BÖLÜM 21: MAHKEME
"Annem, sen merak etme tamam mı bak burada zaten polisler var, avukatlar var. Bir şeycik olmaz bana... Tamam anneciğim... Tamam zaten çok sürmez... Hadi ben de öptüm... Tabi dikkat ederim kendime hadi bay bay."
Sonunda annemi ikna edip telefonu kapatabildiğimde mahkememin yapılacağı binaya neredeyse varmıştık. Telefonumu cebime atarken elime gelen Ayaz'ın telefonunu yanımda oturan avukata uzattım.
"Şey, bu Ayaz'ın telefonu. Bende kalmış da, sizde dursun, duruşmadan sonra verirsiniz."
Ön koltukta oturan Ayaz birkaç saniyeliğine arkaya, bize baktı. Sonra tekrar önüne döndü. Bu sırada zaten gelmiştik. Polis arabayı park etti. Herkes inince ben de indim ve onları takip ederek yürümeye başladım.
Hakim ne karar verecekti acaba? Gerçekten bir takım belgeler mi çalmıştı acaba? Ne belgeleriydi bunlar? Ve, en önemlisi acaba, Berke orada olacak mıydı? Benim okuduğum yazışmalara göre orada olmalıydı. Ah, kesin bir gerginlik çıkacaktı.
Bir kapının önüne geldik ve beklemeye başladık. Berke ortalıkta görünmüyordu. Polis memuru cep telefonunu çıkarmış onunla ilgileniyordu. Bunu fırsat bilip Ayaz'a biraz yaklaştım ve kulağına, yani yukarı doğru fısıldadı.
"Seni dava eden Berke, değil mi?"
Ayaz'ın gözleri şaşkınlıkla büyüdü ve çatık kaşlı yüzünü bana çevirdi.
"Birincisi bunu nereden biliyorsun ve ikincisi sen onu nereden tanıyorsun?"
"Sana konuşmamız gerek demiştim. Sandığından çok daha fazla şey biliyorum ve daha da fazlasını öğrenmek istiyorum. Bana her şeyi anlatacaksın."
O an fark ettim ki Ayaz ve Berke, aynı okulda olduklarını bilmiyorlardı. Eyvah, bu sene çok olaylı geçecekti. Bunlar okuldan atılmazsa iyiydi. Bunu onlara söylesem mi, yoksa kendileri mi fark etseler bilemiyordum. Tek bildiğim bunu şuan söylemeyeceğimdi.
Ayaz bana şaşkınlık ve kızgınlık arası bir duyguyla bakıyordu.
"Telefonumu karıştırdın değil mi?"
Bunu hemen anlamasına şaşırmıştım. Biraz zeki miydi bu çocuk?
"Aferin. Zekisin."
"Öyle olmasam bu duruşmadan sonra hapse girecek olurdum."
Ona dehşetle baktım. Böyle söylememeliydi. Ah, neden şu anda hırsızlık yapan birini önemsiyordum? Bu farkındalık hissi gelince kendimi o kadar suçlu hissediyordum ki...
Bekliyorduk, ama ne gelen vardı ne giden. Erken mi gelmiştik ne... Kulağımın dibinde yine aynı nefesi hissedince gerildim.
"Melek..."
Ne oldu dercesine ona baktım. Sesini daha da kısarak konuştu.
"Yoksa sevgilim mi demeliyim?"
Her zamanki kendini beğenmiş tavırlarıyla beni sinir ediyordu. Bu sefer susmayacaktım.
"Hayır. Melek demelisin. Çünkü ben senin sevgilin falan değilim. Ben senin için sadece Melek'im tamam mı?"
"Benim için ne olduğuna sen mi karar veriyorsun?"
Duvarın dibinde öylece ayakta durmuş birbirimize bakıyorduk. Ben başımı yukarı kaldırmıştım, o ise aşağı bakıyordu. Ben ona, söylediklerine bir anlam vermek ister gibi bakıyordum, o ise bakışlarına o anlamı çoktan yüklemişti. Sanırım biz hep böyle olacaktık. Ben ona anlamsız gözlerle bakacaktım, o bana anlam dolu gözlerle bakacaktı.
Şimdi ne demek istemişti mesela? Sen benim sevgilimsin falan değildi herhalde. Böyle düşünüyor olması imkansız değil miydi?
Söylecek sözüm yoktu. İlk defa, verecek cevabım yoktu. Bakışlarımı ondan çevirdim ve önüme döndüm. Gördüğüm şey, her şeyin başladığına işaretti. Tam karşımızdan gelen, Berke'ydi. Yanında takım elbiseli kırklı yaşlarında bir adam ve avukatı vardı. Ve onlardan biraz mesafeli duran yine otuzlarında bir adam da vardı yanlarında. O adam hemen Ayaz'ın yanına gelirken, diğerleri daha uzakta durmayı tercih etti.
Berke beni fark ettiğinde şaşırmıştı. Neden burada olduğumu merak ediyordu muhtemelen ama yanıma gelip sormadı. Sadece arada bizim olduğumuz tarafa bakıyordu. Bu arada bizim yanımıza gelen otuzlu yaşlardaki adam Ayaz'a sarılıyordu.
"Oğlum ne yaptın sen? Niye böyle boyundan büyük işlere kalkışıyorsun? Hoş mu yani şu anda içinde bulunduğumuz durum?"
Bu adam kim diye düşünürken Ayaz'ın verdiği cevapla aydınlandım.
"Ne yapayım amca ya? Hakkımızdı o bizim."
Ben de anlasaydım keşke ne onların hakkıymış falan ama tabi aile meselelerine şu anda karışmayacaktım. Sonra, Ayaz'la yalnızken karışırdım ben.
"Hak böyle alınmaz evladım. Ya hapse girseydin, ne yapardık biz?"
"Ya amca tamam abartma. Girmeyeceğim işte."
Nasıl bu kadar emin olabiliyorlardı? Ayaz'ın telefonundaki yazışmayı düşündüm. Sanırım kamera kayıtlarını silmişlerdi. Buna güveniyor olmalıydılar. Ayaz'ın amcasının bakışları bana yöneldi.
"Bu küçük hanım kim patron?"
Bak ya! Yine küçük hanım olmuştum! Neyse, bu soru Ayaz'a yöneltilmişti ama ondan önce elimi uzatıp cevap verdim. Şimdi sevgilim falan derdi, başıma bela alamazdım.
"Ben Melek, efendim. Ayaz'ın arkadaşıyım."
Bizi buraya getiren polis memuru bu söylediğimi duydu ve bana ters ters baktı. Sonra da gözlerini devirip telefonuyla ilgilenmeye devam etti. Ona aldırmadım.
"Memnun oldum. Ben de Ayaz'ın amcası Hakan."
Hakan amca elimi sıktı ve benimle sohbet etmeye başladı.
"Ne iyi bir arkadaşmışsın sen. Bu devirde kim hırsızlıkla suçlanan arkadaşının davasına gelir ki?"
Göz ucuyla Ayaz'a baktım. Ne söyleyeceğimi merakla bekliyordu.
"Ya ya, öyleyimdir. Aslında Ayaz bana anlatmadı hiç bu hırsızlık olayını. Ben ona bakmaya karakola gelmiştim, sonra baktım buraya geliyorlar, takıldım peşlerine geldim."
"E peki nereden tanışıyorsunuz siz? Okuldan falan mı?"
Tam ben cevap verecektim ki Ayaz araya girdi.
"Amcacım, ben kaybolmuştum ya hani, o zaman tanıştık biz. Yani birlikte kaybolduk."
Amcası bakışlarını Ayaz'dan bana çevirdi. Sonra tekrar Ayaz'a baktı.
"Yeni numaran bu mu patron? Kaybolduk ayakları falan."
Hayda! Amca da fesat çıktı iyi mi? Neyseki konuşmayı Ayaz devralmıştı da, bu soruya ben cevap vermek zorunda kalmadım.
"Yok amca yok. Biz cidden kaybolduk."
"Hı hı. Evet inandım."
Artık çocuk adamda nasıl bir etki bıraktıysa, adam böyle bir olayı bir kızı etkilemek için uydurduğunu düşünüyordu. Ayaz'a öldürücü bakışlar atıyordum. O da omuzlarını yukarı kaldırıp ses çıkarmadan, sadece ağızını oynatarak 'ne yapayım' diyordu.
Bu sırada bizi içeri çağırdılar. Herkes mahkeme odasına doluşuyordu. Hayatımda ilk defa bir mahkeme izleyecektim. Dizilerden falan gördüğüm kadarıyla benim dipdeki izleyici koltuklarına oturmam gerekiyordu. Oraya geçip oturdum. Yanımda Ayaz'ın amcası oturuyordu. Bizden daha uzakta da Berke. Hala bazen bana bakıyordu. Onların tarafındayım diye düşmanım falan kesilmezdi değil mi? İçime düşen korkuyu bastırmaya çalışarak ortama odaklandım. Ayaz ve avukatı bir yana, Berke'nin yanında gelen adam ve avukat bir yana oturmuştu. O adam muhtemelen Berke'nin babasıydı. Tabi, Berke reşit değildi. Davayı o açmış olmalıydı.
◇◇◇
"Yaz kızım. Karar: Hakkında hırsızlık iddası olan sanık Ayaz Doğan, delil yetersizliği nedeniyle suçsuz bulunmuştur."
Hakimin kararı karşısında bizim taraf derin bir rahatlama yaşarken, karşı taraf sinirle salonu terk etti. Ayaz avukatla birlikte amcası ve benim yanıma geldi. Kelepçeleri çıkmıştı. Serbest elleriyle amcasına sarıldı. Erkekçe bir sarılmaydı bu.
"Bak, ben sana hapse falan girmeyeceğim demiştim değil mi amca?"
Amcası ona bir de diğer tarafdan sarılırken güldü.
"Demiştin patron."
Ona patron diye hitap ediyordu. Muhtemelen reşit olunca en büyük patron o olacaktı. Ayaz amcasına sarılmayı bırakıp bana döndü ve kollarını açtı.
Bir saniye, sarılmazdı değil mi? Yani niye sarılsındı ki? Hayır hayır, sarılmazdı.
Ama tabiki korktuğum şeyi yaptı. Biraz eğilip kollarını omuzlarımın altından bana sardı. Ne yapacağımı bilemiyordum. Karşılık vermek istesem, kollarımdan sarılmıştı, onları hareket ettiremiyordum. Geri çekilmek istesem, o kadar sıkı tutuyordu ki bu imkansızdı. Mecburen hiçbir şey yapmadan öylece bekledim. Üstelik herkes bize bakıyordu. Çaresiz, bekledim.
Sonunda geri çekildiğinde hala şaşkındım. Ayaz ise her zamanki gibi gayet rahattı.
"Hadi gidelim o zaman."
Hep birlikte mahkeme salonundan dışarı çıktık. Bu sırada avukat telefonunu Ayaz'a verdi. Ayaz da onu cebine attı.
"Melek, biz seni evine bırakalım istersen."
Binanın çıkışına doğru yürürken Ayaz'a döndüm.
"Tabiki olmaz. Bizim, konuşmamız gerek demiştim ya ben sana. Başka bir yere gidelim, konuşalım."
"Tamam, sen nasıl istersen."
Dışarı çıktığımızda ise Berke ile bir kavga falan çıkmadığı için şükrediyordum ki, çok erken davrandığını fark ettim. Bahçede Berke, o adam ve avukat vardı. Yanlarından geçerken adam, bize doğru seslendi.
"Yeğenine sahip çıksan iyi olur Hakan!"
Hepimiz durup ona baktık. Hakan amca sakin kalmaya çalışıyordu ama sinirlendiği her halinden belliydi.
"Ben yeğenime senin oğluna çıktığından daha fazla sahip çıkıyorum Sinan. Merak etme."
Böylece o adamın Berke'nin babası olduğunu ve adının da Sinan olduğunu öğrenmiş oldum. Sinan bey Hakan amcaya doğru bir iki adım attı. Gözlerinden öfke fışkırdığını görünce bir adım geri çekildim.
"Sen benim babalığımı mı sorguluyorsun?"
Hakan amca da ona doğru birkaç adım attı. Şimdi burada kavga falan çıkarsa ve ayırmak için uğraşırsam arada ezilebilirdim. Ama onları bırakıp kaçamazdım da. Şimdilik bir adım daha geri çekildim. Ayaz gerildiğimi fark etmişti. Kulağıma eğilip fısıldadı.
"Sakin ol. Dövüşecek falan değiller."
Endişeyle ona baktım ve başımı tamam anlamında aşağı yukarı salladım. Ardından refleks olarak Ayaz'a biraz yaklaştım. Tepemden bana baktığını hissediyordum ama aldırmadım.
"Sen benim amcalığımı mı sorgularken iyiydi ama!"
Bu iş iyice liseli ergenlerin kız kavgasına benzemeye başlamıştı. Berke de bunu fark etmiş olacak ki babasının önüne geçti.
"Baba, tamam boşver onları. Hadi bırak gidelim."
Babası biraz geri çekildi.
"Tamam. Tamam yok bir şey."
Hakan amca da geri çekildi ve bizim yanımıza geldi.
"Hadi gidelim buradan."
Ben zaten dünden razı olduğum için hemen onu takip edip arabaya doğru ilerledim. Ayaz da arkamdan geliyordu. Göz ucuyla Berke'ye baktığımda bana çatık kaşlarla bakıyordu. Kesinlikle benimle bir ara konuşacaktı. Ben, Ayaz ve Hakan amca bir arabaya, avukat ise kendi arabasına bindi. Hakan amca sürücü koltuğuna, Ayaz da ön koltuğa oturdu. Ben de arkaya geçtim.
"Melek, gerginlik için üzgünüm. O adam beni deli ediyor."
Hakan amcanın benden özür dilemesi çok kibarcaydı.
"Yo yo, önemli değil."
Hakan amca derin bir nefes alıp verdi.
"Sizi nereye bırakayım?"
Tam ben herhangi bir kafeye diye cevap verecektim ki, Ayaz benden önce davrandı.
"Şehrin sonuna, ormanın başladığı yere bırakırsan iyi olur."
Ona dehşetle baktım. Ne yani, mağarama mı gidecektik? Ah, oranın benim özel yerim olduğunu artık kabul etse iyi olurdu. Bu sondu. Bir daha oraya gelirse onu öldürürdüm. Şimdi bir şey diyemiyordum çünkü amcası buradaydı. İçimdeki öfkeyi bastırmaya çalışarak sessiz kaldım.
◇◇◇
"Bak bu son. Eğer bir daha buraya gelirsen seni öldürürüm."
Mağaraya doğru yürüyorduk ve ben de bu sırada Ayaz'ı azarlıyordum. O ise tabiki beni hiç takmıyordu.
"Bunu karıncayı bile incitemeyen biri mi söylüyor?"
"Nereden biliyorsun karıncayı bile incitemediğimi? Benim elim çok ağırdır bir kere."
Öyle önüme gelen herkese vurmazdım tabiki ama öfkelendiğim zaman beynim elimin acıyacak olmasını önemsemeden yapabileceği en ağır şekilde vurabilirdi.
"Onu biliyoruz zaten. Maşallah az vurmadın bana da."
Gözlerimi devirdim. Zaten mağaraya gelmiştik. İçeri girdik ve pufuma oturdum. Ayaz da yanıma oturdu.
"Bekliyorum. Bana tam da şu anda her şeyi anlatacaksın."
Bu sefer Ayaz gözlerini devirdi ve ofladı.
"Anlatmasam..."
"Ne demek anlatmasam ya! Ne için geldik biz buraya? Anlatacaksın!"
Benden kurtulamayacağını anlamıştı sanırım.
"Ne bilmek istiyorsun?"
Ben de sorularımın hepsini sırayla sormaya karar verdim.
"Sen Berke'yi nereden tanıyorsun? Aranızda ne geçti de bu kadar nefret ediyorsunuz birbirinizden?"
Ayaz biraz sinirli bir sekilde cevap verdi.
"Asıl sen o Berke malını nereden tanıyorsun?"
Tamam, sanırım ondan düşündüğümden daha da çok nefret ediyordu. Onun adının geçmesine bile katlanamıyordu. Söyleyeceğim şeyden korkuyordum.
"Söyleyeceğim ama aşırı tepki vermeyeceksin."
Birden ayağa fırlayıp önümde durdu.
"Yoksa sevgilin falan mı?"
Şimdiden aşırı tepki veriyordu ama!
"Hayır ya! Öyle bir şey değil."
"Ne o zaman?"
Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Bir çırpıda söyleyip kurtulmalıydım.
"O benim okuluma gidiyor. Yani bu durumda sen de onunla aynı okulasın."
Bir sessizlik olduğu için gözlerimi açıp ne olduğuna baktım. Ayaz tepemde durmuş, kaşları çatık bir sekilde bana bakıyordu. O lacivert gözlerine baktığımda derin düşünceler gördüm. Sanki kafasından bin bir türlü fikir aynı anda geçiyordu.
"Aynı sınıfta falan değiliz değil mi?"
Bu onu biraz rahatlatır belki diye hemen cevap verdim.
"Hayır hayır. O zaten bir üst sınıfta."
Bunu söyleyince yaşıt oldukları kafama dank etti. Ayaz'ın siniri ise hiç dinmiş gibi değildi. Ellerini saçlarına geçirip mağarada dolanmaya başladı. Sanki fırtına öncesi sessizlik gibiydi. Korkuyordum. Birden bana döndü ve işaret parmağını bana doğru sallayarak konuştu.
"Ondan uzak duracaksın tamam mı? Seni onun yakınlarında görmeyeceğim."
Bu söylediklerine şaşırdım. Ona neydi ki? İsteğim insanın yanında dururdum. Ama o kadar sinirli görünüyordu ki, ona sataşmaya cesaret edemedim. Bunun yerine daha uysal bir sesle cevap verdim.
"Eğer benim sorduğum soruya cevap verirsen, ben de neden böyle bir şey istediğini belki daha iyi anlayabilirim."
Şaşılacak şekilde cevap verdi.
"Onun aile şirketi, bizim şirketin en büyük rakibi. Ben bizim şirketin ilk varisiyim diye beni kıskanıyor. Ondan önce gelenler var çünkü."
Onu sevmemesi için yeterli bir sebep olabilirdi bu ama bu kadar büyük bir nefret için, çok da geçerli bir sebep değildi bence. Daha büyük bir şey vardı bence aralarında. Gerçi erkekleri anlamak zordu. Sadece bu yüzden de bu kadar nefret ediyor olabilirdi.
"Peki, sen ne çaldın? Yani neden hapse girecek duruma düştün?"
Şaşılacak şekilde buna da cevap verdi.
"O işler şirket işleri. Bize ait olan belgeleri aldılar. Yasal yollardan aldıkları için bir şey yapamadık ama o belgeler bizim için çok değerliydi."
Bana yaklaşıp sesini kısarak konuştu.
"Ben de gidip onları çaldım. Kamera kayıtlarını da silip attım."
Tekrar sesini yükseltti.
"Oldu mu? Mutlu musun şimdi? Her şeyi anlattım."
Mutluydum tabi. İlk defa itiraf etmişti çaldığını. O an bana yine o farkındalık geldi. Ciddi ciddi bir hırsızla oturmuş konuşuyordum şu anda.
"Mutluyum. Ama şu anda yaptığım şeyden çok pişmanım. Burada durmuş bir hırsızla konuşuyorum. Onun iyi biri olduğuna inanıyorum. Ben ne zaman bu kadar düştüm ya?"
Ayaz'ın yüzü yumuşamış gibiydi. Yanıma gelip ellerimden tuttu ve beni ayağa kaldırdı. Gözlerine bakıyordum. Ağızından çıkacak kelimeleri merakla bekliyordum.
"Ben hırsız falan değilim. O belgeler bizim hakkımızdı."
Ona inanmak istedim. Bu zordu ama ona şimdilik inanacaktım. Belkide annemle konuşmalıydım. Evet evet, onunla konuşmalıydım.
Ayaz ellerimi bıraktı. Bir adım geri çekildi ve tekrar o ciddi haline döndü.
"O çocuktan uzak duracaksın."
Yine mi? Onu sevmemesini anlıyordum ama beni neden ondan uzaklaştırıyordu ki? Hem arkadaşım bile değildi ki o. Sadece tanıyordum o kadar.
"Neden benim ona yakın olup olmamam seni bu kadar ilgilendiriyor?"
Bir süre cevap vermeden sadece gözlerimin içine baktı. Sanki bir şeyi söyleyip söylememe konusunda karasız gibiydi.
"Beni ilgilendiren sensin."
Şaşkınlığın dibine vurduğum bir an varsa o da bu andı. Çapkın bir adam gelmiş bana, sen beni ilgilenediriyorsun diyordu. Ona soracaktım. Ona sormalıydım. Neden böyle davrandığını öğrenmeliydim.
"Dünyadaki bütün güzel kızları boşverip bana mı sardın sen?"
Sol eliyle saçını geri iterken bana yaklaştı. Kulağımın dibine eğildi.
"Bilmiyorum."
Oradan çekilmeden ellerini belime koydu. Yavaşça geriye doğru itti ellerini ve arkamdan birleştirdi. Bana sarılıyordu. Bana sarılıyordu ve ben geri çekilmiyordum. Geri çekilmeliydim. Bir adım geri attım ama o da benimle geldi. Arkamda pufum vardı, daha fazla geri gidemezdim. Çaresiz çıkan sesimle, ona yalvardım.
"Yapma, ne olur..."
Daha sıkı sardı kollarını belime. Başını boynuma gömdü.
"Ayaz, yalvarırım yapma."
Böyle yaparak daha da zorlaştırıyordu. Ben ona bağlanmamaya çalışıyordum ama o bunu daha da zorlaştırıyordu. Son yalvarışımdan sonra kollarını gevşetti ve geri çekildi. Beni bırakmıştı.
"Neden?"
Nedenini biliyor olması gerekirdi. Nedenini ona daha önce söylemiştim.
"Nedenini biliyorsun. Sen... Yani aslında sen..."
Söyleyemiyordum! İnanılmaz bir şekilde çıkmıyordu o kelimeler ağzımdan. 'Sen çapkın bir hırsızsın. Yılışık herifin tekisin.' diyemiyordum. Neden! İsyan edecektim neredeyse! Neden çıkmıyordu bu kelimeler ağzımdan? Onu kırmak istemediğim için mi? Ona değer verdiğim için mi? Yoksa, ona aşık olduğum için mi? Yüzüme çarpan gerçekle yerle bir oldum. Hepsiydi. Onu kırmak istemiyordum. Ona değer veriyordum. Ve... Ona aşıktım. Kalbime de, beynime de, artık kime aşık olacağımı hangisi seçiyorsa ona lanet ettim. Gidip onu mu bulmuştu sevecek? Gidip onu mu bulmuştu yar diye? Al işte, yine dolmuştu o gözlerim. Ne işe yarıyordu sanki dolmaları? Ne faydaları vardı bana? Onlara da lanet ettim.
Ayaz yine üzerime yürüdü. Ben kaçtım. Arkamdaki pufu geçip geriye doğru gittim. Ama o durmuyordu. Yerim bitecekti, duvara toslayacak ve kaçacak yerim kalmayacaktı. O da bunu istiyordu. Ve sonunda istediği oldu. Sırtımda soğuk duvarı hissettim. Ayaz önümde, dibimde duruyor, yüzüme eğiliyordu. Lacivert gözleri, dolmuştu... Benimkiler gibi onlar da dolmuştu.
"Desene ya, şöyle dalga geçmeden, ciddi ciddi söylesene. Sen çapkınsın, sapıksın, hırsızsın, serserisin desene!"
Sustu. Yapamayacağımı, söyleyemeyeceğimi biliyordu. Bile bile istiyordu.
"Diyemiyorsun değil mi? Daha önce bin kere dedin, şimdi diyemiyorsun. Neden biliyor musun? Çünkü biliyorsun, şimdi söylersen seni ciddiye alacağımı biliyorsun ve beni üzmek istemiyorsun. Çünkü beni seviyorsun."
Gözlerimi kapattım. O üzgün yüzünü daha fazla göremezdim. Kapatmamla yaşların akması bir oldu. Aptal yaşlar! Beni küçük duruma düşürüyorlardı.
"Yine ağlıyorsun. Çünkü sen de beni sevdiğini biliyorsun ve bu yüzden kendinden nefret ediyorsun değil mi?"
Şaşkınlıkla yüzüne baktım. Gözlerinde öfke ve üzüntü vardı. Peki nereden biliyordu hissettiklerimi? O kadar mı anlaşılıyordu her şey? O kadar mı belli ediyordum?
"Şaşırma şaşırma. Sen belli etmiyorsun. Ben aynı şeyi ikinci defa yaşıyorum."
Gözlerimi gözlerinden ayırmadım ama o benden ayrıldı. Uzaklaştı. Gitti. Mağaranın girişine kadar gitti ve orada durdu. Ne demek istemişti ki? İkinci kez yaşıyorum derken ne demek istemişti? Daha önce de benim gibi biriyle mi karşılaşmıştı? Hışımla arkasını döndü ve sol gözünden akmış olan bir damla yaşı elinin tersiyle sertçe sildi.
"Git hadi ya! Sen de git Berke'nin kollarına. Sen de terk et beni."
O kocaman adımlarıyla dışarı çıktı ve beni kafamda kocaman soru işaretleriyle bırakarak ağaçların arasında gözden kayboldu.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top