kırk iki

Selamün aleyküm gençleer✌

Biliyorum biliyorumm görüşmeyeli uzun zaman oldu. Hatta bazılarınız "Ulan benim kütüphanemde böyle bir kitap mı vardı?" bile diyebilir. Haklısınız ama bir takım problemler oldu neyse boşverin problemleri bölüm geldi daaa uçunn '

Bu arada medyadaki çizim bana ait, daha fazlası için instagram hesabımdan da takip edebilirsiniz🙈

🌻 🌻 🌻

Ben öksürük krizine girerken yanımda oturan Hilal bir yandan sırtıma vuruyor, bir yandan da benimle aynı yere donuk bir ifadeyle bakıyordu.

Ruhumuza el fatiha alalım arkadaşlar. Rahmetliler noodle yemeyi çok severdi dersiniz.

"H-hocam?" dedi Dido kekeleyerek korkuyla.

"Yakaladım sizi hainler!" dedi hoca yemekhanenin kapısını kapatıp yanımıza gelirken. Ben öksürmekten kıpkırmızı olmuş suratımla hocayı izlerken yüzlerimize tek tek bakarak kahkahayı bastı aniden.

"Suratınızdaki o dehşet ifadeleri bir görseniz!" dedi henüz yirmi beş yaşlarında olan hoca. Bizim sınıfın belletmeni oluyordu. Belletmen hocalar kursta yatılı kalırdı ve etüt derslerimize girerdi. Betül hocaysa sabahtan öğlene kadar bizimleydi sadece.

Benim öksürüğüm sonunda dururken biz hâlâ hocanın bize kızmasını bekledik ama o güldükçe bizim de gülesimiz geliyordu. En son Hilal benim suratıma bakarak bir kahkaha kopartınca Dido'yla biz de koyverdik gitsin.

Gülüyoduk ama bir yandan da hocanın kızmasını bekliyorduk. En sonunda sakinleşince hoca başındaki tülbenti düzelterek nefes nefese konuştu.

"Bensiz nasıl yersiniz noodle yaa? Çekilin bakayım." dedi ve yanımdaki sandalyeye yerleşerek temiz çatalla bir tane lokma aldı. Biz ağzımız açık onu izlerken "E hadii! Şimdi müdür hanım gelir, o gelmeden buraları temizlememiz lazım çabuk yiyin, kızmayacağım size. Zamanında biz de bu yemekhanede arkadaşlarımla az yemek kaçırmadık. İki sene önce ben de öğrenciydim burada." dedi gülerek.

"Hocam kralsınız." diyen Didem'e destek verdim ve hocaya dönüp, "Noodle dayanışması!" diyerek yumruklarımızı tokuşturdum.

Dördümüz ortaklaşa noodle yedikten sonra oradaki bulaşıkları yıkadık. Geriye hiç bir iz bırakmamıştık. Sandalyeleri bile milimine kadar aynı şekilde yerine koymuştuk. Temiz hallettik bu işi vesselam.

"Şaka bir yana kızlar bir daha olmasın. Yemekhanede çok kolay yakalanırsınız. Ben size taktik vereyim. Evden minik su ısıtıcısı getirin ve yatakhanenizde yapın bunları daha kolay ve risksiz olur. Biz öyle yapıyorduk fakat yatakhanenizdeki kızların ispiyoncu olup olmadığına dikkat edin." diyen Azra Hoca'ya bakıp başımızı salladık.

"Bu nasıl bizim aklımıza gelmedi kanka?" dedi Didem bana dönerek.

"Daha acemiyiz biz kızım. Hoca tecrübeli baksana." dediğimde hepimiz tekrar gülüştük ve sessizce yatakhanelerimize geri döndük.

Yatağa girdiğimizdeyse Didem ve Hilal kafalarını yastığa koyduğu gibi uyurken, ben döne döne zar zor uyumuştum yine.

* * *

Ertesi gün birkaç saatlik uykuyla hocaların bağırmasıyla yapışan göz kapaklarımı zar zor ayırdım. Bugün bizi uyandıran hoca en sevmediğim hocaydı. Bizi uyandırmak için gelip dolap kapağına yumruk vuruyordu ve uykudan sıçrayak uyanıyordum. Halbuki bizim sınıfın hocası Azra hoca gelip "Hanımlar hadi namaza. Cennete giden bu yolda bir adım daha atcaksınız bak." diyordu gülerekten. Türlü türlü insan vardı işte napalım.

Yatağımdan kalkarken dibimde hâlâ yatan Didem'i gördüm ve dürttüm.

"Ne var be ne var?" dedi gözleri hâlâ kapalıyken.

Bu sefer ellerimle hayvan gibi sarsarak uyandırdım.

"Bırakın beni bir abi yaa!" dedi ayaklarıyla yorganını tepikleyerek. Hoca şu an diğer yatakhanedeki kızları uyandırmakla meşguldü.

"Kalk kızım hemen abdest alalım. Sıra beklemeyelim bir de." diyince hemen yataktan fırladı ve gözlerini açtığı gibi terliklerini giyerek fıtı fıtı gitti lavaboya. Hilal ise çoktan abdestini almış üstünü giyiniyordu. Onun bu hızına hayrandım.

Biz de hızlıca abdestimizi alıp giyindikten sonra mescide sabah namazını kılmak için indik. Namaz kılarken gözlerim uykusuzluktan olsa gerek birbirine yapışıyor, açılmamak için diretiyordu.

Namazı kıldıktan sonra herkes sınıflarına dağıldı ve bir saatlik etütün ardından kahvaltı vaktinin gelmesiyle koyun sürüsü gibi en üst kattaki yemekhaneye çıkmaya başladık. En alt kattan, en üst kata çıkması da zulüm gibi geliyordu insana.

Kahvaltıyı yapıp tekrar sınıfa indiğimizde Betül Hoca yeni gelmişti. Sırayla ezberimizi veriyorduk. Ben tam dersime odaklanmıştım ki Hilal kolumu dürtükledi. Temkinli bakışlara Betül Hoca'ya baktığımda Didem'in ezberini pür dikkat dinlediğini görünce Hilal'e 'ne oldu' bakışı attım. Eğer Betül Hoca konuştuğumuzu fark ederse fırçayı yerdik.

"Sayfamı tutar mısın?" dedi hafif sesli bir şekilde. Çünkü Betül Hoca bize bakıyordu.

Yanımdaki boş sıraya oturup Kuran'ını bana verdi ve ezber dinletir gibi yaparak konuşmaya başladı.

"Kanka ben abur cuburları getirdim. Bu gece oturup sohbet ederken yeriz. Ne dersin?" dedi bir öne bir arkaya sallanarak. Sallanmak dışardan komik gözüküyordu belki ama insan ezbere gerçekten de sallanarak adapte oluyordu.

"Tamam bana uyar. Didem zaten hayli hayli uyar." diye fısıldadım ben de. Başıyla onaylayıp Kuran'ını aldı ve tekrar eski sırasına ilerledi.

* * *

"Işığı açmayalım bence. Diğer hocalara yakalanırsak onlar Azra Hoca kadar anlayışlı davranmaz." dedim ortaya fikrimi atarak. Yatakhanedeki diğer iki kız da uyanıktı bu sefer. Hepimiz ortadaki minik halının üstüne daire şeklinde oturmuş önümüze de abur cuburları dizmiştik.

"Aynen hocalara yakalanırsak fena." dedi Merve bana katıldığını belli ederek.

"O zaman şu perdeyi açalım da sokak lambalarının ışığında oturalım. Kursun dibindeki parktan yeterince ışık vurur zaten içeriye." diyen Didem ayağa kalktı ve penceredeki perdeyi açarak içeriye ışık gelmesini sağladı. Ardından tekrar gelip yanımıza oturdu.

Oturduğu gibi elini cips paketine daldırıp ağzına bir tane attı.

"Eee hanımlar ne konuşacağız? Konu bulun bakalım." dedi tepeden topuzla bağladığı uçları mor saçlarıyla. Çok tatlıydı eşek sıpası.

"Sen nasıl kapanmaya karar verdin anlatsana biraz Didem. Yani seni ne etkiledi bu kadar, bu süreçte neler düşündün? " dedi Ayşe ağzına bir tane bisküvi atarken.

"Aslında o sıralar Zümra'nın önerdiği tesettürle alakalı birkaç kitap okuyordum ve bana mantıklı gelen benzetme şuydu. Bir portakalın kabuğu mu daha güzeldir yoksa içindeki meyvesi mi? Tabii ki de cevap belli, içindeki meyve daha güzeldir ama o dışındaki kabuk onu korumasa bu güzelliği kalabilir miydi? Kalamazdı. Kadın da aslında öyle ve onu koruyan kabuk da tesettürüdür. O kabuğu açmaya yetkisi olabilen biri bilmeli sadece içindeki güzelliği. Kapanmak diyince eskiden hep şey düşünürdüm. İslam dininin gerici bir din olduğunu ve kadınları hep hor gördüğünü. Aslında tam tersiymiş. İslam kadına o kadar naif ve kibar gözle bakıyor ki o tesettür aslında bizim özgürlüğümüz. Çok şükür ki bunun farkına vardım. Biraz geç oldu ama Zümra'nın vesilesiyle İslam'ın huzurundan tatmak bana da nasip oldu..." dedi yüzündeki tebessümle.

Ama ben buna ağlarım. Ağlıyorum, ve ağladım. Mutluluktan gözümden bir damla yaş düşerken Didem ânında fark etti ve beni kendine çekip sarıldı.

"Ya salak niye ağlıyorsun güzel güzel şeyler söyledim işte." diye azarlayan Didem'e iyice sarıldım ve ağlamanın da verdiği etkiyle sesim titreye titreye cevap verdim.

"Mutluluk gözyaşları bunlar aptal." dedim kafasına bir tane geçirirken. Kızlar gülüşürken biraz uzağımızda bize dolu gözlerle bakan Hilal'i çekiştirdim.

"Gel kız manyak." dedim ve üçümüz sarılırken diğer kızlar da bize katıldı.

"Tamamdır bu kadar duygusallık yeter" diyen isyan etti Didem.

"Seni sevgimle boğarım kızım, ayık ol." dedim kafasına bir tane yapıştırarak. Birbirimizden ayrılıp tekrar abur cuburları yemeye döndük. Merve ortaokulda yaşadığı komik bir anısını anlatıyordu.

"Ben genellikle teneffüslerde dışarı çıkmaz, camın önündeki mermere oturur bahçedekileri izlerdim. Bir gün yine mermerin üstüne çıktım ayakta dururken dengem kaydı ve yanımdaki duran arkadaşımın omzuna tutunarak destek aldım. Kız benimle kavga etmeye başladı. 'Ne dokunuyorsun be!' diyerekten. Ben de pek umursamadım ve mermerden inip birkaç adım atmıştım ki az önce benimle ona tutundum diye kavgaya giren kız mermerin üstüne çıkmış üstüme hopluyo. Sonra bu tepeme çıktı saçlarımdan çekiştirmeye başladı baya bir saç baş girişmiştik. Kavganın sebebi de düşecek gibi olunca kıza tutunmam." dedi gülerek alnına vuran Merve.

"Ay manyak mıdır nedir? Bir de üstüne atlamış." dedi Ayşe nefes alabildiğinde.

Biz tam o olaya gülerken dışarıdan gelen bir kız çığlığı sesiyle korkuyla yerimizde sıçradık. Biz kız acı acı bağırıyordu.

Hepimiz dehşetle ayağa kalkarken ilk tepki veren Didem oldu.

"N'oluyor lan?"

Ardından ise hemen dolabına yönelip başına tülbentini aldı ve sesin dışardan geldiğine emin bir şekilde camı açtı. O çığlık sesi hâlâ vardı. İnleyip duruyordu. Kalbim korkudan dolayı ritimsiz bir şekilde çarpmaya başladı. O çığlık kulaklarımdan içeri girip kalbimi sıkıştırıyordu sanki. Ben de hızla başıma tülbenti aldıktan sonra Didem'in yanından dışarıya baktım. Sesin geldiği yeri anlamaya çalışıyorduk. Kursun bütün ışıkları yanmaya başladığında hocaların koridorda bağıran sesleri duyulmaya başladı.

"Kimse camdan dışarı çıkmasın."

"Herkes girsin içeri! Çabuk!"

"Camdan bakan kimseyi görmeyeceğim. Sakin olun."

"Ses yapmayın."

Biz bunlara aldırış etmeden dışarı bakarken gözüm bir yere takıldı. Kursun yanındaki parkta, ağaçların altındaki ıslak zeminin üstünde yatan kız çarptı gözüme. Boylu boyunca yere uzanmış, elleriyle kana bulanmış karnını tutuyor ve o acı çığlıklarını bırakıyordu gökyüzüne.

Ben şok ifadesiyle bomboş bakarken Didem'in bağırışıyla onun baktığı yere baktım.

"Kaçma lan şerefsiz. Seni elbet bulacağız oğlum!" dedi elindeki kan damlayan bıçağıyla kaçan adama.

"Didem yürü kıza yardım edelim!" dememle hDidem başını salladı ve hızla feracelerimizi giyip odadan çıktık. Bizimle beraber Hilal de geldi. Koridorda kızları sakinleştirmeye çalışan Azra Hoca bizim koşarak merdivenlerden indiğimizi görünce.

"Kızlar siz gitmeyin bekleyin! Size de zarar verebilir!"

Bize zarar verse kaç yazar? Kız orada ölürse ömrüm boyunca vicdan azabından ölürdüm ben de.

Biz koşarak iki kat aşağı inip kurstan çıkarken Azra Hoca da yanında bir hocayla peşimizden geldi. Kursun bahçe kapısını Hilal hızla açtı ve parktaki kızın yanına koştuk.

Soğuk, yüzümü yalayıp yutarken içim sızlaya sızlaya gittim kızın yanına. Upuzun kahverengi saçları yüzünün yarısını kapatırken diğer yarısı ise kandı. Gözünden düşen bir damla yaş toprakla buluşurken gözlerimin içine baktı birden. Öyle bir baktı ki o bakış zihnimde hiç unutulmayacak bir yere kazınmıştı.

"Hocam ambulansı arayın hemen." diyen Hilal'le birlikte Azra Hoca titreyen elleriyle telefonunu çıkardı ve ambulansı aradı.

Didem yere eğildi ve Hilal'e kızın kafasını oynatmadan dizine yaslamasında yardımcı oldu.

"Kanı durdurmamız lazım." dediğimde Azra hocanın yanındaki ismini bilmediğim hoca üstündeki ince hırkayı çıkarıp verdi. Etraftaki evlerin ışığı teker teker yanıyor, ne oldu diye dışarı çıkmaya başlıyorlardı. Ortalık bir anda mahşer yerine dönmüştü sanki. Soğuğa aldırmadan geliyordu herkes.

Kız ise halsiz bir şekilde yatıyordu. Gözleri kapanacak gibi olduğunda Hilal elleriyle yanaklarını hafif hafif sarstı.

"Ne olur kapatma gözlerini." dedim az önce bana acıyla bakan fakat şimdi kapanmak üzere olan gözlerine bakarak. Konuşmasına gerek yoktu. O gözleriyle öyle bir bakıyordu ki, saatlerce konuşsa bu kadar dokunmazdı yüreğime.

Didem, hocanın verdiği hırkayla kızın karın bölgesindeki kanı durdurmaya çalışırken, kızın gözünden akan bir damla yaşı sildim parmak uçlarımla.

Ambulans sesi kulaklarımıza ilişirken kırmızı, mavi ışıklar aydınlatmıştı her birimizin yüzünü.

Ambulansın kapıları açıldı, yaralı sedyeye alındı.

Ambulansın kapıları kapandı, ölümle yaşam arasında yolculuk başladı.

Kız sedyeye alındıktan sonra Didem'n elini bırakmayınca Didem de kızla birlikte ambulansa bindi. Ardından ben de gözlerimle Azra Hocaya baktım ve onun onaylamasıyla birlikte ben de ambulansa bindim.

Hızlı geçen yolculuğun ardından hastaneye vardık. İlk müdahaleler ambulansta yapılmış ve hava takılmıştı. Ambulansın kapıları açılır açılmaz aşağı indik ve görevlilerin hastayı ambulanstan indirmesiyle koşarak yanımıza iki doktor geldi. Birisi bayan, birisi ise erkekti.

Doktorlar gelir gelmez ambulanstaki görevliler ona durumuyla ilgili birkaç cümle kurdu ve kızı kırmızı alan dedikleri,bizim giremediğimiz yere götürdüler.

Sıkıntıyla bekleme koltuklarından birine oturduk ve Didem'le birbirimizin omzuna yaslandık. Konuşmuyorduk ama sanki konuşuyor gibi birbirimizin aklından geçenleri biliyorduk. Daha on beş dakika önce yatakhanemizde sakin sakin oturuyorduk oysa ki. Birden kendimizi hastanede bu kargaşada bulmuştuk.

İçimizden dualar ediyorduk kızın iyileşmesi için ama dudaklarımızı kıpırdatacak mecâlimiz yoktu. Sanki ses tellerimiz koparılmış gibi konuşamıyorduk.

Dakikalar birbiri ardını kovaladı ama hiçbir haber gelmedi. Oturduğumuz yerden etrafımızdaki insanları izliyorduk. Hastane kokusu istemediğimiz bir şekilde ciğerlerimizi ele geçirirken, oradan oraya koşuşturan, acı yüklü insanları izliyorduk. Kimisi koltuklara oturmuş yanındaki kızını güldürmek için uğraşıp acılarını yok saymaya çalışırken, kimisi bomboş ruhsuz bir şekilde duvarları izliyerek herşeyi kabulleniyordu sanki. Bazıları vardı ki onların bedeni acıyı kaldıramayıp dışa vuruyordu. Bu bazen gözyaşıyla oluyordu, bazen sessiz hıçkırıklarla.

Biz ise etrafa ruhsuz bakışlar atan tarafyaydık. Kapıdan içeriye giren Azra Hoca ve Müdür Hanım'la birlikte ayağa kalktık. Endişeyle sorularını sıraladılar hemen.

"Ne oldu durumu? İyi mi?"

"Ne dediler? Siz nasıl oldunuz?"

"Biz iyiyiz ama hâlâ bir haber yok." dedi Didem bitkin bir hâlde.

Onlarla birlikte de bir yarım saat bekledikten sonra kapıdan ilk geldiğimiz andaki iki doktoru görmemizle ayağa kalktık. İkisi de gencecikti ve bayan olan doktor benim gibi feraceliydi. Bunu görmek beni bir miktar mutlu etse de şu an mutlu olmak için yer yok gibiydi. Bayan olan doktor yanımıza gelince açıklamaya başladı.

"Hastanın yakınları siz misiniz?" sorusunu sormasıyla ben yanıtladım doktoru. Kahverengi büyük gözleri, burnunun üstündeki belli belirsiz çilleri ve dolgun dudaklarıyla çok doğal bir güzelliği vardı.

"Hayır, olay bizim kursun yakınlarında oldu, kızı tanımıyoruz. Durumu nasıl?"

Yüzüne yerleştirdiği tebessümle yanıtladı bizi.

"Anladım. Ben Sahra Yereler baş hekim asistanıyım. Hastanın durumu şimdilik iyi tehlikeli bir durum yok. Baya bir kan kaybetmiş neyse ki hemen fark etmişsiniz durumu o yüzden bizim de müdahele etmemiz kolay oldu. Birazdan polisler gelip ifadenizi alacaktır. Geçmiş olsun."

"Teşekkür ederiz, sağolun." dedim ben de yüzümdeki rahatlamış ifadeyle. Onlar yanındaki doktorla diğer hastaların yanına giderken biz de derin bir nefes aldık ve Didem'le gözlerimiz buluştu. İkimizin de içi rahatlamıştı. Orada bir süre polislerin gelmesini bekledik ve bizi önce karakola götürdüler. Saat gece üç olmuştu ve bedenimi taşıyamıyordum artık. Karakolda verdiğimiz ifadenin ardından Müdür Hanım'ın arabasıyla kursa döndük.

Hilal uyumamış ve bizi beklemişti. Aslında o da gelecekti ama ambulansta kalabalık olmayalım diye gelememişti. Ona durumu açıkladıktan sonra kendimizi yataklara bıraktık ve uyuyamasak bile kendimizi dinlendirmeye karar verdik.

🌻 🌻 🌻

Diğer kitabımı okuyanlar bilir, bölümde geçen doktor Sahra Yereler, "Hızlı ve Feraceli" isimli kitabımın ana karakteridir. Okumayanlar ona da bir göz atsın derim ;)

Yorumlarda buluşalım sizi çok özlediim♡

Diğer bölümlerde görüşmek üzere,
Allah'a emanet, seviliyorsunuz🔫

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top