kırk bir
Selamün aleyküm iman edenler✊
Bölüme geçelim'☆
🌻 🌻 🌻
Annemin kızı lafa tutmasıyla o azıcık birşeyler yerken ben karnımı tıka basa doldurmuştum. Kahvaltının ardından ben de üstümü giyinmiş, annemgille vedalaşmış, valizimizi de alıp otobüs durağına doğru yola çıkmıştık. İkimizin valizi de tekerlekli olduğundan taşıması pek zor değildi ama o otobüs yolculuğu insanı tüketiyordu resmen.
Rüzgâr, montum olduğu hâlde tenime ulaşıp beni tir tir titretirken Didem de benden farksız değildi. Havalar ne ara bu kadar soğumuştu yahu?
"Kanka şimdi bizim kursa abur cubur götürmemiz yasak mı yani?" diyen Didem'e baktım ve güldüm. Suratını asmıştı.
"Evet Dido çünkü girişte valizleri kontrol ediyorlar ve daha ilk haftamızdan rezil olmak istemeyiz değil mi? Kursa bir gidip bakalım illa ki içeriye abur cubur sokabilecek yollar buluruz sen merak etme." dedim ve göz kırptım.
"Haklısın." dedi kızaran elleriyle bozulan şalının önünü düzeltirken.
"Vay be!" dedim ve ekledim "Neredeen nereye? Yazın otobüste gördüğüm uçları mor saçlı kız gitti, yerine siyah şallı bir kız geldi ve şimdi o kız hafizlık yapmak için kursa gidiyor."
"Valla bana 4 ay önce deselerdi böyle olacaksın diye güler geçerdim ama hayat işte ne olacağı belli olmuyor. Nasipte varsa herşey bir gün mutlaka oluyormuş." dedi Didem de gülerek.
Biz konuşurken boş olan otobüs durağına çoktan gelmiş ve valizlerimizi kenarıya koyup banka oturmuştuk. Şehrin üstünü saran bulutlar bugün yağacak olan yağmurun habercisiydi ve ben böyle havalara bayılırdım.
Ellerimi, feracemin üstüne giydiğim siyah montumun tüylü ceplerine koyup tekrardan ısıtmaya çalıştım. Bir siyah sevdalısı olarak şu an üstümdeki herşey siyahtı. Siyah spor ayakkabılarım, siyah şalım, siyah feracem, siyah montum, siyah sırt çantam ve siyah valizim. Mafya dizilerinden fırlamış gibi hissediyordum kendimi. Arkadan Kurtlar Vadisi müziği alabilir miyiz arkadaşlar?
Biz Didem'le bankta oturmuş otobüsün gelmesini beklerken soğuktan uyuşan burnum ve ben etrafı izliyorduk. Didem ise telefonundan birşeylerle ilgileniyordu. Caddede tek tük insan vardı ve sonbahar gelmesiyle birlikte ağaçlardaki yapraklar sarı, kızıl tonlara boyanmıştı.
Karşıdan gelen kişiye gözüm takıldığındaysa kim olduğunu hemen fark etmiştim. Asaf giydiği siyah kot pantolonunun üstüne asker yeşili, dizlerine kadar gelen bir mont giymiş, beyaz spor ayakkabılarıyla bu tarafa doğru geliyordu.Başını eğmiş ve yere düşen kuru yapraklara basıp onları çıtırdatıyor sonra yüzüne bir gülümseme yerleşiyordu. Tıpkı bir çocuk gibi yapraklara basa basa durağa doğru gelirken bizim burada olduğumuzdan haberi yok gibiydi.
Başını kaldıracak gibi olunca yaptığımın yanlış olduğunun farkına varıp bakışlarımı ellerime çevirdim hemen. Ardından ise birşeylerle oyalanayım diye telefonumu çıkarıp boş boş bakındım.
Aklıma az önceki hâli gelince gülümseyecek gibi oluyor ama kendimi tutuyordum. Ben telefonumla oyalanırken adım sesleri yaklaşınca sanki onun geldiğini hiç fark etmemiş gibi ben de kaldırıp baktım gelene. Otobüs durağının dışındaki cama yaslanmış, bizden uzakta yüzünde gülümseyecek gibi bir ifadeyle otobüsün gelmesini bekliyordu. Tekrar telefonuma bakar gibi yaparken bir yandan da kendime kızıyordum. Acaba onu izlediğimi fark etmiş miydi? Yoksa neden gülümsesin ki?
Aradan birkaç dakika geçmişti ki yağmur damlaları birer birer düşmeye başladı. Önce yavaş yavaş atıştıran yağmur giderek hızlanmıştı.
Otobüs durağının üstü kapalı olduğundan biz ıslanmıyorduk ama Asaf? Biz rahatsız olmayalım diye durağın içine girmiyordu. Çok düşüncelisin tamam da sen hastalanacaksın çocuk?
"Didem biraz sağ tarafa kaysana." dediğimde sorgulamadan bankın en ucuna gitti. Ben de kayıp onun yanına oturduktan sonra utana sıkıla Asaf'a seslendim. İki dakikada kahverengi dalgalı saçları çoktan sırılsıklam olmuştu.
"Bizim yüzümüzden çekinmeyin. Otobüs gelene kadar durağın altında bekleyin isterseniz." dediğimde başını kaldırdı ve birşey söylemeden durağın altındaki diğer uca geçip, cama yaslandı. Elleriyle ıslak saçlarını silkelerken yine yüzünde bir gülümseme vardı. O bizi göremiyordu ama ben ona göz ucuyla bakıyordum.
Boğazımı temizleyerek tekrar önüme döndüğümde Didem söylenmeye başladı.
"Tam on iki dakikadır otobüsü bekliyoruz. Ne zaman gelecek bu! Kursa geç kalacağız."
Asaf yaslandığı camdan uzaklaşıp tepesindeki tabelaya baktı ve bize bakmadan konuştu.
"Üç dakikaya gelir büyük ihtimalle öyle yazıyor." dedi. Didem biraz sesli konuştuğundan onun duymaması omümkün değildi.
"Anladım." diyen Didem tekrar telefonundaki oyunu oynamaya devam etti. Ben ise yine bomboş olan sokakları izlemeyi tercih ettim. Yollara biriken sulara yansıyan gökyüzü ve yerlere saçılmış sarı yapraklar âdeta görsel bir şölendi. Kendimi bir tablonun içinde gibi hissetmiştim.
Birkaç dakika sonra otobüsün gelmesiyle valizlerimizi alıp otobüse bindik. Asaf en arkada bulduğu boş yere otururken biz de ortalarda bir yerlere oturmuştuk.
Otobüs yolculuğumuzun sonunda yağmur çoktan durmuş, geriye ise mis gibi bir toprak kokusu bırakarak hediye etmişti insanlara.
Biz otobüsten indiğimizde Asaf inmemişti. Acaba nereye gidiyordu? Amaan banane canım.
Duraktan inip kursa girdiğimizde danışmadaki abla valizlerimizi kontrol etmiş, içinde sorunlu bir şey olmadığına kanaat getirince de bize sınıfımızı ve kalacağımız yatakhaneyi göstermişti.
Kurs dört katlıydı ve en üst kat yemekhaneydi. Yemekhanenin olduğu kat tamamen camla kaplıydı ve heryeri görebiliyordunuz.
İki ve üçüncü katta yatakhaneler varken, birinci katta sınıflar var ve en alt katta da mescit ve giriş vardı.
Bizim yatakhane dört kişilikti ve diğer iki kız çoktan gelip eşyalarını yerleştirmiş gibi duruyordu. Duvar kenarındaki yataklar ve dolaplar da bizim oluyordu. Odada bir tane de giyinme kabini gibi bir perde vardı.
"Bence gayet güzel ve temiz bir yer. Sen nasıl beğendin mi?" dedim.
"Evet evet en çok da şu giyinme kabinini sevdim çünkü her kursta olmuyormuş bu. Araştırmıştım." dediğinde "Aynen. Hadi valizlerimizi koyup sınıfa inelim. Dersler bittikten sonra öğle arasında yerleştiririz eşyaları." dedim.
Valizlerimizi yatağımızın üstüne koyup, kayan tiplerimizi düzelttikten sonra birinci katta olan sınıfımıza indik.
Kapıyı tıklatıp içeriye girdiğimizde tüm bakışlar bize dönmüştü. Al işte gerildim! Deve kuşu gibi kafamı saklasam çok mu tuhaf görünürdüm acaba?
"Selamün aleyküm hocam. Biz yeni öğrencileriz." dedim kısık sesimle.
"Aleyküm selam kızlar. Geçin bakalım boş yerlere. İsimleriniz ne?" dedi tahminen kırklı yaşlardaki gülümseyen kadın. En arkada bulduğumuz boş sıraya geçerken benden önce davranan Didem kendini tanıttı.
"Ben Didem Ataer. " dediğinde gülümseyerek başını salladı hoca ve ardından soran bakışlarla bana döndü.
"Ben de Zümra Buluray."
Tüm sınıfın bakışları hâlâ bizim üzerimizdeydi. Bakmayın kurban olduklarım vallahi geriliyorum.
"Memnun oldum kızlar. Ben de Betül Arçay . Kırk yaşındayım ve iki senedir bu kursta hocalık yapıyorum. Sizler kaç yaşındasınız?" dedi hoca gülümseyerek.
"18 yaşındayız hocam ikimiz de." diyen Didem'i başıyla onayladı hoca.
"Anladım. Sizinle birlikte yeni gelen 3 arkadaşınız daha var. Diğerleri sizden önce gelmişti. İyi anlaşırsınız inşallah. Size biraz ders programımızdan bahsedeyim. Sabah namazından sonra uyumuyor ve etüte giriyorsunuz. Saat 8'e doğru da ben geliyorum ve ezberlerinizi öğlen 1'e kadar alıyorum. Onun ardından öğle yemeği yiyor ve 3 saatlik dinlenme arasına giriyorsunuz. Dinlenmeden sonra tekrar akşam yemeğine kadar etüt yapıyorsunuz. Arada namaz için mola verilecek. Saat 7'de akşam yemeğini yedikten sonra 9'a kadar tekrar etüt yapılıyor. Sonrasında ise saat 11'e kadar serbestsiniz. 11'den sonra yatışa geçiliyor. Düzenimiz budur arkadaşlar." dediğinde başımızı salladık.
Diğer kızların ezberlerini almadan önce bizi yanına çağırmış ve ezberlememiz gereken sureleri söylemişti. İki ay içinde bu sureleri bitirip ardından da hafizlığa başlayacaktık inşallah. Bu süre içerisinde de mahreçlerimizi düzeltmeye bakacaktık.
Biz yerimize geçip önümüzdeki günlerde ne yapacağımızı düşünürken hoca diğer kızların ezberlerini aldı. Dersin sonunda hoca bizimle vedalaşıp kurstan ayrılırken biz de sınıftaki diğer kızlarla yemekhaneye çıktık. Biz yemeğimizi alıp rastgele bir masaya oturmuşken yanımıza bizim sınıftan bir kız geldi.
"Kızlar yeni geldiğiniz için bilmiyorsunuzdur. Her sınıfın kendine ait masası var ve herkes kendi masasına oturuyor. Bizim masamız biraz ileride benimle gelin isterseniz." dediğinde hemen oturduğumuz yerden kalktık.
Didem mahcup bir şekilde "Yaa öyle mi? Kusura bakma bilmiyorduk." dedi.
"Zamanla alışırsınız ilk geldiğimde ben de öyle olmuştum. " dedi gösterdiği masaya otururken. Biz de onun karşısına oturduk. Sonra gülerek konuşmaya devam etti.
"Aslında siz şanslısınız. İkiniz önceden arkadaş olduğunuz için kursa alışması pek zor olmaz. Ben ilk geldiğim gün kursta kaybolacağım diye korkup bizim sınıftaki kızların peşinden ayrılmıyordum. Hatta ilk geldiğim gün yemeğimi yanlışlıkla bir yere dökmüştüm ve temizlemek için görevli ablalardan bez istemeye gittiğimde yemek döküldüğünü gören bir kız bağırarak 'Hocam biri yemek döküp kaçmış!' demişti ve yemekhanedeki herkes duymuştu. O anki stresimi bir düşünsenize! Ayrıca yemek üstüme de dökülmüştü. Ben yere dökülen yemeği temizlerken bizim sınıftaki kızlar yemeğini çoktan yiyip yemekhaneden ayrılmıştı ve ben kendi yatakhanemi bulamayıp kaybolmuştum. O günü hatırlamak bile istemiyorum yaa." dedi kendi kendine gülerek.
(Bu arada kesinlikle bu anlatılanları ben yaşamadım🙈🔫)
"Ayy baya kötü olmuş ama." dedi Didem de suratını büzüştürerek.
"Kendimi senin yerine koydum da heralde deve kuşu gibi kafamı bir yerlere saklar oradan çıkamazdım." dedim ben de.
Karşımızdaki esmer tenli, uzun kirpikli kız bize gülerken aniden durdu ve "Aa bu arada ben Hilal. Sizinle yaşıtım." dediğinde "Memnun olduk." dedik Didem'le aynı anda.
Masada oturan diğer kızlarla da tanışmıştık. Bazıları bize çok sıcak kanlı davranırken bazıları hiç tınlamıyordu bile. Kendi âlemlerindelerdi de diyebiliriz.
"Siz hangi yatakhanedesiniz?" diyen Hilal'e mal mal bakakaldık Didem'le. Ardından dehşetle Didem'e döndüm. Aynı anda o da dehşetle bana döndü.
"N'olur yatakhanemizin numarasına baktım de!" dedim.
"Hayır sen bakmadın mı?" dedi Didem de.
Hilal bizim bu hâlimize kahkahalarla gülerken biz yatakhanemizi nasıl bulacağımızı düşünmekle meşguldük.
"Ahaha! Telaş yapmayın ya mecbur bütün yatakhanelere gidip eşyalarınızın hangisinde olduğunu bulmaya çalışacaksınız." dedi Hilal.
Haklıydı. Mecbur hepsini teker teker gezecektik. Umarım kovulmazdık. Arkaya bir hüzünlü fon müziği alalım...
* * *
(3 Hafta Sonra)
"Didem biraz sessiz ol kanka!" dedi Hilal fısıldayarak ve tedirgin bakışlarla etrafı süzerek.
"Tamam ya sessizim zaten!" diye sitem eden Didem hâlâ biraz fazla sesli konuşuyordu.
Siz şu an diyorsunuz ki ne yaşıyor bunlar? Hemen açıklayım.
Kursa geleli neredeyse bir ay olacaktı ve biz çoktan buranın kurdu olup çıkmıştık. İlk geldiğimiz iki hafta kursa abur cubur getirmemiştik çünkü daha yeni öğrenciydik ve kursa alışmamıştık fakat şimdi kursun düzenini ezbere bildiğimizden gece gece gizli saklı işler çevirme peşindeydik.
Durun durun adam falan öldürmüyoruz! Gizli saklı işler dediysem yemekhaneye gidip kendimize noodle yapacaktık ve orada yiyip, uslu uslu geri yatakhanemize dönecektik.
Yatakhaneden çıkıp etrafa şöyle bir göz attı Hilal. Biz de onun arkasından kafalarımızı uzatıp baktık. Hocaların hepsi sonunda uyumuş olmalıydı. Neredeyse tam bir saattir hocaların uyumasını bekliyorduk. Hatta onların uyumalarını beklerken Didem de uyuyakalmıştı ve zar zor uyandırmıştık Hilal'le.
"Burası temiz çıkabiliriz bence." dedi Didem başındaki tülbenti düzeltirken gizemli bir tavırla.
"Memati sen arkadan gel ben kendimi feda ederim." dedim koridora çıkarken. Bunu dememle Hilal ağzıyla Kurtlar Vadisi'nin müziğini yapmaya başladı.
"Dın dın dın dıın dı dın."
Etrafa gizemli ve cool bakışlar atarak karanlık koridorda merdivenlere doğru yürüdük. Sessiz adımlarla merdivenleri çıkarken aniden bir kapı sesi duymamızla dibimizde duran kilere daldık.
Ben önden girip "Memati ve henüz isim bulamadığım arkadaş iyi misiniz? Yaralandınız mı?" dedim fısıldayarak.
"İyiyiz Polat!" dedi Didem ellerindeki noodle paketlerini okşayarak. Hilal de eliyle göğsüne vurarak 'eyvallah' işareti yapmıştı.
Hâlâ ses gelen koridora başımı kapıdan azıcık uzatıp baktım. Lavabonun ışığının yandığını gördüğümdeyse kafamı geri çekip kapıyı da sessizce kapattım.
"Öğrencilerden birisi lavaboya gitmek için kalkmış." dedim fısıldayarak.
"Off bir de onun geri gitmesini bekleyeceğiz." dedi Hilal sıkıntıyla oflayarak.
"E oturalım bari." dedi Didem elindeki noodle paketleriyle yere bağdaş kurarken. Ben de onun yanına otururken Hilal de karşımızdaki duvara yaslanarak oturmuştu. İçerisi biraz rutubet kokuyordu ama dayanılmayacak kadar kötü değildi.
Beş dakika kadar orada sessizce oturduktan sonra dışarda kimsenin olmadığına emin olduğumuz bir anda tekrar koridora çıktık ve bir kat daha yukarı çıkıp yemekhaneye ulaştık.
Yemekhanenin kapısını açıp içeri girerken Hilal şartelleri indirdi ve yemekhanenin bir kısmının ışığı yandı. Hemen mutfağa gidip kendimize su ısıtırken dolaptan tabağımızı ve çatalımızı da almıştık. Aslında evde olsaydım noodle yerken çatal yerine chop-stick kullanırdım ama buraya getirme şansım da yoktu.
(Chop-stick: Asya'lıların yemek yerken kullandığı çubuk)
İşimizi bitirdikten sonra masalardan birine geçip oturduk. Tam ağzımıza bir lokma almıştık ki yemekhanenin kapısı sanki polisler baskın yaparmış gibi sertçe açıldı.
Benim yediğim lokma boğazıma kaçıp öksürük krizine girerken, Didem ağzına götüreceği lokmayı yere düşürmüş, Hilal de ağzı açık bakakalmıştı.
İşte şimdi bittik.
🌻 🌻 🌻
Bölüm sonuu
Sizce gelen kişi kimm???
Yeni bölüm atmam çok uzun sürüyor biliyorum ama size uzuuun bir bölüm yazmaya çalıştım umarım beklediğine değmiştir♥
Sonunda 41 bölüm olduk alırım bi 41 kere maşallah skxhkshsjxj
Yorumlarda buluşalım
Diğer bölümlerde görüşmek üzere,
Allah'a emanet, seviliyorsunuz🔫
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top