KAYBEDECEĞİN TEK ŞEY
Yarı zamanlı rehin alınmış tek kişilik bir ordu gibiyim. Gözlerimin kabzalarında, ekmek niyetine kuşların gagalarına dolanmış saç kırıntıları var. Düğüm düğüm olmuş uçaklar. Uçmayı becerebilen bir tek ayak uçlarım kalmış.
Beni izlerken pencereleri kapatıyor yaşlı insanlar. Gençlerin hepsi kapı dışarı ediliyor. Sarhoş bir sokakta sızmış arabaların kornaları öttükçe ürperiyor bir çocuk. Elinde erimeye başlayan bir tek çikolatası var.
"Keşke" diyor "kış gelse. Tatlı olan her şey donsa. Rüyalarım gibi mesela. Onlar nasıl da buz gibi görmüyor musunuz ? Onlar hiç bozulmuyor. Bozamıyor insanlar hayalimde koştuğum o bahçeleri. Buz gibi olan her şeyi seviyorum" diyor.
İçinde yanan o ateşten kimsenin haberi olmuyor. Ben gizlice çocuk kalıyorum. Sokağın bir köşesinde bedenim büyürken ruhumu beşikte sallıyorum. Oyuncak arabam egzoz borularının ucunu kapatıyor. Gökyüzü dumanaltı olmasın diye bozuyorum hepsini.
Sigarası yanan abilerin ablaların çakmaklarını alıyorum. Yanması gereken o kadar karanlık mazi varken hiçbir çakmak boşa gitsin istemiyorum . Gaza geliyorum.
Ben çocukken pencerelerin ahşap kısımlarına yağmur damlardı. İzlerdim. Şimdi ise ben pencerelerin ardından aksime bakıyorum. O pencerenin içine öylesine yabancıyım ki.
"Yuva neydi ? " diye soruyorum. Kuşları izliyorum. Bulamıyorum cevabını. Düşüncelere dalmışken ayakkabımın delinmiş kısmına birikmiş yağmur damlaları girmeye başlıyor. Tüylerim ürperiyor aniden.
" Yuva diyorum sonra neydi gerçekten ?" Tam "unuttum galiba" derken bir kuş kucağıma konup yüzüme bakıyor. Sonra başını yukarı doğru kaldırıp bağırıyor. Ben de bakıyorum üst tarafa doğru. Yavruları da bağırıyorlar bana. Kanatların olduğu sürece yuvadasın işte diyorlar. İçin kaldığı yerden devam edebiliyorsa hayata yuvadasındır. Çocuk kalabildiğin ve içindeki o çocuğu yaşatabildiğin her yer senin yuvandır.
Cevabımı alınca topladığım kağıtları teneke kutumun içine doldurup elimde kalan son çakmağın son gazıyla ateşe veriyorum onları. Sokakta yaşadığım günleri unutmaya karar veriyorum. Sokağın içindeyken içimdeki yuvamı buldum diyorum.
Elimde sadece çocukluğum var ve ben bu yüzden çoğu insandan daha zengin hissediyorum kendimi.
Ellerim cebimde ısınmaya çalışıyorum. Titremesi duruyor bedenimin. Tenekede ateş çıtırdarken yerden bir çatırtı sesi geliyor iki sesi karıştırıyorum birbirine. Paltosu eski ama ayakkabıları yeni ve parlak bir amca geliyor bastonuyla beraber karşıma.
Ne kadar heybetli böyle. Sanki önceden aslanları eğitmiş bir eğitmen geliyor gibi hissediyorum. Çok güçlü biri. Sanki kırk yıldır tanıyor gibiydi beni. Oturdu karşıma. Ellerini ateşe uzattı. Isınmaya çalışıyordu. Yaz aylarındayken bile soğuktu o gece. İki yalnız bir ateşte tanıştı. Konuşmaya başladı aniden :
"Yerdeki taşları görüyor musun ? Onlar da soğuk işte. Yağmur yağsa da yaz gelse de her zaman soğuk. Attığın başı yarmakta üstlerine yoktur hiçbir zaman. At yeter ki. Yapmayacakları vicdansızlık yoktur. Sen de mi onlara benziyorsun yani ?"
Bir anda sordu bu soruyu. Ben de kendimi bir taşa benzetmiştim dün ne tesadüf. Ama kuşlar benimle konuşurken, tüylerim ürperirken soğuk hissetmemiştim. Taş gibi değildim galiba. Anladım söylediğini.
Devam etti :
"Uyuyup kaldın mı hiç denizin ortasında. Sandal batmak üzereyken. Çığlığını duyan taşlar oldu mu hiç ?"
"Olmadı" diyorum. Ama onun soruları çok tuhaf geliyor bana. Yine de dinleyesim geliyor.
"Peki" diyor." Sen hiç dilini kaybettin mi ?"
"Hayır" diyorum." Ama dilini kaybeden insanların arasında yaşadım. Ben de dilimin varlığını unuttum. Sokakta konuşmak yasaktır bize. Gerçi Konuşursan da dışarıdasındır sussan da. Bir yerde bizim korkacak bir şeyimiz yoktur. Her şeyimiz kayıp aslında."
"Her şey mi kayboldu iyi düşün" diyor.
"Evet" diyorum her şey.
Sonra gözlerimin içine bakıp :
"Nasıl olur ?
Ama sen hala burdasın" diyor ve bir anda ayağa kalkıp yanımdan uzaklaşıyor...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top