/Kısım 5
Bir yemek fabrikasına ait kamyon, kumlu bir yolda ilerlerken güneş, öğleden sonraki zaman dilimine geçmek üzereydi; bunaltsa da gene de hafif bir serinlik de arada bir görünüp teselli gibi insanları okşayıp varlığını hissettiriyordu. Direksiyondaki adamın Yahudi olduğu, kafasındaki takkesinden belliydi; bir de bıraktığı ince sakallarıyla fikrini ve zikrini ayan ediyordu. Yanında oturan arkadaşı da aynı onun gibiydi. Sadece onun sakalları yoktu.
“Hey Yorgi, çok susadım dostum!” diyen direksiyondaki adam, arkadaşının uzattığı su şişesini alarak:
“Tanrım, bu ne sıcak böyle? Daha soğuğu yok muydu?” diye sordu. Yorgi, direksiyondaki arkadaşına bakarak:
“Kalmamış dostum, idare et!” dedi.
“Lanet olsun!” diye fısıldayan adam, sudan bir yudum alacaktı ki aracın sarsılmasıyla dengesini kaybetti ve hızla direksiyonu çevirip yolun kenarındaki koca kütüğe çarptı.
“Lanet olsun, ne yaptığını sanıyorsun Şimon?” diye soran Yorgi, ansızın araçtan inerek sözde kendini kurtarmaya aldı. Birden kafasına aldığı darbeyle sarsılarak yüzüstü yere düştü ama bilincini korumuştu.
“Ah kafam!” diye sızlanırken tepesinde duran Merdan, onun kafasına bir darbe daha indirdi ve tamamen bilinci kayboldu. Şimon da araçtan inmişti. Merdan’a saldıracakken ayağına dolanan çelmeyle yere düşmüştü. Serdengeçti, onun kafasını aracın tekerleğine vurup bilinciyle oynadıktan sonra:
“Bunlar ne olacak?” diye sordu.
“Kurda kuşa yem olacaklar ağabey! Bu it sürüsü, az mı Filistin halkını kurda kuşa yem etti? Onların da olmasında bir beis yok bence!”
“Bence de…” diyen Serdengeçti, eğilip Şimon’un kafasını tek hamleyle çevirdi ve bilincini ebediyen yok etti. Aynı şekilde Merdan da Yorgi’nin boynunu kırarak onu ebediyen bilinçsiz bırakmıştı.
Kamyon hareket ederken Şimon’la Yorgi’nin cansız bedenleri, yolun kenarındaki bir kayanın altına bırakılmıştı ve elbiseleri çıkartılmış, öylece don atletle bırakılmıştı.
Aracın hızını, en yüksek boyuta getirmişti. Ayağıyla gazı köklemiş, bir an önce bu işi de bitirmek için adeta zamanla yarışır hale gelmişti. Direksiyondaki Merdan, giydiği elbisenin bunaltıcı kokusunu duymamak için her ne kadar gayret etse de, burun direkleri çatlarcasına kokuyu alıyor ve midesi bulanıyordu.
“Ağa, midem kalktı ya, bu ne?”
Serdengeçti, tebessüm ederek:
“Avını düşürmek için dostum, mecburen çakalın postunu giymek zorundasın!” deyince Merdan, göz ucuyla ona bakarak:
“Bunlar çakal değil ağabey, bunlar bildiğin it yani!” dedi. Gülümsedi Serdengeçti, başını sallayıp gözlerini ileriye dikti.
“Yavaş ol, geldik dostum!” diyerek gözleriyle karşıki karakol biçimindeki alanı işaret etti.
“Böyle numaralara hiç gerek yokmuş, biz burayı hayli düşürürdük!” diyen Merdan, tesisin küçüklüğüne vurgu yaparken Serdengeçti, derin bir nefes aldı. Sanki aldığı derin nefes, bin bir cevap barındırıyordu ama o, yine de söylemeyi tercih etti.
“Eğer direk saldırırsak, almamız gereken kriptolu verileri imha edebilirler. Bu yüzden bu yola başvurduk! Şimdi yavaş ol da, kapıya yanaştır!”
Merdan, hızını daha da düşürüp kapıda dururken iki asker, kontrol amaçlı onlara yaklaştı. Camın önünde durduğunda, şöyle bir Merdan’a baktı; gözlerini kıstı, arkadaşına baktı ve tekrar Merdan’a dönüp onu şöyle bir süzdü.
“Şimon nerde? Sen kimsin?”
“Şimon’ların işi çıktı, yerine biz geldik!”
Merdan’ın cevabı, onları pek de memnun etmemiş gibiydi. Asker, biraz daha cama yaklaştı. İyice Merdan’a adapte oldu.
“Ben seni tanıyor muyum?”
Merdan, bozuntuya vermedi.
“Bilmem, tanıyor musun? Ben seni hiç görmedim mesela! Ama eğer bizim yemek fabrikamıza gelmişsen, belki beni görmüşsündür.”
“Adın ne senin? Ustana bir sorayım!”
Serdengeçti araya girdi.
“İşimiz gücümüz var dostum, acele etmemiz gerek! Yemekler bozulur sonra!”
Asker, Serdengeçti’ye bakıp gözlerini daha da kıstı. Baya bir şüphelendiği her halinden belliydi. Tekrar Merdan’a dönerek:
“Adını söyle!” dedi.
“Levi benim adım, Şimon’un kuzeniyim!” diyen Merdan, telefonunu çıkaran askere bakıp göz süzdü. Asker, birkaç uğraştan sonra telefonu kulağına dayadı. Merdan, sıkıntıyla elini direksiyona dayayıp ritim tuttu. Serdengeçti, etrafta gezinen askerleri sayıyordu. Tesis baya küçüktü, tek katlı ve ufak bir yapıdan ibaretti. En fazla on asker dolanıyordu. Buranın neden böyle ufak ve korunmasız olduğunu bilmiyordu Serdengeçti. Ama buradaki veri deposunun hayli önemli olduğu, alenen ortadaydı. Burada gelişen bütün olaylar, siyasi ve sosyal bütün gelişmeler, burada kayıt altına alınıyordu. Bu yüzden buradaki hard diski almak zorundaydılar. Asker, tekrar camın önünde durup:
“Geçebilirsiniz!” deyince Merdan, tebessüm ederek başını salladı. Kapının açılmasıyla aracı yavaşça hareket ettirdi. Araç ilerlerken Serdengeçti, hafifçe Merdan’a sokulup:
“Desene, Hasan işi başarmış!” dedi. Gülümsedi Merdan ve:
“Patronun ödü patlamıştır dostum!” dedi.
“Kafasını da patlatmasa bari!” diyen Serdengeçti, tebessüm ederek etrafına bakındı ve askerlere başını sallayıp selam verdi.
Kamyon tesisten çıkarken kapıdaki aynı asker, yine aracı durdurmuştu. Aklını Merdan’a taktığı belliydi.
“Şimon’a selam söyle!”
Gülümsedi Merdan, aklına bir şey gelmişti ama kendini toparlayıp:
“Olur, söylerim!” dedi. Aracın gazına basıp oradan yavaşça uzaklaşırken Serdengeçti’ye dönerek:
“Az kalsın aleyküm selam diyecektim dostum!” deyince Serdengeçti, başını hafifçe sallayıp:
“O zaman pot kırılmakla kalmaz, postu da deldirmiş olurduk usta!” dedi. İkisi tebessüm ederken güneş, hâlâ aynı sıcaklıkla ve aynı tavırla gökyüzünde parlıyordu.
Aradan iki saat falan geçmişti ki Merdan, aracın koltuğuna iyice yapışmış sırtını hafifçe çekerek yan koltukta uyuklayan Serdengeçti’ye baktı. Çalan telefon, ortamdaki sessizliği dağıtırken Merdan, telefonu açarak:
“Söyle Hasan!” dedi.
“Fabrika sahibini bıraktım ağabey!”
Gülümsedi Merdan.
“Nereye bıraktın?”
“En yakın çöp yığınının arasına… Siz ne yaptınız?”
“Yemeği bıraktık kardeş, zamanı bekliyoruz! Senin verdiğin ilaç, işe yarar değil mi?”
“Yarar ağabey, neden yaramasın? Hatta yaramıştır bile!”
“Atilla ve Misha ne yapıyor?”
“En son uyuyorlardı ağabey, şimdi uyanırlar!”
Gülümsedi Merdan, göz ucuyla Serdengeçti’ye baktıktan sonra:
“Tamam kardeş, haydi görüşürüz!” dedi. Telefonu kapatan Merdan’a bakmadan, sanki uykudaymış gibi:
“Durum ne?” diye sordu.
“İçeri girelim!” diyen Merdan, kontağı çevirdi. Bu sefer kamyon değil, siyah bir arabadaydılar. Kamyon da onların gerisinde, yolun kenarında duruyordu. Merdan, dikiz aynasından etrafına bakındıktan sonra hızla harekete geçti.
Tesise yaklaştıklarında, etrafın ıssız olması, onları gülümsetmişti. Belli ki ilaç işe yaramıştı, ortalıkta kimse görünmüyordu hatta görünenler de, sanki ölmüşler gibi yerde yatmıştı. Kapının önünde duran araçtan indiler. Merdan, az önceki askere baktı. Yerde uzanmış, ağzından köpükler akıyor ve cansız bir şekilde öylece yerdeydi. Eğilip nabzına baktı ve Serdengeçti’ye dönerek:
“Mevta…” diye fısıldadı.
“Zehir baya tesirli olmalı! Haydi, şu hard diskleri alıp çıkalım!”
İkisi ilerlerken güneşin giderek ikindiye göz kırpması ve gökyüzündeki bulutların sayılarını çoğaltıp bir araya gelme çabaları, gözlerden kaçmıyordu.
Tesisin kapısından içeri girdiler. Bir askere basmamak için dengesini kaybeden Merdan, duvara çarpınca Serdengeçti, onun kolundan tutup yardımcı olmuştu. Köşede de bir asker yerdeydi, birinin tabağı da karnına düşmüş ve içindeki yemekler de üstüne dağılmış bir şekildeydi. Etrafına bakınan Merdan,
“Kontrol odası nerde?” diye sordu. Serdengeçti, ileriki ‘Control’ yazısını görünce işaret etti. Hızla oraya yöneldiler.
İçeri girdiklerinde, bir askerin masada sızdığını gördüler. Bütün yemekler, bilgisayara bulanmıştı. Eğildi Merdan, bilgisayarın kasasını söküp kenara çekerken Serdengeçti, güvenlik kameralarının olduğu bilgisayara adapte olmuştu. Her tarafta askerler yerde, yemekleri dağılmış bir halde ve cansız bir şekildeydi. Başını sallayan Serdengeçti,
“Yazık oldu ama!” diye fısıldadı. Kasadaki hard diskin sökülmesi için uğraş veren Merdan, başını kaldırıp:
“Anlamadım, neye?” diye sordu.
“Bunca nimete… Keşke direk aralarına dalmış olsaydık!”
Hard diski sökmeyi başaran Merdan, tebessüm ederek:
“Oldu da bitti maşallah! Haydi gidelim!” dedi. Tam çıkacaklarken Serdengeçti, içerdeki güvenlik kamerasına bakıp el salladı.
“Türkiye’den sevgilerle…”
Araca binecekleri sırada Merdan, yerdeki askere eğilip:
“Bu arada adım Merdan Şahin! Sor ağababalarına, iyi tanır!” diye fısıldadı. Sonra da araca bindiler. Kontağı çalıştıran Merdan, hard diski bilgisayara yerleştiren Serdengeçti’ye bakıp:
“Ne dersin, para eder mi bu?” diye sordu.
“Milyon dolar eder dostum, ne diyorsun sen?”
“İyi, okut bakalım!” diyen Merdan, aracı geri getirip dönüş alırken Serdengeçti,
“İyi okunması gerek zaten!” deyince Merdan, hızla gaza basarak aracı adeta dörtnala kaldırdı.
Devriye otosundaki askerler, nöbet değişimi için malum tesise doğru ilerliyordu. Elindeki purodan derin bir nefes çeken asker, camdan külünü savurmak için yana döndüğünde, yolun kenarındaki kayanın altında yatan cesetleri fark etti ve aniden:
“Dur Savi, dur!” diye seslendi. Savi denilen şoför, hızla frene basınca araç, sarsılarak zor bela durabildi. Purosunu atan asker, Savi ve arkadaki üç kişiyle birlikte araçtan indiğinde Savi,
“Ne olmuş burada, bu Şimon’la Yorgi!” diye fısıldadı.
“Lanet olsun!” diyen diğeri, hızla silahının emniyetini açtı. O sırada ilerde beliren siyah araç, onların dikkatini çekmişti. Her beşi, hızla araçlarına binerken Merdan’ların olduğu araba, gelip onların yanından hızla geçti. Geçerken de Serdengeçti, camdan onlara bakıp zafer işaretiyle selam verdi. Savi, hızla aracı döndürdü ve az kalsın şarampole yuvarlanacaklardı. Merdan’ların peşinde düştüklerinde demin puro içen asker, telsizden anons yaptı.
“Türkleri bulduk, onları bulduk! Takviye lazım!”
“Hemen gönderiyoruz, sakın kaybetmeyin!”
Serdengeçti, Merdan’a dönerek:
“Peşimizdeler birader, ne yapalım?” diye sordu. Merdan’ın gülümseyerek:
“Bizi takip etsinler birader!” demesiyle o da gülümsedi.
“Haydi bakalım!”
Merdan, aracın gazını kökleyip başka bir sapa yola girdiğinde asker aracı da onların hemen ardından o yola girmişti. Dikiz aynasından arkasını kontrol eden Merdan, suratında alaylı bir ifadeyle hızla direksiyonu kırdı ve başka bir yola saptı. Epey bir araları açılmıştı, Serdengeçti de anlamıştı Merdan’ın ne yaptığını ve gülümseyerek göz ucuyla arkadaşına bakıyordu.
“Lanet olsun, ne yapıyor bunlar dostum?” diye soran Savi, demin puro içen askerin:
“Bizden kaçıyorlar adamım, takip et!” demesiyle:
“Bence başka bir şey var Maliv, bizi tuzağa çekiyor olmasınlar!” deyince Maliv denilen adam, arkadaşına bakarak:
“Ne tuzağı dostum? Görmedin mi, iki kişilerdi sadece?” der demez Savi, derin bir nefes alarak usulca başını salladı.
Başka bir yola saptıklarında, Merdan’ların aracının yolun ortasında durduğunu gördüler. Savi, hızla frene basıp aracı durdururken Maliv, arkadaki adamlara:
“Dikkatli olun!” diye uyarıda bulundu. Hepsi silahlarını hazır hale getirmişlerdi. Birer ikişer araçtan inerlerken etrafın ıssız olması, onları bir nebze korkutmuştu. Birden bir yaygara koptu.
“İndirin silahlarınızı, indirin!” diye bağıran Merdan, elindeki bombanın pimini çekip ileriye fırlattığında bütün askerler kendilerini yere atmışlardı. Silahlarını da bir köşeye atınca Merdan ve Serdengeçti, onların karşısında durmuştu. Serdengeçti, el bombasının pimini çekip elinde sabit tutunca askerler birer ikişer ayağa kalkıyordu.
“Şimdi adam akıllı durun!” diyen Merdan, silahının namlusunu sallayarak:
“Az önceki bomba sahteydi ama bu gerçek!” diye gürledi. Savi, ürkek gözlerle bakarken Merdan, gülümseyerek onlara doğru bir adım attı.
“Şimdi bizi yakaladınız, Kolan’a götürüyorsunuz!”
Maliv ve Savi bakışırken Merdan, tebessüm ederek onların suratlarını inceleyip adeta onlarla dalga geçiyordu.
Mossad Merkezi Birim…
Bilmem bu kaçıncı viski bardağıydı boşalttığı, bu kaçıncı viski şişesiydi bitirdiği? Kafayı yemek üzereydi, yukarıdan baya bir baskı vardı ve Mirşah, ilk defa bu kadar dibe vurmuştu. Üstelik Sare’yle de araları bozulmuştu. Çıldırmak üzereydi, kapının çalmasıyla yerinde doğruldu. Yakasını toplamak zorunda kaldı, içeri giren kadını izlerken gözleri buğulanmıştı. Karşısında duran kadın, elindeki tablete bakarak:
“Efendim! Veri kasamız olan tesisimizin bütün personelleri, zehirlenerek öldürülmüş. Bunu Türklerin yaptığından şüpheleniyoruz! Ayrıca o civarda devriye gezen ekibimiz, malum Türkleri bulmuş ve peşlerine düşmüştü. Ama onlardan hâlâ bir haber alamadık!” dedi. Mirşah, derin bir nefes alarak:
“Sonya, biz onları Kolan’da beklerken onlar, hep hedef şaşırtıyorlar! Bence Kolan’a giremezler. Bunu anladık! İstediğim araştırmayı yaptın mı?” diye sordu.
“Yaptık efendim! Abdusselam El Bistami, derneğin başına geçerek Müslümanlara yardım ve yataklık ediyor. Onları İsrail askerlerine karşı kışkırtıyor, onları direnişe ve direnmeye zorluyor. Onlara silah yardımı, yemek ve ihtiyaç yardımı yaparak İsrail askerlerine karşı direnişe çağırıyor. Kısacası bu adam, tam bir İsrail düşmanı efendim!”
Başını hafifçe sallayan Mirşah, yavaşça ayağa kalkarak:
“O zaman onu yargılamanın zamanı geldi!” dedi. Sonya adındaki kadın, başka bir konuya geçti.
“Bulunan sandık incelendi efendim!”
Mirşah, meraklı gözlerini iri bir şekle getirerek:
“Sonuç ne?” diye sordu.
“Vasilly, sizinle görüşmek istiyor.”
“Peki, önce onunla bir görüşelim!” diyen Mirşah, kadınla birlikte kapıya yönelirken masasında duran viski bardağının dibini sıyırmış olması, Mirşah’ın ardında kalan enkazın son görüntüsüydü.
Akşamın karanlığı, bütün her yeri kuşatmıştı. Kolan’a doğru ilerleyen araç, ele geçirilen Türkleri barındırıyordu. Askerler mutlu olması gerekirken endişeli ve telaşlı halleri gözlere çarpıyordu. Serdengeçti, bir askerin suratına bakarak:
“Eğer en ufak bir pot bile kırarsanız, üzerinizdeki patlayıcılar infilak eder ve siz, orayı da alt üst edersiniz!” dedi. O asker, yutkunduktan sonra:
“Merak etme!” diye fısıldadı. Merdan araya girdi.
“Biz değil, siz merak edin bence!”
Araç, Kolan kapısına dayandığında birkaç asker, hemen aracın etrafına üşüştü. Bir iki kişi aracın altına bakarken diğeri bagajı kontrol etmiş ve biri de camın önünde durmuştu.
“Kim bunlar?”
Savi, katı bir sesle:
“Bunlar, şu İsrail’i alt üst eden Türk ajanlar! Onları bugün yakaladık ve buraya getirilmeleri istendi. Sanırım patron da buraya geliyor!” dedi. Asker, başını sallayarak kapı tarafına baktı.
“Açın, geçsinler!”
Araç hareket ederken Merdan, durgun bir tavırla:
“Güzel! Şu ana kadar iyi gidiyor! Sakın bir pot kırmayın!” dedi. Savi’nin endişeli suratı, Maliv’in korku dolu bakışlarıyla buluşunca Serdengeçti, bir gözü Merdan’da:
“Sanırım kıyamet kopacak!” deyince Merdan, derin bir nefes aldı.
“Kopan bizim değil, onların kıyameti olur birader!”
Araç bir noktada durduğunda, İsmar ve Jakob, birkaç askerin eşliğinde hızla binadan çıkmıştı. O sırada Merdan’la Serdengeçti arabadan indiriliyordu. Askerlerin hepsi, onların etrafını kuşatmıştı. Merdan etrafına bakınırken Serdengeçti, onlara doğru gelmekte olanlara bakıyordu. İsmar, Jakob’a sokulup:
“Önce bir rahat dur, ne olduğunu anlayalım!” dedi. Jakob, öfkeden burnundan soludu. Merdan, karşısında duranlara bakarken İsmar, alaylı bir şekilde onları tepeden tırnağa süzdükten sonra:
“Şu Türkler siz olmalısınız?” diye sordu. Serdengeçti, katı bir sesle:
“Biziz onlar, beğenemedin sanırım!” deyince Jakob, tebessüm ederek:
“Baya bir kendilerine güveniyorlar, ne dersin İsmar?” derken Merdan, Jakob’a tiksinmiş bir şekilde bakarak:
“Biz kendimizden önce, Allah’ımıza güveniyoruz; ama siz, ne kendinize güveniyorsunuz ne de sığındığınız şeye! Sizin tek güvendiğiniz şey, iktidar denen içi boş illet! Ama o da boş, bomboş bir şey işte!” dedi. Jakob, Merdan’a yaklaşırken İsmar, bir şeylerden korktuğunu belli edercesine hemen arkasından adımladı. Geldi Jakob ve Merdan’ın dibinde durdu.
“Dilin çok uzun senin! Keserler, dikkat et!”
“Kesemezler, merak etme! Bu dili kesmek, her yiğidin harcı değil!” diyen Merdan, ansızın Jakob’un suratının orta yerine bir kafa darbesi indirdi. Askerler Merdan’a çullanırken Serdengeçti, harekete geçen İsmar’a olanca gücüyle bir tekme savurdu ve onu da Jakob’un yanına düşürdü. Ona da çullandılar. Tekme tokatla Merdan’la Serdengeçti’ye dalmışlardı; diğer beş asker, üzerlerinde bomba olduğu için pek bir şey yapamıyorlardı ve korkudan bir şey de diyemiyorlardı. En son İsmar, elini kaldırıp askerlerin durmasını sağladı. Merdan ve Serdengeçti, ağzıları burunları kan revan içinde ayağa kaldırılırken İsmar, arkadaki koca binayı işaret edip:
“Onu da arkadaşlarının yanına atın! Biraz hasret gidersinler! Sonra da Misha ve Atilla’nın bulunması için, onları sorgu odasına alın!” dedi. Merdan ve Serdengeçti götürülürken o beş asker, ümitli gözlerle etrafına bakınınca Merdan, bulduğu fırsatla onlara baktı ve akıllı olun dercesine kaş göz işareti yaptı. Askerler, korku dolu gözlerle bakışırken Merdan’la Serdengeçti, çoktan içeri alınmıştı. Jakob, ağzını yüzünü temizleyerek İsmar’a yaklaştı.
“Onları ben sorgulayacağım! Özellikle de şu dili uzun olanı…”
“Tek başına olma da, sonra da ağabeyine hesap vermek zorunda kalmayalım!” diyen İsmar, onun öfke dolu bakışları arasında binaya doğru yürüdü.
Ferhat, içeri girenlerle beyninden vurulmuşa döndü. Karşısında Merdan ve Serdengeçti’yi görünce, var olan umutları da suya düşmüş gibi oldu. Ama Merdan’ın suratındaki tebessüm, onun gözlerinin kısılmasına neden olmuştu. Birbirlerine uzun uzadıya sarılırken kaç zamandır ayrı kalmanın vermiş olduğu hasretle aslında birbirlerine ne denli alıştıklarını anlamıştı. Oturup konuştular, hasret giderdiler ve en son Ferhat,
“Nasıl oldu peki?” diye sordu. Merdan, derin bir nefes alarak:
“Kolay birader, merak etme!” dedi. Serdengeçti, yerinde dikildi.
“Şimdi bizi sorgu odasına götürecekler ve diyecekler ki…”
Sorgu odasına alınmışlardı, ikisi de yan yana oturtulmuş ve sorguya başlayacaklardı. İsmar ve Jakob, yanlarında askerlerle içeriyi doldurmuştu. Jakob, kendinden emin tavrından ödün vermeden:
“Atilla ve Misha nerde? Onları nerde tutuyorsunuz?” diye sordu. Merdan, çenesini sıvazlayarak:
“Bak koçum, beni sorguya almak, senin çapın değil! Ağababanı dize getirmiş biriyim, değil size, dünyaya mesajımı nakletmiş biriyim! Gelip bana bu dandik soruları soruyorsun! Ayıp!” deyince Serdengeçti, tebessüm ederek:
“Sen git, büyü de gel!” dedi. Jakob, elini kaldırıp tam Merdan’a vuracaktı ki Merdan, gömleğinin kol düğmesine sıkıca baskı uyguladı.
Yan yana avluda oturmuştu o beş asker, arka bahçede, başlarına gelen şeyden kurtulmanın çaresini düşünürken duyulan dit sesi, onların birbirlerine bakmalarına neden oldu. Gecenin karanlığı, aniden berrak bir kızıllıkla aydınlandı ve kopan gürültü, yerin yerinden oynamasına sebebiyet vermişti; art arda yaşanan patlamalar, camı çerçeveyi yerle bir ederken meydana gelen sarsıntılar, patlamanın şiddetini gözler önüne seriyordu. Etrafa savrulan askerler, öteye beriye fırlayan bidonlar ve oturmak için kullanılan masalar da patlamadan nasibini alarak havaya fırlamıştı. Camlar, çerçevelerle birlikte tuzla buz olurken çevrede ve yakınlardaki askerler de alevlere meze olmuş ve patlamayla dört bir yana fırlamıştı.
Dengesini yitirip Merdan’ın üstüne düşen Jakob, Merdan’ın aniden onun boynunu tutup çevirmesiyle, daha kendine gelemeden cansız bir şekilde yere yapışmıştı. İsmar’ın gözleri açık kalmıştı. Serdengeçti, bu şaşkınlığı fırsat bilip onun üzerine atılmış ve hızla onun silahını belinden çekerek askerleri kurşun yağmuruna tutmuştu. Düşen her bir asker, onlara kapı aralıyordu. Merdan, yerden aldığı silahla atağa kalkmıştı; sırtını kapı duvarına dayayıp koridora baktı. O sırada Serdengeçti, müdür İsmar’ın şakağına mermiyi yapıştırmış ve o da Merdan’ın karşısında durarak mevzi almıştı. Koridorun başında beliren asker, Merdan’ın mermisini yerken Serdengeçti, koridora çıkarak hızla koştu. Merdan da hemen onun peşinden geliyordu.
Ferhat, ansızın açılan kapıyla irkildi. Patlamalar duymuş, silah sesleri işitmiş ve açıkçası arkadaşları için çok korkmuştu. Merdan, ona bir silah fırlatıp:
“Haydi birader, buraya oturmaya mı geldin?” deyince Ferhat, uzun namlulu silahın sapından sıkıca tutarak:
“Hayır birader, ya ölmeye ya da öldürmeye geldim!” dedi. Merdan gülümseyerek göz kırparken Ferhat, derin bir nefes alarak:
“Haydi bismillah!” diye mırıldandı ve harekete geçti.
Merdivenlerden yukarı çıkan askerler, aşağı kata düşen bombayla neye uğradığını şaşırmıştı; Ferhat çömeldi, Merdan duvara tutundu ve Serdengeçti de sırtını dönüp çömelirken bombanın patlaması, şiddetli bir sarsıntı yaratmıştı. O askerlerden eser bile kalmamıştı.
Başka bir koridora çıkmak istediler ama açılan yaylım ateşi, onları geri çevirmişti. Ferhat, sırtını sıkıca duvara yaslayıp:
“Var mı sis bombamız?” diye sordu. Merdan, tebessüm ederek:
“Maalesef, deminki herifin üstünde anca el bombası vardı!” deyince Serdengeçti, atağa kalkmak istedi ama yanından geçen mermi, onun tekrar düşünmesini sağladı. Arkadaşlarına dönüp:
“Olmadı!” dedi. Ferhat, geçen mermilerin ne boyutta olduğunu görünce gülümsedi. Demek askerler, ayakta ateş ediyordu. Hızla çömelen Ferhat, takla atarak ateş etti ve bir askeri yere düşürdü. Aynı şekilde Merdan da çömelerek takla attı ve o da ateş edip birini daha indirdi. Sıra Serdengeçti’ye gelmişti ama kesilen ateş, onun şanslı olduğunu gösteriyordu. Hızla yerinden çıkıp üst üste ateş ederek ilerledi ve tam ateş etmek üzere olan askeri kafasından vurdu.
Yaralı bir askerin başında duran Ferhat, hızla çömelip silahın namlusunu onun göğsüne dayadı.
“Arzu Oktaylar nerde lan? Hangi hücrede tutuluyor?”
Yaralı adamın titremesi, Ferhat’ın sinirlenmesine neden olmuştu. Hızla onu sarsarak:
“Söyle lan!” diye gürledi.
“F koridorun sonundaki hücre…” diye inledi asker, Ferhat durmadı ve tekrar yakasını sarstı.
“Ya Suzana Manuel, o nerde lan?”
“Onu götürdüler, bu sabah götürdüler.”
Birden irkildi Ferhat, demek bu sabah duyduğu kargaşa bu yüzdendi. Yutkunarak arkadaşlarına baktı. Merdan, Ferhat’ın omzuna elini koyup:
“Arzu’yu alıp da çıkalım birader! Birazdan burası cümbüş yeri olur!” dedi. Başını salladı Ferhat, ayağa kalkarken tetiğe basmayı da ihmal etmedi ve yaralı askerin inlemelerini susturdu.
Kapının ansızın açılmasıyla Arzu, yaslandığı duvardan bir ok gibi fırladı ve iri gözlerle kapıdakine baktı. Gördüğü hayal miydi, şok mu geçiriyordu yoksa beyni ona oyun mu oynuyordu? Ferhat mıydı bu? Hayır, o olamaz diye düşündü; nasıl yani, buraya nasıl gelmişti, ne işi vardı burada ve en önemlisi de kimdi bu adam? Ferhat değildir diye farz etmişti, gözleri kısık bir şekilde Ferhat’a bakarken Ferhat, yutkunarak bir iki adım attı. Kadının yüreğine inmişti, aklı hayali durmuştu ve dili tutulmuştu.
“Benim, Arzu! Ferhat’ım ben!” diye sayıklayan Ferhat, kapının önünde nöbet tutan arkadaşlarına güvenerek rahat davranıyordu. Arzu’nun gözlerinden süzülen yaşlar, yanaklarını ıpıslak ederken elleriyle ağzını tutup ağlamamak için var gücüyle çırpındı ama dayanamadı ve gözlerindeki selleri salıverdi. Hıçkırıklar içerisinde ağlayıp çömelirken Ferhat, hızla onu tutup sardı, sarmaladı ve kollarını onun boynuna dolayıp bağrına bastı.
“Geçti, tamam geçti! Sakin ol, ben buradayım, sakin ol!” diye teselliler vermeye çalışırken Arzu, gözyaşları içerisinde onun suratına baktı. Çizikler, morluklar ve kan izleri vardı suratında; demek ki uzun bir zamandır buradaydı, peki ne işi vardı burada?
“Sen… Sen ne arıyorsun burada?”
“Her şeyi anlatacağım Arzu, öncelikle buradan çıkalım! Vaktimiz yok!” diyen Ferhat, kadının ayağa kalkması için yardım etti. İkisi kapıya yönelirken Merdan’ın ateş ederek birini indirmesiyle Arzu, avazı çıktığı kadar bağırdı. Ferhat, onun kolundan tutup kenara çekti ve o da ateş ederek birini indirdi. Arzu, neyin içinde olduğunu bilmiyordu; başına ne geldiğini, nerede olduğunu ve neler yaşadığını bilmiyordu. Ferhat, kadını arkasına alarak ateş etti ve hızla koştu. Arzu da ona ayak uyduruyordu. Koridorun başındaki üç asker, açılan ateşler sonucu yere düşmüşlerdi.
Alt kata indiklerinde, onları kalabalık bir grup karşılamıştı; Ferhat, az önce bir askerin cebinden aşırdığı el bombasının pimini çekip hızla ileriye fırlatırken Merdan, Serdengeçti’yle birlikte bir duvara yaslanıp beklediler. Ferhat da Arzu’yu sarıp sarmalayıp yere çömelmişti. Bombanın patlamasıyla oluşan sarsıntı, onları teğet geçse de etkisi baya uzun sürmüştü. O kalabalık gruptan arda kalan toz bulutuydu.
Giriş katına indiklerinde, dışarıdan açılan ateşle hemen mevzi tutmak zorunda kaldılar. Ferhat, takla atarak yerini değiştirdi ve iki kişiyi indirip mevzi tutarken Serdengeçti, dışarıdan gelen yoğun atışı hayra yormadı. Belli ki baya kalabalıktılar, Merdan’a dönerken:
“Şu arkadan dolanıyorum ben!” dedi. Merdan, başını sallayıp:
“Tamam dikkatli ol!” derken ateş etti ve birini ıskaladı. Ferhat, Arzu’ya kal işareti yaptıktan sonra yerinden çıkıp ateş etti ve birini daha indirmeyi başardı.
Serdengeçti, biraz arka tarafa düşen ufak bir camsız pencereden kendini dışarı attı. Deminki büyük patlamadan sonra camlar kırılmıştı. Hemen bir kolonun arkasına kendini atan Serdengeçti, yerdeki askerin tamamen yanmış olduğunu ve pis bir şekilde koktuğunu görünce iğrendi. Bir diğer askerin de bacaklarının olmadığını, kollarının ötede durduğunu görünce derin bir nefes aldı ve işine adapte olması gerektiğini düşünerek hızla koştu. Bir duvarın arkasına kendini attığında, duyduğu inleme sesiyle irkildi. Yerdeki yaralı asker, silahına uzanmaya çalışıyordu ve onu görmüştü. Askerin üzerine eğilen Serdengeçti,
“Istırabını dindireceğim, merak etme!” diye fısıldayarak hızla askerin boynunu kırdı. Gözleri açık kalan askerin arka cebinde sallanan el bombaları, Serdengeçti’yi gülümsetmişti. bombaları aldığı gibi yerini değiştirmek için harekete geçti.
Merdan, Ferhat’a bakarak:
“Birader, mermilerimiz bitmek üzere! Nerde kaldı bu adam?” diye sordu. Ferhat, yerinden çıkıp bir el ateş ettikten sonra tekrar mevzi tuttu.
“Bilirsin, bu adam özene bezene halleder işini!”
Merdan, bir gözü Arzu’da:
“Ya, bilmez miyim?” derken Arzu, ikisi arasında dolanan muhabbete bir anlam veremiyordu. Art arda duyulan patlama sesleri, koca gürültü ve sarsıntılarla kendisini hissettirmişti. Adeta yer yerinden sallanmış, her yer tarumar olmuş gibiydi. Silah sesleri kesilmiş, bir sakinlik ve durgunluk çökmüştü. Dışarıdan duyulan,
“Tamam, her yer temiz!” sesiyle Merdan,
“Tabi canım, çok temiz!” diyerek rahat bir şekilde yerinden çıktı. Ferhat, Arzu’nun elinden tutarak:
“Sen gözlerini kapa istersen!” deyince Arzu,
“Ama nasıl yürüyeceğim peki?” diye sordu. Ferhat, hafifçe başını salladı.
“Sen de haklısın!”
Dışarı çıktıklarında Arzu, kusmamak için kendisini zor tuttu. Bu kadar kanı, cesedi, filmlerde bile görememişti. Resmen kan gölü oluşmuş, her yer kan dolmuştu. Tiksinmiş bir şekilde ağzını tutarken Ferhat, onu kendine yakın tutarak:
“Kusura bakma, sana bunları yaşattığım için!” diye fısıldadı. Merdan ve Serdengeçti önde yürürken Arzu ve Ferhat, arkada onları takip ediyordu.
“Mirşah’ı da alırsak, bu iş bitecek! Haydi Misha, bize Mirşah’ın yerini söyle!” diyen Merdan, alaylı bir şekilde sırıtan Misha’nın suratına sert bir yumruk indirdi. Misha, ağzındaki kanı tükürerek:
“Beni öldürsen de, benden laf alamazsın!” diye tısladı. O metruk yapıya gelmişlerdi; öğlene yaklaşıyordu vakit, iyice dinlenmişler ve biraz da olsa kendilerine gelmişlerdi. Arzu da bir köşede durmuş ve onları izliyordu. Ferhat, hemen onun yanında durmuştu. Hasan, kapıya yakın bir yerde bekleyerek dışarıyı gözlüyordu. Serdengeçti de Merdan’ın yanındaydı. Elini Merdan’ın omzuna koyan Serdengeçti, derin bir nefes alarak:
“Bu böyle olmaz birader! Derneğe gidelim, kaç gündür harap olduk! Kendimize gelelim, devam ederiz! Hem yanımızda bir kadın var artık!” dedi. Başını salladı Merdan, ona hak vermişti. Yanlarında bir kadınla devam edemezlerdi. Hasan’a dönerek:
“Bir panelvan bul Hasan!” diyen Merdan, yaklaşan Ferhat’a bakarak:
“Derneğe gidelim!” dedi. Ferhat, hafifçe başını sallayıp onu onayladı.
Ramallah sınırına yaklaştıklarında, yanlarından geçen bir devriye aracı, onların yüreğini ağızlarına getirmişti. Ama durmamıştı devriye aracı, yoluna devam etmişti. Her yerde şenlik vardı sanki ve Filistin bayrakları asılıyordu mahallelere; Hasan, bir grubun yanından geçerken grubun zafer işareti yaptığını görünce gülümsedi. Gruptan Arapça bir şeyler de yükselmişti. Hasan, arkadakilere dönerek:
“Ağabey, dünkü baskını konuşuyor herkes! Kolan düşmüş diyorlar!” deyince Merdan, tebessüm ederek:
“İsrail denen devlet olmayanların maskesi düştü Hasan, artık dokunulmaz değiller!” dedi. Hasan başını sallarken Ferhat, Arzu’nun ürkek bakışlarına bakıp teselli verircesine kadının omuzlarını sıvazladı. Arzu, acımsı bir tebessümle ona baktı.
Ramallah, Bistami Derneği…
Her yer yağmalanmıştı, köşedeki hasrın yandığını gören Ferhat, kendardaki su bidonunu alıp üstüne boca ederken Merdan, etrafın dağınıklığını, her yerin tarumar olduğunu görünce yutkundu. Hiç kimse yoktu, ses seda gelmiyordu ve talan edilmişti her yer; darmaduman olmuştu dernek, yıkıp dökmüşlerdi her yeri ve her şeyi. Baba dedikleri adam da yoktu ortalıkta, görünmüyordu. Herkes nerdeydi, ne olmuştu buraya ve kim yapmıştı? Ortamda çınlayan telefon sesi, irkilmelerine neden oldu. Sağ köşedeki bir ayağı kırık tahta masanın üstündeki akıllı telefon, hem çalıyor hem de titreyerek ortama tiz bir ses bırakıyordu. Telefonu eline alan Ferhat, ekrandaki acayip numaraya bir anlam veremedi. Açtı.
“Alo!”
“Sizi görüyorum!”
Ferhat, hemen etrafına bakındı. Karşı duvarın gövde kısmında asılı duran saksının içindeydi ufak kamera ve Ferhat, herkesin meraklı bakışları arasında o kameraya doğru ilerledi.
“Alçak Mirşah!”
“Yanınızda Misha, Atilla da var. Güzel! Babanız da elimde! Benim elimde babanız, sizin elinizde bizim geleceğimiz var. Bunları takas edelim, yoksa heba olsunlar, ne dersin?”
Ferhat, telefonun sesini açığa verdi. Hasan ve Serdengeçti, Atilla’yla Misha’yı sımsıkı tutarken Merdan, Ferhat’ın yanında durdu. Arzu, korku dolu gözlerle etrafı inceliyordu.
“Sıra sana da gelecek Mirşah, sıranı bekle!” diyen Merdan, Mirşah’ın:
“Ben buradayım Merdan, gel de al!” demesiyle Ferhat, katı bir sesle:
“Sakın o adamın kılına zarar gelmesin! Yoksa yatacak mezarın bile olmaz!” dedi.
“Beni tehdit etmeyi bırakın! Yerimi bulmak için zaman kollamayın da, bana asla ulaşamazsınız! Babanıza karşılık, elinizdeki rehinler ve aldığınız hard disk… Kârlı biz gibi görünüyoruz, ha?”
“Pekala!” dedi Merdan, Ferhat’ın iri bakışlarını umursamadan:
“İstediklerini alacaksın! Atilla ve Misha, senin olacak! Hard disk de tabi! Takas nerde ve ne zaman?” diye sordu.
“Akıllı adammışsın Merdan Şahin, güzel! Hard diskten sakın veri kopyalaması yapmayın, ben hemen anlarım! Bu telefon yanınızda olsun, benden haber bekleyin!”
Telefon kapanınca Ferhat, saksıdaki kamerayı alıp yere attı ve ayaklarıyla çiğnedi. Merdan, derin bir nefes alarak Serdengeçti’ye doğru yürüdü. Ferhat, telefonu Arzu’ya uzatıp:
“Bunu al ve mümkün olduğunca bizden uzakta dur! Mutlaka bunun içinde dinleme cihazı veya izleme gibi bir şey vardır, tamam mı?” diye fısıldadı. Arzu başını sallayıp onlardan olabildiğince uzakta dururken Ferhat, Merdan’ların yanına gitti.
🌏🌏🌏
Devamı Kısım 6'da...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top