elli iki

Selamün aleyküm gençler💃🏻

Nesquik bağımlısı keyifli okumalar diler...

*         *         *

İçeride Zeyd'le uğraşan Asaf'a seslendim. Bugün Asaf'ın annesi ve babasıyla iftara parka gidecektik. Yani bir nevi piknik yapacaktık.

Ben mutfakta piknik malzemelerini hazırlarken Asaf'a da Zeyd'e giydirmesi gereken kıyafetleri vermiştim.

"Asaaaf, giydirebildin mi kıyafetlerini?"

"Eveet hallediyorum ben . Sen işine bak canım." dedi uzaktan gelen sesiyle. Başımı sallayıp önüme döndüm ve kattığım son yemeği de piknik sepetine koyduktan sonra sepeti bir güzel kapattım. Ardından sepeti alıp kapının önüne koydum ve odamıza ilerledim. Zeyd ve Asaf yine birbirleriyle uğraşıyordu.

"Baba kolum kaldı." dedi Zeyd ağlamaklı bir sesle.

"Nerede? Hani? Burda olması lazımdı kolunun. Giydirmemiş miyim?" dediğinde sessizce gidip kapıdan onları izledim. Panikle Zeyd'in sol kolunu arıyordu.

Elimi alnıma vurdum ve gülümseyerek yanlarına gittim. 

"Ben hallediyordum ya." dedi Asaf bozuntuya vermeyerek. 

"Belli çok güzel hallediyorsun maşallah." dedim keyifle gülerek. Onun bu halleri gözüme çok tatlı geliyordu.

Ardından yanından geçip Zeyd'in kıyafetin altında kalan kolunu bulup düzgün bir şekilde giydirdim.  On beş dakika içinde hepimiz hazırlanıp, eşyaları da elimize aldıktan sonra evden çıkmıştık.

Annemlerin evinin önüne gelip zile bastık ve onların gelmesini bekledik. Önceden abla dediğim kadına sonralardan anne demeye alışmam biraz zamanımı almıştı.

Hayat işte nereden ne çıkacağı, başımıza neler geleceği belli olmuyordu. Bir saat sonra başımıza ne geleceğinden bi' haberdik mesela ama hiçbir telaş göstermeden gelecek hakkında planlar kurmaya devam ediyorduk.

Geleceği düşünmek hep çok korkutucu gelirdi bana. Kestiremediğin, endişe duyduğun upuzun bir yoldu hayat. Ve bu yolda giderken önünü göremiyordun. Ayağına taş mı takılacak, derin bir çukura mı düşeceksin, sırtından mı vurulacaksın, düştüğünde sana el uzatılacak mı yaşamadan bilemiyordun. 

Beş dakika kadar da onları bekledikten sonra piknik için yola koyulmuştuk. Ben arka koltukla Zeyd'le oturuyordum. Radyoda hafiften çalan bir müzik ve Asaf'ın yüzünün yarısına vuran altın sarısı gün ışığı yolculuğu çok daha huzurlu kılıyordu.

Kucağıma başını koyup uyuyakalan Zeyd'e baktım sonra. Asaf'ın kopyasıydı diyebilirim. Sanki karşımda onun küçüklük hali vardı. Sonra tekrar Asaf'a baktım ve şu an burada bu anı yaşadığım için şükrettim Allah'a. 

Hayat iyisiyle, kötüsüyle devam ediyordu ve bir yerlerden tutunuyorduk.

Yarım saat süren yolculuğun ardından eşyaları da alıp arabadan indik. Zeyd ise gelir gelmez uyanıp çoktan topunu alıp arabadan inmişti bile.

Biz annemle beraber iftara az kaldığı için sofraya konulacak yemekleri ayarlarken Asaf mangal yapıyor, babam ise Zeyd'le top oynuyordu.

"Oğlum biraz uzakta dur duman dokunmasın sonra." dedi annem mangalın başında dumanlarla cebelleşen Asaf'a.

Asaf başını sallayıp dumanların arasında mangalla uğraşmaya devam etti. Çok komik duruyordu şu an. Suratını duman yüzünden buruşturmuş ve bir yandan öksürüyordu ama ısrarla mangalın başında ateş iyice yansın diye eliyle rüzgar yapmaya çalışıyordu.

Saatler birbirini kovaladı, güneş batmaya yakın ezan okundu, sofraya toplanıldı, sohbetler eşliğinde iftar yapıldı, yıldızlarla dolu olan gökyüzünün altında hafif bir esinti eşliğinde çay içildi...

Saat gecenin yarısına gelmişti ve biz hala oturmuş sohbet ediyorduk. Zeyd annemin kucağında uyuyordu. Annem başını kaldırıp bana seslendi.

"Zümra kızım Zeyd uyumuşken gidip yürüyüş yapmak isterseniz gezin gelin Asaf'la. Biz babanla buradayız nasılsa." dedi ve gülümsedi.

"Bilmem ki. Asaf'a bir sorayım." dedim ve sorar bakışlarla ona döndüm. 

"Gel madem bir gezip gelelim." dedi ve ayağa kalkıp üstünü başını düzeltti. Ben de ayağa kalktım ve annemgille vedalaşıp yanlarından ayrıldık.

Parkın kenarındaki döşeme taşlarla dolu yoldan yürüyorduk. Yol boyunca bize çam ağaçları ve taşların arasından güçlüklerle çıkmış ufak tefek çiçekler eşlik ediyordu.

Annemgilin yanından uzaklaştıktan sonra Asaf uzanıp kolunu omzuma attı. Ona bakıp gülümsedim ve elimi beline koydum.

Ardından başımı gökyüzüne kaldırıp yıldızlara baktım. O kadar güzel ve sonsuz görünüyordu ki büyülenmemek elde değildi.

"Küçüklüğümden beri geceleri gökyüzünü izlemeye hep bayılmışımdır." diyen Asaf'la birlikte kafamı yana çevirdim ve ona baktım. O da benim gibi başını gökyüzüne çevirmiş, yıldızları yüzünde ufak bir tebessümle izliyordu.

"Ben de öyle. Ne zaman gökyüzüne baksam kendimi çok ufak bir toz tanesi gibi hissediyorum. Sonu gözükmeyen bir yeri izlemek bazen ürkütücü bazense nasıl huzur verici olabiliyor anlamıyorum." dedim düşüncelerimi çekinmeden dile getirerek.

"Ben gökyüzümü izlerken hiç ürkmüyorum ama," dedi ve gözlerini gökyüzünden çekip gözlerimin içine baktı. Ardından devam etti. "aksine huzur buluyorum." dediğinde yüzümde oluşan kocaman sırıtmaya engel olamadım.

"Yaa  gökyüzün müyüm gerçekten?" dedim ve yanağından bir makas aldım. Ardından "Eyvallah aslanım." diyip boşta olan elimi göğsüme vurdum. Yine duygusal bi anı mahvetmiştim biliyorum.

"İçinde yatan ve en olmadık zamanlarda çıkan o kamyoncu Hüseyin abiden çok korkuyorum Zümra." dedi ve bir kahkaha attı.

Ben de ona eşlik ettim. Ne zaman keko gibi davransam veya bir şey söylesem Kamyoncu Hüseyin abiye söyle arada bi' uğrasın buralara selam vermeye diyordu.

Biz gülüşüp bir yandan sohbet ederken baya bir ilerlemiştik. Parkta neredeyse bizden başka kimse kalmamıştı. Yolda yürürken aniden gelen bir kedi sesiyle olduğum yerde durdum.

Benim durmamla birlikte Asaf da durmuştu. Elimle ona susmasını işaret ettikten sonra kedi sesinin nerden geldiğini anlamak için daha dikkatli bir şekilde dinlemeye koyuldum.

Yavru bir kedi acı acı bağırıyordu sanki. Sesin çalılıklardan geldiğini anladığımda oraya doğru eğildim. Asaf da yanıma gelmiş ve telefonun flaşını açıp çalılara doğru tutmuştu. Çalıların arasından boncuk boncuk gözleri parlayınca onu gördüğüm gibi sakince uzandım ve elime aldım. 

Gri ve beyaz renklere sahip, uzun tüylü, simsiyah burunlu, çok küçük bir yavru kediydi bu. Ürktüğü için avcumun içinde tir tir titriyordu. Kendini güvende hissetmesi için başını yavaş hareketlerle okşadım.

"Annesi olabilir belki buralarda." dedi Asaf yanımdan biraz uzaklaşıp etrafa seslenerek.

"Pisi pisii? Buralarda mısın?" dediğinde gülümsedim. Kucağımdaki kediye dönüp baktığımda başını saklayıp bana sığınmaya çalıştığını fark ettim. Birkaç dakika kadar etrafta annesini aradık ama en sonunda olmadığı kanaatine vardığımda elimde kediyle Asaf'ın karşısına geçtim.

"Eve götürelim mi? Ne annesi ne de sahibi yok gibi görünüyor." dedim masum bakışlar atarak.

"Ne dersem diyeyim o kediyi eve götüreceksin değil mi?" dediğinde şirin şirin sırıttım ve "Nasıl da tanıyor beni yiğidim." dediğimde gülerek kafasını yana çevirdi. 

Yanıma gelip tekrar elini omzuma attı bu sefer geldiğimiz yolu geri dönmeye başladık.

Artık ailemizin yeni bir üyesi vardı.

 *        *        *

Gözlerimi açtığımda önce nerede olduğumu sorguladım biraz. Etrafa baktığımda odamda olduğumu idrak ettim ve gözlerimi ovalayarak yataktan kalktım. En son yemek yapıp iki dakika yatakta kestirmek için odaya gelmiştim.

Zeyd? O neredeydi? Ne zamandır uyuyordum?

Hızla oturduğum yataktan ayağa fırladım ve oturma odasına yöneldim. Bu kadar sessizlik hayra alamet değildi. Oyuncaklarıyla oynayıp gürültü yapması lazımdı şu an, ya da izlediği çizgi filme gülmesi gerekirdi en azından.

Odaya girip etrafa göz gezdirdim ama yoktu. Yine de emin olmak için seslendim.

"Zeyd?"

Ses gelmeyince odadan çıktım ve telaşla mutfağa baktım. Orada da yoktu. Her odayı, evin her karışını tek tek aradım ama yoktu. Hiç bir yerde yoktu.

Kalbim korkuyla çarparken ne yapacağımı düşünüyordum. Nere gitmiş olabilirdi?

Bir umut tekrar seslendim evin içinde.

"Zeyd? Neredesin?"

Ses gelmeyince bu sefer elim ayağım birbirine karışmış halde Asaf'ı aramak için telefonuma koştum. Titreyen ellerimle telefonu açıp aramayı tuşladım ve kulağıma götürüp açmasını bekledim.

"Efen-" sözünü yarıda kesip hemen konuştum panikle.

"Asaf, Zeyd yok!" dedim evin içinde deli gibi dolanırken. Bir yandan da feracemi arıyordum.

"Ne demek yok? Nasıl yok Zümra?" dedi o da şaşkınlıkla.

"Baya baya yok!" dedim nefes nefese kalmış bir şekilde feracemi giyerken.

"İki dakika kafamı yastığa koyayım dedim uyuyakalmışım. Yarım saattir uyuyormuşum. Uyandığımdan beri Zeyd'i arıyorum evin içinde ama hiçbir yerde yok."

"Tamam sakin ol önce."

"Lütfen hemen gel buraya." dedim sesim titreyerek ağlamaklı bir hâlde.

Eğer Zeyd'in başına bir şey gelirse asla kendimi affedemezdim.

"Tamam ben hemen geliyorum. Sen bir yere ayrılma. Apartmanın içine bak. Komşulara sor görüp görmediklerini." dediğinde koştuğunu nefesinin düzensizliğinden ve arkadaki seslerden anlayabilmiştim.

"Tamam." diyip telefonu kapattım ve ardından başıma bir tülbent geçirip evden çıktım.

Anahtarlığımı elime aldım ve rastgele terliklerden birini ayağıma geçirip merdivenlerden yukarı çıktım önce. Seslendim ama yoktu.

Ardından aşağı inip komşulara sordum teker teker. Kimse görmemişti.

Tam on dakika geçmişti ki o sırada Asaf'ın arabası kapının önünde durdu. Koşarak arabadan indi ve yanıma geldi.

"Hiçbir yerde yok. Kimse de görmemiş." dedim hıçkırıklarıma engel olamadan ağlayarak.

Ellerimden tutup sakin olmamı ve halledeceğini söyledikten sonra beraber yukarı çıktık hızlıca. Eve gelip kapıyı açtığımda bizi Lina karşılamıştı. Üç gün önce parkta bulduğum kediydi. Kısa zamanda bize alışmıştı.

Kapıyı açar açmaz ayağımın altında dolanıp miyavlamaya başladı.

Sanki bana bir şeyler anlatmak istiyor gibiydi. Yüzüme baktıktan sonra arkasını döndü ve oturma odasındaki koltuğun arkasına doğru gitti.

Ben önüme dönüp Zeyd'i aramaya devam edecektim ki koltuğun arkasından bana miyavlamaya devam etti.

En sonunda gidip bakmaya karar verdim.

Eğilip koltuğun arkasındaki boşluğa bakınca Zeyd'in yerde hareketsiz bir şekilde yattığını gördüm.

Şaşkınlıkla çığlık attığımda Asaf koşarak yanıma geldi. Benim bağırmamla birlikte Zeyd korku dolu gözlerle yattığı yerden başını kaldırıp etrafa bakmaya başladı.

Onun uyuduğunu anladığımdaysa yaşadığım duygular ağır gelmiş olacak ki kendimi yere bıraktım. Onun uyandığını görmek rahatlatmıştı. Bir an... Bir an sadece onu kaybettiğimi düşünmüştüm.

Asaf Zeyd'i koltuğun arkasında uyuyakaldığı yerden çıkarırken ben boş gözlerle onları izliyordum.

Bir saat içinde yaşamadığım duygu kalmamıştı.

Sevdiklerimi kaybetmek... Bu korkuyu çok iyi bilirdim. Bilmek istemezdim ama çok iyi biliyordum.. Bu yüzdendi bu telaşım, bu endişem. Aynı şeyleri yaşamak istemiyordum.

*      *      *

Selaam bir bölüm sonu daha..

Bir bölüm sonra final, ne hissediyorsunuz?

Diğer bölümlerde görüşmek üzere
Allah'a emanet, seviliyorsunuz🥺💖

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top