BÖLÜM 17: EVE DÖNÜŞ YOLUNDA
"Sen yorulmadın mı o kadar yol beni taşımaktan?"
Son zamanlarda genellikle olduğu gibi yine Ayaz'ın kucağındaydım. Dakikalardır yürümeye devam ediyorduk. Artık burada olmaya alışmış gibiydim. Kollarının arası gayet rahat sayılırdı. Bir miktar sustuktan sonra çenemi tutamayıp konuşmaya karar vermiştim. Zaten uzun süre sessiz kalmak bana göre değildi. Yanımdakini her ne kadar sevmesemde, bir konuşma başlatmadan duramazdım.
"Ne yorulacağım kızım? Boşuna mı yapıyoruz bu kasları?"
Her zamanki haliyle cevap vermişti. Ki, ben yorulduğunda emindim ama çaktırmıyordu. Bir de kaslarından falan bahsediyordu. Onun kasları yoktu ki! Ama durun bir saniye, şimdi dikkat etmiştim de, sanki biraz var gibiydi. Yani tam değilde, vücut çalıştığı belli oluyordu. Yeni yeni kasları oluşuyordu. Zaten 16 yaşında birinin ne kadar kası olabilirdi ki? Pardon, 17. Sahi, bana 17 yaşında olduğunu söylemişti. Bu yüzden beni küçük görmüştü hatta. Ama o 17 yaşındaysa, nasıl aynı sınıfta oluyorduk? Sınıfta kalmış olmalıydı.
"Sen 17 yaşında olduğunu söylemiştin değil mi?"
Bir bana bir de önüne bakarak konuşuyordu. Bense sadece ona bakabiliyordum.
"Evet, benden küçük olduğunu mu vurgulamaya çalışıyorsun?"
"Ya ne alakası var? İki dakika dalga geçme. Bir şey soracağım."
Her şeyi de benim alehime çevirmeyi nasıl da başarıyordu? '17 yaşındaydın değil mi' demiştim ama o buradan benim ondan küçük olduğumu çıkartmıştı. Gerçekten sinir bozucuydu.
"Tamam tamam. Sor bakalım ne soracaksın?"
Sonunda.
"17 yaşındaysan nasıl oluyorda aynı sınıfta oluyoruz? Biliyorum bunu daha öncede sormuştum ama sen cevap vermemiştin."
"Sen her şeyi biriktirip biriktirip sonradan böyle tekrar mı karşıma çıkartıyorsun?"
Evet, sanırım öyle yapıyordum. Ona tehditkâr bir bakış atarak konuştum.
"Evet. Bir sakıncası mı var?"
"Yok tabi canım. Ne sakıncası olacak?"
"Cevap ver o zaman."
Bu konu artık bende baş edilemez bir merak uyandırıyordu.
"Tamam, peki. Aslında o kadar da önemli bir şey değil. Geçen sene, yani annemle babam öldükten sonra..."
Bununla mı ilgiliydi? Ama söyleseydi ısrar etmezdim ki. Ölüm konusunda çok hassas bir insandım. Hayır, hiçbir yakınım ölmemişti ama yinede böyleydim işte. Asla doktor falan olamazdım mesela. İnsanların ölmesine alışık değildim. Ölenlerle ilgili de konuşmak istemezdim. Bu yüzden Ayaz'ın lafını böldüm.
"Onlarla ilgiliyse anlatmak zorunda değilsin."
Bana neden böyle dediğimi sorarcasına baktı.
"Annemle babamdan konu açılınca neden hemen konuyu değiştiriyorsun?"
Neden olabilirdi acaba!? Ölmüş oldukları için olabilir miydi? Peki onu üzmemek için olabilir miydi? Bunları akıl edemiyor muydu?
"Bir düşün bakalım neden olabilir?"
Bir süre düşünürmüş gibi yüzünü buruşturdu, 'hmm' gibi düşündüğünü belirten sesler çıkarttı. Sonra da beni kendine yaklaştırıp o çapkın ifadesini yüzüne yerleştirdi.
"Düşündüm, ve buldum. Kesin bana aşıksın ve üzülmemi istemiyorsun. Bu yüzden hemen konuyu değiştiriyorsun."
Tabiki hayır. Ona aşık falan değildim. Ve böyle yaklaşıp konuşması beni hâlâ etkilemiyordu.
"Üzülmeni istemediğim kısmı doğru ama sana aşık falan değilim. Bunu daha önce milyonlarca kere söyledim, senin de biliyor olman gerekirdi."
"Hayır, ben sana inanmıyorum ve inanmayı da düşünmüyorum."
Beni tekrar aşağı, normalde durduğum yere indirdi. Bense neden inanmak istemediğini düşünüyordum. Aslında umurumda değildi. Ne düşünürse düşünsündü.
"Aman! Seninle mi uğraşacağım be! Ne düşünürsen düşün. Zaten seni düşünende kabahat. Anlat hadi! Anlat neden aynı sınıftayız?"
Zaten neden ona acımıştım ki? Her zaman vicdanım baskın geliyordu işte. Ayaz derin bir nefes alıp verdi. Sonra konuşmaya başladı.
"Annemle babam ölünce bir yıl okula nerdeyse hiç gitmedim. Yani bu onuncu sınıf oluyor. Bütün bir sene boyunca toplasan on gün falan gitmişimdir okula. Gittiğimdeyse hep gözlerim şişti ağlamaktan. Konuşmuyordum eskisi kadar. Bu yüzden benle alay ettiler falan. Oraları biliyorsun zaten. Ben de gittikçe soğudum o okuldan. Sonra kaydımı bu sizin okula aldırdım. Ama tabiki onuncu sınıfta kalmıştım. Yani sonuç olarak, aynı sınıftayız."
Oldukça dramatik bir hikayeydi. Onunla dalga geçen insanları düşündükçe yine sinirlenmiştim. Ama tahminim doğruydu. Sınıfta kalmıştı. Her ne kadar başarısızlıktan olmasa da, sonuçta onuncu sınıfı tekrar okuyordu işte. Ne kadar da üzülmüştü kim bilir o zamanlar. Ne kadar çok göz yaşı dökmüştü. Aynı şey benim başıma gelse, Allah korusun, asla toparlanamayacağıma emindim. Sahi, acaba o nasıl toparlamıştı?
"Peki sen nasıl atlattın o zamanları? O kadar üzgünken, nasıl dindirdin acını? Nasıl atlattın bu yaşadıklarını?"
Yüzüme buruk bir gülümsemeyle baktı. Bu, acı dolu bir tebessümdü.
"Atlattığımı da nereden çıkarttın?"
"Ne biliyim, gülüyorsun, kızlara asılıyorsun... Genel olarak neşelisin yani."
Birkaç saniyeliğine önüne baktı. Sonra yine derin bir nefes alıp verdi. Ardından bana bakarak konuşmaya devam etti.
"Yüzümdeki her gülücük, asıldığım her kız, hatta neşeli göründüğüm her an, belkide acımı gizlemeye çalışıyordur küçük şeytan."
Vay canına... Cümlesinin sonunda küçük şeytan demeseydi, bu konuşanın o olduğundan şüphe edebilirdim. İçinden başka biri çıkmıştı sanki. Acısını bana anlatırken o tanıdığım çapkın ve ukala Ayaz'dan eser kalmıyordu.
Acısını bana anlatırken... Acısını neden bana anlatıyordu ki? Neden yeni bir okula gelme sebebini, herkesten sır gibi saklaması gereken bu sebebi bana, hiç tanımadığı bir kıza anlatmıştı ki?
"Bir şey soracağım."
"Sormadığın bir zaman var mı ki zaten?"
Söylediğini umursamadım. Aslında ne dediğini tam anlamamıştım bile. Merak yine bütün vücudunu ele geçirmişti.
"Neden sırrını bana anlattın? Her sırrını ormanda gördüğün, tanımadığın, güvenmediğin insanlara anlatırsan herkes öğrenir."
"Bu insanlara anlatacağın anlamınına mı geliyor?"
Soruma soruyla karşılık vermişti. Bu da sorumun cevapsız kaldığı anlamına geliyordu.
"Hayır tabiki anlatmam. Bana verilen sır bende kalır. Sen soruma cevap ver benim. Neden anlattın ki sırrını bana? Nereden geliyor bu güven?"
"Sen de başından beri bana güvendin. Ben sana neden güvenmeyeyim ki?"
Tam ona bunu nerden çıkardığını, ona kesinlikle güvenmediğimi söyleyecektim ki, başından beri yaşadıklarımız aklıma geldi. Onu kovalayan silahlı adamdan kurtulmak için beni çıkmaz bir yola sokmasına izin vermiştim. Ona güvenmiştim. Kulübede camdan silah sesleri geldiğinde beni banyoya saklanmasına izin vermiştim. Ona güvenmiştim. Issız bir ormanda yolumuzu bulmaya çalışırken beni taşımasına izin vermiştim. Ona güvenmiştim.
İşte o an fark ettim. Ben ona, güvenmiştim. Hep güvenmiştim. Vay canına, daha önce güven duyusunu hiç kimseye karşı bu kadar çabuk hissetmemiştim. Pekala bu, birlikte çok zorlu ve tehlikeli maceralar yaşadığımız için olabilirdi. Evet evet, kesinlikle bu yüzdendi. Ölümle burun burunayken herkese güvenebilirdiniz. Denize düşen yılana sarılıyordu.
"Haklısın."
Dedim ilk defa ona gerçekten katılarak.
"Sana başından beri güvendim. Sen de bana güvenebilirsin."
Bakışlarını gözlerime odakladı. O muhteşem lacivert gözler benim elalarıma bakınca, gözlerimin rengi berbatmış gibi hissediyordum. Dudaklarının kenarları hafifçe yukarı kıvrıldı ve bana bir tebessüm bahşetti. Bu tebessüm sanki teşekkür eder gibiydi. Sanki ona güvendiğim için, bana güvenebildiği için teşekkür ediyordu. Gözlerimi bu tebessümünden uzaklaştırıp tekrar o mükemmel lacivert gözlere diktim. Gözleri karanlıkta parlıyordu sanki...
Karanlıkta mı? Gökyüzüne baktığımda uzun ağaçların dallarının arasından yıldızları gördüm. Ne zaman akşam olmuştu? Bu evden uzakta geçirdiğim üçüncü geceydi. Annemi, babamı düşündüm. Kim bilir ne kadar üzülmüşlerdi? Ne kadar paniklemişlerdi?
"Akşam olmuş. Hava ne zaman karardı hiç fark etmedim bile."
Ayaz da benim gibi gökyüzüne baktı. Sonra yüzüne bana asılacağı zaman takındığı gibi kocaman bir gülümseme takındı.
"Benim kadar harika biriyle zaman geçirirsen fark etmezsin tabi."
Ciddiye bile almadım. Yine kendini övüyordu.
"Egoist..."
Sadece güldü. Başka bir şey demedi.
"Sence durup dinlenmeli miyiz yoksa devam mı etmeliyiz? Ne kadar yolumuz kaldı?"
"Fazla kalmadı. İstersen devam edelim. Sabah olmadan varırız."
Bir an önce eve dönmek istiyordum. Bu yüzden kabul etme isteğim ağır basıyordu ama bir yandan da Ayaz çok yorulmuş mudur diye düşünüyordum.
"Olur, ancak ben kendim yürümeyi denemek istiyorum."
Bana şaşkınlıkla baktı.
"Basabileceğine emin misin? Yorulduğumu falan düşünüyorsan ben iyiyim."
Aklımı mı okumuştu? Bunu daha önce de yapmıştı ve ben korkmuştum. Ayrıca yorulmamış olması imkansızdı. Kesinlikle beni etkilemek için öyle söylüyor olmalıydı.
"Hayır hayır. Seni neden düşüneyim ki hem? Ben yürümek istiyorum."
"Peki, nasıl istersen."
Beni yavaşça yere bıraktı. Önce sağlam bacağımın üzerinde durdum. Ardından yavaşça diğer bacağımı yere koydum. Ayaz beni belimden tutuyordu. Ben de kolumu onun beline sarmıştım. Önüme gelen buklelerimi geriye ittim. Bacağına bakarak dikkatlice ağırlığımı üzerine verdim ve eskisi kadar acımadığını fark ettim. Aslinda, resmen basabiliyordum.
"Bu inanılmaz. Neredeyse hiç acımıyor."
"Kollarımın arasından çıktığın için üzgün olmalısın."
Ben ne diyordum o ne diyordu? Ona baktım ve gözlerimi devirdim.
"Ne kadar üzgün olduğumu tahmin bile edemezsin!"
Sesimin alayla çıktığına emindim. Tekrar bacağıma baktım ve bir adım attım. Ve ardından bir adım daha. Bunları Ayaz'a tutunarak yapmıştım ve gayet kolay olmuştu. Şimdi de onu bırakıp denemek istiyordum. Elimi belinden çektim ve öne doğru bir adım attım. Onun belimdeki elinden de kurtulmuştum. Bir adım daha ilerledim. Ve bir adım daha, ardından bir adım daha. Bunlar oldukça yavaş oluyordu. Daha da hızlanmak istedim. Biraz daha hız arttırarak birkaç adım daha attım. Bu arada Ayaz arkamdan geliyordu.
"E sen baya baya yürüyorsun."
Gülerek cevap verdim.
"Sanırım öyle."
Ve bundan sonraki yolu yürüyerek gitmek istedim. Sonunda adım atmak harikaydı. Hem Ayaz daha fazla yorulmayacaktı, hem de o yakın pozisyonda daha fazla durmayacaktık.
"Ben bundan sonra yürüyeceğim. Yolun devamında beni taşımana gerek yok."
Ayaz bunu söylediğimde arkamdaydı bu yüzden yüz ifadesini göremedim. Sessiz kalmıştı bir süre. Hemen cevap vermemişti. Ben ne olduğuna bakmak için arkamı döndüm ancak dönmemle havaya yükselmem bir oldu. Ne olduğunu anlamadan havaya kalkınca gözlerimi refleks olarak kapatmıştım. Açtığımdaysa Ayaz'la burun burunaydık. Beni tekrar kucağına almıştı. Yüzüne oldukça yakın tutuyordu beni. Nefesini yüzümde hissediyorum. O ise her zamanki gibi dudaklarıma bakıyordu. Neden bunu yapıyordu ki? Neden beni etkilemeye çalışıyordu? Ona karşılık vermeyen nadir kızlardan olduğum için mi beni bu kadar elde etmek istiyordu?
"Yapma bunu."
Dudaklarına değil gözlerine bakıyordum. Ciddi görünmek için sarf ettiğim çaba inanılmazdı. Bunu söyledikten sonra o da benim gözlerime bakmaya başladı.
"Neyi?"
Harika! Anlamamazlıktan geliyordu. Vücuduma sinir duygusu hücum ederken bir yandan da onu çok fazla dışarı vurmamaya çalışıyordum.
"Beni etkilemeye çalışma. Böyle dudaklarıma bakarak konuşma sanki öpecekmiş gibi. Aniden beni böyle sıkıştırma. Yapma işte. Yapma."
Bunları çekinmeden söyleyebildiğim için kendimle gurur duydum. Öfke bunu yapabilmemi sağlamıştı sanırım. İlk başlarda sesim normal seviyede olsada giderek yükselmişti ve sonunda resmen bağırmıştım. Kaşlarım çatılmıştı.
"Sinirlenince çok tatlı oluyorsun."
Hala dalga geçiyordu. Yapma dememe rağmen devam ediyordu. İşte buna hiç katlanamazdım. Birine yapma dememe rağmen yapmaya devam ediyorsa, öfkemden asla kurtulamazdı.
"Bırak beni!"
Resmen çığlık atmıştım. Ayaz'ın kollarından kurtulmak için çırpınmaya başladım. Bacaklarımı aşağı yukarı sallarken bir yandan da ellerimle onu göğsünden itiyordum. Sonunda kendimi yere atmayı başarmıştım. Dikkatlice ama elimden geldiğince çabuk ayağa kalktım.
"Ne yapıyorsun Melek? Resmen tekmeledin!"
Ayaz'ın suratındaki şaşkınlık açıkça belli oluyordu. Önünde durup ona yaklaştım. Kaşlarını çatıp işaret parmağımı ona tehditkar bir şekilde sallayarak konuştum.
"Eğer bir daha yapma dediğim şeyleri yapmaya devam edersen tekme atmaktan çok daha fazlasını yaparım."
Ayaz ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdı. Korkmuş gibi görünüyordu. Kafasını onaylayarak aşağı yukarı salladı ama ben tekrar yapacağına adım gibi emindim. Arkamı dönüp yürümeye başladım. Hızlı gitmeye çalışsamda normal bir insanın yürüdüğü hızda ilerliyordum. Yinede o kadar yavaş sayılmazdım. Ayaz yanımdan yürüyordu. Bana ayak uydurmak için hızını biraz düşürmüştü. Zaten onun bir adımı neredeyse benim iki adımım kadardı. O an benden ne kadar büyük göründüğünü fark ettim. Aramızda on santimden fazla boy farkı vardı.
Bunları düşünmekten vazgeçip yürümeye odaklandım.
◇◇◇
Uzun süredir konuşmayınca hayal dünyama dalmıştım. Ailemi, onlarla yaşadığımız güzel anıları düşünüyordum. Ne kadar özlemiş olduğumu fark etmiştim. Ben hayal dünyamda geziyordum ama gözlerim de yavaş yavaş kapanmaya başlamıştı. Uykum gelmişti. Yorulmuştum. Hayallerle rüyalar birbirine karışmıştı neredeyse. Bir an gözlerimin kapanmasına engel olamadığımda yere düşer gibi oldum. Bacaklarının beni taşımadığını fark ettiğimde elim refleks olarak Ayaz'a tutundum. Bir anda ayılıp kendime gelince Ayaz'ın kolunu tuttuğumu fark ettim.
"Ne oldu? İyi misin?"
Yüzünde sanki endişe vardı. Karanlıkta çok belli olmuyordu. O da benim kolumu tuttuğunda elimi kolundan çektim ve elini kolumdan ittirdim.
"İyiyim. Sadece çok uykum geldi. Daha çok var mı gelmemize?"
Arka cebinden haritayı çıkardı. Karanlıkta tam iyi göremediği belliyidi. Haritayı yukarı kaldırdı, ay ışığının daha yoğun olduğu yerlere doğru tuttu. Bir süre inceledikten sonra katlayıp tekrar arka cebine koydu.
"Sadece altı yüz metre falan kalmış. Belki daha da azdır."
Kafamı tamam anlamında sallayıp yürümeye devam ettim. O sırada altı yüz metrenin ne kadar süreceğini hesaplamaya çalışıyordum ama beynim uyu artık diye bağırırken bu pek de mümkün değildi. Gözlerim tekrar kapanmaya yakınken Ayaz'ın kolumdan tutmasıyla irkildim. Ona ne oldu diye sorarcasına bakmaya başladım.
"Bak, çok uykun var belli. İzin ver taşıyayım seni. Bu halde yürürsen düşüp bacağını daha da kötü hale getirebilirsin."
Uykusuzluktan dediklerini anlamam birkaç saniye sürdü. Beynim kabul et diye resmen çığlık atsada, kalbim hayır etme diyordu. Ama kalbim sadece söylüyordu. Beynimse bağırıyordu. O daha baskındı.
"Demek sonunda beni kucağına almadan önce izin istemeyi öğrendin."
Bunu söylemiştim ama sesim o kadar uykulu çıkmıştı ki kimsenin, özellikle Ayaz'ın, beni dikkate alacağını zannetmiyordum. Zaten almadı da. Bunu kendimi tekrar o tanıdık kolların arasında bulduğumda anlamıştım. Artık itiraz edecek gücüm kalmadığına ve bas bas bağıran beynimin isteği yerine geldiğine göre kendimi uykuya teslim edebilirdim.
"Uyu bakalım Meleğim."
Gözlerim kapandıktan sonra duyduğum bu üç kelimenin gerçek olup olmadığından bile emin değildim. Hiçbir şey düşünemeden uyku beni esir aldı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top