/Kısım 7 'El İntifada'

Onurlu ve şerefli bir direnişin simgesidir EL İNTİFADA...

🌏🌏🌏

Ramallah, Bistami Derneği…

Hasan, bir kamyonetin başında durmuş ve kasadaki silahları, mühimmatları, bombaları ve Molotof kokteylleri dağıtırken Merdan, biraz berisinde durmuş ve onu izliyordu. Merdan’ın yanına yaklaşan baba, sakalını sıvazlarken nemli gözlerle Hasan’lara bakıp:

“Bunları da nerden buldunuz evlat?” diye sorunca Merdan, tebessüm ederek ona döndü.

“Onların bir tesisinden arakladık baba! Gavurun silahıyla, yine gavuru avlayacağız Allah’ın izniyle!”

“Gelecekler evlat, çok pis gelecekler hem de!” diyen baba, Merdan’ın:

“Gelsinler baba, gelecekleri varsa, görecekleri de vardır!” demesiyle, sanki canı sıkılmış gibi derin bir nefes aldı.

“İsrail’in bütün ordusu, bütün güçleri, buraya yığılacak!”

Merdan, tesirli bir tebessüm yolladı babaya,

“Yani?” diyerek babanın nabzını yokladı. Baba, derin bir nefes aldıktan sonra:

“Bizim Allah’ımız, yeter de artar bile evlat!” deyince Merdan, bir gözü mühimmat dağıtan Hasan’da:

“Allah, cihadı emrediyor baba! Zorda kaldıkça, cihat edin diye buyuruyor! Biz, haksız yere kimseyi öldürme derdinde değiliz, katliam ve kargaşa yaratma derdinde de değiliz baba! Bizim amacımız, Allah’ın emri yerine gelsin, odur!” dedi.

“Bizi bize mi anlatıyorsun evlat!” diyen baba, boynuna astığı küçük Kur’an’ı kılıfından çıkarıp bir kenara çekilirken Merdan, babayı önce bir izledi, sonra da Hasan’a doğru yürüdü.

Son sandık indirilmiş, içindeki mühimmatlar dağıtılmıştı. Merdan, Hasan’ın yanında durduğunda, beş tane keleş ve mermi şarjörleri gördü. Eğilip bir keleş aldı ve Hasan’a dönerek:

“Ne dersin Hasan?” diye sordu. Hasan, gözleri ufukta:

“Bu intifada, diğerlerinden daha büyük olacak ağabey!” dedi.

“Evet, çünkü bunun içinde biz varız! Türkün hamlesi, intifadası, daha çetin olacak gibi!”

“Bizler de çetin intifadalar gördük, gerçekleştirdik ağabey! Ama yetmedi, gavur bitmedi, fitne tükenmedi ağabey!”

“Fitne son bulmaz Hasan! Allah son vermedikçe, fitne son bulmaz! İsrail denen illet, yeryüzünün en büyük fitnesidir. Bir damar düşün ki, vücuda yarardan çok zarar getiriyor; içinde akan kan, ne hayata ne de ölüme hizmet ediyor, sadece süründürmek için ve yavaşça tüketmek için akıp duruyor. İşte İsrail denen illet de, tıpkı bu damar gibidir. İnsanları ne öldürüyor ne de ihya ediyor; yavaşça, sezdirmeden tüketmeye çalışıyor. Hem tüketiyor hem de ondan nemalanıyor. İşte bu yüzden Hasan’ım, bu yüzden onlara Siyonist deniyor.”

Hasan’ın gözleri dolmuştu. Ürkek bir şekilde yutkunarak:

“Peki nasıl olacak ağabey?” diye sordu. Gülümsedi Merdan.

“Allah’ın izniyle, çok güzel olacak!”

Arzu, pencereden dışarıdaki hazırlığı izliyordu; büyük bir hazırlık yapılıyordu, belki elliye yakın genç, yaşlı herkes toplanmış, Hasan’ın verdiği mühimmatlarla hazırlığa geçmişti. Büyük bir çatışma olacağı belliydi; baba denilen adam söylemişti, Arzu duymuştu onu ve baba, bu seferki başka demişti. İçten içe korkuyor, önce Allah’a, sonra da Ferhat’lara güveniyordu. Bu seferki çok başka olacaktı Arzu için; yıllardır medyadan, oradan buradan duymuştu intifadanın ne olduğunu ve şimdi de içindeydi.

“İntifada… Direniş… Filistinlilerin İsrail’e karşı direndiği o meydan muharebesi işte! Genciyle yaşlısıyla, kadınıyla çocuğuyla herkes, taşla, sopayla ve ellerine ne geçerse, onunla direnmeye ve direnişe geçiyordu.”

Kendi kendine fısıldarken, kapının açıldığını duydu. Camın yansımasından, Ferhat’ın geldiğini görünce ona dönerek derin bir iç çekti. Ferhat, Arzu’nun karşısında durduğunda Arzu, içinde birikip taşan kocaman bir duyguyla ona sarıldı. Sımsıkı kavradı onu, sırtını sıvazlarken bağrına bastı, kokusunu genzine çekerken gözlerini yumdu ve adeta ona kenetlendi. Ferhat’ın eli, ürkek bir şekilde onun sırtında gezinirken Arzu, kısık bir sesle:

“Seni çok seviyorum, sana bir şey olmasın!” deyince Ferhat, gözleri parlak bir şekilde camdan dışarıya bakarak:

“Ben de seni çok seviyorum Arzu, inşallah bir şey olmayacaktır bana!” dedi. Arzu’nun ondan ayrılması, kısa bir sendelemesine neden olunca Ferhat, derin bir nefes alarak kendine geldi. İçeri giren Feza, az önceki durumu görmedi diye memnun olmuştu Arzu. Feza, onlara yaklaşırken Ferhat,

“İyi misin Feza?” diye sorunca Feza, birden ona sarılarak:

“Elhamdülillah ağabey!” diye fısıldadı. Ferhat, Feza’nın ondan ayrılmasıyla ikisine bakarak:

“İkiniz de, burada kalacaksınız, dışarı çıkmak yok!” dedi. Arzu, yutkunarak:

“Ama…” deyince Ferhat, kaşları çatık bir şekilde:

“Dediğimi yapın! Ben ölsem bile, buradan çıkmak yok!” deyince Arzu, onun ben ölsem bile deyişiyle hıçkırdı. Sonra da nemli ve ıslanmaya yüz tutmuş bakışlarını ondan kaçırdı. Ferhat, Feza’nın:

“Ama ağabey, ben direniş için nefes aldım, bunun zamanını bekledim hep! Sen beni bundan mahrum ediyorsun!” demesiyle, ona doğru bir adım atarak:

“Bu seferki başka Feza! Bütün İsrail, buraya yığılacak! Resmen bir kuşatma olacak! Bunun için burada kalmanız lazım!” deyince Feza, uzanıp Ferhat’ın elinden tuttu ve sımsıkı kavrayarak:

“Bana şahadeti çok mu görüyorsun ağabey? Öz vatanımda esir gibi nefes aldıkça, kahrolmaktan başka bir şey yapamıyorum! Babam şehit oldu, annem kayıp ama ben, esir gibi oradan oraya savruluyorum! Bugün burada, ya şehit olacağım ya gazi! Başka yolu yok!” der demez Ferhat, istem dışı bir vaziyetle hıçkırdı. Arzu’nun gözleri dolmuştu. O da Ferhat’a yaklaşarak:

“Ben Türküm Ferhat! Mücadeleyi, direnişi ve azmi biliyorum! Ben de varım!” dedi. Ferhat’ın itiraz edecek hali kalmamıştı. Nasıl edebilirdi ki? Hafifçe başını sallayınca Arzu, gülümseyerek Feza’ya baktı ve Feza, avuçlarını açarak:

“Ya Rabbi! Sana, Resulün Hazreti Muhammed gibi niyaz ediyorum! Şu bir avuç Hak için mücadele eden kullarını, batıla uşaklık eden canilere yem edersen, vallahi senin dinin için, kelimen için ve İslam için mücadele edecek başka hiç kimse olmaz! Korkarlar, çekinirler ve yüz çevirirler Ya Rabbi! Sen bizi yalnız bırakma, bizi bize bırakma ve bu bir avuç Hak için mücadele eden kullarını, üstün bir zaferle muzaffer eyle! Davut ve Talut’a muzafferi nasip ettiğin gibi…” diye dua ederken Arzu ve Ferhat, kısık sesleriyle Amin’lerini fısıldamıştı.

Tel Aviv…

“Gidin ve orayı başlarına yıkın Misha! Emir komuta, siz ikinizde! Türkleri, o baba dedikleri adamı ve orayı, yerle bir edin! Hiç kimse oradan sağ çıkmayacak, tek bir canlı bile!” deyip burnundan soluyan Atilla, yumruklarını sıkarak:

“Suzana Manuel dosyasını da, o Türkleri de yok edin!” diye tısladı. Mirşah, çekingen bir tavırla:

“Ama efendim, merkezden öyle bir emir almadık! Yeni bir intifada hareketi olabilir. Kaybımız fazla olur o zaman!” deyince Atilla, hızla onun yakasını kavradı.

“Bana bak aciz korkak! Ne pahasına olursa olsun, o Türkleri kül edeceksin! Anladın mı beni? Gerekirse kendi canından vazgeçeceksin, o Türkleri bitireceksin!”

Mirşah, yakasını sıkan ellerin sinirden nasıl titrediklerini görmüştü. Fazla üstelemedi. Sessiz kalarak başını sallarken Misha, başı dik bir şekilde:

“Merak etmeyin efendim! Ramallah denilen yer, İsrail haritasından silinecek!” deyince Atilla, gözleri hafif gülerek ona baktı.

“Ben İngiltere’ye gidiyorum! Bilgi vermem gereken birisi var. Siz de buradaki işleri halledin!”

Atilla, lafını dedikten sonra kapıya yönelirken Mirşah, usulca Misha’ya yaklaştı. Misha, derin bir nefes alıp arkadaşının suratına baktığında, onun korkudan nasıl bir şekle büründüğünü gördü. Tebessüm ederek:

“Merak etme adamım, halledeceğiz!” deyince Mirşah, umutsuz bir şekilde başını sallamaktan başka bir şey yapamadı.

Ramallah, Bistami Derneği…

“Kadınları, çocukları ve elden ayaktan düşmüş yaşlıları, buradan çıkardık ağabey! Güvenli bir yere naklettik!” diyen Hasan, Ferhat’la Serdengeçti’nin karşısında durduğunda Merdan ve baba, diğer yandan onlara yaklaşıyordu. Derneğin önündeki çardakta oturmuşlardı. Vakit, öğleden sonrasını gösterirken havanın giderek hararet kusması, birazdan yaşanacakların bir nevi temsiliydi. Serdengeçti, ağzındaki kuru dal parçasını yere tükürdükten sonra:

“Belki gelmeye cesaret edemezler, ne dersin?” diye sorunca Ferhat, başını hayır manasında yavaşça kaldırdı.

“Gelecekler, gelecekler de beklediğimizi de biliyorlar!”

Baba, bir hasra oturdu; Hasan, başı hafif eğik ona yaklaştı, Merdan da bir köşede durup Ferhat’la Serdengeçti’nin onlara yakın durmasını izledikten sonra babaya dönerek onun konuşmasını bekledi. Baba, derin bir nefes alarak:

“Ferhat evladımın da dediği gibi… Gelecekler, beklediğimizi de biliyorlar! Her intifada, böyle oldu! Biz bekledik, onlar geldi; beklediğimizi bildiklerini de gösterdiler, anladık! Şimdi de öyle!” dedi. Merdan, arkadaşlarına baktıktan sonra:

“Cenk ile ilgisi olmayanları, bir şekilde naklettik baba! Feza ve Arzu kızımız kaldı; Feza, babasının intikamı için, Arzu da bizim için kaldı baba!” dedi. Ferhat, elindeki çöpü ileriye fırlatırken Serdengeçti, onun huzursuz olduğunu fark etmişti. Az sonra gelen mürit, heyecanlı bir şekilde:

“Baba! Tel Aviv’den haber vardır!” deyince baba, elindeki tespihi öpüp başına koyduktan sonra:

“Söyle!” dedi.

“Siyonist İsrail, bütün güçleriyle yola çıkmış! Hazırlık büyük baba!”

Baba, derin bir nefes alarak:

“Elhamdülillah!” diye fısıldayınca kimse, onun neden elhamdülillah dediğini anlayamamıştı. Herkes birbirleriyle bakışırken babanın yüzü, birden gülümser bir tavır aldı. Bir noktaya bakarak gülümsedi, tebessüm etti ve sonra da gözlerini yumdu.

Okunan ikindi ezanı, derneğin tepesindeki adamın billur sesinden yükseliyordu; adamın bir eli kulağında, gözleri ilerde ve nefesi kuvvetli bir şekilde, ‘Hayyales Salah’ nidasını daha da yükseltirken derneğin namazgâh kısmında toplanan cemaat, namaz için hazırlıklarını yapıyordu. Ezanın bitmesiyle sünnet namazın ifası için tekbirler alındı; Ferhat, Merdan ve Serdengeçti yan yana durmuştu, bir arkalarında Hasan ve birkaç arkadaşı, cemaatin hepsi sünneti eda etmek için huşu içerisinde sure ve duaları okuyordu. Kıyamdan Rüku’ya; Rüku’dan secdeye eğilen canlar, Allah’a yakınlaşmanın verdiği hazla teslim olmuşken atmosferdeki manevi hava, adeta bütün Ramallah’a yayılmış gibiydi. Verilen selamlarla farz namazın başlaması için müezzin, hemen kamete durdu; ‘Ked Kametis-Salah’ ikazıyla cemaat, hızla kıyama kalktı ve baba dedikleri adamın imamlığında cemaat, Allah’ın en çok dikkat edilmesi gereken vakit olarak nitelediği ikindi namazına durmuşlardı. Tekbirle eller bağlandı, gözler secdeye odaklandı ve imama uyuldu.

Ramallah’ın batısında beliren kalabalık, gözlere korku salarcasına ilerlerken doğu kısmında da aynı kalabalık belirince gözler, iyice bir korkmaya ve ürkmeye başlamıştı. Misha, doğudaki kuvvetlere öncülük ediyordu; en önde bir tank vardı, içindeki askerlerin gözleri hedef noktasında, kulakları Misha’daydı. İki kamyon dolusu asker, sayıları belki yüze yakın vardı.

“Allah’ım!” diye fısıldadı Ferhat, avuçları göğe doğru açılmıştı; gözlerinde ılık bir nem, sesinde gizli bir yakarış ve içerisinde ümitli bir hisle duasına, niyazına devam etti.

“Sonsuz hamdu senalar sanadır Ya Rabbi! Biz senden geldik, yine sana döneceğiz; eksiğimizle, noksanlığımızla ve aczimizle kapında duracak, senden medet isteyeceğiz Ya Rabbi! Bizler, namusumuz ve şerefimiz için, dinimiz ve imanımız için kıyama kalktık; bizi düşürmek isteyen, derdest etmek isteyen şu rahmetinden nasibini alamamış canilere yem etme Ya Rabbi! Bizi ayaklar altına düşürme, gücümüze ve kuvvetimize destek ver ve bizi, Rahmet deryasında yüzen balıklar gibi koruyup kolla!”

Batı kısmındaki kuvvetlerin başında da Mirşah vardı; aynı şekilde en önde bir tank, iki kamyon dolusu asker ve Mirşah’ın da içinde bulunduğu cip, Ramallah’a doğru ilerliyordu. Mirşah’ın suratında asık bir ifade varken güneş, ikindiden sonraki havanın tadını yeryüzüne damıtıyordu.

“Ya Rabbi!” diye sayıkladı Merdan; gözleri kızarmış, alnı terlemiş ve dudakları titreyerek duaya durmuştu.

“Bizler güçsüz kulların, senden medet istiyor, yardımını bekliyor Ya Rabbim! Bütün Müslümanlar uykuda, herkes gaflet uykusunda, sen onları uyandır, gerçekleri göster Ya Rabbim! Burada bir zulüm var, bir katliam var, bir savaş var. Sen bunu, cümle Müslümanlara bildir Ya Rabbim!”

Her iki harekât konvoyu, Ramallah’a doğru ilerlerken tepede oluşan bulut kümeleri, sanki gizli bir emir almış gibi birleşmeye başlıyordu. Güneşin harareti dinmeye başlıyor, sıcaklığı yavaşça gidiyor ve hafif de bir yel hissediliyordu.

Serdengeçti, ettiği duasını bitirip elini yüzüne sürerken Ferhat’ın gözlerini yumarak başını öne eğmesi, Merdan’ın çenesini sıvazlayarak bir noktaya bakması, gözlerden kaçmıyordu. Namazgâhın tenha bir köşesinde, Arzu ve Feza da namazlarını kıldıktan sonra dualar etmiş ve aminlerle uğurlamıştı.

“Geldiler, geldiler!” diye bağıran bir mürit, namazgâha girdiğinde, sanki bütün zamanlar altüst olmuş gibiydi; herkeste bir panik, bir tedirginlik ve endişe hasıl olurken baba, bir elini kaldırıp:

“Elhamdülillah ve bismillah!” diye seslendi. Herkesin ona dönüp bakması, babanın açıklama yapmasına zemin hazırlamıştı.

“Yaptığımız hazırlığa ve plana mutabık kalalım evlatlarım! Allah, yardımcımız olsun!”

Ramallah’a iyice sokulmuşlardı; Misha, içinde olduğu cipten çıkmadan, dürbünle ileriye bakıyordu ama görünürde kimse yok gibiydi, ortam çok sessiz, sakin ve tenha görünüyordu. Aynı şekilde izleyen Mirşah da şaşırmıştı. Dürbünü indirip telsizini aldı ve düğmesine basarak Misha’ya durumu bildirdi. Misha, gelen sesle irkildi.

“Sanki boşaltılmış gibi! Ne diyorsun?”

Telsizi alarak:

“Boşaltılmışsa da, o derneği yerle bir etmek, bizim asli görevimizdir dostum!” dedi.

“O zaman ne yapalım?”

“Biz buradan, siz oradan… Dalıyoruz!”

Kapılar açıldı, askerlerin inerek etrafa dağılması, sadece birkaç saniyeyi buldu; Misha, en önde durarak tekrar dürbünle mahalleye baktı. Çok tenhaydı, haddinden fazla sessiz ve tenha görünüyordu. Batı kısmındaki grup da aynı şekilde araçlardan inmiş ve içeriye girmek için beklemeye geçmişti. Mirşah, dürbünü indirip öfkeden burnundan soludu. Hafifçe başını salladıktan sonra sağ elini kaldırdı. Askerler, tanktaki askerler de, kalkan o ele baktı. Elin inmesi demek, harekete geç demekti. Mirşah’ın inen eli, fitili ateşleyen çakmak gibiydi. Harekât başladı.

Çıktığı derneğin çatısında, kamufle olmuş bir şekilde ileriyi izleyen Merdan, dürbünü indirip batı kısmına da baktı. Derin bir nefes aldı. Kulağına taktığı küpe şeklindeki kulaklığa,

“Doğu ve Batı tarafından burayı çembere almışlar! İkiye ayrılma fikri, gayet yerinde bir fikir!” diye fısıldayınca, kulağında yankılanan ses:

“Sağ ol usta!” diye fikrin kime ait olduğunu belirledi. Ferhat’ın sesiyle Merdan, acımsı bir tebessümle:

“Başlıyoruz, hazırda bekleyin!” dedi. Merdan, uzun namlulu silahına yaslanarak kendini gizledi. Hedefinde, en öndeki cip vardı. Muhtemelen Mirşah ya da Misha, o cipteydi. Arka taraftan da geliyorlardı. Tekrar elini kulağına götüren Merdan,

“İki tank var, tekrar ediyorum, iki tank var! Ana hedef, o tanklardır beyler! Onları indirmeyi başardık mı, gerisi tamam!” diye seslendi. Serdengeçti’nin,

“Molotof kokteylleri, tankların icabına bakar usta!” demesiyle:

“Haydi inşallah!” diye fısıldadı.

Bir noktada durmuştu her iki taraf da; Ramallah’ın giriş noktalarıydı burası, askerler ön safta durmuş ve etrafı incelerken Misha, cipten inmeden elindeki telsize durumu naklediyordu.

“Girişteyiz adamım!”

Mirşah da girişte durmuştu, o da cipten inmeden öndeki askerlerin hazır vaziyetine bakarak bilgi veriyordu.

“Biz de girişteyiz dostum!”

“Ne yapalım?”

“Bir grup girsin içeri, bir kolaçan etsin! Eğer herhangi bir tehlike varsa, diğerleri de dalsın!”

“Güzel fikir, ben başlatıyorum!”

“Ben de…” diyen Mirşah, kendisine bakmakta olan askere el salladı. Asker, aldığı komutla ona doğru gelirken Mirşah, telsizi yan koltuğa bıraktı. Camdan eğilerek ona bakan asker,

“Beş kişilik bir grup, mahalleye dalsın!” diyen Mirşah’a başını sallayarak karşılık verdikten sonra arkadaşlarının yanına gitti. Aynı şekilde Misha da, benzer bir talimat vererek askerleri izlemeye aldı.

Beşer kişilik iki grup, batıdan ve doğudan mahalleye girerken komutanları, kendi ciplerinden inmeden onların kolaçan etmelerini bekliyordu. Havadaki boğuk atmosfer, yerini hafifletici bir atmosfere bırakmıştı.

Bir sokağın başında duran, batı tarafından giren beşli gruptan üç kişi, o sokağa girerken diğer ikisi, onları sözde korumak için arkada beklemeye geçmişti. O iki kişiden biri, birden kırılan boynuyla neye uğradığını anlayamadan yere düşerken arkadaşı, diğerlerini uyarmak için silahını havaya kaldırdı ve tam tetiğe basacakken, o da kendini yerde buldu. Serdengeçti, kendini bir duvarın arkasına alırken Ferhat, yerdeki iki cesedi kenara çekip gözden ırak etmişti. Sokağa dalmış olan o üç kişi, aniden karşılarında duran Hasan ve iki arkadaşıyla, neye uğradıklarını şaşırmış bir şekilde oldukları yerde kalakaldı. Hasan, hızla birini tutup duvara yapıştırırken iki arkadaşı, susturucuyla kamufle ettikleri silahlarını ateşleyip o ikisini yere yıkmıştı. Hasan da, oyuncak niyetiyle oynadığı o askerin boynunu kırıp arkadaşları gibi cesede dönüştürdü.

Doğu tarafından sızan beşli grup, attıkları her adımla daha da ürkmeye ve korkmaya başlarken biri, Feza’nın ona el ettiğini görünce şaşırdı. Feza’nın tekrar ortaya çıkıp el etmesiyle o asker, kendini arkadaşlarından geri tutmaya çalışarak Feza’nın tarafına yöneldi. Feza, camsız pencereden ona el etmişti; hafifçe kendisini gösterip askerin geldiğini görünce, yerini değiştirdi ve onun yerine geçen bir adam, elindeki silahı hazırda tuttu. Asker geldi ve camsız pencereden başını uzattı. Alttan gırtlağına değen silahın namlusu, mermisini kusunca asker, kafatasından fırlayan merminin heybetiyle canından olmuştu. Tam yere düşecekken adam, onu sımsıkı tutarak camsız pencereden içeri aldı. Hızla askeri soymaya ve üstündeki üniformayı çıkarmaya çalıştı.

Diğer dört asker, birinin eksik olduğunu görünce irkildi. Tam içlerinden biri havaya ateş edecekken o üniformayı üstüne geçirmiş olan adam, köşede belirince durdular. Adam gelirken bu dört kişi, arkadaşlarıdır dercesine rahat bir şekilde beklemeye geçti. Gelen adam, tam yanlarında durunca askerler irkildi. Adam, elinde sımsıkı tuttuğu kumandanın pimine hiç düşünmeden bastı. Büyük bir gürültüyle infilak eden adam, yanında o dört askeri de götürmüştü. Toz duman havaya savrulurken büyük bir alev topu da çevreyi sarmıştı. Bir köşeden Feza, nemli gözlerle bu sahneyi izliyordu. Yanında gelen Arzu, onu sımsıkı sararken:

“Ne oldu? Kim patlattı kendini?” diye sordu. Feza, kısık bir sesle:

“El Temim, o patlattı kendini!” deyince Arzu, yutkunarak:

“Ama neden?” diye sordu.

“Hanzala için…” diye mırıldanan Feza, Arzu’ya dönerek elinden tuttu ve hızla oradan uzaklaşmaya başladılar.

“Neler oluyor?” diye sorup cipten inen Misha, telsizden o beş kişiden birine seslenen askerin yanında durdu. Cevap alamayan asker, iri göz bebeklerini Misha’ya çevirince Misha, bütün askerlere bakarak:

“Giriyoruz!” diye seslendi. Sonra da tankın olduğu tarafa döndü. Elini kaldırıp hızla indirdi. Tankın topundan fırlayan mermi, mahallenin göbeğine doğru hızla ilerlerken Misha, cipe bindi ve kapısını çekerek gözlerini mahalleye dikti.

Mahallenin orta yerinde patlayan, tozu dumanı dört bir yana savuran ve kulakları sağır edercesine bir etki yaratan top mermisi, yakınlardaki evlerin camlarını un ufak ederek dağıtmıştı. Büyük sarsıntılar da meydana gelmiş, adeta deprem olmuş gibi yerler sarsılmıştı. Serdengeçti, yakınlardaki bir binaya sırtını dayamıştı. Topun patlamasıyla oluşan sarsıntılar, onu yüzüstü yere düşürmüştü. Ayağa kalkıp kenardan baktığında, mahalleye giriş yapıldığı gördü. Hemen elini kulağına götürüp:

“Şimdi dediğimde, ortaya çıkın!” diye fısıldadı. Hızla yerinden çıkıp en öndeki askerleri hedef aldı ve tetiğe basarak bir yaylım ateşiyle onları karşıladı. Üç askerin yere düşmesiyle Serdengeçti, hızla kendini geri çekti. Diğer askerlerden birkaçı, hızla onun peşine düştü. Misha, Serdengeçti’yi görmüştü. Burnundan soluyarak derin bir nefes aldı. Onun peşinden giden askerler, Serdengeçti’nin şimdi diyerek verdiği komutla ortaya çıkan direnişçilerle karşılaştı. Taşların havada süzüldüğü, sopaların darbelerle indiği ve sapanlarla çivili taşların fırlatıldığı bir karşılama, askerlerin ürkmesine neden olmuştu. Yanağına çivili bir taş alan askerlerden biri, yanağını delen çivinin verdiği acıyla böğürüp otururken başka bir direnişçinin taşlarına hedef olmuştu. Üst üste yediği taşla hızla silahına sarıldı ve rastgele tetiğe bastı. Önden gelen direnişçiler, hızla geri çekilirken askerler, diğer askerlerin de aralarına katılmasıyla hızla ilerledi. Bir evin damında beliren Merdan, keleşin tetiğine sarıldı ve askerlere tepeden mermi yağdırdı. Birkaç askerin vurularak yere düşmesi, tankın içindeki askerleri harekete geçirmişti. Namludan fırlayan top mermisi, hızla Merdan’a doğru giderken Merdan, koşarak arka taraftan atladı ve havada süzülerek başka bir dama tünedi. Deminki dam, topun patlamasıyla çatlarken Merdan, hızla koşmaya devam ediyordu.

Ferhat’ın açtığı ateş, birkaç askerin vurularak yere düşmesini sağlarken tanktan fırlayan havan mermisi, hızla ona doğru geliyordu. Ferhat, olanca gücüyle havaya zıpladı ve damdan askerlerin üstüne atladı. Üç askerin arasına düşen Ferhat, yerdeyken silahını rastgele ateşledi ve her üç asker, aldıkları mermilerle yere yıkıldı. Ferhat, yerde takla atarak başka bir eve attı kendini; askerler, hemen onun peşinden eve girerken evin aniden alev topuna dönercesine patlaması, önceden yapılan bir hazırlığın göstergesiydi.

Baba, yanında Hasan’la köşeden dönerek birkaç askere keleşlerle karşılık verdi; askerlerden ikisi düşerken kalan dördü, babayla Hasan’a yöneldi. Baba, başka bir sokağa girip mevzi tutarken Hasan, onun hemen karşısındaki sokağın başında durdu ve cebinden çıkardığı el bombasının pimini çekip fırlattı. O dört asker, ortalarına düşen bombayla neye uğradıklarını şaşırmış bir şekilde kendilerini yere attı. Bombanın infilak etmesi, gürültülü bir karşılamanın olduğunu haykırıyordu. Dört askerden eser kalmamıştı.

Arzu’nun yaktığı Molotof kokteyli, hızla alev almıştı. Feza, şişeyi tuttuğu gibi köşeyi dönerek askerlere fırlattı. Askerlerden birine çarpan kokteylin koyu dumanlar içerisinde alev alması ve patlayarak askeri de kuşatması, diğerlerinin korkmasına ve geri çekilmesine neden olmuştu. O asker, çırpınarak alevlere teslim olurken Feza, diğer askerlerin durup onu seyretmesini fırsat bilip yerinden çıktı ve keleşle aralarına daldı. Diğer askerlerin vurulup yere düşmesi, birkaç saniyeyi almazken Feza, yanmakta olan askerin eziyet çekmemesi için ona da birkaç kurşun sıkıp ıstırabına son vermişti. İki kadın, hızla başka bir sokağa dalıp koşmaya başladı.

Misha, cipten inmiş ve elindeki viski bardağını yudumlayarak gözlerini mahalleye dikmişti. Suratında keyifli bir ifade vardı. Yanında duran iki asker, ona bazen bilgiler aktarıyordu. Saatine bakan Misha, derin bir nefes alarak yanındaki askere,

“Şu tankçılara söyle, mahalleye hücum etsinler!” diye gürledi. Asker, hemen telsizini çıkarıp talimatı naklederken Misha, tekrar viskisinden kocaman bir yudum aldı.

Tankın içindeki askerler, gelen talimatla gerekli hazırlıkları yaparken öndeki askerler, gördüklerine ateş ederek ilerliyorlardı. Birkaç direnişçi, köşeden belirip taş ve Molotoflarla atağa kalkarken askerler, onlara yöneldi. Motoloflardan biri, tankın ön kısmına çarpıp patlayınca iki asker, hızla alevlere tutuldu. Koyu dumanlar içerisinde kıvranırlarken direnişçiler, geri kaçmaya başladı. Diğer askerler, tankın önünden çekildi ve tanktan fırlayan havan mermisi, direnişçilerin peşinden koşarcasına ilerledi. Direnişçilerin tam ortasında patlayan mermi, koyu dumanları ve tozu toprağı dört bir yana savururken birkaç direnişçi de bu savrulmaya eşlik etmişti. Kopan uzuvların da toza dumana karışması ve havaya yükselmesi, feryat figanların eşliğinde olmuştu. Bir köşede durmuş ve bu patlamayı izleyen direnişçilerden biri, hızlıca yan sokağa daldı. Askerlerin konumunu takip ederek metruk bir evin camsız penceresinden içeri girdi. Evin ön kapısına yakın bir yerde durdu, tahta kapının ortasındaki minik delikten dışarı baktı, askerleri izledi ve kendisinin sapa yerde olmasını fırsat bilerek yavaşça kapıyı açtı. Hızla koştu, fark edilsin istemedi ve tankın arka kısmına yapışıp etrafına bakındı. Görünürde kimse yoktu, sağına soluna baktı ve kontrol ettikten sonra hızla arkadan tankın üstüne çıkmak için tırmandı.

Misha, viski doldururken gözleri çatışma alanına kaydı; tanka tırmanmakta olan adamı görmüştü, viski şişesini ve bardağını askere uzattı, hızla cipe yöneldi ve cipin arka koltuğundaki kanası aldı. Bir dizini yere koyup diğer dizini de sabit hale getirip kanası dizine yerleştiren Misha, dürbüne eğildiğinde derin bir nefes aldı. Tankın üstündeki adamın, hızla kapağa yaklaştığını görmüştü. Kapağı hızla çevirdiğini ve arka cebinden bir şey çıkarıp içine attığını da… Tetiğe bastığında, her şey için çok geç olmuştu. Büyük bir patlamayla havaya uçan tank, büyük alev toplarıyla sarılmışken önündeki askerler de bu yangından paylarına düşeni almıştı. Birkaç askerin de yanarak ileriye fırlaması ve diğer birkaç askeri daha da etkilemesi, yapılan eylemin boyutunu gösteriyordu.

“Tanrım!” diye sayıklayan Misha, askere dönerek:

“Biz de giriyoruz!” diye gürledi. Asker, hemen emre amade oldu. Misha, silahını omzuna alarak mahallenin olduğu tarafa baktı ve:

“Bu işi bitirelim!” diye mırıldandı.

Mirşah, tankın içine atılan bombanın infilak edip tankı da havaya uçurmasıyla sarsılarak etrafına bakındı. Kendi tankıdır sandı, araçtan inip baktığında, tankından fırlayan top mermisinin ilerdeki bir eve saplandığını gördü. Misha’nın tankı olduğunu anladı; şimdi Misha, delirmiş danalar gibi kudurmuş bir şekilde mahalleye gireceğini tahmin ederek aracına tekrar bindi. Direksiyondaki askere bakarak:

“Yürü, mahalleye giriyoruz!” diye talimat verince asker, önce bir tereddüt yaşadı ama Mirşah’ın kesin kalkan kaşlarıyla aracı harekete geçirdi.

Ferhat, arkasından kovalayan askere hızla dönerek ateş açarak onu yere yıkarken bir arkasında gelen asker, Ferhat’ı hedef alarak tetiğe bastı ama Ferhat, Arzu’nun kolundan tutup çekmesiyle son anda kurşunların önünden sıyrıldı. Arzu’yla birlikte mevzi tutarak arada bir çıkıp ateş eden Ferhat, kadının:

“Her yerde seni aradım!” demesiyle:

“Neden?” diye sorarak tekrar çıkıp ateş etti ve bir askeri yere yığdı.

“El Temim… Kendini patlattı!”

Ferhat, ona cevap sunacağına çıkıp ateş etti ve hızla onun kolundan tutup koştu. Çünkü o sırada Mirşah’ın önündeki tank, havan mermisini ateşlemişti ve mermi, az önce Ferhat’ların durduğu duvara saplandı. Sarsıntılar içerisinde kadınla birlikte kendini yerde bulan Ferhat, hafif bir dengesizlik yaşasa da kadınla birlikte hızla kalkıp koşmaya devam ettiler.

Merdan, bir eve girdi; camsız pencereden dışarıdaki askerlere ateş ederken birkaçını indirip tekrar mevzi aldı. Birden gözlerine Misha’nın arabası takıldı. Aracın içindeki Misha’yı görmüştü. Misha, araçtan inerek:

“Buraya kadar Türkler! Teslim olun, mahalleyi başınıza yıkarım yoksa!” diye seslenince Merdan, yerinden çıkıp Misha’nın önünde duran askeri indirdi. Misha, hemen mevzi alarak kendini korumaya aldı.

Hasan, saklandığı evin içinde, ilerden gelmekte olan tanka göz dikmişti; bir şekilde onu patlatmalıydı, biri patlamış, epey bir rahat etmişlerdi ve şimdiki hedefi bu tanktı. Önündeki orduya baktı. Yaklaşık belki yirmi kişiden fazla asker, tankın önünde ilerliyordu. Mümkünü yoktu, hayatta onları aşıp tanka ulaşamazdı. Birden arka kapı açıldı ve Hasan, içeri giren İsrail askeriyle irkildi. Asker, ona silahını doğrultmuş bir şekilde ilerlerken Hasan, sanki teslim olmuş gibi elini havaya kaldırdı. Asker, onun karşısında durduğunda Hasan, yutkunarak etrafına bakındı. Yürü dercesine başını sallayan asker, önüne düşen Hasan’ı teslim aldığına sevinmiş bir şekilde onun silahını elinden almak istercesine eğilince Hasan, hiç düşünmeden onun boğazına sarıldı ve hızla boynunu kavrayıp çevirdi. Duyulan çıt sesiyle asker, nefesinden feragat edip kendini yerde buldu. Hasan’ın istediği olmuş gibiydi.

Evden çıkan Hasan, büründüğü üniformayı her ne kadar sevmese de, eylemi için bu olması şarttı. Sözde direnişçilere ateş ediyormuş gibi yaparak diğer askerlerin arasına karışırken kimse ondan şüphelenmemiş, hatta ona bakan bile olmamıştı.

Mirşah, bir evin arka pencereden çıkmakta olan babayı gördüğünde irkildi. Bir fikir gelmişti aklına; hemen bir askere, babayı işaret ederek emrini verdi, asker harekete geçerken Mirşah, silahını göğüsleyip onları beklemeye koyuldu.

Feza, tam silahını ateşliyordu ki arkasından yaklaşan asker, hızla onu arkadan kavradı ve önünde durdukları eve zorla soktu. Silahı kızın elinden alan asker, tahta kapıyı kapattığında Feza, ürkek gözlerle etrafına bakındı. Asker, yüzünde müstehzi bir ifadeyle kıza yaklaşırken Feza, yutkunarak gerisin geri yürüdü. Asker geliyordu, Feza geri gidiyordu ve askerin gelmesi bitmeden Feza, duvara yaslanmış bir şekilde durdu. Asker, iyice ona yaklaştığında Feza, onun gözlerinin içine bakarak:

“Pis Siyonist!” diye tısladı. Asker, alaylı bir sırıtışla:

“Sana kolay ölüm yok!” diye fısıldadı. Feza, askerin niyetini anlamıştı. Tokat atmak için elini kaldırdığında asker, hızla onun her iki elini kavrayıp ona sokuldu. Feza’nın çırpınışları, bağırışları ve çığlıkları dinmezken asker, onu sımsıkı kavramış bir şekilde ikisi de yere düştü. Feza, kaçmak için ufak bir boşlu buldu ama asker, hızla onu yakalayıp üstüne çıkmayı başardı. Feza’nın çabaları beyhude, çırpınışları yersiz ve haykırışları boşunaydı.

Eve giren iki asker, Merdan’ın içerde olmadığını görünce irkildi; biri, hızla diğer odaya girmek için adımını atar atmaz duyulan çıt sesi, ikisinin bakışmasına neden oldu. Misha, evin aniden patlamasıyla kendini yere attı. Askerlerden birkaçı, eve çok yakın oldukları için patlamadan nasiperini alırken Merdan, başka bir sokağa dalarak kendini karantinaya almıştı. Misha, etrafına bakınarak ayağa kalktığında, giderek eksilmekte olan asker sayısına içten içe hayıflanarak derin bir iç çekti.

Merdan, karşıdan gelen askerlere hızla silahını doğrultup ateş etmek istedi ama şarjördeki mermilerin bittiğini görünce hızla bir eve daldı. Askerler, onun peşinden giderken silahlarını ateşleyip Merdan’ın yerini ifşa etmişlerdi.

Askerin keyifle ayağa kalkması, hıçkırıklar içerisinde ağlamakta olan Feza’nın yaşlı gözlerine yansıyordu. Askerin yerdeki pantolonunda parlayan çakı, Feza’nın dikkatini çekmişti. Elbisesini boğazına dek çeken Feza, çakıyı yavaşça tutup çekerken askerin ona sırtı dönük olması, bir nevi işine yarıyordu. Elbisesini vücuduna dolayıp ayağa kalktığında asker, yavaşça ona döndü. Feza, hızla askere sarıldı. Daha zar zor atletini giyebilmiş olan asker, karnına üst üste aldığı çakı darbeleriyle neye uğradığını şaşırdı. Her darbeyle inleyen Feza, adeta ona küfredercesine çakıyı çıkarıp sokuyor, sokup çıkarıyordu. Asker yere düşerken durmadı Feza, üstüne eğildi askerin ve boğazına, gırtlağına sapladı çakıyı, çekip ağız boşluğuna sapladı, çekip burnunun çatısına mıhladı ve en sonunda askerin alnına çakıyı saplayıp geriye çekildi. Askerin kanı, onun çıplak vücuduna bulanmış; elbisesini giyerken kanlı ellerini umursamadan her yerine kanı bulamıştı. Askerin silahını aldığı gibi ayağa fırladı. Gözlerinde kin, öfke ve intikam hareleri parlarken Feza, hızla kapıya yöneldi.

İlerdeki beş asker, kendilerine doğru gelen Feza’ya baktıklarında korkuyla sıçradılar. Feza, omzuna aldığı silahını ateşledi; birini göğsünden vururken ötekisi karnından aldığı mermiyle sarsılmış, bir diğerinin kafasına saplanan mermi, yanındakinin göğüslerine saplanınca dört asker, kendilerini yerde bulmuştu. Silahında mermi biten Feza, son askere doğru kollarını açarak adımladı. Asker, silahının tetiğine asıldı. Üst üste, dur durak bilmeden bastı tetiğe ve Feza’nın vücuduna kurşunları hediye etti. Feza, askere birkaç adım kala yere düştüğünde, bir kadın feryadı duyuldu. Bu Arzu’ydu; yanında Ferhat’la, hızla Feza’ya doğru koşuyorlardı. Ferhat, askerin kafasına sapladığı mermiyle yere yıkarken Feza, kanlar içerisinde yerde titriyordu. Arzu, Feza’nın kanlı başını kucağına aldığında her şey için çok geçti; çoktan ruhunu teslim etmiş, gözleri açık bir şekilde yüzünde anlamsız bir tebessümle bir noktaya bakarken göçmüştü. Arzu, gözlerinden yaşlar süzülerek Ferhat’a baktı. Ferhat, yutkunarak Feza’nın açık kalan gözlerini kapadı.

Hasan, askerlerin arkasında yürüyordu. Etrafına bakınıyor, dikkat çekmemeye gayret ediyordu. Bir ara arkasına dönüp baktığında, baba dedikleri adamın iki asker eşliğinde arkadaki cipe doğru götürüldüğünü gördü. Yumruklarını sıkarken bu ikilem, onun moralini bozmuştu.

Merdan, yan odada mevzi tutmuştu. İçeri girmeye çalışan askerlerden biri, onun açtığı ateşle yere düşerken Merdan, karşı pencereye baktı. Pencereden, Misha’nın giderek yaklaştığını görebiliyordu. Canı sıkıldı, fena sıkışmıştı. Birden dışarıda duyulan kargaşa sesi, onun çıkmasına neden oldu. İçeri giren askeri indirdikten sonra kapının ansızın açılmasıyla silahını doğrulttu. Bir direnişçi, elini sallayarak gülümseyince Merdan, hızla ona yaklaştı.

“Kaç kişisiniz?”

“On kişi rahat varız ağabey!”

“Güzel!” diyen Merdan, kapıyı açıp onunla dışarı çıktığında, bütün adamların hazırda beklediğini gördü.

“Siz önden, ben arkadan dolanacağım!” diyen Merdan, aklındaki planı anlatmaya başladığında Misha ve yanındaki askerler, iyice mahalleye sızmışlardı. Yanındaki askere,

“Hedefimiz Türkler, direnişçilere fazla takılmayın ama onları da es geçmeyin!” diye talimat verirken köşede beliren direnişçiler, Misha’nın lafını yarıda kesmişti. Kendilerine doğru gelen direnişçilerin attığı taşlar, çivili taşlar ve Molotoflar, onları hafif geri püskürtürken Misha, gür bir sesle:

“Ateş serbest!” diye bağırdı. Askerlerden birkaçı, açtıkları ateşle birkaç direnişçiyi yere yıkarken Merdan’ın başka bir evin camsız penceresinden atlayıp arka sokağı dolanmasını kimse görmemişti. Tam diğer sokağa girecekti ki, bileğinden tutan bir elle irkildi. Serdengeçti, onun bileğinden tutup gülümserken Merdan, onu az kalsın vuracağı için rahat bir nefes almıştı. Planını anlatmaya başlayan Merdan, Serdengeçti’nin gülümsemesiyle birlikte harekete geçtiler.

Avazı çıktığı kadar:

“Türkler!” diye bağıran Mirşah, etrafına bakınarak:

“Babanız elimde! Çıkın ortaya!” diye gürledi. Gözleri dolandı ve köşeden saparak gözden uzaklaşan tankına çevrildi. Tank, en son köşeden saparken Mirşah, yanında kalan birkaç askerle adımlarını atıp ilerledi. Baba, derin bir nefes alarak:

“Zalimin yaktığı ateş, anca kendisini yakar. Sen bizi yıkamazsın Mirşah!” deyince Mirşah, alaylı bir şekilde ona dönerek:

“Yaktığım ateşte, küle dönmeni izleyeceğim Abdusselam!” dedi.

“Ateş yakan, ateşte yanar. Bunu unutma!”

“Hanzala gibi mi? Sahi, nedir bu efsane?”

“Hanzala bize yardım edecek ve Filistin, ilelebet bizim olacak!”

“Güldürme beni! Hanzala dediğin, sizden öncekilerin uydurduğu bir karikatürden başka değil! Sözde size yüzünü dönecek de, siz de kurtulacaksınız! Boş ver bunları Abdusselam! Şimdi sonunu düşün!”

“Biz Filistinliler, asla sonumuzu düşünmeyiz; biliriz ki Allah, başı nasıl var ettiyse, sonu da öyle var etmiştir. Teslimiyetimiz, yalnızca O’nadır!”

“Birazdan öleceksin! Hâlâ konuşuyor musun?”

“Birazdan kim ölür, bunu Allah bilir!”

“Bu Allah dediğin, her şeyi bilir mi?”

“Bilir. Senin nasıl bir zındık olduğunu da bilir.”

Alaylı bir şekilde sırıtan Mirşah, bir askerine bakıp başını salladı. Asker, hızla babanın yüzüne sert bir yumruk indirince Mirşah,

“Allah’ın, bunu biliyor muydu peki ihtiyar?” diye sordu. Baba, ağzından ve burnundan kanlar akarken:

“Her şeyi…” diye sayıkladı.

Köşeden beliren Ferhat, yanında Arzu’yla keleşlerin tetiklerine asıldığında Hasan, artık saklanmanın anlamı yok dercesine arkadan askerlere kurşun yağdırırken birer ikişer yere düşen askerler, sayılarını giderek kaybediyordu. Tankın içindeki askerler, hızla hedeflerine Ferhat’la Arzu’yu alırken birden açılan kapak, onların irkilmesine neden oldu. Hasan’ın İsrail askeri kamuflesinden dolayı tanıyamamışlardı. Ama Hasan, kendisini fena tanıttı. Art arda bastığı tetikle tankın içindeki bütün askerleri yerle bir etmişti.

Sağdan ilerleyen Merdan, soldan ilerleyen Serdengeçti’ye bakarak adımlarını atıyor ve arada bir dönerek arkalarını kontrol ediyordu. İkisi de yine aynı eve denk geldiler; camsız pencereden içeri girdiklerinde, güneşin giderek batma noktasına yaklaşmasını es geçtiler ve hızlarını düşürmeden evin kapısında durdular. Serdengeçti, tahta kapının deliğinden dışarıya baktı. Direnişçilerle askerlerin kapışmaları, hız kesmeden devam ediyordu. Direnişçiler, birkaç hamleden sonra geri çekiliyor; askerler, onların üstüne gelince de tekrar hamlede bulunuyorlardı. Böylelikle birkaç askerin pasif olmasını sağlamış, saldırılarını daha da güçlendirmişti. Görülen bir manzara, Serdengeçti’nin yüreğini sızlattı. Direnişçilerden biri, askerlerden birinin attığı el bombasının üzerine abandı; bombanın patlamasıyla direnişçinin her iki ayağı koparak savrulunca direnişçi, acısını unutarak yerden topladığı taşlarla askerlere karşılık vermeye çalışıyordu. Askerlerden biri, silahını ateşlemiş ve o yaralı direnişçi, son nefesinde göğe bakarak tebessüm etmişti. Serdengeçti’nin yüreği sızlamıştı bunu görünce; derin bir nefes alarak Merdan’a baktı ve hafifçe başını salladı. Artık Misha ve askerleri, onların tam önündeydi; hızla evden çıktılar, Merdan’ın hızlı adımları, Serdengeçti’nin acele adımlarına yansıyor ve ikisi, hızla öndeki Misha ve askerlerine doğru ilerliyordu.

“Misha El Yehova!” diye seslenen Merdan’ın sesi, ortama bir panik havası aşılamıştı; hızla sesin geldiği yöne dönen Misha, daha ne olup bittiğini anlayamadan göğsüne saplanan mermiyle dondu kaldı, ikinci merminin de aynı yere saplanması, onun görüntüsüne buğuluk getirmişti ve üçüncü mermi, Misha’nın yere düşmesine ortam sağlamıştı. Askerler de şaşkına dönmüştü. Her biri yerinde durmuş bakarken Serdengeçti, hızla tetiğine basarak her birine ikramda bulundu; üstüne bir de direnişçilerin attığı Molotoflar, onları çepeçevre kuşatmaya yetti. Merdan, Misha’nın can çekişen bedenine tepeden bakarken Misha, son nefesleri arasında:

“Ne yaparsanız yapın, biz kazanacağı!” dedi ve Merdan, onun daha fazla konuşmaması için, namludaki mermiyi ateşledi. Mermi, Misha’nın alnının çatısına saplanıp onu ebediyen susturdu. ‘Allah-u Ekber’ nidaları, adeta arşı delercesine göğe savrulurken öte yandan Ferhat’ların cephesinde hâlâ gerginlik sürüyordu. Köşeden dönen Mirşah, birden tankın topunun kendilerine dönük olduğunu görünce irkildi. Askerlerinin her biri, cansız bir şekilde yerdeydi; yutkundu Mirşah, gözlerini tanka dikerek derin bir nefes aldı ve burnundan soludu. Birden duyduğu tekbir sesleri, onun iyice canını sıkmıştı. Hızla babayı kendisine doğru çekip arkasına geçti ve silahını, babanın şakağına dayayıp bekledi. Ferhat, tankın arkasından çekilip silahını ateşlerken askerler, onu vurmak için harekete geçti ama Ferhat, kendisini korumaya alarak askerlerin durmasını bekledi. Askerler durunca, tekrar yerinden çıkıp üst üste ateş etti ve kalan üç askerden birini daha yere yığdı. Tekrar saklanırken iki asker, kendilerini Mirşah’a yakın tutmaya çalıştı. Ama Mirşah, ileri dercesine komut verince askerler, onun emrine uymak zorunda kaldı. Ferhat, şarjörleri biten iki askere acımadı, yerinden çıkıp üst üste tetiğe bastı ve ikisini de yere yıktı.

“Tek başınasın Mirşah Badem, buraya kadar!” diyen Ferhat, ona doğru bir adım attı.

“Gelme!” diye seslenen Mirşah, havaya bir el ateş edip onu durdurdu. Duyulan paldır küldür sesleri, ortama adeta renk kattı. Merdan ve Serdengeçti, yanlarında direnişçilerle geldiğinde Mirşah, işin kötüye sardığını anladı. Demek Misha da ölmüştü. Tek başına kaldığını anlayan Mirşah, hiç düşünmeden babanın şakağına mermiyi sapladı. Baba, ne olup bittiğini anlayamadan yere düşerken Mirşah, bu şaşkınlığı fırsata çevirdi ve silahını Ferhat’lara çevirdi. Tam ateş edecekti ki, tankın içinde olan ve babanın vurulduğunu gören Hasan, hiç düşünmeden topun düğmesine bastı. Havan topunun ateşlenmesiyle Mirşah, daha tetiğe basamadan kendisine isabet eden topla ileriye savruldu ve duvara yapıştı. Patlayan topun etkisi, her yerde hissedilmişti. Tozun dumanın sardığı, toprağın havalara sıçradığı bu ortamda alev topları, adeta göğe doğru uçmuştu. Göz gözü görmez olmuş, görüntüler kaybolmuştu.

Aradan belki yarım saat, belki bir saat geçmişti; yaralılar, tedavi edilmek için köşe bucağa çekilirken ölenlerin üzerine çekilen örtüler, onları gözden ırak etmeye yetmemişti. Sağ kalan direnişçiler, Hasan’la birlikte gezinerek enkazlar gözden geçiriliyordu. Merdan, Ferhat, Serdengeçti ve Arzu da, bir köşede durup sessizce bekliyorlardı. Bu sessizliği, Ferhat bozdu.

“Bitti!”

Arzu, dolu gözlerini ona çevirirken Merdan, derin bir nefes alarak:

“İstenilen oldu, beklenen gerçekleşti arkadaşlar!” dedi. Serdengeçti, bir gözü Arzu’da:

“Şimdi ne olacak peki? Nasıl buradan çıkacağız?” diye sordu. Anlamsız bakışlar dolanırken duyulan helikopter sesi, onları hemen ayağa kaldırdı. Ferhat, havada süzülen askeri helikoptere bakarak:

“Bizim için… Bizim için geldiler belki!” dedi. Merdan, tebessüm ederek:

“Belkisi yok oğlum, bizim için geldiler!” deyince Arzu, sevinçle elini yüzüne sürdü. Serdengeçti, gözlerini kısarak yaklaşmakta olan helikopteri izliyordu.

Pervanesi, havadaki oksijeni evirip çevirirken tekerleklerin altında parlayan ışık huzmesi, havanın aydınlık olmasından dolayı pek de seçilemiyordu. Kime ait olduğu, hangi ülkenin malı olduğu belli değildi. Pilot kısmında oturan ve kamufle olarak kimliğini gizleyen kişi, bir kumandanın kırmızı bir düğmesinde parmağını gezdiriyordu. Kulağında yankılanan:

“Şimdi!” komutuyla düğmeye bastı. Helikopterin alt kısmına yapıştırılmış olan bombalar, birden aktif hale gelerek aşağı bırakıldı. Birbirinden bağımsız olarak dört ayrı noktaya ayarlanmış olan bombalar, ayarlandıkları noktalara hızla düşerken yeri göğü inleten patlamalar, yerden ta helikoptere kadar ulaşmış gibiydi. Koyu toz bulutları, koyu dumanlar ve alev topları, havaya doğru süzülürken pilotun görüş mesafesi, bu dumandan, tozdan topraktan ve alev toplarından etkilenmişti. Her yere sinen koyu dumanlar, onun görüşünü kapatıyordu. Bu koyu dumanların arasında ilerleyen helikopter, giderek oradan uzaklaşırken arkasında koca bir enkaz bırakmıştı. Her yer koyu dumanların arasındaydı ve hiçbir şey görünmüyordu.

Daha sonra haberlerde, şöyle basit bir ‘Son Dakika’ bülteni geçecekti:

“Siyonist İsrail, Ramallah’ı vurdu…”

🌏🌏🌏

Bizimkiler o cehennemden kurtuldu mu, kim öldü kim kaldı? Hepsi ve daha fazlası... Konsey (4. Sezon)

⭐⭐⭐

Kahraman Türk ordumuzun başlatmış olduğu Barış Pınarı Harekatı için Allah'tan nusret, İzzet ve zafer niyaz ediyorum. Rabbim her daim yar ve yardımcımız olsun...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top