FİNAL

Selamün aleyküm bacımsular :')

Son bölüme hepiniz hoşgeldiniz.

Nesquik bağımlısı keyifli okumalar diler...

* * *

(ASAF'TAN )

Masamın üzerindeki eşyalarımı çantama koyup çıkmak için hazırlanırken Zümra'nın sabahki hali aklıma gelmişti. İçindeki sıkıntı neydi bilmiyordum ama onu öyle görüp hiçbir şey yapamamak beni de üzmüştü.

Bu nedenle birazdan buluştuğumuzda onu sevdiği yerlere götürüp, sevdiği yiyeceklerden alıp az da olsa kafasını dağıtmayı ve düşüncelerinden uzaklaşmasını sağlamayı düşünüyordum.

Telefonumun tanıdık melodisi kulaklarıma ulaşırken elimi pantolonumun cebine götürdüm ve telefonu çıkarıp kimin aradığına baktım.

"Zümra'm Arıyor..."

Anlık gelen ufak bir endişe kapladı kalbimi. Aramayı yanıtlayıp telefonu kulağıma götürdüm.

"Efendim?" dedim.

"Alo?" Duyduğum sesin Zümra'ya ait olmadığını fark etmek daha çok paniğe kapılmama neden oldu.

"Siz kimsiniz?" dedim şüpheci bir ses tonuyla. Sesimin böyle çıkmasına engel olamamıştım.

"Siz bu telefon sahibinin yakını mısınız beyefendi? Olay yerinden arıyorum sizi. Hanımefendi bir trafik kazası geçirdi şu an yaralı. Ambulans çağırdık gelmesini bekliyoruz."

Duyduğum her bir kelime kalbime saplanıyordu sanki. Duyduklarımı idrak etmeyi reddediyordu kalbim ve aklım. Zaman kavramı benim için durmuş gibiydi. Gerçeklik algımı yitirmiştim sanki. Beynimin oynadığı bir oyunmuş gibi gelmişti duyduklarım.

"Alo? Orada mısınız beyefendi?" Tekrar yine o yabancı sesi duyduğumdaysa düştüğüm düşünce çukurumdan tekrar çıkmıştım. Ağzımı aralayıp zar zor cevap verdim.

"Neresi?"

Sadece bu. Evet sadece bunu sorabilecek gücü bulabilmiştim kendimde. Fazlası yok.

Telefonda kadının söylediği yerin adını duymamla birlikte alelacele çıktım iş yerimden. Koşarak gittim arabaya.

Allah'ım lütfen bir şey olmasın. Lütfen...

Gerçekte beş dakika ama bana yıllarca süren yolculuğun arkasından kadının söylediği yere gelince yine apar topar indim arabadan. İleride mahşer yeri gibi insanların toplanmış olduğu yere baktım korkuyla.

Koşarken ayağımın altından bastığım yerler kayıyordu sanki. Hiçbir yere tam bastığımı hissedemiyor her an dengemi kaybedecekmiş gibi hissediyordum.

Sanki bir yerlerde Zümra'yı görebilecekmiş gibi hızla etrafa baktım. Kafamı bir o tarafa bir bu tarafa çeviriyordum hızla. Onun o içimdeki en derin kuyumdan beni çekip çıkaracak kahverengi gözlerini karşımda görmeye ihtiyacım vardı.

Koşarak olay yerine doğru giderken tanıdık bir şey çarptı gözüme. Araba... Zümra'nın arabası paramparçaydı.

Araba bu haldeyse Zümra? Panikle daha hızlı koştum ve kalabalığın arasından zar zor geçip herkesin başında toplandığı yere girdim.

Islak zemin.Yağmur ve kanla karışarak ıslanmış zemin...

Gözlerimi kaldırıp önüme baktığımda gördüğüm manzara içler acısıydı. Allah'ım lütfen gördüklerim gerçek olmasın lütfen. Sadece bir rüya olsun. Uyanmak istiyorum. İnanmak istemiyorum.

Zümra'nın o her zaman gülümsemeyle bakan yüzü şimdi kanlar içindeydi.

Hemen gittim yanına. Başını dayadığı soğuk zeminden alıp dizlerime koydum. Şalı, elleri, yüzü her yeri kan içindeydi.

Gözlerim yaşlarla dolarken dokunmaya kıyamadığım kanla kaplanmış ellerini aldım ellerimin içine. Buz gibiydi.

"Zümra?" dedim gözlerini açmasını umarak.

Açmadı.

Etrafımızda biriken onca insan ne yapacağını bilmez gözlerle bizi izliyorlardı.

"Ambulans nerede kaldı?" diye bağırdım acıyla. Elindeki telefona bakıp cevap verdi kalabalığın içinden bir bayan, endişeli gözlerle Zümra'ya bakarken.

"Beş dakika içerisinde burada olacağını söylemişti. Şimdi burada olur diye umuyorum."

Tekrar önüme döndüm ve buz gibi olmuş yara bere içerisindeki ellerini temizlemeye çalıştım. Ardından yüzüne çevirdim bakışlarımı.

Gözlerimden süzülen damlalardan birisi Zümra'nın yanağına düşmüştü. İçimde bir yerlerde bir ateş yanıyordu ve sanki gözlerini açtığını görsem o ateş birden sönecekti. Tarif edemiyordum içimdeki acıyı.

Titreyen ellerimi yanağına götürdüm ve zehir içmiş gibi soluk beyaz tenini örten kanları temizlemeye çalıştım. Kulaklarıma siren sesi geldiğini anımsar gibi olmuştum ama emin değildim. Şu an etrafta olan biten hiçbir şeyi idrak edemiyordum.

"Zümra, yalvarırım aç gözlerini. Buradayım ben. Lütfen aç gözlerini."

Cevap yok..

Gözlerinin kenarından bir damla yaşın süzüldüğünü gördüğümdeyse o an bitmişti benim için sanki. İçimden bir parça da düşmüştü o gözyaşıyla.

"Allah'ım lütfen onun acılarını bana ver dayanamıyorum onu acı çekerken görmeye." dedim kendimin bile zor duyduğu bir fısıltıyla.

O esnada... Tam da o esnada kıpırdadı göz kapakları. Yavaş yavaş açtı gözlerini. Kalbim duracak gibiydi. Koşarak bize gelen adım seslerini duyuyordum. Siren sesleri artık daha yakındaydı. Yağmur çoktan durmuştu.

Gözlerini açıp benimkilerle buluşturduğundaysa bir damla yaş daha süzüldü yanaklarına. Gözlerim yaşlardan dolayı bulanık görürken bir tek onun gözlerini çok net görebiliyordum. Ağzını açıp konuşamıyordu belki ama gözleriyle konuşmuştu.

Size yemin ederim ağzını açıp konuşsa bu kadar parçalanmazdı içim ama o vedalaşır gibi bakan gözleri görmek beni darmadağın etmişti.

"Hayır hayır. Öyle bakma lütfen, yalvarırım. Geçecek inşallah atlatacaksın Zümra'm. Ama lütfen bana vedalaşır gibi bakma yalvarırım." dediğimde daha fazla tutamadım hıçkırığımı. Elini alıp bir öpücük kondurdum ve yanağıma dayayarak elini ısıtmaya çalıştım.

Ben böyle yaptıkça yüzü daha çok acıyla buruştu. Ağzını açmaya çalıştı ama yapamadı. Ardından gözlerinden akan yaşlar hızlandı.

Allah'ım sen onu bana bağışla yalvarırım...

Göz kapakları yavaş yavaş kapanırken hiç kapatmasın istedim. Sanki o gözlerini kapattığı an benim dünyam da kararacaktı.

"Hayır hayır. Bende kal Zümra. Sakın kapatma gözlerini." dediğimdeyse gözleri çoktan kapanmıştı ve onunla birlikte benim dünyam da karanlığa hapsolmuştu.

Ambulans görevlileri çoktan gelmiş kucağımdan Zümra'yı alıp sedyeye taşıyorlardı. Ambulans gelene kadar geçen o iki dakika, bu yaşıma kadar geçirdiğim ömrümden daha uzun gelmişti.

Zümra'yı ambulansa bindirirlerken ben de peşlerinden gittim ve ben de Zümra'nın yanına bindim.

Ellerini tutarak avcumun içine aldım. Hayat işte kim bilebilirdi ki bugün böyle bir şey yaşayacağımızı? Hala sanki bunlar hayalmiş gibi geliyordu. Gerçek olduğuna inanmak istemiyordum ama gerçekti ve şu an bunlar yaşanıyordu. Dilimde hiç durmadan dualar dönüp dururken gözlerimden süzülen yaşlara engel olamıyordum.

Ambulansın kapıları kapandı ve ölümle yaşam arasında yolculuk başladıdı.

* * *

Saatler geçmişti ve biz hala hastanede Zümra'nın girdiği ameliyattan çıkmasını bekliyorduk. Zümra'nın ailesi, benim ailem arkadaşları... Hepimiz perişan bir haldeydik. Kimimiz sessiz sedasız ağlıyor kimimiz de sadece dudaklarını kıpırdatsa da içten içe haykırarak dualar ediyorduk.

Naçar... Osmanlı dilinden gelen farsça kökenli bir kelime. Çaresizlik anlamına geliyordu. Şu dünyadaki en zor şeylerden biriydi çaresizlik. Bunu bugün iliklerime kadar hissetmiştim. Çok sevdiğin biri ellerinden kayıp giderken öylece bakakalmak. Onunla birlikte senin de içinden bir parça kopması ama onun derdine derman olamadığın için daha da paramparça olman...

Hepsini tatmıştım bugün bunların.

Düşüncelerimden sıyrılıp tekrar kuruyan dudaklarımı yaladım ve dua etmek için araladım. Saat şu an akşam dokuza doğru geliyordu ve kaç saattir tek bir şey söyleyen bile olmamıştı.

Oturduğum yerden sabırsızca beklerken sağ bacağımı farkında olmadan titretiyordum. Başımı tavana doğru çevirdim ve çaresizce yutkundum. Her saniye her dakika eziyet gibi geliyordu. Derin bir nefes aldım ve tekrar dua etmeye başladım.

"Allah'ım lütfen ona bir şey olmasın. Derdi veren sensin dermanını da senden bekliyoruz Ya Rabbim. Onu sevdiklerine sağ salim kavuştur.." dedim gün içerisinde buna benzer kaç kere dua etmiştim hatırlamıyorum.

Zeyd ise her şeyden habersiz evde uyuyordu. Teyzemler ona bakıyordu.

Cebimdeki telefonun çalmasıyla aniden paniğe kapıldım ve hızla kulağıma götürüp açtım.

"Efendim?"

"Selamün aleyküm Zümra kızımdan bir haber var mı oğlum?"

"Aleyküm selam teyze. Yok daha bekliyoruz. Hala ameliyattan çıkmadı. Dua etmeyi unutmayın olur mu? Bol bol dua edin."

"Tabii kuzum merak etme sen. Sabahtan beri etmediğimiz dua kalmadı."

"Zeyd nasıl, ne yapıyor?" dediğim anda arkadan gelen sesini duydum ve aniden ağlamaya başladı.

"Beni Zümya'ya götürün. Onu özledim." diye bağıra bağıra ağladığını duydum telefonun ucundan. Onun öyle ağladığını duymak daha çok acıtmıştı canımı. Gözümden süzülen yaşı görmesinler diye hızla sildim ama o sırada babamla göz göze gelmiştim. Hemen bakışlarımı kaçırdım. Sabahtan beri ağlamaktan gözlerim kıpkırmızı olmuştu.

Zeyd'in ağlayışlarını daha fazla duymaya dayanamadığım için titreyen ellerimle telefonu kapattım.

Allah'ım yardım et...

Ben başımı öne eğmiş zemini izleyip derin düşüncelere dalarken sırtımı sıvazlayan elle başımı kaldırdım. Babam yanıma gelmiş gözleri dolu dolu gözlerimin içine bakarak sırtımı sıvazlıyordu. Kendimi daha fazla tutamayarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayınca kolunu omzuma doladı ve başımı omzuna yasladı. Bir eliyle sırtımı sıvazlarken bir eliyle de saçlarımı okşuyordu.

Sabah Zümra'nın beni namaza uyandırırkenki gülümseyen yüzü ve saçlarımı okşayan elleri geldi aklıma. Daha çok ağladım.

Aradan kaç dakika geçti bilmiyorum ama tam yeni sakinleşip yeni yeni kendime geliyordum ki amelyathaneden doktorun çıktığını görünce koşarak gittim yanına. Herkes benim gibi doktorun yanında toplanmıştı.

Arkadaşım Musab destek olmak istercesine elini sırtıma koymuştu. Hilal ve Didem birbirinden destek alarak ayakta durmaya çalışıyorlardı. Sabahtan peri ağlamaktan perişan olmuşlardı onlar da.

"Zümra Hanım'ın yakınları sizler misiniz?"

"Evet."dedim hızla.

Boğazını temizledi konuşmak için. Hepimiz umutla vereceği güzel haberi bekliyorduk.

"Maalesef hastayı kaybettik. Başınız sağ olsun."

"Ne?" sorusu dökülüverdi dilimden. Hayır yanlış duydum. Yanlış duydum. Doğru olamaz. Değildi. Ben yanılmıştım sadece.

Bir feryat ulaştı sonra kulaklarıma. Zümra'nın annesiydi. Bağıra çağıra ağlıyordu.

Hastayı kaybettik. Başınız sağ olsun.

Kaybettik...

Aynı cümleler yankılanıyordu kulaklarımda.

Başınız sağ olsun.

"Baba başınız sağ olsun diyor. Baba ne demek başınız sağ olsun? Ölmedi değil mi?" dedim gidip gözlerinin içine bakarak.

Babamın gözünden yaşlar akmaya başladı. Gülümsedim sonra gözlerimden akan yaşlara inat.

"Kaybettik diyor baba? Ne demek kaybettik?" dedikten sonra kendimi daha fazla ayakta duramayıp yere çöktüm. Hıçkırıklarım beni ele geçirirken nefes alamadım.

Kapatmıştı işte gözlerini. Gitmişti. Bakışlarında huzur bulduğum o gözler bir daha açılmamak üzere kapanmıştı ve o gözlerin kapanmasıyla birlikte benim de dünyam kararmıştı bir daha aydınlanmamak üzere.

Taşıyamıyordum gerçekleri. Ruhum kan ağlıyordu. Kalbime bir hançer saplanmış ve içinde çevriliyordu sanki.

Elinden oyuncağı alınmış küçük bir çocuk gibi oturup hıçkıra hıçkıra ağlıyordum şimdi... Babam da benimle yere oturmuş ağlaya ağlaya kollarımı sıvazlıyordu.

Dayanamıyordum bu acıya. Sanki canlı canlı yüreğimi alıp sökmüşlerdi kaburgalarımın arasından. Boğazımı sıkan elden kurtulmak için elimi boğazıma götürdüm sanki daha rahat nefes alabilecekmişim gibi...

Başımı kaldırıp etrafıma baktım. Sesler boğuk, görüntülerse bulanıktı.

Haykırışlar, gözyaşları, boş bakışlar, kabullenemeyişler...

Başımı sağa çevirdiğimde sedyeyi gördüm. Üzeri beyaz bir örtüyle kapanmıştı ve götürüyorlardı. Hızla ayağa kalktım ve onları durdurdum. Gidemezdi. Böylece gidemezdi? Her şey buraya kadar mıydı?

"Nefes alamaz onun altında örtmeyin yüzünü." dedim haykırırcasına ve örtüyü kaldırdım. Soluk teni, kurumuş ve bembeyaz olmuş dudakları, yanaklarındaki çizikler, kuruyup kalan kan lekeleri, saçları... Koklamaya doyamadığım o kahverengi dalgalı saçları kana bulanmıştı şimdi.

Ellerime aldım saçlarını son kez. Son kez olduğunu kabullenmek, fazlasıyla acıtmıştı canımı. Burnuma götürüp derin bir nefes aldım. Yanaklarına ve alnına bir öpücük kondurdum. Dudaklarıma değen buz gibi teni ürkütmüştü.

Bu kadar soğuk olmana alışkın değilim Zümra'm. Yalvarırım aç gözlerini. Veda eder gibi bakmamalıydı o gözler. Önceden de olduğu gibi sevgiyle bakmalıydı bana.. Oğlumuza..

Ellerini aldım avuçlarımın içine. Daha yeni sahiplendiğimiz yavru kedimiz Lina'yı ellerinle besleyecektin. Hani oğlumuzla ikisini beraber büyütecektik Zümra?

Nereden çıktı bu hazırlıksız veda..?

Beraber yaşanacak çok şeyimiz vardı. Gidilecek çok yerler vardı. Yenilecek yemekler, dinlenecek şarkılar, okunacak kitaplar, izlenecek filmler, biriktirilecek anılar...

Eğilip sımsıkı sarıldım bu sefer. Son kez sarıldım. Son kez çektim içime kokusunu. Bu sefer kalp atışları ve boynuma vuran o sıcak nefesi yoktu ama... Buz gibiydi.

Onca hayal tek bir günde yok olmuştu. İnsanoğlu sanki hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya alışkın değil miydi zaten? Hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşadık. Dünümüzü, bugünümüzü ve belki de yarınımızı.

Fakat bir gün hepimiz son sabahımıza uyanacaktık. Son yemeğimizi yiyecektik, son kez sarılacaktık sevdiklerimize, son kez gidecektik okulumuza ya da iş yerimize... Son defa gittiğimizi, son defa gördüğümüzü, son defa yaşadığımızı, son defa nefes aldığımızı, son defa gökyüzüne baktığımızı, son defa bir kitabın sayfasını çevirdiğimizi, son defa abdestimizi aldığımızı, son defa namazımızı kıldığımızı... Hiç birinin son kez olduğunu bilmeyecektik.

Bu fani dünyada hiç ölüm yokmuş gibi yaşadık her birimiz.

Peygamber efendimiz (sav)'in "Ağızların tadını kaçıran ölümü çokça anın." hadisini unuttuk. Yarının hayallerini düşleyerek koyduk her gece kafamızı yastığa.

Oysa bir nefes fazlaydık bir ölüden. Kimliğimizi abartmaya gerek yoktu.

Bizim kavuşmamız ahirete kaldı Zümra'm. Bazı kavuşmalar son durağa kaldı.

Elveda...

* S O N *

3 MART 2022 PAZAR

03.23

*

Hayırlı sahurlar.

Sahurda ne yiyceniz? :')





Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top