14; i hate you.
Dünyada iki tür yorgunluğun olduğuna inanıyordum; birincisi, derin bir uykuya ve dinlemeye ihtiyaç duyduğunuz yoğun bir günün sonunda yaşanırdı. Kafasını yastığa koyar koymaz uykuya dalardınız.
Diğeri, bolca uyusanız bile bitmeyecek bir yorgunluktu. Zaten uykuya ihtiyacınız olmazdı bu gibi yorgunluklarda.
İhtiyacınız olan tek şey; sessizlikti.
"Sen iyi misin?"
Çalıların arasından duyduğum sesle birlikte bakışlarımı gölden alarak sesin sahibini odak alanıma almaya çalıştım; birkaç saniye sonra sarı saçlar gözlerim önündeydi.
"Bir takım tükenmişlik sendromu." diye onu yanıtladım ve iç çektim.
"Yani üzgünsün," Sarı saçların sahibi yanıma oturduğunda bakışlarımı etrafta gezdirmekle meşguldüm.
"Bunun seni ilgilendiren kısmı?" İfadesizce onu yanıtladığımda hâlâ etrafı izliyordum.
"Bilmem," Ona baktığımda omuz silkmişti. "Beni ilgilendirmez sonuçta."
"Beni teselli etmeye falan çalışıyorsan ve ya arkadan bizi kayda alan bir arkadaşın varsa ve benimle göründüğün için hava atmak niyetindeysen.."
"Hop hop," Sarı saçların sahibi gülerek cümlemi böldü. "Sana takıntılı bir sapık falan olduğumu sanıyorsan öyle değilim. Gerçekten. Yemin ederim. Neden öyle şeyler yapayım ki?"
Gülerken kaybolan gözleri cümleleri çoğaldıkça irileşiyor, samimiyetine beni inandırmak içim oldukça çaba sarfediyordu.
"Anladım." diyerek konuyu kapattım.
"Bilirsin," Sakin bir şekilde konuşmaya devam etti. "Ben sadece üzgün olduğunu düşündüm ve eğer seninle konuşursam biraz iyi hissedersin diye düşünmüştüm."
"Neden böyle bir şey yapmak isteyesin ki?"
"Bilmem," Gülümsedi. "Hani insanım ya, empati kurabiliyorum. Belki o yüzden olabilir."
Kendimi tutamadan gülümsedim onun gibi.
"İnsanlar empati kurabiliyor muydu ya?" Saçlarımı geriye savuşturarak alaycı sesimle konuştum. "En son birisi birisini öldürüyordu."
Bakışlarımı tekrar etrafta gezdirmeye başladığımda cevabın gelmediğini farkettim ama bu umursayacağım bir şey değildi. Genelde ben bir şey söylerdim ve karşımdaki ya söylediğimin altında ezilir ya da sessizliği seçerdi. Konuşabileceğim birisi pek olmazdı etrafımda; fikirlerimi tartışa bileceğim, farklı düşünceler öne sürebilecek ve bazen benim yanlış yolda olduğumu yüzüme çarpacak hiçkimse yoktu.
Ya da var mıydı?
Bakışlarımı yanımda oturan sarışın çocuğa çevirdiğimde zaten bana baktığı için göz göze gelmiştik.
"Anlamı var," diye mırıldandı. Sesi hüzünlüydü, belki de sadece anlık bir yorgunluktu üzerindeki.
"Efendim?" Neyin anlamı vardı?
"İnsanların," diyip duraksadı. "İnsanların bir anlamı var. Herkes kötü olamaz."
"Saf,"
Bunu söylerken yüzümdeki ifade nasıldı bilmiyorum ama dudaklarının aldığı şekli sevmemiştim. Gülümsüyordu.
"Sadece biraz duygularını kabul etmelisin ve insanları.."
"Duygulara değil yeni kıyafetlere ihtiyacım var." diyerek onun lafını kestim.
"Kıyafetler eskir," Kafasını iki yana hayıflanarak salladığında alayla gülümsemekle meşguldüm.
"Duygular eskitir."
Sessizlik.
"Ben kötü biri değilim," diye mırıldandım. "Sadece kötü hissediyorum."
"Biliyorum," Gülümseyerek bana baktığında hiçbir şey yapmamıştım. "Bu sorun değil. Kötü hissettiğin için hiçkimse seni kötü olmakla suçlayamaz."
Daha sonra pek bir şey konuşmadık aslında.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top