyh:

"Allah-u Ekber, Allah-u Ekber, La İlahe İllallah Hu Allah-u Ekber, Allah-u Ekber Ve Lillah-il Hamd!" diye teşrik tekbirleri getirdi. Müritler de hep bir ağızdan tekbirler getirerek cengin havasına manevi bir boyut kazandırdı. O sırada bir toz bulutu, Sadid militanlarının olduğu cephenin arkasından, yani onların ardından belirdi. Şeyh ve müritler, tekbirleri daha bir şevkle ve daha bir kuvvetle okuduğunda o toz bulutu, bir fırtınayı andırarak havaya kalktı. Dersim ve Kerem, şaşkınlıkla bakıştı. Birden onlar da aynı tekbirleri getirmeye ve art arda ateş etmeye başladı. Sadid militanları, ansızın kendilerini bir toz fırtınasının içine buldular. Her biri, gözlerine dolan toz parelerinden dolayı gözlerini yumdular. Koca bir nida duyuldu.

"Ateş!"

Peşmerge grupları, hızla atağa kalktı. Militanlar, her biri vurulup düşerken toz fırtınası, yavaşça dinmeye başlıyordu. Şeyh ve müritlerin teşrik tekbirleri, arşa dek ulaşmış; Kobani'deki herkes, bu tekbirlerle adeta coşmuştu. Bir müddet sonra militanların gerisinden, koca ceset yığınları kalmıştı. Üstelik hepsi, toz toprağa bulanmıştı.

Akşamın karanlığı, kentin üstüne çökmüştü; cesetler toplatılmış, kent sakinlerine ait cesetler, öldükleri yerlere, elbiseleriyle birlikte gömülmüştü. Sadid cesetleri de üst üste, derin çukurlara gömülmüştü; onlardan ne bir iz kalmış, ne bir koku ne de bir eser kalmıştı.

Yaralılar, dergahın revir gören bölmesine alınmıştı; yaşamaları için bütün müritler, sağlıktan anlayan insanlar, el birliğiyle işe koyulmuştu ve dualar, niyazlar ve Salavatlar eşliğinde müritler, Allah'a Hamd-u Senalar'da bulunmuştu.

"Benim özel kasama girmişler!" diyen şeyh, Dersim'in katı gözlerine baktı. Kerem, yerinde doğrulup:

"Ne vardı o kasada?" diye sordu. Şeyh, derin bir nefes aldıktan sonra:

"Suzana Manuel, biliyorsunuz İsrail Başbakanı'nın özel kalemi oluyor kendisi! Onun tarafından hazırlanan bir dosya vardı! Dosyada, İsrail'in Mescid-i Aksa üzerindeki kirli emelleri ve kötü planları yazılıyordu. Suzana Manuel, aslında çoktan Müslüman olmasına rağmen konumu gereği bunu gizleyen biri! Eğer o dosya, İsrail'e ulaşırsa, hem kadın için hem de kutsal mescit için kötü olur!" dedi. Dersim, sırtını sandalyeye dayayıp:

"Desenize, sıradaki macera; Tim Filistin'de diye..." deyince Kerem, usulca başını salladı. O sırada peşmerge komutanı İsa Kafka, destur isteyip içeri girdi.

"Yaralıların tedavileri sürüyor! Kent, pisliklerden ve şehit cenazelerinden temizlendi şeyhim! Biz burada olacağız!"

Kerem, oturan komutanı şöyle bir süzdükten sonra telefonu çalan Dersim'e çevirdi bakışlarını ve telefonunu cebinden çıkaran Dersim'e odaklandı.

"Efendim Merdan!"

"Şef! Burada katliam olmuş! Resmen Rojava diye bir yer kalmamış!"

Dersim, aniden ayağa fırladı. Kerem de ayağa kalktı.

"Hemen geliyoruz Merdan!" deyip telefonu kapatan Dersim, şeyhin:

"Ne oldu?" diye sormasıyla, hüzün libasına bürünerek:

"Şeyhim! Rojava'da katliam olmuş!" deyince şeyh, elini kalbinin üstüne koyup:

"İnallahe Ma'es Sabirin evladım! Allah, sabredenlerle beraberdir!" diye fısıldadı. İsa Kafka'nın:

"Astsubayım! Siz o alçakların peşine düşün! Allah'ın izniyle biz buradayız! Takviye ekiplerimiz de Türkiye sınırından giriş yaptı! Sabaha varır varmaz onlar da burada olur!" deyişi, Dersim'in:

"Çıkalım biz!" demesiyle özdeşleşti. Kerem, şeyhe bakıp:

"Allah razı olsun şeyhim, cihadınız mübarek olsun!" dedi. Şeyh de ayağa kalktı.

"Allah, cümlemizden razı olsun evladım! Yolunuz açık, kılıcınız keskin ve bileğiniz güçlü olsun!"

***

Musul'daki Sadid Kampı...

Halifenin karşısında oturmakta olan Maher, öfkeden kıpkırmızı kesilen bakışlarıyla halifeye bakıyordu. Halife, sakinliğini koruyordu. Kadı'nın da içeri girmesi, ortamdaki öfke dolu havayı yumuşatmadı. Kadı, bir yere çöktü. Suratındaki ifade, nasıl bir ruh haline sahip olduğunu gizliyordu. Halife, Maher'e dönüp baktı.

"Bu mağlubiyetin bilançosu ve telef olan onca erimizin hesabı, kimden sorulacak?"

Maher, yumruklarını sıkarak:

"Benden mi soracaksın halife?" diye sorunca halife, geri adım atmak zorunda kaldı.

"Hesapsız ve plansız hareket etmenin sonu budur!"

Kadı, konuşmak için hafif kıpırdadı. Halifenin ona bakmasıyla:

"Davamız sorgulanır oldu halifem! Burada da huzursuzluk baş gösterdi!" deyince halife, sert bir sesle:

"Gösterilen her baş, kesilmeyi hak etmiştir Kadı! Fetva çıkar ve aykırı sesleri kes!" diye çıkıştı.

"Bunun hiç kimseye bir faydası olmaz halife!" diyen Maher, bakışları kendinde topladı. Yerinde doğrulup:

"İngilizlerin Sadid maraton koşusu, büyük bir nefes tıkanıklığıyla yenilgiye uğramıştır. Şimdi yeni projeleri ne olacaktır, bakalım?" derken bir an yüzünde tebessüm oluştu. Halife, kaşlarını çatınca durdu.

"Ama öyle halife! Rojava düştü, bununla yetinelim bence!"

Halife, karşısındaki adamın küstah sözlerine katlanmak zorundaydı. Çıkarları için susacaktı ve bir el hareketiyle:

"Rojava, hiçbir işimize yaramaz! Orası, artık senin ve tanrı diye taptığınız Esed'in payı!" deyince Maher, jest mimiklerini devreye sokarak:

"Seni beni yok halife! Bugün bu uğraş, hep birlikte verildiyse; bir ortaklık kurulduysa, masaya gelen pastadan da herkes bir dilim alacak! Rojava'nın güneyindeki petrol kuyusu, hepimize yeter de artar bile!" dedi.

"Ya Türkler?"

"Ah şu çılgın Türkler, değil mi? Onlar burada kalıcı değil halife! Kobani'nin düşmesini engellediler ama Rojava'yı kurtaramadılar! Az öne sordun ya halife, bilanço kime kesilecek diye? İşte bilançonun kesileceği kişi, kendisini gösterdi! Türkler, Rojava'nın yasının altından kurtulamayacak!"

"Bunu nasıl yapacaksın?"

"İngilizlerin çok sevdiğim bir taktikleri vardır halife! Karala, bırak onlar uğraşsın! Bu taktik, her zaman işe yaramıştır!"

Halife, bir an gülümsedi. Sonra içinde bulunduğu durum, bu tebessümü yok etti.

"O halde yeni dönemde Türkiye, İngiltere'yle sıcak anlar yaşayacak!"

Maher, usulca başını sallarken telefonu çaldı. Açıp:

"Dinliyorum Behram!" dedi.

"Efendim! İstediğiniz sipariş, yerine getirilmiştir. Peçeli ve Harut, istediğiniz dosyayla Pamila'ya döndü! Ben de şu an yoldayım efendim!"

"Güzel! Farslının durumu nasıl?"

"Yarası sarındı, dinlendi ve şu an, Zordest'in misafiri!"

"Neden sizinle gelmedi peki?"

"Yolculuk yapmaya muktedir değildi efendim! Bu yüzden orada bırakmak zorunda kaldık!"

"Anlaşıldı Behram!" deyip telefonu kapatan Maher, bakışlarını halifeye çevirip:

"Farslının durumu iyiymiş! Ama Zordest'in sığınağında kaldı! Durumu, yolculuk yapmaya müsait değilmiş halife! Yakında toparlanır!" deyince halife, dişlerini sıkarak:

"İlk defa başarısız oldu bu adam! Ama büyük bedeller verdi! Bunun hesabını verecek!" dedi. Maher, tebessüm ederek:

"Karıyla kocanın, patronla işçinin ve halifeyle müridinin arasına girilmez!" dedi. Halife, öfkeyle aldığı nefesini dışarı püskürttü. Kadı, katı gözlerle ikisini izlemekle ve sükut edip sadece dinlemekle yetiniyordu.

***

Rojava'nın batısındaki sığınaktaydılar; bir kulübenin içinde, kanalizasyon kapağını andıran bir kapağın altındaki demir merdivenden aşağı doğru iniliyor, uzun bir koridora çıkılıyordu. Koridor, yol boyunca mazotla çalıştırılan jeneratörlerin aydınlattığı ampullerle aydınlatılıyor ve koridorun sonuna geniş bir salon peyda oluyordu. Bu salonun sağ ve sol tarafında ikişer kapılar vardı. Mutfak, banyo, tuvalet ve koca bir odadan müteşekkildi. Koridorda bekleşen adamlar, sıkıntıdan patlamak üzereydiler; mutfakta da bir iki adam vardı ve onlar da yemeklerle uğraşıyordu. Sanki bir evi andıran sığınakta her şey vardı.

Koca odada, bir kanepeye uzanmış olan Jafer, gözleri kapalı bir şekilde derin bir uykudaydı; Simsar da diğer koltukta uzanmıştı ve Zordest, gözlerini televizyona dikmiş, ajansa düşen haberleri izliyordu. Simsar, gözlerini açıp etrafına bakındı.

"Açlıktan karnım sırtıma yapıştı Zordest! Adamların yemekleri hazırlamadı mı daha?"

"Hazırladıklarında, getirirler herhalde!" diyen Zordest, kanalı zapladı. Bir Türk kanalı çıkınca Simsar, yerinde dikleşti. Bir haber kanalıydı ve haberde; Cumhurbaşkanı'nın Barzani'yle yaptığı görüşmeler anlatılıyordu.

"Keyifleri yerinde tabi!" diyen Simsar, Zordest'in:

"Nasıl olmasın? Kobani düşmedi! Ama nedense Rojava'dan tek satır bile bahsetmiyorlar!" demesiyle:

"İnsan, hiç kendi kusurundan bahseder mi?" diye sordu.

"Etmez tabi!" diyerek uyandığını belli eden Jafer, yönünü onlara çevirip devam etti.

"Rojava, onlar için kanayan bir yara olacaktır! Hele de tasarladığımız mevkiden petrolleri alabilirsek, o zaman yaraları iltihap kapar ve belki de bu yaradan ölebilirler!"

"Hiçbir şey..." diyerek yerinde doğrulan Zordest:

"...daha bitmiş değil! Türkler, daha Suriye'den çıkmadılar! Bu, sevinmemiz için erken olduğunu gösteriyor!" diyerek ekledi. Simsar, gülümseyerek:

"Türkler, Suriye'den kolay çıkmaz! Global siyaset ekseninde, onlar da bu yaraya parmak basacaklar! Çünkü Suriye, global bir yaradır!" dedi.

"Öyle diyorsun da..." deyip dikkatleri üstüne çeken Zordest, televizyonu işaret ederek:

"Cumhurbaşkanı ve Barzani, kritik bir görüşme yapmış! Bu görüşme, Türklerin yalnız bir şekilde Suriye'de olmadıklarını gösteriyor! Belki de Barzani, Suriye'nin kuzeyinde bir Kürt Cumhuriyeti kurmak istemiştir!" dedi.

"Türkler buna müsaade etmez! Zaten PKK ile uğraşıyorlar! Bir de bağımsızlığını ilan eden bir Kürt yönetimiyle komşu olmaları, onların da çıkarlarına ters düşecektir!" diyen Simsar, Jafer'in:

"Barzani, Irak'ta böyle bir siyaset izledi! Suriye'deki kargaşayı dindirmek bahanesiyle, böyle bir siyaset izleyebilir!" demesiyle:

"İşte o zaman, Türkiye'yle aralarına kara kedi girmiş olur!" dedi. Zordest, televizyonu kapatıp:

"Türkler daha buradayken, masa toplantısı yapmak riskli!" dedi. Jafer, açılan kapıya ve içeri giren adamların yemek servisi yapmaya şöyle bir baktıktan sonra:

"Belki de son masa toplantısı olur! Artık devreye büyükler girecektir!" dedi.

"Biz yemeğimizi yiyelim, gerisi teferruat!" diyen Simsar, yavaşça ayağa kalktı.

Rojava'nın üstüne gün doğdu; cesetlerin çevreye verdiği koku, burunları alt üst ederken havanın bulutlu olması, birazdan bulutların da cesetlere ağlayacağına işaretti. Hafif bir rüzgar esiyor, kentteki cesetlerin kokusunu dört bir yana dağıtıyordu ve inadına insanların burunlarına, genizlerine ve bilinçlerine havale ediyordu. Her ne kadar Müslüman olmayıp Zerdüşt veya Yezidi de olsalar, sonuçta insandılar ve onlara yapılan katliam, vahşet ve barbarlık, cümle cihanda özellikle de Müslümanlara da yapılmış bir katliam olarak düşündürücü bir hava bahşediyordu.

Askerler, cesetleri topraklara gömmekle uğraşırken Merdan ve Ceyhun, Dersim'le Kerem'in karşısında durmuşlardı; hepsinin suratları asık, yürekleri buruk ve hüzün libası, bütün görkemiyle onları da kuşatmıştı. Kimseden ses seda çıkmıyordu. Hepsi, lisanı hal ile bakışıyor ve tek kelime edecek halleri kalmamış bir şekilde susmakla yetiniyorlardı.

Sabit, kolundaki yarayı patlatana kadar kaşıdı; öksürük nöbetine tutulmamak için ağzını kapatmıştı ve yanında oturan Emrah, arkadaşının neden bu halde olduğunu merak ediyordu. Merakını:

"Neyin var?" diye sorarak ve sessizliği dağıtarak Sabit'e nakletti. Sabit, bir iki öksürmeden sonra:

"Hain bir kıskacın ortasındayım kardeşim!" dedi.

"Anlamadım?"

"Bana ebola bulaştırdılar!"

Emrah, aniden irkildi. Yutkunduktan sonra:

"Ama..." diye sayıkladı. Sabit, güçlü görünmeye çalışarak:

"Üzülme kardeşim! Senin kardeşin şehit olacak! Öyle ya da böyle öleceğim! Ama isteğim o ki, kalleşin kurşunuyla düşeyim, bu virüsle değil!" dedi. Emrah, yanaklarına damlayan yaşları kurumak için elini sürdü. Sabit, kardeş bildiği arkadaşının suratına gülümseyerek baktı.

"Görüyor musun şu insanları? Zalimin zulmüne maruz kaldılar. İnsan, insanın kurdudur kardeşim! Bu yalan dünya için, birbirlerini yiyip duruyorlar! Oysaki dünya da onların bu haliyle alay ediyor! Üzülme kardeşim! Hepimiz ölümü tadacağız! Önemli olan ne, biliyor musun? Önemli olan, nasıl ölmek?"

Emrah, ona sarılmak için yeltendi ama Sabit, elini kaldırıp:

"Bana sarılma kardeşim! Bugüne kadar sana bir kötülüğüm dokunmadı, bugünden sonra da dokunmasın!" diyerek onu durdurdu. Emrah, işte o zaman gözyaşlarına boğuldu ve hıçkırıklar içerisinde ağladı.

Aniden bir feryat koptu; herkes, sesin geldiği yöne baktılar ve Dersim, Kerem'le birlikte o yöne koştu. Merdan da peşlerine düşmüştü. Üstü başı dağınık yirmili yaşlarda bir genç, bir kadının cesedinin başında oturmuş ve feryat figan ederek ağlıyordu. Merdan, bu gencin arkasında durdu. Kerem, askerlere bakıp:

"Dikkatli olun!" dedi. Genç, gözleri yaşlı bir şekilde etrafına bakındı. Askerler, sivil kıyafetli ve eli silahlı insanlar görünce korktu ve hışımla ayağa fırladı. Kaçmak için yeltendiğinde Merdan, arkadan onu zapt etti.

"Dur, korkma! Biz yapmadık bunu!"

Genç, çırpınıp dururken:

"Kim, kim yaptı?" diye sordu. Dersim, durgun ve üzgün bir sesle:

"Şaddadiler..." deyince genç, aniden duruldu. Dersim'e dönüp baktı. Sakinleşir gibi:

"Onlar mı?" diyerek sordu. Dersim başını sallayınca genç, etrafına bakınarak:

"Peki siz..." dedi ama sorusu yarım kaldı. Bir askerin göğsündeki Türk bayrağı amblemini görünce sorusunun cevabını aldığını anladı. Çöküp gözyaşları içerisinde:

"Anamı öldürmüşler!" diyerek ağladı. Birden ellerini göğe açarak:

"Yetiş ya Ahura Mazda! Kullarını katlediyorlar!" diye bağırdı. Kerem, elini gencin omzuna koyarak:

"Kimsin sen, sen de buradan mısın?" diye sordu. Genç, başını sallayarak:

"Adım Zülfo! Ben de buralıyım! Çobanım! Ta Türkiye sınırına kadar koyunlarımı otlatmaya götürürüm! Yiyeceğim ve suyum bitti! Almak için geldim!" dedi.

"Kardeş!" diyerek söze giren Merdan, hüznünü yutkundu ve:

"Biz, bunları yapanların peşindeyiz!" diyerek teselli vermek istedi. Genç, tekrar hışımla ayağa kalktığında, bu sefer gözlerinde öfke emareleri vardı.

"Ben onları gördüm!"

Sığınakta büyük bir hazırlık vardı; Zordest'in adamları, büyük bir hazırlıkla uğraşırken Jafer, ayağındaki yaraya inat, o da hazırlanıyordu. Simsar, silahını beline takarken Zordest, köşede duran uzun namlulu silahını aldı ve bir adamının gelip:

"Hazırız efendim!" demesiyle, Jafer ve Simsar'ın katı bakışları arasında:

"Emin misiniz oğlum, Türkler gerçekten gittiler mi yani?" diye sordu. Adamı, usulca başını sallayarak:

"Evet efendim, gelen bilgiler doğru! Türkler, Kobani'yi peşmergelere teslim edip gitmişler!" diye karşılık verdi. Jafer, içini sıkan bir sızıyla baş etmeye çalışarak:

"Türkler, kolayca çekip gidecek tiplere benzemiyor!" deyince adam, susarak ona baktı. Simsar, gayet rahat bir şekilde:

"Onlar, karargahlarına dönmüşlerdir muhakkak! Ellerinde yapacak bir şey kalmadı!" dedi. Jafer, ona dönerek:

"Buna sen kendin inanıyor musun peki?" diye sordu.

"Olabilir ama!" diyen Simsar, fikrini bastırmak isteyen bir tavırla:

"Türklerin burada işi kalmadı!" diye ekledi. Jafer, içindeki sıkıntısını nefesine hibe etti ve aldığı derin nefesi, sarf ettiği cümlelerle dışarı savurdu.

"Türkleri zerrecik tanıyorsam, bu işin peşini asla bırakmazlar! Bence burada kalalım! Burası daha güvenli!"

Zordest, yarın akşamki toplantıyı bahane etti.

"Ama yarın akşam toplantı var! Benim de katılmam lazım!"

Jafer, katı bir sesle:

"O zaman sen git Zordest, biz burada kalalım!" deyince Zordest, sıkıntıyla üfledi. Jafer, mecburi bir tavırla:

"Pekala, haydi çıkalım!" dedi. Birkaç adam, ellerinde silahlarla koridorda, onların önünde ilerlerken Jafer, Simsar'a tutunarak yürümeye çalıştı.

Sığınağın yeryüzüne açılan ve kanalizasyon kapağını andıran kapısı açılırken kuş sesleri, etrafta cıvıldayarak kulaklarını tırmaladı. Adam, yukarı çıkıp etrafı gözetledi. Kimseler yoktu etrafta; kuş seslerinin kuşattığı etraf, haricinde sessiz ve sakin görünüyordu.

"Gelin, temiz!" diye seslenen adam, aşağıdakilere ruhsat verdi. Fakat kendisi, aniden alnından vurularak ve yere düşerek o ruhsattan muaf oldu. Silah sesleri, kuş seslerini bastırırken her çıkan adam, vurularak yere düştü.

"Yerimizi nasıl buldular bunlar?" diye bağıran Zordest, Jafer'in:

"Ben sana demiştim, Türkler kolayca buradan gitmezler!" diyerek ateş etmesiyle Simsar, etrafına bakındı. Onlar hâlâ aşağıdaydı. Ateş etmek için kafasını yukarı kaldıran her adam, vurularak yere düşüyordu.

"Bir çare bul Zordest!" diyen Jafer, adamın yakasına yapıştı. Simsar, yukarı çıkıp ateş etmek isteyen bir adama:

"Çıkma, sen de gebereceksin!" diye bağırdı. Adam, geri geldi. Diğer adamlar da onların etrafına üşüşmüştü. Zordest, elini sallayıp:

"Gelin, arka geçitten çıkacağız!" dedi ve adamlarına dönerek:

"Sizler de bombaları döşeyin!" diye bağırdı. Adamlar, aniden harekete geçti. Her biri bir tarafa dağıldı. Zordest ve yanındakiler, hızla koridorda ilerlemeye başladı.

Dersim, neden ateş etmediklerini merak ederken Merdan, sorar gibi şefin gözlerine bakıyordu. Dersim, Merdan'ı umursamadan:

"Bunlar bir şey çeviriyor!" dedi. Kerem, etrafına bakınarak:

"Muhtemelen sığınağa bomba döşüyorlar! O zaman biz de onları şaşırtalım! Muhakkak buranın bir de arka çıkışı vardır!" deyince Dersim, Kerem'e bakıp başını salladı ve:

"Haklısın Astsubayım! İkiye ayrılalım o vakit! Bir grup burada bekleyip onların çıkmasını beklesin! Diğer grup da, bu sığınağın arka çıkışını arasın!" dedi. O sırada çoban Zülfo:

"Ben de aramak istiyorum!" diyerek konuya dahil oldu. Kerem, çobanın suratını inceleyerek:

"Zülfo! Sen burada, bu grupla bekle koçum! Çıkanı indirirsin, olur mu?" dedi. Zülfo, el mahkum kabul ederken Dersim:

"Astsubayım! Emrah, Merdan ve..." dedi ama Sabit'in kendi ismini söylemesiyle, ona dönerek:

"Ve Sabit'le sığınağın arka çıkışını arayın! En iyisi üç gruba ayrılmak Astsubayım! Ben de birkaç askerle, başka bir taraftan sığınağın arka çıkışını arayalım!" diye ekledi. Kerem, onaylamayan bir baş sallamayla:

"Buraya lazımsınız Dersim Abi! Merdan ve birkaç asker, başka taraftan sığınağın arka çıkışını arasın! Biz de başka taraftan..." deyince Dersim, bunu makul buldu. Aniden Merdan, derin bir nefes alarak:

"Biz plan kurana kadar onlar kaçmış, evde pilav yapıyorlardır yahu!" der demez Dersim, gülümseyip ona baktı.

"Haydi!" diyen Kerem, herkesi harekete geçirdi.

Zordest ve yanındakiler, uzun ve ince bir tünelde ilerliyordu; en önde bir adam vardı ve elinde tuttuğu meşaleyle yolu aydınlatıyordu. Simsar'ın koluna yapışmış bir şekilde yürümeye çalışan Jafer, sızlayan yarasına inat yürüyor ve inlemeler arasında kısık seslerle küfürler savurup duruyordu.

"Çıkmadık mı daha?"

Jafer'in iniltiyle sorduğu soru, Zordest'in kulağına zor iştirak etmişti ve Zordest, onun sorusuna:

"Az kaldı dostum, biraz daha sık dişini! Çıkacağımız yer, araçların kamufle edildiği yer! Çıkar çıkmaz kaçacağız!" diyerek karşılık verdi. Simsar, Jafer'in ağırlığından olsa gerek ki, o da inleyerek:

"Bunlar da nerden çıktı böyle?" diye sordu. Jafer, tutunduğu adama acımadı ve:

"Ananın bilmem neresinden... Ben size kalalım demiştim, bak bizi buldular!" deyince Zordest, Jafer'i terslercesine:

"Zaten bulmuşlardı dostum! Eğer kalsaydık, enselenecektik!" dedi. Jafer, onu haklı buldu ve sustu.

Kerem, Emrah'ın arkasında yürüyordu; Sabit, etrafına bakınıyor, bir iz ve bir işaret arıyordu. Kerem, Emrah'ın birden durmasıyla:

"Ne oldu?" diye sordu. Emrah, bastığı yere hafif kuvvet uyguladı. Sanki demire basıyormuş gibi bir ses çınladı. Kerem de bu sesi duymuştu. Sabit, gözü etrafta bir şekilde:

"Ne oldu kardeşim?" diye sorarak Kerem'in sualine katkıda bulundu. Emrah, bastığı yere tekrar baskı yaptı ve çıkan sesi işaret ederek:

"Doğru iz üzerindeyiz! Bu toprağın altında demirin ne işi var? Demek arka çıkış, bu güzergahta devam ediyor!" deyince Kerem, bunu makul bulduğunu:

"O halde Merdan'lara da haber verelim!" diyerek belli etti. Emrah, usulca başını salladı.

Dersim, kimsenin ne çıkıp onlara ateş ettiğini ne de içerden bir ses seda geldiğini görünce sıkıntıdan derin bir iç çekti. Askerlerden biri:

"Komutanım, isterseniz bakalım!" deyince Dersim, başını sallayarak:

"Hayır, onlar çıkacak!" diye onaylamadı. Zülfo, içindeki öfkeden yerinde duramıyordu.

"Ben gidip bakayım?"

Dersim, ona ters nazarlarla bakınca Zülfo, mecburen yerine sindi.

Aynı kanalizasyon kapağının üstü, toz toprakla örtülmüş ve örtbas edilmişti. Yerin yüzeyinin hafif kıpırdamasıyla üstündeki toz toprak dağıldı ve kapak gün yüzüne çıktı. Kapağı açan adam, başını yukarı çıkardı, etrafa bakındı, kimseyi göremedi ve yukarı çıkıp:

"Kimse yok efendim!" diyerek Zordest'e bilgi verdi. Zordest, diğer adamlarına dönerek ki takriben on adamı vardı yanında:

"Çıkın hepiniz ve etraf güvenliğini sağlayın!" diye emir verdi. Jafer, bu sefer duvara tutundu ve adamların yukarı çıkışını izledi. Simsar, olduğu yere çömerek:

"Burayı bulmazlar, değil mi?" diye sordu. Zordest, kendinden emin bir şekilde:

"Merak etme Simsar, burayı bulmazlar!" diyerek onu rahatlatmaya çalıştı. Ama kendisi de rahat değildi, içinde bir kuşku ve kocaman bir endişe dolanıyordu. Adamların hepsi yukarı çıkmış, etraf güvenliği alınmış ve her taraf ablukaya alınmıştı. Zordest, tedirgin ama kendinden emin bir tavırla yukarı çıkarken adamlarından biri, araçların olduğu tarafa doğru ilerliyordu. Simsar, Jafer'in yukarı tırmanması için ona yardımcı oluyordu. Zordest, yukarı çıkar çıkmaz üstünü başını düzeltti. Adamlarına verdiği silahını geri aldı. Jafer, alnında terler parlayarak yukarı çıktı, çıkana kadar da canı çıktı ve en sonunda toprağa oturarak derin nefesler alıp verdi. Her taraf sessiz ve sakindi; bu işte bir iş vardı, Türkler tünele de girmemişti ve gelen giden de yoktu. Jafer, huzursuzluğunu:

"Neden bu sessizlik fazla sürdü?" diye sorarak ortama da yansıttı. Zordest, derin bir nefes alarak:

"Bence hâlâ bizim çıkmamızı bekliyorlar!" deyince Simsar:

"Burnuma kötü kokular geliyor!" der demez bir silah sesi duyuldu. Herkes, aniden canlandı. Merdan'ın açtığı ateş, aracı çıkartmakta olan adamı düşürmüştü. Kerem'in atağa geçmesiyle toz toprak havaya uçtu. Bir adam daha düştü, Sabit'in üst üste ateş edip onlara doğru gelmesi de işin içine girince, Zordest ve Simsar, adamları kendilerine siper belledi. Jafer, oturduğu yerden ayağa fırlayıp ve tabi ayağının acısını da unutup ateş etti. Ama hep karavana atıyordu. Düşen her adam, büyük bir hayal kırıklığı doğuruyordu; Sabit, durmak bilmeden ateş ederek Simsar'a yaklaşmaya çalışırken Simsar, Sabit'in her mermisiyle adeta dans ediyordu. Kötü yakalanmışlardı; düz bir arazide çatışmak, özellikle de Jafer'e zor geliyordu.

"İndirin silahlarınızı, gebermek istemiyorsanız Türk askerine teslim olun!" diye bağıran Kerem, Zordest'in:

"Asla, ancak cesedimizi alırsınız!" diyerek inat etmesiyle:

"Haydi aslanlarım, şu yaban itlerini tarumar edin!" diye bağırdı. Askerler, aniden şaha kalkmış atlar misali hücuma geçti. Her taraftan ateş ediliyordu. Belli ki etraflarını sarmışlardı; Zordest, önündeki adamın düşmesiyle panikledi ve kaçmak için harekete geçti, ancak hemen yan tarafındaki adamın da yere düşmesiyle, pes etmek zorunda kaldı. Silahını atıp:

"Teslim oluyoruz!" diye bağırdı. Simsar, Zordest'in teslim olmasına aldırmadı ve ateş etmeye devam etti. Sabit, onunla arasındaki son adamı da indirdi. Sabit'in hedefi, kendisine ebola bulaştıran adamı imha etmekti; Simsar, Sabit'in hızla ona doğru geldiğini görünce ona ateş etmek için tetiğe bastı ama silahta kurşun bitmişti. Mecburen silahını atıp ellerini havaya kaldırdı. Ama Sabit, durmadı ve gelip Simsar'ın burnunun dibinde durup silahın namlusunu onun alnına bastırdı. Simsar, ellerini yavaşça indirdi; Sabit'in tetiğe basacağını düşünüyordu, belinin arka tarafına sıkıştırdığı silahını hatırladı. Sabit, tam tetiğe basacakken durdu.

"Değmezsin lan, değmezsin!" diyen Sabit, silahını indirdi. Simsar, aniden silahını belinden sıyırıp namluyu Sabit'e doğrulttu ve:

"Değersin sen!" dedi. Sabit, daha namluyu ona doğrultmamışken Simsar, üst üste tetiğe bastı. Sabit, karnından ve göğsünden aldığı kurşunlarla yere düşerken ortam, aniden buz kesildi. Kerem, hiç düşünmeden bir şarjörü tam Simsar'ın karnına doldururcasına ateş etti. Simsar'la Sabit, aynı anda yere düştüler; ikisi de kanlar içinde kaldılar, vücutlarını kırmızı bir örtü kapladı ve Sabit, şahadetini getirirken Simsar, kan kusarak gözlerini yumdu. Gözler Jafer'e çevrildiğinde, onun trajik kaçma teşebbüsü, Emrah'ın ona doğru hızla ve kinle koşmasıyla son buldu. Jafer, mecburi bir şekilde yerinde durdu ve ellerini havaya kaldırıp teslim oldu. Emrah, gözleri yaşlarla parıldayarak onun karşısında durdu.

"Sıkayım mı lan kafana, akıtayım mı lan pekmezini şuraya?"

Jafer, sinsi bir tebessümle:

"Siz Türkler, çok merhametli insanlarsınız! Teslim olana kurşun sıkmazsınız!" deyince Emrah, silahın dipçiğiyle onun suratını kana boyadı. Jafer, yan üstü yere düşmüştü. Kerem, uzaktan:

"Dur Emrah, bize lazım!" diye bağırdı. O sırada askerler Zordest'i paket ediyordu. Emrah, Jafer'in perçeminden tutup ayağa kaldırdı.

"Yürü lan it, yürü!" diyerek onu sürüklemeye ve çekiştirmeye başladı.

Dersim, saatine baktı; öğlene doğru akarken zaman, büyük bir sıkılganlık ve sıkıntı, sıcaklaşan havanın hararetiyle ter olup suratına akıyordu. Telsizinden yükselen ses, onun yüzünü gülümsetti.

"Şef! Herifleri aldık, geliyoruz! Tünele sakın girmeyin, tuzaklamış itler!"

Dersim, Merdan'ın sesiyle düğmeye basıp:

"Tamam evlat, sizi bekliyoruz!" dedi. Merdan'ın sesi, yine yükseldi.

"Şef! Sabit, emeline ulaştı! Allah, duasını kabul etti!"

Dersim, yutkundu.

"Tamam evlat, Allah şahadetini kabul eylesin!"

Telsizi bırakan Dersim, Zülfo'nun:

"Allah olsaydı, bu katliam olmazdı efendi! Bana Allah'tan bahsetmeyin! O ki Yüce Mazda'yı, huzurundan kovdu ve insanları cezalandırdı!" demesiyle:

"Evlat! Herkes, kendi inancına göre yaşar! Sonra da o inancıyla hesap görür!" dedi.

"Hesap diye bir şey yok! Bu dünya ebedidir, sonu da ölümdür! Gerisi boş!"

Dersim, tebessüm ederek:

"Madem gerisi boş ve maden bu dünya ebedidir, neden ölüm var?" diye sordu.

"Ölüm, başka doğumlar için gereklidir! Ölümler olmazsa, doğumlar olmaz! Yeri dolan dünya, kendini yenilemek için ölüm var edilmiştir!"

"Koca dünyanın neresi dolmuş ki, ölümler var edilmiş olsun? Dünya, koca bir umman; insan, o ummanda bir toz evlat! Bir toz, ummanı nasıl doldursun?"

"Geç bu hikayeleri efendi!"

Dersim, derin bir nefes aldı ve gelenleri görünce konuyu kapatmak istedi. Zülfo, Dersim'in susmasıyla fırsat kolladı ve gelenleri de görünce harekete geçti. Yerinden kalktığı gibi hızla koşmaya başladı.

"Dur, nereye gidiyorsun?" diye bağıran Dersim, Zülfo'nun arkasından koşmak isteyen askerlere, dur dercesine el kaldırdı. Zülfo, hızla açık olan kapaktan aşağı atladı. Dersim, gelenlere adapte oldu.

Zülfo, koridorda ilerlerken ayağı bir ipe takıldı. O yüzüstü yere düşerken bir çıt sesi duyuldu. Zülfo, parıldayan ışıklara baktığında tuzağa düştüğünü anladı ama geç olmuştu.

Yeri göğü inleten ve etrafa toz duman dağıtan şiddetli bir patlama, her tarafı kuşattı; Dersim ve yanındakiler, şiddetli bir sarsıntıyla yerlere yapışırken gelenler de, hemen kendilerini yerle attılar. Öksürükler, aksırıklar ve boğuk sesler, etrafta çınlayıp dururken Jafer, bulduğu bir fırsatla Emrah'ın belindeki silahı sıyırdı. Emrah, bombanın heybetiyle sarsıldığı için fark etmemişti. Bir müddet sonra ortalık sakinleşti; askerler, birer ikişer ayağa kalkarken Jafer, yine Emrah'a tutunarak ayağa kalkmaya çalıştı ve o sırada silahı sakladı.

Kerem, Dersim'in karşısında durduğunda:

"Ne oldu abi?" diye sordu. Dersim, derin bir nefes alarak:

"Çoban... Herhalde hayatından sıkılmış, kendini sığınağa attı ve tuzağa düştü! Mani olamadık!" deyince Kerem, hayıflanır bir şekilde başını salladı. Merdan ve bir asker, Sabit'in kanlarla örülü naşını yere bıraktılar. Dersim, Sabit'in başucuna çömelip:

"Allah, şahadetini kabul eylesin evlat!" dedi ve elini onun cansız yüzüne sürdü. Ayağa kalkarak:

"Kim yaptı?" diye sordu.

"Simsar..." diyen Merdan, bir gözü Jafer'le Zordest'te:

"Ama o da delik deşik oldu!" diye ekledi. Dersim, Jafer'e baktı. Jafer, Dersim'in bakmasıyla:

"Ne oldu, neden bakıyorsun?" diye sorunca Dersim, acımsı bir tebessümle:

"İmam Efendi'nin kayığına binmişsin, Türkiye'de nice işler çevirmişsin ve Tankut'un koynuna girerek ona yardakçılık etmişsin! Demek kısmet bugüneymiş Jafer Hakeri?" der demez Jafer, kendinden emin bir şekilde:

"Sizin küçümsediğiniz ve hor gördüğünüz imam efendi, yakında cihana hükmedecek!" dedi. Merdan, sakin olmaya çalışarak:

"O, asla cihana hükmetmez; ancak senin gibi çıyanlara hükmeder!" deyince Jafer, aniden sakladığı silahını sıyırdı ve namluyu Emrah'a doğrulttu.

"İmam efendiye laf etmenin bedeli..." diyerek tetiğe basınca Emrah, göğsünden aldığı mermiyle yere yığıldı ve Jafer, onların şaşkınlığını fırsat bilerek:

"...işte budur!" diye ekledi. Askerlerden biri, onun daha da tetiğe basmasına fırsat vermeden silahı kaptı. Merdan ve Kerem, Emrah'ın başına çömelirken Dersim, nemli gözlerle Jafer'e baktı. Adımını öyle soğuk, öyle sakin ve öyle sessiz bir şekilde attı ki Jafer, sırıtan yüz ifadesiyle onu izliyordu. Dersim, Jafer'in tam karşısında durdu. Jafer, Dersim'in ne yapacağını çok merak ediyordu.

"Tankut Ulusoy'u özledin mi?" diye soran Dersim, Jafer'in şaşırmasıyla ekledi.

"Seni de onun yanına gönderiyorum!"

Jafer, bu laftan bir şey anlamadı ve gözlerini kısarak Dersim'e baktı. Dersim, aniden onun boynunu kırdı ve Jafer, irileşerek açık kalan gözlerle son nefesini dahi vermeden yere yığıldı. Herkes, Jafer'in ölüsüne ibretle bakarken Dersim, can çekişmekte olan Emrah'ın başucuna çömeldi. Emrah'ın gözleri, ondan önce ölen Jafer'in üstündeydi ve Emrah, şahadetini getirerek gözlerini yumdu. Gözleri kapanırken dudakları, sanki tebessüm ediyormuş gibi kıvrıldı. Dersim, derin bir nefes alarak:

"Gül, gül yüzüne kurbanlar kestiğim!" diye mırıldandı. Zordest, olanları iri ve korku dolu gözlerle izliyordu.

⚠⚠⚠

Devamı Part 5'te...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top