otuz dört

Selâmün aleyküm mümin kardeşlerim✌

Yıldızı okşayalım vee bölüme geçelim'☆

◆ ◆ ◆

Ertesi gün sabah yine erkenden sabah namazı için kurduğum alarm ve horoz sesleriyle zorla da olsa uyanmıştım. Dün camiden geldikten akşamı evde dedem ve anneannemle televizyon izleyerek geçirmiştik. Şimdi ise tekrardan camiye gitmek için hazırlanıyordum.

Altımdaki gri eşofmana baktığımda feracenin boyunun uzun olduğuna hesaba katarak gözükmeyeceğini düşündüm ve değiştirme gereksinimi duymadım. Feracemi giydikten sonra ayaklarıma bakarak odanın içinde şöyle bir tur attım ve yürürken de gözükmeyeceğinin kanaatine varıp bonemi yapmaya koyuldum. Bonemi de yaptıktan benim kendi eşyalarımı koymak için yer ayırdığım dolaptan siyah şalımı aldım. Omuzlarımı ve göğüslerimi kapatacak şekilde örttükten sonra aynadan son bir kez bakıp şalımın önünü düzelttim ve koyu kahverengi, eski desenlerle oyulmuş dolabın önünden siyah sırt çantamı da tek koluma taktıktan sonra odadan çıktım. Bu sefer anneannemden erken kalktığım için mutfağa girdim ve kahvaltı sofrasını hazırlamaya koyuldum.

Kahvaltıyı hazırladıktan sonra ağzıma birkaç şey attıktan sonra sessiz adımlarla anneannemgili uyandırmamaya çaba göstererek evden çıktım. Merdivenlerden indikten sonra bahçedeki ekili çiçeklerden en güzelini kopardım özenle. Burnuma götürüp koklarken kaburgalarımda çiçekler açmış gibi hissetmiştim sanki. Çiçeğin o güzel kokusu ciğerlerimde yola çıkarken gözlerimi kapattım. Sonra kendime gelip gözlerimi açtım ve çantamdaki Kur'an'ımı çıkardım. Sayfaların arasına çok yakışacaktı. Rastgele bir sayfa açtım çiçeği özenle yerleştirdikten sonra çantama geri koydum. Çantamın fermuarını da kapattıktan sonra bahçenin çıkış kapısına yöneldim ve caminin yolunu tuttum.

Kuşlar ağaçların üstünde seromoni yaparken güneş de yavaş yavaş yerini almış ve bütün canlılara kucak açıyordu. İnce uzun tahta köprüden geçerken aşağıda gürül gürül akan dereye de göz atmayı unutmamıştım. Burası benim, köyde en çok sevdiğim yerdi. Derenin kenarında çamurdan tas tabak yaptığımız günler geliyordu aklıma. Sonra eve geldiğimde annemin bana ceza olsun diye bahçedeki buz gibi suyla hortumu açarak yıkamaları... Âh mazi, neden hep bu kadar güzel olmak zorundaydı ki?

Şu an, yaşadığım bu gün belki de benim için hiçbir şey ifade etmiyor olabilirdi ama ileride bugünümü de deli gibi özleyeceğime adım gibi emindim.

Çünkü insan bu, duyar hep mâziye özlem. Hem de bu geçmeyen özlemlerden.

Köprüden geçerken arkamda adım sesleri duymamla birlikte ani bir refleksle arkama dönüp kimin geldiğine baktım. Baktım bakmasına ama kimse yoktu. Allah Allah. Adım sesi duyduğuma o kadar emindim oysa ki.

Kendimi geçiştirdikten sonra caminin beyaz ve paslanmış demir kapısını ittirerek içeriye girdim. Duvarların kenarına ekilen çam ağaçları caminin gözükmesine engel oluyordu. Kapıdan içeri girdiğinizdeyse yeşil çimlerin arasında taşlardan iki tane yol ayrılıyordu. Sağ taraftaki caminin arka kapısına giderken, sol taraftaki caminin ön kapısına gidiyordu. Yani erkek çocuklarının olduğu yere. Sağ taraftaki otlarla kaplanmış taştan yolu takip ederek caminin arka kapısına gittim. Saat daha henüz sekiz buçuk falandı muhtemelen çünkü birkaç öğrenciden başka kimse yoktu.

Tam dış kapıyı açıp ayakkabılarımı çıkardıktan sonra ayakkabılığa bırakıyordum ki kapının çaprazında bir çocukla dün gördüğüm adamı gördüm. Biraz daha dikkatli bakınca çimlerin üstüne oturup bağdaş kurarark çocukla konuşan kişinin Asaf olduğunu anladım. Beynim kırmızı alarm verirken bakışlarımı hemen çektim ve ayakkabılarımı ânın telaşıyla fazla gürültü çıkararak bırakmış olmalıyım ki iki çift göz bana döndü. Asaf ve küçük çocuk bana bakarken hızlı adımlarla koridoru geçtim ve asıl camiye giren kahverengi kapıyı da açıp yerimi aldım. İrem beni görse de okuduğu kitaba bakmaya devam edince içimden bir tuhaf olsam da belli etmeden selam verdim. Belki bir şeylere canı sıkkındır.

"Selâmün aleyküm." Birkaç saniye beni duymadı ve umursamaz gözlerle kitabını okumaya devam etti. Tam pes edip oturuyordum ki başını kaldırma zahmetinde bulunup zoraki bir gülümseme yolladı selamımı alırken.

"Aleyküm selam canım."

Ben de daha fazla zorla sohbet etmeye çalışmama kararı alıp kendi yerimi aldım Yere oturduktan sonra çantamdan Kur'an'ımı ve tecvit kitabını çıkardım.

Çocuklar yavaş yavaş gelip yerini alırken ben de bugün çocuklara öğreteceğim harflerin mahreçlerine bakıyordum. Herkes tamamlanınca bütün isimleri sayıp yoklama almaya başladım. Daha ikinci gün olduğundan olsa gerek eksik kimse yoktu.

Sırayla hepsini yanıma çağırıp tek tek harfleri öğretmeye başladım. Bazen öyle zorlanıyordum ki sabredemiyordum. Yaşları küçük olduğu için kolay kolay anlamıyorlardı. İçten içe sinirlensem de onlar yapamayınca suratlarını asıyordu ve ben de dayanamayıp gülümsüyor, teselli ediyordum. Bugünlerden ben de geçmiştim. Elbette çabalamadan hiçbir şeyi elde edemezdiniz.

Mahreç derslerinin ardından İrem'in seslenmesiyle minik bir ara verdik ve ardından temel dini bilgiler üzerinden ders verdik. Ara sıra heyecanlanıp hangi kelimeyi söyleyeceğimi unutsam da yine de elimden geldiğince iyi yaptığımı düşünüyordum. O ders de bittikten sonra İrem'in tekrar seslenmesiyle bakışlarım ona döndü.

"Evet çocuklar bugünkü dersimiz bu kadar. Şimdi ne yapma vaktii?" dedi son kelimesini uzatarak. Çocukların hepsi bir ağızdan heyecanla cevapladılar.

"Oyuuun!"

"Tamam o zaman şimdi oynayacağımız oyunu hemen anlatıyorum. Balonları şişirip iple ayak bileklerimize bağlayacağız ve birbirinizin ayağındaki balonları patlatmaya çalışacaksınız. Balonunu sonuna kadar korumayı başaran kişi oyunu kazanır. Hadi bahçeye çıkalım hemen!" deyince çocuklar heyecanla bahçeye çıkmaya başladılar.

Ben de İrem'e gülümseyerek baktım ve birlikte biz de arkalarından malzemeleri alıp çıktık. Çocukların hepsi kendi balonunu şişirirken İrem'in bana da bir balon uzatmasıyla anlamaz gözlerle baktım.

"Hadi biz de oynayacağız." deyince tam itiraz edecektim ki bunu duyan benim sınıfımdaki öğrencilerimin ısrarlarıyla kaçamadım ve ben de ayağıma balonu bağladım. İrem'in başlama sesini vermesiyle bütün çocuklar birbirinin ayaklarındaki balonlara saldırmaya başladı. Ben kendimi tutamaz gülerken birinin gelip benim ayağımdaki balona saldıracağını görünce ondan kaçmaya başladım.

Tam bir iki adım atmıştım ki ayağımdaki balonun patlamasıyla olduğum yerde kalakaldım. Ben oyundan diskalifiye olurken İrem hâlâ çocuklarla oynuyordu. Bana da onları izlemek düşmüştü. Oyunda kaybeden çocuklardan birisi ağlayınca gidip onu teselli etmiştim.

O günü de öyle geçirdikten sonra camiden neşeli ama yorgun bir şekilde çıkıyordum. Taşlı yoldan ilerledim ve ilerlerken sol taraftaki yoldan da Asaf'ın geldiğini fark etmemle durdum. İki yol ileride birbirine kesiştiğinden dolayı aynı yerden geçmemiz imkansızdı.

Ben yerdeki otları izlerken hafif bir gülümseme sesi duymamla camiden çıkan Asaf'ın arkasından baktım. İyi de neye güldü bu şimdi? Kesin o bardak kırdığım gün falan aklına geldi ya, tam bir rezillikti o gün.

Acaba ben o gün kamera kayıtlarını gösterdikten sonra neler olmuş ve neler yaşanmıştı? Resimlerin ilk çıktığı gün ben bodrumda ağlarken Asaf'ın gelip bana söylediği ayet geldi sonra aklıma. Elimde olmadan tebessüm ettim.

"Ey insanlar, sizi birbirinize imtihan yaptık. Bakalım sabredecek misiniz? Rabbin ise hakkıyla görendir." (Furkan-20)

Kaç yıllık arkadaşım bile bana inanmazken o bana inanmış ve benim içimi en güzel şeylerle rahatlatmıştı.

Yüzümdeki silinmeyem tebessümle yolda ilerlerken Asaf da biraz uzağımdaki köprüden geçiyordu. Onun evi de mi bize yakındı yani? O köprüyü geçtikten sonra sağa dönerken ben de yoluma dümdüz devam ettim. Geçerken onun girdiği sokağa bakmama da engel olamamıştım. Ben de az ilerideki sokağı dönerken arkamdan yine adım sesleri duymaya başladım. Aniden durup etrafıma baktığımda kimse yoktu. Korkuyla tamamiyle etrafımda döndüm ama şu an köyün sokaklarında kimse yoktu çünkü öğlen sıcağı vardı ve bu sıcakta işi olmayan kimse dışarı çıkmazdı.

İçimde, elimde olmadan bir korku oluşmuştu. Kalbim hızla çarparken adımlarımı biraz daha hızlandırdım ve köşeden döndükten sonra anneannemi bahçede görmemle içim rahatladı. Bahçede oturmuş dedemle bir şeyler konuşuyorlardı. Onlara selam verip yanlarında on dakika kadar oturduktan sonra yukarıya üstümü değiştirmek için çıktım. Rahat bir şeyler giyindikten sonra feracemi de yanıma alıp tekrar bahçeye indim. Yanlarında bir saat oturduktan sonra göle gitmeyi ve orada kitap okumayı planlıyordum.

Tatlı sohbet ve atışmalarla geçen bir saatin ardından yanıma aldığım feracemi giyindim ve kahvemi de yanıma alıp anneannemgille vedalaştıktan sonra evden çıktım. Köyün sonlarında olan göl bize çok da uzak değildi Allah'tan.

Yolda dalgın dalgın yürüyordum ki sağ taraftaki sokaktan gelen birini görünce başımı kaldırıp kim olduğuna baktım. Gördüğüm tanıdık simayla beynim geçmişte yolculuğa çıkarken kaşlarım istemsizce havalanmıştı. Üstündeki gri kısa kollu tişörtü ve siyah spor ama şık eşofmanlı, yuvarlak siyah çerçeveli gözüklere sahipti.

"Ana, ben seni bir yerlerden hatırlıyorum valla!" dedi karşımdaki saç uçları mor renkli olan kız. Ben de heyecanla başımı sallarken yanıtladım.

"Sen de bana tanıdık geldin ama çıkaramadım." derken o sırada bu kızın kim olduğunu hatırlamamla iki parmağımı şıklattım. O da aynı anda parmağını şıklatırken ikimiz de tekrar aynı anda konuştuk.

"Sen otobüsteki kızsın!"

"Sen otobüsteki kızsın!"

İkimiz de kahkahalarla gülmeye başlarken birbirimize biraz daha yaklaştık.

"İsmini hatırlayamadım?" dediğimde "Didem ben, sanırım seninki Zümra'ydı yanlış hatırlamıyorsam." dediğinde gülerek başımı salladım. Kızdaki zekânın maşallahı vardı.

"Yaa sen bizim köyden miydin daha önce hiç görmedim seni buralarda?" dedim merakla bu sefer.

"Evet benim baba tarafım buralı ama daha önce hiç gelmedim köye. Bu ilk gelişim ve yaz tatili boyunca buradayım. Genellikle köyleri pek sevmem de." dedi sonlara doğru memnuniyetsiz bir sesle.

"Yaa benim anne tarafım da baba tarafım da buralı ve çocukluğum buralarda geçti. Köylere bayılırım." dedim.

"Gerçekten mi? Ne güzel. Ben biraz internet bağımlısıyım ya. Benim için internet başka dünyaya açılan bir kapı. Dışarıdan bakılınca asosyal görünen bir tipim ama arkadaş ortamlarında öyle olduğum pek söylenemez. Burda da arkadaşım olmayınca evden çıkmadım hiç geldiğimden beri. İki haftadır evde oturup durduğum için en sonunda babannem beni zorla evden çıkardı. Git köyü gez de gel diye. Ben de öyle boş boş dolanıyordum işte."

İstemsizce ufak bir  kahkaha atarken o da bana eşlik etti.

"Yaa öyle mi? Ben de çok severim telefondan bir şeylere bakmayı ama içinde sevmediğin kişiler olunca pek de bakasın gelmiyor." Boğazımı temizledikten sonra kendimi toparlayıp tekrar konuştum.

"Neyse. Gel istersen beraber gezelim. Ben de göle gidiyordum."

"Aa burda göl var mıymış? Gerçekten haberim yoktu. Seninle gelmem sorun olmaz değil mi?" dedi elinde tuttuğu kulaklıkları itinayla sarıp cebine koyduktan sonra.

"Estağfurullah neden sorun olsun. Gel gidelim." dediğimde bir taraftan yürürken bir taraftan da tatlı bir sohbete dalmıştım.

"Kaç yaşındasın Zümra?"

"On dokuz yaşıma girmek üzereyim. Sen kaç yaşındasın?"  dediğimde eliyle gözlüğünü düzeltti ve yüzündeki tatlı gülümsemesiyle dudaklarını aralayıp konuşmaya başladı. Benim dudaklarımın aksine daha ince dudaklara sahipti. Minik bir burnu ve kahverengi tonlarında gözlere sahipti. Dikkatli baktığınızda yüzündeki çilleri de belli oluyordu.

"Ben de on sekiz buçuk diyeyim bari."

İkimiz de gülerken garip bir hisle arkamı dönüp bakma gereği hissettim. Durup dururken bir ürperti gelmişti sanki.

Didem bana ne olduğunu sorarken onu geçiştirerek sohbetimize geri döndüm. Göle geldikten sonra benim her zaman oturduğum çınar ağacının altına götürdüm onu.

Kayaları tırmanıp nefes nefese kaldıktan sonra durduk ve manzaraya şöyle bir baktık. Didem gözleriyle her tarafa baktıktan sonra açılan ağzını toparladı ve konuştu.

"Oha! Bu kadar güzel beklemiyordum cidden. Ben burayı nasıl keşfedemedim ya?" dedi pişmanlığını gizleyemeyerek.

"Ben buraların kurdu oldum kızım. Küçüklüğümden beri buralardayım."

"Ya Zümra iyi ki karşılaşmaşız. Yoksa burdaki harika yeri göremeyecektim. Arada bir gelelim mi beraber? Evde çok canım sıkılıyor benim."

"Olur tabii neden olmasın. Numaramı vereyim ben sana. Ben de tek başıma sıkılıyordum zaten."

Gülümseyerek telefonunu bana uzattı ve ben de ona numaramı verdim. O gün orada üniversiteye dair olan hayallerimizden bahsettik biraz. O gazetecilik bölümünü okumayı çok istiyordu ben ise psikoloji. Baya neşeli ve çocuksu bir ruha sahip olmasına rağmen dışardan aşırı ciddi ve sert bir kız tipi vardı. Asla içi ve dışı birbirini tutmuyordu.

Orada nasıl geçtiğini anlayamadan iki saat boyunca oturup beraber yolda da gülerek evimize gitmiştik. Onun evi anneannemgilin iki sokak ötesindeydi ve yollarımız orada ikiye ayrılıyordu.

Birileriyle konuşmak bana kendimi iyi hissettirmişti.

◆ ◆ ◆

Nasılsınız gençlerr

Sizce Zümra'yı birisi takip mi ediyor? Ediyorsa da bu kim?

Bir de kitap 100 bin okunmaya ulaştığında instagram hesabı açmayı düşünüyorum. Buradan ve profilimden duyuracağım, bildirimlerden haberdar olmak için takip etmeyi unutmayın.

Şu aralar anneannemle ilgili bazı sağlık problemleri yaşıyoruz, bölüm bu yüzden birkaç gün gecikti. Dualarınızda bizi de unutmayın inşallah

BU ARADA DİĞER KİTAPLARIMA BAKMAYI DA UNUTMAYIIIN

Diğer bölümlerde görüşmek üzere,
Allah'a emanet♥

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top