Bölüm 24


Dolunay'ın yaptığı tonlarca pisliği saymazsak gayet güzel bir gündü. Eve zar zor tam zamanında, daha doğrusu herkes kahvaltıya oturduktan sonra yetişebilmiştik. Neyse ki herkes birbirini beklediğinden kimse yemek yemeye başlamamıştı. Burnuma enfes kokular geliyordu, Dolunay her zamanki yerine geçmişti. 

Diğer herkes yemek yemeye başladığında bizde başladık. Yani... Yemek demek pek doğru olmaz. Aksoy ailesinin ilk kuralı içeceklerle başlamaktı. Her yemeğimizde çeşit çeşit içeceklerimiz olurdu. Genelde yiyeceklerle uyumlu olduğundan pek de farklı gelmiyordu. 

Ama bu tarz günlerde içeceklere bakarak bile önemli bir konuşmanın olabileceğini anlayabilirdiniz. Masadaki içecekler -özellikle de sütlü latte- pek de kahvaltıyla uyum değildi. Yiyecekler mısır gevreği, salatalık, domates, haşlanmış yumurta vb. şeylerden oluşuyordu. Hepsi özenle yerleştirilmişti. 

İçecek de elbette kim konuşuyorsa onu dinlememiz için verilmişti. Dinlerken biraz açlığımızı unutmamız, biraz da kan şekerimizin düşmemesi için.. Anneme doğru baktım, elbette ki konuşmayı yapacak olan kişiydi.

Başlamadan önce bana, sonra da Dolunay'a baktı. Ona önem verip vermediğimi mi anlamaya çalışmıştı? Yoksa bana mı öyle gelmişti? "Evet, izninizle konuşmaya başlamak istiyorum." Son kez öksürüp boğazını temizledi. "Dolunay son günlerde yaşananlar senin için ne ifade ediyor?"

O an gizli gizli salatalık almaya çalışan Dolunay için pek de beklenemeyecek bir soruydu. Çaktırmadan bana baktı. "Yani... Pek akıl almaz." 

Kelimeleri olabildiğince yavaş şekilde söylemişti, söylerken de etraftakilere oldukça yavaş göz hareketleriyle bakmıştı. Sakin olmasına rağmen tedirgindi, Dolunay'ı iyi tanıyordum. 

İki yana doğru açmış olduğu ellerini birleştirdi. "Evet, kesinlikle öyle. Ama biz senin sadece biyolojik aileniz, ebeveynlik hakların bizde değil. On yedi yaşına basmak üzere olduğunuzu varsayarsak da hiçbir zaman olmayacağı da kesin. Dava süreci yıllar sürer, bu yüzden Aksoy ailesi hukuksal yollara başvurmaktan yana sıcak bakmıyor." 

Konuşmadım, konuşmak şuan bana düşmezdi. Sonuçta Dolunay annemlerin çocuğu değildi, hem hukuksal olarak hem de manevi olarak. Ona biz bakamazdık, yani sonuçta bu bir köpek yavrusu değildi.

Masraflarını karşılamak apayrı şeylerdi. Ki sadece masraflarını karşılayacak dahi olsak aynı şeyi karşı tarafta benim için yapmalıydı. Evet, imkanım olsa yardım ederdim ama pek de imkan varmış gibi gözükmüyordu. Ailemin en iyisine karar vereceğini umuyordum. 

Ayrıca Dolunay'ın ortada kalmayacağına... Çünkü eğer sırf Dolunay'ın annesi babasını aldattı diye çocukları olarak kabul etmezlerse sadece on sekiz yaşına kadar bakmak zorundaydılar, on sekiz yaşına kadar devlet ona sahip çıkardı. Sonrası ise bir hiç...

Tabii iş vb. şeyler bulamazsa, şuana kadar iş vb. bir şey bulmaya çalışmamış birinin öylece kolay kolay iş bulabileceğini de sanmıyordum. Liseyi dahi bitirmemiştik ki!

Dolunay konuşmayınca annem devam etmeye karar verdi. "Tam olarak seninle bunu konuşmak için buradayım, belki yaptığımın çok kabaca olduğunu düşüneceksin ama herkes buradayken konuşmanın daha doğru olduğunu düşündüm." Alp'e doğru bir bakış attı. "Malum benim sözüm net ve kuraldır."

Alp az kalsın içeceğini burnundan tükürecekti. "Ne? Ona biz mi bakacağız? Anne! O bizi defalarca kez dövmeye çalıştı." 

"Ne?" 

Dolunay'ın kaşları çatılmıştı. Kendini koruma zahmetinde bulunmadı çünkü olaydan sıyrılmaya çalışan oldukça suçlu biri gibi gözükmek istememişti. Ama ben onu koruyacaktım, öne doğru atılırken düşünmemiştim bile. 

"Hey! Anne, o bize hiç vurmadı. Sadece kardeşlerinin yanında takıldı o kadar. Alp biraz abartıyor bence." Abima öldürücü bakışlar attım. 

Annem sakinliğini korudu, susmamız için elini kaldırdı. "Kimseyi suçlamadım veya bir şey iddia etmedim. Size fikrinizi de sormadım çocuklar." İçeceğinden yudum aldı. "Aksoy ailesi olarak Dolunay'ın üniversite masrafını karşılayacağız ve eline de birkaç aylık kirasına yetecek kadar para tutuşturacağız. Ama daha fazlası yok. Ve bu babanızla benim biyolojik oğlum olduğu için değil, Aksoy ailesi olduğumuz için olacak."

"Şey... Teşekkür ederim. Cidden." Fazlasıyla mahcup olmuştu, yerinde kim olsa aynı duyguları yaşardı. 

Aksi mümkün müydü ki? Alp yüzünden berbat hissetmeye başlamıştı. Alp'te haksız sayılmazdı ki! Kime kızacağımı bilemiyorum. Muhtemelen Dolunay'a aşık olmasaydım kardeşimle aynı duyguları beslerdim. 

Konuşma bittiğinde herkes kahvaltısını etmeye başlamıştı, kendi aralarında sohbet edenler olsa da genelde kimse ağzını açmıyordu. Ortama çatal bıçak sesleri hakimdi. Yumurta yememiştim, pek sevmezdim. O yüzden lattemi içerek önümdeki salatalıkları yemiş, sonradan eklenen kekten iki dilim almıştım. 

Balerin olduğum için, daha doğrusu eski balerin olduğum için genelde hep vücuduma dikkat ederdim. Abur cubur yemekten de çekinirdim. Formumu korumam gerekiyordu, belki günün birinde geri dönebilirdim. Yani... Bırakmadan önce hedefim o yöndeydi. 

Kafamı dinledikten sonra geri dönecektim elbette, tabii aile olayları derken bu pek de mümkün olmuyordu. 

Annemin telefonu çaldığında herkes iyice sessizleşti. Annem genelde, hatta hiç hoparlörde konuşmazdı ama parmağı direkt olarak hoparlöre gitmişti. "Ah, merhaba canım! Seni çok özlemişim. Sesin hoparlörde haberin olsun, ailecek kahvaltı yapıyorduk da." 

Dolunay'la göz göze geldiğimde konuşan kadının sesini herkes duymuştu, ikimiz de tanımıştık. "Senin acilen konuşmam gerek, bu işi bitirelim artık." Bu Dolunay'ın annesiydi. 


Bunu bilerek okuyun lütfen ve bol bol yorum yapıp yıldız atmayı ihmal etmeyin. En geç 30. bölümde final olacak gibi duruyor arkadaşlar. 


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top