BÖLÜM 20: RÜYA
"Sarı pijama sana olur mu ki?"
"Ya boşver ver birini işte. Hepsi olur bana merak etme. Sen ayrıntıları anlat bana."
Arzu'nun yatağını hazırlamıştım ve şimdi de ona olacak bir pijama seçiyordum. O ise tabiki Ayaz'dan bahsetmemi istiyordu. Bu gece uyku yoktu bize.
"Tamam, anlatacağım zaten içimi birine dökmem lazım."
Arzu ona verdiğim sarı pijamaları giydikten sonra birlikte benim yatağımın üzerine oturduk ve bağdaş kurduk. Dert dinleme seanslarımızın oturuş pozisyonu buydu.
"Heyecanla bekliyorum neler oldu acaba?"
Bileğimdeki tokayla saçımı her zamanki dağınık ev topuzum şeklinde toplarken anlatmaya başladım.
"Ya şimdi bu çocuk çok çapkın. Bunu biliyorsun zaten. Bu yüzden ona çok yanaşmamaya çalıştım ama çok kolay olmadı. Mesela, ilk gece uyuyacağımız zaman, böyle yere hırkasını serdi. Tek kolunu ben giydim tek kolunu o. Sonra önünü kapattı ve biz öyle uyuduk."
Arzu'nun gözleri şaşkınlıkla büyüdü.
"Oha! Ne kadar yakın olduğunuzu tahmin etmek zor değil."
O anı tekrar hatırladım. Sanki üzerinden yıllar geçmiş gibiydi ama, altı üstü üç gün falan olmuştu.
"Evet. Çok yakındık. Başka şeyler de oldu. Mesela bana annesini ve babasını anlattığında omzumda ağladı. Ben de, vicdan falan yaptım herhalde, sarıldım ona."
"Ayy, bak üzüldüm ama o trafik kazasına biliyor musun? Yazık çocuğa."
Arzu da benim gibi düşünüyordu. O da üzülmüştü Ayaz'a.
"Şimdi, en önemli olayı söylüyorum."
En önemli lafını duyunca ilgisini tamamen bana verdi Arzu. Merakla bekliyordu.
"Öpüştünüz mü kız yoksa!"
Arzu bir anda bağırınca elimle ağzını kapattım.
"Ne yapıyorsun! Annemler duyacak!"
Arzu elimi ağzından çekti.
"Tamam, pardon. Heyecan yaptım birden."
Gözlerimi devirdim ve konumuza geri döndüm.
"Tabiki öpüşmedik. Ama..."
Doğru kelimeleri bulmaya çalışıyordum.
"Bu olayla ilgili iki şey oldu. Birincisi, ben kaybolmadan önce, annemlerleyken anlattım ya bizi silahlı bir adam şehirde kovaladı da çıkmaz sokağa daldık onu atlattık diye."
"Evet. Hatırlıyorum."
"O çıkmaz sokakta, beni öpmek üzereydi. Çok yakındı. Adamı atlatalım diye bir şey yapamadım. Ve biliyor musun bence öpecekti ama, son anda bir şey ona engel oldu. Yüzünü geri çekti. Sonra adam bizi görmeden çekip gitti, ben de hemen tüydüm oradan."
Arzu anlamlandırmaya çalışır gibi bakıyordu.
"Allah Allah, neden öpmedi acaba?"
Ona ne dediğinin farkına var dercesine baktım.
"Öpse daha mı iyiydi! Şapşal!"
Sonradan anlamış olduğunu belli eden bir ses çıkarttı.
"Değildi tabi. Neyse sen ikincisini anlat."
Yerime iyice kuruldum.
"Bu bana 'öpsene beni' dedi."
Arzu'nun yüz ifadesi hayal kırıklığına uğramış gibiydi.
"O nasıl bir soru ya! Öküz!"
"Hayır hayır, cümle yapısı olarak kaba bir soru olabilir ama böyle çok, istekli sordu. Öyle bir sordu ki sanki dünyanın en nazik cümlesini kurmuş gibiydi. Yani öyle bir sordu ki, öpmezsem kendimi dünyanın en zalim insanı gibi hissedecekmişim gibiydi."
Elleriyle kocaman açtığı ağzını kapattı.
"Öptün o zaman"
Yine gözlerimi devirdim.
"Hayır tabiki! Daha kaç gündür tanıyordum çocuğu niye öpeyim! Öpmedim!"
Ellerini ağızından çekti.
"Haklısın."
Son bir şey daha söyleyip bu konuyu kapatmak istiyordum artık.
"Son bir şey, bana karakolda dedi ki..."
"Ne dedi ne dedi?"
"Bir daha istesem de eskisi gibi çapkın biri olamam dedi."
"Ayy!!!"
Arzu şu anda o kadar çok eğleniyordu ki! O bayılırdı böyle aşk olaylarına. Bizimki de bir aşk olayıydı onun için.
"Arzu, ben buradan şunu anlıyorum: ben onu o kadar çok etkilemişim ki artık başka kızlara bakamayacak. Sence doğru mu anlıyorum?"
Arzu'ya daral gelmişti herhalde. Yüzünde kocaman bir sırıtışla birlikte elleriyle kendine hava yapıyordu.
"Ya kızım! Bu çocuk sana aşık olmuş aşık!"
"Böyle söyleyeceğini biliyordum. Sana soranda kabahat."
Ayaz aşık olamazdı ki! O çapkındı, o her çiçekten bal alırdı. Onu biri yola getirecek olsa bile, bunu yapacak olan kişinin ben olabileceğime inanmıyordum.
"Niye öyle diyorsun? Haklıyım!"
"Değilsin Arzu! Adam çapkın diyorum. Böyleleri aşık olabilir mi sen söyle!"
Yüzü düşmüştü. Haklıydım tabi.
Onun üzüldüğünü görünce sarıldım.
"Ya asma o suratını öyle. Bekleyip göreceğiz. Hele bir okullar açılsın da."
Geri çekilip yüzüne baktığımda keyfi yerine gelmişti.
"Bir hafta kaldı. Bakalım neler olacak"
Ne!? Bir hafta mı? O kadar az mı kalmıştı okulların açılmasına? Ne kadar hızlı geçmişti zaman.
"Gerçekten o kadar az mı kaldı?"
"Evet."
Nasıl bir yıl olacağını düşünürken esnedim.
"Uyuyalım artık."
"Bence de."
Ve yataklarımıza girip uykuya daldık.
◇◇◇
Karşımdaydı ve başka bir kızla gülüyordu. Karşımdaydı ve benden çok daha güzel bir kızla sohbet ediyordu. Karşımdaydı ve beni görmüyordu.
O kız benim tam zıttımdı. Ben kumraldım, o esmer. Ben utangaçtım, o girişken. Ben çirkindim, o güzel. Ve en önemlisi, ben kendimi Ayaz'dan çekiyordum, o ise kendini ona itiyordu.
Kendini Ayaz'a mı itiyordu? Onu gördükçe parçalamak istiyordum. O kızdan nefret ediyordum.
Ayaz... Ama o da mutluydu kızla. O da gülüyordu kıza. O lacivert gözleri kıza yiyecekmiş gibi bakıyordu. O da kızı seviyordu...
Gözümden düşen bir damla yaşla arkamı döndüm. Gidecektim. Onları başbaşa bırakıp gidecektim. Kalbim kırıktı.
Henüz tek bir adım atmıştım ki birinin göğsüne çarptım. Ayaz... Tam karşımdaydı. Bu sefer o lacivert gözleri bana bakıyordu. Sadece bana. O gülüşünü bana bahşediyordu. Sadece bana...
Ve bana sarıldı. Kollarını boynuma doladı. Başımı göğsünün üzerine koydum. Beline doladım kollarımı. Ağlıyordum. Orada o kızla gülerken canımı yakmıştı ve şimdi gelip yaramı sarıyordu. Başından beri yaptığı bu değil miydi zaten? Önce bozup sonra tamir etmek...
"Neden yaptın bunu? Neden o kızla birlikteydin?"
Beni bırakıp ıslak yüzüme baktı. Sonra da tabiki gözyaşlarımı sildi. O bunu yaparken gözlerimi kapattım.
"Bana bak."
Gözlerimi açıp ona baktım.
"Melek, ben sana aşığım. Senden başka kimseyle birlikte olmam. Ne görürsen gör, ne duyarsan duy, ben sadece seni seviyorum."
Söyledikleri çok güzeldi. Beni daha da ağlattı.
"Sen benimsin. Ben de senin."
Yüzümü iki eli arasına aldı. Bana yaklaştı. Daha da yaklaştı. Daha da... Daha da... Sonra beni dudaklarımdan öptü. Bu çok masum bir öpücüktü. Yanağımı öper gibi öpmüştü. Küçüktü. Ama bende bıraktığı etki inanılmazdı. Çok büyüktü.
Ve birden, kayboldu...
Etrafıma baktım. Kimse yoktu. Ayaz gitmişti. Yalnızdım.
Biri kolumdan tuttu. Ama orada kimse yoktu. Birinin elleri kolumdaydı ama kolumda eller yoktu.
Gözlerimi açtığımda odamdaydım. Sabah olmuştu ve Arzu kolumu tutmuş bana bakıyordu.
"Rüya gördün sanırım. Ağlıyordun Melek."
Ellerimi gözlerime götürdüm ve fark ettim ki bütün yüzüm ıslaktı. Salya sümük ağlamıştım belli ki.
"Evet, evet rüya gördüm."
Yatağımdan kalktım ve hızlı adımlarla banyoya doğru ilerledim. Arzu arkamdan geliyordu.
"İyi misin? Ne gördün rüyanda Melek anlatmak ister misin?"
Tam banyonun kapısında dönüp ona baktım.
"Belki sonra tamam mı Arzu? Şu anda yüzümü falan yıkayıp kendime gelmeliyim."
"Peki. Sen nasıl istersen."
Arzu arkasını dönüp salona doğru döndüğünde ben de banyonun kapısını kapatıp ona dayandım.
Neden böyle bir rüya görmüştüm şimdi? Her saniyesini çok iyi hatırlıyordum rüyanın. Özellikle Ayaz'ın beni... Öptüğü an o kadar netti ki zihnimde. Daha önce hiçbir rüyada bu kadar net duygular hissetmemiştim. O kıza karşı duyduğum nefreti hala hissediyordum. Ayaz'ın ona güldüğünü gördüğümdeki üzüntüyü de hala hissediyordum. Ve tabiki... Ayaz beni öptüğünde hissettiğim duygu da çok netti. O duygunun ne olduğunu bilmiyordum. Neşeli bir şeydi. Heyecan vardı içinde. Bir tutam korku da serpilmişti belki. Ama kesinlikle güzeldi. Kesinlikle tekrar yaşamak için pek çok şey verebilirdin.
Sırtımı kapıya yaslayıp yere oturdum ve bacaklarımı kendime çekip onlara sarıldım.
Ağlamıyordum. Kızgındım. Kendime kızgındım. Gerizekalı kalp neden sözümü dinlemiyordu ki! Neden seviyordu onu? Neden ona değer veriyordu? Ayaz bana artık çapkın olmayacağını söylemişti. Ne kadar doğruydu bu? Ona inanmalı mıydım?
Ayağa kaktım ve kafama avuç içimle vurdum. Kendime çok kızgındım.
Banyodaki işlerimi halledip mutfağa yöneldim. Omlet kokusu geliyordu.
"Arzu! Ne yaptın sen?"
Önümde bir tek kuş sütünün eksik olduğu bir kahvaltı sofrası vardı. Bunun hepsini Arzu mu hazırlamıştı?
"Bunu sen tek başına mı hazırladın?"
"Bir çoğunu. Bir kısmını Meral teyze çıkmadan önce hazırlamış."
Annem de babam da çalışan insanlardı. Çok fazla zengin sayılmazdık ama çok da kötü değildi maddi durumumuz. Orta halli bir aileydik. Gittiğim kolejden yüzde yetmiş bursum vardı ama geri kalanını ödeyebilmek için annem de babam da çalışmalıydı.
"İkinizin de ellerine sağlık. Harika görünüyor."
Arzu'yla birlikte sofraya oturduk ve bir güzel tıkındık. Yemeğimiz bittiğinde de masayı topladık ve bulaşıkları makineye yerleştirdik. Her şey bitip salonda kendimizi koltuğa bıraktıktan sonra Arzu muhtemelen günün başından beri akından geçen soruyu sordu.
"Tatlım, anlatmak istemiyorsan anlatma ama, ne gördün rüyanda?"
Ona gözümün ucuyla baktım. Gerçekten anlatmamı ister gibiydi. Ben de anlattım. Ona bütün rüyamı, hissetiğim her şeyle anlattım. Ve çok tuhaf bir şey oldu. Arzu, ağladı.
"Hey, şimdi neden ağlıyorsun? Yanlış bir şey mi söyledim?"
Ellerini tutuyordum. O aşağı bakarak biraz ağladı. Sonra bana baktı ve sarıldı. Tabiki şikayetçi değildim ama şaşırmıştım. Ne olmuştu birden böyle?
"Ne oldu tatlım? Hadi anlat bana."
Bir yandan da sırtını okşuyordum. Bana sarılmayı bıraktı ve konuşmak için kendini hazırladı.
"Baksana ya, sevgilinden daha yeni ayrıldın, şimdi yine aşık olmuşsun. Hem de seni seven birine. Bense öyle yerimde sayayım. Bir kişi de benden hoşlanmasın. Bir kişi de benimle sevgili olmak istemesin!"
O kadar üzülmüştüm ki onun bu haline! O çok güzel bir kızdı ama hayatında hiç sevgilisi olmamıştı. Sanırım o da artık birine aşık olmak istiyordu. Gerçi, Ayaz'a aşık olduğumu ve onun da bana aşık olduğunu söylemişti ama, o böyle ağlarken ona kızamazdım tabiki. Ben de ona sarıldım.
"Böyle söyleme. Kendimi dünyanın en aşağılık insanı gibi hissettim."
Kendini geri çekip göz yaşlarını sildi.
"Hayır, senin suçun değil. Sen çok güzelsin. Ben çok çirkinim."
İşte yanıldığı bir konu varsa o da tam olarak buydu. O kesinlikle çok, çok güzel bir kızdı. Bir kere saç modeli yeterdi be!
"Sus kız! Çarpılacaksın!"
Onu biraz güldürmeyi başarınca devam ettim.
"Sen varya, bu dünyadaki en güzel kızsın. Şu tipine bir bak! Bir kere çok güzel minik bir burnun var senin. Mükemmel dolgun dudakların var. Hele saçların! Şu modelin güzelliğine bir bak! Hangi kuaföre gidiyordun sen?"
Konuşmamı abartılı jest ve mimiklerle desteklediğim için çok komik görünmüştüm. Arzu'yu da güldürmeyi başarmıştım.
"Ya tamam, abartma."
Ben de güldüm ve ona sarıldım. Ve o anda bir karar verdim. Okullar açılır açılmaz ona bir sevgili bulacaktım!
"Benim artık gitmem gerek."
Ona dudağımı sarkıttım.
"Nedeen?"
Bu hareketime güldü ve ayağa kalktı. Ben de onunla beraber kaktım.
"Cidden. Biliyorsun evim uzakta. Annemden de bu sabaha kadar izin aldım."
Şaka bir yana, artık cidden gitmesi gerekti sanırım. Ona kapıya kadar eşlik ettim ve vedalaştık. Sonra da gitti. Geri dönüp salondaki en büyük koltuğa kendimi attım. Sonra, bir eksiklik hissettim.
Telefonum!
Bu kadar zamandır nasıl aklıma gelmemişti? Onu nasıl unuturdum? O benim canımdı! Hemen gidip onu mağaradan almalıydım. Hem, belki sonra merkeze de gider, Ayaz'ı görürdüm.
Ama ben hafta içi böyle evde tek başımayken dışarı çıkacağım zaman hep annemi arar haber verirdim. Şimdi ise telefonum yoktu. Nasıl haber verecektim?
Tamam, dışarı çıktıktan sonra birinden telefonunu isteyip pekala onu arayabilirdim. O zaman hemen gitmeliydim!
Önce hızlıca bir duş aldım. Ne de olsa üç gündür yıkanmıyordum. Sonra odama gidip gardolabımı açtım. Giyecek bir şeyler bulmalıydım. Güzel olmalıydım ama çok da özenmiş gibi olmamalıydı. Ne giyecektim?
Sonradan fark ettim ki, güzel görünmek istiyordum. Ne yani? Ayaz'ı göreceğim diye güzel mi olmam lazımdı? Ne zaman böyle hisseder olmuştum ben? Bir şekilde kendimi ikna etmeliydim. Ondan hoşlanmıyordum. Bana artık çapkın olmayacağını ima etmişti ama, buna kendi gözlerimle görmeden inanmazdım.
Ben de altıma siyah taytımı giydim. Üzerime de kısa kollu düz bordo renk bir bluz ve uzun, sıfır kol kot yelek taktım. Saçımı açık bırakıp mavi bir bandana bağladım. Önlerde de bir tutam bıraktım. Ayağıma da her zamanki spor ayakkabılarımı giydin mi, hazırdım!
Kapıyı kitledim ve anahtarı yeleğimin cebine attım. Mağaraya doğru yürümeye başladım. Şehirden çıkmadan karşıma çıkan bir kadını durdurdum.
"Afedersiniz hanımefendi, telefonunuzu kullanabilir miyim acaba? Annemi aramam gerekiyor da..."
"Ah, tabi yavrum al."
Ben de ezberimdeki numaradan annemi arayıp haber verdim. Sonra da telefonu veren kadına teşekkür edip yola devam ettim.
Mağaraya vardığımda telefonum bıraktığım yerdeydi. Onu alıp sarıldım hemen. Çok özlemiştim. Sonra şarjına baktım. Şaşılacak şekilde bitmemişti. Hatta yüzde otuz sekizdi. Bu bana bugün yeterdi.
Bu arada birsürü cevapsız arama da vardı tabi. Annem yirmi iki kere, babam on sekiz kere ve Arzu yirmi altı kere aramıştı. Bu arada Serdar ve Gamze de birkaç kere aramıştı. Sahi, onlar aklıma bile gelmemişti hiç. O kadar çok şey yaşamıştım ki, hiç düşünmeye vaktim olmamıştı. O an fark ettim ki, umurumda değildi. Cidden, hiç umurumda değildi. Üzülmüyordum, ya da nefret etmiyordum onlardan. Sadece bana bulaşmasınlar yeterdi. Sanırım, Ayaz bu konuda bana iyi gelmişti.
Telefonumu alıp çıkacaktım ki, gözüme bir şey çarptı. Tabi ya, Ayaz'ın telefonu! O da burada bırakmıştı. Giderken onu da götürebilirdim. Bu yüzden yanıma aldım. Ama, karıştırsa mıydım acaba? Biraz baksam ne olurdu ki? Hayır, bu etik değildi. Yapmamalıydım. Ama, altı üstü birkaç dakika, ne olabilirdi ki? Dayanamayıp telefonu aldım ve pufuma kuruldum. Telefonu açtım. Şifre? Dört haneli bir şifre istiyordu. Hmm, doğum yılı olabilir miydi? Denemeye değerdi. Benim doğum yılımdan bir yıl öncesini yazdım ve telefon açıldı! Bu harika bir şeydi! Çok heyecanlıydım. Hemen whatsapp'a girdim. Kimlerle konuşmuştu?
Selin, Cemre, Alp, Meltem, Çiçek, Gül, Berke, Ayşe, Esra, Sıla...
Bu da neydi ya!? Kaç bin kızla konuşuyordu bu çocuk? Sadece iki erkek ismi vardı burada! Sinir midemden başıma sıçrarken, fark ettiğim şeyle birlikte yerini meraka bıraktı. Berke mi? Bu Berke, bizim okuldaki olamazdı değil mi? Profil fotosunun üzerine tıkladım ve şaşkınlığım daha da arttı. Bu oydu! Ama Berke ile Ayaz'ın nasıl bir bağlantısı olabilirdi? Arkadaş falan mıydılar acaba? Hemen yazışmaları açtım ve biraz yukarı çıktım. Okumaya başladım.
-Sen çaldın değil mi onları?
-Neyden bahsediyorsun sen yine?
-Anlamamazlıktan gelme! O belgeleri sen çaldın! Seni polise vereceğim!
-Ne yaparsan yap! Bunu ispatlayamazsın.
-Kamera kayıtlarını düşünmüyorsun herhalde!
-Senden çok daha önce düşündüm. Asıl sen bana ve holdinge yaptıklarını düşün.
Konuşma ertesi gün devam ediyordu.
-Nasıl sildin lan kayıtları!
-Ben hep senden bir adım öndeyim. Bunu kabul etsen iyi olur.
-Göreceksin, en iyi avukatımı tutup seni hapse attıracağım.
-Elinden geleni ardına koyma.
Okuduklarımın etkisiyle telefonu hemen kapattım ve elimden bıraktım. Bu da neydi böyle? Düşman falan mıydılar yani? On yedi yaşında nasıl bir düşmanın olabilirdi? On yedi yaşında birinden nasıl bu kadar nefret ederdin ki? On yedi yaşında biri, kendi yaşlarında birine ne yapmış olabilirdi bu kadar kızdıracak? Hırsızlık da neydi bu yaşta? Avukatlar, hapishaneler de neydi?
Neydi onları bu kadar kızdıran?
Hemen telefonu bıraktığım yerden alıp cebime, kendi telefonumun yanına koydum ve dışarı fırladım. Neredeyse koşarak şehre indim ve merkeze gittim. Yaya olarak gittiğim için uzun sürmüştü ama yinede yürünmeyecek bir yol değildi. Gerçi ben koşmuştum zaten.
İçeri girdiğimde daha önce babamla geldiğimizde konuştuğumuz polisin orada olduğunu gördüm ve hemen yanına gittim.
"Afedersiniz, dün de gelmiştim ben, Ayaz Doğan ile görüşmek için. Tekrar görüşme şansım var mı acaba?"
Polis yüzüme inceler gibi baktı ve soğuk bir sesle cevap verdi.
"Bugün duruşması var onun. Şu an göremezsin."
Onu görmek zorundaydım. Onunla konuşmak zorundaydım.
"Nasıl yani göremem? Bakın memur bey bu çok önemli bir konu. Onunla konuşmam gerek. Ne olursunuz onunla görüşeyim lütfen!"
Adama resmen yalvarıyordum ama değerdi. Onunla konuşmak için değerdi.
"Olmaz dedim. Kural böyle."
Oflayarak arkamı döndüm ki, aradığım fırsat ayağıma gelmişti. Ayaz, bu sefer cüppesini giymiş olan avukat ve bir polis memuru kapıya doğru yürüyorlardı. Ayaz'ın elleri hala kelepçeliydi ve polis memuru onu kolundan tutuyordu. Koşup önlerini kestim.
"Ayaz konuşmalıyız."
Ayaz beni görünce bir an afalladı. Sonra gözlerinden bir parıltı geçti sanki ama hemen kayboldu. Yerini öfkeye bıraktı.
"Sen ne yapıyorsun burada? Melek hemen evine git."
Bunu yapmayacak bir kişi varsa o da bendim. Onu bırakıp gideceğimi, hatta sorularımın cevabını almadan onu bırakıp gideceğimi sanıyorsa, fena halde yanılıyordu.
"Hiçbir yere gitmiyorum. Sana soracaklarım var. Konuşmamız gerek."
Ayaz lafa giremeden polis memuru konuştu.
"Şu anda bir duruşmaya gidiyoruz küçük hanım. Konuşmak için duruşmanın sonunu beklemelisiniz."
Neden ben hep küçük hanım oluyordum ya? Çocuk gibi falan mı görünüyordum? Her neyse, şu anda daha önemli bir konunun içindeydim.
"O zaman ben de geleyim. Beni de alın birlikte gidelim. Söz veriyorum duruşma bitene kadar ona tek bir kelime bile etmeyeceğim."
En tatlı halimle yalvarmak harika bir çözüm olabilirdi. Polis memuru eliyle yüzünü ya sabır der gibi sildi.
"Arkadan bizi takip edebilirsin."
Arabam varmış gibi bir halim mi vardı benim?
"Ben reşit bile değilim. Ehliyetim de yok arabam da. Sizinle gelmeliyim. Lütfen izin verin! Söz veriyorum çıtım çıkmaz."
Çıtım çıkmaz dediğimde Ayaz gülmüştü. Ne yani ben sessiz olamaz mıydım? Tamam, biraz geveze olabilirdim ama istesem sessiz de dururdum ki. Ne vardı yani? Bu arada polis memuru derin bir nefes alıp oflayarak verdi.
"Sen nesi oluyorsun bu çocuğun?"
Bu sorunun ardından bir sessizlik oldu. Ben Ayaz'a bakıyordum, o da bana bakıyordu. Sahi, nesiydim ki ben onun? Hiçbir şeyi değildim ki. Ne işim vardı o zaman orada? Niye gelmiştim peşinden? O an dank etti kafama. Biz hiçbir şey değildik. Biz, sadece bizdik işte... İki yabancı insandık. Hiçbir şeyi değildik birbirimizin.
Ben ağzımı açıp da bu soruya cevap veremeyince, Ayaz'ın bakışları polise kaydı.
"Sevgilim."
Sevgilim mi? Bu kelime Ayaz'ın ağzından mı çıkmıştı yoksa ben olmayan sesler mi duymaya başlamıştım? Yok yok, bu ses sahte olamayacak kadar gerçekti. Ayaz benim için, sevgilim demişti. Yani, sevgili olmadığımızı biliyordum ama, onun öyle söylemesi... Sanki öyleymişiz gibi hissettirmişti.
Polis memuru bir benim şaşkın yüzüme, bir de bana bakan Ayaz'ın yüzüne baktı.
"Anlaşıldı. Tamam bizimle gel ama ailene falan haber ver. Merak etmesinler."
Polis memuruna minnet dolu gözlerle baktım ve peşlerinden polis arabasına doğru yürüdüm. Teşekkür bile edememiştim. Dilim mi tutulmuştu ne? Birden kulağımda bir nefes hissettim.
"Böyle sustururlar işte... Sevgilim."
Ona şaşkınlıktan kocaman olmuş gözlerle baktım. Konuşmak istiyordum, ona kızmak istiyordum ama olmuyordu. Bana yine, sevgilim demişti.
Evet, sanırım bir insan gerçekten böyle susturulurdu işte.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top