Bölüm 7
🎨
Cenk bize en son dahil olan kişi olmuştu çünkü hastanedeki görevlilere sadece yalan atmamıştı, elindeki tuhaf icatları satmak için türlü türlü pazarlıklar yapmıştı. İcat dediğime bakmayın, tuhaf eşyalardan oluşuyor.
Aralarında çizimler, tuhaf kablolu maketler de yer alıyordu. Çok kolay şekilde bazı yerlerin maketini çıkarabiliyordu.
İşin en tuhaf yanı ise yalan atma yeteneği o kadar gelişmişti ki herkes ona inanıyordu. Birini kandırmak asla kolay bir iş değildir. Özellikle de yetişkin birilerini...
"Bunu nasıl yaptığın hakkında hiçbir fikrim yok ama hadi gidelim."
Hızla hastane bahçesinin dışına çıkmıştık, kullanılmayan ara sokağa girmiştik. Elimizi çabuk tutmazsak polislerin bu kısma da geleceği kesindi, kendi aramızda bile konuşmuyorduk.
Tek duyduğumuz polis arabalarının sürenleriydi. Açıkçası diğerleri ile yolumuzu ayırmamamızda yarar vardı ama yüzsüz biri olduğum için bunu teklif etmeyecektim.
"Annemi... Her neyse vazgeçtim." Annemi aramam asla güzel karşılanmazdı, özellikle de böyle bir şey için. "Babamı arayabilirdim."
Cenk hepimizden önce yürüyor, geri geri gidiyordu. Yüzü bize dönüktü. "Sakın aklından bile geçirme."
Kardeşlerinin en büyüğü olarak aramıza girdi. "Cenk'e katılıyorum, annene ne diye ağlayacaksın? Ühü anne hastaneden bir şeyleri çaldık ta yakalanmak üzereyiz mi diyeceksin?"
Burak'ın bu tarz şekilde konuşması çok sinirimi bozuyordu. Herkes zorunluluk yüzünden olsa da kaba konuşmuyor veya laf sokmuyordu. Sürekli ekibi daha doğrusu beni sinir edecek tavırlar takınıyordu.
Ona doğru yürüdüm. "Senin tam olarak derdin ne?"
Kahkaha attı. "Sensin, bizim genlerimizden olmayacak kadar sensin."
Benim tam olarak neyim vardı ki? "Ne saçmalıyorsun sen? Sizin genlerinizden senin gibi bir it çıkmış daha ne olsun!"
Alp'te yanıma geldi, bana herhangi bir vurma anları olursa ona karşı gelmeye çalışacaktı (çok kez dayak yediğimizi varsayarsak bunun imkansız olduğunu söyleyebilirdim). Yine de gözünü korkutmaya çalışıyorduk.
Eh pek te başarılı olduğumuz söylenemezdi. "Düzgün konuş." dese de bunun mantıksız olduğunu kendi de fark etmişti, sonuçta kötü konuşan kişi oydu. "Eh en azından aramızda ultra kibirli bir prenses kızı yok!"
Kibirli mi? Hah... Harika, beni o şımarık zengin kızlarından sanıyordu. Kaldı ki öyle de olabilirdim bunda ne vardı ki? Onu neden ilgilendiriyordu?
Muhtemelen bir dediğim iki edilmeyen, bir sürü Barbie oyuncaklarıyla yaşayan, sürekli makyaj yapan bir deli olduğumu zannetmişti. Hakkımda hiç bu kadar yanılamazdı.
Küçükken oyuncaklarla oynamama pek izin verilmemişti, aslında bununla ilgili çok katı kurallarımı yoktu ama birtakım şartlarımız vardı: Komodinlerin üzerinde duran o kusursuz güzellikteki oyuncaklarla asla oynayamazdım.
Onlar misafirler geldiğinde çocuklarıyla beraber oynamam içindi. Eğer misafirler olmadan dokunursam çok kızarlardı. O yüzden hergelen misafir çocuğunu odama götürmek için can atardım.
Eğer benimle oyun oynamak istemezlerse tam bir hayal kırıklığı olurdu. Çoğu misafirimizin çocuğu benden yaşça küçüktü, bu yüzden de ömürleri boyunca hiç kızıl saçlı birini yakında görmemişlerdi.
Ne zaman konuşmaya çalışsam ya korkuyorlardı ya da dalga geçiyorlardı. Ortalık yerde olmayan oyuncaklarımın durumu da çok iyiydi aslında ama küçük yaştaki bir çocuk için her zaman yasak olanlar daha cazip geliyordu.
Her neyse... Uzatmamızın manası yok, öyle biri değilim işte. Ben daha çok gücü eline almış anne ve babamın kusursuz olma çabası altında ezilen kız çocuğuyum. Ne yaparsam yapayım yeterli olamıyorum.
"Laflarının doğruluğuna kuşlar bile güler."
"Haklısın." Ah, bir de bu öküzle öz kardeşim. "Çünkü doğa yanlışlara yer vermez."
Dolunay araya girdi, parmak uçlarıyla oynuyordu. "Şey... Aslında veri-" Bilimsel açıklama yapmaya hazırlanıyordu ki vazgeçti, ciddi olmadığımızı anlamıştı. "Peki."
Derin derin nefes aldım, o an ki sinirle anne ve babama her şeyi anlatmak istemiştim. Tüm bunların bitmesini, kurtulmamızı... Ama asla olmayacağını biliyordum. Anne ve babam bir şey dediyse kurallarına uymak zorundaydım.
Bizim durumumuzu izlemek istiyorlardı, neler yapacaklarına karar vereceklerdi. Belki de bu yüzden iyi geçiniyor gibi davranmak oldukça kötüydü, aynı evde kalmamıza temelli olarak karar verebilirlerdi.
Elimizi çabuk tutmalıydık, telefonuma uzanarak videoyu durdurdum. Bunu kimseye belli etmeden yaptım çünkü bilmelerini istemiyordum. Youtube kanalıma gizli gizli atacaktım.
Büyüklüğün ben de kalmasına karar verdim, oflyarak başımı eğdim. Bu daha fazla kavga etmek istemiyorum dememin farklı yoluydu.
Alp ile en önde gidiyorduk, en arkada Cenk ve Burak vardı. Dolunay ise hepimizin ortasında yürüyordu. Ve "Ablamı arayacağım." diye öneri de bulunan elbette Dolunay olmuştu.
Burak kollarını önünde birleştirdi. Sarı saçlarının ucu gözlerinin önüne düşüyordu. "Oldukça yoğun biri biliyorsunuz değil mi? Zırt pırt bizim için gelemez."
İçimden bir ses ablalarının oldukça özel biri olduğunu söylüyordu, sonuçta onu hiç görmemiştim. Belki de oldukça sıradan biriydi, bunu görmeden anlayamayacaktım.
"Biliyorum." Kollarını iki yana açtı. "Ama başka çaremiz yok."
Nedense bana bu hali çok tatlı gelmişti, özellikle de çaremiz yok derken dudağını hafife bükmesi Asya aşk komedilerindeki erkek karaktere benzetmeme neden olmuştu. Hiçbir zaman yükselmeyen sesi ise daha da kusursuz biri olmasına neden oluyordu.
Düşününce... Ailemin aradığı kusursuz çocuk gerçekten de oydu. Sanat alanlarına ilgisinin olup olmadığını bilmiyordum gerçi... Hava atılacak bir hobisi yoksa annemler için hiç demekti.
Yaklaşık yirmi dakika sonra ablaları gelmişti. Yani... Öz ablam, bu tarz tabirlere kolay kolay alışamayacaktım. İmkanım varsa da alışmamayı tercih ederdim. Zaten on sekizime basmama iki yıldan kısa süre kalmıştı.
Kimde kalacağıma karar verebilirdim. Öz ablamı beklerken uzaklaşabildiğimiz kadar uzaklaşmıştık.
Ablam önümüzde masmavi bir Ferrari ile durduğunda ağzım açık kalmıştı. Evet zengindim ama bu zenginliğin daniskasıydı, biz bile bu kadar çok gösteriş yapmıyorduk. Bakın... Size şu kadarını söyleyebilirim: O araç... Markanın en pahalı araçları arasında ilk yirmiye rahatça girer.
Yani çok rahat 15-20 ev alabilirsiniz... On beş... En az...
Diğerlerinin oldukça normal davranması ise daha da şaşırmama yol açmıştı. Yutkundum, benim dışımda şaşıran tek kişi ise Alp'ti.
Aracın kapısı yukarı doğru açıldığında ise daha da büyük bir şok yaşamıştım. Kadını başta tanıyamasam da sonrasında hemen tanımıştım. Bu bizim davamıza bakan savcıydı. Yani karşı tarafta bir iki yüzlülük söz konusuydu.
Bunu annemlere acilen söylemem gerekiyordu. Tabi ki de objektif düşünmek yerine para kaynağı olan lanet ailesini haklı bulacaktı!
Gece olmasına rağmen güneş gözlüğü takıyordu. "Merhaba veletler."
Selam canlarım, bölümü nasıl buldunuz?
🎨
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top