Köşeye Sıkışmak B.7

Sorumu sormuş cevabını vermesini beklemeye başlamıştım. Bir gözüm yolu takip ederken diğer gözüm dikiz aynasından siyahların kadınını takip ediyordu. Kristal bakışlı gözlerini sağa sola devirerek, sorduğum soruya duyduğu rahatsızlığı vücut diliyle anlatmaya çalıştı.

İyi de konuyu açan sensin. Bir konu hakkında soru soruyor isen cevabını da vermesini bileceksin. Yok, öyle boş atıp dolu tutmak Arya Hanım, diye geçirdim içimden.

Sağ gözümün hala kendisine baktığını gördüğünde, "Ne?" diye sordu.

Onu köşeye sıkıştırmış olmanın verdiği haletiruhiye içinde, "Sorumun cevabını bekliyorum." dedim.

Yüzüne arsız bir ifade takınıp beni geçiştirir gibi yaparak, "Boş ver!" dedi.

Onun verdiği cevaptan bir şey anlamamış gibi bir ifade çizerken suratıma kaşlarım çatıldı. "Boş ver derken?"

Sırtını dikleştirip arka koltuğa dayadı. Sağ bacağını sol bacağının üzerine atarken ellerinden yardım aldı. Başını sol tarafa doğru çevirip akıp giden trafiği izlemeye başladı; dalgınlığına bakılacak olursa derin düşünceler içinde olduğu anlaşılıyordu. Neden bu kadar uzun düşünme ihtiyacı duymuştu, oysa ben ona basit bir soru sormuştum. "Konuyu nereye çekmeye çalışıyorsunuz?" diyerek.

Başını tekrar taksinin içine çevirdiğinde parmak uçları ile gözlüğünü düzeltir gibi yaptı. Kollarını birbirine dolayıp koltuk altlarında birleştirirken iyice geriye doğru yaslandı. Yüz kaslarının gergin olduğu alnındaki çizginin derinlik kazanmasından belli oluyordu.

"Peki, anlatsam beni dinleyecek misin?" diye sorduktan sonra dudakları arasından alaycı bir cümle daha yayıldı taksinin içine. Konuşmasına devam etmek isterken, "Hoş anlatmam bir işe yarayacak mı, onu da bilmiyorum?" diye ekledi.

Neyin hesabını yapıyordu açıkçası bilmiyordum.
Her ne anlatmak istiyorsa Arya, anlatmaya hazırdı ama ben onu dinlemeye hazır mıydım? Kararsızdım. Soruyu sorduğuma şimdiden bin pişman olmuştum. Şu an başıma neyin geleceğini bilememenin verdiği tedirginlik zihnimi fazlasıyla yoruyordu. Kız konuyu kehanetten açmıştı. Kim bilir nasıl bir kehanetten söz edecekti. İyi güzel de benim kehanetler ile ne işim olurdu.

Gerçekten zor bir kararın arifesindeydim. "Evrim, gördüğüm kadarıyla henüz beni dinlemeye hazır değilsin, " sorusuyla dağılan zihnimi toparlamaya çalıştığımda, "Geldik!" cevabı verdim. Sitenin önüne gelmiş olmamız bana can simidi olmuştu.

Geldiğimize memnun olmamış gibi yaparak yüzünü buruşturdu, "Ha, evet!" diye cevap verdi. Taksiden inmek için toparlanırken yüzünde mutsuz bir ifade vardı. Taksiden gönülsüz indiği her hareketinden belli oluyordu. Takside kalıp benimle bir gece geçirmeye amma hevesliymiş...

"Neden acaba? Bunu hiç kendine sordun mu Evrim. Belli ki, kızın bir bildiği var. Ya da kafasında bir planı var. Seninle vakit geçirmeyi bu kadar çok istediğine göre. Evrim, bu kız saplantılı bir âşık olmasın; çevremizde benzer vakaları çok görüyoruz." Yeter fantezi peşinde koştuğun. Ne aşığı? Ne saplantısı? Bu aralar çok fazla dizi izliyorsun galiba, diye kendi kendime kızdım...

"Gidelim!" Sesiyle irkilip kendime geldim. Arya, benim irkildiğimi gördüğünde gülümsedi. Gülümsedim. "Evrim, pek dalgınsın? Merak etme seni orada yemezler!"

Hala dalgınlığım geçmemiş olacak ki, "Nerede?" diye sordum.

"Hah hay" diye şuh bir kahkaha attı. "İlahi Evrim, âlem adamsın. Benim arkadaşıma geldik ya."

"Biliyorum!" cevabı verdiğimde biçimli dudaklarımı büzüp gamzeli çenemi kaşıdım.

Sonrasında orta boy çantasının fermuarını "cırıltılı" bir ses çıkararak hızlıca açtı. Büyük ekran telefonunu çıkarıp aceleyle bir şeyler yazdı. Telefonu tekrar çantasına koyduktan sonra bana doğru dönüp dudaklarına yapmacık bir gülücük astı. Bu gülücük resmen sahtelik de bir Nirvana'ydı.

Hani birinin arkasından iş çevirirsin de istemeden yakalanırsın ya bunu belli etmemek için de gülümsemeye çalışırsın "hah" işte tam da öyle bir hareketti yaptığı. Yapmacık. Sahte. Maskeli...

"Peki, bunun nedeni ne koçum?" diye soran iç sesimle kasıldı vücudum.

Cidden daralmaya başladım. Tutmayın beni deyip bağırasım var. Yine sol taraftan gelmeye başladılar bana...

Arya, benim hala olduğum yerde saydığımı görünce, "Evrim, fazla naz yaptın. Alt tarafı bir fincan kahve içeceğiz. Bu kadar çekingenlik niye?"

"Bir fincan kahve deyip küçümseme hanımefendi. Kırk yıl hatırı vardır. Kokusunda aşk, tadında, muhabbet vardır," dedi. Bana hatırlatma yapan sinsi iç sesim. İş benimle dalga geçip her şeyi başıma kalkmak olunca üstüne tanımam. Kendisi benim iç sesim mi, yoksa engeli koşu maratonum mu, bilmiyorum doğrusu. Bildiğim tek şey, benimle uğraşmaktan zevk aldığı...

Onun arkadaşının olduğu binanın merdivenlerini çıkmaya başladık. İlk katı çıktığımızda çelik bir kapı önünde durduk. Ziline basmadan açıldı kapı. Sanırım arkadaşına mesaj atıp geldiğimizi önceden haber vermişti. Şu düştüğüm duruma akıl sır erdiremiyordum doğrusu. Halime bak? Taksi şoförü değil de kız arkadaşımla komşuya kahve içmeye gelmiş gibiydim.

"Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu Evrim? Kız arkadaş benzetmesini sana hiç yakıştıramadım doğrusu."

Gözünü seveyim, birazcık uslu dur. Benim devreler iyice karıştı zaten bir de sen karıştırma, diye uyardım iç dünyama düşen kaygıları.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top