RUHLAR
ORMAN
Dört kafadar tatil yapmak üzere yola çıkmışlardı. Moralleri oldukça iyiydi. Başta her şey yolunda gidiyordu.
Ormanı çok sevmişlerdi. Ta ki garip sesler duymaya başlayıncaya dek.
"Buraya iyi ki geldik" dedi Ahmet.
"Bende çok sevdim sakin huzur işte budur" diyerek karşılık verdi Aziz.
"Buna ihtiyacımız varmış" diyen Mahmut gülümsüyordu. Emrah ise sessizliği tercih etmişti. Pek konuşkan bir tip değildi.
"Hayırdır Emrah sesin çıkmıyor" dedi gülerek Ahmet. Emrah'a takılmadan edemezdi.
"Sizi dinliyordum bazen dinlemek de oldukça keyifli".
"Adamı rahat bırak onun huyu böyle konuşmayı pek sevmez" diyerek onu savundu Aziz.
"Bazı insanlar böyledir" diyerek konuyu noktaladı Mahmut. Orman harikaydı. İnsan yemyeşil ağaçların arasında kaybolacakmış gibi hissediyordu.
Sonsuzluk hissi vardı.
Gece oldu.
Rüzgar sertçe esiyordu.
"Bu ormana eskiden ölüler ormanı diyorlarmış" diyerek açıklamada bulundu Ahmet.
"Saçmalık neden öyle diyorlarmış" diye sordu Aziz.
"Güya ormanda ruhlar varmış yıllar- yıllar önce birileri bu ormanda intihar etmişler. Ve söylentiye göre ruhları buraya hapsolmuş".
"Bu tarz şeyler çok saçma, acı olansa halen daha bu tarz hurafelere inanan insanlar olması" diyerek esnedi Mahmut. Belli ki uykusu gelmişti.
"Haklısın dostum" dedi Aziz. Bunlara inananın aklından şüphe ederdi. Hepsi derin bir uykuya dalmıştı.
Emrah hariç. Nedense onu bir türlü uyku tutmamıştı.
İÇinde anlamlandıramadığı bir his vardı.
Bir tür korku. Çok fazla korku kitabı okumuştu.
BUndan dolayı olabilir miydi acaba?
Kim Bilir?
Oturdu. Gecenin sessizliğinde sadece uçsuz- bucaksız olan ormanı izledi. Birden sokak köpeklerinin seslerini duydu. Delice havlıyorlardı. Sanki acı çekiyor gibiydiler.
Merak etti. Köpeklerin geldiği yere doğru yürümeye başladı. Hava oldukça soğuktu. Üşüyordu. İliklerine kadar donduğunu hisseder gibi oldu bir anda.
Tüyler ürperticiydi. Birde ne görsün? sokak köpekleri kanlar içinde yerde yatıyorlardı.
Öldürülmüşlerdi. 3 taneydiler. Çığlık attı. Geriye doğru bir adım attı. Derken ayağı kaydı. Kafasını taşa vurdu.
Ve öldü.
Emrah ölmüştü.
Ertesi gün üç arkadaş her şey yolundaymışçasına uyandılar.
"Nasılsınız beyler iyi uyudunuz mu?". dedi Aziz.
"Hem de nasıl e yorulduk tabi buraya gelene kadar e dolayısıyla güzel bir uykuyu da hak ettik öyle değil mi? " diyen Ahmet neşeli görünüyordu.
"Emrah nerede?" diye sordu Mahmut.
"Yürüyüşe çıkmıştır" diyerek tahminde bulundu Aziz.
"Olabilir" dedi Mahmut'da. Bir şeyler yediler.
"Dostum Emrah halen daha gelmedi" dedi Mahmut.
"Bakalım nerede yürüyelim biraz" dedi Aziz.
"Kiloları aldık biraz yürüyüş temiz havada hepimize iyi gelecektir buna ihtiyacımız var" dedi Ahmet'de. Yürümeye başladılar. Hava güneşli, güzeldi. KUşlar gökyüzünde uçuşmaya başlamıştı.
Koyun üzerini örten kara bulutlar, yerini masmavi gökyüzüne bırakmıştı. Yılan gibi kıvrıla kıvrıla akan derenin suları, coşkulu türküler söyleyerek akıyordu. Vadi rengârenk tomurcuk ve çiçeklere bürünmüştü. Arılar, türlü renklerdeki kelebekler çiçek çiçek dolaşıyordu. Kuşlar semada özgürce uçuyor, kuzular yemyeşil çimenler arasında oraya buraya koşuşuyordu.
Orman güzeldi. Yaşanılası bir yerdi. Onlara öyle geliyordu.
"Emrah neredesin? dostum" diyerek bağırdı Aziz.
"Kaybolmuş olmasın sakın orman çok büyük" diyerek üzgünce konuştu Ahmet.
"Öyle deme dedi" Mahmut. Sinir olmuştu.
"Kuşlar bir yere gidiyor" dedi Ahmet.
"Öyleyse onları takip edelim" diyerek fikrini dile getirdi Aziz. Kuşları takip etmeye başladılar.
Ve onu gördüler.
Cesedi.
"Emrah tanrım ölmüş" diyerek bağırdı Ahmet. Ağlamaya başlamıştı.
"Kafasını taşa vurmuş ve ölmüş" dedi Aziz.
"Zavallı dostum" diyerek ağlıyordu Mahmut'da.
"Emrah çok dikkatli biridir nasıl oldu ki bu?" diyen Ahmet telaşlı görünüyordu.
"Taşa vurmuş işte kafasının yanı kan gölü bak yanında da büyükçe bir taş var. Ne yani başka ne olmuş olabilir ki? bir katil filan olduğunu mu düşünüyorsun?". dedi Aziz.
"Yok canım ben sadece bu denli dikkatli bir adamın anlık dikkatsizliğine şaşırdım o kadar yazık bak hayatından oldu" dedi Ahmet.
"E dikkat çok önemli bazen ufacık bir dikkatsizlik hayatımıza mal olabilir işte kanıtı" diyerek konuştu Aziz.
Yollarına kaldıkları yerden devam ettiler. Buna mecburdular. Güzel başlayan yolculuk böylece onlar için birer cehenneme dönüşmüştü.
Karanlığa ki bu henüz başlangıçtı.
Yol boyu ağlayıp, durdular. Sevdikleri dostları hayatını kaybetmişti. Bunun acısı anlatılamazdı. Sadece yaşanırdı o kadar.
"Buraya gündüz gelip gece kalmasamıydık" dedi Ahmet.
"Ne alaka?".
"Ne bileyim Aziz belki de gece yürüdüğü için ayağı kaydı ve öldü" dedi Ahmet.
"Kendini suçlamayı kes".
"Ya bu bizim suçumuzsa gece yürüyüşe çıktığını duymalıydık yani ayak seslerinden onun yanında olsaydık".
"Bunu bilemezdik tamam mı yeter Ahmet" dedi Aziz. Biraz kızmıştı.
"Tamam be ne bağırıyorsun sende".
"Hey hey sinirler gergin tamam, ama, burada tartışma çıkmasını istemiyorum" dedi Mahmut.
"Bu gezi hiç istediğimiz gibi gitmiyor" dedi Ahmet.
"Gidiyordu ta ki dostumuz ölünceye dek bence artık eve dönmenin vakti geldi" diyerek konuştu, Mahmut.
"Mahmut sende mi?".
"Ne bende mi Aziz? biz dönüyoruz sen dostumuz ölmüş burada tatil yapacaksan o moral varsa kal eğlen" dedi Mahmut.
"Aynen Aziz çünkü bizde yok mutsuzuz" dedi Ahmet.
"Tamam dönüyoruz haklısınız" diyerek son noktayı koydu Aziz'de. Eşyalarını toporlamaya başladılar.
Tekrar gece olmuştu. Etraf sessiz, in, cin top oynuyordu. Kimse yoktu. Tek bir Allahın kulu bile. Gök gürlüyordu, deli gibi yağmur yağmaya başlamıştı.
"Hazır mıyız?" diye sordu Aziz.
"Evet- evet acele etsek iyi olacak hemen gidelim buradan" dedi Ahmet.
"Biraz sakin ol çok telaşlısın" dedi Aziz. Üç kişi arabalarına geri dönmek üzere yürümeye başladı. Ta ki karşılarına kara bir kartal çıkıncaya dek.
Son derece vahşiydi.
"Bir bu eksikti her şey ters gidiyor" dedi Mahmut.
"Burası bir orman bu tarz vahşi hayvanların olması normal" dedi Aziz. E be pes diye düşündü Mahmut'da. Bu adam hiç mi bir şeyden korkmazdı canım?
Siyah kartal saldırıya geçmişti. Önce Ahmet, sonra da Mahmut ölmüşlerdi.
Aziz, eline aldığı bıçağı siyah kartala sapladı. Kartal düştü. ÖLdü.
Hayatta kalan tek kişi Aziz idi. Artık tek başınaydı. Öyle mücadele edecekti. Yolunu kaldığı yerden sürdürdü.
Birden bir tabela gördü.
Kırmızı harflerle şu yazıyordu" Burada yalnız değilsin asla da çıkamayacaksın".
Şaka mı bu? diye düşündü Aziz. Birden silahla vuruldu. Mermi tam karnından geçmişti.
Anında yere yığıldı öldü. Onu kim vurmuştu? belli değildi.
Orman çok tehlikeliydi çok.
Sağ kalan olmamıştı.
Burası bizim diyorlardı ruhlar. Çünkü yıllar önce bu ormanda intihar edenlerin ruhu özgür kalmadığı sürece ormana gelen herkes ölmeye devam edecekti.
Asla huzur bulamayacaklardı. Ancak ruhlar özgür kalırsa bu vahşet biterdi.
ERTESİ GÜN
Orman yemyeşil ağaçlarla gülümseyen güneşle yeni bir güne başlamıştı. Koyunlar huzurla geziniyorlardı. Bu orman yemyeşil olmasının yanı sıra çok temiz bir havaya sahipti. Bu orman kesinlikle mükemmeldi. Çok güzeldi bir kere. Hele o güller ah ah o kırmızı güller. Hafif yokuşlu yolunu çıktıktan sonra yemyeşil dağlar adeta büyülüyordu. Bulutlar pamuk gibiydiler. Güneş yeni doğuyordu. Soğuk fakat bir o kadar temiz havayı ciğerlerine doğru çekti hayvanlar. Horozların sesleri geliyordu. Arılar bal yapmak üzere işlerine başladılar. Çalışkan canlılardı arılar. Üretirlerdi. Kelebekler çeşit-çeşitti. Hepsi rengarenktiler. Böcekler mutluydular.
Henüz gündüzdü.
Ruhlarda orada bir yerdeydiler. Hayvanlar onların dostuydular. Fakat sonradan gelenlere karşı içlerinde inanılmaz büyük bir nefret vardı.
Çünkü orman onlarındı.
Bu nefret asla bitmeyecekti.
Yeni insanlar geldiğinde gene karşılarında onları bulacaktı.
Yüzleşeceklerdi.
Ve teker- teker öldürüleceklerdi.
Tabelada da dediği gibi" Buraya girenin asla çıkışı yoktur".
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top